#cehennem inanışları
Explore tagged Tumblr posts
desiredyn-8 · 4 years ago
Text
Stefano D'Anna - "Tanrılar Okulu" kitabından alıntılar...
▪️Tek düşman kendi içimizdedir! Dışarıda, nefret edilecek yâda bağışlanacak bir düşman veya bize zarar verebilecek herhangi bir kötülük yoktur.
▪️Dünya, sen böyle olduğun için böyledir.
▪️Hiçbir şey değişmez, değişemez… Sadece sen değişebilirsin.
▪️Yaşam düşlediğin gibidir. Her zaman düşlediklerimizle karsılaşırız…
▪️Geçmiş sadece görünürde kendini tekrarlar.
Gerçekte, ne burada, ne bir insanın hayatında, ne de medeniyetler tahrihinde ‘geçmiş’ vardır. Geçmiş yalandır.
Ne bir karma, ne önceki yaşam, ne de suç, günah ya da cezalandırma var. Öteki dünya, evrensel hüküm, cennet ya da cehennem yok. Sadece bu an var -kutsal, sonsuz ve her şeye kadir olan. Onu iyi kullan.
▪️Kalıplaşmış kaderinin yönünü değiştirmek, imkânsız olanı, değiştirilemez seni değiştirmek için buradasın…
▪️Düş, var olan en gerçek şeydir. Düşlemek, var olan en gerçek şeydir. Onun zamandan bağımsız eylemi, yıllarca arzuladığın fakat sahip olamadığın her şeyi yaratacaktır.
▪️Geçmiş bir yalandır. Ve hafızaya ait olan her şey de bir kurgu.
Geçmişte yasadığına inandığın ne varsa gerçekte hiç yaşanmadı. Geçmişte meydana geldiğine inandığın her şey şimdi, tam bu anda oluşmakta. Sonra ya da önce olan bir an yok. Her şey ‘Şimdi’ gerçekleşiyor çünkü Şimdi’nin dışında hiç bir şey yok.
Şimdi: her bir elektrondan Tanrı’ya kadar, zamanı olmayan başlangıç ve her döngünün sonu gelmeyen sonudur.
▪️Bir insana ömründe en fazla bin defa dolunayı izleme fırsatı verilir, ama büyük bir olasılıkla bu insan, yaşamının sonunda onu bir kez bile izleme zamanı bulamamış olacaktır.
▪️Dışarıda karşılaştığın engeller içinde taşıdığın sınırlardır. Sen de korkuyu ve endişeyi yaratanlar bu olanlar değil, aksine bu olanları yaratanlar senin korku ve şüphelerindir.
▪️İnsan anladığı ile sınırlıdır.
▪️Dünya var, çünkü sen varsın.
Dünya yaşıyor, çünkü sen yaşıyorsun.
▪️Dünya, senin onu düşlediğin gibidir; o bir aynadır. Dışarıda kendi dünyanı bulursun, yarattığın, düşlediğin dünyayı. Dışarıda kendini bul! Git ve kim olduğunu gör... Diğerlerinin, senin içinde taşıdığın yalanın, uzlaşmanın, cehaletinin yansıyan görüntüleri olduğunu keşfedeceksin... Değiş... ki dünya değişsin.
▪️İnsanın, içindeki kendi kötülüğünün, kendi kabahatinin farkına varması, çoktan bir iyileşmedir.
▪️Yaşam, kendilerinde taşınabilir bir cennet kuran ve onu sürekli besleyen kişiler için zaten bir yeryüzü cennetidir.
▪️Yalan ortadan kalktığında gerçekler,
Olumsuz düşünceler ortadan kalktığında huzur,
Mutsuzluk ortadan kalktığında mutluluk,
Bağımlılıklar ortadan kalktığında özgürlük,
Korku ortadan kalktığında sevgi gelir...
Böylece 'ŞİMDİ'nin gücüne erişmiş oluruz.
▪️İnsan olmak; ulusların, dinlerin, mezheplerin de ötesindedir.
İnsan olmak; bin yıllık inanışları yıkmayı, olumsuz düşünceleri ve duyguları dönüştürmeyi gerektirir.
İnsan olmak; kendisine ve başkalarına zarar vermemektir.
İnsan olmak; kendi içinde durmaksızın çalışmak demektir.
İnsan olmak; etik ve bütünlük sahibi olmaktır.
