#celalettin can
Explore tagged Tumblr posts
Text
youtube
Efendime Selam Söyle ilahisi
Okuyan: Muhammed Ezgen
İlahilerimizi beğendiyseniz "BEĞEN" butonuna basarak bana desteğinizi gösterebilirsiniz.
İlahiler ile ilgili "YORUM" yani görüşlerinizi bırakırsanız ilahilerimiz daha fazla kişiye ulaşacaktır.
Abone olup bildirim zilini açmayı unutmayın... 🌹
💐Linke tıklıyarak kanalımıza "Abone" olabilir, yeni ilahilerden haberdar anında haberdar olabilirsiniz. Haydi Sende Bize Katıl: https://www.youtube.com/@ILAHIFASLI/
İlahi Sözleri
Seher vakti esen yeller Efendime selam söyle
Dost aşkıyla açan güller Efendime selam söyle
****
Uzatırım yetmez elim medhedemez aciz dilim
Ravzaya varınca yolum Efendime selam söyle
****
Çöl, ovalar tuzlu yollar âşık olan yanar, ağlar
Aciz gönlüm görmek ister Efendime selam söyle
****
Uzatırım yetmez elim medhedemez aciz dilim
Ravzaya varınca yolum Efendime selam söyle
****
Ebu Zemzem sucuları bitmez aşkın acıları
Anadolu hacıları Efendime selam söyle
****
Uzatırım yetmez elim medhedemez aciz dilim
Ravzaya varınca yolum Efendime selam söyle
Kanalımda ilahilerini okuduğum sanatçılardan bazıları: Sedat Uçan, Abdurrahman Önül, Mustafa Dursun, Murat Belet, Cengiz Çelikel, Eşref Ziya Terzi, Ramazan Toprak, Adem Pala, Beytullah Kuzu, Engin Titiz, Osman Gündüz, Abdulkadir Şehitoğlu, İbrahim Demir, Celaleddin, Abdurrahman Sağır, Muhammed Emin, Yunus Can, Abdüssamed Demir, Mehmet Karakuş, İsmail Önül, Yahya Soyyiğit, Adem Kesik, Mehmet Yiğit, Ahıskalı Tevfik, Ahmed Muhammed, Ahmed Sami, Mustafa Yılmaz, Ahmet Bağrıyanık, Musa Gelici, Ahmet Basak, İsmail Coşkun, Hafız Murat, Ahmet Bülent Can, Mustafa Uyar, Fatih Emre, Ahmet Feyzi, Cemal Kuru, Ahmet Hakan Karagül, Fatih Öztürk, Ahmet Karaca, Osman Yanardağ, Ahmet Taşkın, Ahmet Yolcu, Alperen, Muhammed İrmikçi, Ahmet İzci, Atilla Öniz, Ayhan Özel, Mesut Baytekin, Bahadır, Başar Dikici, Bekir Çiçek, Cavit Çakır, Harputlu Cebrail, Celalettin Şensoy, Enver Balcı, Enver Cin, Erol Şahin, Garip Bekir, Bedrettin Bektaş, Gökhan Korkmaz, Hakan Gögerçin, Hakan Moral, Halil Çıbık, Halil İbrahim Büyükoruç, Hamit Özcan, Harun Beyaz, Hasan Kılıçatan, Hidayet Doğan, İbrahim Say, İbrahim Sivasi, İsa Dönmez, İsmail Aksu, İsmail Kalaycı, Kasım Ali Eminoğlu, Kemal Erdoğan, Kemal Şimşek, İsmail Çakır, Mehmet Balkan, Hilmi İlker Kaçan, Kemal İnaler, Kudbettin Gedik, Niyazi Suna, Küçük Emre, Küçük Halil Taşkit, Yaşar Yılmaz, Mehmet Ali Arslan, Mehmet Demir, Mehmet Habib Kurum, Mehmet Can, Mehmet Salih Arslan, Mehmet Yılmaz, Mesut Yavaş, Metin Kara, Muhammed Arif Şahin, Muhittin Yurttaş, Murat Aydın, Murat Ceylan, Murat Güneş, Mustafa Açıkgöz, Mustafa Bakar, Mustafa Bodur, Mustafa Kalyoncu, Mustafa Onur, Mustafa Sekman, Mustafa Uyar, Orhan Türk, Ahmet Taşkın, Reşit Ceyhan, Salih&İbrahim Cuşan, Salih İpek, Selim Yıldız, Seyfullah Çakmak, Seyyid Veysel Ekinci, Siyami Yücel, Süleyman Yıldırım, Şeref Genç, Abdüssamed Selam, Şerif Haşimi, Tuğrulhan Şen, Ahmet Turan, Turan Turgut, Ufuk Akın, Ümit Dursun, Veysel Bilen, Yakup İba, Yalçın Akdeniz, Yasin Konevi, Yaşar Sancak, Yılmaz Kılıç, Yılmaz Sarıkaya, Yusuf Çengelci, Yusuf Keleş, Abdullah Fehmi Demir, Hakan Ertaş
Videolarıma aramalarda aşağıdaki kelimeleri yazarak kolaylıkla ulaşabilirsiniz:
Etiketler: ilahi kervanı, yeni ilahiler, sevilen ilahiler, müziksiz ilahiler, en güzel ilahiler, seçme ilahiler, karışık ilahiler, zikirli ilahiler, yürek yakan ilahiler, ağlatan ilahiler, çok dinlenen ilahiler, meşhur ilahiler, yeni çıkan ilahiler, en beğenilen ilahiler, birbirinden güzel ilahiler, ilahi listeleri, karışık seçme ilahiler, müziksiz ilahiler 2023, ilahiler 2024, 2024 ilahiler hareketli, 2023 ilahi albümleri, cuma günü ilahileri, iş yaparken dinlenecek ilahiler, ilahi albümleri, anne ilahileri, bebek ilahileri, çocuk ilahileri, defli ilahiler, çalgısız ilahiler, baba ilahileri, ilahi fon müzikleri, ilahi karaoke, ilahi zil sesleri, hareketli ilahiler, coşturan ilahiler, arapça ilahiler, müziksiz neşidler, müziksiz zikirli ilahiler, diyanet radyo ilahileri, tgrt ilahileri, kürtçe ilahiler,
#2024 ilahi sözleri#2024 ilahileri#acıklı ilahi sözleri#ağlatan dini fon müzikleri#youtube#ağlatan ilahiler#a dan z ye ilahi sanatçıları#acıklı i̇lahiler dinlemek istiyorum#en güzel zikir ilahileri#zikirliilahiler
0 notes
Text
Akılsız akıl arar, Aklı olan kişi aklı ne yapsın? Fakir para peşinde koşar, Zengin olan parayı ne yapsın? Müslüman iman peşinde, Aşık olan imanı ne yapsın? Herkes huzur arar, Hakk’ın huzurunda olan huzuru ne yapsın? Ayık şarap peşinde, Sızmış olan şarabı ne yapsın? Ahh ah! Dünya’ya meftun kişi, Dünya’da iken terk-i cihan eyleyen bu dünyayı ne yapsın? Dertli derman arar, Derdi Hakk olan dermanı ne yapsın? Hekimler şifa için salâ verir, Hz.Eyyüp, şifayı çareyi hekimi ne yapsın? Ey “yol” arayan yolcu! Kabe’nin içinde vecd ile raks eden dost, yolu yolcuyu ne yapsın? Mihrabı sevgilinin cemali olan Mecnun, Leyla’yı, Aslı’yı, Şirin’i ne yapsın? Hz. Pir’in eşiğine dudağını koyan kutlu can, Bu gök kubbeyi, fezayı, ayı, güneşi ne yapsın? AHMED-İ MUHTAR’ın yolunun tozu olan zerre, Hem bu dünyayı hem de bu ukbayı ne yapsın? Sevgiliyle vuslat eden can, Tüm bu sahneyi, oyunu, perdeyi ne yapsın? Ya Rab! Merhamet Ya Rab! Af! Merhametin, affın bizlere ulaşmazsa, Bu günahkar, biçare, hodbin kulun ne yapsın? Hu... Celalettin Berberoğlu
0 notes
Text
Ali Koç'dan Galatasaray'a tişörtlü gönderme
Ali Koç’dan Galatasaray’a tişörtlü gönderme
Fenerbahçe SK başkanı Ali Koç ve Yönetim Kurulu Üyeleri, 2021 Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda; erkeklerde üst üste beşinci, kadınlarda ise üst üste üçüncü şampiyonluğunu elde eden kürekçilerle yemekte bir araya geldi. Dereağzı Lefter Küçükandonyadis Tesislerinde bulunan Fenerbahçe Kürek Şubesi’nde; Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Koç, Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, Yönetim Kurulu…
View On WordPress
#Ahmet Ali Kabadayı#Aleyna Tülin Telli#Ali Ardıl İlgün#Ali Yiğit Saygılıgil#Ali Yıldırım Koç#Altar Karabudak#Aydın İnanç Şahin#Ayşe Cemre Can#Azra Limon#Ömer Faruk Şan#Ülkü Özen#Bayram Sönmez#Berk Ogün#Besim Tolga Şahinoğlu#Celalettin Güneştan#Cem Avat#Cevdet Ege Mutlu#Denizhan Aydın#Didem Sürer#Doruk Girişmen#Ebru Akınal#Elis Özbay#Enes Kuşku#Enes Yenipazarlı#Eren Can Aslan#Erhan Ertürk#Evren Mustafa Açar#Fatih Ünsal#Fatih Mehmet Avcı#Fenerbahçe Spor Kulübü
0 notes
Text
Koçgiri'de Kırım, Meclis ve Hasan Hayri Bey (8)
Kolaj: Independent Türkçe
Celalettin Can
Koçgiri Halk Hareketi'nin özerklik talebiyle ortaya çıktığı o zamanlarda Ankara'da Birinci Meclis kurulmuştu. Mustafa Kemal'in davetiyle Dersim'in muhtelif aşiretlerine mensup Abdulhaluk Tevfik (Gençtürk), Diyap Ağa (Yıldırım), Hasan Hayri (Kanyo), Mustafa Ağa (Öztürk), Mustafa Zeki (Saltuk) ve Ramiz (Tan) gibi şahsiyetler Meclis'te yer alıyordu.
Nuri Dersimi'ye göre bu grubun Ankara Hükümeti'ne karşı takınacağı tavır Koçgiri hareketinin akibetini belirleyebilirdi. Nitekim Nuri Dersimi; Mustafa Kemal'in isteği üzerine Ankara'ya milletvekili olarak giden ismi geçen Dersimli şahsiyetleri ağır bir dille eleştiriyor.
Nuri Dersimi bu eleştirilerini Hatıratım'da yapıyor. Yani 1937-38 sonrasında… Gelişmeleri ne kadar 1920'li yılların yaşanan somut koşulları ve ilişkileri içinde değerlendiriyor, ne kadar yenilgi psikolojisinin anlaşılır mağduriyet duygusu altında eleştiriyor, üzerinde düşünmeli.
Ancak ülkenin işgal altında olduğunu,
Birinci Meclis'te bütün Müslüman halklara yer verildiğini,
Mustafa Kemal'in o dönemde bölgesel özerklik değilse de Türkiye halkıyla bir şekilde iç içe geçmiş bir tür idari kültürel özerklik düşüncesi olduğunu,
Osmanlı İstanbul hükümeti ile Ankara Meclis Hükümeti arasındaki ilişkide Dersim'in aslında Ankara Meclis Hükümeti'nden yana tavır içinde olduğunu,
Söz konusu şahsiyetlerin de bu çerçevede Birinci Meclis'e katıldığı biçiminde bir gerçekliğin var olduğunu da hatırımızda tutarak düşünmeliyiz.
Yasal-hukuki statü; özerklik
Konu önyargısız bir şekilde ele alınınca Koçgiri Hareketi'nin bir isyan olmadığını, tenkil ve kırım olduğunu fark etmeme hali ancak resmi tarihe bağımlılıkla açıklanabilir.
Hareketin liderlerinin ve halkın başkaldırı diye bir programları veya tutumları yok.
Osmanlı Devleti çöküntüyü yaşıyor ama hala müesses nizam. Mustafa Kemal müesses nizamın bir görevlisi olarak Samsun'a çıkmış ama sonra isyan edince ikili bir idare durumu ortaya çıkıyor.
Harekete bir kısım Batı Dersim aşiret reisleri de destek veriyor. Koçgiri aşiret reisleri olmaları nedeni ile Alişan ve Haydar Bey hareketin toplumsal liderleri, Alişer ise fiili olarak askeri ve politik lideri olarak ortaya çıkıyorlar.
Kürtlere özerklik üzerinden yasal-hukuksal bir statü kazandırma amacında olan Koçgiri Halk Hareketi liderleri, Dersim'in Hozat ilçesinde bazı aşiret reisleriyle yapılan dayanışma toplantısında elde ettikleri desteğe dayanarak 15 Kasım 1920'de Ankara Hükümeti'ne taleplerini şu şekilde iletiyorlar:
Kürdistan Muhtar Yönetimi'ni kabul eden İstanbul Egemenlik Hükümeti'nin bu baptaki kararını Mustafa Kemal Hükümeti'nin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması.
Kürdistan Muhtar Yönetimi hakkında Mustafa Kemal Hükümeti'nin görüş noktasının ne olduğu konusunda Dersimlilere acele cevap verilmesi.
Elaziz, Malatya, Sivas ve Erzincan bölge hapishanelerindeki Kürt tutukluların hemen serbest bırakılması.
Kürt çoğunluğu bulunan bölgelerden Türk Hükümeti'ne bağlı memurların çekilmesi.
Koçgiri bölgesine gönderildiği haber alınan askeri birliklerin derhal geri alınması.
25 Kasım 1920 tarihinde Ankara Hükümeti'ne bir de telgraf gönderiyorlar:
"Elaziz Vilayeti vasıtasıyla,
Ankara Büyük Millet Meclisi Riyaseti'ne Sevr Muahedesi Mucibince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis Vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh bu teşkil etmelidir. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz.
