#dostluk üzerine
Explore tagged Tumblr posts
Text
Belâ anında Hz. İbrahime, " Rabbim bana yeter!" derken iblis, "Ben Kendime yeterim demişti. Bunun üzerine Hz. İbrahim'e dostluk dâveti, iblise lânet fermanı gelmiştir. Seyyid Ahmed Er-Rifai Onların Alem-i
71 notes
·
View notes
Text
hücredeki adalının hikayesi
Taş duvar, demir, karyola ve yerlerde sayısız izmaritler,
Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
Arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
“Askerim ağam n'aparsın” diyor.
Aslında o’ da tutsak.
Ben hücre içinde, o hücre önünde.
Günde beş kez büyük başlar bakar içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
“Çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
imparatorluğuna kafa tutan adalılar”
Ama yine de “çılgın adamın” karşısında
Bir eziklik duyuyorlar, o başka,
Gündüz, gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmi dört saat yanar.
Bir nefes, bir dumandır yoldaşım.
Cigaramı her çekişimde duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara,
Çoğu kere Ada'ma giderim,
Cigaramın dumanı, beni memleketime;
Ada'ma götürür.
Kahpe İstanbul'un, kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim yoldaşlarımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık- dostluk-kardeşlik-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki…
Ev de değil ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin
ve her çeşit
aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
karanlık denizi'nin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım, ne buralı,
Adalıyım adalı,
Ada’m ormanlıktır.
Dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı,
bütün Ada'mı kaplar.
Erdemin güneşi, yirmi dört saat aydınlatır adamı
Biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben Adalıyım ey kahpe hücre, Ada'lı
Doğru ya sen nereden bileceksin Ada'mı.
asırlık, feodal,
militarist, hücre.
Ya sen, öküze benzemek için kasılan, şişen
haset kurbağa hilkat garibesi bilir misin Adamı?
Dünya karanlıktır, güneşi batmayan böyle bir Ada
yeryüzünde yoktur.
Değilmi ki karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
Değil şiirlerde, masallarda bile böyle bir ada yoktur.
böyle bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.
Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
Senin dediğin eşyanın değil,
karanlığın tabiatına aykırıdır.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler…
Yarının Türkiyesi'nin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler…
Ada’m kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra'da, Falcon'da, Vietnam'da
Mozambik'te, Angola'da, Sina çöllerinde…
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı…
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar
benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlıklarından aldıkları fideleri,
“birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına
Kel dünya, Ada'mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor,
güzelleşiyor artık.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
Seni yerle bir edecek Adalılar'ı iyi tanı.
Ada’m ve hemşerilerinin çoğu ne halde diye
dudak bükme, o…punun dölü utanç duvarı
Evet Ada'mı karanlığın suları bastı.
Evet, benim gibi birçok Adalı çirkef suların altında,
ama boşuna sevinme, Ada’m batmaz, yok olmaz
Ada’m sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi.
Hepsi o kadar.
MAHİR ÇAYAN.
85 notes
·
View notes
Text
Daha iyisi, daha güzeli her zaman vardır ama sende gördüğüm ve hissettiğim yakınlığı hiçbir şeye değişmem diyen bir sevgi ahlâkı olmalı insanın içinde. Kıyas üzerine bir dostluk/sevgi kurulamaz.
207 notes
·
View notes
Text
SORDUM: ALLAH Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: TEVEKKÜL.
PEYGAMBER (ﷺ) Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: SALÂVAT.
Sahabe-i Kiram Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: MUHABBET,
Arkadaş Sevdigisi Nasıl Artar? Dedi: İYİ BİR DOSTLUK.
Ana Baba Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: MERHAMET.
Eşinin Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: SADAKAT.
Evladın Sevgisi Nasıl Artar? Dedi: ŞEFKAT.
SELAM Olsun ALLAH''A TEVEKKÜL Edenlere, SELAM Olsun EFENDİMİZ HZ MUHAMMED MUSTAFA'YA ﷺ SALÂVAT Getirenlere, SELAM Olsun ALLAH Deyince Gözyaşı Dökenlere, RESULALLAH Deyince Gönlü MUHABBET ﷺ Dolanlara. ALLAH'IN ﷻ Selamı Rahmeti Bereketi, Peygamber Efendimiz Hz MUHAMMEDİN ﷺ Şefaati Üzerinize Olsun. Hayırlı Akşamlar, Nurlu Cumalar. Cuma Akşamınız Mübarek Olsun Arkadaşlar
#animation#islamic#ayetelkürsi#islam#gif#kuran#dua#ayetler#hz muhammed#allah#dualar#hadisler#hayırlı akşamlar#cuma akşamı#cuma mübarek#hayırlıcumalar#artists on tumblr#artwork#art#animated#beauty#stars
16 notes
·
View notes
Text
İKİ DEVLET TEK MİLLET 🇹🇷🇦🇿
Sovyet Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı olan Neriman Nerimanov, ülkesi Azerbaycan’da büyük bir saygınlıkla anılırken, Türkiye’de yeterince tanınmamıştır.
Yazarlık ve doktorluk kimliğinin dışında siyasi faaliyetleri ile tanınan Nerimanov tarihi bir kişiliktir.
Onun Anadolu’ya ilgisi, Türklüğe ilgisi yüreğinde hep canlı kalmıştır.
Nerimanov, Anadolu ile Orta Asya coğrafyası arasında bağlar kurdu ve dostluk yollarının taşlarını döşedi.
Mustafa Kemal ile Lenin arasında dolaysız bağların kurulmasına aracılık ederek Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında dayanışmanın, yardımlaşmanın ortamını yarattı.
Neriman Nerimanov kalemi, cerrah bıçağı ve siyasi zekâsı ile hayat boyu sevdiği halkının hizmetinde olmuştur.
.......
While Nariman Narimanov, the first President of the Soviet Azerbaijan Democratic Republic, is remembered with great respect in his country Azerbaijan, he is not well known in Turkey.
Narimanov, who is known for his political activities apart from his identity as a writer and doctor, is a historical personality.
His interest in Anatolia, his interest in Turkishness has always remained alive in his heart.
Narimanov established ties between Anatolia and Central Asia and paved the way for friendship.
By mediating the establishment of direct ties between Mustafa Kemal and Lenin, he created an environment of solidarity and cooperation between Turkey and the Soviet Union.
Nariman Narimanov has been at the service of his beloved people all his life with his pen, surgeon's knife and political intelligence.