Yalansız, dürüst, erdem sahibi, kendini ve diğerlerini seven, yaşama, sevmeye, bütüne odaklı demektir.
▪️Hatırla! Tüm olasılıklar şimdinin içinde bulunur.
▪️Yaptığı işi seven insanlar, bağımlı değildirler. işini seven kişinin satacak zamanı yoktur. Yalnızca yaptığı işi SEVMEYEN kişiler ücret karşılığında bir işte çalışabilirler. SEVEREK çalışan kişiye paha biçilemez.
▪️Evrenin gelişimi bireyin gelişimine, onun dönüşümüne bağlıdır.
▪️İnsanın inandığının aksine, hiç kimsenin karşısına kendisinden daha büyük, daha üstün bir güç çıkmaz. Her mücadele, görünenin ötesinde daima eşittir.
▪️Kötü diye bir şey yoktur! Görünürde olumsuz olan her türlü aksilik veya yatay düzlemdeki insanın haksızlık dediği, aslında gerçekte, bir lütuftur..
▪️Her şey kendine benzeyeni çeker. İnsan daima kendisiyle karşılaşır ve kendisini çeker.
▪️Düşüncelerimizin kalitesi yükseldikçe yaşam kalitemiz de yükselir.
▪️Günümüzdeki çalışanların içinde bulundukları koşulların, eski dönemlerdeki köleliğin çağdaş bir uyarlamasından başka bir şey olmadığı anlaşılıyordu.
▪️Kişi, başına gelen durumlara karşı tavrını değiştirdiğinde, başına gelecek olayların doğası da zamanla değişecektir.
▪️Bir bütün içinde olmamanın eksikliği, insanı cehalet, korku ve kendi kendini imha etmeye mahkum eder ve onu hastalıklara, çöküşe, saldırganlığa, acımasızlığa ve dış dünyada savaşmaya götürür.
▪️İnsanlar ayrılıkları ve çatışmaları iyileştirmek yerine,hoşgörüsüzlüğü ektiler, beslediler, büyüttüler ve karşılığında da ayrımcılığı ve savaşları biçtiler...
▪️Korkusuzluk sen korkacak hiçbir şey olmadığını fark ettiğinde, kendiliğinden gelecektir...
▪️Görmek için İnan!
İnanmak ve Görmek birdir ve aynı şeydir fakat zaman tarafından bölünmüştür, tıpkı Düş ve Gerçeklik gibi.
Zaman içinde inandığımız her şeyi göreceğiz ve güçlü bir şekilde düşlediğimiz ve inancımızı koruduğumuz her şeyi fark edeceğiz.
Görmeden önce inanmak; insanlığı bir dönüm noktası ile yüzleştiren zihinsel bir sınırdır:
Bir tarafta inanmak için önce görmeleri gerektiğine inanan büyük bir insan kitlesi; diğer tarafta ise "inanç kalıplarının, kendi gerçeklikleri olduğunu bilen ve görebilmek için önce inanmaları gerektiğini bilen bir avuç dolusu insan." İşte bu kişiler dünyaya güç verenlerdir!
▪️Hep aynı olaylarla karşılaşıyorsun, çünkü sende hiçbir şey değişmiyor. Benzer benzeri çeker .Cenneti yaşayan cennete,cehennemi yaşayan cehenneme doğru yol alır.
▪️Kendini gözlem kendini düzeltmedir. Bir kişi 'kendini gözlemleyebilirse' geçmişindeki her şeyi düzeltebilir.
▪️Yaşamın anlamı her türlü bağımlılık ve kölelikten özgürleşmektir. Roller, tüm üstümüze aldığımız roller, aşılması ve terk edilmesi gereken hapishanelerdir.
▪️Mükemmellik ve her türlü bollukla çevrelenen insan , dünyaya bir kurbağanın gözleriyle bakan ve gördüklerinden yakınan mutsuz bir varlıktan başka bir şey değildi...
▪️Yaşamının her köşesini ve saklı tüm noktalarını itinayla, dikkatinin ışığı ile aydınlat, gerekli ve gereksiz şeylerin bir envanterini çıkart ve daha sonra fiziksel ve duygusal ağırlıklarını ortadan kaldır ve göreceksin ki özgürlüğün, bütünlüğün, gerçekliğin parçası olmayan her şey gittikçe kaybolacak, sadece değerli ve anlamı olanlar kalacak.
