#delilik taşı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ben yine minik bir bilgiyle geldim. Çok sevdiğim şeylerden biri de tabloların hikayesi. Aslında bu yazı tam olarak bu amaca hitap etmese de anlatacağım olayın bir tabloyla da ilişkisi var.
Bugüne dek dünyanın birçok yerinde kafası delinmiş iskeletler bulunmuş. Kafatasındaki bu delikler tıpta trepanasyon diye geçiyor yani kafatasının herhangi bir yerine delik açma işlemi. Bunu beyne ve koruyucu katmanlarına hiç zarar vermeden yapıyorlar. Aslında düşünülünce bu kadar titizlik isteyen cerrahi bir ameliyatı yapmak o dönemler için çok zor, ama yapmışlar. İşlemlerin %60 ında da başarılı olup tedavisi yapılan kişi hayatına devam edebiliyormuş. Bu da kafatasında birden fazla delik olan bedenlerin sayısına bağlı bir yüzde. Peki neden? Bunun için 2 sebep var. İlki gerçekten tedavi amaçlı(sinüzit, epilepsi gibi), ikincisi de akıl hastalarının tedavisi ya da kötü ruhları vücuttan atmak için kullanmışlar.
Şimdi benim asıl bahsetmek istediğim kısım yani ikinciye değinen Hieronymus Bosch’un Delilik Taşı adlı tablosu. Delilik taşı insanların beyinlerinin içinde olan ve akıl hastası olmasına sebep olan taş olarak bilinmektedir. Ve o dönemdeki insanlar eğer bu taşı çıkarırlarsa kişinin normal bir akıl sağlığına kavuşacağına inanıyor.(Karşılığında da çok değerli eşyalar talep ediyorlarmış..) Ama bu pek de kişinin hür iradesiyle olmuyor çünkü sokaktan ‘delileri’ yakalayıp oturtuyorlar o koltuğa. Neyse o dönemin sorunlarının yanında çok küçük meseleler bunlar.
Ben bu tablodaki sembollere biraz değinmek istiyorum. Mesela doktor rolündeki adamın hunisi yanı şarlatanın teki olması. Aynı zamanda da bir sahtekar çünkü taş yerine bir çiçek çıkarıyor. Bu adamla birlikte olaya eşlik eden kadın ve kafasındaki kutsal kitap, insan aptallığının tasviri olarak kabul edilmiştir. Resmin çerçeve kısmında da altınla bezenmiş bir yazı var: “Taşı kesip al usta. Ben Lubbert Das.” Bu da kim diyor olabilirsiniz ki ben de demiştim. Das 15.yy. hollanda edebiyatında geçen ve aptallıklarıyla insanların eğlence malzemesi olan bir kişi. Yani bu kişinin sözlerini taşıyacak bir eylemden ne beklenir ki zaten. Ben olayı şöyle bağlamak istiyorum bu koltuğa oturup da kafalarını deldiği her kişi bizim şuan teşhis koyabildiğimiz ruhsal bozuklukları olan insanlar değil. Boş yere çığlık atsalar, garip hareketler yapsalar, bir yerlerinde bir aksaklık olsa da onlar deli ve belalı olarak kabul ediyorlar. Ama asıl böyle düşünüp bu uygulamaya geçen kişilerin akli sağlığından şüphenilmeliydi bence.
8 notes
·
View notes
Text
" Çok sürmez. Koza tutsak etse de tırtılı, özgürlüğe gebe bir sancı taşır. Hem unutma Fika, özgürleşen her zihin delirir. Çünkü delilik, sıradanlığın dışına çıkanlara verilen bir rütbedir. Gururla taşı.’’
2 notes
·
View notes
Text
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Ankara, Güz/1983
4 notes
·
View notes
Text
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
1 note
·
View note
Text
🎯 İlim Bilgeliği 🎯
Hikmetin bilgisi ilim ve irfana dönüşerek sır muhafızı dört büyük insanın sırları ile zırha büründü. İlim ile akan bilgi asil kanla buluşup bir bedende o gün bugündür bir başka türlü dolaşmaya başladı.
İnsan ruhunun iki ışığı var; biri bilgelik diğeri delilik!
Delirmeye gerek duymadı, yetti bilgelik.
Sen kimsin ki şetan ile baş edebilir misin? Adamın kolunu bacağını keserler diye tehdit etti şer!
O da bekliyorum gelin kesin dedi.
Aradan yıllar geçti hala gelip kolunu bacağını kesecekler!
Aklın vicdanını canlandırdı yazdıkları ile!
Zihninin sağlam tek ilkesi, yeri ve zamanı geldiğinde taşı gediğine koymaktı.
Henüz daha görevini tam tamamlamış değil.
Zalimleri kurtarmak için zulüm devam, kurtarın bizi diye bir tek yalvarmadıkları kaldı.
Hile, düzenbazlık ve kendi yararlarına algıyı yönetmek yaşamda tutundukları üç daldı.
Canlı ölülere mahşer tufanı ile döndürülenler daha yaşattıkları zulmü yaşayacaklar.
Başkalarından çaldıklarını geri kaybetmeyi tadacaklar!
Yaşananların ve yaşanması muhtemel durumların bir rehberidir bu koşuk,
12 Eylül 2012 sonrası 12'den 🎯vuruldukları için vuruldukları yer hala oyuk!
Az büyüklenmediler şeytana benzer egolarına güvenip.
Şişleri alındıktan sonra sindiler
Şimdi sinsi bir şekilde neler olacağını korku içinde camdan kulelerinin tepesinden seyrediyorlar.
Toplumun cehalet ve ihanet rasyoları da zalimliğe zemin kaybettirmeye başladı.
Bundan kim umutlu?
Arkasına aldatmak amacıyla sığındıkları kemale ermiş umuda sinsi düşmanlık ediyorlardı.
Kim veya hangi güç nasıl çıkabilirdi karşılarına!
Çok yivli, çok tetikli, yetenekli araçları ve kadroları vardı.
İnsanın varlığında yaşamayan ilim bilgeliği evrene ışık olabilir mi?
O ışık küllerinden yeniden doğan anka RA'dan yayılmaya başladı sonsuza kadar da evrene ışık olmaya devam edecek.
Güneş yeryüzüne ilk kez ne zaman doğru?
Sır taşıyıcıları sadece o ışığı, ışığın yönünü, ışığın yerini, ışığın ufkunu ve ufkun ötesini hatırlatarak insanlığa yeniden bir format attı.
Şeytanın da tepesi o gün attı.
Şimdi hezeyan içinde sağa sola saldırıyor.
Neden dünyanın her tarafı benden yana değil diye!
İç taşeronlar işte böyle yandı!
İlim bilgeliğinin bir insanın iç evinde yuva kurarak yerleşmesi için o zeminin de o yuvayı kurmaya uygun olması gerekir.
İlim bilgeliği rehber olunca eylem de ona yakışır bir hal alıyordu.
Ne zaman ne yapacak? Ne yazacak? Hangi hileli girişim ve faaliyetleri nasıl engel olunması gerektiğinin yollarını gösterecek? ilk kez şeytanın buna aklı ermiyordu.
Şaşkına dönmeleri çok uzun sürmedi
Tüm servetlerini reklama yatırsalar bu algıyı değiştiremezler
Fanatizme sarıldılar algı değiştirmek için oradada çuvalladılar
Küresel tefeciliğin bir oyuncusu olmak varken, şerrin derin yapılarında görevler almak varken fanatizm de nereden çıktı?
Ülkede kandırılması kolay fanatik çoktu!
Çünkü fanatizm ile başarı gelirse algı değişikliği oradan yürüyebilirdi.
Kitle imha silahı hala ellerindeydi. Her evde bilincini hedef yapan her beyne vicdansızca kurşun gibi sıkıyorlardı.
Fanatizm ile gelmesi beklenen başarıya kim izin vermiyor? Vermeyecek olan kim?
Kim bilebilir! İlim sahibi kim?
Sen bir küçük bakkal olarak yola çık, sonra ülkede hiçbir mahallede bakkal bırakma hepsini yut, sonra da haklı çık!
Sen toprak ağası iken tarlada senet tahsilatı yaparken para ağalığına taşıyanlara olan borcunu tefecilik yaparak ve küresel tefecilerin derin yapılarında görev alarak bu borcu ödemeye kalk!
Nerede var böyle bir adalet?
O ilmin ruhunun toprağında neler yetişiyor?
Onlar ise hile ile ekimi terk edilen toprakları topluyorlar !
Size o topraklar yar mı edilecek?
Densizlik çıkıp bize vaad edilmiş bu topraklar diyecek !
Bizde ha! Öyle mi diyeceğiz?
Kendilerini yoldan çıkartan benleri kinlerini besliyor.
Ebedi olana bağlı bu bilgi deryası
Şerrin de vardı bir rüyası
Uyandığında kendini bile göremeyecek riyası
Kim toplayacak bunların dünyanın her yerine yayılmış leşlerini
Leşleri dünyanın her yerinden toplammazsa dünya bugünkünden çok daha pis kokacak!
Şuursuz akıl mananın değerini bilmez.
Sarraftır söz ustaları gözden ve gönülden düşmeyenin üzerini çizmez.
Yaşattıklarını yaşayacak olanlara bundan sonra kimse üzülmez!
İçsel derinliğin gelişmediği bir bedende yaşanmış hiçbir yanlışın, insanın bilinçaltında olduğu gibi izi silinmez.
Yüksek ahlaka sahip ruhların yüceliğine ulaşmayan her benlik çiğ kalmaya mahkumdur.
Atalarımızdan yadigâr ilkemizdir;
Biz çiğ sevmeyiz.
Zulmü ve zalimliği pişirir öyle yeneriz!
Demesinler sonra bunlar hamdı!
Ölçüsüz kuvvete sahip olmaktı onlara yanlış yaptıran,
Cahil cühelayı toplayıp güce taptıran!
Mazlum olanların da bir gücü vardı bir türlü güç yetmeyen ve bir öncekini andıran.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#mustafa kemal atatürk#ilim bilgeliği
0 notes
Text
Dazai’nin Giriş Sınavı 1. Bölüm
Wattpad linki
Bu sabah yağmurluydu.
Heybetli ve soğuk bir kış yağmuru aşırı soğukların geldiğinin habercisiydi.
İdeallerime göre yaşamayı dilerdim.
İdeallere göre hareket etmek, ben bunun için çalışıyorum. Korkusuzca, ilgimi kaybetmeden ve duraksamadan ilerlemek...
Kahretsin! Gelecek hakkında hayal kurma ayrıcalığını kovalamak için profesyonel görevlerimi sadakatle yerine getirmeme rağmen müteşekkir olacak mıyım?
Yokahama Limanı'nın yanında bulunan uçuruma tırmanırsanız, Silahlı Dedektif Ajansı ofisini görebilirsiniz.
Kırmızımsı kahverengi renginde tuğla bir bina. Eski bir yapı olduğundan ve deniz meltemi güçlü olduğundan su boruları ile telefon direkleri bile paslanmış. Dış görünüşünün şüpheli gözükmesine karşın aslında sağlam bir binadır. Öyle ki, düşman makineli silahla ateş açsa bile içeriye ufacık bir zarar veremezler.
Neden kendime güvenerek bunları anlatıyorum? Çünkü deneyenler olmuştu.
Basitçe Silahlı Dedektif Ajansı binası sadece dört kat, bunların dışında diğer katların kendi şahsi kiracıları var. İlk kat bir kahve dükkanı, ikinci kat hukuk bürosu, üçüncü kat boş ve beşinci kat çeşitli malzemeler için depo olarak kullanılıyor. Maaş günlerinden önce genelde kafeye borçlanırım, ne zaman belalı bir iş gelse aşağıya, hukuk bürosuna inip yardım için yalvarırım.
Şimdi, işe gitmek için anlattığım binanın asansörüne biniyorum.
Asansörden indim ve Silahlı Dedektif Ajansı ofisinin kapısının karşında durdum. Fırça ile yazılmış, basit bir Silahlı Dedektif Ajansı tabelası çerçevelenmiş ve kapıya asılmış.
Kol saatime baktım. Sabah sekizde işe gitmeme kadar hala 40 saniye var.
Biraz erken geldim.
Zamana katı bir şekilde uymak benim parolam. Beklemek zorunda kaldığım 40 saniyede defterimi açtım ve bugünün planını bir kez daha gözden geçirdim. Kahvaltı zamanıma, yurttan ayrılış saatime, kırmızı ışıkta bekleme süreme bir kez daha baktım ancak sırf bir kere bir aksilik yaşadığım için bu plana ölmüş gibi davranmayacaktım.
Defterimi okurken kafamda bir ampul yandı. Yakamı düzelttim ve bir kez daha kol saatime baktım.
...Zamanı geldi.
"Günaydın."
Kapıyı açtım.
"Ah, Kunikida-kun! Günaydın. Hey, şuna bir baksana! Tam bir rezalet!"
Dazai aniden kapının önünde ortaya çıktı. Gülümsüyordu.
"Uzun bir çabadan sonra, sonunda başardım! Oh, ne kadar muhteşem bir dünya burası! Ölümden sonraki dünyadayım, Ölüler Diyarı! Tıpkı hayalimdeki gibi, bak! Yerden dumanlar yükseliyor, cama vuran ay ışığı bilindik hissettiriyor, pembe gökyüzünde bir fil dans ediyor!"
Garip el kol hareketleri yaptı ve ofis kapısının önünde dans etti. Ne baş belası ama...
"Hohohoho, umduğum gibi Mükemmel İntihar El Kılavuzu tam bir başyapıt! Sadece dağ sırtlarındaki patikalarda yetişen mantarları yiyerek İntihar için böylesine mutlu ve zevk verici bir yol buldum! Muhteşem! Hohoho!"
Dazai'nin gözleri sabit değildi. Göz bebekleri seğiriyordu.
"L-lütfen bir şeyler yap, Kunikida-san!" Bir ofis çalışanı yaşlı gözleriyle bana baktı.
Sanıyorum ki, daha iş saati başlamadan bu haldeydi.
Dazai'nin masasına göz attım.
Masada lanet antika kitap, Mükemmel İntihar El Kitabında tek bir sayfa açıktı. Sayfadaki başlık "Mantar Zehriyle Ölüm"dü. Kitabın yanındaki tabakta ısırılmış bir mantar vardı.
Dahası, dikkatle bakılırsa kitapta çizilmiş mantar ile tabaktaki arasında ufak bir renk farkı vardı.
"Hey hey, Kunikida-kun, sen de Ölüler Diyarı'na gel! İstediğin kadar alkol içebilirsin, sonsuz yemek var ve istediğin kadar güzel kadınları koklayabilirsin!"
"Lütfen bize yardım et Kunikida-san! Her şeyi denedik, yine de..."
Lafın kısası Dazai'nin yediği mantar ölümcül zehirli olan değildi, bunun yerine halüsinasyon görmesine sebep oluyordu.
Ama bu şey...
Her sabah, tam işe geldiğim vakit, planlarımı ve yapacaklarımı mahvediyor. Eğer ki sabah planlarımı düzgünce yerine getiremezsem günün geri kalanını sorun çıkartmadan halledebilir miyim ki? İmkansız.
Sarsılan ve kıpırdanan Dazai ile ağlamak üzere olan çalışanı görmezden gelerek kendi masama doğru yürüdüm.
Her zamanki gibi çantamı masaya koydum. Sonra bilgisayarımı çalıştırdım. Her zaman yaptığım gibi pencereleri açtım.
"Vay, Kunikida-kun, pencerenin ardında dev bir denizşakayığı var! Muz! Muz yiyor! Etrafımızda beyaz bir parti düdüğü öttürüyor!"
Her zamanki gibi kahvemi bardağıma koydum. Güne başlamadan önce gereksiz dosyaları kağıt parçalayıcısına attım.
"Anladım! Soyunacağım! Üstümdekileri çıkarırsam seyirci reytingleri yükselecek! Kolay bir görev değil ama n'olucak, soyunayım! Sonra değişiklik olsun diye tayt giyelim! Herkes tayt giysin, sonra bankaya gidip Kazak1 Dansı yapalım!" Her zamanki gibi telgraftaki yazışma kutusunu kontrol ettim. Kahvemden bir yudum aldım.
"Bir ses duyuyorum... urgh, ka-kafamın içinde! Küçük bir dede! Ve bana fısıldıyor, Kyoto'yo git, eşsiz lezzetiyle gerçek tofuyu yiyeceksin2 ve ben dene-"
Dazai'nin kafasının ardına uçan tekme attım. Duvara çarptı ve bayıldı.
000
Baştan başlayalım.
Sınavdan kesinlikle 0 puanla kalan kişi, yaklaşık 4 gün önce iş arkadaşım oldu.
