#dışavurumculuk
Explore tagged Tumblr posts
payidarh · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Sanat eserini sanat eseri yapan en önemli etkenlerden bir tanesi onun imgesel oluşudur. Boyalar, malzeme kendi olmayı bırakarak başka bir nesneyi imgeler, ona işaret eder. Sonuçta bu eserlere baktığımızda kanvas üstüne uygulanmış boya diye söz etmeyiz değil mi, gitar çalan adamı görürüz. Malzeme, gitar çalan adamı ya da bir anahtarı imgeler. Esere baktığımızda gördüğümüz anahtardır, bir şeye işaret eder ve bizi o şeyi düşünmeye davet eder.
Tumblr media Tumblr media
Dur bir dakika, sanat eseri dediğin kullanılan malzemenin kendinden başka bir şeyi işaret ediyor, onu imgeliyor olması gerekmez miydi? Bu Soyut Dışavurumcu eserlerde malzeme, kendi olmayı bırakmamış, kendi kendine işaret etmişdir. Gösterilen diğer örneklere hiç benzemiyorlar. Gördüğümüz şey, boya(lar)dır. Diğer tablolarda da eser boyalardan ibaret olmasına rağmen bir nesneyi betimlerdi.
Hiçbir şey betimlemeyen, baktığımızda hiçbir anlam ifade etmeyen sessiz tablolardır bunlar. Suskunlar.
1940'larda doğan Soyut Dışavurumculuk bir nesnenin temsiline yer verilmeden sanatçının kendini, duygularını ifade ettiği bir sanat akımıdır.
1 note · View note
life-kaan · 6 days ago
Text
Nosferatu (2024)
Gerçeklik algısının çarpıtılmasıyla, olağan dışı hatta absürt dekorlarla kendine özgü bir tarz oluşturan, I. Dünya Savaşı döneminde bitkin düşen Nazi Almanyası’nda ortaya çıkmış bir sinema akımı Alman Ekspresyonizmi. Akımın en önemli örneklerinden biri de F.W. Murnau imzalı 1922 yapımı Nosferatu.
Filmin yönetmeni, filmde Nosferatu’ya hayat veren Max Schreck, hatta arka planda çalışan isimlerden birçoğu o dönemde I. Dünya Savaşı’nda doğu cephesinde savaşmış kişiler. Dolayısıyla ilk Nosferatu’nun Dışavurumculuk akımının en net örneklerinden biri olması elbette bir tesadüf değil.
Filmografisinde The Witch, The Lighthouse, The Northman gibi yapımlara imza atan son zamanların en iddialı yönetmenlerinden olan Robert Eggers’ın Nosferatu’su ise damakta orijinalinden çok daha farklı bir tat bırakıyor.
Eggers’ın filminde canavarımız sayılı sahnede yer alıyor. Ara ara gürleyen sesi ve onu takip eden hırıldamalarıyla seyirciyi film boyunca tedirgin etmeyi başarıyor bu Nosferatu. Fakat canavarı bir kenara bırakırsak, filmde ilk dakikalardan başlayıp son ana kadar yanımızdan ayrılmayan hayali kara bulutlarımız var. Huzursuzluk duygusunu sürekli dürtükleyen bu histen, ne yalan söyleyeyim ben pek hoşlanamadım.
Eggers'ın ürününün, alışılagelmiş vampir yapımlarının biraz dışında bir tarza sahip olduğunu söylemek gerek. Vampirizm, genelde izlence dünyasında daha ön planda olan bir başlık olduğu için diğer vampir filmleri çoğunlukla orijinal filmleri kaynak edinerek türetilmeye devam ediliyor. Bildiğim kadarıyla Eggers, senaryoyu kaleme almadan öncesinde kendini filmlere değil, tarih kitaplarına kaptırmış. Bu düzen de şimdiye kadar alıştığımız yapının dışında çok daha boğuk, iç karartıcı, belki biraz daha sıkıcı, fakat çok daha gerçekçi bir tasarım ortaya çıkartmış.