#azerbaycan#azerbaijan#türkiye#doğa#travel photography#travel destinations#travel#manzara#view#natural#europe#africa#Spotify
25 notes
·
View notes
Text
MY FİRST BOY FEET FETİSH STORY \
İLK ERKEK AYAĞI YALAMA HİKAYEM (please translate)
O zamanlar yatılı okulda okuyordum 16 yaşındaydım sınıfta Ahmet isminde beyaz tenli bir çocuk vardı çok hareketli ve kavgacı bir çocuktu ama yakışıklıydı ilk zamanlar fazla dostluk kuramadık ama son sınıfta artık iki iyi arkadaştık. tabi benim ayak fetişi olduğumu bilmiyordu bende zaten kadın ayaklarına karşı ilgiliydim. birgün yatakhanenin salonunda otururken ayağında terlik vardı ve orAda ayaklarını gördüm beyaz biçimli ve pürüzsüzdü o an fetiş ile ilgili kafamdaki bütün şeyler değişti çünkü onun ayakları şimdiye kadar gördüğüm tüm kadın ayaklarıyla yarışır derecede güzeldi ve bakımlıydı ve bir yolunu bulup o ayaklara dokunmam gerekiyordu. Sonra aklıma bir fikir geldi ona '' ayakların çok güzel terlik reklamında oynasana dedim '' bana güldü ve ayağını masanın üzerine koydu ''yalasana'' dedi ortam çok kalabalıktı o an dokunamadım sonra akşamları benim yatağıma gelmeye başladı ben yorganın altına girip ayaklarını koklamaya başladım ayaklarında en ufak pürüz yoktu ve tırnakları bakımlı ve biçimliydi halen onunkiler kadar güzel bir erkek ayağı görmedim
#feetfetishstory #boyfeet #guyfeet #feetlove #türkiye #ordu #erkekayakları #malefoot #stinkyfeet #çorap #ayakgıdıklama
3 notes
·
View notes
Text
Hermann Hesse: Incipit Vita Nova
Aubrey Vincent Beardsley (1872-1898) Incipit Vita Nova: Here begins a new life
Çekici, sevmeğe değer ne varsa böyle yitip gittiğinde, ve ben, bir tin kazazedesi gibi, bitkin, anlatılmazcasına tükenmiş, yoksul, sefilliğimin bilincine vardığımda, gözlerimi yere düşürdüm, kollarım bacaklarım ağır, kalktım, geçmişimin bütün alışkanlıklarını bırakıp uzaklaştım; geceleyin, selam bırakmadan ve kapıyı kapatmadan evini bırakıp giden bir hükümlü gibi.
Yaşamımda, çoğunluk insanların yaşamındaki gibi, bir özel başkalaşım noktası, bir korku, karanlık, yalnızlaşmışlık yeri, bir görülmemiş körelme ve boşluk günü var; bugünün akşamında ise, gökyüzünde yeni yıldızlar, içimizde de yeni gözler doğuyor.
O zamanlar, titreye titreye, gençlik dünyamın yıkıntıları arasında dolaşıp duruyordum, kırık düşünceler, kopuk, dağınık düşler üstünde; neye baksam, un-ufak oluyor, yaşamaz oluyordu. Yanımdan, tanımaktan utanç duyduğum dostlar gelip geçiyor; dün düşündüğüm, sanki yüzyıllıkmışçasına, hiçbir zaman benim olmamışçasına uzaklaşmış, yabancılaşmış düşünceler dönüp bana bakıyordu. Sonra herşey yıkıldı, kaydı gitti, korkunç bir boşluk, bir durgunluk sardı çevremi. Artık bana yakın hiçbirşey yoktu, ne sevgili, ne komşu; yaşamım sarsıcı bir tiksinti gibi kabardı içimde. Sanki her ölçü taşırılmış, her tapınak kirletilmiş, her tat bozulmuş, her yükseklik aşılmıştı. Sanki bütün temizlik pırıltıları karartılmış, bütün güzellik umutları kırılmış, ayaklar altına alınmış. Özleyecek hiçbirşeyim yoktu artık, tapınacak, nefret edecek hiçbirşey. İçimde kutsal, alçalmamış, bağışlatıcı ne kaldıysa, bakışını, sesini yitirmişti. Yaşamımın bütün bekçileri uyuyakalmıştı. Bütün köprüler yıkılmış, bütün uzaklıklar maviliklerinden soyulmuştu.
Çekici, sevmeğe değer ne varsa böyle yitip gittiğinde, ve ben, bir tin kazazedesi gibi, bitkin, anlatılmazcasına tükenmiş, yoksul, sefilliğimin bilincine vardığımda, gözlerimi yere düşürdüm, kollarım bacaklarım ağır, kalktım, geçmişimin bütün alışkanlıklarını bırakıp uzaklaştım; geceleyin, selam bırakmadan ve kapıyı kapatmadan evini bırakıp giden bir hükümlü gibi.
Yalnızlığın dibini gören kim var? Kim yadsıma ülkesini bildiğini söyleyebilir? Bakışlarım kararıyordu uçurumun üstüne eğildiğimde, düşüyorlardı aşağıya, duracak yer bulamadan. Yadsıma ülkesini gezindim durdum, dizim yorgunluktan kırılana dek, ve daha hâlâ önümde uzanıp gidiyordu yol hiç eksilmemiş bengiliğinde.
Bir durgun, hüzünlü gece, avutucu ve rahatlatıcı, kubbelendi üzerimde. Uyku ve düş, sılaya dönmüşü karşılayan dostlar gibi geldiler bana, öldürücü yükü, bir bohçayı alır gibi indirdiler sırtımdan.
Hiç kazazede olup karayı gördüğün, yüzerek sana yaklaşan birini gördüğün oldu mu? Hiç ölümcül hasta olup ilk sağaltıcı, temiz dağ havasını içine çektiğin, yenilenen kanın tatlı kıpırtısını hissettiğin oldu mu? Bu kurtarılan, bu sağalan gibi, beni de bir şükran, huzur, ışık, sağlık dalgası kapladı, o gece, bilinmez varlıkların bana dostça yaklaştıklarını anladığımda.
Gökyüzü, daha önceleri hiç görmediğim bir görünümdeydi. Yıldızların yerleri ve dönüşleri ile iç yaşamım arasında önceden belirlenmiş bir dostluk birliği kuruldu; bengi-olan da, açıkça ve iyilikle, içimden birşeyleri kendi yasalarına bağladı. Çölleşmeğe yüztutmuş yaşamıma, altın toprakların serildiğini; içimde eski yeni herşeyi soylu billurlar gibi düzenleyeceğini, dünyanın bütün şeyleri ile, bütün harikaları ile iyilikli birlikler kurması gerektiğini enfes bir şaşkınlıkla sezinlediğim bir güç ve bir yasanın verildiğini hissediyordum.
Incipit vita nova. Yeni birisi oldum artık, kendi kendime bir mucize gibi geliyorum daha, hem dingin hem etkin, kabul eden ve bahşeden, belki en değerlilerini kendimin bile daha bilmediği değerlerin sahibi.
Çevirenin Notu:
Metin, Hesse’nin 1897-99 yıllarında Tübingen’deyken yazdığı, ilkin Eugen Diederich’in yayımevince (Leipzig, Haziran 1899), yayımcının karısı, Hesse’nin dostu, şair Helene Veigt’un ısrarı üzerine (yayımevinin çizgisine uymadığı halde) yayımlanan Geceyarısının Ardından Bir Saat (Eine Stun- de hinter Mitternacht) adlı 9 parçalık derlemenin 4’üncü parçasıdır. Kitabın ilk farkına vararak üzerine yazı yazanlardan biri Rilke’dir; ama kitap ilk yılında ancak 53 adet satmıştır. Hesse (kendisi ‘ün’ kazandıktan sonra çabucak tükenen) kitabın yeni bir basımına uzun süre izin vermez; sonradan (1941’de) ancak kısıtlı (1500 nüshalık) bir yeni basımını (Verlag Fretz und Wasmuth, Zürich) yaptırdığı derlemedeki metinleri de «düzyazı şiirler» diye nitelendirerek, bunların kendi «yolu[n]un anlaşılması için önemli» olduklarını, «içeriği ve sorunlarının yaygın okur kitlelerini ilgilendirmediğini, «ama dar dost ve eleştirmenler çevresine yeniden ulaştırılmaları gerektiğini söyler.
Burada aslı ve çevirisi verilen metin 1941 baskısındandır (ss. 67-72).