"Yeni çalışan mı?"
Başkanın odasına çağrıldığım o gün iş dosyalarını düzenliyordum.
Yeni bir dedektif işe alınmıştı ve benden onunla ilgilenmem isteniyordu.
Beklenilmedik bir durumdu.
Dedektif Ajansında çalışmak öldürmeyi ve kavga etmeyi gerektiren tehlikeli bir iş olmasına rağmen personelimizin yetersiz olduğunu hiç duymamıştım. Bu yüzden yan işim olarak okulda haftada iki kez cebir öğretmeni olarak çalışıyordum.
Doğal olarak, son "Terörizmin Mavi Bayrağı" davası ya da "Yokohama Turistlerinin Seri Kayboluşu" vakası yahut illegal organizasyon Liman Mafyasıyla yaşanan çekişmeler gibi gibi davalarda Dedektiflik Ajansı'ndan istenen yardım, son zamanlarda artmıştı. Eminim ki, bu istekler baş dedektifimiz Ranpo-san için ayrıca çoğalacaktı. Başkanın kararını, çoktan bunu tahmin ettiğinden bu şekilde verip vermediğini merak ediyorum.
"Tanıştırayım. İçeri gir."
Bir süre iyice düşünüp taşındıktan sonra başkan kapıya baktı ve seslendi.
"Nasılsınız?"
Bir gülümsemeyle yürüyen adama baktım.
Kum rengi ceketi ve açık yakalı bir tişört giyiyordu. Uzun ve çok zayıftı, koyu, dağınık saçları vardı ve kıyafetleri bakımsızdı. Ama karman çorman görünüşünün yanında güzel aksesuarları vardı. Boynuna ve bileklerine sarılmış beyaz bandajlardan biraz rahatsız oldum.
"Dazai Osamu. Yaş 20. Tanıştığıma memnun oldum."
20. Benle yaşıt.
"Kunikida. Anlamadığın herhangi bir şey olursa bana sorabilirsin."
"Ooh! Silahlı Dedektif Ajansı'nın kıdemli dedektifi sen misin? Etkilendim."
Dazai olarak bilinen adam coşkuyla elimi tuttu ve salladı. Sallamaları abartılıydı.
O sırada, aniden -adamın gözlerinde soğuk ve keskin bir ışık gördüm sandım. Hayır, tıpkı bulutların üstündeki rahibe3 benzer, bakışları zihnimin derinliklerine işlemiş gibi hissettirdi. Ama gözlerini kırpınca, aziz bakışları kayboldu ve Dazai'nin yüzü normal aptal haline geri döndü.
Yanlış mı gördüm? Gözlerindeki şey delilik miydi?
"Bu arada, Dazai? Neden dedektiflik? Bilirsin, yalvardığında kabul edilebileceğin bir tapınak değil burası."
"O konu hakkında... işsizdim, motivasyonum yoktu ve sıklıkla bir barda sarhoştum. O zamanlarda yanımdaki amcayla konuşurdum ve bir bahse girdik. Kim içki yarışmasını kazanırsa bir işe arabulucu olacaktı. Şaka sanmıştım ama sonra kazandım."
O yaşlı adam kimin nesiydi?
"Bahsettiği kişi Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei. Dün bize bir iyilik istemek için uğradı."
Başkan ciddi bir bakışla bunları söyledi.
Ancak Taneda-sensei'nin adı söylendiği anda nefesim kesilmişti.
Bahsettiğimiz kişi İçişleri Bakanlığı, Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei ise bu iş içinde onu tanımayan kimse yoktur; kendisi Özel Kuvvetler Birimi'nin yöneticisidir. Görevi tüm yetenek kullanıcılarının üstesinden gelip bir düzene sokmaktır. Başkan Silahlı Dedektif Ajansını kurarken bile, ara sıra Taneda-sensei'nin yardımsever baskısının altında kalmıştı.
Başkan ne kadar önemli birisi olursa olsun Taneda-sensei'nin özellikle önerdiği birisini reddedemezdi.
"Sizin gözetimin altında olacağım, senpai!"
Kalbimdeki huzursuzluğun farkında mı değil mi bilmiyorum ama yeni çalışanımız büyük bir gülümsemeyle dişlerini gösterdi.
000
Ama İçişleri Bakanlığı liderinden kabul edilmiş süper önemli birisi olsun ya da olmasın sabah ilk iş mantar yiyip hayal dünyasına uçmak gerçekten sinir bozucu.
Bugün Dazai ile ortak olmamın üçüncü günü.
Kalbim ve ruhum bir anlığına bile dinlenemiyor, iş biraz bile ilerlemedi ve şikayet aramaları gelmeye devam ediyor.
Gözlerimi bir saniyeliğine ondan ayırmaya kalkıştığımda bir nehire atlayıveriyor. Biraz ara vereceğini söylediğinde bir bara gidiyor ve düpedüz sarhoş geliyor. Gökten bir vahiy aldığını söylediğinde rastgele hoş bir bayana asılmış oluyor. Ona 20 yaşında bir çocuk demek gayet yerinde olur, canı istediği gibi kimseyi umursamadan hareket ediyor, planlarımı binlerce parçaya yırtıyor.
Bunu söylesem bile iş iştir, ast yine de asttır. Eğer sadece üç gün sonra başkanın talimatlarına karşı gelirsem ve sesimi yükseltirsem başta başkanın güveni olmak üzere Silahlı Dedektif Ajansı'nın itibarını lekelemiş olurum.
"Yeni üye nasıl?"
Ajans ofisinin yakınlarında bulunan Go salonunda, başkan küçük bir tatami odasında Go oynarken bunu sordu.
"Felâket. Şeytanın tohumu, gulyabani ve sefalet tanrısının birleşimi gibi. Siyah Go taşını selvi ağacı Go tahtasına yerleştirdim. Taşın tahtaya vuruş sesi yankılandı.
"Ama bunun hakkında bir şeyler yapacağım."
İşten sonra başkan her zaman bu yerde Go oynarım. Bu Japon-tarzı odada etrafta kimse yokken Go tahtası ortamızda, karşılıklı otururuz.
"Bu son değil..."
Başkan beyaz taşı tahtaya yerleştirdi ve beni tahtanın sağ tarafımda çıkmaza bırakarak üstünlüğü kazandı.
"Değil. Taneda-sensei'nin davası var. Ama Sensei neden böyle bir adamı buraya yerleştirsin ki?"
Bir yandan konuşurken taşımı oynayacak yer aradım. Belki de oyun tahtasının köşesinin sağ altına kou4 yapmalıydım -hayır yoseku için bir yığın set olurdu. Sol taraftan devam etsem bile ortaya doğru ilerleyemezdim ve son olurdu. Kıpırdayacak daha fazla yerim yoktu. Görünüşe göre başkanın oyunu kazanması için sadece birkaç eli kalmıştı.
"Taneda-sensei'nin asi bir kişiliği olabilir ancak insanları yargılarken zeki gözlere sahiptir. O genç adamda sıra dışı bir yetenek keşfetmiş olabilir."
Kesinlikle. Dedikoduların Taneda-sensei hakkında söyledikleri gibi konu insanları değerlendirmeye geldiğinde ondan iyisi yoktur. Aksi takdirde İçişleri Bakanlığı Özel Kuvvetler Departmanı'nın yöneticisi olamazdı.
Ama "sıra dışı bir yetenek" mi? O kafası çamur dolu gibi gözüken adamda mı? "Taneda-sensei'ye katılıyorum. Dazai öncesinde sınava girdiğinde tam puanla geçti. O çocuk doğuştan kazanan. Bu yüzden şüphe verici."
"Şüphe verici derken... ne demek istiyorsunuz?"
"Ofiste Dazai'nin geçmişini araştırdım. Ancak hiçbir şey bulamadım. Bomboştu. Polis soruşturma ekibindeki bir arkadaştan yardım istedim Ama esrarengiz bir şekilde hiçbir şey ortaya çıkmadı. Sanki kasten geçmişini silen birisi varmış gibi..."
Polis soruşturma ekibinin hiçbir şey bulamamasını düşününce, gerçekten garipti.
"Belki de basitçe hiçbir yoktur ve bunca zamandır sadece aylak aylak dolaşmıştır?"
"Belki. Yoksa..."
Biraz zaman geçti ve alnının ortasında bir kırışıklık ortaya çıktı, sonra başkan devam etti.
"Dazai'ye yeteneğini sordun mu?"
"Hayır, henüz değil."
Yeri gelmişken, yetenek kullanıcısı olduğunu duymuştum Ama yeteneğinin ne olduğunu sorma şansım hiç olmamıştı.
"Dazai'nin yeteneği... dokunduğu yeteneği etkisiz hale getirebilmek."
Kulaklarımdan şüphe duydum.
Etkisiz bırakmak. İlk bakışta çok da parlak olmayan basit bir yetenekmiş gibi gözüküyor Ancak yetenekliler arasında bile sıra dışı bir yeteneğin nasıl kullanıldığına göre diğer yeteneklere yenilme ihtimali vardır.
Benim yeteneğimin adı "Yalnız Şair", yeteneğim sayfaya yazdığım kelimeleri sayfayı yırtınca ve sessizce sözcüğü mırıldanınca gerçeğe dönüşmesini sağlıyor. Ama defterimin boyundan daha büyük bir sayfaya yazarsam, yazdığım ortaya çıkmaz. Kapsamlı, üstün nitelikli ve bazen kusurlu bir yetenek. Bir şeye ihtiyacım olur diye defterimi yanımda taşımak zorundayım, ama defterimin yanımda olmasının tek nedeni kesinlikle bu.
Fakat Dazai'nin yeteneği farklı.
Teknik olarak, rakipleri Dazai yüzünden yeteneklerini kullanamayacak. Dünyanın en güçlü yetenek kullanıcısı bile Dazai'nin karşısında sıradan bir adama dönüşür.
Birçok ulusun 'yetenek kullanıcılarının' birleşip onu izlemesi garip olmazdı.
Başkanın dediklerini yavaşça kabul etmeye başladım.
"Yani... kısaca şöyle oldu: Taneda-sensei kadar harika insanların içmeye gittiği bir yerde dahi bir yetenek kullanıcısı normalmiş gibi yanına oturdu ve hiçbir neden yokken bir anlaşma yapıverdiler. Sarhoş kelimeleri ve davranışlarıyla bir adam, sınava girdi ve tam puanla geçti. Bu tarz birisi ne gariptir ki işsizmiş. Sonra birisinin bağlantıları sayesinde hemencecik, hiç soruşturulmadan Silahlı Dedektif Ajansı'na işe alınma ihtimali çok yüksekmiş?
Gerçek olması için fazla tozpembe değil mi?"
"Sadece çok detaylı düşünüyor da olabiliriz. Ancak Silahlı Dedektif Ajansı'nın yetkili makamlar ve polisle birçok bağlantısı var. Bu iş kolunda devlet sırrına boyun eğmek zorunda kaldığımız zamanlar olabilir."
Kesinlikle, bir suçlu organizasyon vakası varsa dedektiflik ajansı polisle birlikte çalışır, içeri sızmak için uygun bir yerdir.
Ama - Dazai'nin Ajansa sızmış bir casus olması mümkün mü ki?
Seçkin Taneda-sensei'yi zekasıyla alt etmiş birisi olduğuna göre?
O Dazai?
"Kunikida, o adamın giriş sınavına seni görevlendirmek istiyorum."
Kafamı kabul ettiğimi gösterecek şekilde salladım. Başkanın bahsettiği 'giriş sınavı' Ajansın gelecek dedektiflere verdiği bir değerlendirme. 'Gizli teftiş' gibi. Eğer bu sınavı geçemezseniz gerçek bir çalışan olarak kabul edilmezsiniz.
"İşteyken Dazai'ye yakın dur, gerçek niyetinden emin ol. Olur da gizli ajan, casus ya da özel görevli olduğuna dair kuşkulanırsan tereddüt etmeden kov onu. Ayrıca, ek olarak ruhu kötüyse, içindeki kötülüğü gösterdiği bir an olursa-"
Başkan arkasından önceden hazırladığı bir çantadan siyah, otomatik bir silah çıkardı ve bana uzattı.
"..."
Tek bir kelime söylemeden silahı aldım.
Ağır.
"Sen vur."
Dazai herhangi bir kötücül işin içindeyse, daha fazla ilerlemeden onu durdurmak dedektiflik şirketinin görevi.
Silahlı Dedektif Ajansı'ndan alınmış bir dedektiflik lisansını elinde bulunduran kişi, polisle eşdeğer bir yetkiye sahiptir. Belirli durumlarda silah ya da bıçak taşıma iznimiz vardır. Polisten bilgi alabiliriz. En önemlisi ise, soruşturmanın yetki kapsamında soruşturmaya karışma ve müdehale etme, polis bilgisini değiştirme, kablo şebekesine bağlanarak ya da gizli dinleme cihazlarıyla önemli tesisleri dinleyebilme gibi her kanuna aykırı uygulama olanaklı. En kötü ihtimalde terörist gibi davranıp önemli binaları yıkar, yüzlerce ve binlerce insanın hayatını alır, bunun olması mümkün değil.
Demir ototmatik silah elimde soğuk ve sessiz hissettirdi.
Körfezden gelen dalgaların yumuşak bir biçimde çarpma sesi, suya ışığıyla yansıyan ayın görüntüsü...
Limana koşuşturarak yürüdüm. Şu anki rakiplerin alacakaranlıktaki sesi, ay sokak lambasıyla yarışıyor...
Arkamda Dazai salına salına yürüyor.
Dazai'nin mantar kargaşası yarım gün boyunca devam etti, sonunda biraz iş yapabilirdik.
"Kunikida, gösterdiğin yeteneğin- adı Yalnız Şair miydi? Bir ara bana yeniden göster."
"Reddediyorum. Yetenekler önemsizce meydanda gösterilecek bir şey değildir. Ayrıca yeteneğimi kullandığım her sefer defterimden bir sayfa kaybediyorum. Bu defter, uzun zaman sonra sadece 100 cilt yapmayı başarabilmiş ve fiyatı bile istisna yapmış belli bir zanaatkarın sınırlı sayıda ürettiği bir ürün. Sanki seni eğlendirmek için harcarım da."
Bileğimdeki saate baktım ve etrafıma göz attım.
"Daha önemlisi, Dazai, hızlı yürü. Randevumuza geç kalacağız."
"Geç kalacağımızı söylesen bile Kunikuda-kun, randevunun ne zaman olacağına dair bir bilgi yok yani bu, gerçek bir randevu olmadığı anlamına gelir, değil mi?"
"Hayır. Telefonda onlara '7 civarlarında' buluşacağımızı söylemiştim."
"Ve? Şu an tam 7. Buradan itibaren yürümemiz sadece 5 dakika alır, yani geç kalmamızın imkanı yok."
"Aptal! 7 civarlarında dediysem saatimi 18.59.50 ile 19.00.10 arasına kurmuşum demektir, o yirmi saniyeyi kast ediyorumdur!"
"Böylesine bir zaman hakimliği, sadece senden beklenirdi gerçi..."
Dazai ile önden ve arkadan laklaklık ederek yürüdüm.
Bu arada, kol saatim her sabah yataktan kalktığım standart zamanla uyumlu olduğundan saatin kuruluş süresindeki kayma, 1 saniyeden daha az.
"Mutlu mantarı yiyip bugünün işinin ilerlemesini engelleyen kimdi? Sakın bir kez daha bunu yapmayı düşünme. Yaparsan bile yediğinin zehirli olan olduğundan emin olarak ye."
"Şey, mutlu geçen bir saatti."
"Şimdiden iyi misin? Daha fazla pembe gökyüzündeki fili görmüyor musun?"
"Fil mi? Aptal olma. Onun gibi bir şeyin uçabilmesinin mümkünatı yok, değil mi? Uçan şey mor renkli paremesyumdur."
Bu adam çoktan umutsuz vaka.
Dazai ile konuştuğum her sefer emin olduğum şeyler kulağa aptalca geliyor.
Gizli ajan mı? Şeytan mı?
Muhtemelen yapabileceği en kötü şey raylara atlayıp tren yolculuğunu aksatmak olur.
Ne olursa olsun, Dazai sadece sıradan konuşan, ilginç, ortalama beceriksiz birisi -ki bu, onu işten atmak için yeterli bir sebep. Buna rağmen sadece-
"Dazai bundan sonrasında yapacağımız işi hatırlıyorsun, değil mi?"
"Mor paremesyumu yok edeceğiz."
"Şu ana kadar... anlaşılmaz şeyler hakkında konuştuğunu düşünmüştüm ama bilerek yapıyorsun, değil mi?"
"Ahaha. Öyle mi? Perili Köşk Soruşturmasındayız."