Nosferatu, ana karakterimiz Ellen’ın perdeler arkasındaki gölge ile konuştuğu ürkütücü sahne ile açılış yapıyor. Ellen’ın, düşlerinde gördüğü, gerçekle hayali ayırt etmekte güçlük çektiği, hatta bazen konuşurken histeri krizlerine girdiği bu varlıkla aralarında açıklanması güç olan bir bağ var. Basite indirgeyerek ve nedenini nasılını çok fazla irdelemeden konuşacak olursak, aslında film temelinde bir aşk üçgenini konu alıyor.
Tahmin edersiniz ki bu fazlasıyla çarpık bir aşk hikâyesi.
Üçgenin bir diğer köşesinde, benim film boyunca en çok üzüldüğüm karakter olan, Ellen’ın eşi Thomas yer alıyor. Çok uzaklarda yalnız başına yaşayan Kont Orlok’un şatosuna, yaşam şartlarını iyileştirmek, belki bir konut sahibi olarak oradan geri dönebilmek umuduyla gidiyor Thomas, fakat ne yazık ki başına geleceklerden habersiz.
Eşinin isteksizliğine, yolda gördüğü yerlilerin yaptığı uyarılara ve karşısına çıkan tüm engellere rağmen bu bilinmez diyara doğru çıktığı yolculuğa, kendini mutsuzluğa sürükleyen macerasına devam ediyor.
Bill Skarsgard, dehşet verici Kont Orlok performansıyla büyülüyor. Sektörün en yetenekli isimlerinden biri olan genç oyuncu, şimdiye kadar birçok ucube karaktere hayat verdi, biliyorsunuz. Burada da hem az olan ekran süresi hem de ağzından cımbızla alınan laflarıyla yer aldığı her karede seyirciye adeta birer soğuk duş aldırıyor. Korku rolleri için biçilmiş kaftan olduğu kesin, ancak kendisini daha farklı rollerde de görmek isterdik doğrusu.
Oyunculuk kariyerindeki performanslarıyla şimdiye kadar genel olarak eleştirilen Lily-Rose Depp ise yer yer göze batan tepkileri dışında bu sefer iyi bir iş çıkartmış diyebilirim. Nicholas Hoult, Aaron Taylor-Johnson, Emma Corrin, Willem Dafoe gibi oyunculardan oluşan kadronun diğer kısmı ise gerçekten göz dolduruyor; her biri filmin boğukluğunu arka planda bıraktıran performanslara imza atıyor.
Nosferatu’nun çevre tasarımı ve kostüm dizaynlarını da çok beğendim. Gerçekten gotik bir roman okuyormuşum gibi hissettiren teması ve hikâye ilerleyişi, bu güzel tasarımlarla ve paletinde birbirine benzer tonla renk yer almasına rağmen başarılı bir sinematografiyle destekleniyor.
Totale baktığımız zaman farklı, başarılı ve fazlasıyla özgün bir Nosferatu uyarlaması Robert Eggers’ınki. Mutlu bir hikâye olmadığını elbette biliyoruz fakat sadece filmin, en başından beri üzerinde taşıdığı uğursuz bulut kümelerinin bir türlü bizi rahat bırakmayışı bir noktadan sonra can sıkıyor. Tarifini sağlıklı bir biçimde yapamadığım, genellikle ikinci yarıdan sonra daha da artan bu rahatsız ediciliğin bilinçli bir şekilde verildiğini de düşünmüyorum. Filmin ilk yarısı son derece başarılı olsa da bence akıcılığa engel olan bu nedenden ötürü ben bu film ile pek bağ kuramamış gibi hissediyorum.
İyi ya da kötü olduğunu söylemek, Nosferatu için fazlasıyla keskin bir çizgi çizmek olacak. Ve henüz bunun kararını verebildiğimi de düşünmüyorum. Belki izledikten sonra siz bana yardımcı olabilirsiniz...