Parçanın (son paragrafın ilk tümcesi olarak yinelenen) Latince başlığı, «Başlıyor Yeni Yaşam» (ya da «dilegeliyor (konuşmağa başlıyor) yeni yaşam») demektir. Bu, akla hemen (metnin içindeki «bengi», «dönüş», «yük», «sağalma» gibi sözcüklerle birlikte) Nietzsche’yi getirir: Nietzsche’nin Şen Bilim adlı kitabının ilk baskısının (1882) son parçasının (s. 342) adı «Incipit tragoedia»dır: Başlıyor Tragedya. Bu parça da (hemen hiçbir değişiklik görmeksizin) Nietzsche’nin bir sonraki kitabı, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün en başında yer alan parçadır.
“Yazko Çeviri”, Ocak-Şubat 1982, Sayı: 4 Almancadan çeviren: Oruç Aruoba
30 notes
·
View notes
Text
Pazar gibi pazar geçirdim bugün. Keyifli ve uzun bir kahvaltı pazar gününün olmazsa olmazıydı benim için. Dört yıl önce bir gün pazar kahvaltısı üzerine bir yazı yazmış, bu kahvaltıları daha güzel kılanın aile ile olması demiştim. Şükür ki kendi çekirdek ailemle bu haftanın pazarını kucakladık.
Hava kar ve soğukla geçen bir kaç güne inat çiçek gibiydi. Kendimizi biraz zorlayıp dışarı attık. İlk hedefimiz Kelime Müzesi oldu. Aman yarabbi benim kadar kelimelere tutkun biri bu müzeyi görmek için geç bile kalmış. Çok keyifli, samimi, görece interaktif bir müzeydi. Daha büyük olmasını tercih ederdim ama yine de beni hem eğlendirdi, hem düşündürdü hem de kelimelerle ne güzel oyunları kendimi bildim bileli oynadığımı hatırlattı bana.
Hemen ardından geçen haftaki yakın arkadaşlarımla sözleştiğimiz üzere buluştuk. Türk-Rus Dostluk Evi'ni ziyaret ettik. Burası çok da düzenli ve organize olmayan bir müze aslında. Sovyet dönemine ait bir salonda birbirinden farklı tablolar karşıladı bizi. Yine Belarus ülkelerinden ressamlara ait eserler gördük. En üst katında bizi bir görevli karşıladı. Önerisi üzerine 'samagon' isimli yerel bir içeceği kafe kısmında denemeye karar verdik. Bu içeceğin Romanov ailesinden geldiğini, Çar ve Çariçe'nin favori içeceği olduğunu bizimle paylaştı. Hatta yine içeceğin Kazak bölgesinden Romanov ailesi tarafından yapılarak kendilerine geldiğini ekledi. Kendimi tutamayıp o aileden kimseler kaldı mı ya diyerek zevzeklik ettim. Neyse ki gülüşmeler.. Masaya büyük shot bardaklarında birer içecek geldi. Saf anıma gelmiş olacak ki beyefendi hiç alkolden bahş etmediği için benim bitkisel bir soğuk içecek olarak düşündüm. Tek seferde içilmek adabıdır deyince uyandık ama üzerimizde garip bir baskı ile hep birlikte fondip yaptık. Aman yarabbi, dünyam ters döndü. Dördünüzde de bir sessizlik oldu. Sonrasında öğrendiğime göre alkol oranı %70lerde ev yapımı bir şey olduğunu öğrendim. (Gökhan kör olmayız inş. dedi sessiz sedasız) Beyefendi bir tebessümle yüzüme yorum bekler gibi bakıyordu. Kendimi tutamayıp; güzel bir deneyimdi! Dedim. (Gibi son bölümü izleyenlere selam)
Arkadaşım sessizliği bozmamak adına camdan bakarak içine içine güldü. Benim içtiğim alkolden beynim pelte. Sonrasında kendimizi kafenin terasına, Ankara'nın eşsiz gri manzarasına bıraktık. Beyefendi ile de dostane bir tokalaşma ile vedalaştık. Kendimi bir Rus kazığı yemiş gibi hissettim nedense.
Ulus'ta biraz salındıktan sonra pizza, playstation gecesi için evimizin yolunu tuttum. Bu defa beylere oyunu kaptırmayıp, kendimizi over cooked oyunumuzun sularına bıraktık.
Yetmedi tabi, canım dostumun güzel fikriyle kuğulu park a gidip yeni doğan minik kuğuları görelim dedik. Minik kuğular yoktu. Üzüldük. Bir kahve ile geceyi finalize ettik.
Pazar günleri, dostlar ve Ankara hala çok güzel.
5 notes
·
View notes
Text
Kadınlığın Dayanılmaz Ağırlığı Üzerine
Erkeklik gibi kadınlık da ideolojik bir kimliktir; topluma egemen olan ideolojik akıl üzerinden tarifi yapılır, rol verilir; bu rol üzerinden ödüle ya da cezaya layık görülür.
Tabii ki bu hep böyle değildi, özel mülkiyetin, ailenin ve devletin tarih sahnesine çıkmasıyla ortaya çıkmasıyla vücut bulmuştur. O günden bu yana kadın önce babanın, sonra kocanın, sonra geniş ailenin (aşiret, sülale) sonra da toplumun malı olarak görülür. Tabii bunların en tepesinde de devlet ve eğer dindar bir toplum ise din bulunmaktadır; zira kadının hukuk ve sosyal yaşamdaki yeri din ya da devlet tarafından "yasal" bir hal alır.
Kadın, esasında içine doğduğu topluluk açısında tıpkı herhangi bir mülk olarak kabul görür; alınabilir, satılabilir, el konulabilir, kullanılabilir ve hediye edilebilir.
Tarihte ülkeler, aşiretler, kılanlar birbirleriyle dostluk kurmak ya da aralarındaki düşmanlıklara son vermek için kadın takası yapmışlar. Keza birbirlerinden intikam almak için de karşı taraftan kadınlara tecavüz etmişler, el koymuşlar. Neyse ki bu saydıklarım dünyanın birçok bölgesinde artık yaşanmıyor, biçim değiştirerek kadının meta hali devam etse de bu bile kadınlar bakımından bir kazanımdır.
Ortaçağ üretim ilişkiler tasfiye edilmiş olsa da kültürü birçok toplumda, toplulukta varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Aşiret, ulus, din, gelenek adı altında Ortaçağ değerleri yaşatılmak istenmekte; kadınlara nasıl yaşamaları gerektiği, ne giyecekleri, kimlerle arkadaş, sevgili olacakları, ne için içmeyecekleri vaaz edilmektedir. Mesela 6 yaşındaki bir kız çocuğunun bir erkekle evlendirilmesini kendi kültürü açısından kabul edilir bulan bu zihniyet, yetişkin bir kadının başka milletten ya da dinden bir erkekle evlenmesini "ahlaksızlık, ihanet, günahkârlık" olarak ilan ediyor. Aynısını bir erkek yapsa, bu bir övünç vesilesi oluyor; çünkü bu zihniyete göre kadın ele geçirilen ganimettir; dolayısıyla da erkek, başka toplumdan bir kadınla birlikte olursa, bu durumda düşmandan bir toprak parçası fethedilmiş oluyor.
Ebru Gündeş bunun bir örneğidir: Bilindiği gibi Ebru Gündeş, MHP'li bir Türk Milliyetçi, yeminli bir Kürt düşmanıdır, şimdilerde Güney Kürdistanlı zenginlerden Rassan Khoshnaw ile birlikte. Bu haber basında yer aldığında birçok Kürt, sanki savaşta bir mevzi kazanılmış gibi keyif almıştı. Eğer Ebru Gündeş Kürt, sevgilisi de Türk bir zengin olsaydı, o vakit ağza alınmayacak hakaretlere maruz kalacaktı. Bu tepkinin sömürge ulus olmakla değil, sömürge ulus erkeği olmakla alakası var.