Dalgaya vurmadan gülümseyen bir suratla bunu söylediğinde kaşlarımı çattım.
Dün e-postama gelen bir istek almıştım. Mektubun içeriği aşağıda belirtildiği gibi, şöyleydi:
Sayın yetkili, Silahlı Dedektif Ajansı'ndan duyduğumuz saygı ile, umarım bu mektup sorunsuzca size ulaşır. Bu mektubun sunduğu olanakla Silahlı Dedektif Ajansı'ndan bir ricamız var. Meşgul zamanlar geçirdiğinizi biliyoruz ama lütfen size bu vakayla sorun yaşatmamıza izin verin. Doğruyu söylemek gerekirse, garip doğaüstü olaylar, geceden sonra dolunayın yükselmesiyle ortaya çıkmaya başladı. Bu bir soruşturma başlatmanız için yapılan ricadır. Kimsenin kullanmaması gereken bir binanın içinden esrarengiz inleme ve fısıltı sesleri duyuyoruz. Dahası sönük, titrek bir ışık camlara yansıyor, bu binanın etrafında yaşayan bizlerin rahatlamak için tek bir anı bile yok. Terbiyesiz bir rica olduğunun farkında olsak da bu işin birisinin haylazlığı mı yoksa başka bir şey mi olduğunu ve bir yaramazlıksa nasıl yapıldığını açığa kavuşturursanız minnettar oluruz. Küçük bir şey ama özel bir avans göndereceğiz. Faturayı memnuniyetle kabul edeceğiz. Dahası, Bu ricanın içeriğinin sır olarak tutulmasını umuyoruz. Tüm bencilliğimizle şirketinizden gereğinin yapılmasını arz ederiz. Saygılarımla.
Aslında oldukça laf kalabalığı vardı. Mektubun içeriği karmaşık olsa da konusu kısaca "Yakınlardaki bir binadan gelen şüpheli sesler var, gidip bizim için kontrol edin."'di.
Bu mektup bana ulaştıktan hemen sonra, avans Ajans ofisine geldi. İçini kontrol ettikten ve gerekli masrafları hesaplandıktan sonra ajanstan artan yeterince miktar vardı.
Böyle olduğundan reddetmek için bir sebep yoktu. Her zamanki gibi soruşturmayı başlatacaktık.
Ancak -tek bir sorun vardı.
Rica eden kişinin adı yoktu.
İsteği gönderen kişi, bu şahsın nerede yaşadığı, kendisiyle iletişim kurabileceğimiz herhangi bir yer... hepsi belirsizdi. Muhtemelen bu kişi kasıtlı olarak kendisini gizli tutuyordu ama ayrıca bulduklarımızı da bildiremezdik.
Bu yüzden zorlu, ismi belirsiz kişiyi bulma görevinde Dazai ile ortak oldum.
"Belki isteği gönderen kişi ayrıca perili köşkte bizi bekleyen kötü bir hayalettir. Ve biz, dedektifler tuzağa kanıp tek lokmada midesine-"
"Aptal. Sanki Bu dünyada hayaletlerin e-mail gönderebildiği bir hikaye var da."
Diğer taraftan ortalıkta bir hayalet varsa korkmam... Muhtemelen.
Gereksiz ve mantıksız şeyler hakkında konuşurken körfez tarafındaki depoya doğru yürüdük. Kahverengimsi kırmızı tuğla binalar karanlık, sisli gecenin ayışığında renklerini yansıtıyordu.
Geri kalanlarından daha eski ve küçük olan bir depoya girdik.
Tavan yüksekti, duvardaki sıvalar esen deniz rüzgarıyla soyuluyordu. Yedek makine parçalarıyla yağın kokusu ve toz ile eski zamanın kokusu etraftaydı. Ofisin zilini çaldım.
Demir yüzeyin açılması ve zincirlerin birbirine çarpma sesi duyuldu.
"Girin."
Beklediğim gibi, içeriden tiz bir ses cevap verdi.
Pek çok asma kilidin arasından büyük ve ağır huş ağacı kapıyı açtım ve içeri girdim.
Oda, 20 tatamiden biraz daha küçüktü. Duvarlarda ve yerlerde elektronik makineler yığılmıştı ve titrek ledler loş odayı aydınlatıyordu.
Odanın merkezinde bir yığın bilgisayar sıralanmıştı ve vantilatörlerin sesleri sokak köpeklerinin hırıltılarına benziyordu. Masada dört LCD ekran vardı, herbiri solgun bir şekilde parıldayan farklı resimleri gösteriyordu.
"Yo, gözl��klü. Bugün de defterin ne derse onu mu yapıyorsun?"
"Bilgi eksik diye avantaj elde etmeye çalışma, ağzı bozuk. Eğer bu kanıtı ajansta doğru yerlere ulaştırırsak hapiste on yıl yatarsın. Parmaklıklar arasına girecek olursan rahmetli baban ağlar."
"Babam hakkında konuşma."
İki bacağına da masaya uzatan yasadışı istihbaratçı, 14 yaşındaki bir erkek çocuğuydu.
Büyük gözleri ve kısa saçı vardı. İster kış ister yaz olsun giydiği tek kıyafet beyaz bir süveterdi. Bedeni zayıf olabilirdi ama gözlerindeki kıvılcım kırık cam kadar keskindi.
"Daha önemlisi, belli ki geç kaldın? Alışılmadık bir durum. Ne o, randevun mu vardı?" Eşcinselliği ima ederek serçe parmağını kaldırdı.
"Kesinlikle yanlış. Randevuya çıkmak sadece evleneceğimi planladığın kıza özeldir. Ayrıca defterimde, gelecek planlarımı yazan sayfada evliliğe daha 6 yıl olduğu yazıyor."dedim defterimi açarken.
"O nedir ,gözlüklü? Evlilik planladığın bir kız mı var yoksa?"
"O'nun olmasına daha 4 yıl var."
"Oh, anlıyorum."
Defterimi açarak onu ciddiyetle cevapladığımda oğlanın gözleri büyüdü ve çenesi bir karış açıldı.
“İdeallerle ve planlarla yaşamak, bir yetişkin olmak bu demektir işte. İzle ve öğren, genç adam.”
“Hmm… Kunikida-kun’un karakterini az çok anlar gibiyim, ama şimdiki biraz…” Dazai arkamdaki tahta kapıdan belirdi.
“Hm, yeni bir yüz var. Kimsin?”
“Selam. Kendimi tanıtmak aslında kötü bir şey değil, ama Kunikida-kun’un az sonra söyleyecekleri yüzünden, bunu yapmam mümkün değil.”
“Çocuk, başka birinin adını sormadan önce, kendi adını vermelisin. Ve Dazai, iznim olmadan hareketlerimi ve sözlerimi tahmin etme.”
“Gözlük, ‘yapmalısın’ sözünü cidden seviyorsun değil mi… Pekala. Adım Taguchi Rokuzo. 14 yaşındayım. Uzmanlık alanım bilgisayar hacklemek.”
“Ajansın iletişim ağını hacklerken yakalandı. Kapı dışarı ettiğim aptalın teki.” diyerek kibarca eleştirdim.
“Bu kadar konuşma yeter. Hey, ortalıkta dolanmayı kes ve o zamanki aktarım kaydını ver.”
Üç ay önce, Rokuzo veledi Silahlı Dedektiflik Ajansı’nın bilgi ağını hackledi, ajansın kargaşaya kapıldığı bir zamandı. Doğal olarak ajansın siber korumada bile gardını düşürmesi mümkün değildi. Kargaşa çabucak çözüldü ve bir takip soruşturması sonucu bu yer bulundu.
Sonuç olarak, Rokuzo veledi çok fena batırdı, bir suçlu olmasının kanıtı olan aktarım kaydı, polise verilmemesi karşılığında ajansa istihbaratçı olarak yardım etme şartıyla iki tarafın da kazandığı bir anlaşmayı kabul etmesi gerekti.
“Ve? O maili göndereninin kim olduğunu buldun mu?”
“İş arkadaşlarıyla konuşma şeklin çok kaba, gözlüklü. Hemen halledebileceğim bir iş değil. Biraz daha bekle.”
Çocuğun dediği gibi, bu adamın yerini, bir isim olmadan bulma işiyle görevliydi. Mailin gönderildiği kaynağın izini sürmek özel yeteneğiydi, bu yüzden çok da zor bir dava olmamalıydı.
“Zaten diğer davayla ‘kayıp kişilerin izini sürmekle’ meşgulüm. Öncelik o vakanın, değil mi?”
“Doğru.” diye kabul ettim.
--Yokohama’nın Turistlerinin Art Arda Kaybolmaları. Bir kayıp vakası, ilk bakışta birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan mağdurların aniden kaybolmaları ve sonrasında geri dönmemeleri. Güncel kayıp insan sayısı 11. Soruşturma ekibinin bu davaya başlamasından beri bir ay geçti. Kurbanlar arasındaki ortak özellikler, Yokohama dışında yaşamaları ve kayboldukları sırada iki ayak üstünde yürümeleri hariç, neredeyse yok, hem de hiçbir şey yok. Samanlıkta iğne arıyormuş gibi bu zorlu dava araştırılıyordu.
Rokuzo’nun görevlendirildiği iş kurbanların kaybolmadan önce yaptıklarıyla ilgili bir kayıt hazırlamaktı. Araştırmaya demir yolundan ve taksi raporlarından başlaması istendi, ama görünüşe göre olayların kaynağı pek de hoş değildi.
“Bu dava ne? İlk defa duyuyorum. Bana detaylıca anlat.”
Dazai ilgileniyormuş gibi gözükerek burnunu sokuyordu, .
“Sonra anlatırım.”
Böylece konuyu düşünmeden kapattım.
Tabii ki böyle yapmamın bir sebebi vardı. Bu seri kayıplar olayını Dazai’nin giriş sınavıyla birlikte çözülmesini planlıyordum.
“Hmm, demek yeni üyeleri eğitiyorsun. Gözlük, terfi etmişsin huh.”
“Oldukça dik başlı bir üst; bilirsin, biraz dertliyim."
-Ah, doğru ya. Rakuzo muydu? Hackersın değil mi? Kunikida’nın zayıflığı ya da utanç verici gizli fotoğrafları gibi bir şeyin yok mu…?”
“Oi, Dazai! Birinin gözü önünde açık açık şantaj malzemesi arama!”
“Oh, demek bu işleri anlıyorsun, yeni eleman, 1000 yen, 10000 yen, 100000 yen, hangi anlaşma senin için uygun?”
“Böyle bir şeyin mi var!?”
Bekle, bekle, bekle. Sakin ol.
"Maskaralık etmeyin. Benim zayıflığım falan yok. Velet belli ki havaya girmiş, Dazai uyma şuna."
“…Hmm.” Dazai gizli anlamlarla dolu bir bakışla bana baktı.
“Bana inanmıyorsan kalsın. Sadece bana ne olursa olsun inanan müşterilere satış yaparım zaten. Ancak gözlük ödeme yaparsa, tüm kanıtları senin için silebilirim.” “Kim ödeme yapar ki?! Hakkımda öyle utanç verici bilgilerim yok! Gidiyoruz, Dazai!” Dazai’nin ensesinden çektim ve oğlanın odasını arkamda bırakarak ahşap kapıdan dışarı çıktım.
…111000 yen huh…
Gece vakti, depo bölgesinde bir tek kişi bile görülmüyordu.
Bu bölgenin sokaklarında, Dazai ve ben önceden çağırdığımız taksiyi bekliyorduk. Yaklaşan ve yol boyunca ilerleyen arabanın farları uzayarak önümüzde durdu. Gümüş kürdeleler gibi, sarı renkli gölgeler. Fren lambalarının kırmızı ışığı yayıldı. Beyaz farlar binanın gölgesini aydınlattı. Arabanın camına yansıyan loş ışıklar sıvı gibiydi, göze yakınlaştıkça bir nehirden akıyor gibi.
Deniz rüzgarı bulutları ileriye ve geriye götürerek esiyor, ay ışığı liman yoluna siyah beyaz gölgeler düşürüyordu.
“Ne hoş bir çocuk.” Dedi Dazai gecenin gökyüzüne bakarken.
“Çocuğun seninle tanışmasına izin vermek benim açımdan bir hataydı. Ortaya iyi bir şey çıkmayacağını önceden fark etmem gerekirdi.”
“Senpai, bir soru sorabilir miyim?”
“Ne var?”
“Neden Rakuzo ile ilgileniyorsun?”
Dazai’ye baktığımda, yüzü ciddi bir hal almıştı.
“Neden ona bir iş verdiğini merak ediyordum. Kayıp insanları aramak gibi şeyler, ajansın da bu kadarını yapabileceğine eminim. Durumumuzda, telefonla yapılan bir konuşmayla halledilebilecek bir iş için bile yolunu değiştirip buraya geldin."
Sessiz kaldım. Cevaplaması kolay bir soru değildi.
“Konuşmanızda geçmişti, ama çocuğun babasıyla mı alakalı?”
Aniden Dazai’ye baktım.
“Yani doğru anlamışım.” Dazai yüzüme baktı ve gülümsedi.
“…Rakuzo’nun babası mükemmel bir polisti. Ancak, öldü.”
Bu konuşmadan kaçamayacağını bildiğimden anlatmaya başladım.
“Önceden, bir suçlunun soruşturması için ajansla beraber çalıştı. Devlete ve anonim şirketlere ait tesisleri yok eden tanındık bir suçluydu. Polis ne kadar peşinden koşarsa koşsun, nerede olduğunu anlayamıyordu."
“Ve bu- Mavi Bayrak Terörizm davası mıydı?”
“Doğru.”
Vakaya polis ve ordu da dahil oldu, ülkeyi kargaşaya sürükleyen iğrenç bir vakaydı. “Ajansın araştırmasının sonunda, gizli üssünü keşfetmeyi başarabildik ve bunu şehir polisine bildirdik.”
“Ee, büyük bir başarı değil mi!?” Dazai takdir etti.
“Evet, kesinlikle öyleydi. Ancak o sırada ordu, kamu refah ofisi ve şehir polisi birlikte çalışıyordu, emir zinciri karıştı ve bir kargaşa yarattı. Ne yazık ki bu yüzden suçlu tehlikeyi sezmeyi başardı ve gizli üssünde barikat kurdu. Bir çok güçlü patlayıcı yerleştirmişti."
Hatıralar canlanmaya başladı. Telefon ahizesinden gelen şehir polisini kızgın kükremesi. Tutuklama emri. Bekleme emri. Havada uçuşan tutarsız talimatlar.
“Talimatlardaki karışıklık yüzünden, olay yerine aceleyle gidebilen detektifler sadece beş kişiydi. Onlara verilen talimat içeri zorla girilmesi ve suçluyu kontrol altına alınmasıydı… Ne de olsa toplumda ‘Mavi Kral’ olarak çağırılan suçlu, herhangi bir özel örgütün parçası değildi veya bir yeteneği yoktu, 5 kişiye karşı ne yapabilirdi ki?"
Ancak, olay yerindeki insanlar her şeyi anlayamadılar. Üstten zorla girmekten başka bir yol olmadığını düşündüler.
“Sonuç olarak suçlunun patlayıcıları ateşlemesene sebep oldular. Suçlu ve beş detektifin hepsi öldü.”
“-Ve ölen o beş adamdan biri Rokuzo’nun babasıydı, değil mi?”
“Rokuzo’nun annesi erkenden öldü ve ikisi birlikte yaşadı. Polis memuru olan babasına saygı duyduğunu söyledi.”
Yumruğumu sıktım.
“O zaman, gizli üssün keşfini bildiren kişi, bendim.”
O zaman, sadece daha çok yetkisi olan biriyle iletişime geçseydim... Ya da belki, içeri girmek için ajans yardım etseydi…
“Cinayeti işleyen kişi benmişim gibi hissediyorum”
“Bu doğru değil. Üstünde ne kadar düşünülürse düşünülsün, suçlular talimatları veren şehir polisi amiri ve kendini ölümüne patlatan suçluydu..”
“Belki. Ama eminim ki o genç çocuğun düşüncesi farklı. Öyle olmasaydı intikam amacıyla ajansı hacklemezdi.”
Muhtemelen Rokuzo ajansa karşı öfkeli. Bunu yüz yüzeyken hiç onaylamadım. Ancak- “Rokuzo’nun babası artık burada değil. Tek gerçek bu. Birisi babasının yerine ona göz kulak olmalı ve ara sıra terbiye etmeli. Yapabileceğim tek şey bu. Durum ve zaman bunu gerektiriyor.”
“Kunkikida-kun duygusal birisi, huh.” Dazai iğnelemeye benzer bir iç çekti.
