#edebiyat ingilizce çeviri
Explore tagged Tumblr posts
haytaogluyunus · 1 year ago
Text
Tumblr media
KUTLAMA:
25 KASIM (1938)
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KİLOMETRE TAŞLARINDAN, RAHMETLİ BÜYÜK ALİM
PROF. DR. EROL GÜNGÖR'ÜN DOĞUM GÜNÜ. SAYGIYLA ANIYORUM.
HAYATI
EROL GÜNGÖR
Erol Güngör, 25 Kasım 1938’de Kırşehir’de doğdu.
Babası Abdullah Sabri Bey, annesi Zelîha Gülşen Hanım’di. İlk ve orta eğitimini Kırşehir'de ve 1956’da Kırşehir Lisesi'nden mezun oldu. 1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümüne kaydoldu. Burada hocası Fethi Gemuhluoğlu onu Mümtaz Turhan’la tanıştırdı. Mümtaz Turhan hocanın teşvikiyle hukuk fakültesinden ayrılıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. 1961 yılında bu fakülteden mezun oldu,[1]
1961’de fakülteyi bitirince Tecrübî Psikoloji kürsüsünde asistan oldu. Fransızca ve İngilizce de öğrenen Erol Güngör, misafir profesör olan Hains’in asistanlığını yaptı ve onun ders notlarını Türkçeye çevirdi. Bu sırada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan Sosyal Psikolojiye yöneldi. Bu disiplinin önemli eserlerinden Krech ve Crithfield'in "Sosyal Psikoloji" kitabını Türkçeye çevirdi. 1965'de “Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon” adlı teziyle doktor oldu. 1966'da ABD Colorado Üniversitesi'nde tanınmış sosyal-psikolog Kenneth Hammond'un daveti üzerine Amerika'ya gitti. Bu üniversitenin "Davranış Bilimleri Enstitüsü"nde milletlerarası bir ekibin araştırmalarına katıldı. Sosyal-psikoloji ders ve seminerlerini yürüttü. “Şahıslar arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü” konulu teziyle 1970 yılında doçent oldu. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerlerde yazılar yazmaya devam etti. Erol Güngör üniversitede verdiği derslerle, ilmi yayınlarıyla Türkiye'de sosyal-psikoloji dalını önemli bir saha haline getirdi.
Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli komisyonlarında görev alan Güngör, 1978 yılında "Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar" adlı teziyle profesör oldu. 1982 yılında YÖK tarafından Konya Selçuk Üniversitesi’ne rektör tayin edildi. Bu görevi sırasında 24 Nisan 1983’te geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etti. Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi.
En verimli dönemi 70'li yıllardır. Hemen hemen bütün eserlerinde geleneği, halk, kültür, din ve şahsiyet ile yorumlamaktadır. Güngör'ün muhafazakârlığı statükoculuğa kapalı, değişimlere ve yenilikçiliğe açıktır.
Eserleri
Gençlik yaşlarında Ziya Gökalp'ten büyük ölçüde etkilenmiştir. “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” isimli kitabı, Erol Güngör bibliyografyasında önemli yere sahiptir. Bu kitap 80’lerde yükselmeye başlayan “siyasi islam” ceryanına yöneltilmiş bir yorum olarak okunabilir. 19. yy’da İslam’ın ortaya koyduğu medeniyetin mağlup olduğunu, ancak temel probleminin, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilmesinde yattığına dikkat çeker; içtihat kapısının kapalı olduğu görüşünü eleştirir ve İslam’ın, kendi içinde tutarlı ve dengeli bir değerler sistemi sunduğunu, özellikle 20.yy’ın İslam prensiplerine çok geniş bir uygulama sahası verebileceğini öne sürer.
Erol Güngör’ün yazıları Türk Yurdu, Hisar, Türk Birliği, Töre, Türk Edebiyatı, Türk Kültürü, Millî Eğitim ve Kültür, Millî Kültür, Konevî, Toprak ve Diriliş dergileri ile Millet, Her Gün, Yeni Düşünce, Yeni Sözcü, Yol, Ayrıntılı Haber, Yeni İstanbul ve Ortadoğu gazetelerinde yayınlandı. Bunlardan 1974–1977 tarihleri arasında başyazarlığını yaptığı
Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana yaşadığı kimlik sorununa ve kültür buhranına parmak basmıştır.
18 kitaba imza atan Erol Güngör'ün eserlerinin bir kısmı çeviri metinlerden oluşmaktadır.
Telif Eserleri
• Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak
• Dünden Bugüne Tarih Kültür ve Milliyetçilik
• İslam'ın Bugünkü Meseleleri
• İslam Tasavvufunun Meseleleri
• Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik
• Sosyal Meseleler ve Aydınlar
• Türk Kültürü ve Milliyetçilik
• Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri
• Tarihte Türkler
• Kelâmî Sahada Estetik Yapı Organizasyonu
• Şahıslar Arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü
• Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar
Tercüme Eserleri
• Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, Paul Hazard'dan
• Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Robert Bingham Downs'dan
• İktisadi Gelişmelerin Merhaleleri, Walt Whitman Rostow'dan
• Sosyal Psikoloji, David Krech ve Richard S. Crutchfield'dan
• Yirminci Asrın Manası, Kenneth Boulding'den
• Sınıf Mücadelesi, Raymond Aron'dan
0 notes
colorans-group · 4 years ago
Link
0 notes
bestemiyimneyim · 6 years ago
Text
"Eğer beni seçmiş olman bir günah sayılsaydı, sana bunu yaptıran şeytana ömrümce minnettar kalırdım!"
Diana Gabaldon, Dragonfly in Amber
37 notes · View notes
mustafasalihbozok · 5 years ago
Text
Tumblr media
Tarih 3 Haziran 1963'tü..
O gün Nazım Hikmet ölmüştü..
Can Yücel BBC Türkçe Radyosunda spikerdi..
Nazım'ın ölümünü dinleyicilere duyurma görevi ondaydı...
"Ben bunu okuyamam.. Ben Nazım'ın ölümünü kabul edemem" dedi..
Haberi okumadı...
O gün hiç çalışmadı..
Radyo da yayın yapamadı..
Ertesi gün görevinden istifa ederek, memlekete döndü..
Bakan çocuğuydu..
Cumhuriyet döneminin en önemli bakanlarından birinin hem de..
Çok bakan çoğundan farklıydı..
Çünkü hep geçim sıkıntısı çekti..
Basit yaşamayı seçti..
Türkçe'nin en matrak, en lafını esirgemeyen şairiydi..
Cemal Süreya, onun için “Can Yücel kadar değişik teknikler kullanmış bir başka şairimiz yoktur” derdi..
Şiirlerinde resmen ayar verirdi..
Ağır küfürler ederdi..
“Küfür ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey, halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, küfür de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır” derdi..
Özgürlüğünü mısralara dökerdi.
“Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz,
Lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?”
Her şiirinde kendi ifadesiyle nasıl gol atacağının peşindeydi..
O, Türk şiirinin santrforuydu..
Şairliğinin yanı sıra, Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca bilirdi..
Çok çeviri yaptı..
Çevirileri başına iş açtı..
12 Mart muhtırasında Mao ve Che çevirileri için içeri attılar..
1974'te genel af ile özgür kalabildi.
Toplumsal sorunları hep gündeme getirdi..
Çarpık düzene mutlaka söyleyecek sözü vardı..
"Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk, öğün, çalış güven! demiş a,
Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz
Çalışıyor paralıya
Güvenen varsa, parasına güveniyor
Üstyanı öğün babam öğün!
Dövün babam, dövün!"
Edebiyat kadar içkiye de düşkündü..
İyi rakı içerdi..
“İçim rakı, dışım su" derdi.
Nasıl rakı içileceğini de şöyle mısralara dökerdi.
"Rakı sofrasında susulmaz arkadaş,
Hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın..
Arınacaksın gururundan, paşa gibi.
Şerefe ulan diyeceksin..
Şerefsiz Dünyaya inat şerefimize,
Kırar gibi tokuşturup kadehleri,
Gırtlağınla seviştireceksin meyleri..
Gömeceksin kendini şişelerin dibine, ölür gibi
içeceksin!..
Öleceksin arkadaş..
Oturtacaksın karşına geçmişini,
Güle güle küfür edeceksin...
Unutacaksın, unutur gibi içeceksin !
"İçiyorsan Rakıyı öve öve,
Söve söve kusacaksın ne varsa içinde.."
Gırtlak kanserine yakalandığında dostları artık dinlenmesini söyledi..
“Ben şairim, fil değilim.. Azrail'i bir köşeye çekilip bekleyemem. Meydanlarda ölmeliyim" dedi..
"Ömür dediğin üç gündür,
Dün geçti yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür..
O da bugündür." der gibi..
20 yıl önce öldü..
Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek..
Vasiyeti üzerine çok sevdiği Datça'da gömüldü..
"Beni kuzum Datça’ya gömün.
Geçin Ankara’yı, İstanbul’u!.
Oralar ağzına kadar dolu..
Alabildiğine pahalı..
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona..
Burası nispeten ucuz..
Ortada kalma ihtimali de yok..
Hayır dua da istemez..
Dediğim gibi, beni Datça’ya gömün..
Şu deniz gören mezarlığın orda..
Gömü sanıp deşerlerse, karışmam ama!"
Kaynak : Edebiyat Atölyesi
Anısına saygıyla..
