#eterik beden
Explore tagged Tumblr posts
ruhsalseyler · 2 months ago
Text
0 notes
depresif-baykus · 9 months ago
Text
Eterik Beden nedir: Eleştiri, inanç ve gizemler
Eterik beden nedir? Eskilerin bir hikayesi midir bu, yoksa eterik beden gerçek mi? Eskilerin kullandığı bu kavramsallaştırma, hangi inanç, korku ve kavramlarla ilgilidir? Eterik beden kavramının arkeolojisini yaparsak insanla ilgili neler öğrenebiliriz? Pseudo bilimle mi, yoksa insanın korkularıyla mı karşılaşacağız? Eterik beden kavramı insanın hangi ihtiyaçlarından doğmuş olabilir? İnsanın…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
paganizmturkiye · 3 months ago
Text
Beslenmenin Ezoterik Yönü ve Vejetaryenlik
"You are what you eat" - "Siz ne yerseniz osunuz" - popüler bir İngilizce deyim
Beslenme dediğimiz an aklımıza çeşitli yiyecekler gelir. Oysa, ezoterik açıdan farklı besinler de vardır. Unutmamak gerekir kadim öğretilerde bir kaç bedenden söz edilir, dolayısıyla insanın çeşit çeşit beslenme gereksinimi vardır. Bu konuda Gurdjieff epey durmuştur. Bedenler konusu diğer yazılarımızda işlenmiştir. Kısaca bunlar 1) fiziksel beden, 2) astral (duygusal) beden, 3) mental (zihinsel) beden ve 4) kozal (ruh) bedenidir.
Bedensel/Fiziksel Beslenme
Fizik bedeni küçük bir evren (mikrokozmos) olarak hemen hemen her tür element, mineral, karbonhidrat vs. içerir. Yiyecek olarak katı, sıvı ve gaz gibi maddenin her şeklini kullanır. Ezoterik açıdan solumun da bir çeşit beslemedir ve aldığımız nefesten giren oksijen ve diğer maddeler bedenimiz tarafından sindirilir. Fizik bedenin subtil bir tarafı olan eterik beden de, solunum yolu ile prana gibi çeşitli subtil enerjileri özümser ve bunlar bedenin her tarafına yayılır. Negatif beslenme yiyecek zehirlenmesine yol açar. Yiyeceklere çeşitli ilaç, boya ve suni tatlandırıcı eklenmesi zehirlenmeye yol açar. Çevre kirliliği, hava kirliliği zehirlenmeye yol açar. Uygun olamayan şeylerin yenmesi zehirlenmeye yola açar.
Duygusal/Astral Beslenme
Fiziksel beslenme ötesinde insanın duygusal beslenme gereksinmeleri de vardır. Bu gereksinmeleri yerine getirilmemesi veya negatif duyguların varlığı fiziksel bedenin erken çökmesine, çeşitli hastalıklara ve hatta ölümüne bile yol açabilir. Duygusal beslenme astral bedenimizi etkiler, genelde duyularımızdan gelen algılardan oluşur. O halde, duyu organlarımız da beslenme araçlarıdır.
Astral bedenimiz duygularımıza göre renk ve şekil değiştirir. Duygusal besinler arasında müzik de gelir, boşuna ona ruhun gıdası dememişler. Müziğin şifalı tarafı olduğu gibi astral bedenin üzerinde direkt etkisi de vardır. En olumlu etki müziğin ezoterik yönünü bilen veya sezen ustalar tarafından bestelenen müzikten elde edilir. Negatif müzik de vardır, ondan kaçınmak gerekir, astral zehirlenme dahil çeşitli olumsuz etkileri vardır. Bazı seslerin insanları hasta ettiği tespit edilmiştir. Müzikle insanda hemen hemen her türlü duygu uyarmak mümkündür. Ses kirliliği özellikle ülkemizde önemli bir sorundur. Ses kirliliği üretenler insanlara son derece gerçek ve elle tutulur bir zarar verdiklerinden dolayı karmik yüklenmeye tabidirler.
Diğer bir duygusal beslenme kaynağı doğadır. Doğada yürüyüşler, doğal güzellikleri algılama ve kendimizi açmamızın sonsuz yararları vardır. Doğada güneş, ay, toprak, deniz, ağaç, bitki ve hayvanlardan gelen suptil enerjiler vardır. Maalesef, her yerde doğanın tahrip edildiğini, doğa ananın taciz edildiğini görürüz. Salt fiziksel menfaatler için estetikten yoksun doğallıktan uzak görüntüler yaratıyoruz, bunlar da duyular aracıyla içimize işleniliyor, duygusal zehirlenmeye ve açlığa yol açıyor. O halde, doğal beslenme, doğal kumaşlarla giyim, doğal yapılarda yaşam ve doğal davranış öneriyoruz.
Zihinsel/Mental Beslenme
Zihinsel faaliyetlerimizle zihinsel gıdayı üretiriz. Bilgi yine de genelde duyular yolu ile içimize işler. Bilgi yorumlanır, sınıflandırılır ve fikirler ve kavramlar üretilir. Yanlış kavramlar (konseptler) insanı içten sakatlar, duygusal ve bedensel işlevlere çomak atar, davranış bozukluklara yol açar. İnsanın düşünce işlevlerini düzgün ve objektif bir şekilde yürütmesi gerekir. Bu konuya Gurdjieff öğretileri ağırlık verir. Ayrıca, beyin sağlığı için zihnin çalıştırılması, televizyon gibi araçlarla pasif bir konuma getirilmemesi. Sürekli küçük hesaplarla oyalanmamak gerekir. İnsan zihni beyinle birlikte en gelişmiş bilgisayardan kat kat üstündür, onda işlediğimiz malzemelere dikkat edelim. İsterseniz en güzel bir mekanda yaşayın, içinizde çöplük barındırdıktan sonra hiç bir yararı yoktur. Zihinsel gücünüze güvenin, düşünceleriniz pozitifse pozitif şeyleri çekersiniz, negatifse negatif şeyleri çekersiniz.
Ruhsal beslenme
Son olarak ruhsal beslenmeye geldik, eğer beden, duygu ve zihin uyumlu ve pozitifi bir şekilde çalışırsa, ruhsal yönden de bütünlük hissederiz, doyumlu oluruz. Aydınlanma, farkındalık ve şuurluluk bize ruhsal beslenmenin yollarını açar. Meditasyon, dua, içsel sesimizi dinlemek, iyi düzenlenmiş bir ritüel, insanlarla sağlıklı ve doyurucu ilişkiler bizi ruhsal doyuma götürür. Sevgi, erk ve bilgelik bizi ruhsal doyuma götürür. Her türlü nefret, kin ve ayrımcılık bizi uzaklaştırır. Kendi iç potansiyelimizi ortaya çıkarmak, kendimizi bütünleştirmemiz, hemcinslerimize karşı olumlu ilişkiler bizde ruhsal doyum sağlar.
Vejetaryenlik
Beslenme bizim en doğal bedensel faaliyetlerimizden biridir. Binlerce yıldır, insanoğlu hayatta kalabilmek için her türlü besin maddesini kullanmıştır, gerektiğinde avlamıştır. Burada yanlış bir şey yoktur, bu bir doğa kanunudur. Ancak, atarımızın vahşi birer etobur olduğu konusu film ve hatta tarihçiler tarafından abartılmıştır. İnsan bedenine en yakın fiziğe sahip olan maymunlar genelde koyu vejetaryendir ve et yedirildiklerinde hastalanıp tüyleri dökülür. Ayrıca, insan aynı zamanda ruhsal bir varlıktır, doğa kanunlarına olduğu gibi ister istemez evrenin ruhsal kanunlarına da tabiidir. Eğer başıboş bir hayat sürdürmek yerine evrene uyum sağlamayı ve insan olarak potansiyellerini ortaya çıkarmayı tercih edecekse, bunlara kulak vermesi gerekir. Sanskritçe'de Ahimsa herhangi bir canlıya zarar vermemek anlamına gelir ve ruhsal gelişmenin başlıca bir şartı olarak kabul edilir. Canlılar çeşit çeşittir, örneğin bir elma doğa tarafından yenilmek için sunulmuştur. Oysa bir havuç bir köktür, onu yediğimiz zaman onun canını alırız, ama elbette bir insan ile aynı tekamül seviyesinde değildir. Kedi, köpek gibi zeki hayvan türlerini yemekten tiksiniriz, bunlara maymun, yunus balığı, at gibi hayvanları da katmamız gerekir. Aslında besin olarak kullanabileceğimiz bir canlının tekamül seviyesi bize ters orantılı olarak etkileyeceğe konusunda ezoterik bir kural vardır. Canlı ne kadar gelişmişse bize o kadar olumsuz bir etki yayar. O halde, gıda konusunda şöyle bir tablo düşünebiliriz:
İnsan,
Zeki hayvanlar
Memeli hayvanlar
Kümes hayvanları
Sürüngenler
Balıklar, deniz canlıları, böcekler ve kabuklular (karides vs.)
Yumurta
Süt mamulleri
Meyve ve Bitkiler
Tek hücreleriler ve mantarlar
Eğer et yiyeceksek. Deniz mahsulleri sınırlı bir şekilde yemekte fazla bir karmik etkisi yoktur. Ancak, vejetaryenliğin manevi faydalarından (şuur açıklığı, psişik hassasiyet gibi) yararlanmak için asgari indirilmelidir. Bu sınıflandırmanın üstündekileri yemekte sadece ezoterik değil ciddi sağlık nedenleri de vardır. Ayrıca, süt mamulleri de (fazlası zararlı) bir lakto-vejetaryen diyette yer alabilir.
Vejetaryen Olman için 20 İyi Neden
Vejetaryenler daha sağlıklı ve daha uzun ömürlüdürler.
Vejetaryenler daha duyarlı ve yaratıcıdır. Duygusal zekaları daha gelişmiştir.
Vejetaryenlerin zihinleri daha iyi çalışır.
Vejetaryenler daha şuurlu ve ruhsal gelişmeye açıktır.
Vejetaryenler daha az kilolu, çekici ve cinsel açıdan faaldir.
Biyolojik açıdan insan bedeni etoburluğa uygun değildir.
Et zor hazmedilir, ağrılık yapar, sindirim sistemi yavaşlatır, bağırsaklarda çürür ve kabız yapar.
Etteki toksinler insanı zehirler.
Etteki hormonlar insan bedenine işler.
Et mikrop, virüs ve kir yuvasıdır. Meyve ve sebzeler temizdir, çiğ de yenilebilir.
Et kanserojendir. Meyve, sebze ve otlar şifalıdır.
Et çabuk bozulur, pis kokar ve görüntüsü kötüdür. Meyve ve sebzeler güzel kokar ve görüntüleri hoştur.
Ette önemli bir gıda yoktur, sebze ve meyveler ise en önemli vitamin ve mineralleri barındırlar, yeterli miktarda protein de içerir. Fazla protein zararlıdır ve yağa dönüşür. Vejetaryenler dahi bir çok kez aşırı protein alabiliyorlar.
Et tatlandırmak için bekletilir, pişirilir ve sos ve baharat eklenir. Meyve, sebze ve otların bin bir tadı ve lezzeti vardır.
Et yeme hayvanların vahşi bir şekilde katledilmesi gerektirir. Meyve ve sebzeler doğa tarafından yenilmek için sunulmuştur. Bir meyve kopardığın zaman ağacı veya bitkisi ölmez. Yenilmek için yaratılmıştır.
Et pahalı bir gıdadır.
Hayvancılık geniş meraların hayvanlara tahsis edilmesini gerektirir. Bu alanlar tarıma tahsis edilse daha çok insanı doyurabilecek besin üretilir.
Hayvancılık çevre kirliliğe yol açar.
Tarih boyunca en ünlü düşünürler, filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar vejetaryendi.
Dünya nüfusunun önemli bir bölümü vejetaryendir.
Vejetaryenlikte dikkat edilecek hususlar: Organik ve ilaçsız gıdalar tercih edilmelidir. Zaman zaman B12 vitamini, yoğurt, deniz mahsulleri, vitamin hapları, bira mayası, soya gibi kaynaklardan takviye edilmelidir. Fazla ekmek, hamur işleri, yumurta, süt mamulleri, pirinç, tuz, şeker yenmemeli. Sağlık için her gün çiğ sebze ve meyve yenmeli.