Kendimi duygusal birisi olarak hiç düşünmedim, ya da bu duygusallık şeyinin nasıl olduğunu anlamadım.
Ancak, tüm tanıdıklarım bana “duygusalsın” diyorlar. Nedenini anlamıyorum. Bu dünyadaki her şeyin idealler üzerine kurulu olmadığını söylememe rağmen. Ben düşünürken, bir taksi önümüzde durdu. Taksici elini salladı.
000 Taksi sürücülerinin aralarında farklı deneyimler ve bilgilerle donatılmış olanları da vardı.
Temiz olmak, istikrarlı olmak, her çeşit kestirme yolu bilmek, uzun süre şoför olduklarından dolayı edindikleri araba kullanma becerileri veya samimi gülümsemesiyle genç bir adam, ya da taksimetreyi kullanmak yerine vereceği parayı yolcuya bırakmak gibi. Bu kişiler, bir kere bile sözünüzü kesmeden makul bir şekilde isteklerinizi dinler.
Bu sırada, şöförden tek bir isteğim vardı.
“Uzun zaman oldu, değil mi, Dedektif Kunikida? Bugün dedektiflik işleri için mükemmel bir gün değil mi? Bugünün gözlükleri ayrıca size uyuyor, araba kullanma işime devam ederken, gözlüklerin artı ve eksi yönlerini anlamakta iyi bilgilendim, anlarsın ya! Zarif ya da markası kaliteli denilebilir! Dedektif Kunikida’nın gözlükleri gerçekten muhteşem! Sözüm sözdür”
“Yalvarıyorum biraz sus ve sür.”
İlk olarak ve en önemlisi, gözlüklerin markasının avantajına değer biçerek ne kastediyor? Aptalca –Ne demek istediğini bilmek istesem de.
“ ‘Şoförün iyisi sessiz olanıdır’ yolcuların hiç söylemedi mi?”
“Hayır, hiç söylenmedi, huh. Doğrusu, ben araba kullanırken müşteriler asla konuşmazlar. Tüm konuşmayı yapan tek kişi benim.”
Bu taksinin şehirde nasıl çağırılması gerekildiğini biliyorum: Tuzak.
Dazai ve ben önceden görüştüğümüz taksiye bindik ve taksiye söylediğimiz yere doğru gitmeye başladık. Camdan dışarıda görülebilen karanlıkta, şehir sokaklarındaki aydınlatmalar ya çok azdı ya da yoktu, ormanın seyrek hattı, puslu ay ışığını bazen gölgeliyor bazen önünü açıyordu.
Tabii ki, taksinin tuzağına sırf şansızız diye binmedik. Bilerek bu taksiyi tuttuk. Neden mi?
Bilgi toplamak için.
“Dazai, biraz önce konuştuğumuz Yokohoma turistlerinin art arda kaybolmalarıyla ilgili davayı hatırlıyor musun?”
“Ah, Rakuzo denen çocuğun ilgilendiği mi?”
“Evet. 11 kurban var. Bu on bir kişiden ikisini, kaybolmadan hemen önce bu taksi sürücüsü görmüş”
Önümdeki minyon taksiciyi işaret ettim.
“Tanıktan ziyade, sadece onları limandan otele götürdüm. Aralarından birisi tatile gelmiş bir kadın, diğeri iş gezisindeki bir iş adamıydı.”
“Ve bu fotoğraflardaki kişiler olduklarına emin misin?”
Göğüs cebimden birkaç fotoğraf çıkardım. Öyle ya da böyle, fotoğraftakilerin kayıp kişiler olduğunu otelin güvenlik kamerasıyla çoktan onaylamıştık. Figürleri binaya doğru ilerliyordu, resepsiyonda kontrol ediliyor ve ertesi gün dışarı çıkıyorlardı; fotoğraflarının her birinden üçer tane vardı.
“Evet, şüphesiz bunlar onlar. Kıyafetleri bile fotoğraflardakilerle aynı. Onları bu otele bırakmıştım."
“Tamam, her neyse Kunikida-kun, müsait olduğunda kibarca bu davayı detaylarıyla bana anlatabilir misin?”
“…Pekala.”
Takside, vakayı üstünkörü anlatmaya başladım.
Bir ay önce, Yokohama’ya iş gezisi için gelmiş 42 yaşındaki bir adam aniden kayboldu. Ayak izlerini takip ettikten sonra, limandan otele gittiği ve girişini yaptığı, geceyi orada geçirdiği ve ertesi gün şehirden ayrıldığı anlaşıldı. Ancak, iş toplantısında görülmedi, ya da evine geri dönmedi. Eşyalarını otel odasında bırakmasına rağmen nereye gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
Diğer kurbanlar da hemen hemen aynı durumdaydı, yalnız turistler, fuarlara katılanlar ve toplam 11 kişi. Kayıpların yaşları, adresleri ya da işleri aynı değil, tek ortak noktaları Yokohama’ya yalnız gelmeleri. Polis otelden ayrıldıktan sonra gittikleri yerleri bulabilmek için bir soruşturma başlattı ama sonuç koca bir hiçti. Sanki bir sigara dumanında kaybolmuş gibilerdi.
Şehir polisine göre, en olası durum kaçırılmaydı. Ama böyle büyük bir şehirde, tanık olmadan birinin kaçırılabileceği hiçbir yer yok. Ayrıca, aileler fidye ile tehdit edilmemiş, kaçırılmalarının amacı belirsiz.
--“Kaçırılmalarının illa bir amacı olması gerekiyorsa, nedeni açıkça belli değil mi?” Şimdiye kadar dinleyen sessiz Dazai, aniden net bir sesle konuştu.
“Organ mafyalığı.”
“Ne?”
“Diyorum ki, kaçırıldıktan sonra, satıldılar. Duyduğuma göre, kaybolan insanlar sağlıklı yetişkinlerdi, değil mi? Kalp, böbrek, kornea, akciğer, karaciğer, pankreas, kemik iliği – eh, yurtdışına Japon yeniyle pazarlamaya kalkışırlarsa pek bir şey kazanamazlar, ama on bir kişinin bedeni zaten altın dağı gibidir. İşi yürüten yalnız bir suçluysa, servet toplar.”
“Kara borsanın bu tarz işlerle alakası olduğu doğru – ama sen bu konu hakkında fazla biliyorsun.”
Sıradan bir insan, bu tarz bilgileri sadece kitaplardaki hikâyelerden ya da en fazla filmlerden öğrenir diye düşünüyordum.
“İmkanı yok, şehrindeki kenar mahallelerinin birindeki barda, insanların bunun hakkında konuştuklarını duydum sadece.”
Ne kadar da şüpheli bir açıklama. Sanki bahane üretiyormuş gibiydi.
Sonuçta bu adam hakkındaki her şey şüpheliydi.
“…öyle diyorsan, o zaman kayıp insanlar satıcılarına ‘lütfen benim organlarımı alın’ diye yalvarıyorlar mı? Tatilin ya da iş gezisinin ortasında... kasıtlı olarak?”
“Doğru, biraz anormal. Dediğin gibiyse belki de organ kaçakçılığı değildir ama bazı şeyler yüzünden ortadan kaybolmak istemişlerdir. Ve bu yüzden profesyonel bir servisten yeni bir isim ve aile sicili istemişlerdir ve bam! Kayboldular. Bunun gibi bir şey işte."
“Öyle olsa bile, bu profesyonellerle buluşmaya kendi istekleriyle gitseler, o zaman görülmezler miydi veya en azından arkalarında bir çeşit güvenlik kamera görüntüsü bırakmazlar mıydı?”
“Bu profesyonellerin arasında en azından bir tane kılık değiştirmede uzman birisi vardır, değil mi?”
“Düşündüm de daha önce duymuştum, fotoğraf endüstrisindeki gibi bir adamı tamamen bir kadın gibi gösterebiliyorlarmış. Bir şekilde, yüzün hatlarını değiştirmek için yanakların iç kısımlarını ipek dolguyla dolduruyorlar, daha sonra-“
“Kimse seni dinlemiyor.” Hemen şoförün uzun bir konuşmaya doğru ilerliyormuş gibi görünen sözlerini kestim.
“Ah, anladım! Şu fotoğrafa bak, ikisi de gözlük takıyor değil mi? Ortak noktalarını buldum! Gözlüklülerin art arda kaybolmaları vakası!”
Fotoğraflara baktım. Fotoğraflardaki mağdurların ikisi de gözlük takıyordu. Siyah çerçeveli ve gümüş çerçeveli...
“Peki o zaman, Kunikida-kun, senin sıran!”
“Ne sırası? Diğer dokuz kurban arasında gözlük takmayanlar da vardı. Buna ortak nokta diyemezsin.”
Hatırladığım kadarıyla, dokuzunun arasında, dördü gözlük, ikisi güneş gözlüğü takıyordu ve diğer üçü hiçbir şey takmıyordu.
“Tsk… O zaman Kunikida-kun’un yem olmasından başka seçeneğimiz yok. Suçlunun hedefleri turistler, değil mi? Öyleyse Kunikida-kun lastik çizmeler giyecek, bir sırt çantası takacak, yeşil ve kırmızı ekoseli bir tişört ve dağ tırmanış pantolonları giyecek ve Yokohama sokaklarınında gezecek. Sonra kocaman bir kamerayla yayaların yandan fotoğraflarını çekecek ve cümlelerini ‘zura’ ile bitirecek.”
“Bunu kim yapar ki?!”
“Bunu kim yapar ki zura?!”
“Böyle bir saçmalığa taktik bile denmez! Reddedildi!
“Reddedildi zura!”
“Bunun gerçekleşmesini bekleme!”
“Ehh? Öyleyse silindir şapkayla tek tekerlekli bisiklet üzerinde sokaklarda gezen ve beğendiği kızlara avazı çıktığı kadar bağıran çıplak bir Kunikida-kun olsa?”
“Konuyu değiştirdin!”
“Peki öyleyse, palyaço kostümü giymiş Müfettiş Kunikida olsa nasıl olur?”
“Ve sen, kapa çeneni!”
Lanet olsun, her birine!
Yavaş yavaş öfkeleniyordum.
“Dazai! İşinde biraz daha istekli ol! Ne zaman ciddi ciddi çalışmaya başlayacaksın?!”
“Ehh? Ben hep ciddi çalışırım ama...”
Gerçekten böyleyse durum daha da vahim.
“Peki. Öyleyse şunu yapsak nasıl olur? Yakında doğru dürüst bir dedektif olacağıma söz veriyorum. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım. Üstüm Kunikida-kun'un nutku tutulacak ve yarından itibaren, herhangi bir problem olmadan yalnız çalışmam konusunda bana güvenebilecek. Tıpkı istediğin gibi muhteşem bir adam olacağım.”
Dazai mazeretlerini sıralamaya devam etti, ama ona hiç güvenemiyorum.
“Bu ‘yakında’ tam olarak ne zaman?”
"Taksiden indiğimiz zaman.”
Oh.
“Gerçekten mi?”
“Tabii ki. Bir intihar yandaşı sözünden geri dönmez… ve karşılığında, bir şey istiyorum.”
Bunun olacağını biliyordum.
“Nedir? Maaşına zam gelmesini ya da daha kolay bir iş verilmesini istiyorsan reddediyorum, tamam mı?”
“Öyle büyük bir şey değil. Sadece, tam şu an ilgimi çeken bir şey var.”
Dazai sürekli şoföre doğru bakıyordu. Merak gözlerinde parıldadı.
“… Arabayı sürmeme izin verin.”
000
“En azından tek parça halinde vardık!”
“Bir daha asla… araba sürmene izin vermeyeceğim…”
Kapılar açıldı ve ben neredeyse dışarı yuvarlanırken Dazai havalı bir biçimde taksiden dışarı çıktı .
Taksinin şoförü en sonunda yolcu koltuğunda bayılmıştı. Muhtemelen gecenin geri kalanında baygın olacaktı.
“Hm, yol mu tuttu? Ne kadar da nahoş”
Dazai’nin sözleriyle, hafifçe öldürme isteğimi hissettim.
Buna artık yol tutması falan denilemezdi. Ayağa kalktım, bacaklarım titriyordu. Denge duyum gitmişti. Daha yeni ayağa kalkmayı öğrenmiş yavru geyik gibi, kollarım da ayaklarım da titriyordu.
En ağır dövüş sanatı eğitimi bile bunun kadar yorucu değildi.
“O halde derhal çalışmaya başlayalım! Onlara önceden söz verdiğinden çabucak halledelim!”
Biraz önceki azar yüzünden “Dinlenmeme izin ver!” diyecek gücü zor topladım.
“Mektupta bahsedilen yer hemen şurada, değil mi? …Bu arada, Kunikida-kun, hayaletler ve şeytanlar ve benzerleriyle aran iyi mi?”
“Hayalet…? Öyle şeylerden korksaydım Silahlı Dedektiflik Ajansıyla çalışırdım sanki.. doğaüstü olaylardan çok, bıçakların ve ateşli silahların daha büyük bir tehdit oluşturduğu açıkça ortada.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Sonuçta bu sefer araştırdığımız yer perili.”
Bakışlarım Dazai’nin işaret ettiği yere doğru kaydı.
Dağların girintilerinde öylece duran, dökülen siyah bir bina görülebiliyordu. Karanlığın renklendirdiği ölümün işaretleriyle ve binadaki yıpranma işaretleriyle dolu terk edilmiş bir hastaneydi.
000
Neden?
Neden gecenin bir yarısında böyle bir soruşturmaya gidiyoruz?
İnsan yaşadığı süreç boyunca, hasta düştüğü zamanlar vardır. Hiç hastalanmamış mükemmel zihin ve beden diye bir şey yoktur. Kanıtı ise, herkesin doğduğu hastanede ölmesi. Hastane önce bu dünyaya, sonra yaşayanlar ile ölüler dünyasını bağlayan bir bağa benzer.
Bu terk edilmiş hastanenin yıkık dökük, tozlu hali her şeyi daha ürkütücü hale getirilirdi. Kırık pencereden yansıyan ay ışığı yıkıntı binaya korkutucu mavi gölgeler düşürüyor, yerdeki durgun şu birikintisine soluk mor rengini veriyordu. Ön bahçede yetişen örümcek zambakları, zehirli5 kırmızı rengindelerdi.
“Karanlık… hiçbir şey göremiyorum.”
“Hoş, değil mi?”
İstemeye istemeye girdiğim terk edilmiş hastanenin koridorlarında yanımda yürüyen Dazai ufak adımlarla beni geçti.
Duvarlar çatlamış, kablolar dökülen tavandan sarkıyordu. Pencere pervazları kopuktu, mobilyaların ve ekipmanların çoğu çalınmış ve hastane odaları kurtçuklara ve böceklere ev sahipliği yapıyordu.
Kim böyle bir yıkıntıyı beğenir ve hatta içine girerdi ki?
“Müşterinin isteği burada her gece oluşan ışık ve sesleri yapanın gerçek kimliğinin ortaya çıkması. Ben de karşımıza neyin çıkacağını bilmiyorum. Tetikte ol.”
“Um… Tabii ki anlıyorum, ama Kunikida-kun, biraz fazla temkinli değil misin?”
Dazai’ye baktım.
“Ne diyorsun? Düşmanı küçük görmek aptallıktır. En kötüsünün olacağını varsayıp buna göre hareket etmenin seni, ajansın bir üyesi olmaya değer yapacağını bil.”
Tedbir olsun diye uyardım, sürpriz bir saldırı olmasına karşın yere yakın durdum ve koridor boyunca ilerledim.
“Yoksa… korktun mu?”
“B-b-b-ben korkmuyorum! Aptal!”
“O zaman hızlıca gidelim.”
“Aptal, bu tarz filmlerde, karakterler her zaman heyecana kapılıp dikkatsizce hareket ederler, istiyorsan ilerle ve günah keçisi ol.”
“ ‘Bu tarz filmler’ derken neyi kast ediyorsun?”
“Onu boş ver, sadece ilerle. Ben arkadan gözlemlemeye devam edeceğim.”
“Sadece önde yürümek istemiyorsun… Oh, doğru ya, karanlık olduğu için göremezsin, bir fener kullanmaya ne dersin?”
Bunu çoktan düşünmüştüm. Gerçekten, gerçekten aydınlık olsun istiyordum. Ama…
“Bu hastanede birileri varsa, ışık yüzünden burada olduğumuzu fark edebilirler ve kaçabilirler. Sadece ay ışığıyla ilerlemeye devam edelim.”
“Haah…”
İkimiz karanlık boyunca ilerledik. Bina güçlü rüzgarla gıcırdadı. Bir yerden damlayan su sesi duyulabiliyordu.