12 notes · View notes
penyezperev · 7 years ago
Text
Türk Edebiyatında İlkler *Edebiyatımızda noktalama işaretini, ilk kez Şinasi 'Şair Evlenmesi'nde kullanmıştır. *Edebiyatımızda ilk çeviri roman, Kamil Paşa'nın yaptığı Telemak'tır. *Edebiyatımızda ilk roman,Taaşşuk-u Talat-ı Fitnat'tır. *Edebiyatımızda ilk köy romanı,Nabizade Nazım'ın "Karabibik"adlı eseridir. *Edebiyatımızdaki ilk realist romancı Recaizade Mahmut Ekrem'dir. *Edebiyatımızdaki ilk realist roman Araba Sevdası'dır yazarı Recaizade Mahmut Ekrem'dir. *Edebiyatımızda ilk edebi roman,Namık Kemal'in "İntibah"adlı eseridir. *Edebiyatımızda ilk psikolojik roman,Eylül'dür(Mehmet Rauf) *Edebiyatımızda ilk tarihi roman,Namık Kemal'in "Cezmi"adlı eseridir. *Edebiyatımızda ilk kadın romancı Fatma Aliye'dir. *Edebiyatımızda ilk makaleyi Şinasi yazmıştır.(Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi) *İlk tiyatro Şinasi'nin Şair Evlenmesi'dir. *Edebiyatımızdaki ilk pastoral şiir A.Hamit Tarhan'ın Sahra adlı şiiridir. *Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman denemesi Nabizade Nazım'ın Zehra adlı eseridir. *Edebiyatımızda çoçuklar üzerine yazılmış ilk eserler Nabi'nin Hayriye'si ve Sümbülzade Vehbi'nin Lütfiye'sidir. *Edebiyatımızdaki ilk eleştirmen Namık Kemal'dir. *İlk çoçuk yayınımız ise Eftal ve Mümeyyizdir.(1869) *Türk Edebiyatı'nda bilinen ilk çocuk gazetesi Çocuklar İçin Mümeyyiz'dir. *Hazine-i Evrak ilk edebiyat dergimizdir. *Türk Edebiyatı'nda iç monolok tarzı yazılmış ilk roman Bir Düğün Gecesi'dir.(A.Ağaoğlu) *Türk Edebiyatı'nda yayınlanmış ilk öykü kitabı Emin Nihat Tarlan'ın *Müsameratname'dir.(1872) Türk Edebiyatı'nda mensur şiir yazımı ilk defa Halit Ziya ile başlar. *Türk Edebiyatı'nda post-modern tarzda eser veren ilk yazarımız Oğuz Atay'dır.(Tutunamayanlar) *Türk Edebiyatı'nda batıdan yapılan ilk fabl çevirisi Şinasi tarafından yapılmıştır. *Türk Edebiyatı'nda yazıya geçirilen ilk masallar Billur Köşk Masalları'dır. *Türk masallarını ilk defa derleyen İ.Kunoş adlı Macar bilim adamıdır. *Divan Edebiyatı'nın ilk şairi Hoca Dehhani, son şairi ise Şeyh Galip'dir. *İlk yerli çizgi roman, Türk Kahramanı Köroğlu'dur.(1953) *Ülkemizde ilk çocuk çizgi roman türü Kara Maske'dir.(1943) *Beyanname ile yayın hayatına giren ilk edebiyat topluluğu Fecr-i Ati'dir. *Cumhuriyet sonrası ilk beyanname yayınlayan edebi topluluk Yedi Meşaleciler'dir. *Kutatgu Bilik ilk Türk dünyası ansiklopedisisidir. *Batılı tekniğe uygun ilk ilk roman Aşk-ı Memnu'dur. *Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri Eşber'dir.(A.Hamit Tarhan ) *İlk bibliyoğrafya Keşfiz-Zünun'dur.(K.Çelebi) *İlk hatıra kitabı Babürname'dir.(Babürşah) *İlk hamse yazarı Ali Şir Nevai'dir. *Edebiyatımızdaki ilk antoloji Harabat'tır.(Z.Paşa) *Edebiyatımızdaki ilk atasözleri kitabı Durub-ı Emsal-i Osmaniye'dir.(Şinasi) *İlk mizah dergisi Diyojen'dir.(Teodor Kasap) *Edebiyatımızdaki ilk hikaya kitabı Letafet-i Rivayet'tir.(A.Mithat) *Basılan ilk küçük hikaye kitabı Küçük Şeyler'dir.(S.Sezai,ilk gerçekçi hikaye) *Edebiyatımızdaki ilk fıkra yazarı Ahmet Rasim'dir. *Bilinen ilk Türk yazarı Yollug Tigin'dir. *İlk mensur şiir yazarı R.Mahmut Ekrem'dir. *İlk sosyolog Ziya Gökalp'tir. *Ülkemizdeki ilk müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale'dir. *Edebiyatımızdaki ilk çağdaş roman Mai ve Siyah'tır.(Halit Ziya) * Edebiyatı'ndaki ilk deneme yazarı Nurullah Ataç'tır. *İlk tezkiremiz Mecalis'ün Nefais'tir.(A.Şir Nevai'dir) *İlk matbaada basılan ilk kitabımız Vankulu Lügati'dir. *İlk edebi topluluk Servet-i Fünun'dur. *İlk divan sahibi sanatçımız Yunus Emre'dir. *Türk şiirinin en eski lirik şiir örneği Aprın Çar Tigin'dir. *Aydınlar arasında heceyi ilk kez deneyen sanatçı M.Emin Yurdakul'dur. *Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan sanatçımız M.Emin Yurdakul'dur. *Serbest müstezatı aruzla deneyen ilk şairimiz Tevfik Fikret'tir. *Şiirde noktalam işaretini ilk kez kullanan Servet-i Fünun sanatçısı Tevfik Fikret'tir. *Divan Edebiyatı'nın Sebk-i Hindi tarzını ilk temsilcisi Naili'dir. *Edebiyatımızda anjabmanı ilk kez Tevfik Fikret kullanmıştır. *İlk Türkçe gazete 1831'de kurulan Takvim-i Vaka'dır. *İlk Türkçe özel gazete 1860'da kurulan Tercüman-ı Ahval'dır. İlk Nobel Edebiyat Ödülü alan ilk Müslüman yazar Necip Mahfuz'dur. *Amerikan Kız Koleji'nde okuyan ilk Türk Halide Edip Adıvar'dır. *Hayat hikayesini İngilizce yazan ilk yazarımız Halide Edip Adıvar'dır. *Milli Mücadele'de bulunan ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır. *Türkiye'de kurulan ilk kadın derneği kurucularından biri Halide Edip Adıvar'dır. *Atatürk'e muhalefet olan ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır. *Sürgüne gönderilen ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır...
110 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 4 years ago
Text
Nihal Yeğinobalı / Vincent Ewing mahlasıyla yazdığım Genç Kızlar’ın çevirmeni olarak iki evlilik teklifi aldım
Tumblr media
1949 yılında kolejden yeni mezun çevirmen Nihal Yeğinobalı’ya yayıncısı acilen bir çeviri romana ihtiyacı olduğunu söyler. Yeğinobalı yaz tatilinde 1,5 ayda Genç Kızlar’ı yazar, Vincent Ewing ismiyle gönderir. Roman birbiri ardına baskı yapıp 150 bin satar. 10 yıl sonra gerçeği açıkladığında ilgi çekmez. 1988’de Cumhuriyet’te bir kez daha sahte çeviriyi ifşa ettiğinde büyük yankı uyandırır
Efendim, konuşmamızın çerçevesini belirleyebilmek için izin verirseniz önce bu söyleşiyi neden yapmak istediğimi söyleyeyim. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık Bölümü'nde çalışmaktayım. Çeviri konuları doğal olarak her yönüyle ilgi sahama girmekte. Uzun süredir sözdeçeviriler üzerine bir çalışma yapmak istemekteydim. Ancak, inceleme alanımı belirlemiş olduğum halde, hangi metin üzerinde çalışma yapacağımı bilemiyordum. 5 Haziran 1988 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "Utandığım İçin Açıklayamadım” başlıklı söyleşide Genç Kızlar romanıyla ilgili yaptığınız açıklamalar dikkatimi çekti ve sözdeçeviriler üzerine yapacağım incelemede Genç Kızlar'ı esas alabileceğimi düşündüm. Daha sonra Kadınca dergisinin Ağustos 1988 sayısında yayınlanan söyleşiyi okudum. Her iki söyleşi Genç Kızlar'ın sözdeçeviri olarak oluşmasına neden olan etmenlere değişik yönleriyle değiniyordu. Elimizdeki bu kıymetli bilgilerin üstüne sizinle söyleşi yapmak istememin nedeni Genç Kızlar romanına çeviri kuramı/çeviri edimi etkileşimi çerçevesi içinde bakmak istemem. Doğal olarak metnin çeviri olarak sunulmasına neden olan toplumsal, ekinsel nedenlere değinmemiz gerekecek.(l)
Nihal masum kızdır, bu cümledeki cinselliğin anlamını bilmiyordur, demişler
İsterseniz söyleşimize önce Genç Kızlar'ın nasıl "çeviri" olarak oluştuğuna değinerek başlayalım. Genç Kızlar romanını hangi tarihte, ne şartlar altında yazdınız? -1949-1950 yıllarıydı sanıyorum. Tam olarak hatırlayamıyorum. Kitabın yazılması 1949 olmalı. Yayınlanması 1950'ye kalmış olabilir. Bir roman yazmayı eskiden beri istiyordum. Kolejden diplomamı almadan çeviri yapmaya başlamıştım. Ben de roman yazabilirim diyordum kendi kendime ama bana "sen daha küçüksün, büyüyünce yazarsın", diyorlardı. Hayatımı da çevirilerle kazandığım için ayrıca vakit ayırıp, böyle bir etkinliğe girmeme olanak yoktu. Bu fırsat elime tesadüfen geçti. Manisa'ya tatile gidiyordum. Yayınevinden bana acele bir çeviri gerektiğini söylediler. Şunu belirteyim ki, çevirmen olarak çalışıyor, çevirmen olarak para alıyordum. Fakat aslında editör de bendim. Çünkü esas editörden daha iyi İngilizce biliyordum. Kitapları daha yakından takip ediyordum. Kitaplan ben seçerdim. İsimler Türkçeleştirilecek ise, ki o zamanlar romanların isimleri Türkçeye değiştirilerek çevriliyordu çok zaman, onları ben bulurdum. Reklamlarını da ben bir araya getirirdim. Yani editör bendim. Bunun üzerine yayınevine Manisa'da oturan amcamın evinde 10-15 yıl öncesinden kalma bir deste yabancı dergi olduğunu ve bu dergilerde çok güzel bir tefrika Amerikan romanı okuduğumu ve o romanı çevirebileceğimi söyledim. Copyright sorunu çıkmaması için tarihi eskiye attım. Kabul ettiler. Böylelikle çeviri yapar gibi bir disiplinle her Allah'ın günü romanı yazdım. Her akşam üzeri yazdığım kısmı eksprese yetiştiriyordum. Ertesi gün elimde bir gün öncesinin son cümlesi dışında hiçbir şey olmazdı. 1,5 ayda bitirdim. Böylece ortaya çıkmış oldu. Yani kitap bitinceye kadar yayıneviyle görüşmeleriniz posta yoluyla oldu.
Peki, yayınevi yetkilileriyle karşılaştığınızda reaksiyonları nasıl oldu?
- Manisa'dan İstanbul'a dönerken endişe duymaya başladım. Karşımdakiler büyük büyük adamlardı. Bayağı ürktüm. Ayaklarım geri giderek yayınevine gittim. Mürettiphaneden bir iki çocuk geldi. Kapı aralığından bana bakıyorlardı. Ben bunları hep kötüye yordum. Tamamen paranoyaya girmiştim o zaman. Ama sonra anladım ki büyük heyecan yaratmış kitap yayınevinde. Hatta aralarında epey tartışmalar olmuş. Kitapta kullandığım cinsellikle ilgili bir cümle üzerine bahse girmişler mesela. Nihal acaba ne yazdığını bilerek mi çevirmiş yoksa bilmeyerek mi? Bir ekol "Canım kültürlü kız. Okudu yazdı. Biliyordur", diyormuş. Başkaları ise "Hayır, Nihal çok masum, bilemez. Ama o kadar iyi bir çevirmen ki bunu olduğu gibi çevirdi" diyormuş. Yayınevi beni hep el üstünde tutmuştur. Hepsi beni severlerdi, sayarlardı. O hiç bir zaman değişmedi. Ancak, sonradan gerçeği öğrenince bana küsmüşler.
Editörüm “telif yazarsan yılda 1, çeviri yaparsan 4 kitap çıkar” dedi, beni çeviriye teşvik etti
Genç Kızlar'ı sizin yazdığınızı yayınevi ne zaman öğrenmişti? - Ben Amerika'dayken öğrenmişler. Yayınevinde için için kıyamet kopmuş. Hop oturup hop kalkmışlar. Çünkü Genç Kızlar, 1 numaralı kitapları, herkes çok seviyor kitabı. Amerikalara yazılmış. "Who's Who"lar getirtilmiş, Bir türlü Vincent Ewing bulunamamış. O sırada kitabın yeni bir baskısı durdurulmuş. Niçin durdurduklarını da bilmiyorum. Gelip hak iddia edersem diye mi? Yoksa kızgınlıklarından mı? Bilemiyorum. Eşimden ayrılıp Türkiye'ye döndüğümde eski editörüm bana zor selam verdi. Bu olayı hiç kabul edemedi. Ama siz onlara özgün bir çalışma yapmak istediğinizi söylemiştiniz, değil mi? - Evet, tabii söylemiştim. İstemediler. Ama ne onlar suçlu ne de ben. Benim yaşımda bir kimsenin ilgiyle okunacak bir roman yazabileceğini düşünemiyorlardı. Ayrıca biraz önce sözünü ettiğimiz gibi, roman yazmak bir yana çevirirken bile bazı konuları anlayıp anlamadığımı sorguluyorlardı. Bunların yanı sıra yayınevi bir yerde ticari bir müessese. Çeviri kitaba daha çok talep vardı. Daha sonraki yıllarda Altın Kitaplar'la çalışmaya başladığımda editörüm bana telif kitap yaparsam senede ancak bir kitap yapabileceğimi ama çeviri yaptığım taktirde dört kitap yapabileceğimi açık olarak söylemiştir. Onlara çevirmen olarak daha yararlı olacağımı düşünüyorlardı. Yani şartlar bunu gerektiriyordu. Onun için yayınevlerini kınayamam doğrusu. Yani yayınevleri sizi çeviri yapmaya yönlendiriyordu, öyleyse belki iki açıdan yaklaşabiliriz konuya. 1950'li yıllarda öncelikle yaşınız küçük, özgün bir çalışma yapamayacağınızı düşünüyorlar. Ayrıca konusu bir ölçüde cinsellik olan bir kitabı genç bir hanımın yazması bir yana, çevirebilmesi bile hayretle karşılanıyor. İkinci bir neden de çeviri eserler makbul, ve rahat okuyucu buluyor. Bütün bu şartlar bir arada geldiğinde ise bir sözdeçeviri ortaya çıkabiliyor. - Evet.
