#dimilkî/zazakî
Explore tagged Tumblr posts
heshmate323 · 7 months ago
Link
1 note · View note
bagokligenc · 8 months ago
Link
1 note · View note
azadeararati · 2 years ago
Text
Waştişêk!
Merheba delalî!
Ez nê hesabî de, beranê bi dimilkî (zazakî) û kurmancî pare kena. Heke destê şima ra ame, pare bikerê. Şima rê sipas kena. Hêvî kena ke şima ciwîyayîşê xo de tim serkewte bê. Etîketê ke ez bikar ana, cêr de yê. 
1 note · View note
apsny-news · 2 years ago
Text
Zazacanın dil ölümü ve dil intiharı - Ercan Çağlayan
Günümüz Türkiye’sinde Türkçe ve Kurmancî dillerinden sonra konuşulan üçüncü büyük dil Zazacadır. Zazalar, coğrafi ve mezhebi farklılıklara bağlı olarak kendilerini Zaza, Kird, Kirmanc, Dimilî ve Şare Ma; dillerini de Zazakî, Kirdkî, Kirmanckî, Dimilkî ve Zonê Ma şeklinde adlandırıyor. Bu gerçekle birlikte son yıllarda artan kentleşme ve kitle iletişim araçlarının etkisiyle Zaza isminin…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
multecibekes · 5 years ago
Text
Tumblr media
KÜRTLERİN İLK KADIN GERİLLASI: ZARİFE...!
Eşi Alişêr’e “heval” diye seslenen Zarife, Kürt ulusal çıkarlarının propagandacısı olmakla yetinmedi; eşiyle birlikte elde silah bu uğurda savaştı. Dêrsim’de kalleşçe katledilen Zarife, Kürtlerin ilk kadın gerillası oldu.
Kemalist yönetimler döneminde devam eden “etno-dinsel arındırma”, “tek- tipleştirme” ve “Türk-İslamlaştırma” sürecinde ulus, sınıf ve inanç bağlamında tek tipleştirmeyi sağlamak için çok ulusluluk, çok sınıflılık ve çok inançlılık gerçeği ret ve inkar edilerek, devlet zoruyla tarihsel ve toplumsal gerçekliklere meydan okunarak “tek millet tek din ve tek kitle” temelinde bir yapı kurulmaya çalışılıyordu.
Abdülhamid döneminde “Osmanlı-İslam” şiarıyla başlatılan bu yeni toplum kuramı, İttihad ve Terakki’den sonra “Türk-İslam”a evrildi. Yeni millet “Türk milleti”, yeni din Hanefi Müslümanlığı eksenli “Türk Müslümanlığı” olacak; sınıf gerçeği de reddedilerek “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış kitlenin” zoraki kabulü ikame edilecekti.
Bu politikanın en acımasız uygulamalarından biri 1915’teki Ermeni ve Süryani soykırımıydı. Bu dönemde başlayan toplum mühendisliği projeleriyle, ülkenin demografik yapısını değiştirme temelinde birçok uygulamaya başlanmış ve raporlar hazırlanmıştı ki, I. Dünya Savaşı yenilgisiyle bu proje tümüyle hayata geçirilememişti.
1919 yılına gelindiğinde bu projenin askeri uygulayıcılarından Sakallı Nureddin Paşa, Ermeni Kıyımı’nı kastederek, “Zo diyenlerin işini bitirdik, sıra lo diyenlere geldi” diyordu. Bu, sıranın Kürtlere geldiğinin habercisiydi. Zaten bu aşamada Kürt demokratik örgütlenmesi fiilen yasaklanmış ve Kürt aydınlanma hareketi “Kürt Azadî Komitesi” adıyla illegaliteye kaymıştı. Daha sonra Kürt Azadî Cemiyeti’ne evrilen, Osmanlıca’da Kürd İstiklal ve İstihlas Cemiyeti, Kürtçe’de Azadîya Kurdistan Cemiyeti olarak adlandırılan bu örgüt, İstanbul gibi büyük metropollerin yanı sıra Kürdistan’ın birçok ilinde de örgütlenmişti ve bugün elimizde örgütlenme şeması ile programı dahil birçok belge bulunmaktadır. Bu örgüt, 1925 Kürt İhtilali’ni örgütlediği gibi 1927’de kurulup Ağrı-Zîlan Hareketi’ni örgütleyen Kürt Özgürlük Örgütü Xoybûn’un omurgasını da buradan gelen Kürt yurtsever aydınları oluşturuyordu. Ayrıca bu örgütün 1925 Hareketi öncesi ve sonrası Talepler Bildirgesi de bugün elimizde bulunmaktadır.