0 notes
akilfikirgezegeni · 8 months ago
Text
Söylenilen şeye tepki vermekle karşılık verme arasındaki o ince çizgi... Her şeye tepki gösterilebilir lâkin karşılık öyle mi? Tepki dürtülerin dolayısıyla duyguların ürettiği anlık dışavurumculuk, karşılık ise aklın ve bu sebeple mantığın filtre ettiği varoluşsal kapsayıcılık olarak ifade edilebilir. Başka bir deyişle; sofistike bir kazanma arzusu ile diyalektik mantığın arasındaki farklar diye de okuyabilir bu postu okuyan kişi ya da/kişiler 😉 içaforiz
1 note · View note
hetesiya · 1 year ago
Text
Nihilist Komünizm - Monsieur Dupont
Radikal Sol'daki iyimserliğin; -iyinin kötü üzerinde nihai zaferi olacağına işaret eden dinsel dogmanın- bir eleştirisi.
Önsöz
Sınıf nefretinin tanımı Giriş Nihilist Komünizm: bazı basit ayrıntılar
Bu, susamış karganın masalı Monsieur Dupont'u tanıştırmak Sıradanlıkta, bitirdiğimiz gibi başlarız Basit açıklama Bilince dair Bir niteleme “İşçi sınıfı bilinci”? Ek düşünceler ve açıklamalar Özet ve karşı-yorumlama Proleterya diktatörlüğü Gruplar Lenin yeniden satılık mı oldu? Kimlik politikaları Militanlar ve farklılık Politik öncelikler ve bilinç Ekonomik determinizm ve otonomizme dair Devrimci özne Perspektifimizin bir özeti Hiç çıkış yok Ekler
Devrimcilerin iyimserliği Dil ve bilinç Güncel müdahaleler
1 Mayıslar, Filistin ve temel gereçler
Monsieur Dupont'la Festival günleri
Tehlikeli konu
tehlikeli konu
“Gerçek Harekete” cevap (Kızıl ve Kara Notlar, Toronto, 2002) Duvarı aşmak için, önce duvara yaklaşmak zorundayız Gelecek Proleterya Ayaklanmasına Dair Bazı Notlar
Britanya'daki Güncel Petrol Blokajlarında görülen “Protesto”nun Dinamikleri
Biz sadece mitolojiyi önleyebiliriz Benim gibi, ılımlı…, olmak istiyormusun, yoksa istemiyor musun? Bölüm Bir
Bölüm İki
Bölüm Üç
Sevgili Özgürlük? Biraz daha Anti-emperyalizme dair Artık hepimiz Clare Short'uz Politik “aktivizm” üzerine birkaç şey Bir
İki
Üç
Dört
Beş
Altı
Yedi
Sözlük Acımasızlık ya da Dağıtıcı Çemberin içine alması Yanıltma İtme Geçiştirme Kaçılamayan durum Şimdiye kadar kaçılamayan durumu değerlendirdik, şimdi etkili bireysellik bedeline yöneliyoruz, buna dışavurumculuk diyoruz. Kaçınız buradasınız? Dışavurumcu düşünmeyi bırakın, deneyüstü düşünmeye başlayın
Önsöz
Sınıf nefretinin tanımı
Ölüm, kendi oluşumuz boyutunda, atalarımızın yasalarının haşin zaferi olarak görünüyor. İşte bu yüzden, üretkenliğin artmasında olduğu gibi, başarılı olan her nesil daha küçülüyor. Atalarımızın yenilgisi, dünyamızın sınırları olarak bizim üstümüzde tekrar ziyaret edilmekte. Evet, yapı insana ilişkin, katılaşmış sömürünün anıtsallaştırılmasıyla, sömürü eski sömürücülükten zorla alındı ve doğa olarak sunuldu; içinde yaşadığımız dünya ve hissedilebilir toprak olarak. Meşgül, böceği andıran geliş ve gidişlerimizde, yaşadığımız dünyayı birdenbire yapmıyoruz, bir katkı sunmuyoruz, aksine onunla devinime başlıyoruz; sömürülen sınıf olarak yaptıklarımızdan önce bir nesil geçecek, bir nesnelliğin/tarafsızlığın etkisiyle kaçacak. (Zenginliğimiz, cennette, ilerisi için saklanıyor) Dünyanın yapısı ölümle kuruldu, onlara ücretleri ödenmişti, ücretler harcandığında ve toprakta ölü olduklarında, yaptıkları varolmaya devam etti; bu şehirler, yollar ve fabrikalar onların kireçlenmiş kemikleriler.