0 notes
hasansonsuzceliktas · 1 year ago
Text
İnsanın dört boyutu ya da bedeninden sözetmiştik. Sırasıyle her bedenine ilişkin algısı geliştiğinde bir sonraki bedeninin (ya da boyutun), kendinde zaten var olan izlerini bulabilecek duruma ulaşılır. Örneğin fiziksel bedenini bilme va anlamada geliştikçe, onun ötesindeki ruhsallığına erişir, bulur; onda gelişim sağladıkça astral ve eterik boyutlarla, o boyutlara ait kendi varoluşunu kavrar. Zamanla zihinsel anlamdaki (ve o düzeye ilişkin olan gelişmiş farkındalığı ile) bedeninin/boyutun/ya da varoluş aşamasına ait idrakin aşılması o kişiyi, sırasıyle daha sonraki aşamalarda kavranabilecek olan nedensel-bilinçsel-kozal bedenlerine ve o boyutlara ilişkin varoluşun idrakine götürür… ‘Tekâmül’ün süreci böyle işler… Tekâmül, adı üstünde ‘kemâle erme yolu’dur.Erişilebilecek her üst beden, dışsal neden ve etkenlerden gittikçe daha bağımsız (sûfi deyişiyle azâde) halde olacaktır. Bu durum, izlemekte olduğunuz bütün mistik yollarda (yogi, fakir, tantrik, Zen, Tao, savaşçı, sûfî…) benzer gelişimi izler. Ama işin garibi, bütün bu gerçeklikler, ‘siz onları farkedemediğiniz sürece, yoktur!’ Erişilebilmeleri genel olarak iki şeye bağlıdır: ‘Kendinizi geliştirmek’ ve ayakbağınız demek olan ‘fazlalıklardan kurtulmak’. Yukarıdaki gelişim sırası ihmal edilir, iç içe sarmal halde olan boyutların bilgilerine rastgele ulaşılmak istenir veya özensiz, hazırlıksız, sırasız ya da zamansız erişilip her biri programsız geliştirilmek istenirse çeşitli problemler ortaya çıkabilir; psikolojik sorunlar ve dengesizlikler baş gösterebilir. Paranormal sanılan olayların, onları doğru anlamaya ya da kabule henüz hazır olmayan kişiler üzerinde zararlı etkileri olabileceği gibi; sonuca koşullanmış veya önyargılı ve saplantılarından kurtulamamış olanlarda sanal gerçekliklere kendini kaptırma, hayal ve düşgörme… gibi ileride zihinsel yapısını tahrip edecek düzeyde zararlı etkileri de olabilir. Örneğin durugörü, şifacılık, medyumluk… gerçektir; ama gerekli altyapı hazırlanmadan, bilgi ve deneyim eksikliği ile gelişmeye çalışılırsa çeşitli paranoyalar, megalomani, hattâ ileri durumlarda şizofreni ve bazı manik-depresif hâllerle karşılaşılması kuvvetle muhtemeldir. Yani yol kadar yöntem ve uygulamanın dozu da önemlidir; onu tayin edecek olansa siz değil, rehberinizdir.Yeri gelmişken belirtmemiz gereken bir husus da içsellik ve ruhaniyette yol alırken, ruhsal bedenimiz yanında astral ve eterik boyutlardaki gelişimimizin neresinde bulunduğumuzun da önemli olduğudur. Yani ruhsallık, salt bu nedenle dahi, yalnızca ikinci boyutta yol almakla geliştirilebilecek bir şey değildir.Yolculardan biri, yolun kenarında pinekleyen köyün ihtiyarına sormuş; “Bu yol nereye gidiyor baba?” Yaşlı adam yanıtlamış; “Bu yol hiçbir yere gitmez oğul, ben bildim bileli o hep buradadır”. Sonra da kendi kendine söylenmiş: “Ben ne bileyim nereye gittiğini… Yol orada duruyor ama, ben onu hiç yürümedim ki!” Yani varolduğunu bilmek, yolun kendisini bilmek demek değildir. Aslında çoğumuz bu durumda değil miyiz? Gerçekliklerin keşfedileceği yollar yanıbaşımızda dururken bir türlü yola koyulamayanların, ‘farkındalık’, ‘tekâmül’ ve ‘aydınlanma’dan sözetmemeleri; hele de kalkıp bu konularda bir şeyler biliyormuşcasına uluorta olumlu ya da olumsuz konuşmamaları çok daha iyi olur…Bu yollardan, mistik ya da spiritüel herhangi birini (veya birden fazlasını) izleyenlerinse bütün iyi niyetleriyle, içtenlikle ve hoşgörüyle, özgür biçimde konuşup tartışmaları; içlerindeki ışığı daha çok yansıtmaları hem gerekli hem de son derece yararlıdır. Çağdaş mistisizmin önemli simalarından Osho’nun belki de tek eksiği, pozitif bilimlere, özellikle de teorik fiziğe yeterince önem vermemesi olmuştur. Kuantumla zenginleştirilmeye çalışılacak Osho düşüncesi hiç kuşkusuz müthiş bir şey olurdu. Kendisi, eskilerden Tao, Budha, Konfüçyüs, Bodhidharma, Mevlânâ; klasiklerden Freud, W. Reich ve Wittgenstein; nispeten çağdaşlarımız sayılan Krishnamurti, Gurdjieff, Ouspensky, İnayet Han, H. D. Laing ve Fromm gibi isimlerden fazlasıyla
etkilenmiş (bu etkileri de hiç saklamaksızın); ancak onlardan yepyeni sentezlere erişerek düşünce ve algı dünyamızı zenginleştirmiştir. Şimdi ise görev, onun ve diğerlerinin bıraktığı yerden bizlere düşmektedir. Çünkü gerçek düşün insanları hiçbir zaman ‘statiklikten’ yana olmayıp, aksine sürekli değişim ve gelişimden yanadırlar.Yukarıdaki örneğe dönersek, nihayetinde yollar ya biryerlere çıkar, veya söz konusu olan fiziksel bir yol ise sonuna erişilir, ya da ona bağlantılı olarak yeni aşamalara ve yerlere doğru sürekli yürünür. Onun nereye çıkacağı, ya da onunla nerelere varacağınız, aslında yol kadar size de bağlıdır. Ama yine de sorun yollardan çok uygulama biçimlerinde, yöntemlerinde, amaçladıklarında ve uygulayıcıların onunla nasıl bir sonucu öngörmüş olmalarındadır. Tabii bir de yolun o kişiye ne denli uygun olduğuna…Bu tür süreçlerin ‘geliştirilebilir’ ve ‘erişilebilir’ olduğu da bir başka gerçektir. Ama dedik ya, içsel yolların hiç birisi sıradan insanın, sıradan akılla kavrayabileceği şeyler değildir. Çünkü bir yerden sonra ‘zihnin geride bırakılması’nı, sonra da ‘aşılması’nı gerektirirler. İnsan doğasının, onun gelişimine katkısı olabilecek en önemli özelliklerinden birisi, gelişme-araştırma arzusundan doğan ‘merak’tır. Kökeninde ‘kuşku’ yatar. Yanlışlardan arınma; daha iyiye, güzele, doğruya ve yararlıya erişebilmek için kuşku da, ona bağlı merak da gereklidir. Ama dinadamları, dinsel konularda kuşku duymayı yasaklayarak insan zihnini kendi yarattıkları dogmalara esir etmeyi amaçlamışlar, gelişimini engellemişlerdir. Bu, insana yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü zihnin özgürce gelişimine ve doğru biçimde yeniden yapılandırılmasına engel olur. Böylesi bir inancı-anlayışı benimsemiş olmak, o insanı ister istemez ‘tutucu’ yapacak; onun özgürce düşünme ve akıl yürütme yeteneğini köreltecek; o yapay ve katı zihinsel sınırlar ve kalıpların aşılmasına da tekâmülüne de engel olacaktır. Oysa ki buradaki görevimiz, ‘sanal duvarları şuursuz inançla örülmüş’, harcına bol miktarda ���korku’ katılmış ve insanlarımızı gerçek-kendi’nden uzak durmaya zorlayan o yapay sınırları aşarak tekâmüle ve bilince yönelmek olmalıdır. Kuşkusuz ki konunun bir de ‘yetişkinlik’ ve ‘kapasite’ boyutu vardır; ve onlardaki göreceli gelişmişlik başlangıçta yola koyulabilmeyi, ona yaklaşabilmeyi, o ‘anlatılamayan’ı kısmen anlayıp ona ‘katılabilme’yi de kolaylaştıracaktır. Ancak ona tutucu biçimde bağlanmak, kaçınılmaz olarak ‘idrâke mani’ olma riskini de taşıyabilir ki, bunun panzehiri ‘özgürlük’ ve ‘sükûnet içinde’ farkındalıktır. Yakıtı yani enerjisi de her şeyden önce ‘kendini bilmek’tir. Sınırlı algılarımız, eğitim adına onca koşullanmışlığımız, üstüne üstlük her birimize din ve inanç adına yapılmış tüm yüklemeler... özgür ve tarafsız düşünmemizi engeller. Sonra da böylesine koşullu ve daraltılmış vizyonumuzla yaşamın kendisi dahil pek çok şeyi yargılar ve hemen herşey hakkında hüküm veririz. Tüm bunların ve benzer zihinsel biçimlendirmelerin sonunda ‘bize göre’ en doğru, hattâ tek doğru olan da tabii ki kendi görüş, düşünce ve inançlarımız oluverir. Zaten amaç belli, yöntem de buna uygun olduğundan, bizler ne kadar ‘ben özgür düşünceden yanayım’ desek de sonucun böyle olması, yani mutlaka biryerlerde saf tutup taraf olmamız kaçınılmazdır.…Hepimiz yaşayan, duyarlı (hisseden) varlıklarız. Aklımız, zihnimiz ve hâfızamız var. Duyularımızın gücü ve kapasitesi oranında bilgiyi ya da sanal-sözde bilgiyi toplayıp depo ediyoruz. Akıl ve zekâ da işlenmesine yardımcı oluyor. Buraya kadar sorun yok… Sorun, bütün bu sürecin ne kadar nesnel, özgür, gerçekçi ve bilinçli olabildiğindedir.Çoğu kez kendimizle, düşünce ve kanaatlerimizle ilgili eleştirilere kulak verir; hattâ kimi zaman onlardaki haklılık payını teslim eder, doğruluklarını kabul edebiliriz. Ancak sıra düzeltilmelerine geldiğinde, tutum ve davranışlarımızı gözden geçirip onları yeniden değerlendirmek, dönüştürmek zorumuza gider. Bu durumu bir anlamda kendi kendimizin suçlanması gibi görmeye başlarız.
O zaman da sadece bakmanın, görmenin, hattâ bilmenin de anlamı kalmaz. Başkalarının kimi eylemlerindeki kusur ve yanlışlıklar, onları kendimiz yaptığında bizi rahatsız etmiyorsa, bu henüz yeterince olgunlaşmadığımızı ve bencilliğimizi aşamadığımızı gösterir. Oysa ki tekâmül yolundaki örneklerimiz, yani bize kaynak oluşturabilecek olanlar sadece başkaları, onların davranışları ve yaşam biçimleri değil; doğru bir gözlemle kendimiz, kendi tutum ve davranışlarımız olmalıdır. Bu aynı zamanda kendimize karşı ne denli dürüst olabildiğimizin göstergesidir. Ama işin içinde eğer hoşgörü noksanlığı varsa, bu durumun başkalarına karşı katı ve hoşgörüsüz davranırken kendi kusurlarımızı görmezden gelmekle sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır. Gerçekte ise bu, tıpkı başkalarına olduğu gibi kendimize karşı da hoşgörüsüz olduğumuzun, ancak bunu kasıtlı ve yanıltıcı biçimde yadsıyıp gizlediğimizin kanıtıdır. Asıl nedeni de bir türlü içsel huzura erişememiş olmamızdır. Çoğumuz inançlarımızı, yaşam felsefemizi, onlarda yer etmiş olan katı kuralları bize dayatıldığı biçimde önemser ve benimseriz ki, neredeyse özdeşleştiğimiz bütün bu yapay alışkanlıklar çoğu zaman gerçek-kendi’mizi ya da kendi-sanal-gerçekliklerimizi görebilmemizin ve yaşamla bütünleşebilmemizin önündeki engelleri oluştururlar.Neden kendimize gereken özeni göstermiyor, sonra da olduğumuzdan farklı görünmeye çabalıyoruz? Neden içsel gelişimimizi ihmal edip her türden içsel ve dışsal yapay kozmetiklere yöneliyoruz? Bütün başlangıç bilgilerini, tüm doğruları bir kenara itip, hırslarımızdan bir türlü arınmaksızın, gerilim ve umutsuzluklarımızın nedeni olan basmakalıp, sıradan ve içi boş, taklitçi bir yaşama kapılarak ve onca şuursuz itaatle zaman yitirerek ‘birlik’ten uzaklaşıyoruz? Sahi, neden acaba? Öncelikli olarak sorgulanması gereken budur.Uygulamalarımız sırasında bizde ‘denge’ ve ‘uyum’a neden olmayan bir uğraşın; ‘güzellikler’i ortaya çıkarmayan, yaşamımıza ‘düzen’ getirmeyen bir öğretinin bize uygun olmadığı çok açıktır. Bu, öğretinin kusuru da olmayabilir. Kim bilir belki de biz henüz ona hazır değilizdir. Sûfiler ‘insan’ı yoldaki tekâmül sürecine ve gelişimine göre dört ana kategoriye, daha doğrusu ‘dört mertebe’ye ayırır: Şeriat, tarikat, marifet, hakikat.Gurdjieff ise ‘Dördüncü Yol’ adıyla tanımladığı düşünce sisteminde insanın ‘yedi gelişim aşaması’ olduğunu öngörür. Bunlar, aşağıdan yukarıya doğru, sırasıyla şöyledir: İlk üçü;. Duygu insanı. İçgüdü insanı. Düşünce insanı (akıl dönemi). Sonraki ikisi; . Geçiş’teki insan. Birleşik (ya da birleşme aşamasındaki) insan. Son iki aşama da; . ‘Bilinçli’ insan... ve . Mükemmel insan (insan-ı kâmil)’dır Ona ve en büyük izdeşi olan Ouspensky’ye göre; İnsanların büyük çoğunluğu ilk üç kategoride yer alır (Osho da bu düşünceyi benimsemiştir).‘İnsanın dönüşümü’ sürecinde, beşinci aşamaya gelebilmiş insan artık ‘üstün insan’dır.Sürekli sözettiğimiz gibi, bütün bunlar ‘bilince erişme’ ve ‘onun farkında olma’ya ilişkin süreçte ne kadar yol alabilmiş olduğumuzla ilgilidir. Ama bütün bunların sadece teorik bakımdan incelenmesi ne kadar yetersiz ise, ‘güvenilir’ olsalar dahi salt birileri söyledi veya aktardı diye onlara inanılıp iman edilmesi de o kadar yanlış olur. Önemli ve doğru olan, onları yaşamak ya da deneyimlemektir; bunun için de önce onlara ‘erişilebilmeli’dir. Zihni aşmak, bir bakıma zamanı da aşmaktır ki; böylesi bir ‘aşkınlık’ meditasyona geçişin anahtarına sahip olduğunuzu gösterir. Çünkü zamanın olmadığı yerde kişisel ya da öznel zihin işlev göremez. Bugün adına ‘düşünce’ dediğimiz, çoğumuz için neredeyse tamamı dışsal ya da dış etkenlere bağımlı olan süreçle birlikte, zihnin aşılması sizi önce meditasyona, sonra da ‘bilince götürecek yol’a eriştirecektir. Zaten bir kez bilinçlenme yoluna girdiniz mi, düzeyinin ya da mertebesinin ne önemi kalır ki… Yukarıdakine benzer gelişim sıralamalarını, örneğin sûfiler başka türlü, Uzakdoğu mistikleri başka türlü yapmışlardır. Kuşkusuz bu adlandırma ve geçişler, bir kompartmandan bir başkasına