25 Teşrinisani 1336
Garbi Dersim Aşair Rüeasası"
Provokasyon
Böyle davranmaları doğal, yeni bir durum var çünkü.
Ankara ise buna karşı ordu güçleri üzerinden, Binbaşı Halis olayında görüldüğü gibi, provokasyonla erken başkaldırı koşulları yaratıyor.
Akabinde provokasyonun sonuçlarını isyan olarak değerlendiriyor, taleplerini karşılama yerine Koçgiri Kürt Alevi halkın üzerine Nurettin Paşa gibi paşaların başında olduğu ordu birliklerini ve yine Topal Osman gibi katliamcı unsurları gönderiyor.
Halk içi farklı inanca sahip topluluklar arasındaki çelişkileri kaşıyarak sert bir ayrışma da yaratıyor; bu temelde yerel milisler, gönüllü sivil birlikler vesaire oluşturarak Koçgiri'li Kürt Alevileri tenkil ve kırımdan geçirme yoluna gidiyor.
Olayların bu şekilde akışı hayatta kalmak, mal ve ailesinin can güvenliğini korumak için direniş koşullarını yaratıyor.
Son talebe yanıt; kanlı bastırma
Öte yandan bir nokta geliyor direniş tıkanıyor, "Koçgiri ve Dersim'de bir kısım aşiret reisleri, tıkanan sürecin önünü açmak için" olmalı, Alişer'in önerisiyle 8 Nisan 1921'de Büyük Millet Meclisi'ne bir telgraf gönderiyor.
Telgrafta "Nasiha Heyeti ile yaptıkları sözleşmenin ve iyi niyet çabalarının sonuç vermediği, Refahiye ve çevresine asker sevkiyatının sürmesinin aşiretlerin devlete olan itimadını sarstığı" belirtiliyor, meselenin tamamen halledilmesi için devlete birtakım önerilerde bulunuluyordu.
"Koçgiri, Zara, Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah ilçelerini kapsayan bir vilayet oluşturulması; başına bir Kürt vali, yardımcılığına da Türk bir vali muavininin atanması, bu şekilde yeni bir idari yapılanmaya gidilmesi, daha fazla kan dökülmeden sorunun çözülmesi" isteniyordu.
Ancak Koçgiri aşiret reislerinin aşağıya çektiği talepler zayıflık olarak değerlendiriliyor ve ciddiye alınmıyor.
Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı Nurettin) ve Topal Osman bölgede büyük katliamlar gerçekleştiriyor. Direnişin sert yöntemlerle bastırılması üzerine Dersim'e geçmeyi başaran Alişer Efendi ve Nuri Dersimi, burada Seyit Rıza'ya sığınıyor ve bir süre Ovacık ve civarında faaliyetlerine devam ediyorlar.
1921'ın ilkbaharında askeri güç kullanımıyla Kürt-Alevi özerklik hareketi kanlı bir şekilde tamamen bastırılıyor.
Koçgiri kırımı Meclis gizli oturumunda
Koçgiri'de halka yaşatılanlar o kadar ağır ve kabul edilmez ki kaçınılmaz olarak Büyük Millet Meclisi'ne taşınıyor.
Olayın kanlı ve kabul edilemez boyutunu geniş halk kesimleri, ama özellikle uluslararası camia öğrenmesin kaygısıyla 3 Ekim 1921'de üç gün Büyük Millet Meclisi'nde gizli oturumda tartışılıyor.
İlk tepki veren Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey oluyor. Erzincan Mebusu Emin Bey ve Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Koçgiri'de yaşananlar üzerine görüşlerini ifade ediyorlar.
Hasan Hayri Bey'in Mecliste yapmış olduğu konuşma aşağıdaki gibidir:
Hasan Hayri Bey (Dersim) — "Hakikaten bu fecayi (facia) Ermenilere bile yapılmamıştır. Ve onlar Erzincan'a, Kemah'a, Kuruçay'a vesaireye tasallut etmişlerdir. (Saldırmışlardır) Fakat ben çok teşekkür ederim ki bizim müftümüz ve memleketimizin eşrafı meseleyi Hükümet'e bırakmayarak, doğru karşılarına gitmişlerdir. Demişlerdir ki, siz ne istiyorsunuz? Maksadınız şekaveti adiye (haydutluk) ise istediğiniz kadar mal verelim. Onlar da cevaben demişlerdir ki; Müftü Efendi ile anlaşalım. Müftü efendi hakikati tamamıyla anlatmış ve ekrat (göçebe Kürtler kastediliyor) hakikati tamarrüyle amlıyarak(anlayarak) geri dönüp gitmişlerdir. İşte sözümü hulâsadan evvel şunu söyleyeyim ki ankete ben de taraftarım. Fakat bir an şart ki orada bir memur var, onunla Koçgiriliyi beraber asacak mısınız? Sonra üç, dört yüz kişi hapishanelerde yatıyor. Bunlardan masumlar çok vardır. Asıl âsiler dağlarda Alişir denilen herifle beraberdirler. Binaenaleyh heyet buradan gidinceye kadar af kararının ilânını rica ederim. Bila kaydı şart (kayıtsız şartsız) olmak üzere (…)" 1
Büyük Millet Meclisi gizli oturumunda yapılan bu konuşmada, isyan edenlerle diyalogda 'Müftü efendi ve eşrafın' ağzından da olsa muktedir vari cümleler kuruyor ve Alişer'i denebilir ki 'asi' olarak gördüğü izlenimi veriyor.
Ancak konuşmasında 'tutuklu bulunan insanların masum olduğunu, bu insanlarla ilgili af kararının ilan edilmesini ve kayıtsız şartsız salıverilmelerini' de istiyor.
Büyük Millet Meclisi'nde yer alan bir şahsiyet olarak isyan eden Kürtlerin asılmamaları, serbest bırakılmaları sonucunu yaratmak istiyor. Bu amacını politik denge diliyle ifade diyor. O koşulların güç dengeleri içinde bu tarzı tercih ediyor.
Erzincan Milletvekili Emin Bey, aynı oturumda, yani 3 Ekim 1921 Meclis'in gizli oturumunda, Koçgiri'deki olayların isyan değil, kırım olduğunu şöyle anlatıyor:
Şimdi rica ederim. Asi, diyoruz. Ve üzerlerine askeri kuvvet gönderiyoruz. Halbuki onlar, hükümetin teslim ol çağrısını kabul etmiş bulunuyorlar. Nurettin Paşa'nın tabirince, 'Ben bunları hükümetin tekliflerini daha teşdit ederim (şiddeti artırma) diyerek, çember içine aldım' diyor. Tuttuğunu öldürmeye, ırzlara geçmeye, namuslara taarruz etmeye kalkıyor. Rica ederim, hanginiz bu facia karşısında sabredebilirsiniz? Buna üç yaşındaki çocuklar bile tahammül edemezler. Böyle bir şeye maruz kaldığınızda, rica ederim, nasıl karşınıza çıkanlara kurşun atmazsınız? Bu suretle 5 milyon, 18 milyon liralık servet mahvolmuştur." 2
Hasan Hayri Bey, Koçgiri'den dolayı cezaevinde tutulanların, heyet incelemelerini tamamlayıncaya kadar İstiklal Mahkemelerince ve Divan-ı Harp tarafından yargılanmamasına yönelik bir takrir sunuyor.
Sonuçta alıyor. Koçgiri'de yaşananlar üzerine bölgeye bir heyetin gönderilmesine karar veriliyor.
Hasan Hayri Bey'in takririnin içeriğine ve bu çerçevede gelişen tartışmalara gelince, şöyledir:
"— Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey'in, Koçgiri hâdisesinin esbap(sebep) ve avamilini (halkın halini) tetkike gidecek olan heyetin izamına kadar Divanı Harp ve İstiklâl Mahkemeleri'nce hiçbir muameleye tevessül(başlama) olunmamasına dair takriri REİS — Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey'in, Koçgiri hâdisesi hakkındaki takriri okunacak.
Riyaseti Celile'ye (Kıymetli Başkan)
Koçgiri hâdisesini tetkik, esbab ve avamilini ahkika (soruşturma) Meclisi Âlice bir heyetin izamı (abartmadan) takarrür ettiğinden hâdisei müessifeden (üzüntü veren hadise) dolayı mevkuf (tutuklu) olan kasan haklarında heyetin izamına kadar Divanı Harp ve İstiklâl Mahkemesi'nce- hiçbir muameleye tevessül (başlama) edilmemesi hususunun acilen mahalline bildirilmesini teklif ederim.
Dersim/ Hayri
REİS — Mahalline tebligat (bildirim)t ifa edilir. ŞÜKRÜ B. (Karahisarı Sahib) — Heyetin adedi taayyün (belli olsun) etsin. REİS — Müsaade buyurun efendim. Bunu tensip (uygun) buyuruyor musunuz? Tensip buyuranlar lütfen el kaldırsın... (Anlaşılmadı, sadaları) Efendim Hasan Hayri Bey'in takriri üzerine, heyeti teftişiyle vazifesini ifa edinceye kadar Divanı Harp ve İstiklâl Mahkemelerince mevkuf(tutuklu) bulunanlar hakkında hiçbir muameleye tevessül edilmemesi(başlamaması) için mahalline tebligat icrasını kabul edenler lütfen el kaldırsın... Kabul edilmiştir"
Hasan Hayri Bey, Koçgiri hadisesinin mecliste tartışıldığı günlerde, kendisine söz sırası geldiğinde Koçgiri'de Sakallı Nurettin'in ve Topal Osman'ın tutumunu ağır bir şekilde eleştiriyor.
Yetinmiyor, gençlik yıllarından itibaren yakından tanıdığı Mustafa Kemal'i doğrudan hedef alarak Koçgiri'de yaşananları haksız bularak karşı çıkıyor, protesto ediyor.
Hasan Hayri Bey'den sonra kürsüye gelen Bursa milletvekili 'Hasan Hayri Bey'in sözlerinden dolayı özür dilemesini' söylemesi üzerine Hasan Hayri Bey, tabancasını çekerek kürsüye doğru gelince Bursa milletvekili, Mustafa Kemal'in bulunduğu kısma sığınıyor ve Mustafa Kemal'in korumaları Hasan Hayri Bey'e müdahale ediyor.
Mustafa Kemal-Hasan Hayri Bey ilişkisine ne oluyor?
Hasan Hayri Bey Koçgiri tedipi sırasında Ankara'dan yola çıkarak Sivas üzerinden Dersim'e giderken, bu sırada Sivas'ta Koçgiri hadisesinden dolayı yüz yirmi iki kişinin cezaevinde olduğunu öğreniyor ve derhal bu insanların bırakılmasını istiyor.
Hasan Hayri Bey'in bu talebi, doğrudan Ankara'ya bildiriliyor ve Mustafa Kemal buna tepki gösteriyor. Hasan Hayri Bey'in yakın akrabası Abbas Tan, şu anda hayatta olmayan amcası Süleyman Bey'den 2013'de öğrendiklerini aktarırken, Mustafa Kemal ile Hasan Hayri Bey arasındaki iplerin bu noktada kopmaya başladığını belirtiyor.
Nuri Dersimi, Sivas'ta tutuklu olduğu döneme ilişkin Hasan Hayri Bey ile olan anısını şöyle anlatıyor:
Bir aralık Sivas Valisi vaziyetimden kuşkulanmıştı. Ve Sivas merkezinde bulunduğum bir günde idareten beni jandarma dairesinde nezarethaneye aldırarak tevkif etmişti. Beni ziyarete gelen kardeşim Hıdır, Dersim mebusu Hasan Hayri'nin aynı günde Dersim'e mezunen (izinli) gitmek üzere Sivas merkezine geldiğini bildirmiş ve vaziyetimi Hasan Hayri Bey'e bildirmişti. Hasan Hayri Bey, bizzat nezarethaneye gelerek kapıya bir ayak tekmesi vurmuş ve kolumdan tutarak çıkarmış, nöbetçi Jandarma neferine de bir kart vermişti.
(Devam edecek...)
Kaynaklar:
1." Koçgiri nedir, ne değildir? Alişer, Koçgiri-Batı Dersim ilişkisi, Koçgiri de sadece tenkil mi oldu? … Celalettin Can, Independent Türkçe 2.Dilek Soıleau, "Koçgiri ve Dersim Kürt hareketliliği: Herkesin Bildiği Bildiği Sır: Dersim, Şükrü Aslan (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, 3. Nuri Dersimi, Hatıratım, Dam Yayınları, 1. Basım, İstanbul-2014 4.Martin Van Bruinessen, İletişim yayınları, 1992-İstanbul 5. Altan.Tan, Kürt Sorunu, Timaş, 2009-istanbul. 6.Yalçın Çakmak, "Dersim'in Kemalizm ile Rövanşı", Tunceli'nin Sesi, 28 Kasım 2011. 8. TBMM Gizli Celse Tutanakları, 04.10.2021 Cilt 2, Ankara 87. TBMM Gizli Celse Tutanakları 6.10.2021, C:2, Ankara 9. Dilan Konak, Kangozade Hasan Hayri Bey'in Yaşamı ve Siyasi Faaliyetleri, Yıldız Üniversitesi, İİBF
https://www.indyturk.com/node/452126/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/ko%C3%A7giride-k%C4%B1r%C4%B1m-meclis-ve-hasan-hayri-bey-8
2 notes
·
View notes
Text
The Scene of a Lynching and the Pendulum of Fascism
I wanted to provide a rough translation of this excerpt from a piece by Turkish intellectual historian Tanıl Bora, who has spent most of his career studying right-wing ideology and right-wing movements in Turkey. While he has plenty of problems, this text was especially useful to work with. Thought it might be of interest for a non-Turkish speaking audience. Where the text refers to specific events I provided some links below for context. -
“In Turkey, it has become an established part of “state tradition” to justify reactionary sentiment as well as the violence – and even lynching– such sentiment leads to as a “national reflex”. Of course, this situation isn’t unique to Turkey but it is an administrative technique especially prominent in Turkey.[1] The tendency to view reactionary sentiment as the “righteous reaction of the people”, as an irresistible almost “natural” reflex, and thereby afford them absolute legitimacy... To condone their lawless acts due to their “naturalness” and the “nobility” of their perpetrators... We can see this attitude unfold in the events of 6-7th September. [2] We see it during the 1960-1980s, in the protection and support afforded to the Association for Combatting Communism and to Turkish ultra-nationalists – as well as the violence these groups carried out on anything and anyone they deemed “communist”. We can see it in the way the state didn’t address the atrocities of the Sivas Massacre. [3] We see it in the way officials, in a terrifying cynicism, responded to lynching events of the recent years with the statements like, “Our citizens have expressed their rightful reaction”. It is not unlikely that the assassination of journalist Hrant Dink [4] too will soon be attributed to a “national reflex” and be condoned – a rhetoric that the İstanbul Chief of Police Celalettin Cerrah already resorted to.