Annem beni eleştirmedi, teşvik etti
Genç Kızlar'ın sizin özgün bir çalışmanız olduğunu aileniz biliyor muydu? - Yazdığım sırada bilmiyorlardı, sonra öğrendiler. Ama bu konu herhangi bir sorun yaratmadı. Annem çocuklarını destekleyen bir anneydi. Aslında olağandışı bir anneydi. Şimdi etrafıma bakıyorum da "Keşke bütün kız anneleri öyle olaydı", diyorum. Bizim okumamızı ve iş sahibi olmamızı isterdi. Bir Osmanlı kadını olmasına rağmen "Okuyacaksınız ve erkeğe esir olmayacaksınız," derdi hep. Onun için yaptıklarımızla daima iftihar etmiştir. Peki, o yıllarda çevrenizdeki yaşıtınız genç hanımlar böyle adımlar atabilirler miydi? - Hayır, zannetmiyorum. Genç Kızlar'ı Türk okuruna herhangi bir Türkçe takma ad altında sunmayı hiç düşünmediniz mi? - Demin sözünü ettiğimiz gibi, o yıllarda çeviriler çok revaçtaydı, daha fazla okunuyordu. Bu durum uzun yıllar böyle devam etti. Ayrıca kolejden yeni mezun olmuştum. O edebiyat ile belki daha çok yoğrulmuş durumdaydım. Bana o yönden de yakın gelmiş olabilir. Fakat kesin olarak çeviri romanlar daha çok okunuyordu. Sözdeçeviri konusunda daha önce herhangi bir şey duymuş muydunuz? - Hayır, sonradan Bir Çalgıcının Seyahatleri'nin böyle bir macerası olduğunu duydum. O kitabı okumadım. Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. O yıllarda eğilim bu durumun tamamen tersineydi. Çalıkuşu dahil birçok tanınmış romanın aslında Fransızcadan, İngilizceden alınıp Türkçeye ve Türkiye'ye oturtulmuş olduğunu duyardık. Ve bunun birçok örneklerini de görürdük. Ben yazdım diye çıkardı ortaya, kendisi yazmamışt�� halbuki. Tamamen benim yaptığımın tersi bir durum. Genç Kızlar'ın çeviri olmayıp kendi eseriniz olduğunu açıklamayı o ilk yıllarda hiç düşünmediniz mi? - Çok seneler sonrasına kadar hayır, hiç düşünmedim. İlk olarak ne vakit gerçeği okura açıkladınız?
10 yıl sonra gerçeği açıkladım, hiç yankı uyandırmadı
- Aşağı yukarı yazıldıktan 10 sene kadar sonra Vatan gazetesinde küçük bir açıklamam çıktı. Genç Kızlar’ı ne şartlar altında yazdığımı anlatmıştım. Hatta hâlâ aklımdadır. Genç Kızlar’ı yazarken aylardan ramazan olduğu ve benim de oruç tuttuğum ve belki de açlığın verdiği bir zihin açıklığı ile yazdığım yazılıdır o yazıda. Fakat o açıklama hiç yankı uyandırmadı. Sanki hiç açıklama yapmamışım gibi olmuştu. Seneler sonra Cumhuriyet'te sözünü ettiğiniz açıklama çıkınca bu konu ilk olarak okurun ilgisini çekti.
Sizce Vatan gazetesinde çıkan açıklama neden dikkati çekmemiş olabilir? - Ben de bilemiyorum. Aslında o açıklamanın olay olacağını zannetmiştik. Hatta dahası var onun. 1960'lı yıllardı sanıyorum. Yanılmıyorsam Yeni İstanbul gazetesiydi. Genç Kızlar'ı Türkiye'ye getirmemi, bir Türk romanı gibi yazmamı istediler. O sırada ben kocamdan ayrılmıştım. İki çocuğumla beraberdim. Nereden ne para kazanacağımı bilemiyordum. Ayrıca, bu kitabı artık yavaş yavaş üstüme almak ihtiyacını duyuyordum. Bu isteğe olumlu karşılık verdim. Çünkü editör Genç Kızlar'ın telif olduğunu bildirerek heyecan fırtınası kopartmak istediğini söyledi. Bu benim için makbuldü. Oturdum, kitap üzerinde gerekli değişiklikleri yaptım ve onu Bir Erkek Geldi adıyla tefrika ettik. Fakat editör nedense sonradan fırtına kopartmaktan vazgeçti ve kitap hakkında birkaç satır bir şeyler yazdı. Ben de doğrusu güç duruma düştüğümü hissettim. Fırtına koparılmadıktan sonra anlamı kalmıyordu. Fakat bu dahi dipsiz kuyuya atılan bir taş oldu. Farkındaysanız bu açıklama da kamu belleğinde hiç bir iz bırakmamıştır. Sadece o sırada birkaç filmci çıktı karşıma. Onlar da aslında bu yeni açıklamadan ötürü değil, gene Genç Kızlar'ı filme çekmek içindi. Sonunda kitabı Turgut Demirağ filme çekti. Bir Erkek Geldi'de kullandığım bazı adları filmde kullandık, o kadar. 60'lı yıllarda Türkiye Yayınevi faaliyetlerini sürdürmüyordu galiba, değil mi? - Evet, o yıllarda Türkiye Yayınevi artık yoktu. Genç Kızlar'ın yayınını Altın Kitaplar'a devrettiğinizde, onlar kitabın sizin özgün çalışmanız olduğunu biliyorlar mıydı? - Evet, işe bilerek başladılar. Türk yazın dizgesinde değişik dönemlerde değişik nedenlerle yazarların takma ad kullandıklarını biliyoruz. Bu yaklaşıma en azından belli dönemler için "gelenek" diyecek olursak, okura ve yayınevine yaptığınız açıklamadan sonra, yayınevinin kitabı sözdeyazar Vincend Ewing adı altında yayınlamaya devam ediyor olmasını bu "geleneğe" bağlayabilir miyiz? - Hiç düşünmedim bunu. Böyle olarak düşünmedim. Çünkü Vincent Ewing'i de takma ad olarak düşünmediğimi sanıyorum. O bendim, yani.. Sizin açınızdan öyle olmalı. Ama yayınevi açısından durumu acaba nasıl değerlendirebiliriz. - Bilemeyeceğim, ama ilk başta inanmamış bile olabilirler.
Manisalı kızlar romanı öyle benimsemişti ki kahraman isimlerini lakap olarak kullanıyordu
1950'li yıllarda Türk edebiyatında Genç Kızlar konusunda romanlar üretiliyor muydu? - Bazı romanlar vardı ama konu genç kızlar değildi. Bu tek oldu zannediyorum. Çünkü o dönemin benzer romanlarında kahramanlar genç kız, genç erkek olabilir ama genellikle konu bir genç kızla bir genç erkek arasında geçer. Genç Kızlar'da farklı. Heyecanı da bu zaten. Genç kızların duyguları, konuşmaları, yaşantıları "içerden" birinin bakışıyla veriliyor, gerçekçi ve ayrıntılı olarak, adeta "sıcağı sıcağına". Kitap bu yüzden heyecan yarattı belki de. Nitekim Genç Kızlar'ın çevirmeni olduğum için iki evlilik teklifi bile aldım. Bir de hiç unutmam, kitabın yayınlanmasından sonraki yaz, gene Manisa'ya gitmiştim. Bir de baktım, oradaki genç kızlar romandaki kişileri aralarında paylaşmış "Genç Kız"cılık oynuyorlar. Hatta karısından ayrıldığı için mutsuzluktan kendini içkiye verdiği söylenen yakışıklı bir doktor adama "Gabriel Samson"luğu yakıştırmışlardı. Yani genç kızlar ve kadınlar romanda kendilerini buluyorlardı. Erkekler ise gizemli ve kendilerine yarar olan bir dünyanın içyüzünü gördükleri için kitaba büyük bir ilgi duyuyorlardı sanıyorum. Genç Kızlar'ın duyguları Genç Kızlar'dan önce belki böyle bir dille Türk edebiyatında en azından yaygın olarak ele alınmamış oluyor galiba. Şayet 50'li yıllarda Genç Kızlar konusunda romanlar Türk edebiyatında üretiliyor olsaydı, o vakit Genç Kızlar'ı acaba Vincent Ewing adıyla değil de kendi adınızla mı yayınlardınız? - İki türlü olabilir. Genç hanımlar Türkiye'de sadece genç kızlar konusunda değil de başka konular üzerine de daha çok yazıyor olsaydı, benim roman yazmam daha başlangıçta yadırganmazdı. Yani sizin Genç Kızlar'ı çeviri olarak okura sunmanız üzerinizdeki bazı kısıtlamalardan kaynaklanıyor, değil mi? Toplumun getirdiği kısıtlamaları size doğrudan yansıtan birimler olduğunu düşünebilir miyiz? Örneğin yayınevinin sizin roman yazamayacağınızı düşündüğünü söylemiştiniz. Yayınevinin üzerinizde belli bir baskısı olmalı. - Gayet tabii. Böyle bir konuda çeviri yapıyor olmam bile yadırgandı. Yani çevirmeni dahi kabul edemeyen bir zihniyet. O zaman ister istemez Vincent Ewing olacaksın. Aynca, Vincent Ewing olmasam belki o sahneleri o kadar rahat yazamazdım. Tabii çevirinin getirdiği bir rahatlık var. - Evet, bir başka ismin arkasına gizlenmek büyük bir rahatlık. Söz yazardan açılmışken, sözdeyazarımız için neden bir kadın adı değil de bir erkek adı kullandığınızı hiç düşündünüz mü acaba? - Daha önce düşünmemiştim. Galiba cevabım biraz feministçe olacak. Yani erkek hegemonyasının bilinçdışı bir sonucu, öyle değil mi? Belki de erkek adım daha ağırlıklı, daha kabul edilebilir olarak düşünüyoruz. Bir anımı nakledebilir miyim? Türkiye Yayınevi'ndeki arkadaşlardan biri, bizden biraz küçük bir genç, bir akşam yemeğinde beni dansa kaldırdığında Genç Kızlar konusunu açtı ve bana söyle dedi: "Senin hayatında mutlaka Gabriel Samson gibi bir erkek olmuştur. O vahşi kırmızı aylı geceyi yaşamamış olsan böyle çevirebilir miydin?" Evime döndüğüm zaman bu sözlere isyan ettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Öyle bir adam tanımış olmaya, öyle bir gece geçirmiş olmaya bir Türk kızının hakkı yok muydu? Hayır, yoktu. O zamanki Türk erkeği bu tür haklan yalnızca kendine tanıyordu. Şimdi düşünüyorum da sonradan bir Amerikalıyla evlenmemin nedeni belki de bu zihniyete karşı duyduğum tepkidir. Yani, sorunuza dönecek olursak sanırım tek şansım bir erkek adının arkasına sığınmaktı.