Bu terk edilmiş hastanenin komşuları nerede? Etrafta tek bir bina bile yoktu. Sadece sonsuz gözüken orman, geniş tepeler ve tarlalar vardı. Şiddetli rüzgar ağaç yığınını salladı ve yaprakların hışırdama sesi yankılandı.
Müşterinin gönderdiği mektupta yazanları düşündüm. Bu civarlarda kim yaşıyordu ki? Yerleşim yerleri bu binadan kilometrelerce uzaktaydı, birinin izinsiz girebileceği bir yer değildi. Sadece tilkiler ve ayılar gibi hayvanlar bu çevrede yaşardı.
-Öyleyse, müşteri nasıl biri?
-Müşterinin bir ad�� yok.
- Belki de lanetli kötü bir ruhtur.
Dazai’nin sözlerini tekrar düşündüm.
Etrafımızda, her şey saf karanlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Başıboş rüzgar binanın çatlaklarından içeri giriyor, ağlayan bir kadın gibi ses çıkarıyordu.
……
Hayaletlere inanmam. Ben matematik öğretmeniyim, fizik ve kimyada ustalaşmış bilim adamıyım.
Yaşayan şeylerin şekillerini alan intikamcı ruhlar gibi şeyler boşuna; karanlık korkusu sadece kuruntu.
…….
Korkmuyorum, titremiyorum ya da ağlamıyorum.
“Ortaya çıktı!”
GYAAAAAA!
Dazai’nin önden bir yerlerden gelen bağırışıyla kalbim çıkacak gibi oldu.
Dazai kafasını çevirdi, ağzını bir karış açarak bana baktı, yüzümdeki ifadeye baktı ve sonra yavaşça sırıttı.
Şu lanet herif…..!
“Kovulacaksın, biliyorsun değil mi!?”
“Yok daha neler, Kunikida-kun biraz gergin görünüyordu, bu yüzden sadece dikkatini dağıtmak istedim.”
“Artık hiçbir şeyini umursamıyorum!”
Dazai’yi kenara ittim ve ileriye doğru yürüdüm.
Kahretsin, karanlık. Hiçbir şey göremiyorum. Hiçbir şey göremediğimden karanlıkta neler olabileceğini hayal etmeye başlıyorum.
Gölgelerin mahrum karanlığında, birinin uzun bir nefesle iç çektiğini hissedebiliyorum.
Karanlık.
Karanlık.
Artık değil.
“Yalnız Şair – el feneri!”
Aydınlık oldu.
000
Hastanenin etrafını biraz kontrol ettikten sonra, birisinin içeri girdiğine dair kesin bazı işaretler vardı.
Tekerleklerle bir şeyi çeken birisi, arkasında bir çeşit iz bırakmış. Deri botların ayak izleri, kıyafet tiftiği. Ancak, bunların her gece içeri sızan suçlunun izleri mi yoksa sadece durumun avantajından yararlanan hırsızların izleri mi olduğu net değildi.
Görüş alanımız yeteneğimle oluşturulan küçük el feneriyle görebiliyorduk. Ancak hastanenin yoğun karanlığını aydınlatmak mümkün değildi.
Sadece biraz ilerisi bile zifiri karanlıktı, önümdeki yolu aydınlatırsam ayaklarımın altımdakiler derin deniz karanlığına gömülecek, ayaklarımı aydınlatırsam, önümdekiler bir mağara kadar karanlık olacaktı. Temkinli bir şekilde ilerlesek bile, araştırmada ilerlememize yardım edecek hiçbir şey yoktu.
“Birileri kesinlikle haylazlık yapmış. Hadi eve gidelim.” Dedi Dazai yeterince araştırmış gibi ve dönüp gitti.
“Oi, bekle. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım lafına ne oldu? Sadece bu kadar araştırmışken dedektif olarak adlandırılmaya layığız sanki. Daha fazla kanıt-“
“Gerek yok. Şuna bak.”
Dazai koyu renkli bir kablo tutuyordu. İki ucu da yere gömülüydü. –Neden?
“O – kablo mu?”
Doğru bildiysem, oldukça yeniydi. Bu binadaki zamanla çürümüş diğer güç kablolarından oldukça farklıydı. Birkaç ay önce yerleştirilmiş olmalıydı. “Eğer bu kabloyu takip edersek-“
Dazai kabloyu makara gibi sardı ve sonuna kadar takip etti. Ustalıkla yerleştirilmiş ve saklanmıştı, ama sonunda kablonun sonuna ulaşabildik.
Dazai başka bir şey aldı.
“Bu… bir kamera. Biri bunu gizlice kurmuş olmalı. Sadece bu konumda da değil. Aman aman, müşterimiz hayalet korkusu yüzünden ağlayan Kunikida-kun’un görüntülerini çalmak için sahte bir istek göndermiş olmalı. Ne kötü bir adam.”
“Hey, ağlamıyordum!”
“Doğru, huh. Sadece terk edilmiş bir binanın karanlığından korkmak, ilkokul çocukları bile yapmaz.”
“……….”
“İlk olarak, bir hastanenin hayaletlerinin içinde mücadele ruhu kalmamış olmalı. Hastalıktan öldüler, değil mi? Bir kaza yüzünden öldüklerini farz edelim, o zaman da öldükleri yeri avlamaya giderlerdi. Bu çeşit hayaletler, bir insanı ölümüne kontrol edecek cesarete de sahip değiller. En fazla kalıcı duyguları ve pişmanlıkları vardır. ‘Ölmek istemiyordum…’ gibi gibi. Ahh, olamaz, olamaz. Gerçekten ölebilmek, ne lüks ama.”
“Dazai….. Oi, sus artık…”
Oh… intikam dolu bir ruh dinliyorsa, ne yaparız?
“Eğer yaşamaya karşı bir kinleri varsa, en azından akciğer tüberkülozu olan çok zayıf bir kadının kini olmalı. Birbirine dolanmış yağlı saçları dalgalanıyor, ve intikam dolu bir şekilde diyor ki, “Garezim var, yaşayan şeyleri kıskanıyorum, BENİ BU KASVETLİ BOŞLUKTAN KURTARIN, BENİ BU ACIDAN UZAKLAŞTIRIN, aa, çok fazla acı, kanım, kemiklerim, etim, içim, AAAAAAAAAAAAAHHHHHH!”
“YARDIM EDİİİİİİİİN!!!!!”
Aniden bir kadının karanlıktaki tiz çığlığı beni o kadar şaşırttı ki kalbim boğazımdan dışarı çıkacakmış gibi hissettim.
Ama hemen sonra üzerime soğuk suda sırılsıklam olmuşum gibi, sakinleştim.
Az önceki çığlık, yaşayan birine aitti.
“Şimdiki ses…”
“Bu taraftan! Çabuk!”
Dazai’yi beklemeden, küf tutmuş koridorda koştum. Olabilecek en kısa sürede, merdivenlerden aşağı indim ve koridorları geçtim. Çığlığın kaynağına doğru koşarken yerdeki döküntüleri tekmeledim.
Bodruma vardım. Tavan yıkılmış ve altındaki zeminde parçalanmıştı. Küçük mutfak, tıbbi malzeme ve ilaç odası, X-ray odası, ve morg sıralanmışlardı.
Sesin peşinden koştum ve küçük mutfağa girdim.
İşte orada!
Çamaşırları yıkamak için kullanılan geniş depodaki suyun yüzeyinden, bir kadının sağ eli çıkmıştı ve kadın umutsuzca debeleniyordu.
Aceleyle koştum ve suya baktım, iç çamaşırlarını giymiş genç kadının figürünün altında görülebiliyordu, tek eli alttaki parmaklığa kelepçelenmişti.
Kelepçeler yüzünden, kadın yüzeye çıkamıyordu! Ölümüne boğuluyordu!
“Bu şey de ne-!?”
“Demir ızgarayı kırmamız gerek!”
Dazai ızgarayı kavrarken bağırdı. Kadının kaçmasını önlemek için bir kapak görevi gören devasa çelik ızgara depoya sıkıca sabitlenmişti.
İki elimle ızgarayı tuttum ve tüm gücümle salladım. Aynı zamanda asma kilitle kilitlenmişti, kaba kuvvetle çıkmasının imkanı yoktu.
Gözlerim sudaki kadınla buluştu. Kırmızımsı kahverengi gözbebekleriyle... Gözlerini yapabileceği kadar kocaman açtı, bakışlarıyla yalvarıyordu. Yardım edin.
“Şimdi seni kurtaracağım! Deponun kenarına git!”
Ellerimi salladım, ona hareket etmesi için talimat vererek. Belki de fark etti, kadın sırtını deponun duvarına bastırdı ve vücudunu çekti.
Belimden tel tabancasını aldım. Güvenlik kilidini açtım, ve deponun dış duvarına nişan aldım.
“Eğil, Dazai!”
İçerideki kadına doğru sekmeyecek şekilde, açıyı hesapladım ve ateş ettim! Darbe alan duvar çatladı ve delindi. Yarıldı ve su dışarı aktı.
O çatlağa doğru hedef aldım ve bir döner tekme attım!
Tekmeyle kazandığım gücü ayağımda toplayarak, seramiği ve sıvalanmış duvarı parçaladım. Büyük bir delik oluştu ve devasa miktarda su dışarı aktı.
“Öhö… öhö, öhö!”
Su delikten fışkırdı, su seviyesi çabucak kadının yüzünün altına indi ve bunu arzuluyormuş gibi, nefes alıp vermeye başladı. Bir şekilde, zamanında yetişmiştik. Dazai büyük bir tıpayı kapattı ve su akmayı kesti.
“İyi misiniz?” kadına ızgaraların arasından bir mendil uzattım. Kadın hala titreyen parmaklarıyla mendili aldı.
“Birisi sizi boğmaya çalışmış gibi görünüyor… Kimin yaptığını gördünüz mü?” diye sordu Dazai.
Çılgınca öksürürken nefes almaya çalışan kadın sonunda sesini çıkardı. “Ben- kaçırıldım. İş için Yokohama’ya geldiğim gün, birden bilincimi yitirdim – ve ne olduğunu anlamadan önce, buraya gelmiştim.”
Dazai ve ben birbirimize baktık.
000
Dazai ile birlikte çalışarak, ızgaraları ve kelepçeyi kırdık ve kadını kurtardık. Çelik ızgaralara üç kere asma kilit vurulmuştu ve başka seçenek olmadığı için, kırabilmek için kanca tabancasının sapını kullandım.
“Adım Sasaki Nobuko. Tokyo’da bir üniversitede öğretim görevlisiyim. Yokohama’ya vardığımda, aniden bilincimi yitirdim ve ne olup bittiğini fark edemeden buradaydım” Sırılsıklam ve yüzü morarmış Bayan Sasaki hala kararlı bir şekilde açıklama yapabiliyordu.
“Sasaki-san, kaç gün önce bilincinizi kaybettiğinizi ve kaçırıldığınızı hatırlıyor musunuz?”
“Özür diliyorum… Bilincimi kaybetmiştim, bu yüzden tam olarak söyleyemem… Ama vücudumun durumuna ve boş mideme bakarak konuşursam, iki ya da üç günden fazla geçtiğini düşünmüyorum.”
Yokohama turistlerinin seri kaybolmaları vakasının kurbanlarının 35 ila 7 gün arası öncesinde kaçırılmıştı. Bayanın söyledikleri doğruysa, on ikinci kurbanın o olması yüksek bir ihtimaldi.
“……”
Bu sırada Dazai bağlı kollarıyla sessiz kalmıştı, şiddetle bir şey hakkında düşünüyordu. Bayan Sasaki siyah saçlı ve bedeni ince olan bir kadındı. Yaşı benimkine yakın olmalıydı. Vücudu titriyordu. Kıyafetleri kaçırıldıktan sonra mı çıkarılmıştı, yetersiz iç çamaşırları içinde bırakarak? Dazai’nin ona ödünç verdiği ceketi giyiyor olsa da, gecenin bu vaktinde, sırılsıklam yarı çıplak vücuduyla, titrememek mümkün değildi. Soğukta titreyen, koluma tutunan eli, yere uzanmış bacakları fazla inceydi. Tenine yapışan kıyafetler baştan çıkarıcı bir kıvrım çizmişti. Teni o kadar beyazdı ki birisi onun saydam olduğunu düşünebilirdi.
Ensesine yapışan ıslak saçından akan su taneleri göğsüne damladı. Bazı sebeplerden, nedensizce, gözlerimi başka tarafa çevirdim.
“Daha önemlisi, bu binanın bir yerlerinde benimle aynı şekilde kaçırılan daha fazla insan olmalı! Seslerini duydum.”
“Ne-?”
Diğer kayıp insanlar da mı? Onlar da kaçırıldı ve buraya hapsedildiler yani? “Size yolu göstereceğim! Buradan lütfen.” Kadın, aklı karışmış bir şekilde, ayağa kalktı, rehberimiz olmayı planlıyordu.
……Ancak.
“…Bekle.” Bayan Sasaki’yi durdurmak için elimi uzattım.
“Dazai, bu durum hakkında ne düşünüyorsun?”
“Sasaki-san’ın erotik göründüğünü düşünüyorum” dedi Dazai ciddi bir ifadeyle.
“Ciddi ol!”
“…Hmm, çok fazla şey yaptık.” Dazai kollarını bağladı ve bir kez daha cevapladı. “Bu terk edilmiş binaya gizemli sesleri ve ışıkları araştırmak için geldik, değil mi? Bunun yerine, seri kayıplar vakasından kayıp bir kurbanı bulduk. Bunların iki ayrı, alakasız vaka olması gerekiyordu. İki vakadan da sorumlu olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakırsak… Sasaki-san, suçluyu en son ne zaman gördünüz?”
“Çok üzgünüm, ama onun yüzünü doğru dürüst bir kere bile görmedim… Ancak bilincimi kazandığımda, deponun musluğu çoktan çalışıyordu ve su seviyesi çoktan yüzüme yaklaşmıştı. Belki suçlunun kendisi ben uyanmadan beş dakika kadar önce musluğu açmıştır.”
O zaman bağırdığı için, onu duyduk. Musluk açılmadan hemen önce...
“Öyleyse suçlu hemen önce burada olmalıydı. Yaklaştığımızı fark ettiğini düşünüyorum. Eğer öyleyse, bunu neden yaptı?”
“Yani bizim varlığımızı öğrendiğinde panikledi, ya da-“
Titizlikle planlanmış bir tuzak mıydı?
Ama böyle bir tuzaktan korkmak ve işleri bu haliyle bırakmak söz konusu olamazdı. Bu binada, kayıp kurbanlar var, burada hapsedilmiş olmalarının ihtimali varsa, onları kurtarmamayı göze alamayız.
“İlk kurban kaybolduğundan beri çoktan 35 gün geçti. Eğer o zamandan beri burada hapis tutuluyorsa, kurban için ölüm kalım meselesidir. Dazai, bayana eşlik et ve beni takip edin.”
Silahımı tuttum ve koridordan aşağı ilerledim.
Polise rapor göndermemi söyleyen hislerimden sonra, Bayan Sasaki’nin rehberliğinde ulaştığımız yer morgdu. Cesetler değerli eşyalardı, bu yüzden hırsızlığı önlemek üzere, kapı normalden daha sağlamdı. Demir kapı bir sürgüyle kilitliydi. Kilit, aynı zamanda yaşayan insanları içeride hapsetmek için de uygundu.
Hiç tuzak olmadığına emin olduktan sonra, sürgüyü kırarak açtık ve hızla içeri girdik. İki bileğimi birbiri üzerinden geçirip çaprazladım, ileriye doğru el fenerini ve silahın ağzını yönelttim.
Morgun çapı yaklaşık on metreydi ve korkunç bir şekilde karanlıktı. Eşyaların çoğu ya taşınmıştı ya da çalınmıştı, içerisi boştu. Geriye kalanlar sadece kırılmış ceset sedyesi parçaları, yırtık kadavra poşetleri ve duvarlara monte edilmiş morg dolaplarıydı. Bundan başka, hiçbir şey yoktu. Yaşayan ya da ölü. –Hayır.
El fenerinin ışığına tepki olarak, odada bir şey hareket etti. El fenerinin beyaz ışığını o yöne doğru çevirdim.
“Y… Yardım edin…”
Orada biri vardı.
Duvar boyunca uzanan demir kafeste, toplam dört kişi vardı. Bayan Sasaki gibi, herkes basit iç çamaşırlarıylaydı.
“Nerede?”
“Az önceki kadın sesinin bağırması… Ona ne oldu?”
“Sakin olun. Sizi kurtarmak için buradayız. Çığlık atan kadını çoktan kurtardık. Yaralı var mı?”
"H-hayır ama burası neresi? Neden buradayız?"