Lozan ‘güvencesiyle’ ret ve inkar
Abdülhamid yönetiminin başlatıp İttihad ve Terakki Hareketi’nin yarım bıraktığı bu proje, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ile Ankara’daki Meclis’in kabul ettiği Misak-ı Milli Bildirgesi’nin yanı sıra, Erzurum, Amasya, Sivas Kongreleri protokolleri ve Mustafa Kemal’in Ankara’daki Meclis konuşmaları ile rafa kaldırılmış görünüyordu. Nitekim bu yeni süreç, Kürt aydınlanma hareketi içinde de bir bölünmeye ve yarılmaya yol açmıştı. Birkaç yıl sonra 1925 Kürt Milli Hareketi dolayısıyla idam edilecek olan Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdülkadir ve arkadaşları, “Bu vaatler karşısında Türk kardeşlerini yalnız bırakmanın onları arkadan hançerlemek anlamına geleceğini” söyleyerek bir Kürt milli hareketine karşı çıkarken Bedirxanlar’ın öncülüğündeki kadro ile Cemiyet’in Dêrsim-Koçgirili üyelerinin büyük bölümü bu tutuma karşı çıkarak vaat edilen hakların güvence altına alınması için siyasi ve diplomatik girişimde bulunuyorlardı.
Bu konuda bölge mebusları ile görüşmeler yapılmaktayken dönemin Sivas Valisi Sakallı Nureddin Paşa, Mustafa Kemal’le gizlice haberleşip Karadeniz’den Laz Topal Osman çetelerinin yardımıyla gelip 140 Koçgiri köyünü yerle yeksan ediyor ve büyük bir yıkım yapıyordu. Kemalist rejimin bu katliamı, sonraki uygulamaların habercisi olduğu gibi İttihadçılar’ın eski plan ve projelerinin bu hareketin varisi konumundaki Kemalist yönetim tarafından 1921 Koçgiri Katliamı ve aynı yıl TKP liderlerinin Karadeniz’de boğdurulmasından başlayarak uygulamaya konulduğunu gösteriyordu.
1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve Kemalistler’in kendilerini güvencede görmesiyle birlikte tam bir “ret ve inkar politikası” başlamıştı. Dahası, 1924’te “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter” yollu sloganlar dillendirilmeye başlanmıştı.
Demokratik Kürt örgütlenmesinin yayınlarının ve kimliğinin tümden yasaklanmasıyla sonuçlanan bu ret ve inkar politikasının ardından meydana gelen, dönemin aydınlarının “Kürt İhtilali” dedikleri 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi’nin bastırılmasıyla birlikte artık gerçek “İttihadçı-Kemalist” kimlikle ortaya çıkmanın zamanı gelmişti. Bu yeni dönemde yasaklanan üç temel kimlik vardı: Kürt kimliği, Alevi kimliği ve sınıf kimliği.
1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun (Susturma Yasası) ve askeri yönetimlerin gölgesinde Kürt kimliği, hazırlanan gizli Şark Islahat Planı ve resmi İzale-i Şekavet Kanunu’yla; Alevi kimliği, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun çıkarılması ve Diyanet örgütlenmesiyle resmen yasaklanıyordu.
Devletin hedeflediği 4 lider: S. Rıza, N. Dêrsimî, Alişêr ve Zarife
İşte Kızılbaş-Kürt kimliğiyle Koçgiri ve Dêrsim, tam da bu politikanın merkezine yerleştirilmişti. Tüm bunların uygulanabilmesi için de Kemalizm’in sorgulanmasını da beraberinde getirecek olan bu trajik olgunun irdelenmesi yakın zamana kadar yasaklanmış ve tabulaştırılmıştır.
Nitekim Koçgiri ve Dêrsim Katliamları’nın bir numaralı tanığı Vet. Dr. M. Nuri Dêrsimî’nin 1952’de Halep’te yayımladığı “Kürdistan Tarihinde Dêrsim” adlı eseri, Türkiye’ye sokulması yasaklanan yayınların başında geliyordu. Yetiştiğimiz dönemde ismi halk arasında “efsane” gibi dolaşan bu kitabı tesadüfen elde edenler ise büyük bir gizlilik içinde okuyor ve bir silahtan daha özenle saklıyorlardı.