Hiçbir şeyleri yoktu ama ne yapmış olduklarını ve ölümlerinden sonra ne yaptıklarını ve kimin için dengeyi sağlamış oldukları gösteren ücretleri vardı. Ama yaptıkları şey, bizim şimdiki zamanımızda devam etti, onların cenaze töreni ve çürümesi, bizim hediyemiz.
Sınıf nefretinin tanımı bu. Şimdi dinlenmeye yakın değiliz, özgürlüğe, komünizme daha önce olduklarından daha yakın değiliz, onların fedakarlığı bize hiçbir şey almadı, yaptıkları hiçbirşey için sayıldı, elimizdeki miras hiçbirşey, çalışıyoruz; onların çalıştığı gibi, yapıyoruz; onların yaptığı gibi, ücretliyiz, onların ücretli olduğu gibi. Ne eylemlerimize veya ne de bizi düzenleyen dünyaya hakim değiliz, aynı onların kendi yaşamlarında hiçbirşeye sahip olmadığı gibi.
Evet, onlar değer yarattılar, şimdi yaşadığımız dünyayı onlar yaptılar. Şimdi üzerimizde ağırlığı olan dünya, onların yaptığı zenginlikten yaratıldı, ücretlerini alır almaz onlardan alınmış bir zenginlik, alındı ve başka birisine ait oldu, sahiplenildi ve sahipliğin doğasını tanımlamak için ve onu muhafaza eden sınıf hakimiyetini korumak için kullanıldı.
Biz de çalışmak zorundayız, ve ürettiğimiz değer, bizden uzaklara akıp gidiyor, her biri sadece küçücük bir damla, ama tüm bir deniz bu damlalardan. Ve bu, gelecek nesil için, diğerlerine sahip olunacak zenginlik olarak bir araya gelecek, ve katılaşmış bir yapı olarak, yeni ve farklı istikametteki, ama her zaman aynı çalışmayı talep eden, yeni kuruluşları yönetme amacıyla burjuvazi için stratejik bir nokta olarak kullanılacak.
Sınıf savaşı, atalarımıza saygısızlıkta başlar: kendi mezarlarına başarısız olarak giden milyonlarca insan, dolu dolu bir insan varoluşunun deneyimini ebediyen reddettiler, onların varoluşu sadece dengeyi sağlamıştı. Çalışma dünyasına Burjuvazi'nin el koymasının şiddeti, varoluşumuza hükmeden yapıya dönüşüyor. Ailelerimizin öldüğü gibi, açıkça şunu söyleyebiliriz; “yaşamları bir hiç içindi, onlara doğru fırlatılan kara toprak, şimdi bizim gökyüzümüzü karartmakta”.
Monsieur Dupont'u tanıştırmak
Biz, birkaç yıldır Britanya'daki anarşist ve komünist çevreyle ilişkide olan iki komünistiz.
Monsieur Dupont, ikimizin birlikte olan teorik etkinlikleri için kullanmaya karar verdiğimiz isim.
Bu kitap, bilinçlilik konseptiyle ve bilhassa bu konseptin kendilerini devrimciler olarak kabul edenler tarafından kullanımına yönelik hoşnutluğumuzu ana hatlarıyla belirtme girişiminin olan metinlerin bileşimi. Aynı zamanda “profesyonel devrimcilerin” ve kendilerine aktivistler diyenlerin rollerine yönelik bir eleştiriyle devam ediyor.