Havaya girdim Ewing’e biyografi yazdım
Genç Kızlar'ın Türkiye Yayınevi'nden çıkan ilk baskısında hem özgün metnin adı verilmiş hem de Vinsent Ewing hakkında oldukça ayrıntılı bilgi var. Hatta sözdeyazarın bir kara kalem resmi var. Bu bilgileri vermenizi acaba yayınevi mi istemişti? - Ben bu oyunun iyice havasına girip inandırıcı olmak için yazmış olmalıyım. Ama genel olarak çeviri kitaplarda yazar hakkında bilgi verilir, bir önsöz yazılır. Bu normaldir. Türkiye Yayınevi'nden sonra Altın Yayınevi kitabı yayınlamaya başlıyor. Onlar da Vincent Ewring hakkında bilgiye yer verdiler mi acaba? - Hayır. Onlar bilerek başladılar bu işe. Sadece yazar Vincent Ewing deyip bıraktılar. 1988'de Cumhuriyet gazetesinde çıkan ve Genç Kızlar'ın çeviri olmayıp kendi çalışmanız olduğunu açıklayan yazınız Vatan gazetesinde yaptığınız ilk açıklamanın aksine geniş bir yankı uyandırdı. Bu yankıyı nasıl değerlendiriyorsunuz. Biraz önce sözünü ettiğimiz Türk yazın dizgesi geleneğinde yaşanan bazı değişiklikler böyle bir yankının nedeni olarak düşünülebilir mi? - Ben bunu birkaç yönde birikim olarak düşünüyorum. Bir kere benim meslek hayatımın muazzam bir birikimi oldu. Hakikaten biraz yüzüm kızararak söyleyeyim ama her çevirmene nasip olmayan bir ağırlık taşır oldu adım. Sırf çevirmen olarak değil, Türkçemin iyi olarak düşünülmesi de beni ayrı bir konuma getiriyordu. Ayrıca o arada Genç Kızlar da 15. baskısını idrak etmişti. Birkaç nesil geçmiş ve o da bir klasik olmuştu. Bir başka nokta da telif romanların konumundaki değişiklikler sanıyorum. Genç Kızlar yazıldığı zamanlar telif romanlar ikinci, üçüncü sınıf olarak ele almıyordu. Şimdi artık öyle değil. Onun için "Telif mi? Çeviri mi?" tartışması daha başka bir anlam taşıyor. Cumhuriyet'teki yazının başlığında "Çeviri diye çıktı, 150 bin bastı" gibi bir ifade vardı. Bunun üzerine düşünmeye başladık zannediyorum. Yani okur, "Biz nasıl bir toplummuşuz ki telif olarak satmayan bir roman çeviri olarak bu kadar çok satabiliyor", dedi galiba. Bütün bunlar zihinleri meşgul etti. Bu konuya bağlı olarak size kurmaca bir soru sormak istiyorum izin verirseniz. Şayet siz 1990 yılında 20-21 yaşında bir çevirmen olsaydınız, Genç Kızlar'ı yine çeviri olarak mı yayınlardınız? - Sanırım özgün eserim olurdu. Çünkü şimdi cesur olan genç kız ve kadınlar için pek çok fırsat var.
Türkçede karşılığı yoksa tercümede aynen bırakılmalı
İsterseniz biraz da Genç Kızlar'ın üretilme sürecinde masa başında geçirdiğiniz saatlere dönelim. Yukarıda söz ettiğimiz gibi sözdeçevirinize sadece sözde bir yazar adı, sözde bir özgün metin adı vermekle kalmayıp metin içinde geçen bütün karakterleri, yer isimlerini, hitap şekillerini, kurmaca metin adlarını olmayan bir kaynak metinden almışsınız. Örneğin, sözdeçeviri metinde okulun sahibesi ve müdiresine Bayan Ludlow değil de Mrs. Ludlow diyorsunuz. Öğrenciler de aynı doğrultuda Miss Smith, Miss Dunn, Miss Karova olarak anılıyor. Anglo-Sakson kökenli hitap sözcüklerini sözdeçeviri metinde aynen özgün metinde olabilecekleri gibi kullanmanız bilinçli bir seçim mi? - O zaman öyleydi ama. Bu "bayanlar" yeni çıktı. Çeviri metinde "Mrs." "Miss" diye bırakılırdı çoğu kez. Türkçeleştirme yoluna gidilmiyordu demek. Saygın olarak kabul edilen çeviride tercih bu yoldaydı belki de. Gerçek bir çevirinize bakacak olursak, örneğin Jane Austen'dan yaptığınız Pride and Prejudice çevirisine, özel isimleri yine aynen özgün metinde olduğu gibi bıraktığınızı görüyoruz. Ancak hitap sözcüklerini yer yer Türkçeleştirmişsiniz, örneğin "Mr. Bennet" değil "Bay Bennet", "Mrs. Bennet" değil "Bayan Bennet" diyorsunuz. Ama "Miss Darcy" aynen olduğu gibi bırakılmış. Ayrıca "Sir William Lucas" da olduğu gibi bırakılmış. Yani genelde gerçek çevirilerinizde de hitap sözcüklerini özgün metinde olduğu gibi bırakmak eğiliminde olduğunuzu görüyoruz. Sizce özgün metne özgü bu gibi ifadeler Türkçeleştirilmemeli mi çevirilerde? - Türkçede karşılığı yoksa çevrilmemeli. Çünkü hem "Miss"e hem "Mrs."e "Bayan" demek bence çok aykırı kaçıyor. İngilizcede böyle bir ayrım var ve güzel bir ayrımdır. Kişiye bir boyut daha kazandırıyor. Madem ki Türkçede yok onu özgün dilde olduğu gibi bırakmak daha yerinde olur diye düşünüyorum. Asalet ünvanları da öyle. Metin içinde İngilizce çıkışlı özel isimleri İngilizce yazımlarına uygun olarak yazmışsınız. Türkiye Yayınevi'nce yayınlanan 1. baskıda bu sözcüklerin Türkçe okunuşlarını ayrıca bir liste halinde vermişsiniz. Acaba 50'li yıllarda yabancı isimler Türkçe okunuşlarıyla mı yayınlanıyordu? - Evet, o yıllarda öyleydi Türkiye Yayınevi sistemli bir şekilde çeviriler üzerinde çalışıyordu. Tabii telif eserler de yayınlanıyordu. Hatta birkaç gazete çıkarmıştı. Bir yerde Türkiye Yayınevi bir mektepti. Okurun okumasını istiyordu. Okuru da bir yerde eğitmek gerekiyordu. Okura kolaylık getirmek önemliydi. Okur, içinde üst üste birkaç sessiz harf olan bir yabana sözcüğü okumaz endişesindeydik. Elimizden gelen kolaylığı gösteriyorduk. Genç Kızlar romanının çeviri olduğunu düşündüren dil örgüleri sadece yukarıda sözünü ettiğimiz özel isimler, hitap sözcükleri ve benzerleri değil. Ender olsa bile sözdizimi de metnin çeviri olabileceğini düşündürüyor. Örneğin: "Şimdi Mrs. Ludlow'a aldıran kim"diyorsunuz bir yerde. Bir başka yerde "Hem zaten adam yüzde yüz sersemin biridir" gibi bir ifade kullanmışsınız. Bu gibi tümceleri oluştururken okuru metnin çeviri olduğuna inandırmayı mı düşünüyordunuz? Yoksa çevirmen olduğunuz için farkına varmadan mı bu gibi yapılara sözde çevirinizde yer verdiniz? - Tamamen farkında olarak yaptım. Okuru değil ama editörü inandırmaya çalışıyordum. Bilinçli olarak bazı yerlere "tercüme kokusu" verdiğimi çok iyi hatırlıyorum. Peki, çeviri aslında çeviri kokmasın mı isteniyordu? - A, tabii. Bu "tercüme kokusu" deyimi hiç dillerden düşmüyordu. Benim çok heyecan uyandıran ilk çevirim Allah'ın Bahçesi’dir. Hiç çeviri kokmuyor diye övmüşlerdi. Bu koku meselesi çok önemliydi. Hemencecik adım duyuldu. Çevirim seçildi çünkü çevirim tercüme kokmuyordu.
Üsluptan kaynaklanan zorlukları Türkçeye uyarlamak bıçak sırtı kararlar gerektirir
Efendim, biraz da genel çeviri normlarınızdan bahsedebilir miyiz? Çeviri için metinleri nasıl seçiyorsunuz? - Karşılıklı yayınevleriyle seçiliyor pek tabii. Ben epey senelerden beri yalnızca sevdiğim eserleri çevirmeye çalışıyorum. Bu da klasik olabilir, çağdaş olabilir, çocuk kitabı olabilir. Sevdikten sonra her şey olabilir. Yaptığınız çeviriler İngilizce'den değil mi? - Evet. Peki, İngilizcenin ana dil veya ara dil olarak kullanılmış olması seçiminizi etkiliyor mu? - İngilizcenin ara dil olarak kullanıldığı metinlerden de mecburi olarak çeviri yapıyoruz. Mesela Manuel Puig. İspanyolcadan değil İngilizceden çeviriyoruz. İspanyolca bilen az. Yahut aslı Rusça olan metinler mesela. O zaman şöyle tekliflerle karşılaşıyorum. "Nihal Hanım, çeviriyi özgün dilden yapamıyoruz, bari Türkçesi iyi olsun" diyorlar. Efendim, 40 yılı aşkın bir süredir Türk okuruna, Türk yazın dizgesine yaptığınız çevirilerle gerçek anlamda hizmet veriyorsunuz. Sizce okur çeviri bir metin okurken, o metnin çeviri olduğunu hissetmeli mi? - Zaten hissediyor. Ben galiba işin sentezine gidiyorum. Örneğin dili çetrefil olan bir yazardan yaptığım çeviride ben o çetrefil dili vermeye çalışıyorum. Fakat gene de Türk okurunun yazan anlaması lazım diye de düşünüyorum. Bunu sağlamak için de yer yer özgün metinden uzaklaşma söz konusu olabilir. Bu arada eleştirmenleri anlamak da pek mümkün değil. Mesela benim Örümcek Kadının Öpücüğü çevirim bazı yanlışlarla çıkmıştır. İyi niyetli bir okur bu yanlışların dizgi hatası olduğunu hemen anlayabilir. Tamamen konuşmalardan ibaret bir metin. Kopuk cümlelerle dolu. Bir eleştirmen "Çok saygı duyduğum Nihal Hanım bu çeviriyi aceleye getirmiş" diye yazdı. Çarpık cümleler, yanda kalmış cümleler, kekelemeler filan böyle yorumlandı eleştirmen tarafından. Çevirmen de burada bir bıçak sırtında hakikaten. Yakın geçmişte Fuentes'den The Old Gringo'yu çevirdim. Bir sayfa uzunluğunda bir cümle, örneğin. Türkçede böyle bir cümleyi olduğu gibi vermeniz imkânsız. Bir kere vurgu başka bir yere geliyor. Öncelikle neyin vurgulandığını belirlemeniz ve çevirinizi ona göre yapmanız lazım. İngilizcede ne vurgulanmışsa siz Türkçede aynı şeyi vurgulamak zorundasınız. O zaman cümleyi ister istemez bazı yerlerinden bölüyorsunuz. İşte bunlar bıçak sırtında kararlar.