Kendi payıma Dêrsim’le ilgili en çok yayın yapan araştırmacılardan biriyim. Nuri Dêrsimî’nin “Hatırat”ı dahil bu konuda birçok yayın yaptım ve kitap yazılmasına ön ayak oldum. Ancak hemen belirteyim ki, bugüne kadar Dêrsim konusunda yaptığım yayınlarla yazdığım yazıların hemen tümünden dava açıldı ve kiminden ceza aldım. İlk ceza aldığım ürün, başta Dêrsim’in efsanevi dinî önderi Seyid Rıza ile bölgenin efsanevi şairi Alişêr ve ilk Kürt kadın gerilla olarak adlandırabileceğimiz eşi, yoldaşı Zarife de dahil on binlerce Dêrsimli’yi işleyen, 1980 başlarında yayımladığım bir Dimilkî/Zazakî ağıtlama/kilam derlemesi olmuştu.
Kemal Kılıçdaroğlu, bizden de Dêrsim’le ilgili kaynak istediği bir süreçte, 1980’li yılların sonlarında Yalova’da, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamını organize eden İhsan Sabri Çağlayangil ile bir röportaj yapar. Çağlayangil, burada açıkça söyler: Dêrsim’e tam yetkiyle kor-komutan olarak atanan Abdullah Alpdoğan, aşiret reisleriyle yaptığı görüşmede, 4 kişinin “başını” istemektedir ki, bunlar Seyid Rıza, Nuri Dêrsimî, Alişêr Efendi ve Zarife Hanım’dır. Bunlar katledildiğinde Dêrsim’in “başsız” kalacağını devlet de bilmektedir.
Dêrsim aşiret reisleri heyeti bu talebi kabul etmeyince Nuri Dêrsimî, Seyid Rıza’nın isteğiyle durumu dünya kamuoyuna bildirmek üzere Suriye’ye çıkar; Koçgiri Katliamı’nın ardından Dêrsim’de Seyid Rıza’nın yanına giden Alişêr Efendi ve eşi Zarife, sığındıkları mağarada kalleşlikle katledilirler; Erzincan’a görüşmeye çağrılan Seyid Rıza ise hileyle yakalanıp düzmece bir mahkemede idam edilir…
Alişêr’in eşi, yoldaşı, “hevali” Zarife
Dêrsim-Koçgiri’nin efsanevi şairi ve toplum önderi Alişêr’e, tüm yaşamında eşlik eden Zarife, dost-düşman tüm gözlemcilerce takdirle karşılanan bir kişiliktir. Dêrsim katliamında bizzat görev alıp devletçe satın alınan ihanetçiler marifetiyle Feri Palaxine mağarasında Alişêr ve Zarife’nin katlini organize eden Nazmi Sevgen bile, “Alişêr’in karısı Zarife dikkate şayan bir tiptir. Kocasının mücadelesinde bu kadının etkisi çoktur. Kocasına silahlı olarak her zaman refakat ve eşlik etmiş, sonunda o da kocasıyla birlikte kaçınılmaz sona ermiş fakat bu anda dahi Vanklı Efendi adında birisinin canına kıymıştır” diyerek dolaylı olarak takdir duygularını dile getirmektedir. (Bkz. N. Sevgen: Yakın Tarihin Esrarla Örtülü Hadiseleri ve Koçkirili Alişir, Tarih Dünyası, Sayı:9/ 1950).
İkiliyi yakından tanıyan, yakın dostları Nuri Dêrsimî, Zarife Hanım’ı şöyle değerlendiriyor: “O aslan ki, kendi döneminde okuma yazma bilen, hem siyasi hem de askeri bir Kürt kızıydı. Çok sefer Alişêr, bir şey yapmadan önce onun düşüncesini sorar, fikrini alırdı. Ona sormadan karar vermezdi. Zarife savaşçıydı. Çok sayıda kadın da onunla birlikte savaştılar. Onlar da silahlıydı. Çarpışmalar başlamadan önce ondan silahlı eğitim aldılar.” (Evin Çiçek; Qoçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketinin 85. Yıldönümü Vesilesiyle; Kızılbaş Dergisi; Şubat 2008 ve M. Bayrak; Dêrsim-Koçgiri; 2. bas.; Özge Yay.; Ankara; 2012; s.83).