Durumu onaylamak için yakına gittim. Giriş zıt taraftaydı; vahşi canavarları taşımak için kullanılmış tel örgü kafes duvara çivilenmişti. Elimizdeki malzemelerle bunu çıkarmamız zor görünüyordu. Kafesin kendisi sağlamdı, onu parçalarına ayırmak büyük ihtimalle zaman alacaktı.
“Elektrik kilit sistemi, değil mi?” Dazai iç çekti ve kafesin kilidinin önüne yaklaştı ve onayladı. “Bir parola huh, parmak izi gibi biyolojik bir iz mi… ya da bir çeşit anahtar kelime mi… ‘açıl susam!’ ‘-gürleyen şimşek!’ ‘Yüz karası ömrümü sunuyorum’6 Hmm… açılmıyor. Görünüşe göre kırmaktan başka bir seçeneğimiz yok.”
Sonuncusu da neydi öyle?
"Kırmakla açılacaktır büyük ihtimalle, buralarda bir yerde şöyle bir şey-“ Dazai kilit sistemine dokunmak için uzandığı anda, Bayan Sasaki aniden bağırdı. “Yapamazsın, o kilide dokunmaya iznin yok!”
Dazai şaşırdı ve arkasını döndü. Kilit sisteminde kırmızı bir ışık yandı. Yukarıdan, metal bir şeyin düşme sesi geldi, bir şeyin açılma sesi. Kafesin içinde, süt beyazı duman çıktı ve yayıldı. İçgüdüsel olarak aceleyle uzaklaşırken gözlerimin ve boğazımın sanki bıçaklanıyormuş gibi acıdığını hissettim. Kafesin içinde şaşıp kalan kayıp insanlar çığlık attılar.
“Zehirli gaz!”
Yoğun acı yüzünden gözyaşları aktı. Görüşüm . Dünya bulanıklaştı. Her şey ve hiçbir şey dans ediyormuş gibiydi. Ne kadarını içime çekmiştim ki? Ama bu kurbanları terk etmem mümkün değildi. Elimi kafese doğru uzattım.
“Daha yakına gidemeyiz! Artık çok geç!”
Biri kolumu yakaladı ve beni geriye çekti. Çok gürültülü. Onları kurtarmak zorundayım. Kurbanlar ölemez.
İdeal olan bu. Dünyanın böyle olması gerekir.
“Kunikida-kun! Acele et!” Dazai arkadan bir yerden bağırdı.
İstemiyorum. Bu yanlış.
“Yapamazsın!”
Bayan Sasaki beni sıkıca tuttu ve durdurdu. Neden. Neden beni durdurdun? İnsanların ölmesine izin verilmemeli. İki gözümün önünde, bir kişi bile –
Dazai’nin odayı arkamda bırakmak için beni yönlendirmesine izin verdim. Ne diyerek bağırdığım hakkında, en ufak bir anım bile yok.
Hapsedilmiş dört kişinin hepsi öldü.
Çn1: Yanlış anlaşılmasın, buradaki "Kazak" kıyafet olan değil, ülke olan "Kazak(istan)".
Çn2: Oda ölmeden önce Dazai Oda'nın beğenebileceği bir tofu tarifi bulmaya çalışıyordu, ona gönderme. Çn3: Budizm terimi
ÇN4: Daha önce hiç Go oynamadım bu yüzden az önceki paragrafta terimlerden kaynaklı ufak yanlışıklar olabilir. Bunun için özür diliyorum. Çn5: Kırmızı örümcek zambakları (Diğer isimleri: Kasırga Zambak, Meyan Kökü; japoncada Higanbana) ölülerin çiçeği, hayaletlerin çiçeği, cehennem çiçeği, zehirli çiçek gibi anlamları vardır. Örnek resim:
Çn6: Dazai Osamu'nun bir eserine gönderme
@bungoustraydogs-tr /tumblr @nabidan27re /tumblr
141 notes
·
View notes
Note
En son attığın resimde, sanatçı ne anlatıyor? Hayır bakınca kasvet bastı. Hiç iyi enerji alamadım. Ve daha fazla incelemek istemedim. Bana çok huzursuzluk verdi.
Bazı anlatımların maksadı da budur bence, ki şahsi fikrim Goya'nın yorumunda çok daha yoğun hissedeceksinizdir bu duyguları.
Tablo çok bilindik bir mitolojik hikayeyi anlatıyor, Roma'daki ismi kullanılmasına rağmen aynı mit değişmeden Antik Yunan toplumunda da anlatılıyormuş. Satürn, Antik Yunan Mitololojisi'ndeki ismiyle Kronos, babasını devirmiş ve çevresindeki ikinci nesil tanrılara yani titanlara uzun zamandır liderlik etmektedir. Ancak bir gün tıpkı babasını mahkum ettiği kaderin aynını paylaşacağını, bir çocuğu tarafından mağlup edileceğini öğrenir ve içine korku dolu bir hırs dolar. Hissettiği hırs gittikçe çılgınlığa kayar ve bir Yunan bakış açısındaki tanrının yapacağını yaparak çılgınlığını, korkusunu ve hırsını olabilecek en aşırı şekilde hissetmeye ve böyle eylmeye, çocuklarını midesine bir bir indirmeye başlar. Önce üç kızı Demeter, Hera ve Hestia'yı yutar; sonrasında iki oğlu Poseidon ve Hades'i indiriverir midesine.
Mitin devamında Kronos, son oğlu Zeus (Roma Mitolojisi'nde Jüpiter) dünyaya geldiğinde aynı hırsla onu da yutacakken çocuğunun annesi tanrıça Rhea oğlu Zeus yerine kundağa sarılı bir taş verir kocasına. Hırsından gözü dönmüş Kronos ne olduğuna bakmaz bile ve tam bir delilik halinde yutar taşı midesine, biricik oğlu sanarak. Babasını mağlup edip karnını yararak kardeşlerini çıkaracak ve tüm titanların yerine yeni nesil tanrılarla Olimpos'un hükmünü kuracak olan Zeus, kaderin yazdığını oynamak üzere yolculuğuna da bu noktadan başlamıştır işte.
Kronos mitolojide zaman ile özdeşleştirilir, onun bu denli kasvetli ve huzursuzluk verici olmasına o kadar da şaşmamak gerek sanırsam.
2 notes
·
View notes
Text
Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin?
Kim bilir...
Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi?
1 note
·
View note
Text
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar ��evre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Ankara, Güz/1983 Şükrü Erbaş
23 notes
·
View notes
Text
İst’AN’bul
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?..
ŞÜKRÜ ERBAŞ
https://youtu.be/K7G_i1kKt4I
#VAZGEÇMELER USTASI#İstanbul#İst'AN'bul#Galata#Kız Kulesi#Aşk#Şiir#Edebiyat#Şükrü Erbaş#Ömür Hanımla Güz Konuşmaları#Photography#Black and White#Photo#Black & White#Music#YouTube#İstanbul'da Sonbahar
13 notes
·
View notes
Text
I.
-Nerede oturuyorsun?
-Şu tarafta. Sırtını dönmüş evlerin olduğu şu yer var ya, işte orada.
-Neden sırtları dönük?
-O evlerden birinin sırtına dokunduğunda rahatlıkla anlıyorsun; içi gitmek kokuyor. Onların dili yok, sırtlarıyla konuşuyorlar.
II.
Güneş ışığı gibi davrananların alınıp götürüldüğü ve neşenin günah sayıldığı bir mahallede yaşıyordum eskiden: ellerim çocukken. Zaman, ellerimin anneannesi. Sevildikçe saçları uzayan kızlar vardı mahallemizde. Çok güzel isimleri vardı. Nilüfer, Aslı, Aynur, Songül, Eyşan ve Zehra gibi. Hepsine birden âşıktım. Onların da bana âşık olduklarını sanırdım. Akşam olunca anılarımızı götürüp büyülü bir kutuda saklardık. Evlenip gittiler sonra ve o devasa mutsuzlukla tanıştılar. Bir sürü çocuk doğurdular. Hiçbir öykü yazılmadı onlar için. O kızların saçları bir daha hiç uzamadı. Hayatıma kalıcı hasarlar verme ustası olarak adını yazdıran biri vardı içlerinde: Gülcan… Görünmeyen iplerle beynimin içine inip emrindeki kelimeleri üzerime salardı. O kelimeleri götürüp çocukluğumuzdan kalan büyülü kutuya bırakmamı isterdi benden, karşılığında birkaç anı kapıp getirirdim ona. Bir keresinde sordum: Ne yapıyorsun bu anılarla böyle?”
‘Taşların sorularını yanıtlıyorum’ dedi.
III.
Hayretler içinde kalıyordum kapış kapış satılan iyi beslenmiş maskeleri gördükçe. Uşaklar… Ne çok! Karanlıklar musluğuna ağzını dayayan aç gözlü uşaklar çağı… Ve uyku, tarihin yıkılmayan tek imparatorluğudur… Aksi yöne dönüp ağırlık sanatına yöneldim. Hiçsesin ve Gülcan’ın ağırlığı… Gülcan bir taşı öptüğü kadar öpmedi beni. Üstelik dudaklarımı bir zindanla ilk tanıştırdığında henüz doğmamıştım. Dudaklar zindanı! Gülcan bombalanma ihtimali yüksek olan bu kent için kalıcı bir gerçeklik değildi. Tuzaklı kıyılarıyla ünlüydü. Memelerinde görünmeyen cam kırıkları doluydu. Emdikçe kanayan dil tanrıçalık kazandırıyordu ona. Saçlarındaki yılan yavrularına beni işaret ederken kahkahalar atıyor ve eleştirme iznimi elimden alıp eskimiş bir kaldırıma bırakıyordu. Uzakların içeriğine göre Gülcan, sırtını dönmüş evlerin mimarıdır.
IV.
‘Tabii acı çekeceksin, görmenin bedelidir bu’*
Tenhalık barındıran bir yerde düşüncelerimi imha ettim. Kimi özlediğimi ve kimi bağışlamadığımı asla bilmeyecekler. Ah, yaşadığım her şey kuş koleksiyonu. Soğuk uçuşlarıyla imza attıkları sokakları sonsuza dek arkamda bırakıp ayrıldım delilik oyunları tiyatrosundan. Arkamdan seslendi benliğim: hüzün silahındır! Hüzün silahındır! Gelecek zaman ustaları ve bedenime eşlik eden sadık çöl bana durmadan silah taşıyorlar… Tutulmuş notlara bakıyorum. Patik giymiş hayaller aralarında şakalaşıyorlar. Bilinmezlik, ellerimin anneannesi… Sayfaların sonlarına doğru geldikçe gerçeklerin sayısı azalmaya başlıyor. Sonra aklıma geliyor birden Gülcan’ın vapurlu şiirler yazamayan kirpikleri. Çok söylenmiş seyyar bir şarkı. His silgisi… Yaprak olmayı bırakmış… Göğsü oyuncak uçurumlar dükkânı… Keder yüzünü çökertmişti Gülcan’ın. Hatırlıyorum, taşların toplanıp götürüldüğü o gün yanıtlanacak soru kalmamıştı ve keder Gülcan’nın yüzüne suikast düzenlemişti.
7 notes
·
View notes
Photo
Hayatım şu andan ibaret, Tuttum mu, avucumda mı, Sıktım mı ,özgür mü, Parmak uçlarımdan sıyılıp gitti mi,yoksa? Fark etmez, yenisi gelir... Yosunların tutunması gibi, Midyelerin taşı benimseyip- yapışıp çoğalması gibi, Çer çöp denizin üstü-gibi böyle olsun... Kendini paklar o demesi gibi, hafifim, Sakinim. Ama delilik baki... Hiç değilse komşumun kurumuş sarduyası değildim. Küçük kevser sularından ... Büyük cehennem ateşlerinden, Kumlardan, Ve taşlardan... Yani yine yağmur boşanır üstümüze; Sıkıntı mı bu şimdi, Dert mi yani? Çabucak toparlarız içimizi; Yakut,zümrüt, kehribar, Ve biraz da ay ışığı- Yolculuğa böyle çıkarız... Kumlardan ve taşlardan söz ederken. Pasaklı denizin edebinden Çığlıklar yükselirken... Ben imdadına övünçler sunarım; Alır koynuma bi güzel de sevişirim, Olur biter. Zira ömrüm şu andan ibaret; Tuttum mu, avucumda mı, Sıktım mı ,özgür mü? Parmak uçlarımdan sıyılıp yitti mi,yoksa? Fark etmez, yenisi gelir... Ben imdadına yine övünçler sunacağım. Alıp koyuma yine bi güzel sevişeceğim. Olacak ve bitecek- Nihayetinde içtenliğimdir...