Öznesiz cümle kurmak moda oldu
Efendim, yaptığınız çevirilere ayrı ayrı değinmemizin imkânsız olduğunu biliyorum. Genç Kızlar'ın ilk baskılarını bulabilmek için Beyazıt Kütüphanesi'ne gittiğimde Yeğinobalı soyadında neredeyse bir kutu dolusu kartla karşılaştım. Bunlar, iki özgün çalışmanız hariç, hepsi sizin çevirilerinizdi. 1940'lı yıllarda başlayan ve 1990'lara kadar uzanan ve umarız daha uzun yıllar devam edecek olan çeviri serüveninizde, bu aşamada, benimsediğiniz çeviri ilkeleriniz için bize neler söyleyebilirsiniz? - Kısaca, çevirmenin öncelikle kitabı çok iyi anlaması gerekmekte. Yazara saygı ön planda önem taşımalı bence. Onun dışında içgüdüsel olarak çalışmaktayım galiba. Hüsran Tangosu için Sayın Selim İleri Milliyet'te bir yazı yazdı. Kitabı anlatmış sonra benim çevirime geçmiş. Selim İleri'nin benim çevirim için söylediği bir cümle sanırım benimsediğim çeviri ilkelerinde de ışık tutuyor. Selim İleri yazısında "Kitabın hüznü ve mizahı Yeğinobalı'nın çevirisinde hiç güme gitmemiş" diyor. Aslında ben kitabın hüznünü de mizahını da vereceğim diye bilinçli olarak yola çıkmadım. Ama hüzün de mizah da orada var. Cümlelerimi kurarken gerçekten kılı kırk yarıyorum. Ayrıca cümlenin sesi benim için çok önemli. Tınlamalara çok önem veriyorum. Cümlenin tertibi sadece Türkçenin akıcılığı için değil de özgün metindeki vurgunun tam aktarılabilmesi için özel bir önem taşıyor. Söz etiğim bu noktalan tabii sadece cümle içinde değerlendirmiyorum. Cümlenin içinde bulunduğu paragrafı, paragrafın içinde bulunduğu sayfayı, kısmı, neticede metnin tamamım devamlı olarak değerlendirmek gerekiyor. Metnin müziğini,temposunu, anlamını her şeyi ayrıntılı olarak düşünmek gerekiyor. Yani iğneyle kuyu kazıyorum. Bir de, ilk bakışta çok basit gibi görünebilir ama bence dil ve biçem açısından yaşamsal önem taşıyor: öznesiz cümle kurmamaya çalışıyorum. Belli başlı Avrupa dillerindeki zamirlerin (İngilizcede he, she, it gibi) isim yerine kullanılması Türkçe çeviride sorunlar çıkarır. Yabancı dildeki zamire karşılık bolca "o" sözcüğünün kullanıldığı çeviriler buram buram çeviri kokar. Son yıllarda, bu tuzağa yakalanmak istemeyen çok yetenekli genç çevirmenlerin bu kez hiç öznesiz cümleler sıraladıklarını görüyorum. Okunan metinde kimin ne yaptığım anlamak adeta olanaksızlaşıyor. İşin hazin yönü bu aksaklıkların artık yadırganmıyor olması. Daha da korkutucusu, bu gibi aksaklıklara, örneğin özne gerektiği halde öznesiz sıralanan cümlelere, çok değerli, çok saygın yazarların eserlerinde de raslamaya başladım son zamanlarda. Efendim, size çeviriyle dolu nice kırk yıllar dilerim. (Işın Bengi / Ağustos 1990 / Argos dergisi / Arşiv çalışması: Figen Yanık, Dizgi: Serhan Yedig)
Genç Kızlar romanının tanıtım metni
Birbirinden güzel bir sürü genç kız ve bu genç kızların hepsinin birden aşık oldukları yakışıklı bir profesör. Bir kız kız kolejinin iç hayatını kendisine esas alan nefis bir aşk romanı. Vincent Ewing bütün hayatı boyunca bir tek kitap yazmıştır. Ondan evvel veya sonra ne bir tek makale ve ne de bir tek hikâye yazmıştır. Hatta mektepte bile en sevmediği işlerden biri tahrir vazifesi yazmaktı. 1905'de New York’ta doğan Ewing bir tiyatro mektebinde memur olarak çalışırken Genç Kızlar (The Curtain Sweeps Down) mevzuuna buldu. Birkaç ay içinde bu romanı yazdı ve bir daha da eline kalem almadı. Ailece zengin olan Vincent Ewing yeniden roman yazması için kendisine yapılan bütün cazip teklifleri reddetmektedir.
(1) Sözü geçen inceleme için bkz.: I. Bengi, "Çeviribilim, Çeviri Kuramı ve Sözdeçeviriler*. Dilbilim Araştırmaları, Ed. Ahmet Kocaman Ankara Hitit Yayınevi, 1990, s.107-117.
0 notes
okeanostercume · 5 years ago
Link
İngilizce yeminli tercüme, İngilizce dünyanın ortak dili olmak ile birlikte, siyaset, ticaret, eğitim, bilim, teknoloji, sanat, edebiyat ve
0 notes
erkankarakiraz · 5 years ago
Photo
Tumblr media
. Atölyede* yapılan çeviriler, 23 Şubat Pazar günü saat 19:00’da Portekiz Sinagogu’nda (Konak, Agora) gerçekleştirilecek bir kokteylin ardından yapılacak bir okuma ile İzmirli şiirseverlere sunulacak. _____ *Unesco Edebiyat Şehri Adayı, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Mevsim Akdeniz Şiir Çeviri Atölyeleri” kapsamındaki K2 Urla Nefes Alanında bir çeviriatölyesi düzenleniyor. Şairlerin, köprü dil İngilizce üzerinden karşılıklı olarak birbirlerinin şiirlerini çevirecekleri atölyede, günümüz Türk ve Yunan şiirinin tanınmasına katkı yapılması dışında ortak yanlarımızın farklılıklarımızdan daha fazla olduğunun bir kez daha keşfedilmesi, dostlukların pekiştirilmesi, ortak çalışma alışkanlığı ve kalıcı işbirliklerinin geliştirilmesi hedefleniyor. (Portekiz Sinagogu) https://www.instagram.com/p/B81E7Dzgg1OW0ln-TxhL4pCumJ-wznH9xtBocM0/?igshid=1vi663guuspts
0 notes
barkoturktv · 5 years ago
Text
Ekrem İmamoğlu'ndan İBB'de yeni atamalar
Tumblr media
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, iletişim ve medya ekibini yeni görevlendirmelerle güçlendirdi. İBB Başkan Danışmanı ve Sözcüsü Murat Ongun’un verdiği bilgiye göre, Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyalarında da görev alan Şükür Küçükşahin, Zilan Karakurt ve Ulaş Yılmaz ile Süleyman Sarılar’ın görevve sorumluluk alanları şöyle oldu: Şükrü Küçükşahin - İBB Medya İlişkileri Koordinatörü ve Yazılı Yayınlar Sorumlusu Zilan Karakurt - İBB Görsel Yayınlar Sorumlusu Ulaş Yılmaz - İBB Dijital İletişim (Sosyal Merdya) Sorumlusu Süleyman Sarılar - İştirak Şirketlerinden Sorumlu Basın Danışmanı Görevlendirmeleri yapılan dört ismin özgeçmişleri şöyle: Şükür KÜÇÜKŞAHİN: Üniversite öncesi öğrenimini İstanbul’da tamamladı, 1982 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Üniversite öğrenimini sürdürürken başladığı gazetecilik görevini sırasıyla; Ankara Ekspres, Günaydın, SABAH, Hürriyet, CNBC-e/NTV, Hürriyet’te sürdürdü. 2003-2016 arasında Hürriyet’te Köşe Yazarlığı ve Ankara Temsilci Yardımcılığı görevlerini birlikte yürüttü. Son beş yılda mezun olduğu A.Ü İLEF’de, ‘Siyaset Muhabirliği Dersi’ verdi. Uzun yıllardır Ankara Film Festivali yönetiminde görev yapmakta olup, Art Ankara Danışma Kurulu üyeleri arasında yer alıyor. “Kemal’in Gelişi”, “Adalet için Yürümek”, “15 Temmuz Gerçekleri” veöğrencisi Uğur Kocager ilebirlikte kaleme aldığı“Siyaset Muhabirliği” kitaplarını yazdı. Evli ve ve bir çocuk babası olan Küçükşahin, İngilizce biliyor. Zilan KARAKURT: Gazeteciliğe, 2000 yılında, Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi olarak eğitimini sürdürürken, CNN TÜRK’te başladı. Kanal bünyesinde birçok TV programı ve belgeselin yapımına katkıda bulundu. Daha sonra HABERTÜRK televizyonu belgesel departmanında çalıştı. 2011 yılında, uluslararası haber kanalı Al Jazeera’de görev aldı. Burada çalıştığı 4 yıl boyunca, yurtiçi ve yurtdışı belgesel projelerine katkı verdi. 2015 yılında Beylikdüzü Belediyesi WEB TV’nin kuruluşunda yer aldı. Kent ve insan hikayelerinden oluşan kısa belgeseller üretti. Aynı zamanda sosyal medya alanında uzmanlaştı. Evli ve iyi derecede İngilizce konuşmaktadır. Ulaş YILMAZ: Yeditepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe ve Çeviribilim bölümlerinden 2012 yılında mezun oldu.Halen aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Siyaset Felsefesi ve Dijital Medya İletişimi üzerine doktora çalışmalarına devam etmekte. Birçok üniversitede, lisans ve yüksek lisans programlarında ‘dijital iletişim’, ‘yeni medya’, ‘kamu iletişiminde yeni medyanın kullanımı’ gibi konularda dersler ve seminerler verdi. Kadıköy Belediyesi Sosyal Medya ve Dijital İletişim Bürosu'nun kuruculuğunu ve yöneticiliğini yaptı. İzmir Bergama’da sosyal fayda amaçlı faaliyet yürüten Güzel İşler Derneği’nin kurucusu ve yöneticisidir. Arkeoloji, felsefe ve sanat tarihi konularıyla ilgilenmektedir. İleri seviyede İngilizce, İspanyolca bilen Yılmaz, çeviri düzeyinde de Latince çalıştı. Süleyman SARILAR: 1964 yılında Konya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimi tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Aynı fakültede Gazetecilik Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisansı’nı tamamladı. Meslek Hayatına 1984 yılında İstanbul’da Anadolu Ajansı (A.A) muhabiri olarak başladı. İki yıl sonraCumhuriyet Gazetesi’ne geçti. 1991’e kadar Cumhuriyet Gazetesi’nde insan hakları ve politika muhabirliği yaptı. Bu süreçte yabancı dil bursuyla Fransa Paris’te Fransızca dil eğitimi aldı. Cumhuriyet’ten ayrılarak Kasım 1998’e kadar Hürriyet Gazetesi’nde politika muhabirliğine devam etti. 1998 yılında TV sektörüne geçen Süleyman Sarılar bir haber kanalı olarak TV8’in kuruluşunda yer aldı, yayın editörlüğünü üstlendi. 2000-2001 yılları arasında Uğur Dündar ile Star Haber’de Haber Müdürü olarak çalıştı. 2001 yılında CNNTÜRK‘te çalışmaya başladı,Mehmet Ali Birand ile günlük haber programı Manşet’i hazırladı. Dünya liderlerini ekrana taşıyan Manşet’in yanısıra Birand’ın 32. Gün programına da katkı verdi. 2004-2007 yılları arasında CNNTÜRK Haber Müdürü olarak, kanalın tüm haber operasyonunu yürüttü. 2007 yılında Haber Direktörü olarak Mehmet Ali Birand ile Kanal D Haber ekibine katıldı. 2008 yılında Genel Yayın Yönetmeni oldu ve bu görevi 2018’e kadar yürüttü. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi Süleyman Sarılar evli bir çocuk babası.