Milli gayelerin propagandacısı
Nuri Dêrsimî, ünlü eserinde de Kürt kadınının kahramanlığı bağlamında bir örnek olarak ona yer verir: “Zarife, kocası gibi Kürt milli davasına bağlı, aynı yüksek gayeleri takip eden, eşsiz bir Kürt kızı olduğunu, hayatında doğrudan ispat etmiştir. Zarife, Kürt kadınları arasında milli uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişêr’in milli faaliyetlerinde onun sağ kolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarife, Alişêr’e daima Kürtçe’de ‘arkadaş’ anlamına gelen ‘heval’ sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki fikir ve duygu itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin bir çocuğu olmamıştır.
Zarife, uzun boylu, iri yarı ve her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip, simasında bir erkek cesareti ve yiğitliği okunan, eşsiz bir Kürt kızı idi. Her yıl Dêrsim’e gider, milli gayeler hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki çelişkileri ciddi bir hakim gibi hallederdi.” (Vet. Dr. N. Dêrsimî; Kürdistan Tarihinde Dêrsim; Halep; 1952; s. 279).
Zarife’nin bu nitelikleri, olayların doğrudan tanığı Dêrsimlilerce de teslim edilmektedir. Bugün elimizde bu konuda birçok tanıklık ve anekdot bulunmaktadır. (Bunların “savaşçı kadın tipi” ekseninde bazı örnekleri için bakınız: E. Aydar; Sanatı ve Savaşı Birlikte İşleyen İnsan – Alişer ve Zarife; Zülfikar Dergisi; Sayı:25/1998, M. Öztürk; Kürdistan’da İz Bırakan İhanetler; Özgür Politika; 6. 12. 1999, F. Tepeli; Tarih, Unuttuklarımız ve Öncü Bir Kadın Portresi: Zarife Xanım; Zülfikar Dergisi; Sayı:41/ 2001, Munzur Çem; Alîşêr û Zarîfa; Vate Dergisi; Sayı: 16/2002, E. Alataş – S. Yıldız; Tarihe Düşmüş Güçlü Satırlar; Yedinci Gündem; 2-8 Mart 2002 ve İsyanların Kadınları; Özgür Politika, 1 Nisan 2002; D. Munzuroğlu; Dağlara Şecere Yazan Adam: Alişêr ve Zarife; Dêrsim’de İklim; Aralık 2006, H. Tekin; Alişêr ve Zarife’nin Katli; Dêrsim Post; Haziran-2007, R. Çelik – H. Kartal; Alişêr ve Zarife; Newede Dêrsim; Sayı:6/2009, Der. A. Dêrsimî; Dêrsim-Koçgiri Direnişleri/ Alîşêr Efendi ve Zarîfe Xatun; Peri Yayınları; İstanbul; 2010, S. Şahin; Besê ve Zarife; Politik Art; Sayı:29/2009, A. Tunç; Koçgiri Başladı Harba; Özgür Politika; 11.7.2012)
Dêrsim – Koçgiri konulu kitabımdan giderek 2012 yılında “savaşçı kadın” tipi ekseninde Zarife konusunda özellikle dikkatimi çeken ilk kişi sevgili Zeynep Tozduman olmuş ve bu konuda bir çalışma yapmak için benden kaynak istemişti. Kendisine arşivimdeki konuya ilişkin yayınları yolladıktan bir süre sonra Zeynep, inceleyip görüş bildirmem için şu yazısını yollamıştı: “Kızılbaşlık’tan Kesikbaşlığa Giden Bir Kadın Gerilla: Zarife”. Bu yazı, bir yıl sonra İzmir’deki Dêrsim Derneği’nin yılda bir çıkardığı “Dêrsim” dergisinde yayımlanacaktı.
Kürt kadınının tarihinde en ilginç simalardan biri, 1854’te Osmanlı ordusu bünyesinde, bu devletin İngiliz ve Fransızlarla birlikte ortak cephe halinde Ruslara karşı gerçekleştirdiği Kırım Harbi’ne 300 süvari ve piyadenin başında katılan Maraşlı Kızılbaş Kürt kadını Fataraş’tır (Kara Fatma). Osmanlı kadınını belli bir kimlik olarak Batı literatürüne en çok sokan kadın odur. Bu nedenle de Batı literatüründe o, “Kürdistan kahramanı, Kürt prensesi, Kürt Amazonu” gibi sıfatlarla anılır. O, Osmanlı veya Batı literatüründe bir “kahraman kadın savaşçı“ olarak nitelendirilse de bir “kadın gerilla” olarak adlandırılamaz. Çünkü her şeyden önce halkının kurtuluşu için savaşan bir “savaşçı” değil, devletin ordusunda kahramanlık gösteren bir “milis kuvveti komutanı”dır. Bu nedenle de konumu Koçgiri’de ve Dêrsim’de mücadele veren Zarife’ninkinden çok farklıdır.