Mobilizing the “national reflex” against those who one deems “dangerous” or “harmful”, functions as an exceptional public security measure. Here, the state intimates that it can temporarily retire its monopoly of violence and instead delegate this authority onto a group identified as the “nation” (although increasingly they are calling it “civil society”), using this intimation as a form of threat. This is simultaneously a threat against individuals and groups viewed as undesirable, a threat that legitimates a blatantly violent reign and a threat that can be, when appropriate, revealed at the negotiating table. Consider the comments of Parliamentary Speaker Köksal Toptan, who warned in 2007, about the proposed legislation in the US formally recognizing the Armenian Genocide: “(Should the legislation pass) it would be difficult to keep under control the type of public reaction and dynamics such a development would trigger in Turkey.” Or consider the comments of Nationalist Action Party leader Devlet Bahçeli, again in 2007, on the eve of the Turkish parliament authorizing its use of force in Iraqi Kurdistan: “If the losses we sustain due to terrorist acts continue to increase in this manner, the national reaction could grow out of control and the Turkish people will look to resolve these matters through its own means. This is the real risk and danger”. Pay close attention to the sense of vigilantism and cynicism in this statement. Is it possible to gloss over the cool and practical tone of a phrase like “resolve these matters through their own means”, the violence it naturalizes and intimates, with the words “danger and risk” added at the end? Phrases like “we may not be able to control violence” do not merely express a threat, but point to it, give this threat a pat on the back.
More importantly, this technique acts as a mechanism for producing consent. Such campaigns that appeal not to reason nor exactly emotion but to instincts, help release the anger and even the aggression felt by reactionary groups, helping dissolve such groups in a congregation of national belonging, in a mass dynamic of identification. In a society where the last vestiges of the welfare state dissolve, where millions live in misery, where those not in a position of power feel constantly patronized, those in power have no other mechanism for simulating feelings of “unity” and “belonging”. The much-celebrated tendency to parade around the Turkish flag, works to cover the anguish and anxiety that is caused by the dissolution of social relations; hiding much larger problems. The moments of silence for the flag, help end a conversation that never truly started.
Let us not forget, also, the organizations and groups that construct their politics based on the legitimacy and protection afforded to this “national reflex”. While the regime mobilizes the “national reflex” as an administrative tool, the faction represented by the likes of the Nationalist Action Party (MHP) or the Grand Unity Party (BBP), claim to be representatives of this reflex, using their ability to summon and control outrage as an element of their political power. They help facilitate the reproduction and fanaticisation of this reflex, keeping it ready and available, while also presenting their ability to control this potential simultaneously as a warning/threat and as a mark of their common sense and decency.
I describe fascism’s pendulum as this ability to mobilize “national outrage” up until a certain point and then to keep it under control; to create the potential for a lynching and then intermittently to curb it back and foreclose on these reactions.
(1) Excerpt from “ Tanıl Bora, “Türkiye’nin kriz idaresi yöntemi: Millî refleks ve linç oıjisi”, Medeniyet Kaybı içinde, Birikim Yayınlan, İstanbul 2007 (3. baskı), s. 191-201.”
(2) https://en.wikipedia.org/wiki/Istanbul_pogrom
(3) https://www.duvarenglish.com/human-rights/2020/07/02/turkey-remembers-victims-of-sivas-massacre-on-27th-anniversary
(4) http://www.agos.com.tr/en/article/17489/10-years-of-the-dink-murder-case
https://en.wikipedia.org/wiki/Assassination_of_Hrant_Dink
1 note
·
View note
Text
Celalettin Can kimdir, nerelidir, yaşamı, eserleri
Celalettin Can kimdir, nerelidir, yaşamı, eserleri
78’liler Girişimi Sözcüsü, HDP Parti Meclis Üyesi ve HDP 27. Dönem Milletvekili adayı. 59 yaşında.
Dersim’de doğdu. 1975’te eğitim için İstanbul’a taşındı. Devrimci mücadele içinde yer alan Can, Dev-Genç’in başkanı oldu.
Şişli Siyasal öğrencisiyken 12 Eylül’den bir süre önce, 1979’da tutuklandı. Toplam 19 yıl 9 ay cezaevinde kaldı.
1999 yılının sonlarına doğru tahliye oldu. 78’liler Vakfını kurdu.
View On WordPress
0 notes
Text
Daimi Bir Mesele... Hayat Nedir
Bir bilinmezliğin ortasında yalanlarla devinimler bina olunuyor. Cerahatin nükteli ve belagatli dili artık hayatlarımızın her günü kapsıyor. Süreğen bir yıkımın kalıcılığı için eldeki olanaklar ve olasılıklar sonuna kadar zorlanıyor. Gelişigüzel değil doğrudan yalanlar sayesinde korkular güncelleniyor. Şu olsa bu olur, bu olursa şöyle sonuçları olur ve nicesinde yaralar açılmaya iş bu sınırda devam olunuyor. Yaralara hep yenileri ekleniyor. Yaralara yeni korkular yamanıyor. Yaralar kafi görülmediğinden cerahat güncelleniyor. Bariz ve doğrudan cerahatin yüceltildiği yerde hayat hakkı o siyaset mevzilerinin / arenalarının ötesinde sahiden yıkımlara bırakılıyor. Seçim, sandık, oy, beyan, irade denilirken “demokrasi” silme yıldırı refakatinde yoktan artık toptan silinmeye doğru evriliyor.
Sığıntı, zorlama ve neredeyse her gün daha da gerileyen bir demokrasi edimi var bugün artık. Bugünün ülkesi, iri, diri, güçlü, milli, yerli sayıklamalarının ortasında kendi cerahatini yalanlarıyla büyütüyor. Bir ülkenin, yaşamla ilintisi kesilmeye tam gaz devam olunuyor. Hayat nereye? Biçimlendirilerek var edilen, bir şablon kılınan, yeni ülke mefhumu bu bilinmezlikler sarmalını da güncellemektedir, hayat ne haldedir? Birbiri peşi sıra yaşatılan cerahatin bir nükte / mübalağa bir bahis değil salt bir kereliğine değil açık, süreklilik bulundurduğu yerde ol yarın ne olacaktır.
Bay E’nin ne olduğunu bir tek kendisinin bildiği bir muamma fasılası ile var edilen, on milyonluk oy farkı var zaten adlı şerhle gizlenerek yeniden imal olunan seçim güncesi gerçekken, yalanlarla nereye varılır. Yaşama istencine müdahalenin pek çok biyopolitik ögenin peşi sıra gerçek kılındığı bu yerde yalın hakikat donuk yüzler, asık suratlar ve bariz bir endişedir. Muktedir artık yalnız değildir. Seçimin cerahatli güncesindeki o eski düşmanlar faşizan akımla birlikte güncellenmiş o siyasal islamın birlikteliği tescil olunur. Muktedir olduğunu iddia edenin yanına aldıklarıyla, medyasından, fikir önderlerine, sanatçılar ve yancılarıyla birlikte bu cürümler sarmalının inşası yeniden biçimlendirilir. Bir ülke tanımı, bahsi artık geçersiz kılınır. Demokrasi tahayyülünü varmış gibi yaparak güncelleyen yerin asıl meramına odaklanalım, geçmişler olsun yeni ülke, sahiden!
“Aralarında 78’liler Girişimi Sözcüsü ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi (PM) üyesi Celalettin Can ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) üyelerinin de bulunduğu 16’sı tutuklu yirmi dokuz kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması Salı günü Silivri Cezaevi Kampüsü karşısında bulunan İstanbul 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülür.
Celalettin Can’ın mahkemedeki beyanlarını alıntılayalım “HDP’de 2014 yılından itibaren parti meclis üyesiyim. O halde HDK davasına neden dahil edildim ve neden HDK üyesi yapıldım? Kaldı ki, HDK’yi demokratik alanda açık faaliyetlerde bulunan bir kuruluş olarak biliyorum. Eldeki veriler HDP üyeliğimin somut HDK üyeliğimin ise soyut ve temelsiz olduğunu gösteriyor” şeklinde konuşur. Sokağa çıkma yasağının olduğu dönemde 'battaniyeni de al gel' kampanyası başlattıklarını belirten Can, “Battaniye ve beyaz eşya kampanyasını HDP açıyor. 78’liler Girişimi bu kampanyaya destek mahiyetinde katılıyor. Cizre, Silopi, Sur halkı binlerce insan evsiz, barksız, battaniyesiz, çadırsız kaldı. Mümkün olduğu kadar çok geniş battaniye toplamamız gerekiyor. Bunun yanı sıra buzdolabı, çamaşır makinesi, set üstü ocak veren olursa onu da alıyoruz. Ama savcı bey, bu ilişkiler içinde bana dava açılıyor. İddia makamı bu battaniye ve çamaşır makinalarını PKK’ye gönderdiğimizi söylüyor. Hiç dağda buzdolabı set üstü yakaladınız mı? Dağdakiler ne yapsın set, nasıl taşısın çamaşır makinasını? Bu iddialarla karşınızda savunmama yapmamam gerekiyor. Bin yıllık devlet dedikleri bu hale mi geldi?” “Dilok'ta IŞİD'in bir düğün salonunu bombalayarak katliam yapmasını protesto için yapılan basın açıklamasına katılmasının suç unsuru olarak gösterildiğini söyleyen Can, “Vatandaşımız katlediliyor. Biz de gidip bunu protesto ediyoruz. Bir grup demokrat IŞİD’i protesto ettiği için terörist oluyor. IŞİD misiniz kardeşim siz?” diyerek mahkeme heyetine tepki gösterir Can"
“Hiçbirinde şiddet yok. Yasa dışı örgüt yok. Gizli eylem yok. Hepsi yasal ve meşru. Her şey gün ışığında yapılmış, gizlisi saklısı yok. Düşünceler iddianame makamına göre suç sayılıyor. KCK/PKK iddiasında bulunmasının ölçüsü ne? Bu ölçülerin hangisine uyuyorum? Yok. Sadece savcı iddia etmiş. Tüm suçlamaları alt alta sıraladığımızda temelsiz olduğu görülüyor. O halde neden sanık yapıldım? Neden tutukluluk halim hala sürüyor? Çok açık ve net siyaset yaptım. Düşündüm, düşündüklerimi söyledim. İnsanım diyen herkesin yapması gerektiğine inandığım bir mücadele içinde oldum. Sayın Heyet üyeleri sonuçta bir karar vereceksiniz. İsterim ki adalet ve hukuk duygusu galebe çalsın, vicdan kazansın.”
Avukat savunmalarının ardından duruşmaya ara veren mahkeme, aranın ardından Celalettin Can’la birlikte aynı davada yargılanan Abdulselam Yulcu, Erhan Sarıkaya, Vahit Dalğıç, Filiz Yılmaz, Gonca Yangöz, Mehmet Şamil Altan, Nevzat Yılmaz ve Taylan Talaş'ın adli kontrolle tahliyesine karar verdi. Mahkeme, Atilla Şiyar, Bedia Aydemir, Can Memiş, Gülistan Aydın, Gülsen Biter, Hasan Hüseyin Gençer, Metin İlan, Suphi Yıldız ve Taylan Urun'ün ise tutukluluk halinin devamına karar verilir. Hakkın hukukun ayaklar altına alınması onca zamandır nedensiz tutsaklık bir kalemde çizilir. Sahiden de adalet gelmiş midir, belirsizliği korunan budur!
Birbirine bağlı, enikonu lehimlenmiş olan iddianame masallarının arasında hayat hakkının en üst perdeden çalınması gailesi güncellenendir, Can gibi nice insanın tutsaklığı devam ederken soralım bir kez daha bu muydu yeni ülke! Ayak üstü yazılanlarla iddianameler ortaya konulur, yaftalar birbirine yapıştırılırken cerahatin ektiği nefret, tutsak edilenlere reva görülenler midir yeni ülke bahsindeki eşitlik, adalet vurgusu. Olanın yok edilme sınırına taşındığı bir menzilde yarının ne olacağını kestirebiliyor musunuz?
Bir bilinmezliğin ortasından yalanlarla döngüler bina olunurken, riya ve tehditlerle bu sathın yaşam meseli alt üst olunuyor. Nazan Bozkurt Yüksel Caddesi direnişçisidir. Karar hükmünde kararname ile işinden edilen, fişlenen, işe geri dönüşü engellenen içimizden, salt bir yurttaştır. Gazete Duvar'dan aktaralım: “Ankara’da Yüksel Caddesi’nde “İşimi geri istiyorum” eylemini 500 günü aşkın süredir sürdüren Nazan Bozkurt, 19 Mart’ta bir diğer ihraç edilen kamu çalışanı Mahmut Konuk’a iş yeri önünde destek verdiği sırada polis tarafından gözaltına alınmıştı. Bozkurt’un polis tarafından gözaltına alınmasının görüntüleri ortaya çıktı. Polis kamerasının kaydettiği görüntülerde, bir polisin Bozkurt’u yere yatırıp başını bastırıyor ve gözaltı işleminin ardından görüntüyü çeken polise, “Devrem silersin” dediği duyuluyor. Başka bir polis ise araca bindirildiği sırada Bozkurt’un başına yumruk atıyor. Sosyal medyada birçok kişi polisin tutumunu eleştirip görüntülere tepki gösterdi. KHK ile ihraç edilen öğretmen Acun Karadağ da Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, görüntülerin silinmesini isteyen polis hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, ancak dava açılmadığını belirtti.”