Tabii ki sömürge ulustan kadınların (eğer kadın kendisini sömürge ulusun bir ferdi olarak görüyorsa) sömürgeciliği savunan sömürgeci ulustan erkeklerle İlişki kurmaları yanlıştır ama aynı şey kendisini sömürge ulusun bir ferdi olarak gören erkekleri için ahlak, kadını "orospu, düşkün" ilan ediyor; bu da "ulusalcılık" olarak pazarlanarak meşru kılınmak isteniyor.
Geneleve giden erkeğe göz kırpan, genelevdeki kadını "orospu" ilan eden erkek ahlakıdır bu, bunun ulusalcılıkla alakası yoktur.
Aynı ahlak, kendisinin uygun görmediği bir hayat yaşayan kadını "fahişe" ilan ederken, sokakta karşılaşıp da zihninde onlarca kez tecavüz ettiği kadının kendi milletinden olup olmadığıyla ilgilenmiyor. Geneleve gidince hiç de kendi milletinden olan kadınları ayırmıyor; "Bacım, sen bizim millettensin, seninle olmaz" demiyor." Sonuç olarak demek istediğim şudur: Kadınlar şu ya da bu milletin, babanın, kocanın, erkek kardeşin, mahallenin, dinin mülkü ya da "namusu" değildirler; her şeyde önce her kadın bir bireydir; hiçbir kadın, ne adına olursa olsun bedeni, cinselliği ya da yaşamı dolayısıyla hiçbir erkek tarafından yargılanamaz, zora, zorbalığa maruz bırakılmaz. İranlı kadınlar ne güzel ifade etmişler: "İnsanları zorla kendi cennetinize götüremezsiniz." Evet, kimse kimseye "öteki dünyadaki cennetini" de bu dünyadaki cehennemini de dayatamaz.
5 notes
·
View notes
Text
PLATON'UN SOFRASINDA
Kitabın sayfalarına kahveden bir kaç damla sıçradı, hoş lekeler bıraktı. Birden zamanda yolculuğa başladı zihnim, on yıllarca sonrasına gitti. Zavallı bedenim bu varlık sahasını çok önce terketmişti.
Kitap şimdi genç bir adamın ellerinde. Bir sayfa çevirdi, kahveden izler taşıyan satırlarda göz gezdirdi. Aklımızda, aynı anda ve aynı zamanda ama yıllar sonrasında, lekelerde bulanık, dumanlı bir ayna belirdi. Genç adam aynaya baktı, aynı anda ve onyıllar sonrasında. Gözgöze geldik, kaçınılmaz olarak ve yüzyıllarca uzakta, birbirimizi düşündük, hiç varolmasak ta.
Genç adamla, Platon'un sofrasında tanıştık, binlerce yıl sonra. Sevgi ve dostluk üzerine konuştuk. Şarap içtik, sonra yine konuştuk, yüzyıllarca.
7 notes
·
View notes
Text
yiğidin borcu kamçısıdır
O kadar uzun zamandır blog tutuyorum ki artık aynı başlığı yazacağım diye tutuşuyorum bazen. Kız arkadaşım pazar günü mesaisini bitirip eve dönecek bir saate falan o gelmeden bi yazı yazayım dedim.
Sanki uzun bir otobüs yolculuğu gibiydi.
Borcum nihayet sonlandı. Bunun müjdesiyle başlıyorum bugünki blog girdime. Yarın bankaya gideceğim ve Temmuz ayından beri dünyamın değişmesine sebep olan bu illeti hayatımdan çıkaracağım.
Bunu kız arkadaşıma borçluyum çok büyük ölçüde. Tam yedi aydır beraber seferber olup bütün yükü paylaştık. Kendisini çok sevdiğimi ve müteşekkir olduğumu belirtmezsem olmaz. Çok sağolasın küçük kıvır yumağım.
Bu sene benim için iyi başladı diyemem aslında. Yine habersiz ortadan kayboldum ve önceki yazılarımı hatırlayamıyorum, heyecanlıyım ondan dönüp de bakamıyorum şimdi. O yüzden yine özet geçerek başlayalım.
Kendimi tutuyorum hala yalan olmasın.
Senenin başında sırtımı yasladığım önemli bir yeri kaybettim. Mis Sokak bataklığındaki güvenli alanım, biricik iş yerimden kovuldum. Kovulmamın ardındaki sebepler beni üzen kısım, yoksa kovulmayı gerçekten umursamayabilirdim.
Oradaki tek dostum, aynı zamanda iş arkadaşım, işletmecim, biricik kankam son ana kadar benden kovulacağım ihtimalini saklamaya çalışmış. O gün gittiğimde dükkana bana dürüstçe olan biteni anlattı. Çoğunlukla maddi, biraz da mental sorunlarımı bahane eden bir açıdan dolayı ortak/patron zırvalarıyla kapışmış. Benim için çok zor arkadaşımı kovuyorum şu an işten, diyor. Anlıyorum onu. Büyük ihtimalle kovulmamı engellemek için elinden geleni yaptı. Söylediğine göre bir ay önceden buna karar verilmiş çoktan, o da bu durumu değiştirebileceğine inanarak benden gizlemiş. Ona kızmıyorum ama işletmenin anarşist yapısına ve iş ahlakına ters düştü olanlar. Sonuçta uzun zamandır barın bütün iş yükü üzerimdeydi ve sorunsuz bir şekilde işleyişi devam ettirmiştim.
Bu ayrılığın ardında sosyal nedenler de var, taksim bombası var, ocaktaki asgari ücret zammı var, var da var.
Zaten ortaklar kadar pay alıyordum dükkanın gelirinden ve asgari zammı herhalde zaten hesaplar��ndaydı ki bu bir ay önceden verilmiş kararı açıklıyor gibi.
Bu durum üzerine komplo teorilerini kenara bırakalım uzatmadan.
Dostum bana iş bulma garantisi verdi ve o gün eve içim rahat döndüm. Sadece borcumun taksitleri sağolsun, böyle plansız bir işsizlik hali doğal olarak ufaktan canımı sıkmıştı. Yine de sevgilim de çalışıyor olduğundan ve kenarda bi miktar para tuttuğumdan bi süre idare edecek güvencem vardı.
Çok sürmedi, araya küçük bir günlük bir iş ve sonrasında dostumdan aldığım bir telefon numarası, yeni iş yerimi buldum.
Dinlemeyi öğrendim gibi duruyor ama.
Yeni iş yerimde iyi bir maaşla işe başladım, güzel vaadler vardı. Ayrıca ilk defa “resmi” bir şekilde üç bardan sorumluydum. Bana ilk kez bu işleri yaptığım halimi hatırlatan ergen bir barboy bile sağladılar.
Ergen barboyum arkası boş egosuyla, ne konuştuğunu bilmez, kendini akıllı sanan bir tipti. Yine de onu adam yerine koydum, çünkü bilirsiniz, insanlara size nasıl davranılmasını istiyorsanız öyle davranmalısınız.
Beraber çalıştığım dönem boyunca hiçbir işe elim değmedi sağolsun. İki ay yattığım yerden para kazandım ve vaktimi kitap okuyarak, internette gezinerek geçirdim. Arada canım sıkılınca barboyuma sarıyor, iki üç tartaklayıp geri kaytarmaya dönüyordum.
Güya, eleman sayımız artacak, işler çoğalacak ve ben de bar şefi olarak çalışacaktım. Bir tane kokteyl menüsü bile hazırladım orda geçirdiğim vakitte. Bu işte yetenekli olduğumu farkettim hatta, meğer başından böyle bir şey yapsaymışım daha çok kazanırmışım.