‘Hevalêmin hepimizin doğruları var…’
Alişêr ile Zarife’nin Dêrsim günlerine ilişkin ilginç anekdotlardan birini D. Munzuroğlu aktarmaktadır. Görüşme, Lozan Görüşmeleri sırasında Meclis’e milli giysilerle giden ve 1925’te idam edilen Dêrsim Mebusu Hasan Hayri Bey, Dr. Nuri Dêrsimî, Alişêr Efendi ve Zarife Hanım arasında cereyan etmektedir. Buna göre Hasan Hayri Bey, Mustafa Kemal’in Kürtlerin haklarını kabul edeceğine inanmakta ve diğerlerinin görüşlerine karşı çıkmaktadır. Herkes görüşünü beyan eder ve sonunda Zarife, Alişêr’e dönerek şunları söyeyecektir: “Hevalêmin, anlaşılan o ki, hepimizin kendi doğruları var. Belli ki herkes kendi yolunda yürüyecektir. Dileğim o ki, ileride karşılaşacağımız yer Dêrsim’in selameti olsun. Biz kendi yolumuzu yürüyelim. Kanımca bu müzakerenin devamında bir fayda yoktur. Gelecek, davrananın olacaktır. Bizim daha çok yürüyecek yolumuz var, kalk gidelim.” (Agy)
Bu görüşmeden bir süre sonra Hasan Hayri Bey Elazığ/Harput’ta idam edilecek; Nuri Dêrsimî 13 Eylül 1937’de Suriye’ye geçecek; Alişêr ile Zarife, bulundukları mağarada kalleşlikle katledilecek ve Alişêr’in bir sandık dolusu kitabı ile defterine el konularak Genelkurmay Harp Tarihi’ne gönderilecekti. Nazmi Sevgen, Alişêr’in el konan eserleri arasında bir “Dêrsim Destanı”nın da bulunduğunu söylüyor ki, bunun bugün elimizde bulunan Dêrsim şiirinden farklı bir manzum eser olduğunu sanıyoruz.
Sözlerimizi, katkımızla hazırlanan ve 1992’de yayımladığımız “Koçgiri” ve “Dêrsim” destanlarının şairi, dostumuz Ozan Telli’nin dizeleriyle noktalamak istiyoruz:
Uğrular uğursuzlar
gelip geçmişler buradan
Salgınlar/ saldırganlar
Kabuk kazıyor yaradan
Kan içmişler
Düğümcü İskender
Topal Timur
Barbar Hülagu
Ve Uzun Hasan
Ve kötülük tanrısı Ahriman.
Ve yine de her zaman
Tırnaklarını avuçlarına saplamış
Isırmış dişleriyle dilini Dêrsim
Dilememiş düşmandan aman…
(…)
Söylenmemiş bir başka
türküdür bu
Ermail’den Kermail’den beri
Biraz ateş
Biraz çelik
Biraz su
Bu toprağın tutkusu
Özgürlüktür…
5 notes · View notes
mehmmehm · 6 years ago
Text
Yollarda-6   Ovacık / Pulur
Tunceli merkezden Ovacık'a minibüsler Çarşı Café’nin hemen yukarısından kalkıyor. Sabah 9′dan akşam saat 6'ya kadar minibüs var, yalnız dönüşte dikkat edin; saatler tamamen farklı, örneğin dönüş için son minibüs akşam saat dört buçukta olabiliyor. 
Tumblr media
Ekim ayında güneş yaza göre daha erken batıyor. Giderken karanlığa kaldığım için yol manzarasını göremedim, tavsiyem, günbatımından önce yola çıkarsanız manzarayı kaçırmamış olursunuz. 