▪️Duygularımızla düşüncelerimizi, ayrıca belirli bir anda hissettiklerimizle yaşadıklarımızı denetleyebilirsek, yani duygularımıza hakim olursak, yaşamımızın kontrolünü ele geçirmiş, kaderimize yön vermiş oluruz.
10 notes · View notes
bulutbey79 · 6 years ago
Photo
Tumblr media
SOHBET.......................... ALLAHÜ TEÂLÂYA İTAAT Cenâb-ı Hak, Nisâ sûresi, 80. âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, O’nun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itaat edilmedikçe O’na itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede; “Elbette, muhakkak böyledir.” buyurdu ve bazı doğru düşünemeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, 150. ve 151. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile Peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Yahûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhis-selâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, ona hâşâ, Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbını, çok acı azapları hâzırladık.” buyurarak bunlardan şikâyet etmektedir. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye  S. 21 https://www.instagram.com/p/BuVGnPAFS3N/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=jwfi0si1topl
2 notes · View notes
kamenizm · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Ölümden sonraki hayatta cezalandırma ve ödüllendirme var mı? Vahye dayalı ve dogmatik olmayan Tengriciler, ölümden sonraki yaşam için değişik inanışları dillendirmiştir. Bunlar, çoğu kez dillendiren kişilerin kişisel görüşleri olmuştur ve de küçük bir topluluk tarafından benimsenmiştir. Örneğin günümüz Tengricilerinin gayet yanlış bir şekilde bildiği "uçmaq ve tamu" inancı, Tengricilik'e sonradan girmiştir. Aryan toplulukların Orta Asya'da yaşadığı dönemlerde, Türkler ile Sogdların ilişkileri neticesinde kültürümüze girmiş olan bu cehennem' anlamına gelen 'tamu' Türkçe değil, Soğdçadır. Eğer bir sözcük Türkçe değilse, bu demek oluyor ki o sözcüğün arkasındaki fikir de Türklere ait değildir. Özetle, cennet-cehennem inancı vardır diyemeyiz. Altay merkezli Tengricilik inancına göre, ölüm ile birlikte bu boyuttaki hayat sona erer ve artık o ruh, bu boyutta işlediklerinden sorumlu değildir. Açık ifade edecek olursak, günahlar ve sevaplar ölüm ile sıfırlanır. Yaptığımız iyilikler ve kötülükler bize dünya yaşamında etki ve eşlik eder. Bu olaylar, dünya ötesi yaşamlara yatırım olarak görülmemeli, dünyadan kopulmamalıdır. Tengricilik’te en büyük iyilikler nelerdir? İyilik de kötülük de kişinin bünyesinde bulunur. Bu yüzden Tengrici öğreti, kişiyi strese sokacak uçuk 'melek' beklentileri barındırmaz. Kişinin cezasını Tengri değil, yaşadığı toplum ve toplumun yasası; töresi verir. İyilik ve kötülük de dünyalıktır. Bundandır ki iyiliklerin en büyüğü dünya yaşamını güzelleştirmektir. İnsan ilişkilerini sağlam kılmak, sosyal desteği arttırmak, doğa varlıklarına karşı gerekli hürmeti ve hassasiyeti göstermek, saygı kültürünü devam ettirmek, kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapmamaktır. Tengricilik’te iyi bir insan nasıl tanımlanır? İyi insan tanımlanmaz. İyi davranış tanımlanabilir. Bir kişi, salt iyi veya salt kötü olmaz; bu kişinin doğasına aykırı bir durumdur. Ancak davranışlarıyla topluma örnek olan, erdemli, yiğit kişiler saygı görürler. İyi bir kişi olarak değil; genellikle yiğit, bahadur, bilgin, saygın gibi sıfatlar daha ön plandadır. (Türkiye) https://www.instagram.com/p/CjgkUTFq5HV/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
melankolivesaire · 6 years ago
Text
İnançlar ve gerçeklik üzerine
Bilgi; gerçek bilgi, somut bilgi, yani bilimsel bilgi… Yüz binlerce yıllık insan evriminin son ürünü. Medeniyetin gelişimi boyunca zaman zaman ortaya çıkıp kaybolan. Eninde sonunda tekrar ortaya çıkmak ve sonunda tüm insanlığın yüzüne vurulmak zorunda olan: “Bilimsel bilgi.”