Tabii, bomba bahanesi, deprem falan derken işler iyice durdu. Zaten tecrübesiz müdürümüz altından kalkamayacağını anlamış ki, işletmeyi devretme planları yapıyormuş bir süredir. Şubat ayının yirmisi gibi dükkan devredildi, yine işsiz kaldım.
Senenin daha ilk çeyreğinde iki kere işsiz kalınca insanın morali bozuluyor. Bu sefer de bu dükkanın işletmecisiyle bir dostluk kurmuştuk, bana Büyük Ada’da bir iş ayarlamaya kalktılar. Ben de biraz dürtükleyip sonra vazgeçtim, çünkü oturup hesap kitap yaptığımda farkettim ki çoktan borcumu bitirecek parayı kazanmışım.
Kıp.
Günlerden pazar. Hiç yaratıcı hissetmiyorum.
Dün gece yarısı bir kedinin doğumuna yardım ederek vakit geçiriyordum, küçük pıttığından yavrusunu ittirirken ıkınmasına yardım etmek için arka patilerine destek oldum ellerimle. Vıcık vıcık poşetli bir yavru fırlattı dışarıya. Paketini açtım, onu özgür bıraktım.
Dürtükledim biraz, hareket etti, ağzını açıp nefes aldı, burnunu okşadım, göbek bağı hala küçük kedinin pıttığından içeriye bağlıydı. Kedi yorulmuş, yavrularını suratına bastırıp purrluyor, bana gözlerini kısıp kısıp öpücükler atıyordu. Charlie - Sevgilimin şişko, obez, şımarık kedisi - yatak masasının üstünden canlı canlı doğum anlarını izliyor, arada hisleyip kendi kendine geriliyordu.
Normalde Charlie bu odada bulunma hakkına sahip olan tek kedidir. Sevgilim ev arkadaşıyla onun yüzünden problem yaşadığından ötürü, getirdik burda odacığımda dört duvar arasına hapsettik. Bütün gün etrafı dağıtıp pahalı elektronik aletlerimin arasında geziniyor.
Küçük hamile kedimiz de aslında ev arkadaşımın kedilerinden biri. Üç tane kedileri var ve ikisi dişi. Senaryo hiç hoş değil, ikisi de hamile çünkü ve diğerinin de doğurmasına az kaldı. Dört tane bundan dört tane ondan olsa, evde on iki kediyle nasıl yaşayacağız hiçbir fikrim yok. Üstelik bizim odanın dışında kalan o üç kedi de birbirinden ayrı vahşi. Vahşi derken, sevgiye ve yemeğe o kadar açlar ki bazen zarar görme pahasına kendilerini aşırı tehlikeli pozisyonlara sokabiliyorlar.
Hiçbirinin ismi yok. Bu da ayrı bi durum tabii. Sevgilimle beraber üçüne de aynı isimle sesleniyoruz. Cümle içinde kullanımlarımızdan zaten kimin kim olduğu anlaşılıyor. Turuncu olanı genelde kıtlıktan çıkmış gibi yemeklere saldırıyor, beyaz olan, yani doğum yapan, sadece sevgi ve şefkat istiyor, bir de böyle kırçıllı mırçıllı koyu bir tane var, o da sadece koltuğun bi köşesinde oturuyor. Hepsine foosa diyoruz.
Neyse bizim foosa, gitmiş diğer iki foosanın arasında doğurmuş yavruları. Sesi bile çıkmamış yavrucağın. İlk doğumu bi de. Koltuğun üstündeki örtüye çıkmış üç tanesini oracıkta çıkarmış. Yavruların cıyaklamasından anladım doğum yaptığını. Gittiğimde foosalar oturmuş iki yanında sakin sakin izliyorlardı bizimkini. Yavruların göbek bağları kopmuş, plasentalar yenmiş, kurumuşlardı bile. Foosa nasıl da yavrulara salça olmamış, plasentaları yemeye kalkmamış bilemiyorum biraz hayret içindeyim.
İlk defa bir doğumu canlı canlı izledim böylece. Özel bir his yaşadım diyemem, büyülü de gelmedi öyle. Zaten izlerken ne kadar da dünya görüşüme etki etmediğini, hiçbir aydınlanma yaşayamadığımı düşündüm sadece. Yavrulara dokundum, onları düzenledim, foosaya plasentasını yesin diye baskı yaptım, kordon çiğnettim. Sanırım sadece evde yavru kediler gezecek diye biraz sevindim o kadar. Görseniz gerçekten çok tatlılar.
İnternet beni öldürüyor.
Bugün biraz sakinledim gibi hissediyorum. Hala bu son dönemin -Eğer blogdaki eski gönderilerimden hatırlıyorsanız rollercoaster gibi geçti- etkilerini üzerimden atamadım. Bir aydan fazladır hiçbir şey yapmadan yatıyorum. Biraz animasyon çalıştım, onu sonraki postuma saklıyorum şimdilik. Sevgilim eve dönmek üzere. Sadece sıkıcı şeyleri bir boşaltmak istedim, artık işten güçten, barlardan bahsetmek istemiyorum. Paradan bahsetmek istemiyorum. Yine kafamın içine dönebilmek, sadece hayatta kalmak için debelenmeyen, düşünen, fikirler üreten biri olmak istiyorum yeniden. Bunalmak istiyorum. Bunalmayı haketmek istiyorum.
Hadi görüşürüz.
PS: Yazılarınızı okuyorum şimdi, her ne deliğe saklandıysanız çıkın özledim sizi.
8 notes
·
View notes
Text
S ve J'nin kadim dostluğu çok eskiye dayanır.
Bir gün uzak dünyada eski zamanlarda birbirine rakip iki köy varmış. Bir köyde S ve ailesi, diğer köyde J ve dostları varmış.
Bir gün iki köy arasındaki gerginlik giderek artmış. Öyle ki bu iki köy arasında ev, bahçe yakmalara kadar uzamış. İlk köyden yani S nin yaşadığı köyden bir kişi J'nin yaşadığı köye gelmiş. Bu duruma bir son vermeye çalışmış. Fakat J'nin yaşadığı köydeki halk S'den gelen kişiyi idam etmiş. Bunun üzerine J'nin yaşadığı köy savaşa hazırlanmış. İki tarafta birbirlerinin köyüne ajanlar yollamış.
Savaş günü gelip çattığında ise S ailesinin adına savaşa gitmeye karar vermiş. J ise dostlarıyla çarpışmaya karar vermiş. İlk saldırıyı S'nin yaşadığı köy yapmış. J'nin dostlarından bir tanesi ise bu saldırıda ölmüş. J ve arkadaşları onun için bir cenaze bile hazırlayamamışken saldırıya geçmeye başlamış. Savaş 1 hafta sürmüş. İki köy de fazlasıyla zararda çıkmış.
Kazanılanlar ve kaybedilenlerin arasında açık bir ara olduğu bu savaşın son damlaları gelmiş. J bir arkadaşı ile kalmış. S ise ailesini korumak adına hala hayattaymış. İki tarafta dinlenirken J arkadaşıyla konuşmaya başlamış. Arkadaşı "Bu savaşı saldırarak veya savunarak kazanamayız. İki tarafın da anlaşması gerekiyor." demiş. S ise ailesiyle konuşmuş ve J'nin arkadaşının önerisinde bulunmuşlar.
Ertesi gün savaşın bitmesi gereken gündü. Bir taraf galip olacaktı. Fakat J öne çıkarak iki köy arasındaki savaşta yüksek seslerle bağırmaya çalışmış. "Savaşı bitirelim dostluk kuralım!" fakat kimse onu duymak istememiş. S ise J'nin çığlıklarına karşılık vererek ona katılmış. Savaşta iki köy de farklı köylerden iki kişinin beraber olduğunu görünce savaşı durdurmuş. Onların seslerine kulak vermişler.