Tumblr media
Read the full article
0 notes
nearasaburda-blog · 5 years ago
Photo
Tumblr media
İNDİRİM ORANI : %20 ETİKET FİYATI : 16 TL İNDİRİMLİ FİYATI :12.90 KAZANCINIZ : 3.10 Basım Dili: Türkçe YAZAR : John Steinbeck ÇEVİRİ : AYŞE ECE Orijinal Dil: İngilizce Basım Yeri:İstanbul Yayıncılık : SEL Sayfa Sayısı: 126 En / Boy: 13,50 / 19,50 cm Kağıt Cinsi: 2. Hamur sipariş KOD :0000000030 100 TL ve üzeri korgo BEDAVA ÖDEME YOLARI HESAP HEVALE KAPI DA ÖDEME FASTPLAY ÖDEME CEP BANK ÖDEME Sipariş watsap 05423532462 Ürün Tanıtımı Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan John Steinbeck’in çağımızın toplumsal ve insani meselelerini ustalıkla resmettiği eserleri modern dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alır. Steinbeck romanlarında yalın ve keskin bir gerçeklik sunarken yine de her seferinde çarpıcı bir öykü ile çıkar okurunun karşısına. Tarihin bir kesitindeki dramı insani ayrıntıları kaçırmadan sergilerken, "tozpembe olmayan gerçekçi bir umudun" türküsünü dillendirir. Bu nedenle eserleri edebi değerleri kadar güncelliklerini de hiç yitirmemiştir. Fareler ve İnsanlar, birbirine zıt karakterdeki iki mevsimlik tarım işçisinin, zeki George Milton ve onun güçlü kuvvetli ama akli dengesi bozuk yoldaşı Lennie Small’un öyküsünü anlatır. Küçük bir toprak satın alıp insanca bir hayat yaşamanın hayalini kuran bu ikilinin öyküsünde dostluk ve dayanışma duygusu önemli bir yer tutar. Steinbeck insanın insanla ilişkisini anlatmakla kalmaz insanın doğayla ve toplumla kurduğu ilişkileri de konu eder bu destansı romanında. Kitabın ismine ilham veren Robert Burns şiirindeki gibi; "En iyi planları farelerin ve insanların / Sıkça ters gider..." https://www.instagram.com/p/B38F-BSFYUk/?igshid=1qribticbvakm
0 notes
daktilokoncertolari-blog · 5 years ago
Text
Tumblr media
Tarih 3 Haziran 1963'tü..
O gün Nazım Hikmet ölmüştü..
Can Yücel BBC Türkçe Radyosunda spikerdi..
Nazım'ın ölümünü dinleyicilere duyurma görevi ondaydı...
"Ben bunu okuyamam.. Ben Nazım'ın ölümünü kabul edemem" dedi..
Haberi okumadı...
O gün hiç çalışmadı..
Radyo da yayın yapamadı..
Ertesi gün görevinden istifa ederek, memlekete döndü..
*. *. *
Bakan çocuğuydu..
Cumhuriyet döneminin en önemli bakanlarından birinin hem de..
Çoğu bakan çocuğundan farklıydı..
Çünkü hep geçim sıkıntısı çekti..
Basit yaşamayı seçti..
Malvarlığını soranlara şöyle açıkladı..
1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen..
2- Gökyüzünde bir bulut..
3- Bitlis’te beş minare..
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili..
5- Islıkla çalınabilen beş anonim türkü..
6- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı..
7- Palandöken’de bir palan, bir döken..
8- Kastamonu’nda üç kasto..
9- Üç fay hattı..
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma..
11- Dünyada mekân..
12- Ahirette iman..
13- Denizde kum..
14- Bir çuval gazoz kapağı..
15- Bir kibrit kutusu sigara izmariti..
16- Biri İngilizce, 6 adet küfür..
17- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht..
18- Anne babadan kalma, yarısı yaşanmış bir ömür..
*. *. *
Türkçe'nin en matrak, en lafını esirgemeyen şairiydi..
Cemal Süreya, onun için “Can Yücel kadar değişik teknikler kullanmış bir başka şairimiz yoktur” derdi..
Şiirlerinde resmen ayar verirdi..
Ağır küfürler ederdi..
“Küfür ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey, halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, küfür de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır” derdi..
Özgürlüğünü mısralara dökerdi.
“Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz,
Lan bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?”
Her şiirinde kendi ifadesiyle nasıl gol atacağının peşindeydi..
O, Türk şiirinin santrforuydu..
* * *
Şairliğinin yanı sıra, Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca bilirdi..
Çok çeviri yaptı..
Çevirileri başına iş açtı..
12 Mart muhtırasında Mao ve Che çevirileri için içeri attılar..
1974'te genel af ile özgür kalabildi.
Toplumsal sorunları hep gündeme getirdi..
Çarpık düzene mutlaka söyleyecek sözü vardı..
"Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Türk, öğün, çalış güven! demiş a,
Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz
Çalışıyor paralıya
Güvenen varsa, parasına güveniyor
Üstyanı öğün babam öğün!
Dövün babam, dövün!"
*. *. *
Edebiyat kadar içkiye de düşkündü..
İyi rakı içerdi..
“İçim rakı, dışım su" derdi.
Nasıl rakı içileceğini de şöyle mısralara dökerdi.
"Rakı sofrasında susulmaz arkadaş,
Hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın..
Arınacaksın gururundan, paşa gibi.
Şerefe ulan diyeceksin..
Şerefsiz Dünyaya inat şerefimize,
Kırar gibi tokuşturup kadehleri,
Gırtlağınla seviştireceksin meyleri..
Gömeceksin kendini şişelerin dibine, ölür gibi
içeceksin!..
Öleceksin arkadaş..
Oturtacaksın karşına geçmişini,
Güle güle küfür edeceksin...
Unutacaksın, unutur gibi içeceksin !
"İçiyorsan Rakıyı öve öve,
Söve söve kusacaksın ne varsa içinde.."
*. *. *
Gırtlak kanserine yakalandığında dostları artık dinlenmesini söyledi..
“Ben şairim, fil değilim.. Azrail'i bir köşeye çekilip bekleyemem. Meydanlarda ölmeliyim" dedi..
"Ömür dediğin üç gündür,
Dün geçti yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür..
O da bugündür." der gibi..
*. *. *
19 yıl önce öldü..
Şiir söyleyerek, rakı içerek, küfür ederek..
Vasiyeti üzerine çok sevdiği Datça'da gömüldü..
"Beni kuzum Datça’ya gömün.
Geçin Ankara’yı, İstanbul’u!.
Oralar ağzına kadar dolu..
Alabildiğine pahalı..
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona..
Burası nispeten ucuz..
Ortada kalma ihtimali de yok..
Hayır dua da istemez..
Dediğim gibi, beni Datça’ya gömün..
Şu deniz gören mezarlığın orda..
Gömü sanıp deşerlerse, karışmam ama!"
Anısına saygıyla....
0 notes
umudunpesinde · 5 years ago
Text
Things I Can Do
• Ygs Türkçe, Matematik, Sosyal
• Lys Edebiyat, İngilizce
• İngilizce'ye/den çeviri
• Yds
• C2 İngilizce
• İyi psikoloji bilgisi, iyi apa bilgisi, makale/deney düzenleme
• İz Sürme Testi
• Alzeihmer Test Bataryası
• Bender-Gestalt Testi
• Weschler Çocuklar İçin Zeka Testi
• Sekreterlik
• Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarla çalışma
• Alzeihmerlı bireylerle çalışma
• başka ne var unuttum
0 notes
keremulusoy · 5 years ago
Text
Türk edebiyatında hümanist düşünce denince akla ilk gelen isimlerden… İlyada ve Odysseia, Sophokles, Aristofanes, Hesiodos ve daha nice çevirileri; büyüklere masallar tadında yazdığı “Mitoloji Sözlüğü”; deneme türünde kaleme aldığı “İşte İnsan-Ecce Homo” ve “Sevgi Yönetimi”; tabii ki Anadolu kültür ve uygarlığı üzerine yazdığı, gezi edebiyatımızın başyapıtlarından sayılan “Mavi Yolculuk” ve “Mavi Anadolu” kitapları… Edebiyatımıza, fikir ve düşünce dünyamıza katkıları saymakla bitmeyen bir entelektüel: Azra Erhat…
Mavi Yolculuk Nedir? “Mavi yolculuğu anlatmak zordur, mavi yolculuğu yaşamak gerek… Mavi yolcu olmak ne demektir, diye sorarsanız, bu bir bilinç işidir derim. Bu bilinç insana bir ayrıcalık, bir üstünlük duygusu verir ama mavi yolcuyu çevresinden ayırmaz, tam tersine bu bir çeşit sağtöre aşılayarak bu ülküyü başkalarına da benimsetme hevesini verir. Bir mavi yolcu için en büyük başarı, kendisi bir mavi yolculuk düzenleyebilmek ve arkadaşlarına bir mavi gezi serüveni yaşatmaktır.” (Mavi Yolculuk kitabından)
Azra Erhat akademisyen, yazar ve çevirmen kimliğinin ötesinde önemli bir toplum bilimci, felsefe ve düşünce tarihini edebiyat metinleriyle çok iyi örtüştürebilen gerçek bir münevverdi. Onun kafa yorduğu mevzulardan biri de insanlığın geleneksel mirasından beslenen kadim geleneklerin, alışkanlıkların modern bireye miras olarak kalmayışıydı. Ona göre 20. yüzyılın sonlarında insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük felaket yabancılaşma illetiydi. Hangi coğrafyaya veya sınıfsal kategoriye ait olursa olsun modern zaman insanları, kültürüne, tarihine, diline, edebiyatına, coğrafyasına kısaca özüne yabancılaşıyordu. Nitekim ‘müzmin efkâr’ diye nitelendirilen depresyon, yalnızlık histerisi gibi zamane illetleri yabancılaşma neticesinde peyda olan modern hastalıklar sınıfındaydı. Büyük şehirlerde nimet gibi görünen esasında bir cenderede kıstırılmaktan başkaca anlamı olmayan tekdüze yaşamlar, çağın en büyük beşerî sorunuydu. Erhat, açık havaya ve doğal yaşama özlem duyan insanın bunu gerçekleştirmek için gittikçe endüstriye dönüşen turizm batağına düştüğünü de görüyordu. Büyük gemilerle tatil turlarına katılmak, curcunası bol tatil köylerinde birkaç hafta geçirmek amacıyla tüm yıl boyunca var güçle çalışıp didinmek yerine, mavi yolculuk yapmanın insana daha verimli ve sağlıklı geleceğini söylüyordu.
Azra Erhat’ın uzun uzun anlattığı mavi yolculuk felsefesi şaşaadan ve lüksten uzak, detaylardan arındırılmış, gereğinden fazlanın teknenin dışında kaldığı mütevazı bir serüvendir. Konfor aranmaz mavi gezilerde; teknenin bir tuvaleti vardır bir de duşu. Mavi yolcular yemeklerini bile kendileri pişirirler. Mürettebat sayısı asgaridir. Onların işi, yolcuğun rotasına uygun biçimde tekneyi hava şartlarına göre ilerletmektir. Teknik detaylar dışında tüm gemicilik ve balıkçılık faaliyetleri de mavi yolcuların sorumluluğundadır. Bu seyahat, kibirden ve şehir hayatının getirdiği bireycilikten kolektif bir bilinçlenmeyle kurtulmaktır.