Şüphesiz devrim taraftarı aktivistler (bizim gibi, komünist devrim için çaba gösterenler) tarafından yaratılan işaretlere eleştirilerimiz ve onların dayanakların varsayımları da, bizim bu çevrede ilişkide tamamiyle izole edilmemize sebep oldu. Pratiğin ve politik aktivizmin altını oymakla, rezil, karalayıcı ve iki yüzlü olmakla alenen iftiraya uğradık, bu isimlendirme mahalle dedikodusu gibi yayılmış olmasına rağmen, ve bizim ahlaki sapmamıza yönelik bu yargının isimlendirilmesi aynı kavrayışsız tekrarla mümkün olabilen fikirlerimizin düşünülmemesi ve güncel fikirlerimizin her türlü değerlendirilmesinden önce, aykırı durumumuz ortaya çıkmıştı. Bizi; “kovmak”, susturmak ve başkalarını da bizim ahlaksız fikirlerimizi okumamaya çağırmak için tek tük çabaların olduğunu söylemek yeterli. Bu tamamen farklı komünist eğilimler (sıklıkla birbirleriyle anlaşıyorlar), en azından, bizim tümüne yönelik eleştirilerimize, kendi karşı oluşlarında birleşiyorlar!
Aşağıda görünenlerin bir çoğu (Birleşik Krallık) Anarşist Federasyonu'yla tartışmalarda geliştirildi ve daha sonra, komünistlerin Uluslararası bir internet tartışma listesine gönderildi; her iki grupta bize yönelik misafirperver bir tutum benimsedi; metinlerde bu gruplara yeri geldikçe referanslar olabilir.
Muhtemelen ki, kitabımızda küçük çelişkiler var, bunun nedeni fikirlerimiz durağan değiller, fakat belirli bir çerçeve etrafında yüzüyorlar; bize yönelik nefretlerini, bizi “teşhir etme” umuduyla metinlerimize bütün olarak saldıran insanlarla karşılaştık, bunun faydalı olmadığını düşünüyoruz, bununla birlikte, biz, yazışmada kendisiyle çelişiyor görünen herhangi birşeyi netleştirmeye çabalamaktan dolayı mutluyuz, ama aynı şekilde, umuyoruz ki yazışmalarımız onlara da biraz çaba sarfettirir ve buldukları sorunlar ne olursa olsun ötesinde de düşündürebilir.
Fikirleri bir süreç olarak görüyoruz ve kendi kitabımızın da “üzerinde çalışılan birşeyden” daha başka bir konumda olduğunu iddia etmiyoruz.
Son olarak, Birleşik Krallık, Cambridge'de bir posta adresimiz olmasına rağmen, oradaki akademik camiayla, ya da kendi kutsal malikanelerinin dışında mantar gibi büyüyen rezil bohemlerle yapacak hiçbir şeyimiz yok.
https://www.facebook.com/legacy/notes/117641444971215/ http://theanarchistlibrary.org//HTML/Monsieur_Dupont__Nihilist_Communism.html
0 notes
denizeyuruyen · 4 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Egon Schiele (1890-1918)
“Öznenin, içinde bulunduğu uzam ile olan dramatik ilişkisini resmetmeyi başaran Avusturyalı ekspresyonist (dışavurumcu) ressam.”
“Onun eserlerinde kişiler ve figürler, boşluğun hatta adeta hiçliğin ortasında bir varoluş savaşı veriyor gibidir; hatta bu durum onların gözlerine bakarak dahi anlaşılabilir. Resmettiği insanlar gibi, cisimler hatta manzaralar bile aynı ruhsal gerilimin yansımalarıdır. Resmettiği zayıf ve çelimsiz bedenler, kendilerini çevreleyen dünyanın içinde ne kadar da acı çeker görünseler de, çektikleri acıyla, duruşlarıyla ve bakışlarıyla yine de yaşama meydan okumakta ve varolmanın eşsiz deneyimini beden dilleriyle izleyiciye aktarmaktadırlar. Schiele‘nin en büyük başarısı işte bu noktada yatmaktadır. yani dramatik olan, aslında aynı zamanda şaşırtıcı bir şekilde varoluşa meydan okuyandır.”