İki köy de verilen kayıplardan muzdarip olup savaşı bitirme kararı almış. J dostları anısına S'nin olduğu köye bir anıt yaptırmış. Bu anıt bu savaşın unutulmaması için zaman boyunca orada kalmış. İşte böylelikle S ve J'nin kadim dostluğu başlamış.
3 notes
·
View notes
Text
Yakın (İng. Close), Lukas Dhont'un son filmi. Dhont, daha önce izlediğim Girl filminde yaptığı gibi derin duygusal bir anlatı oluşturmayı başarmış. Filmin konusu ergenliğinin başlarında iki oğlan çocuğu Leo ve Remi hakkında. Çok yakın iki arkadaş olan Leo ve Remi her şeyi beraber yapmaktadır; beraber oynamakta, birbirlerinin evlerinde kalmakta, aynı yatakta yatmaktadırlar. İkili o yıl beraber liseye başlar ama okuda ikisinin sevgili olduğuna dair dedikodular dolaşmaya başlamıştır ayrıca ikiliye okulda zorbalıkta yapılmaktadır. Leo bundan rahatsız olur Remi'den uzaklaşmaya başlamıştır. Remi ise Leo'nun kendisinden uzaklaşmasına bir anlam verememektedir ve gittikçe daha derin bir üzüntünün içerisine gömülmektedir. Leo, Remi'yi etrafından uzaklaştırır, kendisiyle zorbalık yapanlarla arkadaşlık kurmaya başlar ve buz hokeyi takımına yazılır. Remi ise bununla baş edemeyecek duruma gelir. Dostluk, kayıp, yas ve büyümek üzerine derinden sarsan bir film.
3 notes
·
View notes
Text
İSMET İNÖNÜ’NÜN DIŞ POLİTİKASI ÜZERİNE TESPİTLER
Adolf Hitler, 1 Eylül 1939 da Polonya’ya saldırdı. Bu olay 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcı kabul edilir. Fakat Alman'lar Polonya saldırısı sonrası durdular. Dönemin bazı kaynaklarının genel kanısı savaşın Maginot Hattı üzerinden devam edeceği yönündeydi. Fakat gerçek, bu değildi!
Alman'lar hızlı bir karar ile meşhur panzer tümenlerini önce Hollanda’ya, ardından Belçika’ya sürdü. Bu bölgeleri işgal ederek, Fransa ile burun buruna geldi. Hitler bir konuşmasında şu sözleri sarfetti;
' 15 Temmuz'da Paris'te olacağım ''. Ve oldu. Bunun tek bir anlamı var: Fransa çöktü!
Fransa'nın çökmesi, Türkiye'nin dar boğaza girmesi demekti. Sebebi; İnönü'nün iktidar olduktan sonra, İngiltere ve Fransa ile imzaladığı ittifaktır. Biz, İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa girme gerekliliğimizi, dönemin şartlarını öne sürerek reddettik.
İngiltere ve Fransa ittifakı, bizi olmamamız gereken bir savaş hattına soktu. Sebebi; Savaşın, Balkanlara intikal etmiş olmasıdır! Peki, savaş Balkanlara nasıl intikal eder? İtalya, Habeşistan’dan sonra Arnavutluk'a saldırarak orayı ele geçirir. Yetinmez! Yunanistan'a saldırır. Yunanistan bu saldırıya karşı direnir fakat, Alman panzer tümenleri ardından Yugoslavya'ya saldırdılar ve bu saldırı bütün Yugoslavya'nın hesabını 15 günde görür. Bütün bu gelişmelerin ardından bir mesele vuku bulur. Lütfen hayaliniz de canlandırın! Çünkü bu mesele topun ağzına Türkiye'yi koyar. Mesele şudur; Trakya sınırında Alman panzerleri görünür! Türkiye, İngiltere ve çökmüş Fransa ittifakının müttefikidir ve Alman panzerleri sınırımıza dayanmıştır. Fakat o sıralarda bilinmeyen ve daha sonra Türkiye'nin başını çok ciddi belaya sokacak olan bir girişim söz konusudur. Türkiye, İngiltere ve Fransa müttefiki olarak el altından Alman'lar ile birtakım diplomatik ilişkiler içerisindedir. Türkiye, Mustafa Kemal'in vasiyet ettiği '' Tarafsız Dış Politika '' realizminden saparak, geri dönüşü olmayan mevziler kaybetmiştir.
Vasiyet edilen bu politik anlayışın terk edilmesinden ötürü;
1-)Atatürk döneminde oluşturulmuş ve dünya siyasi platformunda Türkiye'ye saygın bir yer sağlayan Balkan Antantı, etkisini kaybetmiş ve dağılmıştır.
2-)Balkan Antantının dağılması ile ortaya çıkan diplomatik boşlukta bölgeye, İtalya ardından da Almanya işgalci güç olarak gelip yerleşmiştir.
3-)Atatürk'ün diplomatik veya askeri ittifak olmasa bile, karşılıklı çıkar ve uluslararası dengeler üzerine kurduğu Sovyet dostluğu, yerini baskı ve düşmanlığa bırakmıştır.
4-)Atatürk'ün herkesle dostluk ve iş birliği sınırları içerisinde, Almanya ile geliştirilen siyasi ve ekonomik ilişkiler bozulmuş ve her anlamda bu ülkenin karşısında bir politik sahaya oturulmuştur.
El altından yürütülen diplomatik ilişkilerin, Alman'ların Türkiye'ye saldırıp saldırmayacağı ile ilgili hâlâ net doneler vermediği bir süreç içindedir Türkiye
Burada parantez açarak bir soru sormak gerekir. Alman'lar Türkiye' ye saldırmış olsalar idi, asıl amaçları ne olurdu? - Türkiye, Kafkas petrollerine giden en kısa yoldur! Hitler'in bu petrollere ihyacı vardır! Metin Toker hatıralarında anlatır; İsmet İnönü, Hitler'in Türkiye'ye değil de SSCB ye saldırdığı haberini aldığında kahkahalarla gülmüş ve büyük bir sevinç yaşamıştır. Çünkü SSCB harekatı, Hitler'in Türkiye'ye saldırmayacağını kesinleştirmiştir. Türkiye derin bir nefes almıştır. Fakat bu derin nefesi neye borçlu olduğunu bilmek gerekir! Bunun iki sebebi vardır ;
1-)Türkiye, Almanya'ya savaş süresi boyunca ihtiyacı olan kromu satacağını garanti etti. Kromun alaşımları mermi, denizaltı, gemi, uçak, top ve silahlarla ilgili destek sistemlerinde kullanılır. Bu kaynak o günün şartlarında, bizim müttefiklerimize karşı kullanılacaktır!!
2-)Alman deniz donanmasına ait birtakım muhrip, savaş gemisi ve denizaltılarını ticari gemi sıfatı ile Karadeniz’e çıkaracağımızın taahhüdünü verdik.
Bu politikayı da esasında bir denge politikası olarak değerlendirmek gerkirse de. bu politika bizi müstakbel bir Rus tehdidi ile karşı karşıya bıraktığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu olası tehdidi çok daha canlı hale getiren bir sebep daha vardır! Almanya, Rusya'ya saldırarak ( 4 milyon asker, 6 bin Km lik bir hatta Alman ordusunun 2/3 ü) üç haftalık bir yıldırım savaşı yaptı. Stalingrad, Leningrad ve Moskova'nın önlerine kadar geldi. Rus'ların, onları hiç yalnız bırakmayan bir müttefiki vardır ; Soğuk!