atlamak gibi, ya da aşılması gereken kesin sınırları ve sınıfları olan bir sürecin parçaları gibi anlaşılmamalıdır. Her türlü sıralama nihayetinde birer ‘kurgulama’dır ve anlaşılma kolaylığı sağlanması amacıyla yapılmış sanal mertebelendirmelerdir. Oysa ki bugün özellikle reiki ve feng-shui’de, hindu esaslı bazı tarikatlerde...; hattâ yoga’da bazı kurum, vakıf ve enstitülerden başka ‘kerâmeti kendinden menkul’ bazı üstadların (!) yönetimindeki programlara ücretini ödeyerek belirli sürelerle devam edenlere ‘inisiyasyon’lar ve ‘derece’ler veriliyor. Bunların özgüven, cesaret ve motivasyon artırıcı olma amacını aşanların her biri birer istismar aracı olmuş durumdadır.Kolaycı ‘kişisel gelişim’ çılgınlığı maalesef öylesi boyutlara varmış durumda ki, bunlara umut bağlayanları ister istemez ve kaçınılmaz olarak kitlesel hayal kırıklıkları ile zihinsel/ruhsal/davranışsal düzensizlikler beklemektedir. Genel anlamda gelişimin özeti şöyledir: Birinci aşamada duygu/içgüdü/düşünce insanı mertebelerini aşmak gerekir. İkinci olarak ‘geçiş’ sürecindeki insan hâline gelir ve ‘birleşme’ aşamasına ilk adımlarınızı atarsınız. Üçüncü aşama ‘bilinçli insan’ aşamasıdır ki, artık o büyük kaynaktan iyiden iyiye nasibinizi almaya başlamışsınızdır… Ve kısmen tanımlanabilir/nitelenebilir olan Dördüncü Aşama ise ‘insan-i kâmil’ denilen ‘mükemmel insan’ boyutudur… Ondan sonrasını isimlendirmek de, tanımlamaya çalışmak da burada yaşayan kimsenin haddi değildir! Kesin olansa, bir kez oraya vardınız mı, artık bu dünya ile ya da bu boyut ile işiniz kalmamıştır; buradaki göreviniz sona ermiştir… Gurdjieff’in düşüncesindeki tekâmül anlayışının sürecini, sufîlikteki ‘Nefsin Yedi Hâli’ ile kıyaslarsak; sadece sayı olarak değil, içerik bakımından da ne kadar benzeştikleri görülecektir. Şöyle ki...Sufîlik, bir bakıma insanın gelişim sürecinin şeması demek olan zihnin/nefsin/benliğin yedi hâlini/boyutunu özetle aşağıdaki şekilde tanımlar: Nefs-i Emmâre: Sadece kendisine ‘emredilenler’i uygulayan;aklını özgürce kullanarak irdeleme, değerlendirme ve sonuç çıkarma yeteneğine henüz erişememiş; o nedenle de tamamen ‘bağımlı’ bir benlik (ve zihin) hâlidir. Nefs-i Levvâme: Burada artık araştırmaya ve ‘kendini sorgulama’yabaşlayan, yani özeleştiri yapabilen bir zihin hâli söz konusudur. Bu da arınma yolunda mesafe alınmaya başlandığını gösterir. Eylem ve edimler değerlendirilir, tartılır, hesaplanır; yanlışlar düzeltilmeye çalışılır. Yani gözlerdeki ve kulaklardaki mühürler tamamen, kalplerdeki ise kısmen kırılmıştır. Bu da tutsaklıktan kurtulmaya başlanmış olunduğunu gösterir. Nefs-i Mülhimme: Kısmen arınarak ‘ilham’ boyutuna erişmişbenlik durumudur. Bu aşamada nedensellik üzerinde düşünülür; ‘hayâtın amacı’ Nefs-i levvâme’den daha çok ve daha derinliğine sorgulanır. Yaşamın salt maddî olan kavranışı önemli ölçüde aşılmış, yani bir başka ifade ile maddesel tutkular aşılmaya başlanmış ve bilgi’nin sınırlarını zorlayıp ‘sezgi katı’na adım atılarak, artık bu boyutta gelişip olgunlaşılabilecek duruma ulaşılmıştır. Nefs-i Mutmaîn: Yaşadıklarından, gördükleri ve edindiklerindenartık yeterince ‘tatmin olmuş’; bütün maddî değerlerin yapay, geçici ve gelişime ayakbağı olduğuna ikna olarak, doğru yolun onlardan kurtulmak ve ‘birlik bilincine yönelmek’ demek olduğunun idrakine erişmiş, şükür hâlindeki bir benlik durumudur. Ayrıca bu aşamada, sıradan kuşkuların yerini gittikçe ‘şuurlu iman’ almaya başlamıştır. Nef-i Râziyye: ‘Rızâ katı’dır. Birlik bilincinin iyiden iyiyehissedilmeye başlandığı, kişisel benliğin yokolduğu (daha doğrusu önce tümüyle aşılıp etkisiz hâle getirildiği, işlevini yitirdiği zihinsizlik hâlidir) bu mertebede insan zihnine yük olan tüm yapaylıklar; dünya yaşamında değerli kabul edilerek önem verilen tüm maddesel kıymetler gözden düşmüştür. Nefs-i Marziyye: Beşinci katta canlı ve cansız varlıkların rızâsınıalmayı başarmış olan insan, altıncı benlik katında tüm varoluşun (yaradanın) da ‘rızâsına erişmiş’tir. Yani kendisi tüm varlıklardan râzı’dır; yaradan da ondan.
Bu mertebe, ‘bütünselliğe’, yani ‘birlik olma’ya en fazla yaklaşılan erişim düzeyidir. Egonun tümüyle yokolduğu hâl’dir. Zaten o yokolduğu için ‘marziyye’ye erişilebilinmiştir. 7. Nefs-i Kâmile: Büyük sufîlerin ve hemen tüm üst düzey mistiklerin aktardığına göre, İnsan-ı Kâmil’ olarak da adlandırılan bu düzey en üst ve aşkın bilgelik hâlidir. Bu seviyede artık erdemin, şefkatin, hattâ sevginin ve aşkın bilinebilir ve tahmin edilebilir bütün sınırları (ve onlardan da ötesi) aşılmış; varoluşla tamamen ‘bir’ olunmuştur.…İnsanın ‘gelişerek oluşma’ yolunda bir varlık olduğunu hemen bütün Uzakdoğu felsefeleri gibi sufîler de kabul etmiştir. Örneğin Mevlânâ, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram da bu konuyu uzun uzadıya izah etmişlerdir. Onların tekâmüle ilişkin açıklamaları şeriatın kulluk ve ibadet anlayışıyla sınırlı değildir. Sürekli gelişip dönüşürken insan bir taraftan kendisini, diğer yandan dünyayı oluşturup güzelleştirir. Bu süreçte zamana bağlı olmayan ‘kemalât’ kendiliğinden ve yavaş yavaş gelir. Ama onun görevi, varlığın birliğine vâkıf olarak yolda şuurlu bir biçimde, sürekli emek ve çaba sarfetmektir. Kişisel anlamdaki ruh, kendisinden doğup gelişmiş olduğu ana kaynağa yaklaşabildiği, onu idrak edebildiği ölçüde birliği hissedebilir, algılayabilir. Ama ne kadar öznelleşir ve zihinle ilişkisi öne çıkarsa o kadar bencilleşir ve kendi yaratımı olan ego’ya teslim olur. Geldiği kaynağın izlerini, aslî unsurlarını kuşkusuz içinde taşımaktadır; ama önemli olan bu gerçekliğin ne kadar farkında olabildiğidir. Birliğin yoluna girildiğinde bencilliğin yerini şefkat ve sevecenlik; tutkuların yerini ortak idealler; doyumsuzluğun, hırsların ve sömürünün yerini ise ‘birlikte varoluş’ ve ‘tekâmül’ düşüncesi alır. Tekâmül konusunda, yakın dönem mistiklerinden İnayet Han’ın (1882-1927) ilginç bir saptaması vardır: “Yol, boşluktur. Kişi kendisini ortadan kaldırdığında bir boşluk oluşur. İnsan ‘ben’ dediği sürece kendi yolundaki bir taştır. Kendini ortadan kaldırdığı zaman ise yoldur, boşluktur. Aslında herkesin aradığı ‘gerçek-kendi’dir, yani tanrı. Sahte benlik (ego) ortadan kalktığında insanın olabileceklerinin sınırı yoktur.” Meselenin bir de başka bir yönü var... Siz istediğiniz kadar iman etmiş olun, ruhunuzun varlığı kanıtlanmadıkça veya gerçekliği yanında nitelikleri de açıkça ortaya konulmadıkça sadece bir paradoks, varsayım veya sanal gerçeklik olarak kalacaktır. Kimilerine göre ruh, hücreler arası iletişimin, yani onların fizyolojik işlevselliğinin geçici bir sonucudur. Geçici olan organizma, onun iletişim ortamı ve olanakları ile işlevselliği ortadan kalktığında ruh da çözülerek yok olacaktır. Acaba biz, başka bir şeye kutsallık, tanrısallık izafe ederek onu ruh olarak adlandırma yanılgısına mı kapılıyoruz? Belki de bu nedenle Budha ve budistler, kişilerin kendilerine özgü, herşeyden ve varoluştan bağımsız bir ruhunun olmadığını (an-attâ) öngörmüşlerdir. Batı düşüncesine ‘no-self’, mistik düşünce yollarının hemen tamamına ‘benliksizlik’ olarak geçen anlayış da yine kişisel ve bağımsız bir ruhun olamayacağı paradoksuna oturtulmuştur. Bugün de kimi kuantumcular ‘kişisel ruhun’ simülasyon yoluyla yaratıldığını, dışsal etkenler ve zihinsel süreçler sonucunda da (gözlemleme, öğrenme, depolama, koşullanma) ‘benliğin’ oluştuğunu öne sürerler. Onların eksik bıraktıklarını kadim Doğu öğretileri ‘karma’ düşüncesi ile, bilimadamları da ‘genetik taşınım’ ile tamamlamaktadırlar.Aydınlanma yolundaki insan kendini sürekli yontup fazlalıklardan arındırarak, ustalarının yardımıyla tekâmül yolculuğunda güvenle yürüyecektir; aslında onun kaderi de budur. Bu sürece ‘gönül yolu’ denilmesi, o yola ‘kendini bilmek’le koyulabileceği ve sonunda gönüllerin bir olduğu yere, o bütünsel birliğe varılacağı içindir. Bu durumu, kişilerin kendi gerçekliklerini evrensel hakikatle uyumlandırma ve sonunda da tümüyle ona katılarak onunla ‘bütünleşme’ biçiminde açıklayabiliriz.Sufîlerle skolastik/ortodoks teologlar (ulemâ) arasındaki önemli farklardan birisi de, diğerlerinin
şiddetle karşı çıkmış olmalarına rağmen sufîlerin önemli bir bölümünün ‘evrim’ ve ‘tekâmül’ fikri yanında ‘genedoğumlar’a (reenkarnasyon) da inanmalarıdır. Üstelik sufîler cennet ile ödüllendirilmeyi (salt bir amaç olarak kabul edilmemesi için) de, cehennem ile korkutulmayı da önemsememişlerdir. Bütün ezoterik ya da mistik yollarda ifade edilmiş olduğu gibi, tekâmül için sadece bilgi yetmez; daha doğrusu temel bilimsel ve fiziksel bilgi kuşkusuz ki gereklidir, ama yeterli değildir; ‘ötesi’ne geçebilmek gerekir.Bunlar kimilerine ‘hayal’ ya da ‘masal’ gelebilir. Soralım; ‘Siz bütün fiziksel evreni görebiliyor ve orada olan biteni bilebiliyor musunuz?’… Peki, acaba ne kadarını? Sadece ‘bugünkü’ bilgimizle fark edebildiğimiz, gözlemleyip çözümleyebildiğimiz kadarını değil mi?. Bize göre de ‘tanrının lisânı bilimdir’, öyleyse bir adım daha atarak sorumuzu şöyle sorabiliriz: ‘Bilinebilir olanın ne kadarını biliyoruz?’ Ve hep sorguladığımız gibi; ‘Şimdilik bilemediğimizi yok mu sayacağız?’… Mesele budur! Günümüzden iki yüzyıl önce fizikçiler, ‘Gözle görülebilen ışığın iki tarafında en az onun kadar gerçek başka ışınlar da vardır. Fakat görünmez olduklarından (şimdilik) algımızın dışındadırlar’ diyorlardı. Ardından radyo dalgaları, elektromanyetik dalgalar ve ona bağlı, daha doğrusu onun bir türü olarak röntgen ışınları bulundu. Derken mikro dalgalar ve gamma ışınları. Bugün de bilim insanları İsviçre’de, milyar dolarlar harcanarak inşa edilen ‘Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ ile, diğer başka şeyler yanında ‘Higgs Parçacığı’nı boşuna aramıyorlar. Teoride ‘bulunan’ Higgs bozonunun varlığının kanıtlanması aslında bir anlamda ‘esîr’in de kanıtlanması demek olacaktır ki; işte o zaman hepimizin yolu daha bir kısalacak ve çok daha büyük bir güvenle ‘yol’umuza devam edebileceğiz... Bakalım, bekliyoruz. Nasılsa Hawking’e göre, daha bu yüzyılın son çeyreğine kadar vaktimiz var... Yani bilim geliştikçe, ‘fizik’ ile bilime dayalı ‘metafizik’ iç içe bir hâl almaya; bilimsel bilginin yanında sezgilerimiz ve çıkarımlama yeteneğimizle birlikte ‘ruhsallığımız’ da, ondan sonrası da önem kazanmaya başlamıştır. Fiziksel bilgiye dayanan bilimsel çalışmalar nasıl disiplin gerektiren bir süreç ise, insanın kendini bilmesini amaçlayan tinsel çalışmalar da en az o kadar disiplin ve özveri gerektirir. Usta’nın (mürşidin) görevi yolu göstermek, yeri geldiğinde uyarmak, kimi zamansa eleştirmektir. Ama aslâ elinden tutup sürekli birlikte yürümek değildir. Çalışma disiplini, düşünme disiplinini de beraberinde getirecek, her ikisi birden müridi muhtemel yanılgı ve yanlışlıklardan koruyacaktır. Nasıl herhangi bir bilim topluluğuna kendinizi kanıtlamadan giremezseniz, aynı şekilde üst düzey tinsel topluluklara da elinizi kolunuzu sallayarak giremezsiniz. Her iki durumda da ustaların size hangi fikir veya tasavvurun gerçek bilgiye dönüşüp dönüşmeyeceğine ilişkin yol gösterici ya da yolunuza ışık tutucu tavsiyeleri olabilir. Ve belki daha da önemlisi size kendi kendinizi eleştirebilme yeteneğini kazandıracaktır. Yani o yolu gösterir, yola çıkarır da nihayetinde yolu yine siz yürüyeceksinizdir. Danışma, tartışma ve istişare ise, usulüne göre yapıldığında her ikisinde de gereklidir. Mecazî anlamda ‘yolu kısaltır’, doğrulara erken erişmenizi sağlar....Bir insanın aklına esen her fikir ya da ona ‘dayatılmış’ her düşünce ‘bilgi’ sayılamaz. Bir de zamanla o konuda doğru bir bilgiye eriştikleri halde, başından beri öngördükleri ile çeliştiğini bilmelerine rağmen, başta inat ve ısrarla kabul etmiş oldukları temel ama ‘sanal’ esaslarla bağdaşmayan yeni bulgu ve doğruları görmezden gelme, gizleme ya da yoksayma yoluna gidenler vardır ki, bunlara en çok dinadamları ya da siyasetçilerin arasında rastlayabilirsiniz. Bu iki tür insan, özellikle geri kalmış ya da azgelişmiş toplumlarda önemli ve etkili kişiler sayılmaktadırlar. Toplumlar gelişip bilimsel bilgiye saygılı, özgür ve analitik düşünme yetişkinliği ve alışkanlığına sahip insanların sayıları arttıkça, dinadamları ile siyasetçilerin önemleri ve etkileri azalır.