Son birkaç on bin yıl hep, güçlü olanın savaşıp yok ettiği bir diğer medeniyetin bilgi birikimini silip kendi bilgi birikimini ona yeni gerçek olarak sunmasıyla geçti. Bir yandan da yenilenin tanrılarının yerini yenenlerin tanrıları aldı. Yenilenin masallarının yerini yenenin masalları aldı. Fakat bu tanrılar ve masallar çoğu zaman tamamiyle yenenin masalı olamadılar. İki masal bir araya geldi ve melez masallar ortaya çıktı… Her kabilenin kendi masalı bir diğerininkiyle çiftleşip yeni melez masallara gebe oldu. Kimi zaman büyük gücü eline geçirmeyi başaran hükümdarlar coğrafyalarındaki tüm masalları yok edip kendi masallarını kabul ettirmeyi başardılar. Kendi masalları da bir öncekilerden çok farklı değildi zaten. Çünkü bilgi birikimlerinden ancak bu çıkardı. Tabi bu masalları kendi hükümdarlıklarının çıkarına göre yonttular ve tarihi kendilerine göre değiştirip yazdırdılar. Sonraki nesiller için artık tek gerçek, bu kendilerine sunulan yeni tarih ve yeni masallardı. Çünkü insanlığın hafızası çok zayıftı. Bu zayıf hafızanın yeni masallara ufak tefek eklemeler-çıkarmalar yapmanın dışında pek bir işlevi yoktu. Masalları kendine göre değiştirip halkına belleten yönetim kademesi çoğu zaman yaptığı değişimin bilincindeydi. Fakat bu yönetim kademesinde de nesiller değiştikçe zamanında sadece politik bir hamle için yapılan masal değişiklikleri onlar için de yeni bir gerçek oluverdi ve bir önceki gerçek tamamen unutuldu. 
Evet, tarih sadece kazananlar tarafından yazılır, bu bugün bile böyledir. Fakat bugün en azından artık bilgi çağında her ihtimalin konuşulabildiği bir dönemdeyiz. Kitapları yakarak, yazıtları kırarak ya da insanları öldürerek bilgiyi yok etmenin imkansız olduğu bir dönemdeyiz. Ancak ve ancak tüm dünyayı cehenneme çevirecek bir doğal felaket, bir göktaşı ya da bir yapay felaket, nükleer savaş vs. medeniyetimizi belli bir oranda sıfırlama gücüne sahip olacaktır. Dünyada insan ırkının toplu ölümü olmadığı sürece medeniyetin geri gitmesi çok mümkün değildir. Yüzbinlerce yıl düşe kalka, iki ileri bir geri giden bilim, son birkaç yüzyıldır insanlığın aydınlığı olmuştur. Reform ve rönesans sonrası insanlık büyük bir ivme yakalayarak ilk kez hiç gitmediği kadar ileri gitmeyi başarmıştır. Çünkü inançların yerini gerçek bilgi almıştır. Gerçeğin tanımı bilimsel bilgi olmuştur… Bilimsel bilgi dünyanın nerdeyse herbir yanında yayılmıştır. Bilimsel bilgi masallar gibi bir hükümdarın keyfine göre değiştirilemeyecek kadar kesindir. Çünkü deneyle kanıtlanır. Dene ve sonucu gör kuralı işler…
Zamanında askeri ve politik gücü elinde tutmayı başaran kimi toplumlukların inanışları halen dünya üzerinde varlıklarını sürdürmeyi başarmıştır. Yeryüzündeki yüzbinlerce inanış içinden en kalabalıklarından birkaçı bizim coğrafyamızın etkisindeki Yahudilik’ten türeme Hristiyanlık ve Müslümanlık’tır. Yahudilik de zaten çeşitli Mısır inançlarının Sümer ve diğer Ortadoğu inançlarıyla melezleşmiş halidir. Bu dinlerde kendi içinde hiçbir zaman aynı kalmamıştır. Her yüz yıl neredeyse bambaşka dinlere dönüşecek seviyede dönemine uygun değişken bir yapı sergilemişlerdir. Tüm bu değişimler güç kavgaları sonucu oluşmuştur. Mesela İslam’ın kutsal kenti Petra’ya dönük kıbleler bir anda bambaşka Mekke diye yeni yaratılan bir kente çevrilebilmiş ve bu değişiklik tarihten silinebilmiştir. Ya da antik Mısır hikayeleri İsa’nın kendi hikayesi olabilmiştir. Sümer, Babil ve onları yaratan onlardan önceki Mezopotamya devletlerinin hikayeleri, bambaşka isimlerle kulaktan kulağa değişerek ve evrimleşerek bazen de bilinçli olarak değiştirilerek yepyeni hikayelerle kutsal kabul edilen kitapları doldurabilmiştir… Coğrafyasına göre şekillenen ve evrimleşen kültürel inanışlar insanın organik ve toplumsal evriminin bir ürünüdür. Tüm bu açık seçik tarihsel olgular genelde dindarların inançlarını sorgulamasına sebep olmazlar.