Rus'ların tabiri ile General Kış gelir ve çok sert iklim koşulları yaratır. Alman'lar, kışın gelmesi ile teklemeye başladılar ve o cephede yenildiler. Bu yenilgi mağlubiyete kadar giden bir süreci araladı. Fakat!!! Rus'lar bu arada Kırım'ı ele geçirmişlerdi. Kırım, Türk soyundan bir halk ile doludur. Kırım'ın bir kısmı, Alman'lar bizi Ruslar'dan kurtaracak ümidi ile (özellikle Ukraynalılar- O zaman faşist parti kurup Sovyet Rusya fedarasyonundan ayrılmak istemişlerdi) Almanya komutasında askerliğe başlamıştır. Hatta orada bir yönetim kurulmuştur. Alman'lar kurulan bu yönetimin başına, Kırım halkından birilerini getirmeyi uygun bulmazlar ve bir ülkeye başvururlar. Bu ülkenin adı; Türkiye!
Ve biz oldukça çılgınca bir hamle yapıyoruz. Alman gizli servisleri vasıtası ile Kırım'a, bir Başbakan bir de Cumhurbaşkanı gönderiyoruz. (Alman gizli servisleri vasıtası ile yapılmış bu hamleyi biz nereden biliyoruz? Bu konuya da değineceğim.) Savaş; Kızıl Ordu'nun hızlı ilerleyişi ile Berlin’i ele geçirmesi ve Normandiya çıkarması ile devam etti. Neticede bizim savaşı kazanamayacağını düşündüğümüz İngiltere, Rusya ve Amerika savaşı kazanmıştır.Bizim kazanacağını düşünerek sonradan gizlice ilişkiler geliştirdiğimiz Almanya ve İtalya yenilmiştir.Bu sürecin en ağır sonucu;-Savaş bittiğin de Türkiye Doğu Akdeniz'de yalnız kalmıştır.-İngilizler küskün.-Ruslar kızgın.-Amerikalılar kuşkulu. Rus'ların kızgınlığı bir süre sonra daha da arttı.Sebebi; Berlin’e giren K.Ordu'nun uzman ekipleri, Dış işleri Bakanlığı’na girmiş, ne kadar evrak ve doküman var ise Moskova'ya taşımıştır. Alman dilini bilen Rus uzmanlar,Almanya'nın savaş muhaberat dökümlerini incelemişlerdir. Bu doküman ve evrakların incelenmesi ile anlaşılmıştır ki Türkiye, savaş esnasında Almanya ile gizli bir politik ilişki içerisinde bulunmuştur. Bu evrakların çok önemli olanları toplanarak bir kitap haline de getirilmiştir.
Bizim ''BATI'' dediğimiz blok esasında yekpare bir blok değil. Her biri kendi ulusal kültür sentezini yapmış, birbirine benzemeyen ulusal devletler bütünüdür. Yani özet olarak batı, milli devletlerin bütündür. Hatta aşırı milli. Aralarında savaşacak kadar milli!... Savaş 10-15 milyon arasında olduğu tahmin edilen açlıktan olmak üzere 55-70 milyon insanın öldüğü, milyonlarcasının vücudundan uzvunu yitirdiği yada aklını kaybettiği, tarımın haycancılığın ve fabrikalarda çalışacak erkek nüfusun yok olduğu bir bilanço çıkarır..Evet o dönemde şeker ekmek karneyle verilmiştir ancak Türkiye bu ağır bilançonun içinde olmamıştır...
7 notes
·
View notes
Text
FETÖ NEDİR?
Fetö şirktir, hurafedir, uydurma dindir, dini maddi çıkarlara alet etmektir, cehalettir, ihanettir ahmaklıktır.
Fetö "Haçlılar sizin kızınıza karınıza ilişmezler" diyecek kadar alçak bir cehalettir.
Fetö, uydurma dinin ve Risale-i Nur'un bir aynasıdır.
Fetö, Kur'an'da ne kadar yasaklanan batıl bir inanç ve kötü bir ahlak varsa, çıkarı için onu mubah kılan bir haramidir.
Fetö'nün Hristiyan ve Yahudi sevgisi, onlarla işbirliği ve dostluğu, onun cehenneme girmesine delil olarak yeten bir haindir.
Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor.
" Ey iman edenler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin bunu yaparak Allah'a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"
(Nisa,144)
Fetö, Kur'an'sız cemaatin ve akılsız dinin en fanatik bir taraftarıdır.
Fetö, Şia ve Ehli Sünnetin bütün hurafelerini eserinde toplayan Said Nursi'nin nursuz bir talebesidir.
Fetö, tarihin karanlıklarını kendisinde toplayan kapkaranlık bir zihniyettir.
Fetö'nun Kur'an'daki tarifi şöyledir.
"Bunlar iman ile küfür arasında zikzakçı, mütereddit= kararsız, mütehayyir= şaşkın bir haldedir, ne onlara ne de bunlara yani ne müminlere yarayışlı olurlar nede kâfirlere, ikisi arasında bocalar dururlar.
Çünkü küfür ve şirkleri sebebiyle Allah onları şaşırtmıştır.
"Kim Allah'tan sapıklığının devamını isterse artık onun için bir yol bulamazsın"
( Nisa- 143)
Fetö, yukarıdaki âyette anlatılan münafıklardan daha aşağılık çıkmıştır.
Çünkü münafıklar müminlere yaramadıkları gibi kafirlere de yaramazlar.
Fakat Feto İslam dininin en büyük düşmanlarına köpeklik etmekten kaçınmamıştır.
Fetö'de Kur'an ahlakı olmadığı için, daha doğrusu fetö Kur'an, ilim,
akıl, tefekkür ve sorgulama düşmanı bir mukallid olduğu için Allah'ın hidayet, rahmet ve mağfiretinden uzak kalmıştır.
Feto Kur'an'sızlığın nasıl dehşetli bir hastalık olduğunu gösteren apaçık bir delildir.
Fetö'de iman, güven, merhamet, kanaat, ahde vefa, eman ve emniyet, sevgi ve adalet, kardeşlik ve istikamet yoktur.
Fetö, 1400 yıllık bir sorundur.
Fetö, hâlâ Allah'ın elçisini istismar ederek Resülüllahın hapiste olan teröristlerle beraber yemek yediğini anlatıyor.
Fetö'de hainlik, casusluk, mal toplama ve yığma, düşmanlara uşaklık, Müslümana ve Tevhid'e kin ve düşmanlık vardır.
Fetö, hoşgörü, dostluk ve muhabbeti İslam düşmanlarına karşı gösterirken, ümmete karşı kalleşlik, casusluk ve ihanet göstermiştir.
Fetö musibeti Diyanet'in ve ilahiyatçıların cehalet ve rezilliğini gösteren en güzel bir delildir.
Fetö'de iman edenlere karşı ihanet, Kur'an düşmanlarına karşı köpek gibi bir sadakat mevcuttur.
Fetö'de hiçbir ahlaki ilke mevcut değildir.
Allah'ın belası Fetö örgütünün üzerine lanet üzerine lanet yağmıştır.
Hangi şartla olursa olsun fetö'nün başarılı olmasını isteyen alçaktır, fetö'ye karşı sessiz kalan de alçaktır.
Fetö'nün kitabında mertlik ve cömertlik diye bir şey yazmaz.
Eğer fetö'de zerre kadar Kur'an bilgisi, az tefekkür, biraz aklı kullanma, asgari bir sorgulama ve minimum bir özgürlük sevgisi olsaydı kısaca Kur'an'a iman olsaydı bunların üzerine bela üstüne bela lanet üzerine lanet yağmazdı.
Devlet adamları Kur'ansız ve akılsız fetö'den ibret almazlarsa aynı akıbetin kendilerini de yakalayacağından hiç şüpheleri olmasın.