Deniz Yolculuğundan Bir Fikir Akımına: “Mavi Anadoluculuk” Azra Erhat, fiziksel yolculuğun faydasını zihinsel konforun bozulması şartına bağlamıştır. 1950’li ve 60’lı yıllarda aralarında Sabahattin Eyüboğlu ve Halikarnas Balıkçısı’nın da yer aldığı bir grup şair, yazar, ressam ve entelektüel zamanın zor koşullarına ve olanaksızlıklarına aldırmadan zihinsel konforlarını bozarak deniz yolculuklarına çıkarlar. Teknelerinin adı da ruh halleriyle aynıdır. Uçarı… Kuzey Ege’den başlayan yolculukları hep deniz üzerinde, kıyılarda, antik coğrafyalarda geçer. Akdeniz Uygarlıklarının bereketli Anadolu topraklarındaki tarihi serüvenlerinin izinleri sürüyorlardır. Bu macera, aslında bir entelektüel fikir gelişimi, tarihi yeniden okuma ve yorumlama, elde edilen düşünsel gelişimin edebiyat, şiir, resim ve felsefe yoluyla aktarılması olarak tanımlanabilir. Nitekim Türk fikir tarihinde, öncülüğünü yine aynı isimlerin yaptığı (Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol) bu aydınlanma hareketi Mavi Anadoluculuk olarak adlandırılır.
Batılı Kaynakların Çevirisi ve Önemi Azra Erhat, Klasik Yunan Filolojisi uzmanı olarak Batılı kaynakların Türkçeye kazandırılması noktasında, gönül rahatlığıyla, Anadolu aydınlanmasına en çok katkı sağlayan isimdir diyebiliriz. Hasan Âli Yücel’in öngörüsüyle hayata geçirilen “Dünya Edebiyatından Tercümeler” projesi kapsamında Yunan klasiklerinden birçok temel eserin Türkçeye kazandırılmasında Azra Erhat’ın dil hakimiyetinin yanı sıra edebî yeteneğinin de payı vardır. Aristofanes’den Barış, Sophokles’ten Electra, Platon’dan Devlet, Jean Anouilh’dan Antigone Türkçeye ilk olarak kazandırılan klasik metinlerdir. Çeviri konusunda tecrübe sahibi olmaya başlayan ve önemini gitgide kavrayan Erhat, daha sonra Homeros’tan İlyada ve Odysseia’yı devamında da Herodot’u çevirmeyi kafasına koyar; bunu bir borç ve sorumluluk olarak görür. Batı yazın tarihinin en önemli eserlerinden olan Homeros’un destanlarını Türkçeye kazandırmak için bir çalışma programı hazırlar fakat nereden başlayacağını kestiremiyordur. Ve daha önemli bir diğer sorun da metinlerin birer manzume oluşudur. Şiir çevirmenin zorluğu, öncelik olarak hangisine odaklanmanın gerektiği gibi sorularla Sabahattin Eyüboğlu’na akıl danışır. Eyüboğlu, edebiyat tarihinin en klasik eserlerinden olan bu epik metinleri ancak bir şair ile birlikte çevirirse hakkını verebileceğini söyler ve ekler. “Mutlaka İlyada’dan başlamalısın!”
Homeros’a Türkçe Merhaba Şair A. Kadir’le birlikte on beş yıl sürecek olan bu devasa metinlerin çeviri macerasına böylece başlarlar. Azra Erhat, İlyada’nın ilk cildiyle 1959 Habip Edip Törehan Ödülü’nü, üçüncü cildiyle de 1961 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazanır. Tarih ve edebiyat ilişkisine çok aydınlatıcı bir perspektiften bakar. İnsanlık tarihinin en eski yerleşimi olan Mezopotamya Havzası, Anadolu ve Akdeniz üçgeni bir efsaneler, destanlar, göçler, masallar cennetidir. Bu anlatıların Eski Yunan ve Roma Uygarlıklarına mal edilmesinin nedeni, buralı yazarların diliyle Eski Yunanca ve Latince olarak yazılmasından başka bir şey değildir. Oysa tüm bu kadim hikâyeler Anadolu, Akdeniz, Mezopotamya ve Mısır topraklarında gerçekleşmiştir. Kültürel bir anafor ile çoğalmış sonraki nesillere anlatılarak var olmuşlardır. Tüm bu coğrafyaların ortak ürünleridir. Diller onları anlatma, geleceğe taşıma noktasında sembolik birer araçtır. Anlatıyı kültürel bir aidiyete dönüştürmemelidirler.
Deniz, Hep Yeniden Başlayan Deniz… (Valéry) Azra Erhat’ın gezi/seyahat türünün sınırlarını genişlettiği, felsefeden antropolojiye, arkeolojiden mitolojiye dek birçok disiplinden faydalanarak kaleme aldığı kitapları “Mavi Yolculuk” ile “Mavi Anadolu”da baştan sona “insancı” felsefesinin yansımalarını okuruz. Bu tür düşüncelerinin akisleri, anılarını anlattığı yazıları hariç, tüm deneme ve gezi yazılarında hatta bir metne sadık kalmasına rağmen çevirilerinde dahi hissedilir. Kitaplardaki anlatıcı derin bir hayat ve insan sevgisini damıtarak üslubuna yansıtan ‘ben’in sesidir. Anadolu’nun ve Akdeniz’in havasından, suyundan, dağından, taşından, denizinden, toprağından en önemlisi de insanın yüreğinden beslenir. Tüm hayatını tıpkı yazıları gibi insan ve doğa sevgisiyle geçirmiş olan yazarı, Mavi Yolculuk kitabında alıntıladığı Orhan Veli dörtlüğüyle selamlayalım.
“Gün olur alır başımı giderim, Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra.”                                           Orhan Veli
Azra Erhat çevirileri
Sabahattin Eyüpoğlu, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat
Azra Erhat, Nurullah Ataç, Sebahattin Ali, Bedri Rahmi, Necati Cumali, Orhan Veli
Yunus Nadi Ödülleri Jürisinden, Yaşar Kemal, Behçet Necatigil, Azra Erhat, Haldun Taner
NOT
Azra Erhat’ın Hayatı 1915’te İstanbul’da doğan Azra Erhat, ilk ve ortaöğretimini Belçika Brüksel’de tamamladı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bitirdikten sonra Klasik Filoloji Bölümü’nde asistanlık yaptı ve 1946’da doçent oldu. 1949-1956 yılları arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde yazıları yayımlandı. Uzun yıllar Milletlerarası Çalışma Bürosu Kütüphanesi’nde çalışan Erhat, Fransızca, Almanca, İngilizce, Latince ve özellikle Yunancadan yaptığı çevirilerle tanındı. Azra Erhat, 1982’de yaşama veda etti.
Azra Erhat’ın Çevirileri İlyada (1967 A. Kadir ile birlikte); Odysseia (1970 A. Kadir ile birlikte); Hesiodos-Eserleri ve Kaynakları (1977 Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte); Aristophanes-Eşekarıları, Lysistrata Kadınlar Savaşı ve Diğer Oyunlar (Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte); François Rabelais-Gargantua (Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol ile birlikte); Homeros-Tepegözlerin Mağarasında (A. Kadir ile birlikte); Homeros-Gül ile Söyleşi; Piri Reis-Yedi Deniz (A. Kadir ile birlikte); Platon- Şölen, Dostluk (Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte); Aiskhylos-Zincire Vurulmuş Prometheus (Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte); Antoine De Saint Exupery-Savaş Uçuşu, Küçük Prens; Colette-Dişi Kedi, Cicim
İnsancılık Bir Mutluluk Sorunudur “Döndüm dolaştım. Okudum düşündüm. Şu sonuca vardım ki, insancılık bir mutluluk sorunudur. Yani insan ancak mutlu olduğu zaman insan olur. Üstelik hümanizma ya da insancılık eğilimi gösteren öğretilerin asıl amacı ve son ereği insanın mutluluğunu sağlamaktır.” (Azra Erhat, Sevgi Yönetimi kitabından)
Azra Erhat ve Hümanizma Azra Erhat, “İşte İnsan” kitabında derin hümanizma anlayışını, insancıl bakış açısını şöyle açıklar: “Hümanizma, insanın kendine örnek seçtiği bir insanda bütün insanlığı görerek, bularak, severek insanlığı insanlık yolunda daha ileri götürecek işler yapmasıdır.” Bireyde tüm toplumu görmek ve sevmek, faydacılıktan uzak insan olmayı yeterli görerek sevmek, gerçek bir hümanist yaklaşımdır. Onun eserlerinin merkezinde bu “insancılık” duygusu vardır.
Azra Erhat’ın Eserleri Mavi Anadolu (1960-Gezi Yazısı), Mavi Yolculuk (1962-Gezi Yazısı), İşte İnsan-Ecce Homo (1969-Deneme), Mitoloji Sözlüğü (1972-Mitoloji), Mektuplarla Halikarnas Balıkçısı (1976-Mektup), Sevgi Yönetimi (1978-Deneme), Karya’dan Pamfilya’ya Mavi Yolculuk (1979-Gezi Yazısı), Troya Masalları (1981-Çocuk Masalı), Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına (Eleştiri), Gülleylâ’ya Anılar (Anı), Düşün Yazıları, Halikarnas Balıkçısı (Halikarnas Balıkçısı adına yayıma hazırlayan)
Yazar: Necati Bulut
*Bu yazı Marmara Life 2019 / Eylül-Ekim sayısında yayımlanmıştır.
Azra Erhat ve Mavi Yolculuk Türk edebiyatında hümanist düşünce denince akla ilk gelen isimlerden… İlyada ve Odysseia, Sophokles, Aristofanes, Hesiodos ve daha nice çevirileri; büyüklere masallar tadında yazdığı “Mitoloji Sözlüğü”; deneme türünde kaleme aldığı “İşte İnsan-Ecce Homo” ve “Sevgi Yönetimi”; tabii ki Anadolu kültür ve uygarlığı üzerine yazdığı, gezi edebiyatımızın başyapıtlarından sayılan “Mavi Yolculuk” ve “Mavi Anadolu” kitapları… Edebiyatımıza, fikir ve düşünce dünyamıza katkıları saymakla bitmeyen bir entelektüel: Azra Erhat…
0 notes
bizokuyoruz-blog · 6 years ago
Text
Kim bu Pınar? Kim bu Çiçek?
Bir memur çocuğu olan Pınar TURAN ÖZDEMİR Bolu’da dünyaya geldi. İlkokuldan itibaren üniversite yıllarına kadar memleketi İzmir’de yaşadı. 2002 yılında Gazi Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanarak Ankara’ya yerleşti. Ankara yıllarının özellikle son çeyreğinde hayatını akademide çalışarak geçirmek istediğine karar vererek İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisansa başladı. Buradan mezun oluncaya kadar çeşitli çeviri bürolarında çevirmenlik yaptı. 2011 yılında MEB bursuyla 8 aylık dil eğitimi almak için Moskova Puşkin Dil Enstitüsü’ne gitti. Yurda döndüğünde öykü çevirileri yapmaya başladı. Birkaç öykü çevirisi bir edebiyat ve kültür dergisi olan İzafi’de basıldı. 2013 yılında yine MEB bursuyla doktora eğitimini tamamlamak üzere 4 yıllığına Moskova’ya gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra nihayet akademi hayatına girme hayali gerçekleşti ve Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nde Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde çalışmaya başladı. Günlük hayatında akademiden tamamen bağımsız şeylerle uğraşmayı çok seviyor. O’nun için bunların başında can dostu Irmak’la (pardon Çiçek’leJ) TEOP kapsamında okumalar yapmak, piyano çalabilmeye çalışmak ve sokakta yaşayan hayvanlarla, özellikle kedilerle ilgilenmek geliyor J
Irmak Çiçek Yücel İstanbul’da doğdu. Pınar üniversite yıllarından kalma bir alışkanlıkla ona ilk adıyla hitap etse de kendisi ikinci adını kullanıyor. Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde okumaya başladı. Rus Dili ve Edebiyatı ve İngilizce Mütercim Tercümanlık bölümlerini bitirdi. Mezun olduktan sonra Rus Dili ve Edebiyatı’nda yüksek lisans yapmaya başladı. Pınar’la bu esnada tanıştılar. Araya giren koca koca mesafelere, zaman dilimlerine ve farklılaşan meslek tercihlerine rağmen arkadaşlıkları güçlendi ve derinleşti. Çiçek’in mesleki olarak ilgi alanı değişince İngilizce öğretmenliğini tercih etti. Şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. En sevdiği üç tane hobisi var: İlki tabii ki okumak.Yan flüt çalmak ise ona kendini en iyi hissettiren şeylerden biri. Ayrıca dans ediyor: Favorisi Lindy Hop.  Bir de yazmayı seviyor. Ama kendi deyimiyle bu onun için hobi değil bir ihtiyaç. Şimdilik yazdıklarını çoğunlukla kendine saklıyor.