Medyada, özellikle de sosyal medyada Ovacık hakkında anlatılanları okuyunca, "herkesin vızır vızır arı gibi çalıştığı, zengin, her gün yüzlerce kişinin katıldığı halk meclisleri yapılan, sürekli sosyal etkinlik düzenlenen gösterişli, İsviçre kasabası kıvamında bir yer" hayal etmedim değil...O kadar beklenti biraz fazla kaçıyor tabi. Ekim ayı olduğu için, biraz da kaymakamlık makamı etkinlikleri kösteklediğinden olsa gerek, öyle dışarıdan hemen sezilen büyük bir sosyal faaliyet yoktu ilçede. Bununla birlikte artık Anadolu'da az bulunan bir güzellik buldum Ovacık'ta: HUZUR! Sokakları, havası, insanları huzurlu. Belki son yıllarda yaygınlaşan doğal tarım-arıcılık-turizm sayesinde ilçede yaşayan neredeyse herkesin iş bulabiliyor olması, yaşam standardının artması, belki -şu ya da bu şekilde- nispeten barış koşullarının süregelmesi, belki dağlarla çevrili doğanın güzelliği, manzaranın betonla kapanmamış olmasının getirdiği ferahlık hissi... büyük olasılıkla da bütün bu etkenlerin birleşmesi sonucu Ovacık'ta tatlı bir huzur var. 
Tumblr media
Ekim 2018 itibarıyla ilçede 3 otel vardı: Doğa Turistik otel, Munzur otel, Meyman otel. Ben Meyman’da kaldım, oldukça rahat ve temizdi. Diğerlerinin de iyi olduğunu duydum. Bir de Öğretmen Evi var ama ne zaman yer olup olmayacağı belli olmuyor. Ertesi gün, beraberimde Elazığ’dan günübirlik gelen iki arkadaşla ilçenin önemli bir atraksiyonu olan “Gözeleri” ziyaret ettim. Ovacık merkezden taksiyle 20-25 dakika uzaklıktaki Ziyaret köyünün yakınında, kayaların arasından kaynayan sular Munzur Çayının ana kaynağını oluşturuyor. Arabanız yoksa, Gözelere tek gidiş yolu taksi: hesaplı olması için 2-3 kişi birleşip gitmenizi ve dönüş için şoförün telefon numarasını almanızı tavsiye ederim.
Tumblr media
Kayaların içinden çıkan su soğuk... “Ne kadar soğuk olabilir ki?” demeyin, hakikaten soğuk. Hem bizi getiren taksi şoförü, hem de varınca ayaküstü tanışıp sohbet ettiğimiz, Ziyaret köyünden arkadaşlar bize “Elinizi tutun bakalım kaç saniye tutabileceksiniz” deyince denedik. Su sürekli hareket halinde olduğu için gerçekten elin bütün ısısını alıyor. 6 derecelik denizde yüzmüş biri olarak ben bile ancak 25 saniye dayanabildim. 
Gözelerin bir ilginçliği de suyun içinde yer yer bulut gibi görünen beyazlıklar. Denizbilimci olarak açıklamak bana düştü. İlk önce “kalsiyum olabilir” dedim, ama beyazlığın çıkış noktasının biraz ilerisinde kaybolması nedeniyle bu açıklamamdan kendim de tatmin olamadım. Daha akla yatkın bir olasılık: hava kabarcıkları. Kayanın altındaki basınçlı ortamdan gelen sudaki çözünmüş gazlar, basınç düşünce (ya da sıcaklık artınca) kabarcığa dönüşüyor. Kapağı açılmış bir gazoz gibi. Tabi bunun başka bir açıklaması da olabilir, ama benim tezim hava kabarcıkları.  