Meral Meri ~ Doğu Ekspresi
#Meral Meri#şiir#edebiyat#doğu ekspresi#yaşam#an#deniz#özgürlük#yakalamak#yolcu#midye#ay ışığı#sevişmek#sevmek#pasaklı#meralmeri#hayat#içtenlik#pinokyo
190 notes
·
View notes
Photo
Mehmet Nusret Nesin (1915-1995) Bilinen adıyla Aziz Nesin, Türk mizah yazarı. Kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok eser yazmıştır. Vikipedi
Aziz Nesin sözleri: (1915-1995)
Yenilen aşık olur. Aziz Nesin
Namussuzluk diz boyu. Aziz Nesin
İşte ömür gelmiş gidiyor. Aziz Nesin
Evet, inanmaya inanmıyoruz. Aziz Nesin
Günden güne ahlâk bozuluyor. Aziz Nesin
Evet, insanlığımızda eksiklik var. Aziz Nesin
Eskisi olmayanın yenisi de olmaz. Aziz Nesin
Makam insanın başını döndürür. Aziz Nesin
İnsan ya olursa diye inanıyor işte. Aziz Nesin
Beni yaşamım toplumcu yapmıştır. Aziz Nesin
Delilik, en sağlam dokunulmazlıktır. Aziz Nesin
Her gün bal, börek yese insan bıkar. Aziz Nesin
Particilerden çekmediğimiz mi kaldı? Aziz Nesin
Biz bu kuyruklu yalana nasıl inandık? Aziz Nesin
Gerçekte zübük biziz, benim, sensin. Aziz Nesin
Bunca azmanın sonu, mutlak felakettir. Aziz Nesin
Yatıra matıra, türbeye, kıtıra inanmayız. Aziz Nesin
Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır. Aziz Nesin
Analar ne zübükler doğururmuş kardeşim. Aziz Nesin
Dar yerden çıkanlar geniş yerlere sığmazlar. Aziz Nesin
Gavur kıbleye dönmekle Müslüman olmaz. Aziz Nesin
İnsanın insanlardan kaçışıdır, hayvan sevgisi. Aziz Nesin
Kuran'a inanmam için aklımı yitirmem lazım. Aziz Nesin
Doğru insanı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin
Ben yüreği dayanıksız, gözü yaşlı bir insanım. Aziz Nesin
İnsanın nerde karnı doyarsa, orası vatanıymış. Aziz Nesin
İşin kötüsü bir bok bilmediğini de bilmiyorsun! Aziz Nesin
Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor. Aziz Nesin
Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin ol. Aziz Nesin
Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok? Aziz Nesin
Uslanma hiç hep deli kal büyüme sakin çocuk kal. Aziz Nesin
Yaptığımız en iyi şey ayran. Ama onun da yarısı su. Aziz Nesin
Yayımı kastım, okumu bastım, daha geri dönmem. Aziz Nesin
Kişi aldığına göre satar, atasından gördüğünü işler. Aziz Nesin
Kirli çevre insanı kirletir, kirli insanlar çevreyi kirletir. Aziz Nesin
İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış. Aziz Nesin
Kardeş, bu cemiyet temelinden doruğuna çürümüş. Aziz Nesin
Kendine hayrı olmayanın memlekete hiç hayrı olmaz. Aziz Nesin
Zübük: Kendi çıkarları için her yolu mübah sayan kişi. Aziz Nesin
Olmaz, din işine politika işini karıştırmayalım, biz laikiz. Aziz Nesin
İt izi kurt izine karışmış, alan belli değil, satan belli değil. Aziz Nesin
Dünya kurulalı, analar böyle bir rezil daha doğurmamış. Aziz Nesin
Vergini verme, rüşvetini ver; bu zaman böyle bir zaman. Aziz Nesin
İnsanoğlunun yiğitliğini yol arkadaşlığında sınayacaksın. Aziz Nesin
Sen bilirsin deyince kavga olmazmış, benden söylemesi. Aziz Nesin
Balık baştan kokar. Koku başı sardı da kuyruğa bile geçti. Aziz Nesin
Böyle bir namlı namusuzun iyiliğinin altında kalacak değiliz. Aziz Nesin
Korkudan korkmadan düşünmek, insanları, iyi insan yapar. Aziz Nesin
Bir ülkede ne kadar çok tabu varsa o kadar özgürlük yoktur. Aziz Nesin
Göz ve ışık, ancak görmesini isteyen ve bilenlerin işine yarar. Aziz Nesin
Sakal koyvermekle insan, insan olmaz; keçinin de sakalı var. Aziz Nesin
Artık ne gelmek ne de gitmek Yaşamın en zor yanı beklemek. Aziz Nesin
Her yiğidin yüreğinde bir aslan yatar. Yiğit yüreği aslan kafesi. Aziz Nesin
Kimi iktidarlar, zorbalığı demokrasi diye yutturmaya kalkarlar. Aziz Nesin
Bu bizim insanımızda yürek yok, yürek. Ulan korkacak ne var? Aziz Nesin
Aldatan kişinin cinsiyeti ne olursa olsun, medeni hali şerefsizdir. Aziz Nesin
Bazen öyle özlenir ki insan.. Özlenen bilse, yokluğundan utanır. Aziz Nesin
Yoksulun tek silahı çalışmaktır. Tembellerin çalışma günü yarındır. Aziz Nesin
Halk'ı %60 aptal olan ülkelerde en geçerli meslek din tüccarlığıdır. Aziz Nesin
Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir. Aziz Nesin
Bizim gibi avanaklar olduktan sonra, Zübük'ün bize ettiği az bile . Aziz Nesin
İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz. Aziz Nesin
Yahu, ne oluyoruz? Bu bizim insanlarımız hep dellendi mi, nedir? Aziz Nesin
Öyle bir ölsem, Öyle bir ölsem ki çocuklar Size hiç ölüm kalmasa.. Aziz Nesin
Bu zaman namussuz zamanı. Kimse doğruluk üzere iş görmüyor. Aziz Nesin
Padişah yoksa Cumhuriyet var. Hem de demokrat bir Cumhuriyet. Aziz Nesin
Hiç kendimi tutamıyorum. Çok kızgın ve çok duygulu insan oldum. Aziz Nesin
Evet, korkunun çeşidi var. Kimi, korkudan korkar, kimi yiğitliğinden. Aziz Nesin
Ben bir yaşam maratoncusuyum. Bu yüzden yaşamın en yalnızıyım. Aziz Nesin
"Halk bilir" diye halkı uyutmuşlar; biz de buna aptalcasına katılmışız. Aziz Nesin
İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur. Aziz Nesin
Bu zübüklük bizde yaşıyor. Onları birer zübük olarak yaratan bizleriz. Aziz Nesin
Gülümsemek, Adaleti bozuk düzene, Sessiz bir küfürdür. Gülümseyin. Aziz Nesin
Arapça küfür duysa, açıp elini amin diyecek insan çok bu memlekette. Aziz Nesin
Biz önce kendimizi kandırıp onları da bizi kandırsınlar diye zorluyoruz. Aziz Nesin
Bu dünyayı bir daha göremem belki Ama bu dünya beni hep görecek. Aziz Nesin
Yatağına yatınca; yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan, anla ki yalnızsın. Aziz Nesin
Yüzde altmışımız aptal, Yüzde doksanımız da korkak. İŞTE, BİZ BUYUZ! Aziz Nesin
Atatürkçülük yoktur ama Atatürk'ün yaptığı şeyler vardır ve önemlidir. Aziz Nesin
Hele bir yel üfürsünde ağam harmanı ne yana savuracağımızı biz biliriz. Aziz Nesin
Bunların hepsi bilir ki, bu Zübükzâde, tarihlerin yazmadığı bir namussuz. Aziz Nesin
Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Aziz Nesin
Rüzgarın şiddeti ne olursa olsun; Martı sevdiği denizden asla vazgeçmez. Aziz Nesin
Biz, işte buyuz! Yüzde altmışımız aptalsak, yüzde doksanımız da korkağız. Aziz Nesin
Bu politika ne demek arkadaşlar? Propaganda demek. Yalan dolan demek. Aziz Nesin
Sevgim öylesine coşkun ki kızmaya dönmüş; olmaz ki, bu denli de olmaz ki. Aziz Nesin
Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğünde bizimde bir parçamız var. Aziz Nesin
Dünyadaki en karlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi yalan müşterisi cahildir! Aziz Nesin
Şimdilik anlıyabildiğim, Amerika, uygarlığını önce cıgarasıyla yaymaya başlamış. Aziz Nesin
Herif, hükümetin gölgesine girdi mi, bu küçük yerde bir hükümet de o olur çıkar. Aziz Nesin
İnsanoğlu naziktir, Ağır sözü kaldırmaz. Eşek dersin kızar da, Sırtına bin aldırmaz ! Aziz Nesin
Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, düşündüm: Biz neden böyleyiz? Aziz Nesin
Bizim burda kız, körpeliğini eskitti de yirmibeşi buldu mu, artık evde kaldı demektir. Aziz Nesin
Delilik, bir insanı tımarhaneye götürecek kadar değilse, en sağlam dokunulmazlıktır. Aziz Nesin
Doktorlar anlamadı ama ben hastayım. Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk, kırgınlık. Aziz Nesin
Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Aziz Nesin
Ne sen beni anlıyorsun, ne de ben. Ne ben anlatabiliyorum, ne de sen. Besbelli bitecek. Aziz Nesin
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, aramızda Zübükzâde'den yalancı dolancı var mı? Aziz Nesin
Nasıl bittiyse bundan öncekiler Bu da biter. Bite bite Sonunda ben de biterim Olur biter. Aziz Nesin
Türkiye hasta! Ahlaken hasta, düşünce olarak hasta, eylem olarak hasta! Gerçekten hasta! Aziz Nesin
Bilir misin kalabalıkta insan birbirinden utanıp din gayretine geliyor da kesenin ağzını açıyor. Aziz Nesin
Bırak olmasın mezar taşımız, bir okul bahçesine gömsünler bizi çocuklar koşsun üzerimizde. Aziz Nesin
Şimdi eşkıyalar şehre inmiş de kanun kitabına bakıp bakıp maddeye uygun insan soyuyorlar. Aziz Nesin
Söyle Nuri, söyle Kör Nuri, ben bu Zübükzâde'nin nüfus cüzdanını sahipsiz bıraksam, yeri mi? Aziz Nesin
Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa bu ırzı kırığın vasfına yetmez, hangi birini anlatsak ki. Aziz Nesin
Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk,kırgınlık. Ne başkaları için yaşayabiliyorum, ne kendim için. Aziz Nesin
'Korku dağlar bekler,' demişler. İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz. Aziz Nesin
Kimi yazarları okurken, yazı yazmaktan gittikçe daha çok korkuyorum. Bunlardan biri de Sartre. Aziz Nesin
İnsan koltuk Sevdasına tutulmaya görsün koltuktan kalkamaz kalksa kıçı kaşınmaya başlar hemen. Aziz Nesin
Ulan bu nedir imansizlar! Başka safali yer bulamadınız da mı, kabristanda içersiniz. Zift için alçaklar! Aziz Nesin
Ağacı görüp ormanı göz ardı etmek nasıl yanlışsa, ormana bakıp ağacı gözden kaçırmak da yanlıştır. Aziz Nesin
Al yalnızlığını gel! Korkma, sıkılmayız. Senin yalnızlığın benim yalnızlığımla konuşur, Biz ikimiz susarız! Aziz Nesin
Aynı kağıdın arka ve on yüzleri gibiyiz. Sonsuza dek beraber; ama hiçbir zaman birbirlerini görmeyen. Aziz Nesin
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz. Aziz Nesin
Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur! Aziz Nesin
Bir insan ki, ölü memuru diri ve tebdilhavalı gösterip hazineden maaş aldırtır, daha bunun nesi kalmış. Aziz Nesin
Yahu,herifin alçaklığını benden iyi bilen yokken, o sözleri dinleyince içim bir hoş oldu, gözlerim sulandı. Aziz Nesin
Bu insan bir kere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapamayacağı kötülük yoktur. Aziz Nesin
Halk hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey sezemiyor. Bilse, sezse, bunca yıllardan beri aldatılır, kandırılır mıydı? Aziz Nesin
Her açla açız. Her tutukluyla tutukluyuz. Mutluluk başkaları mutsuzken yalnızlıkla olmaz, toplulukla olur. Aziz Nesin
Politika ne demek? Biri bin göstermek demek.İcabında pireyi deve,icabında deveyi pire yapmak demek. Aziz Nesin
Ben bir ateistim ve eğer bir gün Tanrı'ya inandığımı söylediğimi duyarsanız ciddiye almayın. Bunamışımdır. Aziz Nesin
Biz halisinden Atatürkçüyüz ve Atatürk hazretlerinin izindeyiz. Öyle yatıra matıra, türbeye, kıtıra inanmayız. Aziz Nesin
Ne Mutlu Türküm Diyene yazmışsınız. Ben katıksız bir Türküm ama mutlu değilim Bir Kürt nasıl mutlu olsun. Aziz Nesin
Bu devir namussuz devri. Kimse doğruluk üzerine iş görmüyor. Doğru insanı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin
Öyle ya. Bu insan bikere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapmayacağı kötülük yoktur. Aziz Nesin
Her ne çektiysek , kendi beyinsizliğimizden. Bizde bu kafa varken , bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir. Aziz Nesin
Türkiye’de yaşayan ve Atatürk’ü sevdiğini söyleyen Müslümanlar, ya ahmâktır ya sahtekâr ya da yalancıdırlar. Aziz Nesin
Bu zaman namussuz zamanı. Kimse doğruluk üzere iş görmüyor. Doğru insanı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Aziz Nesin
Bizim başımıza her ne kötülük gelmişse , bilgisizlikten gelmiştir. Biz bilgisizlikten çok çektik , daha da çekmekteyiz. Aziz Nesin
Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizlerde birer Zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin
İnsan, insan gibi, insan olarak hür olmasını bilmezse, hür olamazsa, o zaman kurtlar, kuşlar gibi hür sanır kendini. Aziz Nesin
Diyorlar ki: "Eskiden böyle değildin artık içine kapandın." Dedim ki: "İçindekiyle yetinen bu kalp artık sizi ne yapsın." Aziz Nesin
Bir tohum verdin çiçeğini al. Bir çekirdek verdin ağacını al. Bir dal verdin ormanını al. Dünyamı verdim sana bende kal. Aziz Nesin
Kürsüye çıkıldı mı sen bana soversin, ben sana soverim. Siyasi patirtisi bitti mi vay kardeşim diye kucaklaşır, öpüşürüz. Aziz Nesin
Gün gelecek Demokratikleşme adı Altında andımız kaldırılacak Türküm demek ayıpken türbanlılar kamuda cirit atacak. Aziz Nesin
Bana sorarsanız , en acı şey nedir diye; şöyle derim : İnsanın Kendini bölüşeceği ve kendisiyle bölüştüğü biri olmaması. Aziz Nesin
Son derece ahlaksız, şerefsiz, haysiyetsiz ve kalleş biriydi.Maaşlı bir eleman iken aldığı rüşvetleri yastık altında biriktirdi. Aziz Nesin
Dağ eşkiyası eskidenmiş. Şimdi eşkiyalar şehire inmiş de kanun kitabına bakıp bakıp maddeye uygun insan soyuyorlar. Aziz Nesin
Seni, annen kadar sevecek ve baban kadar merak edecek hiç kimse yoktur; o yüzden kimse bana aşk'tan bahsetmesin. Aziz Nesin
Silahlanmaya ödenen para, dünyadaki açlik sorununun tamamen halledilmesi için gereken paranın yaklaşık 100 katıdır. Aziz Nesin
Belki sıkıca sarılabileceğimiz bir sevgilimiz olmadı, belki yalnızız. Ama bilinsin ki, insan gibi sevdiğimizdendir yalnızlığımız. Aziz Nesin
Alıştın, Nutukları dinleyip uyuyorsun. Sen böyle uyudukça, sanma ki sabah olur!Körler memleketinde, şaşı padişah olur! Aziz Nesin
Hayat bir sınavsa eğer hiç uğraşma, adını yaz ve çık. Belki s��nıfta kalırsın; ama adının altında bembeyaz bi sayfa bırakırsın. Aziz Nesin
Son günlerde ki gündemi gördükçe sıkça düşündüğüm. Yahu, ne oluyoruz? Bu bizim insanlarımız hep dellendi mi, nedir? Aziz Nesin
Yobazın biri çıkıp, "Tuvalete gitmek günahtır." desin. Bundan dolayı altına sıçacak o kadar çok insan var ki bu memlekette. Aziz Nesin
Biliyorum çürümüş bir toplumumuz var. Nice uğraşsak da bu çürümüş toplum içinde bizler sağlam kişiler olarak kalamayız. Aziz Nesin
Bir kızım olsun istiyorum, adı Yağmur olsun. Bir de oğlum olsun, adı Toprak olsun. İkisi de kavga etsin, ortalık çamur olsun. Aziz Nesin
Türk erkeğinin dünyanın en kıskanç erkeklerinden biri olmasının sebebi; sevgililerine değil, kendilerine güvenmediklerindendir. Aziz Nesin
Ne kadar kalmak istesekte bazen gitmek zorunda kalırız. Ve ne kadar gitmek zorunda olsakta kalmaktan yanadır "sol yanımız." Aziz Nesin
Bizde, yok yere ahbaplığı sıkıladın da canciğer göründün mü, arkasından bir alicengiz oyunuyla kazık atılacağını cümlemiz biliriz. Aziz Nesin
Üşümek varsa bu sıcağın yokluğudur, karanlık varsa ışığın yokluğu. Eğer her yer karanlık ve sen üşüyorsan işte bu o'nun yokluğu. Aziz Nesin
Yağma, talan, soygun ve vurgun etiketi oldu. Yalanlarıyla insanları kandırdı, kamplara ayırdı. Namuslu insanları birer birer harcadı. Aziz Nesin
Şimdi biz yediğimiz kazıklar çıkar mı diyerek bile bile bir yalana daha göz yumuyoruz. Kazıklandıkça, insanın yalana inanası geliyor. Aziz Nesin
Geçmişte Atatürk'ü eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine, tersine daha da büyüyor. Aziz Nesin
Hayatım süresince boyum kadar kitap yazdım ama beni sevmeyenler buna da mazeret bulup -onun zaten boyu kısaydı diyebilirler. Aziz Nesin
Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübükte' te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. Aziz Nesin
Derin düşüncelerin sonunda şunu anladım:Bizim Zübükzade'nin yalanlarına inanmazken inanmış görünmemiz, kumara benzer bir iş. Aziz Nesin
Bu herifte bu zihin, bizlerde de bu avanaklık varken, herif istese bizim bura insanını yediden yetmişe önüne katar da davar diye güder. Aziz Nesin