Alıntı Kaynağı:  https://eksisozluk.com/entry/64837992 
32 notes · View notes
vivgart · 6 years ago
Photo
Tumblr media
Pablo Picasso, Spanish, (1881 - 1973), 
Family of Saltimbanques, 1905, 
Oil on canvas
Chester Dale Collection
3 notes · View notes
aydoli · 6 years ago
Text
Tumblr media
Dönemin pek çok dışavurumcu sanatçısı gibi Schiele kendisinin ve seçtiği insanların içsel hayatına,ruhlarına bakıyordu.Dışavurumculara göre içgözlem sanatsal yaratım sürecinin en katışıksız tanımıydı.Dışavurumculuğun en güçlü yanlarından biri bu akımı yaratanların,çabalarıyla sanatı tamamen farklı bir deneyim alanına taşıdıklarına inanmalarıydı.Dışavurumcu sanat görkemli teknik yenilikler sunabilirdi.Ama formel,yüzeysel nitelikler sonuç değil birer araçtı onlar için.19. yüzyıldan kalma düşünce,konuşma ve davranış kurallarının ahlaki kıskacına karşı uğraşan Dışavurumculuk,pek çok sanatçı ve yazar için bir araçtı; bu sayede içgüdüsel ve tabiatıyla dağınık ruhun özgürce ifade edilmesine çalışıyorlardı; ruhu deligömleğinden kurtarmaktı bu bir nevi.Sigmund Freud’un bilinçdışına ve bastırma süreçlerine dair araştırmaları,kuvvetli ve çelişki yüklü bir ‘’içsel hayat’’ın varlığını teyit ediyordu.Dışavurumcu sanat ,edebiyat,dans ve müzik ruhun bastırılmış yanlarını ifade etmeye çalışırken ,kural tanımaz,şiddetli,kaotik,hazcı hatta şeytansı olanı vurgulamaya eğilimliydi.Eros ve thanatos ,cinsellik ve ölüm dürtüleri, tekrarlanan temalardı.Ruhun bu türden bir kazı çalışması özellikle 1910’da Avusturya’da ortaya çıkmaya başlayan radikal yeni sanatta görüldü.Viyana’nın en meşhur hiciv yazarı Karl Kraus’un dediği gibi ‘’Form düşücenin elbisesi değil,etidir.’’Böylece Sigmund Freud kadınlara korselerle şişkin etekli kıyafetler giydiren ve onlara sadece geleceğin anneleri görevini veren Viyana toplumunun üst sınıflarının bastırılmış haz ilkelerini ortaya çıkarırken Schiele de modellerini soyuyordu.Onun çıplak resimleri modellerin mahremiyetine vahşice nufüz eder ve nihayetinde izleyici kendi cinselliğiyle yüzleşir.
1 note · View note
mustafailhann · 7 years ago
Text
Ekspresyonizm | Sanat Akımları
Tumblr media
Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmış bir sanat akımı. Bu akım, empresyonizme ve realizme karşı bir tepki olarak doğdu. Empresyonistlerin uçuşkan algısına ve realistlerle naturalistlerin doğayı gerçeğe uygun gözlemlerine karşıt olarak ekspresyonistler daha çok sanatsal ifadeyi amaçladılar. Şekiller daha yalınlaştı ve kullanılan renkler daha saflaştı, sanatçının öznel mesajı önplana çıkarıldı.
Ekspresyonist akım iki merkezde oluştu. Dresden'de "Die Brücke" [Köprü] akımı 1905'te ortaya çıktı. Bu akımın temsilcileri arasında bulunan Heckel, Kirchner, Schmidt-Rottluff, Pechstein, Nolde ve Müller gibi sanatçılar zengin kontrastlı renk yüzeylerinin karşıtlığını vurguluyorlardı.
İkinci ekspresyonist grup ise 1911 yılında Münih'te "Der Blaue Reiter" [Mavi Atlı] adı altında bir araya geldiler. Grubun temsilcileri arasında Kandinsky, Marc, Münter, Klee, Kubin, Macke, Jawlensky ve Feininger bulunuyordu. Bu sanatçılar daha çok tinsel ifadeyle ilgileniyorlar ve aynı zamanda da sinestezi ilkesini izliyorlardı.