0 notes
okeanostercume · 5 years ago
Link
İngilizce çeviri ve İngilizce tercüme, İngilizce dünyanın ortak dili olmakla beraber teknoloji, bilim, sanat, edebiyat, uluslararası ticarette de tercih edilen ilk dil
0 notes
haberihbarhatti · 7 years ago
Text
DERGİ - Tarihin en muhteşem kitabı: Ömer Hayyam'ın Rubaileri
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-tarihin-en-muhtesem-kitabi-omer-hayyamin-rubaileri/2578/
DERGİ - Tarihin en muhteşem kitabı: Ömer Hayyam'ın Rubaileri
Telif hakkı Alamy
1909’da Londralı iki ciltçiye dünyanın en muhteşem kitabını hazırlama görevi verilmişti: Ömer Hayyam’ın Rubaileri. Atlas Okyanusu’nun dibini boylayan bu kitap günümüzü hala nasıl etkiliyor?Titanik 14 Nisan 1912 gecesi Yeni Dünya’nın denizlerine gömüldüğünde, en seçkin kurbanı bir kitap olmuştu…” Bu sözler Lübnan kökenli Fransız yazar Amin Maalouf’un 1988’de yayımlanan tarihi romanı Semerkant’ta geçiyor.Sözü edilen kitap, 11. yüzyıl bilginlerinden İranlı Ömer Hayyam’ın Rubaileri’ydi. Bu şiirlerin çok sayıda yazılı kopyası olsa da bu kitap yeganeydi. Maalouf’un romanında da onun hikâyesi anlatılıyordu. 1900’lerin başında Londra’da iki ciltçi, George Sutcliffe ile Francis Sangorski eskiden kalma kitap ciltleme zanaatını yeniden canlandırmaya çalışıyor, ciltlerinde kullandıkları zengin desenlerle tanınıyorlardı. Henry Sotheran adlı kitapçı onlardan eşi benzeri olmayan bir kitap sipariş etmişti. Kitabın masrafı hiç önemli değildi. Dünyanın en muhteşem kitabını ortaya çıkarmaları için ciltçilere açık çek verilmişti.
Image caption
I. Dünya Savaşı öncesi yıllarda restoranlara, diş macunlarına, iskambil kağıtlarına bile Ömer Hayyam adı veriliyordu.
İki yıllık yoğun bir çalışmanın ardından 1911’de tamamlanan kitapta Elihu Vedder’in resimleri eşliğinde Ömer Hayyam’ın rubailerinin İngilizce yorumları yer alıyordu. Kitap ‘Büyük Ömer’ adının yanı sıra, ihtişamından dolayı ‘Muhteşem Kitap’ adıyla de tanınır olmuştu. Ön kapağında süslü üç tavus kuşu, arka kapakta ise Yunan sazı buzuki resmi işlenmiş olan kitapta, binden fazla yakut ve zümrüt gibi değerli taş, beş bin parça deri, gümüş, fildişi, abanoz ile 600 sayfalık 22 karat yaprak altın kullanılmıştı. ‘Büyük Ömer’Sotheran kitapçısı bu kitabı New York’a göndermek istiyordu. Ama Amerikan gümrüğünün talep ettiği yüksek gümrük vergisini ödemeyi reddettiği için İngiltere’ye geri gönderildi. Bunun üzerine Gabriel Wells bir müzayedede kitabı 450 sterline satın aldı (kitabın satışı için alt sınır 1000 sterlin olarak belirlenmişti). Wells de kitabı Amerika’ya göndermek istiyordu. Ama ne yazık ki başvurulan gemi onu taşımayı kabul etmedi.Mevlana neden ABD’de popüler? Kayıp Cennet ne anlatıyor?
Telif hakkı Alamy
Image caption
Rubailerin birçok versiyonu basıldı; bunlardan biri de Edmund Dulac’ın illüstrasyonlarını içeriyordu.
Bunun üzerine Titanik’e başvuruldu. Ancak kitabın hikayesi Titanik’in batmasıyla sona ermedi. Birkaç hafta sonra kitabı hazırlayan iki kişiden biri olan Sangorski tuhaf bir biçimde boğularak öldü. Diğerinin (Sutcliffe) yeğeni Stanley Bray ise kitabın ve ‘Büyük Ömer’in anısını canlandırmaya kararlıydı. Sangorski’nin orijinal çizimlerini kullanarak altı yıllık bir çalışmanın ardından kitabın yeni bir kopyasını yapmayı başardı. Bu kitap korunmak üzere bir banka kasasına kondu. Ama İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi uçaklarının Londra’yı bombalaması üzerine bu kitap da paramparça oldu. Bray kolları yeniden sıvayarak yeni bir kopya hazırlamaya koyuldu. Aralıklarla 40 yıl süren bir çalışmanın ardından ürettiği olağanüstü yeni kopyayı British Library’ye (Britanya Kütüphanesi) ödünç verdi. Ölümünün ardından Bray’in vasiyeti üzerine kitap kütüphaneye bağışlandı. Bugün burada bu eseri görmek mümkün.Ölümünden kısa bir süre önce şöyle demişti Bray: “Batıl inançlarım yok, ama tavus kuşunun felaket sembolü olduğu söyleniyor.”Batıya esin veren esrarengiz doğu dini Protest müziğin babası Martin Luther mi?
Image caption
Yazar GK Chesterton’a göre Rubailer ‘günü yaşa’ anlayışını yansıtıyor.
Ömer Hayyam kimdir?Peki Ömer Hayyam’ın Rubaileri ne ifade ediyordu ve Sotheran kitapçısını ve sayısız birçok insanı cezbeden bu esrarengiz insan kimdi?Ömer Hayyam 11. yüzyılda İran’ın doğusunda yaşamış bir gökbilimci ve matematikçiydi. İbni Sina gibi diğer İranlı bilginler gibi o da aynı zamanda bir şairdi. Ama onun şiirleri yüzyıllar boyunca klasik İran edebiyatında özel bir yer tutmuştu.Meraklı özelliklerinden dolayı Hayyam, etrafındaki diğer insanların normal gördüğü, inanç, öbür dünya, yaşamın anlamı gibi birçok şeyi sorguluyordu. Dinin vaatlerine inancı pek olmadığı gibi, cennet ve cehennemi, hatta tanrının mantığını sorguluyordu. Hayyam’ın emin olduğu bir şey vardı: bu dünyadaki yaşam.Belki de yaşadığı dönemin çalkantılı özelliklerinden dolayı (o sıralar Türklerin işgali altında olan İran son zamanlarda Arap istilasına uğramıştı ve bir süre sonra Moğollar ülkesini yıkıp yerle bir edecekti) Hayyam yaşamın faniliğini, ölümün kaçınılmazlığını ve yaşanan anı yakalamanın önemini iyi anlamıştı. Din veya öbür dünya ile ilgili sözler ona boş geliyordu.
Image caption
John Ruskin Rubailer için “Bugüne kadar okuduğum en muhteşem şey” demişti.
Cenneti cehennemi kimse görmedi gönül;Söyle haydi kim geldi öte dünyadan gönül?Umudumuz, korkumuz öyle bir şeyden ki,Adından, sanından başka nesi belli gönül?Hayyam hayatın faniliğine hayıflanmakla birlikte, bol şarap (ve sevgili) ile onun tadını çıkarmaya çalışmıştı.Batılı aydınlarda İranlı şairlere hayranlık söz konusuydu. Alman şair Goethe’nin Hafız’a, Fransa’da Voltaire’in Sadi’ye olan hayranlığını İngiltere’den Edward FitzGerald da Hayyam’a karşı duyuyordu. Hayyam’a ilgi duymaya başladığında birçok İranlı şairin şiirlerini İngilizceye çevirmişti zaten. Ama onun çeviri başyapıtı Rubailer olacaktı. Bu çeviriler aslına çok sadık olmasa da Rubailer’deki ruhu yakalamıştı ve bundan sonra FitzGerald ‘FitzÖmer’ adıyla anılacaktı. Başlangıçta bu eser çok ilgi görmese de zamanla popüler olmuştu. Londra’da hala aktif olan Ömer Hayyam Kulübü 19. yüzyılda seçkinlerin toplandığı bir edebiyat kulübüydü. Rubailer, William Morris gibi ressamlara da ilham kaynağı olmuştu.
Image caption
Edmund Joseph Sullivan’ın Rubailer için yaptığı illüstrasyonlardan birini Grateful Dead 1971’de albüm kapağı olarak kullandı.
Hayyam’ın evrenselliğiBaşka birçok ressam de Rubailer’den esinlenen illüstrasyonlar yaptı. Agatha Christie’nin 1942’de yazdığı Cinayet Reçetesi (The Moving Finger) adlı romanında Hayyam’a gönderme yapıldığı gibi, 1957 yapımı Hollywood filminde Hayyam’ın hayatı konu edilmiş, 1960’ta Amerikalı aktör Alfred Drake Rubaileri okumuş, 1967’de Martin Luther King savaş karşıtı bir konuşmasında Hayyam’dan alıntı yapmıştı. 1950’lerde Rubailer öyle ün kazanmıştı ki en çok alıntı yapılan eserler kitabına girmişti. Hayyam’ın şiiri zaman sınavını geçmiştir. İran’da Hafız gibi onun da kitaplarını her evde bulmak mümkündür. FitzGerald’ın Hayyam çevirisi bir İngiliz klasiği haline geldi. Bugün dünyanın bütün dillerinde Hayyam’ın Rubailer’ini bulabilirsiniz. Peki nasıl oluyor da 11. yüzyılda yaşamış bir bilgin hem kraliçe Victoria dönemi İngiltere’sinde, hem 20. yüzyıl ortalarında, hem de bugün hala anlam buluyor?Bu, Rubailer’in zaman üstü özelliğinden, kültür, din, mezhep sınırlarını aşan evrensel gerçekleri ifade etmesinden kaynaklanıyor. Aslında belirsizliklerle dolu günümüz dünyasında Rubailer belki de yazıldıkları çalkantılı dönemdekinden daha büyük anlam taşıyor. Ömer Hayyam bugün hayatta olsaydı, yaşadığımız çılgın dünya için şundan başka ne diyebilirdi?Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider Kazancın, yaşamasını bildiğin günler Saki, bırak şu yarını düşünenleri Geçti gidiyor gece, geçmeden şarap ver.Bu haberin İngilizce aslını BBC Culture sayfasında okuyabilirsiniz. Diğer dergi haberlerine buradan ulaşabilirsiniz.
kaynak: DERGİ – Tarihin en muhteşem kitabı: Ömer Hayyam’ın Rubaileri
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/dergi-tarihin-en-muhtesem-kitabi-omer-hayyamin-rubaileri/2578/
0 notes