Onların amaçları her ne pahasına veya hangi yöntemle olursa olsun yandaşlarını ikna edip yeni yandaşlar kazanarak toplumdaki ayrışmaları artırmak, bu sayede daha da ‘önemli’ kimseler hâline gelebilmektir. Dikkatle incelenebilirse toplumda egosu en yüksek olanların siyasetçilerle dinadamları olduğu görülecektir. Geri kalmış ve insanlarında kendi akılları ile düşünme alışkanlığı bulunmayan, özgürlüklerin değerinin bilinmediği toplumlarda nedense inançlar kıyaslanmadığı gibi onların doğruluğundan kuşku da duyulmuyor; belgelendirilmiş veya kanıtlanmış olup olmadıklarına, doğrulanıp doğrulanmadıklarına ise hiç bakılmıyor. Hattâ yerleşik inançlardan çıkar sağlayanların, bazen başkalarını inandırmaya çalıştıkları şeylere kendilerinin bile inanmadıklarını; utanma belasına, ‘zevâhiri kurtarma’ uğruna, ama çokça da kişisel ya da kurumsal çıkar uğruna inanmış ve kabul etmiş göründükleri, öyle iddia etmek zorunda oldukları kolaylıkla anlaşılabiliyor. İnancını bilme ya da bilgi sanmaya başlamanın kaçınılmaz sonucu budur. Öznel inancı nesnel bilgi ile kıyaslamaz ve doğrulamazsak hepimizin varacağı nokta da kaçınılmaz biçimde böylesi bir şey olacaktır. Sıradan inancını bilgi sananlar, gözlem ve deneye önem vermeyenler, doğruluğundan kuşkulanıp kıyaslamayanlar, onların da gelişip değişebilecek olduklarını düşünmeyenler, kanıtları olup olmadığını dahi araştırmayanlar; bilerek veya bilmeksizin mutlaka bir şeylere âlet oluyor veya istismar ediliyorlardır.Bilgi sanılanların yanlışlanabilirliklerini kabul edebilmek erdemdir. Üstelik bizi yeni doğrulara, tekâmüle ve aydınlanmaya götürebilecek bir erdem. Bu konuda, kişinin, bilgi sandığı sıradan bir malûmatın kaynağını ve doğruluğunu sorgulayabilme becerisi, kararlılığı ve cesareti de önemlidir. Dinsel inanç, yaşamınızdaki her şeyin önüne geçip en büyük idealiniz hâline gelirse, önce, sizden farklı düşünen diğerlerinden ‘ayrışır’sınız. Sonra bilinciniz o sürekli aynı tür akımdan dolayı gölgelenir; farklı fikir ve duyumları dikkate almayan, değerlendirmeyen, hattâ dışlayan zihinsel yapınız özgürce akıl yürütmenize engel olur; gittikçe zihinselleşerek sonunda gerçek-kendi’nize yabancılaşırsınız. Bugün yeryüzünde irili-ufaklı 300’den fazla din, 3000’i aşkın mezhep, tarikat, yol, kol, cemaat... vb var; ve herkes ‘en doğrusu benimki’ diyor. Nasıl emin olabilirsiniz ki...? Dahası da var; dinselliğiniz kökleşip belirli bir inanca veya yönteme olan sanal ve sözde bağlılığınız arttıkça artık tanrısallığa, birlik bilincine giden yolun pek de öyle size anlatıldığı gibi katı kurallara tâbi, statik, dar kalıplara sığabilen, ritüelik ve monoton, sürekli korkulması gereken, sabit ve hiç değişmeyen tekrarlar zincirinden ibaret olamayacağını düşünemez hâle gelirsiniz. Konuyu kısmen açıklayabilmek için, Fred Alan Wolf’ün veciz bir söylemini aktaralım: “Aklınıza gelen her şeyin kendi içinde sonsuz sayıda paralel gerçeklikleri vardır ve siz bunlardan hangisine odaklanmışsanız sadece ona bakmaktasınızdır.”Yani yanılgılarımız, ya sanal gerçeklikleri ya da konunun sadece görünürdeki bir yüzünü önemseyip zamanla benimsemekten; böylelikle de gerçek doğamıza gittikçe uzaklaşmaktan kaynaklanıyor. Tabii bir türlü çözümlenemeyen çelişkilerimizle mutsuzluklarımız da... Hayatta bir amaca sahip olmak başka, ‘hayatın amacı’ başka şeylerdir… İlki ‘kişisel’, ikincisi ‘evrensel’dir. Ama her ikisi için de ve onlardan önce ‘kendini bilmek’ gerekir.Sizi herhangi bir içsel öğretinin doğru kavranmasına götürecek olan bilginin özünü, kutsal olsun veya olmasın hiçbir kitapta ya da yazılı metinde bulamazsınız. Onlar size ancak bazı ipuçlarını verebilirler. Bu dünyada vakit geçirdikçe, yani yaşımız ilerledikçe asıl metamorfoz fiziksel bedenimizde değil, ruhsal yapımızda meydana gelir ve bir daha artık çocukça saflığımıza, temizliğimize geri dönemeyiz. Ama yine de yapılacak birşey kalmıştır: Doğru gözlem ve bilgi ile, erdem ve bilgelikle, sevgi ve şefkatle zihni dönüştürmek. Bu başarılamadığı sürece tekâmül imkânsızdır. Kişisel gelişim yolculuğumuzda
gerçekte geriye dönüş yoktur; ama gereken gelişim sağlanamazsa yanlış eğitim ve olumsuz çevre koşullarıyla göreceli olarak geri gidiş mümkün ve muhtemeldir. O nedenledir ki herkes önce kendini sorgulayabilmeli, gelişmenin neresinde olduğunu irdelemeli, kendi kendisini olabildiğince tarafsız bir gözle masaya yatırabilmelidir. Özdeğerlendirme ve özeleştirinin ardından da özgürce içebakış gelmelidir. Evrensel senfoni başka türlü farkedilemez, anlaşılamaz ve ona katılmak söz konusu olamaz. Bazı şeylerin, bu arada spiritüel kavramların açık seçik tanımlanmasından özenle kaçınılmalıdır. Bu hem zihinlerin üniform biçimde koşullandırılmaması hem de yol’da veya arayış içinde olanları kendi algı ve özgürlükleriyle başbaşa bırakabilmek için bir gerekliliktir. Çünkü yolu göstermekle hedefi işaret etmek farklı şeylerdir. Yani usta sizi yola çıkarır, ama yolun üzerinde yine de belirli, statik, ona varıldığında her şeyin sona ereceği (örneğin, ‘ebedî cennet’ gibi) bir ‘nokta hedef’ yoktur. İşin garibi, bu tür arayışlar öne çıktığında deneysellik, gözlemlenebilirlik, bilimsel gerçeklikler, aynı koşullar altında yinelenebilirlik... gibi konular gözardı edilerek ‘bilinemeyene bağlılığın’ ağırlık kazanmakta olduğu gözlemlenmektedir. * * * Nisargadatta Maharaj’a sormuşlar: ‘Peki şu andaki sorumu işitip yanıtlayan kim?’. Cevap vermiş: “Ateşin yanmasını, suyun akmasını, tohumların filizlenmesini, ağaçların büyümesini sağlayan aynı güç bana sorularınızın yanıtını verdiriyor!”... Ben de diyorum ki; ‘O güce sanskritçe, çince, arapça, japonca, türkçe... veya ingilizce herhangi bir ad vermenin nesi yanlış olabilir?’ Kimse sizin gibi inanmak ya da adlandırmak zorunda değildir ki... Kimi sözcükleri öylesine kirletmişiz ki, bir yandan da anlayışımızı çarpıtan, zihnimizi karmaşaya iterek aklımızı bulandıran bu tür yanlış anlayış ve gerçek dışı değerlendirmelerimizi yeniden gözden geçirerek düzeltebilmeliyiz. Örneğin; ‘benlik’ o kadar da kötü birşey değildir; ama yapay-dışsal etkilerden yeterince arındırılmış ve bilince yönelebilmiş ise. Böylesi bir yola girebilmiş öznel benlik, nasıl olsa bir süre sonra daha rafine ve arınmış hâle gelecektir.. ‘İnanç’ yararlı ve gereklidir; ama ‘şuurlu’ ise.. ‘Dindarlık’ ne güzeldir; ama eğer dinsellikten ve onun kalıplarından kurtulabilmiş ise.. ‘Sevgi’ hayattır; ama tutkularla kirletilmemiş, sahiplenme ile sakatlanmamış ve yeterince özgür bir ortamda gelişebilmesine fırsat verilmişse. Aksi halde ona erişemeyiz.. ‘Dua’ insanı yüceltir; ama biteviye yalvarıp yakarmak, sürekli kendini hatırlatmaksa; sonunda çıkar, ayrıcalık ya da karşılık bekleme biçiminde anlaşılıyor ise, sadece aşağılatır. Belki de o yüzden;. Yapay ‘ritüeller’le vakit geçirdikçe, ister istemez biz de yapaylaşıyoruz.. Yeterince paylaşmayı bilmeksizin ‘paylaşım’ nutukları atıyoruz.. Merhametsiz kaldıkça, şiddeti de hoşgörmeye başlıyoruz.. ‘İçsel arınma’ yerine ‘biat etme’yi yeğliyoruz.. Bilinçten uzaklaştıkça ‘varoluşun farkındalığı’na yabancılaşıyoruz.. Kendimizi gerçek anlamda sevemediğimiz için başkalarına da saygı duyamıyoruz. Çünkü öncelikli görevimizi ihmal edip ‘kendimizi bilmiyoruz’.. Teolojiyi dinbilimi, dinselliği ise dindarlık sanıyoruz.. Hayalî bir hedefe koşullanıp ‘gerçek şimdi’yi ıskalıyoruz.... Ve... Koskoca bir yaşamı boşa geçiriyoruz. O halde yapılması gereken şey, her türlü önyargıdan, bize en yüce hakikat adına bilmeden dayatılmış sanal gerçekliklerden zihnimizi arındırmak; sonra da özgürce, nesnel ve akılcı biçimde yola koyulmaktır. Başlangıçta en çok ihtiyaç duyacağımız araçlardan birisi akıldır, yöntemse önce ‘kendini bilmek’.İçsel yol fiziksel olmadığından, maddesel kriterlerle ölçülüp, aynı biçimde kıyaslanarak değerlendirilemez. Süresi doğrusal dünya zamanıyla ölçülemez; ‘yola koyulmuş’ olan kişileri yapay ve sıradan bir hiyerarşi içerisinde rütbelendirmekse hiç mümkün değildir.[embed]http://www.youtube.com/watch?v=V6Ywy25O1Kw[/embed]
0 notes
kadimdenuyanisa · 2 years ago
Text
Lemuryalıların ve Atlantislilerin Dini
Tumblr media
Üçüncü ve Dördüncü Irkların dini neydi? Terimin ortak kabulüne göre, ne Lemuryalılar, ne de onların soyu olan Lemuro-Atlantisliler, hiçbir dogma bilmedikleri gibi, inanca da inanmak zorunda değillerdi. İnsanın zihinsel gözü anlayışa açılır açılmaz, Üçüncü Irk kendisini her zaman bilinmeyen ve görünmez TÜM, Tek Evrensel İlah olarak her zaman mevcut olanla bir hissetti. İlahi güçlerle donatılmış ve kendi iç Tanrısını hisseden her biri, fiziksel Benliğinde bir hayvan olsa da, doğasında bir İnsan-Tanrı olduğunu hissetti. İkisi arasındaki mücadele, Bilgelik Ağacı'nın meyvesini tattıkları günden itibaren başladı; ruhsal ve psişik, psişik ve fiziksel arasında bir yaşam mücadelesi. Beden üzerinde hakimiyet elde ederek alt ilkeleri fethedenler, “Işık Oğulları”na katıldılar. Alt tabiatlarına kurban gidenler, Maddenin kölesi oldular. “Işığın ve Bilgeliğin Oğulları”ndan “Karanlığın Oğulları” olarak sona erdiler. Ölümsüz Yaşam ile ölümlü yaşam savaşında düşmüşlerdi ve bu şekilde düşenlerin tümü gelecek nesil Atlantislilerin tohumu oldular.*
Bilincinin şafağında, Üçüncü Kök Irk'ın adamı, bu nedenle, din olarak adlandırılabilecek hiçbir inanca sahip değildi. Yani, herhangi bir inanç sistemi veya zahiri tapınma sistemi gibi, “şatafatlı ve altınla dolu eşcinsel dinleri”nden de aynı derecede habersizdi. Ancak bu terim, kitleleri, kendimizden daha yüksek hissettiğimiz kişilere duyduğumuz hürmet ve dindarlığın bir biçiminde -bir çocuğun sevilen bir ebeveyne karşı ifade ettiği bir duygu olarak- birbirine bağlaması olarak tanımlanacaksa, o zaman en eski Lemuryalılar bile bir din - ve en güzeli - entelektüel yaşamlarının en başından itibaren. Çevrelerindeki ve hatta kendi içlerindeki elementlerin parlak tanrıları değil miydi?** Çocuklukları, onlara yaşam veren ve onları akıllı, bilinçli yaşama çağıranlar tarafından geçmiyor, büyütülmüyor ve şefkatle bakılmıyor muydu? Öyle olduğundan eminiz ve buna inanıyoruz. Çünkü Ruh'un maddeye tekamülü asla elde edilemezdi; parlak Ruhlar, kilden insanı canlandırmak için kendi içsel ilkelerinin her birine o özün bir parçası ya da daha doğrusu bir yansıması vererek kendi ilgili eterik özlerini feda etmemiş olsaydı, ilk dürtüsünü de alamazdı. Yedi Cennetin Dhyanileri (varlığın yedi katı), mevcut ve gelecekteki Elementlerin NOUMENOI'leridir, tıpkı doğanın Yedi Gücünün Melekleri gibi - bilimin memnuniyet duyduğu şeyde daha büyük etkileri tarafımızca algılanır. "hareket tarzları" olarak adlandırılanlar - ölçülemeyen kuvvetler ve olmayanlar - daha da yüksek Hiyerarşilerin daha da yüksek numenleridir.