Ekspresyonist sanatçılarda ortak olarak görülen şey şekillerin geometrikleştirilmesi ve renklere kendi meşruiyetlerinin verilmesiydi. Bunun yanısıra ekpresyonistler ağaçbaskı tekniğini kullanarak resimler yaptılar. Narin malzeme kaba ve inceliksiz bir şekilde işlenmeyi gerektiriyordu ve bu da ekspresyonizme çok iyi uyuyordu.
Ekspresyonizm bir Alman hareketiydi ama aynı zamanda Fransız fovizminin ve İtalyan fütürizminin ilkeleriyle de örtüşüyordu. Bu şekilde İtalyan şair Filippo Tomasso Marinetti'nin "Fütürist Manifesto"su Alman ekspresyonizminin önemli bir unsuru haline geldi.
Önemli ekspresyonist sanatçılar arasında şu isimler sayılabilir: Max Beckmann, Peter August Böckstiegel, Heinrich Campendonk, Otto Dix, Lyonel Feininger, George Grosz, Erich Heckel, Alexej von Jawlensky, Wassily Kandinsky, Ernst Ludwig Kirchner, Oskar Kokoschka, August Macke, Franz Marc, Paula Modersohn-Becker, Otto Mueller, Edvard Munch, Gabriele Münter, Emil Nolde, Max Pechstein, Christian Rohlfs, Egon Schiele, Karl Schmidt-Rottluff ve Marianne von Werefkin.
Tumblr media
Schokko, 1919 - Alexej von Jawlensky
Tumblr media
Ağaçların Altındaki Kızlar, 1914 - August Macke
Tumblr media
Amazon, 1912 - Christian Rohlfs
Tumblr media
Ertesi Gün, 1895 - Edvard Munch
Tumblr media
Portrait of Gerti Schiele, 1909 - Egon Schiele
Tumblr media
Fränzi, 1910 - Erich Heckel
Tumblr media
Manzaradaki At, 1910 - Franz Marc
Tumblr media
Patroklusturm, 1922 - Karl Schmidt-Rottluff
Tumblr media
Marcella, 1910 - Marc Kirchner
Tumblr media
Çocuklu Çingene Kadın, 1926 - Otto Mueller
Tumblr media
Senecio, 1922 - Paul Klee
Tumblr media
Ata Binen Çift, 1907 - Wassily Kandinsky
2 notes · View notes
sahrahaber · 5 years ago
Text
Tumblr media
GRAFİKLİ – “Paris'te ünlenen ressam: Fikret Mualla” https://sahrahaber.com/grafikli-pariste-unlenen-ressam-fikret-mualla/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
mantikutayr · 4 years ago
Photo
Tumblr media
by jackson pollock, stenographic figure
9 notes · View notes
payidarh · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Duygular.
1 note · View note
arkeolog · 3 years ago
Text
İzlenimcilik ve dışavurumculuk arasındaki fark
kelime olarak birbirlerinin zıttı gibi görülseler de aslında fonetikte olduğu kadar kontrast kavramlar değildir bunlar. nesnel değil kişisel olmaları, gerçekleri değil o gerçeklerin algılanış biçimini ön plana çıkarmaları gibi yönlerden dolayı ikisi de avangard akımlar olarak doğmuşlardır. ekspresyonizm, bir bakıma empresyonizmin araladığı kapıyı açarak daha ileri taşımıştır.
ayrıldıkları noktalar ise özellikle şunlardır:
-empresyonistlerin teması genellikle doğa ve manzaradır.
-manzarayı onlarda uyandırdıkları duygu ve izlenimle çizerler ki adları bu yüzden izlenimcilerdir.
-resimler ekseriyetle fludur. bu yüzden resimleri daha çok bir manzaranın akılda kaldığı ya da rüyada görüldüğü hali gibidir.
-gerçeği tamamen değiştirmez, sadece biraz bozarlar. boyutlarla, biçimlerle vs. oynamazlar.
-ışıkla oynamayı severler.
-açık alanda çalıştıkları için resimlerinde kısa ve aceleyle atılmış darbeler görülür.
-ekspresyonistlerin belirgin bir teması yoktur.
-biçim bozma ve abartı elzemdir, estetik kaygıları bulunmaz.
-kalın çizgiler, patlayan renkler kullanırlar.