Tumblr media
Gözeler, kültürel açıdan Dersim insanı için çok özel, hatta neredeyse kutsal bir yer. Munzur çayının çıkış noktası ile ilgili bir çok efsane var, özellikle de “Munzur Baba (Munzir Bava)” efsanesi. Buna göre Gözeler, Munzur isimli çobanın taşıdığı tastaki sütün yere dökülmesiyle ortaya çıkıyor, ama efsanenin değişik versiyonları var ve orijinal halinin hangisi olduğu da tartışma konusu. Bu efsaneleri hakkını vererek burada alıntılamak çok zor, ama merak edenler için internet üzerinde bir kaç link buldum: 
http://metinkahraman.blogcu.com/munzir-bava-munzur-baba-efsanesi-ve-tragedyasi/680010 
http://siyahhortum.blogcu.com/dersim-efsaneleri-munzur-baba-efsanesi-duzgun-baba-efsanesi-su/1677235 
http://www.ozgurdersim.com/haber/bir-kentin-yasayan-efsanesi-munzur-gozeleri-11688.htm 
Linkini verdiğim ilk blogda belirtildiği gibi, efsanenin “hacca giden ağa” versiyonu Dersim’deki inanç sistemi ile çelişiyor, sanırım özgün versiyonu aşağıdaki linkte anlatılan gibidir: 
https://www.tunceliemek.com.tr/NewsDetail/Munzur-Ziyaretgahi-ve-Peyzaj-Projesine-Dair-Birkac-Soz/169/39813
Gözeleri ve Ziyaret köyünü gezdikten ve köyün kahvesinde biramızı yudumladıktan sonra -ve evet Anadolu’da bir köy kahvesinde oturup huzur içinde bira içmek çok güzel bir duygu- bizi getiren taksiyi arayıp Ovacık merkeze geri döndük. Akşam yemeği için seçtiğimiz yer, yine ilçenin turistik atraksiyonlarından biri olan “Cuba Café” idi. Ovacık’ta çok güzel kafeler var, ama burası adı ve konseptiyle öne çıkan bir yer. Menüden yemek seçerken, Rosa Luxemburg ya da Che Guevara gibi kişiliklerin dünyayı güzelleştiren alıntılarıyla karşılaşabiliyorsunuz. Aşağıdaki alıntı da kafeye gelen misafire iyi ki hareket etmişim, kalkıp gelmişim, görüp öğreniyorum dedirtiyor: 
“Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez. Özgür insan başka türlü karar verme imkanı olan insandır.” (Rosa Luxembourg)
Tumblr media
Akşamları çok geç uyunmuyor Ovacık’ta, gece hayatı pek yok. Çay ve bira içilebilen mekanlar var. İnsanlar hoşsohbet. Söz siyasete gelirse, ve eğer sizi iyi tanımıyorlarsa doğal olarak temkinli yaklaşıyor, fazla suya sabuna dokunmayan bir-iki genel yorum yapıp konuyu değiştiriyorlar. Yine de, bu “suya sabuna dokunmayan yorumlar” bile Türkiye standartlarında alışık olduğunuzdan çok daha seviyeli ve birikimli. 
Dersimlilerin anadili genelde “Zazaca” olarak biliniyor, yöreye göre değişiklik gösteriyor (Kirmanckî, Kirdkî, Zazakî, Dimilkî … diye de adlandırılıyor) Bir Kürt lehçesi mi yoksa aynı Hint-Avrupa dil ailesinin ayrı bir kolu mu olduğu konusunda tartışmalar var. Bu konuda kararı dilbilmciler verecek sanırım. Ancak, Zazaca kaybolma tehlikesi altında bir dil. Neyse ki Dersimliler, dünyada yalnızca Anadolu’da bulabileceğiniz bu dili ve kültürü yaşatma sorumluluğunu üstlenmişler. Örneğin, kitabevlerinde Zazaca dilbilgisi kitapları, ya da sokaklarda bazen iki dilde yazılmış bir trafik tabelası görebiliyorsunuz:  
Tumblr media
Akşam buz gibi soğuk çöküyor ekim ayında, güneşin batışından sonraki 1 saat içinde hava 15 derece birden soğuyor. Erken yatma amacıyla otele gidip televizyon-internet derken yine geç uyuyunca sabah da geç kalktım. Öğlene doğru Ovacık balı ve yumurtası ile güzel bir kahvaltı yaptım: 
Tumblr media
Kahvaltı tabağında daha birkaç dilim leziz peynir, doğal kaymak ve sanırım bir dilim salam da vardı ama temiz havanın etkisiyle nasıl acıktıysam artık, tabağın yarısını mideye indirdikten sonra aklıma geldi fotoğraf çekmek. Bal hakikaten bir efsane. 
Kahvaltıdan sonra ilçeyi bu kadar ünlendiren belediyesini gezmeye gidiyorum. Binanın kapısı gerçekten de sonuna kadar açık ve girişi gerçekten de kütüphane. Kitaplara göz atayım derken oturup bir tanesini yarım saat okuyorum. Girişin yan tarafındaki ofiste ise arı gibi çalışılıyor, çuvallar geliyor, çuvallar gidiyor, organik nohut, fasulye ve tarım ürünü siparişleri Türkiye’nin dört bir yanına yetiştiriliyor. Elde edilen gelirin önemli bir kısmıyla da öğrencilere burs veriliyor. 