Madde tanrısı için ilk “Kurban Edenler” olan, cinsiyetlere ayrıldıktan sonra yarı-tanrısal insanın ilk soyu olan Atlantisliler – bu nedenle ilk doğan ve insan olarak doğmuş ölümlüler – oldu. Onlar, biçim ve maddeye tapan ilk insanbiçimciler olarak, Kabil'in büyük sembolünün üzerine inşa edildiği prototip olarak, tarihöncesinden çok daha eski çağlarda, çok uzak, karanlık bir geçmişte duruyorlar. Bu tapınma çok kısa sürede yozlaşarak kendine tapınmaya dönüştü, böylece fallikliğe ya da ritüel, dogma ve formun her egzoterik dininin sembolizmlerinde bugüne kadar egemen olan şeye yol açtı. Adem ve Havva madde oldular ya da toprağı döşediler, Kabil ve Habil - ikincisi hayat taşıyan toprak, ilki "o toprağın ya da tarlanın ekicisi".
Böylece, Lemurya Kıtasında doğan ilk Atlantis ırkları, ilk kabilelerinden erdemli ve adaletsiz olarak ayrıldılar; Işını insanın kendi içinde hissettiği, görünmeyen Doğa Ruhu'na tapanlara - ya da Panteistlere ve Dünya'nın Ruhlarına, onların ittifak yaptıkları karanlık Kozmik, antropomorfik Güçlere fanatik tapınma sunanlara. Bunlar en eski Gibborim'di, “o günlerde ünlü olan güçlü adamlar” (Gen. vi.); Beşinci Irk ile birlikte Kabirim olan: Mısırlılar ve Fenikeliler ile Kabiri, Yunanlılar ile Titanlar ve Hint ırkları ile Rakshasas ve Daityas.
Tüm sonraki ve modern dinlerin, özellikle sonraki İbranilerin kabile tanrılarına tapınmanın gizli ve gizemli kökeni buydu. Aynı zamanda bu cinsel din, astronomik fenomenlerle yakından ilişkiliydi, bunlara dayalıydı ve deyim yerindeyse bunlarla harmanlanmıştı. Lemuryalılar Kuzey Kutbu'na ya da Atalarının Cennetine (Hiperborean Kıtası) doğru çekildiler; Atlantisliler, Güney Kutbu'na doğru, çukura, kozmik ve karasal olarak - buradan, meskeni olan kozmik Elementaller tarafından kasırgalara üflenen sıcak tutkular solunur. İki kutba, eskiler tarafından, Ejderhalar ve Yılanlar, yani iyi ve kötü Ejderhalar ve Yılanlar ve ayrıca “Tanrı'nın Oğulları”na (Ruh ve Maddenin Oğulları) verilen isimler adı verildi: iyi ve kötü Büyücüler. İnsandaki bu ikili ve üçlü doğanın kökeni budur. Ezoterik anlamı içinde “Düşmüş Melekler” efsanesi, insan karakterinin çeşitli çelişkilerinin anahtarını içerir; insanın öz-bilincinin sırrına işaret eder; tüm yaşam döngüsünün bağlı olduğu köşebenttir; - evriminin ve büyümesinin tarihi.
Ezoterik antropojenezin doğru anlaşılması, bu doktrinin sağlam bir şekilde kavranmasına bağlıdır. Kötülüğün Kökeni ile ilgili can sıkıcı soruya bir ipucu verir; ve insanın kendisinin, BİR'i çeşitli zıt yönlere nasıl ayırdığını gösterir.
Bu nedenle, bu zor ve anlaşılmaz konuyu aydınlatma girişimine her durumda bu kadar çok yer ayrılırsa, okuyucu şaşırmayacaktır. Sembolik yönü hakkında mutlaka çok şey söylenmelidir; çünkü bu şekilde, düşünceli öğrenciye kendi araştırmaları için ipuçları verilir ve böylece daha resmi, felsefi bir açıklamanın teknik ifadelerinde iletilmesinin mümkün olduğundan daha fazla ışık önerilebilir. “Düşmüş Melekler” denilenler, İnsanlığın kendisidir. Gurur, Şehvet, İsyan ve Nefret Şeytanı, fiziksel bilinçli insanın ortaya çıkmasından önce hiçbir varlığa sahip olmamıştır. İblisi doğuran, besleyen ve kalbinde gelişmesine izin veren insandır; yine, saf ruhu maddenin saf olmayan iblisi ile ilişkilendirerek, kendi içinde ikamet eden tanrıyı kirleten kişidir. Ve eğer Kabalistik deyişi, “Demon est Deus inversus” metafizik ve teorik doğrulamasını ikili tezahürlü doğada bulursa, pratik uygulaması yalnızca İnsanoğlunda bulunur.
* İsim burada “büyücüler” anlamında ve eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Atlantis ırkları çoktu ve evrimlerinde milyonlarca yıl sürdüler: hepsi kötü değildi. Biz (beşinci) şimdi hızla olduğumuz gibi, sonlarına doğru öyle oldular.
** "Elementlerin Tanrıları" hiçbir şekilde Elementaller değildir. İkincisi, onlar tarafından en iyi ihtimalle, kendilerini giyecekleri araç ve malzeme olarak kullanılır. ….
*** İlk başta bölümde gösterildiği gibi, Kabil kurban eden kişiydi. iv. Yaratılış'tan, ilk yetiştiricisi olduğu "toprağın meyvesinden", Habil ise "sürüsünün ilk doğanlarından" Rab'be getirdi. Kabil, ilk erkeğin, ilk kadın insanlığın Habil'in, Adem ve Havva'nın üçüncü ırkın türleridir. (Bkz. “Kabil ve Habil'in Sırrı”) “Öldürme” kan dökmektir, ama can almak değildir.
5 notes · View notes
ziyadesiylememnun · 5 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sihir taşı olarak adlandırılan labradorit doğal taşı; değişim ve dönüşüm taşıdır. Maneviyat ve duygular üzerinde güçlü etkileri vardır. Taştan yayılan güçlü koruyucu enerjiler aura’da enerji bariyeri yaratarak güçlendirir.
Bu kalkan kişisel enerjiyi içeride tutarken, aynı zamanda negatif enerji yayan insanlardan koruma sağlar. Bu koruyucu kalkan nedeniyle, çakralardaki enerji akışı normal seviyede hareket eder ve tıkanıklıklar varsa giderilir.
Ruhsal yönden gelişmeye ve yükselmeye yardımcı olan eterik enerji ile fiziksel beden arasında uyumu sağlar. Labradorit, ruhsal enerjiyi vücutta sağlam şekilde topraklarken, kişide bilinç yükselir.
Geçmişte şamanlar, şifacılar, yüksek dereceli rahipler ve rahibeler, bilgi ve rehberlik arayan kişiler tarafından kullanılmıştır.
7 notes · View notes
nedenolurcom · 3 years ago
Link
0 notes
ruhsalseyler · 2 months ago
Text
https://www.ruhsalseyler.com/parapsikoloji/eterik-seyahat-nedir.html
0 notes
panvitriad-blog · 8 years ago
Text
İffet ve Kazanımları - / - Genetik ve Bütüncül Gelişim - / - Dönüşüm ve Doğum Karşılaştırması
Simya ve İlim yollarında iffet Yeminiyle bir 6 ay geçirmeniz Fizik-Eterik beden dönüşümünüzle ilgili bir çok kazanımla gelmektedir. Gerektiği yerde iffet dönemlerini tekrarlamak da faydalıdır. Özellikle Kundalini'nin güçlü açıldığı Ölüm Kapısı gibi ruhsal inisiyasyonlardan sonra benliğinizi ve bütüncül olarak bedenlerinizi baştan sona kendi gücünüzle yeniden yapılandırdığınız bir döneme girersiniz. Bu geçmiş yaşamlarınızdaki karmanın da tetiklenmesini sağladığı için çoğu kişi Ölüm Ötesi deneyimlerden sonra "Ruhun Karanlık Gecesi-Kararma-Nigredo" diye adlandırılan periyoda girerler. Bu periyot kişinin artık değişmek ve herşeyi baştan başlatmak zorunda kaldığı bir dönem olduğu için kişinin kendi gücünü kazanması için izolasyonda başarı göstermesi önemlidir. Bunun yanı sıra başka türlü Kundalini yükselmelerinde de farkındalık açılmasıyla gelen Boşluk, Hiçlik, Delilik gibi kişinin enerjisinin başlangıçta dengesiz olduğu dönemlerde cinsel izolasyon sevdiğiniz kişilere bağımlılık yaratmamak, yük olmamak ve zarar vermemek için düşünülebilir. Enerjetik ve Ruhsal olarak dengeye geldiğinizde haliyle hem cinselliğe hem de yeni bir ilişkiye başlamak için hazır ve güçlü hissedersiniz. Aksi taktirde sadece almaya programlanmış bir ilişki kalıbı içinde kalabilirsiniz. Bu cinselliğin özellikle psikolojik bir karışım yaratmasından kaynaklıdır. Enerjetik olarak hasta olduğunuz dönemlerde özellikle başkalarına bunu taşımamanız, vebayı yaymamanız bir gereklilik olur. Bu dönemlerde sevgili arayışına girmek kendi öz-gücünüzü kazanmanızın veya korumanızın önünde bir engel teşkil edebilir.  Kendi ayaklarınızın üzerinde duramadığınız dönemlerde elbette ilişkileriniz olabilir ve sizin tercihinizdir, ancak tez elden ayağa kalkmanız ve kendi kendinize yetebilmeniz hem kendiniz hem de sevgili ve eş adaylarınız için önemlidir.
Cinsel arayıştan çok daha önemli konuların vurgulandığı bu dönemlerden sonra cinsel yaşamın da getirdiği ruhsal kazanımlar haliyle daha tatmin edici ve şifalandırıcıdır.
Özellikle Kundalini çalışmaları yaparken Kök çakranın içindeki dönüşümlerde yanlış cinsel alışkanlıklardan arınmak önem taşıyor. Bu genel olarak bedenin yapısı ve katı genetik malzemesini unsurlarına kadar belirleyen kapsamlı bir konu. Kök çakradan enerjiyi yukarı taşımak için İffet de Cinsellik de bir yoldur. Ancak burada iki deneyimi de yaşamanın getirdiği kazançların şifacılar için çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Kundalini'yi aşağıya çeken davranışlardan kaçınmak kadar, toplumsal durumları da aşağıya çeken davranışlardan kaçınmak faydalıdır. Özellikle burada cinsel hücreleriniz gerek çocuklarınız üzerinden, gerek de içlerindeki enerjiyi yönlendirebilme beceriniz toplum içindeki genel yayınınızı önemli etkiler. Bu alanda keşif yapmanın önemli kazanımları vardır.