Başına getirileni kanıtlaması ancak polis kamerasının inceden sızdırılması ile söz konusu edilir. Faşizmi içselleştiren onu ve yöntemlerini sürekli yeniden kuran / yol belleyen aklın tezahürü işkence kaydında ortaya çıkmaktadır. Varılan yer, ol oluşturulan düzlem ve bundan sonraki istikamet, insanlık suçlarıyla biçimlendirilmektedir. Bir kez daha uzatılacağı gündeme taşınan olağanüstü hal, bu bahis içinde bir kalkan kılınır. Nicesinin var edildiği yerde haksız yere mahpuslık, yok yere işkence, bir fecaat düzeninin dünü ile bugünün devletini buluşturma gayretine araç eylenir. Demokrasinin otokrasiye dönüşümü / değişimi kesintisizdir. Hayat bu bahislerde her nerededir?
Gazeteci arkadaşımız Hayri Tunç'tan alıntılayalım. “Ağrı'da yaşanan bir PKK eylemi sonrası İçişleri Bakanı HDP'yi arayıp tehdit etti. Edirne'de bir Kürt sanatçı tutuklandı Beyoğlu'nda bir LGBTİ derneği (SPOD) kurşunlandı. Okmeydanı Sibel Yalçın parkı karşısında, parkı gören açıyla gizli kamera yerleştirildiği ortaya çıktı.” Bu kadar kesintisiz, kati yıldırı var edilirken o menzilde hayat mevzuubahis olunabilir mi sahiden?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Ağrı Doğubeyazıt’ta 2 kişinin öldürülmesi olayına ilişkin Buldan’ı aradığı yönündeki iddialara ilişkin Buldan, Soylu’nun dün sabah (Salı günü) kendisini aradığını teyit etti. Buldan, yaşanan bu duruma ilişkin, “Sayın Soylu direkt partimizi hedef gösteren infazın partimizle bağlantılı olduğunu ima etti. Bu konuşmayı reddediyoruz. Partimiz bu gibi olayların açığa çıkması konusunda her zaman görüş belirtmiştir. Tıpkı Suruç’ta olduğu gibi yapanlar cezalandırılmıyor, olayla alakası olmayanlar sorumlu tutuluyor. Soylu bir kez daha bu infazdan bizi sorumlu tutmaya çalıştı. Bu olay derhal açığa çıkarılmalı ve bu insanlar cezalandırılmalıdır. HDP olarak böylesi olayları asla tasvip etmediğimiz kabul etmediğimizi şiddetle kınadığımızı belirtiyoruz. Soylu ‘size haddinizi bildireceğiz, size artık yaşama hakkı yok. Sizler sorumlusunuz, nereye gidiyorsanız gidin. CHP’ye mi Avrupa’ya mı gidiyorsunuz’ gibi saçma sapan bir konuşmayla karşı karşıya kaldım.
AKP bundan sonra da bu ülkeyi böyle mi yönetecek? Böylesi bir kinle bu ülkenin üçüncü büyük partisi olan 6 milyondan fazla insanın oyunu alan bir partiyi bu tür suçlamalarla karartmalarına asla izin vermeyeceğiz. Biz legal demokratik alanda siyaset yapan, halkların kardeşliği için çaba yürüten büyük bir partiyiz. Soylu’nun bir partinin Eş Genel Başkanı’nı arayıp tehdit etmesi kabul edilemez. Herkes haddini bilecek, Soylu da haddini bilecek. Biz sıradan bir parti değiliz. Küçük bir parti değiliz, Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük bedeller ödeyen bir partiyiz. Suruç’ta insanlar hastanede boğazları kesilerek katledildi. Ama suçlular değil bizim adayımız tutuklandı. Bu ülke böyle yöneten herkes haddini bilecek, Soylu da haddini bilecek İçişleri Bakanının görevi sorumluları bulmak ve cezalandırmaktır.”
Devletlinin siyasi rakiplerini üstelik tam da üzerine basa basa, düz ovada siyaset edimini, sözü ve seslendirilen meramı alt etme gailesi, tam da seçimin ardından çıkagelen yıkımların bir başka örneği olan Ağrı’daki muamma kırımın ardından bir kez daha legal bir yapı olan HDP’yi hedef alır. Bir türlü barajın altında tutulamadığından dem vurulan partinin bir kez daha bel altı vuruşlarla, çirkeflik oyunlarıyla, suçların üstlerine atılmasıyla birlikte yenileceği söylenir. Soylu her devrin adamı, Ağar Ağabeyi gibi nice vakanın ardındaki isim olanın direktif ve yönlendirmeleri ile hareket ederken, bir suçun üstünü örtmek için elindeki hiçbir fırsatı geri bırakmamaktadır. Böylesi bir çürümenin sahnesinde hayat her ne haldedir, sahiden düşünüyor musunuz?
Devlet Bey, gazete ilanı verir. Aralarında saray soytarısı olanlar da dahil, pek çok gazetecinin isimlerini zikrederek, ilan ederek lince davet çıkartır. Çürümeyi var eden yeni ortak, daha ilk günden cerahatini ol uzlaşmaz tahakkümünü bildirir, bu mudur meşhur yeni ülke? Konya’dan seçilmiş olan MHP’li kadın vekil idam tahayyülünü diline dolarken söylediklerinden Gazeteci Hayri Tunç'un yazdıklarında bu yer, bu sahanın yaşamla ilintisi kesintisiz çürütülür. Budur bu bahisleredir meram. Bir toplumu sürekli terörize eden, gözdağı ve korkuyu aralıksız bir hiza belirleyici kılan aklın devamlılığında iktidarın da kilit partisiyiz diye çıkılan sahnede olan biten karanlığın henüz başındaki haldir. Yol nereyedir? İktidarın borazan medyasından olan ol Yeni Şafak’ın haberidir. “Türkiye’ye ‘terörist’ diyen Ahmet Şık ve TSK’yı katil ilan eden Barış Atay, CHP sayesinde HDP’den milletvekilliğine seçildi ve Meclis'e girdi. Şık ve Atay, 'Katil' dedikleri devletten 17 bin 291 TL vekillik maaşı alacak.”
Anlatılanlara kulaklarını enikonu kapatan, söylenenleri sadece “kutsal” bildikleri devlet makamına dokunduğu, onun yaptığı fecaati sorguladığı için eleştirilen insanlar “hedefe koyulur”. Bunlar mıdır yeni olan / olacak ülke! Tehditle, yıldırıyla, olanı ve hiç var olmayanları yeniden ve yeniden kurarak, ol cümlelere sığdırarak, tetikçilik yaparak, saf dışına öteleyemedikleri bir partiyi daha başlamadan yeni dönem yok etme tahayyülü gerçek kılınmak istenmektedir. Sahiden de yol yol mudur, gidişat gidişat mıdır?
“24 Haziran seçim günü gecesi bir grup, İstanbul Habibler'de ellerinde kısa ve uzun namlulu silahlarla AKP'nin seçim zaferini kutlayan bir grubun videosu paylaşılır. Silahlı kişiler cadde üzerinde kurşunlar sıktı. Grup içerisinde bulunan kadınlar da ellerindeki silahlarla çocukların yanında ateş etti.” Olağanüstü hal olduğu zikredilen bir yerde, açığa çıkartılmış silahlarla bir gözdağı değil sadece, paramiliterlerin sokakları zaptettiği bir ülkenin ilanı söz konusu edilir. O seçim garabetliğinin bir zafer olduğu zikredilirken, bir yandan içten içeriye seslendirilmiş olan Bay E adayları teker teker aradı, uyardı, kitlem sahaya çıktı. Kan gövdeyi götürmesin, iç savaş kartının açığa çıkartılmasının telaffuz edildiği iddiasının yamacında, Habibler kurtarılan bir bölge midir? Bu ülkede sokakta eylem yapma hakkı, sözünü savunma hakkı mütemadiyen örselenirken, engellenirken şu yayındaki gibi silahların konuştuğu menzil serbestiyeti her neyi bildirir?
Geleceğin belirsiz konulduğu yerde riya ve yalanlarla imal olunan döngü sadece çürümeyi var etmektedir. Bu menzilde yaşam hakkı her ne yana düşmektedir? Cerahati peyderpey hiddet ve linçle birlikte harmanlayan bir sathı mahalde cürümlerden hayata yer kalır mı? İstanbul’un Habibler Meydanı’nda seçim gecesi yaşatılan karanlık, atılan kurşunlar yapılan, yol verilen gövde gösterisi nedir, necidir? Tahakküm biçim değiştirendir. Sıradan olanın sözü çizilendir. Cerahate, muktedirin biyopolitik tahayyülüne teslim olmayan düşman bildirilendir. İyi de yol nereyedir? Maksimize edilen kötülük dehşetli hal ve meydan okuma İstanbul’da o silahlardan kurşunlar sıkılırken cisimleştirilir. Böylesi bir sığlık mıdır Yeni Türkiye? Seçim gecesi AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın siyaseten hiza bildirdiği cümleleri meydandayken ol Habibler vakası her neyin nesidir? Böylesinden bir ülke olur mu, olan her nedir?
Süleyman Soylu, Ağrı Doğubeyazıt’ta Mevlit Bengi’nin öldürülmesinden sonra HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ı arayıp partisini sorumlu tuttuğu iddiasıyla ilgili konuşur. Soylu, Bengi’nin 10 çocuğu olduğunu hatırlatarak “Kendi çocuğu kızamık olunca hasta olunca hastane hastane koşarlar. En lüks hastanelere giderler. Orada Doğu ve Güneydoğu’da HDP, PKK üzerinden milletten intikam almaktadır. Bu kadar açık ve net. Evet aradım. Söylediklerinde eksik yoktur fazla vardır. Arkadaşlarım o bölgede sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Gerekli soruşturmalar sürüyor. Çok ciddi gözaltılar var. Bu arkadaşımızın katilini bulacağız” diye yanıtlar. Çürümenin kıyısında valilik tarafından bunun bir terör saldırısı olmadığı vurgulanırken, kandan nemalanan bir siyasetçi, her devrin en pespaye ismi olmayı başaran bir zatın verdiği yara ortadayken hayat nedir, necidir?
Ağrı Valiliğinin iki cümlelik açıklamasını buraya iliştirelim. “27.06.2018 tarihinde bazı basın yayın organlarında yer alan “ Doğubayazıt’ta AK Parti’ye destek verdiği gerekçesiyle Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz Devlet Hastanesinde görev yapan temizlik personeli Feyzi Ertik, evinin bahçesinde bulunan mutfakta iple asılmış şekilde ölü bulundu.” Ölü bulunan şahsın Bölücü Terör Örgütü tarafından infaz edildiği şeklinde haberler çıkmıştır. Yapılan tüm incelemeler ve delillerin değerlendirilmesi ile otopsi raporu sonucuna göre Feyzi Ertik adlı şahsın evinde kendini asmak suretiyle intihar ettiği tespit edilmiştir. Söz konusu Şahsın Ak Parti`ye destek verdiği ve bu yüzden Bölücü Terör Örgütü tarafından infaz edildiği haberler tamamen gerçek dışıdır.”
Adaletin Bu Mu Dünya diye sual eder, Aşık Mahzuni Şerif. Almış ele arsızlığı / Baştan başa yersizliği / Bilmem neden hırsızlığı / Yapan değil bilen zalım... Formüle edilmiş cümlelerin değil doğrudan nasıl bir coğrafyada olduğumuzun beyanı karşımıza çıkartılandır bir kez daha. Hâlâ neden bahsettiğimizi sorgulamayanlar için o birkaç satır bu menzildeki derdin tasanın da görünürlüğünü bildirir, imler. Bir cerahat ülkesinin dünü şimdiye taşınırken zıvanadan çıkan menzilin neresidir yeni? Yeni sahiden de nedir?
Cerahat, kötülük, fecaat, karanlık. Yol, yordam, meram toptan çürümeye rehin kılınandır. Bu kadar ağır / açıktan çürük kokusunun ortasında hayat her ne demektir. Hayatın köşeleri kırılırken belirsiz bir döngü olarak güncellenirken bu karanlık hiç mi bir şey anlatmayandır, sorguluyor musunuz? Sadece bir güne sığdırılanlar da mı hiçbir şeye uyandırmıyor... sahiden, sahiden... sahiden...
Colemerg’in Gever ilçesi Cengiz Topel Caddesi’nde karşıdan karşıya geçmek isteyen 56 yaşındaki Halit Artık’a hızla giden zırhlı araç çarptı. Çarpmanın etkisiyle kanlar içinde yere yığılan Artık, çevredekilerin yardımıyla Yüksekova Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. CHP Parti Meclisi üyesi, 25-26. Dönem Milletvekili Eren Erdem terör örgütü üyeliği suçlamasıyla önce gözaltına alınır, ardından tutuklanır. Süleyman Soylu hızını alamadan, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’yu hedefe koyar. Ankara’da Grup Yorum’un 1 Temmuz günü düzenleyeceği konser afişlerini asan insanlar gözaltına alınır. Kaydı ortalara düşünce insanlar serbest bırakılır. Ülkenin mimli, milli kötülerinden birisi Hakan Albayrak, Etyen Mahçupyan, Akif Beki, Ali Bayramoğlu gibi yazarları tehdit eder. Öldüreceğini duyurur. Gerçek ya da sahte bir ifşanın bu sınırlarda artık gizlenmeyen yıkımın var edilmesi gayreti düşündürücüdür.
Yazıyı tekrar başa saralım: Yaralara hep yenileri ekleniyor. Yaralara yeni korkular yamanıyor. Yaralar kafi görülmediğinden cerahat güncelleniyor. Bariz ve doğrudan cerahatin yüceltildiği yerde hayat hakkı o siyaset mevzilerinin / arenalarının ötesinde sahiden yıkımlara bırakılıyor. Seçim, sandık, oy, beyan, irade denilirken “demokrasi” silme yıldırı refakatinde yoktan artık toptan silinmeye doğru evriliyor. Böylesi bir yerde hayat nedir, her necidir?