Belediyenin üst katı aynı zamanda sanat galerisi gibi, duvarlarda Ovacıklı ve Dersimli sanatçıların eserleri var. 
Tumblr media
Belediye başkanı Maçoğlu’nun odasında olduğunu öğrenince sevinip kitabını imzalatmak için beklemeye başladım. “Kitabını” derken, aslında kitabı yazan Erdal Emre, ama kitaptaki anlatımlar Maçoğlu’ya ait. Röportaj şeklinde yazılmış biyografi de denebilir. 
2-3 dakika bekledikten sonra beni ve bekleyen diğer kişiyi içeri aldılar. Başkanın iki toplantısı arasındaki 5 dakika zarfında bir çayını içtik. O arada hem kitabını imzaladı, benim hal hatırımı sordu, Ovacık izlenimlerimi dinledi, hem de işyeri sahibi hanımın şikayetini alıp bürokratik bir sorunu çözdü, sonra da “Kusura bakmayın bu Kaymakamlık toplantısına gitmek mecburiyetindeyim” diyerek kalktı. El sıkışırken, biraz klişe bir soru olduğunu bile bile “Burada çok güzel işler yapılıyor, nasıl katkıda bulunabiliriz?” diye sordum. “Birçok öğrenciye burs veriyoruz ama halen ihtiyacı olan çok öğrencimiz var. Düzenli olduğu sürece katkı miktarının azlığı çokluğu önemli değil, öğrencilere doğrudan burs verebilirsiniz” dedi ve beni kâtibe yöneltti. Kâtiple de e-posta adreslerini değişip, burs konusunu çevremdekilere duyurma sözü verdikten sonra bu telâşsız, ama çok iş gören belediye binasından çıkıp çay içmeye gittim. 
Akşamüzeri ise Hozat yolundan Munzur ırmağına doğru gidip birkaç fotoğraf çektim. Gerçekten keyifli bir yol.
Tumblr media
Munzur ırmağı üzerindeki köprü zamanında çökmüş ya da yıkılmış, yeniden yapılmış: 
Tumblr media
Irmağı geçince karşıma dağ evi ve kayak merkezi çıktı, gitmişken oraya da uğrayayım dedim. Kayak sezonu başlamamış ama resepsiyonda görevliler var yine de. Teorik olarak konaklamak mümkün, fakat kafeterya daha işletilmiyor, bazı hizmetler birkaç hafta sonra verilecek... Yani anladığım ve gördüğüm kadarıyla, dağ evi kar ancak yağdıktan sonra gidip kalınacak bir yer... 
Tumblr media
Dönüşte arı kovanlarının bir kısmını görebildim, bir de Ovacık’tan bir kaç güzel kare yakaladım. 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ertesi gün ayrıldım Ovacık’tan. Huzuru, verdiği ferahlık hissi, manzarası, tertemiz havası ve güzel insanlarının yaptığı umut veren, güzel çalışmaları içime işledi. İyi ki gelmişim. Ilk fırsatta tekrar gideceğime, geri döneceğime eminim. 
1 note · View note
tirsikvan · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Roşnvîr, nuştox û ziwannas Celadet Elî Bedîrxan, 70 serre verê ewro na dinya ra koç kerd. Ma serrgêra mergê ey de bi rêz û bi sînayîş ey yad kenîme. #tirsiknet #celadetalibedirxan #zazakî #dimilkî — view on Instagram https://ift.tt/3z3UiBZ
0 notes
bavaduzgi-blog · 7 years ago
Text
Random Zazakî vocabularies
çim = eye
roj = sun
kilame = song
dare = tree
eşq/heskerdiş = love
heş = bear
kitab = book
aşme = moon
vilike = flower
kutik = dog
awe = water
asmên = heaven
gole = lake
Zazakî is divided into several dialects, so there are differences between the regions. Depending on the region, it is called either Kirmanckî, Kirdkî, Dimilkî (Dimilî) or Zazakî. I use the standard language, which makes it possible for speakers of different dialects to communicate with each other despite differences. All the words presented here are written in this standard language, which was adapted in 1996. 
69 notes · View notes
azadeararati · 3 years ago
Text
Tumblr media
Xal Îsmetî dinyaya xo bedilna. Mi rê sey pîyê mi bi. Nuşte mi verê zî weşana bi. La o keyepel padîya. Newe ra şima eşkenê biwanê.
1 note · View note