Ya Kur'an başa ya kuzgun leşe,
Ali Aydın
4 notes
·
View notes
Text
ikinci edisyon
15/03/23
20h : Nazlı’dayız, bana özel hayatını açıyor, acımdan uzaklaşırsam daha iyi olur sanıyor. bir süre ona olanlardan bahsediyoruz. kötü hissettirmiyor, ama kızgınım, içimde dinmeyecek bir ateş yanıyor gibi hissediyorum. ayça haber bekliyor, deniz gizem haber bekliyor, ayşe bile bekliyor -yaşayan ayşe arkadaşım... bazen kendimi bu cümleyi anlatılarımın sonuna eklerken buluyorum (ah!)-. Çıkıyorum oradan yolda Adélie’yi arıyorum, sevgilime eski sevgilimin beni ne denli üzdüğünü anlatıyorum, ne güzel dinliyor beni, çok kabul edici bir yönünden. sevildiğimi hissediyorum, usul usul ağlıyorum, kızgınlığım geçmiyor.
22h : Himmet’e geldim, şarap içiyoruz, peynir yiyoruz, nedense böyle oldu. iyi bir ev sahibi, sinirden ağlayacak gibiyim, ağlamıyorum. çocukluklarımızdan konuşuyoruz, sevgiyi öğrenmemiş olmak hala muhabbet konusu, Ayça’yla da konuşmuştuk. ulusu bir çocukluk anına bağlıyoruz, acaba ondan mı böyle oldu. yine ben geldim, oyun bitti, bana sarılmadı, artık ikinci bir kimseyi seviyor. annem gibi, kardeşim gibi.
16/03/23 : Elif’teyim. yine çok uzun süre sonra buluştuk, ama hala aynı arkadaşlık içimizde. buna evrilen bir dostluk. şarap içiyor, suşi yiyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz. konu ulusa kadar geliyor, sonra susuyorum. biraz queer fotoğraflar çekiyoruz, biraz elifin yeni yaptığı şarkıları dinliyoruz, sonra müzik açıp dans ediyoruz. elifle bunu yaparız. hep yaptık, 2012′den beri. bunun doğallığının güzelliğinde, bunu bizzat bilerek, bırakıyorum kendimi, usul usul dans ediyoruz. ikinci şarap şişesi biterken artık hazırım konuşmaya. ulusu anlatıyorum, ağlıyorum, gerçekten yaralı bir hayvan gibi ağlıyorum, çok çaresiz, acısıyla ne yapacağını bilemeden, göğsüne çekiyor elif beni, sırtımı okşuyor, ben bi süre öyle ağlıyorum. keşke hiç tanımasaydım onu ve sevmeseydim, çünkü artık onun olmadığı bilinciyle devam edeceğim hayata diyorum. sırtımı okşuyor, şimdi böyle hissetmen çok normal, iyi ki sevdin bence, bunu hiç tatmayan insanlar var hayatta diyor. ben de böyle derdim. ama kalbim burun kıvırıyor.
20/03/23 : Fransaya döndüm. bütün gün iş, seminer, vs. saat 17 oluyor, psikiyatrın karşısındayım. türkiyeyi anlatıyorum, annemi, ayşenin mezarını, nasıl da ellerimizde kırıldığını (aldım bir parça mezar taşını Ayşe, bunu düşündükçe kalbim eziliyor, ah!), ulusu. duygusal olarak yorgunum diyorum. ulusu hiç anlamamıştım daha, merak ediyor, özet geçiyorum, ama ulus diyecek halim de yok artık, ona dair gözyaşlarını artık akıtmışım. gönülsüz laflar ediyorum, dediğime ben de inanmıyorum, yine de güzellediğim bir aşk. sonra diyor ki “sizce de çok yunan tragedyası gibi değil mi? sizce bu aşkı biraz idealize etmemiş misiniz?”. Müüüüüüüthiş canım sıkılıyor, öyle ki çıkıp gidesim var. kötüsü cevap bile veremiyorum doğru düzgün, “yo hayır diyorum, öyle değil, bizim ilişkimiz evet size böyle geliyor olabilir, ama öyle değildi. bize dair bi şeydi”, durmadan “yooo öyle değil, bilmiyorum, ama öyle değil.”, zırvalıklar. inanmıyorum ki ben de artık. neye inanayım bilmiyorum. görüyor musun ulus beni düşürdüğün hali. kızıyorum. o sırada sana kızıyorum, psikiyatra kızıyorum, bıktım her şeyden ve herkesten ve olayları analiz etmekten. bir süre bundan konuşuyoruz, sonra olayı bağlıyorum. “neyse işte türkiye zordu, iki mezarlık ziyaret ettim, iki kişiye veda ettim”. diyecek bir şeyi yok, seansın sonuna geldik, gitmem gerek.
21h : derslerim bitiyor, işten çıkıyorum. müthiş canım sıkkın. JP ile yürüyoruz, yemek yiyeceğiz, fransada emeklilik yasası grevleri devam ediyor. her yerde polis, vücudum geriliyor, polislere bakmadan yürüyorum, bu savaş benim savaşım değil. artık kimsenin savaşında vurulmak istemiyorum. restoran biz gidene kadar kapanmış oluyor, çok yürüdük. sonra evin yakınlarında başka bir restorana gitme kararı alıyoruz. karanlık yollar, neden böyle loş anlamıyorum. polisler grup grup ara sokaklarda, çok iriler, sanki dik dik bakmaya kalksan üzerine çuvallanacak gibiler. biraz daha ilerliyoruz, biber gazı kokusu geliyor burnuma, çok da gerginim, soruyorum dönüp “sen de alıyor musun kokuyu?”, almıyor tabii. bu bizim oraların derdi heralde diye düşünüyorum, zorla öğrendiğimiz bir korunma taktiği. gaz var evet, birazdan öksüre tıksıra geçiyoruz sokakları, hala açım, psikiyatra müthiş gıcığım, sinirden çatlayacak gibiyim. sonra diyorum ki, çok kızgınım ama haklı heralde. üzer dedi tragedyalar, heralde benim bu üzgünlüğe tutunmamı gördü. çünkü demiştim, daha önce de terapiye gittim ama ona hep yalan söylüyordum, çünkü mutsuz olmak hoşuma gidiyordu, mutsuz olmazsam yazamam sanıyordum, yazmak için mutsuzluğuma devam etmek istedim. bilmem, dedim bunu, bunu mu gördü acaba? acaba ulusa bu yüzde mi tutundum? attım bir soru, bugün böyle geçiyor.
25/03/23 : Paris’teyim, dün JP ile bir barda oturduk, psikiyatrı konuştuk, gıcık olduğumdan bahsederken, bakıyorum o hissim geçmiş. yokluyorum bir panik kalbimin o sinirden kaskatı yerini, yok, sanki bir yara bandını sökerek almış kadın. fakat altında yara kalmamış meğer, yokmuş. bakıyorum, yumuşacık şimdi kalbimin o köşesi, hassas falan hala, ama katı değil. bilmem nasıl anlatsam. işte kabuğu düşmüş meğer o yaranın, alttan gelen derinin rengi hala biraz yeni, daha açık tabii. normal. ama acı acı ulusu da düşündüğüm yok artık, canım ağlamak istemiyor. ben o yara kalksın istememişim. yani ayça işte sana dediğim gibi o gece ağlarken : “ya unutursam diye çok korkuyorum, çünkü unutmak istemiyorum, çünkü unutursam o da herkes gibi olur”.
Ulus benim için herkes gibi oluyorsun. yarın doğum günün. kutlu olsun.
2 notes
·
View notes