Yaralara yenilerini eklemekten kaçınmayan bir cerahat sarmalında meselemiz yüksek sesle bir kez daha iletirsek hayattır. O’nu elimizden bunca kolayca, hunharca zayi etmeye, gasp etmeye devam diyen düzene / düzenin insanlarına / mekanizmalarına karşı biz sıradanlar ne yapacağız budur bariz meselemiz, ilanen tebliğ olunur...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Aris MESSINIS – AFP – Getty Images 1 & 2
#memleket#yaşam hakkı#hayat meseli#söz hakkı#celalettin can#hdp#siyasa#özgür ülke#yıkım#tahakküm#süleyman soylu#hiçişleri#kötülük#pervin buldan#ahmet şık#barış atay#habipler#ağrı#kör karanlık#karanlık çağ#mesel#biyopolitika#düş kırımı#fikriyat#cümleler#anarşizan
0 notes
Text
78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can ve 15 kişi tutuklandı
78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can ve 15 kişi tutuklandı
İSTANBUL’da 7 Şubat günü gözaltına alınan ve tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edilen aralarında 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can’ın da bulunduğu 19 kişiden 16’sı Silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan tutuklandı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca tutuklanmaları talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can’in aralarında bulunduğu 19 kişi,…
View On WordPress
0 notes
Text
AZINLIKLAR DOSYASI /// Celalettin Can : '6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeyd i...' Öyle mi acaba Paşa ?
AZINLIKLAR DOSYASI /// Celalettin Can : ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeyd i…’ Öyle mi acaba Paşa ?
Celalettin Can : ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi…’ Öyle mi acaba Paşa ? Celalettin Can Özel Harp işi ‘muhteşem 6-7 Eylül olayları’ neydi? Emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu1, gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun kendisiyle yaptığı röportajda şunları söylüyor: – Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Özel Harp Dairesi olmasaydı, o…
View On WordPress
0 notes
Text
Sancar Dersim anmasında konuştu: Sistem değişmezse 2011’de Dersim diyen başbakan, bugün o dönemin zihniyetini hayata geçirir
Sancar Dersim anmasında konuştu: Sistem değişmezse 2011’de Dersim diyen başbakan, bugün o dönemin zihniyetini hayata geçirir
Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar, Dersim’de gerçekleştirilen Dersim Katliamı anmasına katıldı. Sancar’a, Eş Genel Başkan Yardımcımız Tülay Hatimoğulları, MYK üyemiz Celalettin Can, Alevi Masamızın Sözcüsü Turgut Öker, milletvekillerimiz Alican Önlü, Kemal Bülbül, Ali Kenanoğlu, Zeynel Özen, PM üyemiz Nesimi Aday ile il ve ilçe yöneticilerimiz eşlik etti. İl örgütümüzü ziyaret eden Sancar ve…
View On WordPress
0 notes
Text
youtube
YENİ ZİKİRLİ İLAHİ - VAR YA
Okuyan : Muhammed Ezgen
Söz ve Beste: Medine Karakuş
İlahi Sözleri
VARYA
RABBİM BEN AŞIĞIM SEN MAŞUKUM OLDUN RABBİM SEN SETTARSİN BEN AYIBIMLA KOŞTUM RABBİM SENDEN GAYRI KURTULUŞUM YOK Kİ
NAKARAT
VAR YA AŞKIN İLE NAR OLMAYA HAZIRIM VAR YA TAŞKIN OLAN SELLER GİBİ COŞARIM VAR YA BEN MEVLAMA ÇOK YAKINIM VAR YA
VAR YA ALLAH DEDİM KALBE VURDUM YA HAYY DEDİ VAR YA VAR YA MUTLULUĞU SENDE BULDUM SEN DE GÜLDÜM VAR YA VAR YA BEN İSLAM'A AŞIK OLDUM HAYRAN KALDIM VAR YA
VAR YA BEN BÜLBÜLÜM SEN GÜLÜMSÜN SÜMBÜLÜMSUN VAR YA VAR YA SEN TEK BİRSİN TEK İLAHSİN İLLALLAHSIN VAR YA SEN KAİNATA ALLAHSIN SEN RAHMANSIN VAR YA
Kanalımda ilahilerini okuduğum sanatçılardan bazıları: Sedat Uçan, Abdurrahman Önül, Mustafa Dursun, Murat Belet, Cengiz Çelikel, Eşref Ziya Terzi, Ramazan Toprak, Adem Pala, Beytullah Kuzu, Engin Titiz, Osman Gündüz, Abdulkadir Şehitoğlu, İbrahim Demir, Celaleddin, Abdurrahman Sağır, Muhammed Emin, Yunus Can, Abdüssamed Demir, Mehmet Karakuş, İsmail Önül, Yahya Soyyiğit, Adem Kesik, Mehmet Yiğit, Ahıskalı Tevfik, Ahmed Muhammed, Ahmed Sami, Mustafa Yılmaz, Ahmet Bağrıyanık, Musa Gelici, Ahmet Basak, İsmail Coşkun, Hafız Murat, Ahmet Bülent Can, Mustafa Uyar, Fatih Emre, Ahmet Feyzi, Cemal Kuru, Ahmet Hakan Karagül, Fatih Öztürk, Ahmet Karaca, Osman Yanardağ, Ahmet Taşkın, Ahmet Yolcu, Alperen, Muhammed İrmikçi, Ahmet İzci, Atilla Öniz, Ayhan Özel, Mesut Baytekin, Bahadır, Başar Dikici, Bekir Çiçek, Cavit Çakır, Harputlu Cebrail, Celalettin Şensoy, Enver Balcı, Enver Cin, Erol Şahin, Garip Bekir, Bedrettin Bektaş, Gökhan Korkmaz, Hakan Gögerçin, Hakan Moral, Halil Çıbık, Halil İbrahim Büyükoruç, Hamit Özcan, Harun Beyaz, Hasan Kılıçatan, Hidayet Doğan, İbrahim Say, İbrahim Sivasi, İsa Dönmez, İsmail Aksu, İsmail Kalaycı, Kasım Ali Eminoğlu, Kemal Erdoğan, Kemal Şimşek, İsmail Çakır, Mehmet Balkan, Hilmi İlker Kaçan, Kemal İnaler, Kudbettin Gedik, Niyazi Suna, Küçük Emre, Küçük Halil Taşkit, Yaşar Yılmaz, Mehmet Ali Arslan, Mehmet Demir, Mehmet Habib Kurum, Mehmet Can, Mehmet Salih Arslan, Mehmet Yılmaz, Mesut Yavaş, Metin Kara, Muhammed Arif Şahin, Muhittin Yurttaş, Murat Aydın, Murat Ceylan, Murat Güneş, Mustafa Açıkgöz, Mustafa Bakar, Mustafa Bodur, Mustafa Kalyoncu, Mustafa Onur, Mustafa Sekman, Mustafa Uyar, Orhan Türk, Ahmet Taşkın, Reşit Ceyhan, Salih&İbrahim Cuşan, Salih İpek, Selim Yıldız, Seyfullah Çakmak, Seyyid Veysel Ekinci, Siyami Yücel, Süleyman Yıldırım, Şeref Genç, Abdüssamed Selam, Şerif Haşimi, Tuğrulhan Şen, Ahmet Turan, Turan Turgut, Ufuk Akın, Ümit Dursun, Veysel Bilen, Yakup İba, Yalçın Akdeniz, Yasin Konevi, Yaşar Sancak, Yılmaz Kılıç, Yılmaz Sarıkaya, Yusuf Çengelci, Yusuf Keleş, Abdullah Fehmi Demir, Hakan Ertaş
Videolarıma aramalarda aşağıdaki kelimeleri yazarak kolaylıkla ulaşabilirsiniz:
Etiketler: ilahi kervanı, yeni ilahiler, sevilen ilahiler, müziksiz ilahiler, en güzel ilahiler, seçme ilahiler, karışık ilahiler, zikirli ilahiler, yürek yakan ilahiler, ağlatan ilahiler, çok dinlenen ilahiler, meşhur ilahiler, yeni çıkan ilahiler, en beğenilen ilahiler, birbirinden güzel ilahiler, ilahi listeleri, karışık seçme ilahiler, müziksiz ilahiler 2023, ilahiler 2024, 2024 ilahiler hareketli, 2023 ilahi albümleri, cuma günü ilahileri, iş yaparken dinlenecek ilahiler, ilahi albümleri, anne ilahileri, bebek ilahileri, çocuk ilahileri, defli ilahiler, çalgısız ilahiler, baba ilahileri, ilahi fon müzikleri, ilahi karaoke, ilahi zil sesleri, hareketli ilahiler, coşturan ilahiler, arapça ilahiler, müziksiz neşidler, müziksiz zikirli ilahiler, diyanet radyo ilahileri, tgrt ilahileri, kürtçe ilahiler,
#2024 ilahi sözleri#youtube#a dan z ye ilahi sanatçıları#acıklı ilahi sözleri#ilahidinle#ağlatan dini fon müzikleri#zikirliilahi#yeniilahi#zikirliilahiler#yeniilahidinle
0 notes
Photo
Aşka yanmalı, can dedigin. Ya canin olmali; yada canini almali. Yar diyemezsin ki herkese, icindeki yaran olmali... Herkesin de bir yüregi vardır amma, yürek dedigin de, bir aşka yanmalı... #Mevlana #Celalettin #Rumi https://www.instagram.com/p/B34gG8xHLw6K0ccgFs9uTlHAhdaXrBcMmuL4g40/?igshid=1mtvjq2ukyxpq
0 notes
Text
Alişer, Koçgiri-Batı Dersim ilişkisi ve Ümraniye olayı (6)
Kolaj: Independent Türkçe
Celalettin Can
1920'li yıllarda Anadolu'da olaylar, baskınlar birbirini takip ediyor, çatışmalar yaygınlaşıyordu.
Alişer 24 Temmuz 1920'de Refahiye-Kuruçay arasında cephane taşıyan askeri kafilenin önünü kesmiş, askerleri esir alarak cephaneye el koyuyor.
Alişer'in komutanı Şadili Aşiret Reisi Yusuf (Paşo) ise eylemden sonra Kuruçay'a giriyor ve 'bölgeyi kontrol altına aldığını' duyuruyor.
Refahiye'nin Belensör köyüne geçerek Paşo ile buluşan Alişer Ankara destekçilerini kastederek, "Refahiye ve civarındaki kongre taraftarları ayrılsın" duyurusunu yapıyor.
Bu bir yerde isyan duyurusuydu da…
Alişer ve komutasındakiler Refahiye ilçe merkezine saldırmak için köyden ayrılıyorlar.
Erzincan Mutasarrıfı saldırı haberi üzerine harekete geçiyor ama kendi kuvvetleri de yetersiz olduğundan o sırada Ümraniye'de bulunan Divriği Kaymakamı Alişan Bey'den yardım istiyor.
Bu başka türlü yapılan bir siyaset olmalı…
Alişan Bey, 26 Temmuz 1926'da Koçgiri aşiretinden yüz kişilik bir kuvvetle Refahiye'ye geliyor ve çatışmalara katılıyor.
Uzun süren bir çatışma sonucu Alişer ve Paşo kuvvetleri dağılınca, Alişer Dersim'e çekiliyor.
Dersim direnişe uygun bir coğrafya
Alişer, Batı Dersim (yani Çemişgezek), Hozat, Ovacık ağalarını ikna ederek bir eylem planı hazırlıyor.
Bu planın bir gereği olarak bir mektup kaleme alarak Dersim Mutasarrıfı ve Kürdistan beylerinden Kemal Sağıroğlu Halet Bey'e gönderiyor.
Mektup, "Allahın yardımıyla Hilafete bağlı kalmak üzere Kürdistan'ın muhtar idaresi 10 Ağustos 1920 tarihinde yüce makamca tasdik olunduğunda" cümlesiyle başlıyordu ki bu Sultan'ın Kürdistan'ın özerkliğini kabul ettiğini gösteriyordu.
Alişer 13 Eylül 1920'de kaleme alınan mektubun devamında Halet Bey'e 'Kürdistan'ın mutasarrıfı olmasını' teklif ediyor.
Halet Bey halife taraftarı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla da bir yakınlığı yok. Osmanlı Millet-i Mebusan'ın son döneminde Erzincan mebusu.
Ankara Büyük Millet Meclisine de katılmaması, Alişan Bey'de Kürtlere yakın olduğu düşüncesini uyandırmış olmalı ki sözü geçen teklifi yapıyor.
Ancak bütün bunlara rağmen Halet Bey, Alişer Bey'in teklifini kabul etmiyor, mektubu Mustafa Kemal'e ulaşacak şekilde Ankara'ya gönderiyor.
Bununla yetinmiyor, 'kendisine bu teklifi yapanlara karşı mücadele ettiğini, bu nedenle mağdur olduğunu, Ankara'dan kendisine yardım edilmesini' talep ediyor.
Ankara sadakati görüyor, Hâlet Bey ikinci dönemde Erzurum Milletvekili oluyor. Manidar.
Alişer'e af (mı?)
Bu arada Alişer'in de ilişkili olduğu olaylar Koçgiri'de sürüyor. Komutanı Paşo, Alişan ve Haydar Beyler ve başkaları ile olan ilişkileri de sürüyor.
Olayların büyüdüğünü ve önü alınamaz bir noktaya sürüklendiğini gören Alişan Bey, Alişer'in affıyla olayların durulacağı yönündeki düşüncesini Erzincan mutasarrıfına açıyor.
Uygun bulunuyor ve Alişan Bey, Alişer ile doğrudan konuşmak ve ikna etmek için Dersim'e geliyor.
Batı Dersim'de siyasi yoğunluk artıyor ama…
Bu arada Alişer ağırlıkla Batı Dersim'de çalışmalarını sürdürüyordu.