Bir noktada bütüncül bir anlayışa gelene kadar, Cinsel enerjinizin omurga ve toplumsal bedende orta sütunun etrafında spiral yaparak dik tutabilmesi için tohum ve rahim hücreleri olan sperm ve yumurtaların içine kodlanan genetik materyal ve yaşamsal enerjileri süblimleştirme sanatını iyice öğrenmek için iffete girmek, eşinizle kavuşmadan önce de cinsel hayatınızın sağlığını garantilemenizi sağlayabilir. Yumurta ve sperm kaliteniz aynı zamanda vücudunuzdaki psişik, eterik, duygusal-mental ve ruhsal denge ve kalitelerinizle de doğru orantılıdır. Yaşamınızın iyi akışı haliyle ruhsal olarak da olgunlaşması anlamına gelir. Şifacıların bir noktada Öze ulaşmayla gelen kazanımları göstermeleri için değişik dönemsel arınma ve öz-denetim çalışmaları (Oruç, Kötü Konuşmama, Halvet, İnziva, Seyahat, Koşulsuz ve Karşılıksız Hizmet) yapması da önem kazanıyor. Genetik kalitenize vücudunuzda yaşadığınız dönüşümlerle birlikte enerjinizin de süblimleşmesi ve bütüncül olarak benliğinizde gelişim sağlaması bakımından ciddi öz gözlem gerektirir. 
Özellikle ölümden dönme, bonzai ve sentetik türevi psikoaktif madde kullanımı ile derin ölüm korkusu yaşayarak manevi olarak ölüm eşiğine gitmek, travmalar, manevi bedenlerde ölüm deneyimleri yaşamak gibi ruhu uyaran ve uyandıran deneyimlerden (ruh yaşamaya devam etmek için aktif çabayla daha da güçlenir) sonra görünmeyen alemlere dair farkındalıkları açılan kişilerin yanlış ilişki ve cinsellik kodlarıyla devam etmeleri travmatik durumun ard arda tekrarlamasına sebep olabilir.  Sınırlandırılmış ölüm deneyimlerine örnek vermek gerekirse; astral kalbin damarlarını patlatacak kadar duygusal şiddete uğramak, yaşamın bir anda tepetaklak olmasına sebep olan (Tarot - Asılan Adam) deneyimler, şok veya travmalar ile astral veya mental bedende ölüm deneyimi yaşamak, farkındalık peçelerinde yüksek enerjili bireylerde astral kabukların önemli ölçüde soyulduğu bir geçiştir; yanısıra delirmek, bilinç kaybı yaşamak da zihinsel ölüme benzer.
Gerekli çözünmeyi kişi kendi gücünden her zaman açabilir veya gerektiğinde yardım alabilir. Özellikle şifacıların böyle durumlardan geçmesi, kendi içlerinde pratik yaparak hem empatik olarak yaşam deneyimiyle hastayı ve hastalığı anlamasını hem de çözümleri uygulama becerilerini gösterir. 
Bireysel olarak yaşadığımız olgunlaşma, erginlenme, öz-keşif döneminde iffet izolasyon sağlar. İzolasyonun kazanımları arasında;
a) Dışardan gelen desteğe ihtiyaç duymadan şifa ve hayat enerjisinin kaynağına bağlanabilme becerisi ve yetkinliği. b) Bu beceriyle öz şifa yapabilme becerisi ve yetkinliği. c) Ayrıca bu öz-şifa, arınma ve dengeleme dönüşümlerinde başkalarına hem enerjetik uygulamalar hem de kapsamlı rehberlikle çevresine ve topluma da yardım edebilmesi. d) Özün cinsiyetten münezzeh doğasının anlaşılması. e) Bütüncül içsel ve bedensel hakimiyet. f) Bu sayede Özün farklı yönlerini deneyimlemek tanımak ve anlamak. Bu ayrıca. İlahi hakikatlere şehadetin de önemli dayanağıdır. g) Bireysel açıdan Ruhsal ve Bütüncül Erginlenme h) Cinsel olarak Aktif bir hayata hazırlık. Cinsel açıdan tercih edilebilirlik kazanımı. ı) Cinsel enerjinin beden içinde süblimleşmesi ve dönüşüm sürecine odaklanabilmek ve anlamak. i) Enerjinin özellikle çok yükseldiği periyotlarda; delirme gibi haller yaşanabilir geçmiş yaşamlardan gelen anıların da canlanmasıyla. Bunların da farkındalıkla ve dirayetle içinden çıkılması önemlidir. Bu süreç içinde şifacı yardım almadan aşmayı öğrenebileceği süreçte yakınlarına olumsuz yansımamayı da sağlayabilirse, önemli bir özdenetim kazanımı olur.
Haliyle şifacıların her durumdaki bireyin halinden anlayabilmesi önemli bir kazançtır. Farklı halleri keşfetmek ve hayat koşullarında ustalaşmak haliyle şifa sanatında rica değil emirdir.
Ama bu iffet dönemini de sağlıklı bir şekilde her hangi bir platonik aşk veya ilişkinizin olmadığı; başka bir takım konulara odaklanmanız gereken bir dönemde, hayat koşullarını gözeterek girişebilirsiniz.
Bu özellikle bir kişinin şifa ve sevgi gücünü çok güçlendirmektedir. Cinsel olarak aktif olunan bir dönemde empatik bütünleşmeleri herkesle yaşamanızın önünü kesebilecek ilişki koşulları bulunabilir. Cinsel olarak aktif olunan dönem de kendi başına başlı başına bir sanat ve enerji pratikleriyle haliyle keşfedilebilir ve güzelliğiyle gücünden istifade edilebilir. Kişinin kendi başına dik durabilmesi eşi için gerçekten önemli bir kazanımdır ve iki bireyin de kendi ayakları üzerinde durabilmesi, ruhsal açıdan olgun iki kişinin yaşadığı olgun bir ilişkiye işaret eder. Ayrıca bu cinsel olarak aktif olunan dönemde sağlıklı ve kazançlı bir cinsel hayat için de sadece usulen değil, bütüncül olarak genetik seviyede de somutlaşabilen bir karışım ve yeniden yapılandırma ortamı sağladığı için baştan güçlü başlamakta fayda vardır. Bu hem bireylerin hem de ilişkinin bütüncül sağlığını etkileyen bir merkez direk gibi görülebilir Sakral çakra için.
Hayat içinde ilişki içinde olmak haliyle tercih sebebidir. Evlenmemek de doğal bir seçim olarak karşılanabilir. Ancak genetik havuza yine de her bireyin katkıda bulunması önemlidir. Bu haliyle manevi boyutta yaşanan cinselliğe benzer birleştirici deneyimlerde kendini gösterebiliyor. Özellikle dar gelirli bireylerin evlilikleri toplumda nüfusu, ortam koşullarının kapasitesinin üzerinde yükleme yaptığında çok ciddi kırılma ve buhranlara sebep olabilir. Her bireyin kendi rızkı ve kendi bereketiyle geldiğine dair inanışa haliyle tam bir güven içinde rağbet etmek basiretsizlik oluşturabilir. Evlilik ve aile kurmak hayati bir mesele olduğu için itina ile yapılmalıdır. Acizlik hissiyatı içinde yapılması haliyle uzun vadede yıkılan ailelere sebep olabiliyor. Toplumsal yapı ve bağlarımızın güçlü olabilmesini ziyadesiyle
İffet dönemi ayrıca regresyon çalışmaları içindeyken karşı cinsi de kendi içinde bulabilmesini sağlar. Bu haliyle bir kişiyi karşı cinsle de içsel olarak ilişkiye hazırlayan önemli bir kazanımdır. Kendi içimizde karşı cinsi tanımak da benliğimizi bütünlüğüyle anlamak ve ifade etmek için önemlidir.
Doğum deneyimi içinde şuur bir bedenin içindeki herşeyi baştan yapmayı da görür, bebek aslında bedensel olarak şuurludur. Ama bu gözümüzle gördüğümüzden daha çok bedenin oluşum süreçlerini enerjetik, duygusal mental ve ruhsal olarak da gözlemlediğimiz bir süreçtir. Ruhsal olarak baktığımız zaman elimizde anne ve babadan gelen bir genetik malzeme vardır. Bunu doğru kullanmamız icap eder. Ancak anne karnından doğduğumuzda bu bilgi yaşamımızda bize gerekmediği için bebeklikten sonra şuur eşiğine gelmez. Dönüşüm dönemleri de Ruhsal Doğum-Büyüme-Olgunlaşma-Ölüm-Diriliş gibidir. Özellikle ölüm ötesi deneyim yaşamak ruhsal boyutta yeniden doğma deneyimini hayatınıza getirir. Böylece Dünyada hayatınız devam ederken maneviyatta bir boyutta anne karnında gibi olursunuz. Bunun incelikleri Kabala, Tasavvuf, Kundalini Yoga içinde anlatılır. Bunun için C.G. Jung'dan Kırmızı Kitap, İnsan ve Sembolleri de bilimsel bir aklın yaklaşımını önümüze sunabiliyor. Romanlar ve masallardaki sembollerle de karşılaştırma yapabiliriz, bunlar da Güncel Kollektif bilinçaltında algılanan kodları gösterir. Kundalini haliyle hepimizi de bir arada bir alanda bir gezegende tutan Ruhtur. Haliyle ilhamın kollektif bilinci yansıttığını unutmamak lazım.
Özellikle genetiğinizle topluma yaptığınız katkı üzerine düşünmenizi tavsiye ederim. Çünkü insan toplumsal bir birey olarak üremeye koşullandırılmıştır. Kendisi üremenin sonucudur. Geleceği ve gelecek nesillerin özelliklerini kendi iradi olgunlaşmalarını yaşayarak özerklik kazanana kadar şimdiden belirleyebilir. Bu haliyle her insanın yaşadığı Dünya'ya candan ve gönülden katılımıdır. Aklı ve Ruhu da buraya davet ederek Bütüncül yaklaşım göstermemiz konunun öneminden dolayıdır.
Bu her yönüyle Astrolojik faktörlerin de girdiği bir alandır. Ölüm ile Yeniden Doğum arasında geçen süreçte bir dönüşüm ve yeniden yapılanma vardır ve bu aktif şuur emeği isteyen bir olay olmadığı takdirde kişinin kendisine veya daha da kötüsü başkalarına bir işkencesi haline gelebilir.
Bu yüzden gerekli olduğu ölçüde kişinin kendini hem toplumsal hem de cinsel yönden izole etmesi gereken durumlar ve dönemler olabiliyor.
Yoga'da Brahmacharya terimi İffete karşılık gelir. Şahsen ben, Hatha Yoga'da iki adet Brahmacharyasana biliyorum. Brahmacharyinlere yani iffet yolunda olanlara önerilen bu pozlar hem iffetin içinde derinleşebilmeyi hem de iffet içindeyken cinselliğe ihtiyaç duymadan enerji kalitemizi koruyabilmemizi sağlar.
Tumblr media
Brahmacharyasana #1 : Bu pozun manasında sütun sağlamlığında iki elin üzerinde bütün bedeni taşıyabilme hali önemli bir özelliktir. İffet kişinin cinsel gücünü kendi içinde dönüşümive güçlenme sağladığı için Ruhun havalanmasını da gösterir. Kişinin elleri Dünya'ya basmaktadır ancak Dünyevi Cinsellikten kaçınmaktan ötürü kişi de havalanmış gibidir.  Havaya kalkınca nefesi başta kısa süreli olarak tutmak Kundalininin uyarılmasını ve uyandırılmasına yardmcıdır.  Poza alışıldıktan sonra Havada kalınan süre boyunca nefesin tutulması tavsiye edilebilir . Pozu havadayken bacaklarınızı ve vücudunuzu oynatarak daha dinamik hale getirebilirsiniz. Bu maneviyatıyla düşünülünce ruhsal esneklik ve hareket kabiliyetine de işaret eder. Kollara gücün eşit olarak paylaştırılması Yin-Yang / İda-Pignala enerji kanallarının dengelenmesini sağlarlar. (ÖNEMLİ : Bileklerinizi ve kollarınızı ısıtmadan bu pozu yapmayın)
Tumblr media
Brahmacharyasana #2 : Bu poz Türk genetik mirasına göre gelen Kemik yapısına çok uygun değildir. Ancak hazırlıkla birlikte bireyler yine yapabilirler. Bu pozda çok rahat olanlar meditasyon oturuşu olarak da kullanabilirler. Leğen kemiğinin açılması ve diz kapaklarının esnekleşerek sağ-sola açılabilmesi poza hazırlık için önemli.  Namaz kılarken de bu pozda oturabilirsiniz. Padmasana - Lotus Duruşuna benzer özellikleri vardır. Kök çakra ve oturma kemiklerinin yere değmesi ve yaşanan gerilim Perineum/Prostat/PC Kaslarından oluşan Temel Yapıyı sağlam bir şekilde zemine yerleştirir. Oturma kemiklerinin yerleşimi ayrıca İda-Sushumna-Pingala kanallarını hizalar ve Orta Sütundan Kundaliniyi uyarır. Cinsel organın saklanması Perineum'a baskı yaparak Kök çakradan Kundalini girişini uyarır. Belin dik olması ve nefesle Vücutta enerji tonlaması yapılır.
Raja Yoga bağlamında düşündüğümüz zaman İffet döneminde bulunduğunuz sürece Brahmacharyasana yaparsınız.