-çizdikleri subjeye değil, onun çağrışımıyla bir duygu ifade etmeye odaklanırlar. yani subjeyi fikirlerini anlatmak için araç olarak kullanırlar hatta bazen eserde bir subje olup olmadığı bile belli değildir.
-empresyonist eserler melankoli, özlem, yalnızlık gibi daha naif duygulardan beslenirken ekspresyonist eserlerde yıkım, bunalım, korku gibi uç duygular hakimdir. zaten ww1'in buhranıyla başlamış bir akımdır.
-çoğunlukla atölye işi olduklarından eserlerde daha özenli ve artistik darbeler görülür.
(Alıntı)
8 notes · View notes
hoghheim · 2 years ago
Text
2 notes · View notes
artvango · 4 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
James Ensor, Squelette arrêtant masques (1891)
Dışavurumculuk akımı sanatçılarından olan James Ensor, İçe dönük bir kişiliğe sahiptir. Bu sebeple resimlerini yaparken içinden fışkıran düş gücünün dürtüsüyle hareket etmiştir. İnsanlara ve dünyaya yabancılaşmış bir kişi olarak kendi ruhsal durumunu doğrudan yansıtmayı ve resimlerinde kimilerinin “iğrenç” bulduğu maskeli yüzler ve hortlaklar yapmayı tercih etmiştir....
53 notes · View notes
epifizz · 3 years ago
Note
Yıldızlı Gece tablosu neden bu kadar ünlü?
Bildiğiniz üzere her eser toplumsal alanda insanların taleplerini karşıladığı ölçüde değerlidir. Bazıları elbette bağımsız olarak tarihsel niteliğinden, bazıları da zamanında topluma verdiği cevaplardan ötürü günümüzde de miras sıfatıyla bir değer niteliği taşımaktadır, ancak Yıldızlı Gece böyle değildir. Van Gogh, modern insanın çilesinin kendi ifade çabalarına giren ilk kurbanlarından biridir ve günümüzde insanlara hitap eden en önemli noktalarından biri de budur.
Günümüzde özellikle soyut ve postmodern sanat yapıtları belirli bir anlaşılmazlık ve anlatısızlık içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Bu eserler genelde sanatı ve sanatçıyı nazarına alarak çeşitli incelemelere alırlar ve alan dışı biri için çok özelleşmiş bir konumda gibi görünürler. Ama dışavurumculuk böyle değildir, biraz geçmişte kalsa da sanatçısız dışsal sanata tepkiselliğinin cevherini günümüzde de korumaktadır. Bakılan doğa ile bakan özne arasında etkileşimden doğan bu sunumda, insan kendi modern sorunlarını Vincent tablolarına yerleştirebilir. Gogh hastalığı, çilesi ve kendini ne olursa olsun ifade etme arzusu içerisinde modern çağlarda gittikçe elitistleşen (Barthes'ın sanat tanımıyla bu elitizm postmodern ekolde dahi belirli koşullarda kendini sürdürmüştür) bu sanat içerisinde herkes için bir şeyler taşıyan gündelik anlatımlarla doludur. Pollock'un dinamik eserlerine bakarken aklımızdan sanatsal okumalar geçerken Gogh'un hırçın ve tablolardan fışkıran darbelerinde kendimize bir bakış atarız, herkesin ondan çıkaracağı bir sunum vardır. Ve bazıları için de kendine özgün tarzı sadece estetik gelebilir bunun yanında resminde tercih pastel tonlar günümüzün estetik algısıyla hala uyum içerisindedir. Daha doğrusu günümüzde pastel tonlara yönelik eğilim gittikçe artmaktadır ve bu bu tarza yönelmiş eserleri de tekrar canlandırmaktadır. Mesela Kahlo'nun popülerliğinde bunu söylemek güçtür, o yüzden eserlerinden ziyade tarihsel bir karakter olarak ön plandadır daha çok.
5 notes · View notes
arkhesi-su · 4 years ago
Text
Tumblr media
Interchange
Willem de Kooning
"soyut dışavurumculuk"
1 note · View note