Ovacık ve Çemişgezek'in köylerinde Seyidan aşiretlerinden Koçan aşiret lideri Seyithan'ı, Maksudan aşiret lideri Polis Munzur'u, Pezgevran Aşiret Reisi Bıra İbrahim'i harekete katıyor.
200 kadar silahlı Dersim Kürdüyle 5 Ekim 1920'de Kemah'ın İhtik nahiyesinde askeri birliğe saldırı düzenliyor ve Koçgiri Kalkışması'nı rahatlatmak için Kemah-Kuruçay elektrik hattını kesiyor.
O sıralarda Refahiye'de çevresinde bulunan Paşo'ya talimat gönderiyor, ondan Hilafet Ordusu 'Cephe Komutanı konumuyla tez elden birkaç tabur kurmasını' istiyor.
Alişer'in önayak olduğu hareket güçleniyor. Ancak bu güçlenmenin düzeyini aşan şekilde hazırlanan raporların abartılı olması Kemah Kaymakamı'nı tedirginlikten öte korkuya sürüklüyor, denebilir ki bölgedeki bütün devlet bürokratlarında tedirginlik ve korku tavan yapıyordu.
Abartılı istihbaratlar başka yanlışlarla birleşiyor, bu durum bölge halkının felaketini de hazırlıyordu.
Erzincan Mutasarrıfı gibi bölgeyi bilen idareciler olayların önünü almak için çaba gösteriyorlardı.
Ankara'ya durumu aktarılan Alişir 24 Kasım 1920'de af ediliyor.
1920 sonlarında ise Dersim sakin... Af edilen Alişir'in teslim olmasını bekleyen Alişan Bey bu vesileyle Dersim'de kalıyor.
Aile boyu kırım tecrübesi
Ümraniye olayları Mustafa Kemal'i fazlasıyla tedirgin ediyor ve gelecek için tehlikeli buluyor.
Bu olayları Rumların Doğu Karadeniz'de Pontus devleti kurma ihtimali, Osmanlı İstanbul hükümetinin Sevr Antlaşması'nı imzalaması, Yunanlıların işgali ile bir bütünlük içinde ele aldığından tablo hiç de hoş görünmüyor.
Bu arada askerden firarlar, köy soygunlar devam ediyor, Anadolu'nun iç kısımlarına gidildikçe can ve mal güvenliği sorunları da devam ediyor.
Bölgeyi iyi tanıyan Mustafa Kemal, mal ve can güvenliğini sağlamak için sonradan Merkez Ordusu olarak nitelenecek olan ordunun kurulması talimatı veriyor.
9 Aralık 1920'de kurulan yeni ordunun komutanlığına da (Sakallı) Nurettin Paşa getiriliyor.
Nurettin Paşa ve Mustafa Kemal / Fotoğraf: Wikipedia
Nurettin Paşa, II. Meşrutiyet döneminde Dersim tenkilini yapan Müşir İbrahim Paşa'nın oğlu, 1937-38'de Dersim Katliamı'nı yapan Merkez Ordusu Kurmay Başkanı Hüsnü Abdullah Alpdoğan'ın kayınbabası idi.
Hüsnü Abdullah Alpdoğan kayınbabası Nurettin Paşa'nın komutasında 1921 Koçgiri Kırımı'nda kazandığı tecrübeleri Dersim'de kullanacaktı.
Alişer özel aftan vazgeçiyor
İki başlı yönetimden kaynaklanan idare dağınıklığı sürüyordu.
Aşiret kollarının ve asker firarilerin yaptığı talanlar, soygunların yanı sıra siyasi eylemler ve baskınlar toplumsal kargaşayı ve güvensizliği derinleştiriyordu.
Ankara Hükümeti karşıtı ayaklanmalar, Merkez Ordu'nun kuruluşu, özellikle Kuruçay Kaymakamı'nın gayrimüslim ve Alevi Kürt nüfusunu sayısal olarak tespit girişimi vb. gerginlik noktalarıyla birleşince, Alişir özel affı reddediyor, teslim olmaktan vazgeçiyor.
Batı Dersim ve Koçgiri'ye dönük faaliyetleri yoğunluk kazanıyor…
Ümraniye Olayı
Kürt Alevilerin de Ermeniler gibi tehcir, sürgün ve katliama uğrayacağı söylentisi halkı endişeye sürüklüyordu.
Bu söylentilerin zirve yaptığı günlerde Sivas'tan Koçgiri'ye gönderilen otuz kişilik bir jandarma müfrezesi halkı daha bir ürkütecekti.
Halkın örgütlü kesimlerinden bir grup bu kaygıyla Zalim Çavuş'la ilişki kuruyor ve 11 Ocak 1921'de Karacaviren Nahiyesi Kapukaya köyüne kadar gelmiş olan müfrezeye saldırıyor.
Saldırıda bir asker ölüyor, on dört asker silahlarıyla birlikte teslim alınıyor. Ama silahlarına el konulan askerler serbest bırakılıyor.
Kapukaya Olayı gerekçesiyle 18 Ocak 1921'de Sivas Valisi Binbaşı Halis komutasında Süvari Alayı'nı bölgeye sevk ediyor.
Hemen belirtelim ki bu alay kendi yetki ve görev sahasında Sıkıyönetim Kumandanı yetkisine sahipti ve Merkez Ordusu Kumandanının bölgedeki temsilcisiydi.
Ümraniye Nahiye olarak Zara'ya bağlıydı.
Zara Kaymakamı 6. Alay'ı köylere göndermektense failleri yakalayıp teslim etmeleri için emir veriyor. Köylüler bunu yapamazlardı.
Bu arada Zalim Çavuş Kaymakam'a af karşılığında teslim olmak istediğine dair haber gönderiyor ama ciddiye alınmıyor.
Kış şartları nedeniyle de olsa 6. Alay'ın uzun süredir Zara 'da kalmasından halk kaygılanıyor.
6. Alay Komutanı Binbaşı Halis sık sık cebinden çıkardığı kâğıdın "emir olduğunu" söyleyerek "Sizin fermanımız benim elimde! Ermeniler gibi imha ederim!" sözleriyle halkı korkutuyor.
Doğal olarak tehcir, sürgün, katliam şayiaları yayılıyor.
Binbaşı Halis, Zara Kaymakamı Şakir Bey ile birlikte Ümraniye'ye gidiyor. Orada da Kürtleri aşağılayan, katliam laflarını sürdürüyor.
Bu arada firarilerin bir kısmı Ümraniye'de yakalanıp tutuklanıyor. Yakalananlar Zara'ya sevk edilirken yolda kafilenin önü kesiliyor, tutuklular kurtarılıyor, kısa süreli bir çatışma oluyor ama belli ki karşılıklı ölü, yaralı olmamasına dikkat ediliyor.
Koçgiri halkının tedirginliği artıyor… 6. Alay'ın Ümraniye'ye gelişi, Binbaşı Halis'in tehditleri hayra alamet değil, halk kaygılı, korkuyor…
Binbaşı Halis'in Zara'ya dönmesini talep ediyor.
Meselenin çözülmesi için aşiret ileri gelenleri bir meclis oluşturuyor. Binbaşı Halis ve Kaymakam Şakir Bey görüşmeye davet ediliyor.
Kaymakam Şakir Bey olumlu yaklaşmasına rağmen Binbaşı Halis sert tutumundan vazgeçmiyor. Halkın temsilcilerini muhatap almıyor. Halka karşı tehditkâr ve aşağılayıcı tutumunu sürdürüyor.
Uzlaşma olmayınca halk bu kez onun anlayabileceği dilden konuşmaya yöneliyor.
Halk, 5 Mart 1921 günü Kaymakam Şakir Bey'e ve Binbaşı Halis'e haber gönderiyor; 6. Alay'ın Ümraniye'den ayrılmasını, aksi takdirde Ümraniye'ye saldıracağını bildiriyor. Bu ciddiye alınmıyor, küçümseniyor.
Binbaşı Halis, Ümraniye Koçgiri Aşiret reisi Haydar Bey'in konağında, Kaymakam Şakir Bey ve bir kısım Dersimli misafir önünde, akşam keyif esnasında cebinden bir kâğıt çıkarıyor; "İşte sizin ferman-ı idamınız; sizi Ermenilere benzettirip ve sizi tamamıyla idam ederim. İstemezsem size bir şey olmaz" diyor ve bu bardağı taşıran son damla oluyor…
Bu tehditten son derece rahatsız olan Haydar Bey, nahiyeden ayrılarak köyü Boğazviran'a çekiliyor.
Bunu duyan Kürtler galeyana geliyor. Çelişki daha bir genelleşiyor…
Çok muhtemel Haydar Bey'den bir şekilde işaret bekleyen halk 5 Mart gecesini 6 Mart'a bağlayan gece Nahiyenin etrafını sarıyor, 6 Mart sabahı da Ümraniye'ye giriyor.
Binbaşı Halis ve Ankara yanlısı iki kişinin yanı sıra, Kürtlerden ve askerlerden bir kişi ölüyor. Kaymakam Şakir Bey ve 6. Alay'ın tüm askerleri esir alınıyor. Kontrolsüz gruplar var dolayısıyla yağma ve tahripkâr davranışlar da oluyor.
Koçgiri Tahkik Raporu Taslağında ve resmî belgelerde, Ümraniye baskınında askerin çatışmada cephanesinin bittiği, çok sayıda yaralı yanı sıra, Alay emir subayı Teğmen Rasim, Alay kâtibi Rahmi, Teğmen Mahmut ve Nedim, 1. Bölük komutanı Ömer Lütfü, 2 Bölük Komutanı Takım Komutanı Asteğmen Necati, Zara Kaymakamı Şakir ve doksan Er'in esir alındığı, 2 makinalı tüfek,235 tüfek, 135 hayvan ve çok sayıda askeri mühimmatın gasp edildiği yazıyor.
Ayrıca Koçgiri Aşireti'nden Haydar Bey'in kuvvetle muhtemel çatışmayı tepeden idare ettiği de yazıyor…
Tahkik raporları ve gerçek
Ancak Koçgiri Tahkik Heyeti Raporu Taslağı'nda Ümraniye Baskını'na yol açan gelişmeler, baskının öncesi ve nedenlerine ilişkin bilgiler yetersiz kalıyor.
Koçgiri Tahkik Heyeti Raporu Taslağı ve diğer resmi yazışmalarda değinilmeyen ayrıntılar, TBMM Gizli Celselerinde Erzincan Mebusu Emin Bey ve eski Erzincan müftüsü Osman Fevzi Efendi'nin konuşmalarında ortaya çıkıyor.
Onların tanık olarak aktardığı bilgilerle hadisenin ciddiyetini kavrayan TBMM, Tahkik Komisyonu oluşturmaya karar veriyor.
Ümraniye Baskını, yönetimin halkta yarattığı tedirdinliğin, endişenin, onur kırıcılığın yarattığı birikimin patlamaya dönüşmesi olduğu anlaşılıyor.
Baskıncıların tümünün Koçgiri Kürt Alevi aşireti mensupları olmasının sonuçları da olacaktı…
Devam edecek...
1. Mustafa Balcıoğlu, İki İsyan Bir Paşa, Ebabil Yayınevi,2007-İstanbul 2. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Dilan Yayınevi, 1992, Diyarbakır 3. Koçgiri Tahkik Heyeti Rapor Taslağı 4. İstiklal Harbinde Ayaklanmalar 1919-1921, TBMM Arşivi, Genelkurmay, 1974, Ankara 5. TBMM Gizli Oturum Zabıtları, Cilt 2. 1921, Ankara 6. Mahmut Akyürekli, Koçgiri Kırımı, 1920-1921, Tarih Kulübü Yayınları,2016, İstanbul
https://www.indyturk.com/node/447621/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/ali%C5%9Fer-ko%C3%A7giri-bat%C4%B1-dersim-ili%C5%9Fkisi-ve-%C3%BCmraniye-olay%C4%B1-6
1 note
·
View note
Photo
NENEMİN MASALLARI’NDAKİ TARİHSEL GERÇEKLER
Mehmet Akkaya
Pek çok yazar, sanatçı ve politik aktivist gibi Serdar Can da estetiği yalında kurmaya özen gösterenlerden oldu. O da sanatın ve teorinin simge yığınlarında boğulmasına, aynı zamanda karmaşık kalıplarla anlaşılmaz hale getirilmesine karşıydı. Hayatın gerçekleri ile sanatın gerçekleri arasındaki diyalektik bağın da farkındaydı. Bu farkındalık, sevgili Serdar Can’ı halk kaynaklarına yöneltmişti. Serdar Can açısından çok ünlü bilim ve düşün adamları, doçentler ve profesörler kuşkusuz ki önemliydi. Bu kesimin bilgileri, bulgu ve belgeleri de bir o kadar değerliydi. Can için aslında daha da önemlisi halk kaynağıydı. Onun estetik düşüncesinde, bu kaynakları görmek kolaydır. Eserine seçmiş olduğu içerikler ve Nenemin Masaları ve Üç Bin Yılın Destanı biçiminde isimlendirmeler yapmış olması da bunu kanıtlamaktadır. Serdar Can için, nenelerin anlattığı hikayelerdeki hakikatler, “belgeyle” konuşan pek çok “uzman”ın söylediklerinden ve yazdıklarından daha değerlidir.
Kendisiyle bir panel ortamında tanıştık. Bakışıyla, duruşuyla adeta konu ettiği masalları anlatan neneleri andırıyordu. Görmüş geçirmiş bir hali vardı. İçten ve samimi olduğuna, temas ettiği herkese güven vereceğine kuşku yoktu. Siyasi faaliyetlerde bulunduğunu, zindan görmüş birisi olduğunu da bu süreçte öğrendim. Sosyal medyada yumruklu fotoğraflarını gördüğümde de, yumruğu sıkış tarzı üzerinde düşünmedim değil. Gerçekte de pek çok sıkılı yumruk içinden hemen ayırt edilebilecek denli farklıydı. İnsanın anlındaki, yüzündeki, gözündeki ifadeyle örtüşen sıkılı yumruk görmek kolay değildir. Çoğu sıkılı yumruğa bakıldığında, yumruğun farklı bir ruh halini yansıttığını; kaşın, gözün ve yüzün ise yumrukla örtüşmeyen bir ruhsallığı işaret ettiğini hissedersiniz. Sizleri bilemiyorum ama ben Serdar Can’ın yumruk sıkışını yalnızca Yılmaz Güney’in yumruk sıkmasına benzetmişimdir. Bu yüzden yumruğun nasıl sıkılması gerektiğini merak edenler Serdar ile Yılmaz’ın ellerine ve hallerine bakmalıdır.