2 notes · View notes
mantikutayr · 8 years ago
Photo
Tumblr media
tekamül sürecincen, karma ve yeniden doğuştan, enkarnasyondan, yedi yıllık döngüden, rüyaların ay döngüsünden nasıl etkilendiğinden, kundaliniden, stenografiden de bahsedilen kendinizi anlamak için semboller rüya kitabı iki kısma ayrılmış, ikinci kısmı 1600′ü aşkın rüya sembolünden oluşuyor. rüya sembolleri sözlüğü yani.. rüya gördükçe anlamlandırmak için başvurulacak bi bölüm. ilk kısmını okudum. rüya sembolizmi /  manly p. hall ‘ın kitabından çok daha kapsamlı. carl gustav jung’un rüyalar kitabına hazırım sanırım.
‘’..rüyalar bizi, üçüncü boyutta ya da zaman-uzay’da bulunan ama o boyuta ait olmayan ruhsal veya boyutlararası varlıklar olduğumuz gerçeğine uyandırmaya başlarlar.’’
‘’..ruh eterik beden ya da enerji bedendir, varlığımızın ebedi yanıdır. o ne erkek ne dişidir, enerjinin bütünleşmesidir.’’
‘’..rüyalar bize sık sık, hangi enerji merkezlerimizin yani çakralarımızın dengesiz halde olduklarını gözterirler.’’
‘’..çakralar kabaca iç salgı bezlerimizin eterik boyutlarına karşılık gelirler. ruh ya da eterik beden fiziksel bedene bu merkezler vasıtasıyla bağladır.’’
‘’..genellikle aynı anlamlara sahip rüya sembolleri vardır. başlamak için iyi bir nokta rüyanızdaki her şeyin siz olduğunuzu idrak etmektir. siz yapımcı, yazar, aktör ve yönetmensiniz. rüyadaki insanlar genellikle, kendi içinizde bulunan ve insanlara projekte ettiğiniz nitelikleri temsil eder.’’
‘’..rüyanızdaki tüm kişilerin sizin bir veçheniz olduklarını hatırlayın.’’
‘’..biz geceleri derslerimizi öğrenmek ve eğitim görmek için bedenimizi terk eder ya da fiziksel farkındalığı aşarız. fiziksel boyut ya da üçüncü boyut bir ilizyondur; rüya hali ise gerçektir. meditasyon yaparak ve rüyalara çalışarak dördüncü boyut deneyimlenebilir, orada üçüncü boyutta olduğunuz kadar rahat olabilir ve böylece ölümden hiç korkmaz hale gelebirsiniz.’’ 
başlangıç filmdeki gibi bu kısmı.. cobb’un gerçekliğine benzettim. sonunun gerçeklikte kaldığı görüşüne alternatif olarak, gerçekliğin ne olduğunu da sorgulamak gerekiyor.  "insanlar uykudadır ölünce uyanırlar." 
‘’..eşikteyken uykuya dalacağız, dersleri  uykudayken yapacağız.’’
10 notes · View notes
betimbenzin · 4 years ago
Text
naynina günlükleri 4
ÜÇ HARFİLER BEŞ HARFLİLER
göremediğimiz şeyler var. Radyo dalgaları görünmez ışınlar.. duyamadığımız ses aralıkları da var.. peki neden tadınız alamadığımız tatlar aslında dokununca orda var olsa dahi var olan hissiyatlar ve kokusunu bilmediğimiz kokular da olmasın?
Boyutlar fiziksel teorik anlamda var. Peki bu boyutlarda bizim fiziksel anlamda yaşama dair maddeler koyduğumuz şekilde varlıklarını sürdürren şeyler neden olmaın? Yaşayan demiyorum yaşamayan da demiyorum. Varlıklarını sürdüren boyutlarla iç içe geçmiş devam ediyorsak?
Gelelelim konuya
Nam ı değer üç harfliler.
bir kısmı korkutmayı sever.
Korkudan beslenirler. Insan zihnindeki korku motiflerine yöneliler. Herkes aynı şeyden korkmaz. Fareden korkan biri ile korkmayan birinin kafasında zihninde oluşmuş fare dünyası çok farklıdır. Her kafada her şey için bir dünya bir evren bulunur.. bir koku bir tat bile ayrı bir evrendir her insan için farklı anlam taşır.
O halde korku zihnimizde küçüklükten beri oluşturduğumuz bir şablondur aslında. Yaşanan görülen duyulanlar arttıkça şekiller oluşmaya başlar. Ben varlıklarına inanıyorum. Bu doğrultuda yorumlarımı aktaracağım için inanmayanların sonrasını okumaları onları sıkacaktır. Uyarayım
Üç harfli tahifeleri
vesvese severler..
hepsi mi kötü peki
hayır tıpkı insanlar gibi şeytanın hizmetine teslim olmuşları da vardır olmamışları da. Bu seçim ve irade ile ilgilidir.
Küçük bir kıvılcım yeter etrafınızdaki vesvese topaklarını kendinize yaklaştırmak için
kulaklarınıza fısıldarlar.
Depresyona sürüklerler dünyevi ve uhrevi herşeyden uzaklaşmanız izole olmanız kaybolmuş olmanız bir zaferdir.
Cinayetler insan seçimidir. Şeytana uydum diye bir sebep olamaz. Bütün seçimlerimiz bize ait. Nefsimin bana söylediğini yapmayı SEÇTİM vardır. Insi irade insani irade budur. Ama külli iradeden bağımsız değildir hiçbiri Beş harfli Allah beş harfli İnsan yolunu bilir. Harflerle ilgisi yok yanlış anlaşılmasın başlığa atıfta bulunmam gerekiyordu :)
ama Bazı seçimlerin de bedeli olur.
Cihat ise kalbimizdeki nefsle mücadelmizde savaşımızda saklı. Her an devam eder her düşüncede her sözde.karşılaştığınız bir insanla ilgili düşüncelerinizde varsayımlarınızda önyargılarınızda..
nefis vasıtasıyla köprü kurarlar.. nefis mücadelesi beşerin ezeli ve ebedi kötü ile savaşıdır.
Kötü nedir peki?
Kime göre neye göre kötü?
Toplumsal normlar mı
birilerinin sınırları mı?
Kıstas nedir.. kıstas kalbimizdir. Vicdanımızdır. Bir iyilikten önce ama ile başlayan bir sürü cümle fısıldanır  kulaklara. O yüzden en uğraştıkları "en" olmaya çalışanlardır.
Kalp gözü açıksa uğraşırlar
iyi niyetleriyle uğraşırlar
Öfke sorunu varsa uğraşırlar.. yöneldiğiniz şey öfkemi azaltmalıyımsa oraya odaklanırlar. Ama sakinliğimi korumalıyım derseniz kelimelerin fonetik etkisi bile daha kolaylaştıracaktır. Geldik mi Secret kitabına.:)
korkular ve inançlar güçlendikçe dahil olurlar oyuna daha fazla..
tevekkülden uzaklaştırır.  Kendi istedikleri gibi ama ama aslında sizin istediğinizmiş gibi gösterebilirler birçok şeyi.. kitleleri sizinle etkileyebilirler. Sanrılar zan lar gösterip sizi en özel olduğunuza inandırabilirler. Her formda imgelenebilirler inandığınız şey doğrultusunda.. meryem ana, uzaylılar muhteşem melekler.. uzaylı konusu daha fiziki bir konu aslında. Gündüz gözüyle hiç alakası olmadığı halde deneyimleyenler var. Kesinlikle inanıyorum. Bu başka bir konu
Ruhlar beşerle bildiğimiz fiziksel anlamda iletişim kurmaz melekler de.. Bunu çok yerden teyit ettim.Ancak Allah'ın izni iile fiziki müdahelesin tevkküle cevaben belli kurgularla yardım ederler. Varlılarını yine Hakkın izni ile naif bir şekilde belli ederler.göğün en yüksek mertebelerinden kapılardan geçebilirler. Kafanızın içinde. Belki rüyalarınızda..kalp gözü epifiz bezi aktif bir insanın daha iletişimde olduğu yadırganamaz bir gerçektir. Ama gelip bildiğimiz arkadaş modunda kanatlarıyla oturup konuşmazlar . Fiziki tüm sanrılar zanlar üstün yetenek sandığımız beş duyu karşılığı verenler üç harflilerdir.
Iyileri Hak yolunda olanları zaten O nun izni olmadan herhangi bir bilgi gaipten haber veremez. Kat katdır ruhun yeri. Her varlık gibi  onlarınki de ..  ama insanla en çok iletişime geçen, iyi birşey yaptığına inandırarak muhteşmleştiğini düşündüren en alt tabakalardır. Kendilerine muhtaç bırakırlar. Bağımlılık yaratırlar. Içinizde yayılırlar. Uyur gezer olmuştur beşer.. oysa ki hiç olduğunun farkına vardığında öfke ile karşılaşır insan.. en sevdikleri şey kibirdir çünkü. test etmek için selam vermek yeterlidir.  Allahın selamını  alıyor mu almıyor mu?
Yakın olduğunuz mertebeye daha da yaklaştıkça hissiyatlarınızla anlarsınız nerede olduğunuzu. Yol gösterici gelmiştir ve kitabı da vardır. Ayrıntılara boğmak nefsin işidir. Inandığınız ne varsa güçlenerek gelir hayatta. Vesvese ile yanıyorsanız odun gibi..kabulleniş önyargısız bir şekilde akışın içinde olmaktan ve sadece Allahın izin verdiği şeylerin gerçeğiniz olabileceğini biliyorsanız kömür gibi yanar da elmas olursunuz. Belki büyük acılar.. belki büyük mutluluklardır sınav. Ama hep yalnız olduğunuzu buna rağmen çok kalabalık  olduğunuzu hatırlamanızla yeni bir evrime girer.. (hüddam ilmini araştırmanızı tavsiye ederim)
Bir taşa bir ağaca bir masaya teşekkür eder hale gelirsiniz.
Kaçış anlarında içinizdeki boşluğa kaçın. Hiçbirşey düşünmediğiniz boşluğa kafanız uğuldayabilir alnınıza ağrı girebilir.. alışkın değil. Kabul edin. Ama içinizdeki HİÇ liğe kaçın
kafanızdaki mezarlığa değil.
Orada olmuş ve ölmüş düşünceler vardır.
Bir nefes kadar yakındır huzur. O nefes içinizde dolaşır herkesin içinde dolaşır. Herşeyin içinde dolaşır. Herkes onun içinde dolaşır.
Superman değiliz. Ama kendi bedenimizin ve ruhumuzun muhteşemiyiz. Odaklandığımız ve yeterince üzerinde inançla çaba gösterdiğimiz herşeyden gereken cevabı anlayabilecek superlikteyiz. Beden kalp ve zihin senkron harekettedir. Bedeni yok sayarak varılabilecek nokta topallayarak ilerlemekten daha fazlası değildir. Bedeninize iyi bakın. Trilyonlarca hücre sizin bir komutunuzu bekliyor. Dans et mi diyeceksiniz onlara, yoksa başka birşey mi?
Iyi kötü yok.
Seçimler,Olması gereken ve  olan var..İncittiğimiz herşeye vereceğimiz incindiğimiz herşeyden alacağımız var. Hiç şüphem olmadı. Ya aldık ya da daha almadık. Ya verdik ya da daha vermedik. Hissettiklerimizi inandıklarımızı düşündüklerimizi deneyimletmek için dönüyor bütün çarklar. Ve önümüze serpiştirilmiş süzgeci vicdanımız olan büyük ve minik sınavlar..
Hayat nefret kadar ağır bir yükü bir ömür taşıyabilmek için çok kısa. Içimize döktüğümüz zehirli bir gaz gibidir nefret. Affetmek bu yüzden iyileştiricidir.
Nasıl olur o bunu bunu bunu yaptı yapıyor. O onun tekamül yolu Onun yolunda bunları yapması yollarına başka taşlar veya çiçekler koyacak, aynı şeyi farklı şekilde deneyimleyecek. Ve dersini alana kadar da devam edecek döngüsü. Ölene kadar anlamayanlar olduğu doğrudur. Ama sen Sensin. Bu senin yolun. Ağaçlar depresyona girseydi dünyada bir çoğunu solacağını intihar edeceğini düşünüyorum . Üzerlerine kazından" Murat Ayşe yi seviyor tarih" yazılardan sonra o yaraya bakmadan açıyor yükseliyor göğe. Dalını koparabilirsin ama diğer dalların kıymeti bilinir. Ve bu dalı koparmak senin sorunundur. Onun değil. Seni görmezden gelerek farkında olmadan en büyük cezayı verir sana ve hasretle göğe yükselir. Daha önemli işleri vardır çünkü. Senin için oksijen üretmek!
Sevmeyebilirsin.
Ama affedebilirsin. Affetmekle sevmek karıştırılıyor.
Affetmek o durumla olayla kişiyle tüm bağlarınızı koparmanız anlamına geliyor aslında. Sizi geriye çeken kancaları çıkarmak gibi.
Sevmeye zorlanmaz.
Sevmek için nedenler aranmaz.
Olduğunca kabul ediştir sevmek.
Hiçbireşyin benimle ilgisi yok ama herşeyin benimle ilgisi var.
Hiçbir insan tarafsız bakamaz .nedenleri ve sonuçlarına göre inanma veya inanmama inancı geliştirir.
Taştan masadan farkımız budur.
    Bu ara çok moda Herkes bu enerjetik konulara merak sarmış. Herkes bazı kitaplardaki ritüelleri yapınca tütsüleri yakınca uçacağını zannediyor. Eskiden bir pir in yanında yıllarca pişmeden gelinemeyen makamlara kısa yoldan ulaşmaya çalışıyor. E ne oluyor 1.5 wattlık ampule 100 voltluk lpil takınca ne olacaksa.