Türk halkının büyük çoğunluğu, demokrasiyi de, sendika haklarını da, her şeyi de yukardan ''Armut piş ağzıma düş'' biçiminde bekliyor. Aziz Nesin
Biz böyleyiz, bizden ne köy olur, ne kasaba. Böyle gelmiş, böylece gideriz. Lanetlendik mi, beddua mı aldık nedir? Çilemizdir, çekeceğiz. Aziz Nesin
Şu bizim insanlarımızda akıl mı var? Ben mebus olsam, kimin için olacağım? Kendim için mi, bura insanı için mi? Hiç bunu düşünen yok. Aziz Nesin
Biliyorum kızıyorsundur bana. Ben de kızıyorum kendime. İçip içip körkütük sarhoş olunca gece yarısından sonra evime gelip ağlıyorum. Aziz Nesin
Acı gerçeği anlayarak bilincine vararak haykırmalıyız: "Böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek!" Tüm davranışlarımızı ona göre belirlemeliyiz. Aziz Nesin
Dinsiz ve imansızlığım doğuştan getirdiğim bir yanım değil, acı çekerek, dışlanarak emek verip okuyup bilgilenerek kazandığım bir vasıftır. Aziz Nesin
Hayır, bize kimseler etmedi, biz bize ettik. Elin yaban kopuğunu,beyim sen şöylesin, beyim sen böylesin, diyerek zorla başımıza bey ettik. Aziz Nesin
Herkes partiden çekilse de, o bibaşına bu kasabada parti kalesini kanının son damlasına kadar koruyacakmış. Allah da partiyle berabermiş! Aziz Nesin
Bir gün bu ülkenin başucuna bir not yanağına da bir öpücük kondurup gideceğim. çok tatlı uyuyordun uyandırmaya kıyamadım diyeceğim... Aziz Nesin
Bahse girerim yarın bir yobaz çıkıp, "Tuvalete gitmek günahtır." desin. Bundan dolayı altına sıçacak o kadar çok insan var ki bu memlekette... Aziz Nesin
Türk insanının çoğunluğu düşünmüyor. Lütfen düşünsünler. Başka bir şey istemiyorum artık düşünün. Benim için değil, kendiniz için düşünün. Aziz Nesin
Ulan, herif bir başına devlet olmuş. İstediğini Orman Muhafaza Memuru yapar, dilediğini vali tâyin ettirir... Bu ne be... Biz hep öldük mü yoksa. Aziz Nesin
Bana göre Atatürkçülük şudur: Atatürk'ün yaşadığı dönemde, içinde bulunan koşullara en akılcı yoldan çözümler getiren uygulamalar toplamıdır. Aziz Nesin
Her gittiğim yerde bu zübükleri göreceğimi biliyorum . Çünkü bu zübüklük bizde yaşıyor. Onları birer zübük olarak yaratan , ortaya çıkaran bizleriz. Aziz Nesin
Bu insanlar kendi felaketlerinden, mutsuzluklarından bile bir eğlence çıkarıyorlar. Kendileriyle bir güzel alay ediyorlar. Bu bir saklı intikam mı, nedir? Aziz Nesin
Halkımız da bu, aydınımız da, öğretmenimiz de, işçimiz de, köylümüz de... Biz, işte buyuz! Yüzde altmışımız aptalsak, yüzde doksanımız da korkağız. Aziz Nesin
Ne zaman kar yağsa, yoksulları, evsiz barksızları, açları, bu karda kıyamette üşüyenleri düşünürüm. Şu karın keyfini bir türlü çıkaramadım, çıkaramam. Aziz Nesin
Görmek, tekbaşına bir işe yaramıyor. Kişinin o gördüğünü alacak, benimseyecek bir düzeye yükselmesi gerekiyor. O yere yükselmedikçe, ne görse boş. Aziz Nesin
Toplum ne denli yozlaşır, aptallaşır, akılcılıktan uzaklaşırsa; o denli fizik ötesi gizli güçlere, cine, periye, büyüye, fala bağlanır. Bugün Türkiye, bu durumdadır. Aziz Nesin
Başlar, kaptıkaçtının geliş yoluna, batıya dönüktü. Ama yolu değil, havayı gözlüyorlardı. Kaptıkaçtının tozu dumanı, kendisinden çok önce havada göründü. Aziz Nesin
Parayı verince ne olmaz? Onu bana bırak. Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin ol. Yahu, hakkını almak için rüşvet vereceksin. Namussuzluk diz boyu. Aziz Nesin
Azrail, bu herifin canını almaya gelse, kendi canını kurtarmak için papucunun tekini bırakırdı zor kaçar. Bey, böyle bir namussuzun eşi benzeri nerde görülmüş. Aziz Nesin
Zübük bir tane değil,biz hepimiz birer zübüğüz.Bizim hepinizin içinde zübüklük olmasa,bizler de birer zübük olmasak,aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin
Korkmuyorum diyenler, ya başkalarına yalan söylüyorlar, ya kendilerine yalan söyleyip kendilerini kandırıyorlar yada bilmeyerek insan olmadıklarını söylüyorlar. Aziz Nesin
İçimden hep bağırmak geliyor. Geçenlerde Hıdırlık doruğuna çıktım. Orda kimseler yok. Dağlara bağırdım, bağırdım, ağladım... Sinirlerim bozuldu, ne oldu bana? Aziz Nesin
Bugün savaş var ve insanlar ölüyor ve bunlara büyük devletler barış istemiş gibi görünerek gerçekte barış istemediklerini ortaya koyuyorlar. Çünki silah satıyorlar. Aziz Nesin
"Yobaz Ülkelerde Buluş Olmaz" Müslümanlar buluş falan yapamaz, onlar sadece "Bu zaten Kuran'da yazıyormuş" derler. Madem Kuran'da yazıyorsa sen bulsana.. Aziz Nesin
Atatürkçü insanlara komplolar kurdu. öylesine yüzsüz, öylesine utanmaz, öylesine alçaktı ki, yolsuzluklarını ortaya çıkaranları hain, kendisini ise vatansever ilan etti. Aziz Nesin
Yaşamak elbette güzel, hatta en güzel şeydir ama insanın onuruyla! Bağnazlığın, yobazlığın karşısında korkudan titreyip çamurlara bulanarak, çirkeflere sürünerek değil. Aziz Nesin
Her şeyin başı kanunIara, emirIere, nizamIara, taIimatIara uymayanIara tepki göstermekIe başIar. Yoksa vatandaşIarım, biz bu muasır medeniyet seviyesini nah geçeriz. Aziz Nesin
Cuma namazına gitmeleri niye, ibadet için mi? Vallaha değil. Cumadan cumaya camide buluşup avluda dedikodu yapmak için. Birbirlerini çekiştirecekler, namaz da bahanesi. Aziz Nesin
Koşar adımla felaket uçurumuna gidiyoruz dedikce, Felaket tellalığı yapıyor.! dediniz. Bütün Türkiye'nin büyük çoğunluğu size sesleniyorum. HİÇ İŞİ APTALLIĞA VURMAYIN !!! Aziz Nesin
Foyası ortaya çıkmaya yüz tutunca, siyasetin dokunulmazlık zırhına bürünmek istedi.Önce belediye başkanı oldu.Yağcılık yapa yapa, rüşveti her yere bulaştıra bulaştıra yükseldi. Aziz Nesin
Şimdi çok iyi anladım ki; bizde zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Aziz Nesin
Sayın olmayan bayanlar baylar sizlere de merhaba!Bindiği dalı kesenler, öksürüğe göre esenler, çabuk kırılıp küsenler, merhaba! Nerdesin bir şu dağın ardında kalan umudum, merhaba ! Aziz Nesin
Yahu, o ne kepazelik, tuuu... Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükümet... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hükümet. Aziz Nesin
Bu yalanlar hiç mi işine yaramaz ? Yarar. Hem de nasıl. Herif hükümetin gölgesine girdi mi , bu küçük yerde bir hükümet de o olur çıkar. Vekil gölgesine sığınınca, yanında vekil kaç para eder. Aziz Nesin
Bu Zübükzade memleketimizin bir yüzkarası ama , neylersin bey , bikez mevcut bulunmuş; atsan atılmaz, satsan satılmaz. İsteristemez çekeceğiz bu namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok. Aziz Nesin
Kapitalizmin de doğası gereği ürettiği, üretmek zorunda olduğu korkudan korkunun ana kaynağı sermayedir. Kapitalizm, her zaman ve her yerde korku üretecektir. Çünkü, sermaye korkaktır. Aziz Nesin
Haritalara baktım, hiçbirinde evin yok. Ansiklopedilere baktım, hiçbirinde resmin yok. Sözlüklere baktım, hiçbirinde ismin yok. Aynada kendime baktım, seni gördüm. Benden başka yerin yok. Aziz Nesin
Dünyada olmadık, görülmedik, duyulmadık düzen bu Zübükzade alçağında. Eğri oturup doğru konuşalım, bizim insanların hepsinin aklını toplasan, bir Zübükazade alçağının aklının ucu olamaz.Aziz Nesin
Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez niye sevsin ki yaptığı hiç bir şey İslam’ın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor hemde Müslümansa ya ahmaktır ya sahtekar yada cahildir. Aziz Nesin
Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. Gerçekte zübük biziz, benim, sensin. Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğün de bizim de bir parçamız var. Aziz Nesin
Memlekette bir tek zübük ben miyim, aslında hepimizde var biraz zübüklük. Biz zübük olmaya zorlanmışız. Zübüklerden kurtulmanın birinci çaresi önce kendi zübüklüğümüzden kurtulmaya çalışmaktır. Aziz Nesin
Doktorlar anlamadı ama, ben hastayım. Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk, kırgınlık.Bu umutsuzluk, ne yapmam gerekli olduğunu bilmememden geliyor. Ne başkaları için yaşıyabiliyorum, ne kendim için. Aziz Nesin
Kemalizm, Atatürkçülük diye zaten bir ideoloji yok. Bu uydurma. Kemalizm bir eklektik bir düşüncedir ve pragmatisttir. Kemalizm, o gün ki koşullarda Türkiye'nin yararına ne varsa onları yapmaktan ibarettir…! Aziz Nesin
Kadınların çuvala girmesini istiyorlar. Niçin? Erkeğe karşı korunma değil mi? Erkek boğa mı ki saldıracak? Ama erkeğin boğaya özenmesini marifet sayıyorlar. Gençliğinde boğaya özenen erkek, yaşlanınca öküz olur. Aziz Nesin
Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü insanı... Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiç kimseyi de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak kendilerini kandırtmışlar. Sanki, Zübükzâde'yi zorlaya zorlaya kötü yapmışlar. Aziz Nesin
Uygarlığın bir niteliği de uygar insanın uzak görüşlü olması, geleceği önceden yaşamasıdır. Burnunun ucunu bile göremeyen, günü gününe yaşayan, yarınlara ve uzak yarınları yaşarmış gibi tasarlayıp düşünemeyen insan uygar olamaz. Aziz Nesin
Sizler beni öldürmek isteyen bağnazlar ve yobazlardan çok daha kötüsünüz. Çünkü onlar; sizlerin korkaklığı, yüreksizliği, ödlekliği, pısırıklığı, sünepeliği, ikiyüzlülüğü sayesinde var olmaktadırlar. Daha ne zamana dek susarak ödün vereceksiniz? Aziz Nesin
Kardeş, bu cemiyet temelinden doruğuna çürümüş. Bugün bakan bakanken rüşvetsiz bir iş yaptıramıyor. Halimiz bitiktir, ahlâk sıfır... Hiç kimsenin milletvekilini dinlediği, taktığı yok. Ne var ki, biz millet vekili olduğumuzdan, alınacak rüşvette biraz indirim yapıyorlar. Aziz Nesin
Gerçekten bu halk��n bilip öğrenmesini istememişiz. İsteseydik, önce halkımızı bütün acı gerçekleriyle tanır, ondan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünürdük. Kendi halkımızı olduğundan üstün saymak neden? Tanrı, okuryazar bile olmayan insanlara iltimas mı yapmış? Aziz Nesin
Yarın öbür gün bu dinciler iktidara gelip, İmam hatip'ten yetiştirdiği talebeleri yargıc, avukat, hekim, mühendis, belediye reisi gibi devletin her koluna atayıp, en son da bu talebeleri harbiye'ye sokarak orduyu ele geçirip devleti her koldan kuşatacaklar. Ama şu an kimse bunun farkında değil! Aziz Nesin
Yurdumda sürüp giden bozuk düzenin kökten değişmesi gerektiğine inanıyorum. Bu bozuk düzende çıkarı olanlar bir de kandırılmışlar "Böyle gelmiş böyle gider" demektedirler. Hayır, böyle gitmeyecek, böyle gidemez, böyle götürmeyeceğiz. Çocuklarımız benim yaşadığım çocukluğu yaşamasınlar. Aziz Nesin
Korku, en beşeri duygudur. Benim iktidarlara başkaldırışımı görenlerden kimi beni korkusuz insan sandılar. Oysa ben korkarım. Ne var ki, bende, başkalarına yararlı olacaksa, doğru bildiğimi, inandığımı söylemek, açıklamak duygusu, korku duygusuna her zaman üstün gelmiştir. Korkarım, yine söylerim. Aziz Nesin
Çelişkiyi görmek lazım. Neden çocuklarımızı Amerika'ya, Avrupa'ya gönderiyoruz madem böyledir de? Oradan öğrenebilecekler diye gönderiyoruz. Başka yok, bizde hiçbir şey yok çünkü. Bizde, yalnız Türkiye'de değil, bizim gibi ülkelerde hiçbir şey yok, hiç. Canımızı kurtarmak için ilaçlar, hastalığımızdaki ilaçlar, hepsi onların; ameliyat, hepsi onların. Aziz Nesin
Gerici güçlerin en belirgin özelliği şudur: İlerici olan, yeni olan her şeyi, önce ona karşı gelerek yıkmaya çalışırlar; beceremezlerse kendi içlerine alır boğar, yok ederler. Türkiye'deki gericilik, emperyalizmin ancak bir dış belirtisidir. Gericiliği söküp atmak istiyorsak, önce kökü dışarıda gericiliğin besleyicileri olan emperyalizmin kökünü yurdumuzdan kazımalıyız! Aziz Nesin
Ezanı Arapça yapanlardan başlayın, Halkevlerini kapatanlardan, Köy enstitülerini kapatanlardan, ta bugüne kadar İmam Hatip Liseleri'ni açanlardan, din ve ahlak dersi adı altında yalan söyleyerek, sahtecilik yaparak, din derslerini okullara mecburi yapanlara kadar, bütün bu kanunları çıkaranlar, Kur'an kurslarını yapanlar, onların hepsi suçludur. Ve ses çıkarmayan aydınlar suçludur ve halk suçludur. Aziz Nesin
Bağnaz ülkede, insanların çoğunun bağnaz ve yobaz olduğu ülkede hiçbir buluş bulunmaz. Onların yapabilecekleri şudur: Hangi buluş bulunsa, “Aaa, bu Kuran'da vardı, Kuran'da yazılıyordu.” Hep bunu söylemişlerdir. Peki bu Müslümanlar bu kadar aptal mı, Kuran'da yazıldığı halde, bu kadar yüzyıldan beri Kuran'ı okudukları halde hiçbir şey bulup çıkaramıyorlar. Hep bunu Hristiyanlar, gavurlar ya da dinsizler çıkarıyor? Bu kadar beyin işlemeyen insanlar ne yapabilirler yani? Aziz Nesin
1 note
·
View note
Text
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Ankara, Güz/1983 Şükrü Erbaş
6 notes
·
View notes
Text
İSLAM VE KADIN
İslamda kadının yeri nedir? İslam kadını nereden nereye taşımış? Müslümanlar kadına nassın penceresinden bakabiliyor mu?
Evet bu ara zihnimi kurcalayan ve yoran, ruhumu sıkan ve ağlatan, bedenimi fazlaca yıpratan sorular.
İslam kadını öyle bir yüceltmiş ki. Bir eşya kadar değer verilmeyen bir dönemde, başının üstüne ayeti ayağının altına cenneti koymuştur kadının. Toplumun temel yapı taşı olan kadın islam için kutsaldır. Çünkü kadına fıtraten verilen vasıflar ve görevler kutsaldır. Çok önemli vasıf ve görevleri, sıradan, kabiliyetsiz, ehil olmayan ve avam birine vermek ne kadar muhal bir iştir herkesçe bilinir.
İslamın bu denli özel olarak gördüğü ve nasslarla yüceltip, koruma altına aldığı kadın, müslümanca bakış içerisinde hak ettiği değeri görüyor mu? Biz kadına, Kur’an-ı Kerim penceresinden bakıp sünnet-i seniyye ile ayna tutabiliyor muyuz? Kadını namus ve ahlakın sözcük anlamı haline getirmek ve onu sadece bu açıdan değerlendirmek ne kadar doğru? İslam gerçekten bunu mu yapmış?
Birçok şeyde olduğu gibi bu konuda da büyük bir yanılma içerisindeyiz maalesef. Bu yanlışta hem fikiriz üstelik. İslamın kadını kutsallaştırdığı konusuna imanı ve bilgisi olan herkes şahittir. Peki kutsal bir varlığa dışarıdan bir zarar geldi diye kutsallıktan feragat ettirilir mi? Yani şunu demek istiyorum, kadın hem kutsal hem çok değerli, peki hangi akıl sahibi, değerli ve kutsal bir şey çamura düştü, yağmur değdi, güneş vurdu, rüzgar salladı diye artık değersiz ve kutsal olmadığını iddia edebilir? Sizin için çok kıymetli ve kutsal olan -herhangi- bir şeyi düşünün. Saçmalık! Delilik! Ahmaklık bu!!
Ve biliyor musunuz bu ‘akıl sahipleri’ bizleriz..
Çocuk yaşta cinsel istimara uğradığı için “-aman sus -sakın kimse duymasın -ayıplarlar bizi -kimsenin yüzüne bakamayız -baban katil olur -herkes sana kötü gözle bakar -ailemize leke sürülür“ cümleleriyle suçlayarak ve travmasını içselleştirerek yaşamasına sebep olduğumuz kız çocuklarından hangimiz sorumluyuz?
Şimdi bir mümin çıkıp söylesin bana, islam senin itibarını koruman için bir çocuğun ruhunun yaralarına sessiz kalmanı hangi ayet ile ilan ediyor?! Değil desteklemek, islamın karşı çıktığı temel bir cahiliye adetidir bu. Sen Allah’ın hükümlerine göre mi yaşıyorsun, insanların düşüncelerine göre mi?
Düşünelim.. Düşünelim... Düşünelim.
0 notes
Photo
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Ankara, Güz/1983 ŞÜKRÜ ERBAŞ
19 notes
·
View notes