Serdar Can, yaşasaydı görmek istediğim kişilerden birisiydi, bu yüzden de onu kaybetmiş olduğumuz için üzgün olduğumu belirtmeliyim. Kısa süre içinde eşi Zehra’yı da (Zöhre) tanımıştım. Mitoslaştırmak da istemem ama; gizemli bir çift gibi göründüler bana. Birliktelikleri de dikkat çekiciydi, biçimsel olarak çok ayrılardı; ama özde bir olmuşlardı, soyadlarındaki gibi bir Can’a dönüşmüşlerdi. Şimdi o Can’dan bir parça kopuk gitmiş oluyor. Sosyal medyadaki mesaj, paylaşım ve haberlerin yoğunluğuna bakılırsa Serdar Can, yalnız Zehra’nın değil pek çok dost, arkadaş ve yoldaşın da canından parçalar götürmüştü. Sevgili Serdar Can’a, onun anılarını, düşüncelerini yaşatma sözü vermekten başka bir şey gelmez elden, ona yakınlık duyan herkesin başı sağ olsun…
Konuyla ilgili sosyal medyada çok sayıda paylaşım oldu, bir kısmını burada yinelemek istiyorum…
Umut Torto Abaci
Serdar'ım, sen yaşadığımız müddetçe bizimle berabersin. Seni ve örnek yaşamını yüreğimizde yaşatacağız; daha ilk günkü 18 lik Serdar'ımız olarak bizlerle beraber olacaksın. Seni çok özleyeceğiz. Sevgili yoldaşım Zöhre Çakmak, böylesi durumlarda bir şeyler söylemek çok zor. Yarım asırdır yaşamı-hayatı paylaştığın, çocuklarının babası, can yoldaşın Serdar'dan ayrı kalmak sizler için de çok zor. Alışamadık değil mi can yoldaşım Zöhre. O kadar can yoldaşımızı kaybettik ki, yine de alışamadık, alışmamız da mümkün değil. Ama sen koskoca yürekli ve direngen bir insansın, metanetli olacağına hiç kuşkumuz yok. Acın acımızdır yoldaşım.
Hüseyin Avni Dedekargınoğlu
ÇOK ACI BİR KAYIP Çok değerli yoldaşımız, benim can dostum, kardeşim, bilge insan SERDAR CAN dün gece geçirdiği ani bir kalp krizi sonrası çok erken bir yaşta aramızdan ayrılmıştır. Üzüntüm çok büyük. Başta değerli eşi yoldaşımız Zöhre Çakmak, yavruları, ailesi olmak üzere hepimizin başı sağolsun. Yıldızlar yoldaşı olsun, ışıklar içinde uyusun.
M. Hanifi Güleryüzlü
Şimdi zamanımıydı be kardeşim! Hayatın o bütün badirelerine direndin de,kıytırık bir krize mi yenik düştün..Çok erken oldu be dostum..Daha yapılacak çok şey,yazılacak çok şiir vardı.Bu hayatta.
Özgür gelecek
Yaşamı boyunca devrim ve komünizm davasına olan inancıyla gerçeklere sarılmış, Amed zindanlarında örgütlü olduğu hareketin direniş destanını sürdürmüş Partizan geleneğinin emektarlarından Serdar Can’ı dün kaybettik.
Celalettin Can
Kıymetli 78'liler, dostlar, Kıymetlimiz, dostumuz, yoldaşımız, Diyarbakır vahşet cezaevinin direnişçilerinden Serdar Can'ı kaybettik. Bir dalımız kırıldı... Çok üzgünüz, yastayız, acımız büyük... En son Esenyurt Makina Mühendisleri Odası toplantı salonunda, 78'liler Girişimi'nin düzenlediği 18 Mayıs(2017) anmasında beraberdik. Diyarbakır'la ilgili ne kadar da etkili, içeriden konuşuyordu.
Kızılanka Asi
Diyarbakır zindanlarının diz çökmeyen isimlerindendi. Bu sabah şiir mateme büründü, Omzuma yaslandı. Daha çok erkendi dedi, Yutkunamadım. Genzimde inceden bir sızı. Nelere göğüs germişti bu koca insan. Zamanı mıydı, Yeni başlamıştı, şiirin politik analizini yaptığımız. Abican uslubla bana açıkladıkları. Hadi bizi geçtik,Kalemi küsmez miydi? Ya Zöhre'miz? Sol yumruğun indi mi şimdi? Ah be Serdar abim ah...Bu kuşatılmışlığın içinde aileden birini kaybetmek çok çok acı... Serdar Can abim hiç yakıştıramadım... Hepimize bir baş sağlığı bıraktın. Oysaki eski yoldaşlardan birinin cenazesinde tanışmıştık, yüzündeki Serdar Can ifadesiylen...
Kasım Koç
Mazlum Filistin halkı seni unutmayacak elbette. Enternasyonal geleneğin pratik örneklerini sergileyen Serdar, Ortadoğu da İsrail Siyonizm’e karşı Filistin devrimi için Filistin halkın yanında, safında fiili olarak yer aldı. Siyasal görev ve sorumluklarını yerine getirmek için yürüttüğü çalışmaları sırasında Suriye de El Muhabarat istihbarat teşkilatına tutsak düşer. Serdar, diktatör Hafız Esad zulmünü de gören ve yaşayan ama boyun eğmeyen bir enternasyonal ruhla görev ve sorumluklarını yerine getirmesini bilen ve başaran bir devrimciydi.
4 notes
·
View notes
Text
50th Issue of The Wise is Out Now!
50th Issue of "The Wise" is out now on Amazon Kindle. You can subscribe and read "The Wise" from the link below. https://www.amazon.com/The-Wise/dp/B004YCQ9VE Here are some topics from this issue: Gulbeng: The Opening - Celalettin Berberoglu Come, Come, Whoever You Are... - Hasan Sonsuz If... - Ferhan Saral Who Are You Really? - Hasan Sonsuz What Kind of a Lover Are You? - Seda Vardı The Inner-Chest - Münire Mine Arslan Be What You Say - Yunus Emre Berk Half Moon - Meryem Fatma Suna Gods and Goddesses in Turkish Mythology - Tunç Pekmen The Energy of Colors - Sinem Oktay Through Suffering or Joy - Pınar Akpınar Labor of Love - Güldehan Aysan I Present My Hand to You, God - Ebru Alpaşar Anatolia: A Legendary Journey - İpek Apaydın Anchored in Anatolia - Özge Özdemir Mardin: A City of Peace and Brotherhood - İdil Göksel and many more articles from "The Wise" authors and poems from Anatolian Sufi's... Read the full article
0 notes
Text
Yarın Artık Şimdi Yok Ediliyor, Mahvediliyor....
Düpedüz, yalın ve hiç kesintisiz bir mahvın siyasa sahnesinden hayatın ortasına, terk-i diyar edildiği bir güncellikteyiz. Önümüz, ardımız, sağımız ve solumuz bu çürütme istencine ortak olan, bundan pay kapmaya çalışanların vahametlerine rehin olduğu bir yerdeyiz, sahiden de şimdideyiz o haldeyiz. Şu anın ortasında yapılan, var edilen ve güncellenen her edim ve her eylem hayatın mahvını burada sabitlemek adınadır bu bahis belirgin bir halde, bunca açıktır.
Yinelene gelen biyopolitik ahkam ve eylem şablonu tüm ol hayatımızın kuşatılması hamlesini beraberinde getirmektedir. On altı yıllık iktidarda, melanet, fecaat, kötülük üçlüsü, tüm sözlük anlamlarıyla bir eylem planının ta kendisi kılınandır. Bu kadar açık / bir o kadar yalın kılınan zulmederek bir hayat inşasına çabadır artık. Zulmün bağında bir yaşam var edilebilir sanrısı yinelene gelmektedir, çürü(t)mek kesintisizdir oysa. Düpedüz, kesin, yalın bir mahvın siyasa sahasından hayatın ortasına terk edilmesi her gün biteviye cürümlerle sağlama alınmaktadır.
Yıkımın cüreti ise anlık olarak değişkend. Dıştan içe en içten o öteye şimdi ve şu andan yarına ulaştırılmaya çalışılan bu mahvın döngüsüdür. Devlet mekanizmasının hayatın üstünde bir giyotinin varlığının tescillediği menzildir onu var edenlerdir aslen mesele. Suça yeni suçlar eklenen, kötülüğü sıradan bir mesel olarak görenlerin ettiğidir mesele. Ezeriz, geçeriz, kırarız, dökeriz, süründürürüz, çürütürüz ve daha nicesiyle “yaşam yağmalanır” bu bahistedir mesele. Toptan çürütmenin imal edildiği bunun icraat diye sunulduğu yer yeni midir?
Düpedüz yalın ve kesintisiz bir mahvın simyası erk elinden biçimlendirilenlerle yorumdan eyleme dönüştürülenlerle ülkeden çukura varma gayretiyle biçimlendirilendir. Çürütüp eksiltmek tezgahta işlenendir. Yalın bir biçimde hayatın mahvı öncelenendir. Erk, muktedir, iktidar tüm öğeleriyle / elemanlarıyla onca gücüyle bunu sağlama alma gayretindedir. Ne yana bakarsak her nasıl dillendirirsek çürüten yer artık bir hakikat meselidir. Bay E’den, Bay Yıldırım’a, Bay Devlet’ten, Bay Kılıçdaroğlu’ya kadar iç içe dip dibe yıkımın yolu güncellene durulandır peki yol nereyedir? Kesif koku yaygınlaştırılırken hal midir gidilen istikamet bir yol mudur acaba?
Mahvın siyaset çeperinden hayatın, sıradan olanın güncesine taşınması bütün bu döngü ile bir hışım nasıl bir yön tahayyülü ile hakikat kılınmaya çalışıldığı bu raddede düşündürücüdür. Bir istikamet değil şimdinin dahilinde hayatın naçar kılınması söz konusu edilendir. Onca açıktan, patavatsızca savunulan, zikredilen ve yeniden imal edilen şablonlarla bu yaşam iş bu sahnenin orta yeri olan çukurda alenen perişan edilmektedir. Cerahat artık hedef alma cümleleri kurulur kurulmaz bir hızla bina olunandır. Gözaltılar cumhuriyeti, tehditler ülkesi ve sonsuz bir kırım döngüsü artık anlık olarak var edilendir. Budur bunca açıktır mahvın sembolik değil doğrudan yaygınlığı bir kez daha barizdir.
Siyasa sahnesinden biçimlendirilenlerin hayatın yansısındaki karşılığı günden güne artan bir çürümedir artık. Otobüste yolculuk yapan insanı ispiyonlamak, Kürdçe konuşup, ıslıkla polise mukavemet göstermek garabetliği, barış demekle terör örgütü propagandasına girişmek, işgale son deyince uluorta terör yardakçısı ilan edilmekten ve daha nicesinden suç icat edilen yerde hayattır işte mahvedilen. Cürümler sahnesi budur. Bir canlı ameliyat sahası ki her yanı yara bere içerisindeyken vurulan neşterler daha kalıcı yıkımları tek ve yegane sonuç kılar. Bu kadar açıktır hayatın mahvedilmesi meseli. Bugün bir ülkede değil bir çukurdayız.
“ETHA’nın haberine göre Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ve Sosyalist Kadın Meclisleri’nden (SKM) merkez yürütme kurulu (MYK) üyesi Hatice Deniz Aktaş, 18 Şubat günü Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitmek için otobüse biner. Hatice Deniz Aktaş daha sonra WhatsApp’ta yazışmaya başladı. Bir yolcu, Aktaş’ın mesajlarını görüp polisi aradı. Yolcu, “Devrim der diye grup kurmuşlar” dediği polise güzergah hakkında bilgi de verdi. Polis, Pendik’te otobüsü durdurarak Aktaş’ı gözaltına aldı. Aktaş, Pazartesi günü çıkarıldığı mahkemece ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla tutuklandı. Aktaş’ın avukatları, hakimlik sorgusuna girmeden önce tutuklama kararının hazır olduğunu gördüklerini öne sürdü.”
Mezopotamya Haber Ajansından aktaralım: “Kürt bilgesi Musa Anter’in 1943 yılında İstanbul’daki Dicle Talebe Yurdu Müdürlüğü yaptığı sırada kendisini karakola çağıran siyasi şubede görevli polislerden, Kürtçe ıslık çaldığı gerekçesiyle tekme tokat dövülerek ağır hakaretlere maruz kaldığı hikayeyi bilmeyen yoktur. Apê Musa, otobiyografisi “Hatıralarım” kitabında yaşadığı olayı şöyle anlatır: “Sebebini sordum. Komiser ‘Ulan hain oğlu hain. Kusurunu bilmiyor musun?’, ‘Yok’ dedim. Komiser ‘Radyonuz yok mudur?’, ‘Var’ dedim. ‘Peki, pikabınız yok mu?’ o da var dedim. ‘Peki, it oğlu it, bu kadar güzel Türkçe plak varken ne bok yemeye yurtta Kürtçe ıslık çalıyorsunuz?' İşte biz buradan geliyoruz aziz Türk ve Kürt gençleri.”
Anter’in 75 yıl önce yaşadığı ve dinleyenlerin tebessüm ettiği bu trajik hikayenin neredeyse aynısı Diyarbakır’da yaşandı. Dicle Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler 20 Mart 2017 tarihinde üniversite kampüsü içerisinde “Çerxa Şoreşê” marşını ıslık ile çaldıkları için gözaltına alınarak darp edildi. Daha sonra haklarında 8 yıldan 27.5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Polisin olay anına ilişkin çektiği ve dava dosyasına giren görüntüler, Kürtçe ıslık çaldıkları için darp edilerek gözaltına alınan ve haklarında dava açılan öğrencilerin olay anında neler yaşadığını net biçimde ortaya koydu.