Evet  tütsüler kokular dumanlar bizim beşer aleminde gördüğümüz enerjisi. Ama bu kokuların bir de eterik boyutta seveni sevmeyeni var doğrudur. Amma velakin bu yolda ilk aşmanız gereken tahife Cin tahifesidir. Verilen bazı zikirlerde (sin Şin ile bitenler veya gırtlaktan okunan harfler)onların çağrıldığını bilmeyenler damdan düşercesine takılıyor ve girdabın içinde kayboluyor. Türlü oyunları ve çok inandırıcılıkları vardır. Kafanızın içini sizi herkesten üstün göstermeye doğaüstü şeyler yaşamanın nefsaniliği ve heyecanıyla kaplarlar. Işin kötüsü buna inanırsınız. Şuanki durumlara bakılırsa dünyada gerçek pir sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Ciddi bir idda ve arkasındayım.
Var olan bazı durumlar var. Ben bunları inkar etmiyorum. Ama rahmani mi şeytani mi olduğuna siz karar vereceksiniz. Ve zaten işaretleri takip etmeye başladığınızda yanlış yolda mı doğru yolda mı olduğunuzu Allah çok basit şekillerde önünüze çıkarıyor. Bazen bir reklam bazen bir insan bazen bir çocuk bazen bir hayvan bazen de ağaçlar veya başka bitkiler ,gösterdiği bir işaretle sizde aydınlanma yaşatabiliyorlar. Gördüğünüzü anlarsınız zaten. Dedektifliğe gerek yok.
Özel olduğunu düşünenler genelde şöyle
odasında uzaylılarla konuşanlar
geleceği görenler düşünce okuyanlar .
boyut kapıları portalla görenler
birkaç maddesel boyuttan farklı olay durum gösterilenler hemen kendini muhteşem süleyman sanmaya başlıyor :) sanrı ve inanç güçlendikçe iplerinizin bağı da o ifritin ellerinde daha da güçleniyor. Bunlar görülmüştür ben görülmediğini idda etmiyorum kaç alem var. Ama gördüğü şeyi ben erdim diye sıkı sıkıya inanıp da bu şudur şu da şudur diye net net konuşan insanlara hayret ediyorum. Dün düşündüğüme bugün düşmanım bugun düşmanıma yarın dostum fikir bazında. Ben bu kadar net olamazken kendimden yola çıkarak insanların körü körüne yüzde yüz bilmedikleri birşeye sorgusuzca biat etmesi kafamı karıştırıyor. Kendilerini bir şeye adamışlar işte bizzz ışık elçileriyizzzz bizzz meleklerle konuşuyoruzzz bizzzz meleklerden bilgi alıyoruzzz bizzzz uzaylılarla muhatabız.
Hiç gündüz olmuyor bu işler nedense :)
uzaylılar da bana göre vardır. Buna neredeyse eminim ama sizin uzaylı diye evinize gelip oturup bilgi verenler falan filan ...:) bakın demek ki ruhani boyutta belli bir aşamaya gelmişsiniz yolun belki de yarısında bunlara kanıp aslolana varamadan gitmeyin. Tuzaklara dikkat edin.
Bu işlere bulaşmış ve muhtemelen gözü kör olmuş kimselere tavsiyem
Bir deneme yapın. Artık bu işlerden vazgeçtiğinizi normal hayatınıza geri döneceğinizi belirtin. Bakalım neler oluyor :) o  ifrit öfkeye şahit olun
peki gerçekten ilmi bulabilir sırra erebilir miyiz
Bu işler için yapılması gerekenlerde youtube da takip ettiğim Bir Sufi nin Hatıra defteri adlı kanalda hüddam ilmi serisidir. Şiddetle tavsiye ediyorum. Kendisi boş değildir. Hurafde ve kakara peşinde de değildir.
Burada ben rahmani ve şeytani rüyaları ayırt ettim tuzakları daha net görmeye başladım. Ama bazen tam da o anda otomatik pilotta yaptığım bazı şeylere karşı savaş veriyorum . Insanın kendi nefsi ile  olan savaşı her savaştan daha çetrefilli. Ama  yolun kendisi güzel. Sonunda takılmayın.
0 notes
blog40ambar · 5 years ago
Text
AURA
Eterik bedenin temel işlevi fiziksel bedenin sağlıklı kalmasını sağlamak ve onu evrensel enerji alanı ile bağlantıda tutmaktır. Sağlıklı bir insanda genişliği 15-20 cm kadardır. Hastalık, yorgunluk ve stres gibi durumlarda eterik bedenin genişliği azalır. Sadece bir kişinin eterik bedenine bakılarak sağlık durumu hakkında bilgi sahibi olunabilir. Eterik beden fiziksel bedeni koruyucu bir tabaka gibi kuşatır ve zararlı maddelerin bedene girmesine izin vermez. Eterik beden aynı zamanda dış dünyaya yaşam enerjisi saçar. Eterik bedeni sağlıklı ve güçlü olan insanlara 20 cm'den fazla yaklaştığınızda siz de kendinizi olumlu ve pozitif hissedersiniz. Eterik bedene sağlık bedeni de demek mümkündür.
DUYGUSAL BEDEN; Eterik bedenin üstünde bulunan ve sıvımsı yapıya sahip olan bir katmandır. Gökkuşağının tüm renklerini barındıran duygusal bedenin o anki rengi kişinin duygusal durumuna göre değişir. Zihinsel bedenden gelen üst düzey enerjiler duygusal bedene ulaşır ve burada bir değişimden geçerek zihinsel bedene iletilir. Kişinin duygusal yapısı bu katmanla ilgilidir. Üst katmanlardan gelen enerjiler burada duygusal anlamlar kazanır ve kişiye özel duygusal süzgeçten geçtikten sonra anlam kazanarak eterik bedene aktarılır. Aurada kişinin o anki ruhsal durumuna göre değişen renklerin en iyi algılanacağı alan burasıdır. Örneğin o anda çok öfkeli olan birinin koyu duygusal bedeninde koyu kırmızı renk hâkim olacaktır. Duygusal bedenin durumu kişinin duygusal yapısı ve anlık duyguları ile ilgili bilgiler verir.
ZİHİNSEL BEDEN; Duygu bedeninin bitiminde başlar ve ruhsal bedene kadar uzanır. Genelde rengi sarıdır. Fikirlerimizin yapısını barındırır ve düşünce formları bu bedende görülebilir.
Hastalıklarımızın büyük bir çoğunluğu zihinsel bedenimizden kaynaklanmaktadır. Tüm hastalıkların zihinsel nedenlerinin olduğu artık birçok araştırmacı tarafından ortaya konmuştur.
Zihinsel bedenin en önemli özelliği güçlü olduğu zaman kişinin başka insanların etkisi altında kalmaması ve özgür iradesiyle kendi kararlarını verebilmesidir. Zihinsel beden zayıfladığında ise kişi kararsızlık halindedir ve sürekli başka insanların etkisinde kalarak yaşamına devam eder. Başkaları ne der mantığını sürekli öne süren ve yaşamını başkalarının ne düşüneceğine göre planlayan bir kişinin zihinsel bedeni son derece sağlıksızdır.
RUHSAL BEDEN; Ruhsal bedenimizin titreşimi diğer bedenlere göre çok daha yüksektir ve algılanması da diğer bedenlere göre daha zordur. Evrensel enerjiler ruhsal bedenimizden auramıza girerler ve burada bir değişime tabi tutularak zihinsel bedene aktarılırlar. Ruhsal bedende ortaya çıkan bir sorun er geç daha alt bedenlere ve oradan da fiziksel bedene yansıyacaktır. Ruhsal beden kişinin bütün ile bağlantısını simgeler. Bütünle bağlantısı güçlü olan bir insanın ruhsal bedeni sağlıklı olacak ve evrensel enerjiyi en iyi şekilde alarak diğer katmanlara ulaştıracaktır. Bu evrensel enerji zihinsel katmanda bir değişimden geçecek, duygusal katmanda daha farklı bir yapıya bürünecek ve en son eterik bedenden chakralar vasıtasıyla fiziksel bedene geçerek kişinin yaşam enerjisi haline gelecektir. Ancak bunun için öncelikle ruhsal bedenin sağlıklı olması gerekmektedir. Ruhsal bedenin genişliği kişinin ruhsal gelişimiyle doğru orantılıdır. Ruhsal olarak gelişmiş bir kişinin ruhsal bedeni kilometrelerce uzağa yayılabilir. Ruhsal beden kendi yapısına en uygun olarak enerjileri alır ve alt bedenlere iletir. Ruhsal bedenin gelişimi ile alınan enerjinin kalitesinde de değişiklik olacaktır ve bu kişinin tüm yaşamını etkileyecektir. Ruhsal açıdan gelişmiş olan insanların yanında huzur, sükûnet hisleri duymamız ya da bu kişilerin şifa enerjisi dağıtmaları ruhsal bedenlerinin canlı, parlak ve güçlü olmasıyla ilişkilendirilir.
Büyük mistik Goethe der ki: “İnsanoğlu, dünyayı zincirleyen bütün güçlerden, iradesini kazandığında kurtulur.”
0 notes
eylulbe · 7 years ago
Text
Mucize istiyorsanız hayata, bunun i��in ilk eylem o konuya ve olacağına dair inançtır.. İnanmakla başlar her şey…
– Beyniniz; gerekli fiziksel süreçleri hazırlar.. – Ruhunuz; enerji boyutlarını kurar.. – Eterik beden; frekansını yükseltir… – Bilinçaltınız korkular ve kaygılardan arınmaya başlar.. – Aura güçlenir..
Evet tek bir inanç tüm varlığı harekete geçirir..
İnanın; korkulara, endişelere yer vermeden, enerjinizi bölmeden inanın, acabalarla değil, kararlılıkla inanın.. Ve inandığında mucizelerin gerçek olacak..
0 notes
gulatlgan · 7 years ago
Text
YERYÜZÜ BİR EĞİTİM İSTASYONUDUR, ÖĞRETMENİMİZ İSE TECRÜBELERİMİZDİR Her varlığın amacı tekamül etmektir. Yeryüzü bir egitim istasyonudur.TECRÜBE'lerin, öğretmen olarak işlev gördüğü bir okuldur. İşte, beynimizin işlevini anlamış biri olarak, bizim sorumluluğumuz, bizlere yönelik her dersi öğrenmek amacıyla, bu MOTOR'un, ''her iki yanını'' da kullanarak DENGE geliştirmektir. Eğer DÜNYASAL yanımız çok fazla aktifse, düşünce işlemlerimizi SEZGİSEL ve RUHSAL yanımıza yönlendirebiliriz. Bu, en iyi şekilde, gevşemeyle, düşünce yoğunlaştırmasıyla, ve meditasyonla gerçekleştirilebilir. O alanda güç kazanmak için uygun müzik kalıplarını ve sanat formlarını kullanmak yararlı bir yöntem olabilir. Burada yapılacak şey, TANRISAL ENERJİ'yi oraya yönlendirmek ve beyin dalgalarını, o alandan daha derin ve daha anlamlı şuurluluğa doğru kaydırmaktır. Fizik bir dünyada yaşamakta olduğumuz için, pratiğe dayalı düşüncelerimizin egzersiz yapması gereklidir. Eğer eterik, ruhsal bir aşamada çok fazla tortumuz varsa, beden ve ruh arasında, denge ve uyum geliştirmek amacıyla enerjiyi arasıra pratiğe dayalı beyne yönlendirebiliriz. Bu DENGELEME yoluyla, bizi ÖZGÜR duruma getirmek için gerekli bütün dersleri öğrenerek, mükemmel bir karakter geliştirebiliriz. NEW AGE TEACHING Sayı: 258
0 notes
kitapindiroku · 7 years ago
Text
Gizli Enerji Terapileri & Titreşimsel Tıbbın 1 Numaralı Kitabı Kitabı pdf indir pdf indir
Gizli Enerji Terapileri & Titreşimsel Tıbbın 1 Numaralı Kitabı Kaç tıp var? Ve kaç beden? Nedenselden eterik bedene bütün bedenlerimiz titreşimsel bir alanın da önemli varlıkları. Tek bir beden görüntüsü içinde titreşen bedenler, Newton’cu fizik anlayışından kaynaklanan modern tıbbın kuruluş temellerini sarsıyor. Alanının dünyadaki en ünlü uzmanı Dr. Richard Gerber, titreşimsel tıbbın öncüsü olan bu efsane kitabıyla, insanın gelecekteki kusursuz sağlık yaşamını bugüne taşımakla kalmıyor, beden enerjilerimizin en gizli yönlerini ortaya çıkarıyor. “21. Yüzyıl’ın sağlık dünyası; zihinsel, bedensel, çevresel ve spritüel boyutları da kapsayan, Gizli Enerji Terapileri kitabında yetkin biçimde ortaya konulmuş ilkelere ve girişimlere dayalı olacaktır.” DR. ABRAM MER “Dr. Richard Gerber, yeni bir ‘Einstein’cı Tıbbın’ gelişimi için zamanımızda ortaya çıkan önemli biyoenerjisel ilkelere açıklık getirmeye katkısı olan, insanın enerji sistemleriyle ilgili bilgileri geniş bir biçimde bu kitapta bir araya getirdi.” DOLORES KRIEGER, New York Üniversitesi “Dr. Richard Gerber bu kitapta insanların erişebileceği ufukları düşünmede, bilincin ve bedenin birleştiği, zihinle maddenin bir arada eridiği o üst katmanlarda çok değerli bir adım atmıştır.” DR. LARRY DOSSEY
Gizli Enerji Terapileri & Titreşimsel Tıbbın 1 Numaralı Kitabı Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
ruhsalseyler · 8 months ago
Text
Astral Seyahat Yapanlar
0 notes