Birinci görüntü, polis bir ağacın altında Kürtçe ıslık çalan öğrencinin yanına sade bir vatandaş gibi gelerek, ne çaldığını anlamaya çalışıyor. Bundan rahatsız olan öğrenci oradan uzaklaşıyor. Polis kamerasına yansıyan diğer görüntüde ise Dicle Üniversite Hukuk Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi Suat Mustafa Şenci Kürtçe ıslık çalarak fakültenin bahçesinde gezdiği görülüyor. Kürtçe ıslık çalan Şenci, tam döndüğü sırada elinde telsiz alan bir sivil polis yanına gelerek ona sert bir şekilde bir şeyler söyledikten sonra kolundan tutuyor. Buna tepki gösteren Şenci ise kollarını polisten kurtarmaya çalıştığı sırada polis elleriyle iterek, çevredeki polislere “Al al. Alın şunu” diyerek gözaltına alınması talimatını veriyor. Şenci, polise “Ne yapıyorsun” dediği sırada etrafını saran polisler, yakasından tutup ellerini sallayarak onu tehdit ediyor.”
Darp edilen üniversite öğrencileri Hüseyin Kaya ve Suat Mustafa Şenci ile olaya tepki gösteren 15 üniversite öğrencisi aynı şekilde darp edilerek gözaltına alınır. Gözaltına alınan öğrenciler 3 gün sonra serbest bırakılır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Kürtçe ıslık çalan 2 öğrenci ve polis müdahalesine tepki gösteren 10 öğrenci hakkında yürüttüğü soruşturmayı tamamlayarak iddianame hazırlar. Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, “örgüt propagandası yapmak”, “Silahlı örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek”, “Görevi yaptırmamak için direnme” ve “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanuna muhalefet” etmek ile suçlanan 12 öğrencinin 8 yıldan 27.5 yıla kadar hapis ile cezalandırılmaları ister.
İddianamede, 8 polis şikâyetçi olarak yer alırken, 5 öğrenci hakkında ise takipsizlik kararı verilir. Davanın ilk celsesi Haziran ayında başlayacaktır. Düpedüz, yalın ve hiç kesintisiz bir mahvın siyasa sahnesinden hayatın ortasına alenen terk-i diyar edildiği bir güncellikteyiz. Mahvın siyaset çeperinden sıradan olanın hayatına taşırılması, demirbaş ilan edilmesi hali ve peyderpey ilan olunan cürüm iklimini bildirir. Görünenler ve yaşatılanlar tüm ol rastantısal kendiliğinden var edilen meseller değildir olduğu gibi bir çürümenin yol haritası var edilmekte bunun devamlılığı için çalışılmaktadır.
Akla seza her ne varsa onun olur ilanına çalışılan, yıkımın tüm o yok etme istencinin daimi fişleme ve fiştekleme birlikteliğinde çürük bir ülke imal olunur, budur bariz mesele. Dönüp dolaşılıp kesintisiz kılınmak istenen ve her gün tanımı güncellenen mahvetme döngüsü hayatın üstüne gölge gibi çöken devletli suç üstü yakalanır. Her yanda o tahakkümün biçimleri var edilendir. Her gün bir kez daha kural, kaide yıkan deneyle hayat çalınır.
Gözaltı ve yıldırı, baskı ve ifşa, fişleme ve yoklamalar ile hınçla ve linç ve nefretle bu mahvetme halinin şablonu biçimlendirilir. Burasına yeni ülke denilmektedir neresi yenidir? Karar hükmünde kararnamelerden, AKP-MHP mutabakat yasası diye anılan gel gelelim seçim var etmeden kazandırma çabasına, ortak ideyi, müşterek bahisleri yerle yeksan etme çabasında mahvın yolu açılır.
“Antalya’da 13 Şubat günü ev baskınları sonucunda gözaltına alınan Halkevleri MYK üyesi Kutay Meriç, Antalya Halkevi üyesi Yusuf Tüm, DİSK/Gıda-İş Antalya Şube yöneticisi Mustafa Aykara ve Erzincan Üniversitesindeki görevinden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Serdar Başçetin’in emniyet ifadeleri tamamlanmış ancak savcı gözaltı süresini 7 gün daha uzatmıştı. Sendika.Org'un aktardığına göre dört isim, gözaltı sürelerinin uzatılmasından sadece bir gün sonra adliyeye getirildi. Savcılık ifadeleri tamamlanan dört kişi, tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edildi. Öğle arasından sonra mahkemeye çıkarılan dört kişiden Kutay Meriç ve Serdar Başçetin tutuklanır.
78’liler Girişimi Sözcüsü olan Celalettin Can’da beraberindeki on dört insanla birlikte tutsak edilir. HDP 3. Kongresi öncesinde gözaltına alınan, Can’ın da aralarında bulunduğu 19 kişi tutuklanmaları talebiyle mahkemeye sevk edilir. Şüphelilerden ikisi savcılık sorgusundan sonra serbest bırakılırken dokuz kişinin adli kontrol şartı ile serbest bırakılması talep edilir. Mahkeme, Celalettin Can’la birlikte Mehmet Şamil Altan (HDP İstanbul İl), Filiz Yılmaz, Gonca Yangöz, Abdulselam Yolcu, Taylan Talaş, Hasan Hüseyin Gencer, Bedia Aydemir, Metin İlan, Suphi Yıldız, Atilla Sayır, Erhan Sarıkaya, Taylan Ürün, Vahit Dalgıç, Can Memiş ve Gülsen Biter’i tutuklar.
78’liler Girişimi bir basın açıklaması gerçekleştirir. “Celalettin Can, 7 Şubat 2018 gece yarısı evi basılarak gözaltına alınmıştır! “Tanığı olduğumuz 12 Eylül 1980 darbesinde, yaşamının 20 yılını, bu devletin cezaevlerinde, ağır koşullarda geçiren ve Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'nde yaşanan vahşetin de tanığı olan, oradaki işkenceleri ortaya çıkarmak için uzun mücadeleler veren, Kürt sorununun çözümü ve iç barışın sağlanmasını var gücüyle savunan Celalettin Can, en zor süreçlerde, gerçek bir demokrasi için ve insan haklarının korunmasında ısrarla, vazgeçmeden barışı savundu. Özgürlüklerin yanında oldu.”
“Celalettin Can, hiçbir somut suç isnadı olmaksızın gözaltına alınmış ve ayrıca gözaltına ek süre istenerek gözaltı süresi tekrar uzatılmıştır. “Susturma politikalarını kabul edilebilir bulmuyoruz" "Bir kez daha, Celalettin Can ve tüm muhaliflere yönelik baskı ve susturma politikalarını yaşam hakkına yönelik tehdit oluşturan yaklaşımları kabul edilir bulmuyoruz.” Hayatın mahvedilmesi gayreti bir mübalağa ya da salt Akp Devletli üstünden şekli ve şemaili tanımlanan bir mesele değildir. Bugün yaşadığımız bu topraklarda ciddi ciddi bir insanlık sorunu düzenin a’dan z’ye tüm partilerinin birlikteliğinde eylenen bir gayrettir. Üretilen her yeni şiddet hamlesi, yaratılan her parametre biraz daha o insanlık meselini bir hiç kılma istencidir. Bariz, doğrudan, yıkım icrasına düşülendir.
Yazılarında Olağanüstü Hal ile birlikte yoğunlaşan hak ihlallerine dikkat çeken Mazlum-Der kurucularından Artı Gerçek yazarı Ömer Faruk Gergerlioğlu, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde sosyal medyada paylaştığı bir mesajında, “Çocuklarımızın tabutu yan yana duracağına, dirileri yan yana dursun, eşitçe, kardeşçe ve omuz omuza” dediği için 2.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hakkındaki tutuklama kararını yazılı bir açıklama yaparak duyuran Gergerlioğlu, mahkemenin ‘örgüt propagandası’ suçlamasıyla ilgili, “Hukukun rafa kaldırıldığı bu dönemde hakkımda verilen bu çok haksız kararı kabul etmiyor ve kamuoyunun vicdanına bırakıyorum” dedi.”
“Gazeteci ve yazar Nurcan Baysal’ın Cizre'de sokağa çıkma yasağında polislerin kullandığı evlerin durumuna ilişkin kaleme aldığı yazısı üzerine açılan davanın karar duruşması bugün görüldü. Baysal'a yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası verildi. Ceza 5 yıl denetim süresiyle ertelendi. O dönemki görevlilerin çoğu FETÖ’den gözaltına alındığını ifade eden Baysal mahkemede gazetecilik faaliyetlerini savunarak, “İnsanlık dışı tanık olduğum şeyleri haberleştirdim. Ben bu suça konu apartmana bizzat yanımda Mazlum-DER ve İnsan Hakları Vakfı’ndan bir heyetle gittim. Gördüğüm hususları yazımda kaleme aldım. O dönemki görevlilerin çoğu FETÖ’den gözaltına alındı. Suçlarının araştırılması amacıyla yazıyı kaleme aldım. Yazıyı anayasal hakkım ve kişilerin haber alma hakkı çerçevesinde kaleme aldım” dedi. Kararını açıklayan mahkeme heyeti Baysal hakkında ‘emniyet teşkilatını alenen aşağılama’ gerekçesiyle 1 yıl hapis cezasına hükmetti. Mahkeme cezanın 10 aya indirilmesine ve hükmün 5 yıl denetim süresiyle ertelenmesine karar verdi.”
Halkevleri Eş Genel Başkanı Dilşat Aktaş’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda Halkevleri üyesi sabah saatlerinde evlerinde düzenlenen baskınlarla gözaltına alınır. Gözaltı sebebinin Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekatı hakkındaki paylaşımlar olduğu öğrenildi. Ankara polisi sabah erken saatlerde çok sayıda eve baskın düzenlenir. Halkevleri Eş Genel Başkanı Dilşat Aktaş ve Halkevleri üyeleri Ali İmam Aydoğan, Gülşah Öztürk, Furkan Bircan, Necla Duran, Durak Soyaslan ve Öğrenci Kolektifleri’nden Tankut Serttaş ile Meziyet Yıldız bu baskınlarında gözaltına alınır.
Halkevleri’nin açıklamasıdır. “Barışı savunduğu ve tek adama karşı durduğu için gözaltına alınan üyelerimizle dayanışmak için herkesi, bütün demokratik kamuoyunu ve mücadele arkadaşlarımızı, dost kurumları ve basın emekçilerini Halkevleri Genel Merkezi'ne bekliyoruz.” Hepsi her yerden tek makamda, tek anlamda, tek çıkışlı bir yıkım biat ettirmek gayretidir. Bir ülkenin mahvı uzaklarda değil artık doğrudan yaşamımızın ortasında güncellenmektedir. Hayat bunca sığ bu kadar ucuza çürütülen bir mesele midir?
Avazlar, ahlar, gözyaşları birbirlerine karışıyor. Bir ülkenin hep birlikte bir başkasına kastı için destek arama, yancılık talep ediliyor. Görünen yol mahvın, tek aklın, tek şablonun imalini var eden bir sahneyi bildirirken hala her şey yolunda mesajları veriliyor. Bu bahislerden sonra nedir yolunda olan, neresidir o menzil. Biyopolitik cürümler sahnesinde bir tek mahvın önü açılmaktadır, kesin ve net.
İlk duruşmaları 7 Aralık, 19 Aralık ve 30 Ocak’ta gerçekleşen İstanbul Üniversitesi’nden (İÜ) Doç. Dr. Veli Polat, İÜ’den ihraç edilen Doç. Dr. E.K. ile araştırma görevlisi Ezgi Pınar, İÜ’den emekli Prof. Dr. İzzettin Önder, İÜ’de araştırma görevlisi Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz, Özyeğin Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yasemin Gülsüm Acar, Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Dr. Zübeyde Füsun Üstel, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) Dr. Stefo Benlisoy, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden (YTÜ) ihraç edilen araştırma görevlisi İrfan Emre Kovankaya ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Sharo İbrahim Garip’in ikinci duruşmaları görüldü.
İstanbul Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz, İstanbul Üniversitesi’nden emekli Prof. Dr. İzzettin Önder ve İstanbul Üniversitesi’nden ihraç edilen araştırma görevlisi Ezgi Pınar’ın yargılandığı davalarda savcı, mütalaasında “terör örgütü propagandası suçunun tüm unsurlarının oluştuğunu, metinde devletin güvenlik güçlerinin katliam yapmakla suçlandığını, metni imzalamak düşüncesinden terör örgütünün düşüncelerinin yayılmasının anlaşıldığını” söyleyerek sanıkların Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7/2’ye göre cezalandırılmasını istedi. Mahkeme akademisyenlere 1 yıl 3 ay hapis cezası vererek, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verir.
Duraksamadan yazdığımız, anlatmaya gayret ettiğimiz vahametlerin ol döngüsü kesintisizdir. Bir yıkım istenci etrafında koca bir ülke, ya da ondan artakalan her ne varsa onu çürütmek güncelleniyor. Yarın artık şimdi yok ediliyor, mahvediliyor.... Yarın diye bir bahis kalmasın, hiç bırakılmasın, bir kez olsun anılmasın diye yıkım var ediliyor. Yıkılıyor memleket farkına varıyor musunuz? Toprak kayıyor, hayat çalınıyor, gelecek yok ediliyor, umursuyor musunuz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Anthony FREDA – Mürekkep Sanat
#politikmeram#arzihal#siyasa#kesik notlar#yıkım güncesi#afrin#savaşa hayır#işgal#tc#devlet nedir#milli ve yerli#kabus#esp#hatice deniz aktaş#kürd#kürdistan#amed#halkevleri#78'liler girişimi#celalettin can#nurcan baysal#ömer faruk gergerlioğlu#barış için akademisyenler#barışmak#savaş suçları#insanlık hakkı#yol#yordam#mesele
0 notes