Bildiğimiz kadarıyla antik Yunan’da başlayan (büyük olasılıkla çok daha önce) hayatı sorgulamanın bir sonucu olarak ortaya çıkan çeşitli felsefik düşüncelerin, dinlerin de evrimini şekillendiriyor oluşu bir başka ilginç detaydır. Dinlerin ortaya çıkışını sadece hayatı sorgulayan filozoflarla sınırlandırmak elbette mümkün değildir. Çünkü dinler daha önce ortaya çıkmıştır. Din sözcüğünün kafada oluşturduğu imge bile tartışmalıdır. Din kelimesinin asıl manası: “Bilimsellik aranmaksızın duyumları ve dayatmaları sorgusuz sualsiz ve fanatik bir şekilde gerçek kabul eden insan topluluklarının kabullerinin tümü.” olmalıdır. İşte insanoğlunun tam olarak bu özelliği de bir evrimin sonucudur. Bir şeye inanan ve inandıkları şey uğruna ölüme gidebilen topluluklar zorlukların daha kolay üstesinden gelmiş, daha vahşi ve acımasız olabilmiş dolayısıyla daha güçlü olmayı başarıp diğer toplulukları kolaylıkla katledebilmişlerdir. Ta ki bilimsel gerçeğin teknolojik gücünü tadana kadar… 
Dinlerin çıkış noktası kuşkusuz doğa olaylarını, tesadüfleri ve bilinmeyeni kontrol edebilme isteğidir. Algıda seçiciliğe sahip insanoğlu aynı zamanda mucizeleri seven bir yapıdadır. Mesela yerleşik hayata geçen insan, yağmurun yağmasını istemiştir fakat neden ve nasıl yağdığını bilmediği için çeşitli denemeler yapmıştır. Denemelerden biri de dans etmektir. Bu dansın sonucunda bir gün gerçekten yağmur yağmıştır. Bunu gören bir gezgin kendi kabilesine döndüğünde dans etmenin sonucu yağmur yağdığını anlatmış ve aklında kaldığınca kendi kabilesine bu dansı öğretmiştir. Öldüğünde bunu anlatan gezginin heykeli önünde aynı dans (elbette zaman içinde değişime uğrayarak) devam eder. Bunu gören bir başka gezgin de kendi kabilesine heykeli ve dansı anlatır. Sonra bir gün gelir ki bu kabilelerden en güçlü olan bir diğerini yutar ve melez inanışlar ortaya çıkar. Bu böyle büyür gider… Ölümü kontrol etmek, felaketleri engellemek, savaşları kazanmak, daha bol meyve veren bir orman bulabilmek… Her olay için yeni bir totem ve bu totemi görüp başka topluluklara aktaran bir başka gezgin ortaya çıkacaktır… Dans ettikçe daha karmaşık danslar, ritimler ve sonuç olarak müzikler… Heykel yaptıkça daha gerçekçi ve büyük heykeller ve resimler… Ve sonuç olarak inançlar çeşitlendikçe daha karmaşık inanışlar ve dinler ortaya çıkar… Toplumlar büyükçe ve karmaşıklaştıkça bu inanışların yayılma ve evrimleşme şekilleri de çeşitlilik gösterir. Bir yandan da yöneticilerin toplumun düzenini sağlamak amacıyla getirdiği kurallar da bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bu inanışların bir parçası haline getirilir.
Neredeyse tüm hayatını bir dinin düzenine göre yaşayan insanlar için tüm verdikleri emeklerin aslında kocaman bir yalan olduğunu, asıl doğrunun yan taraftaki kabilenin inanışı olduğunu kabul etmek elbette oldukça onur kırıcı ve yaralayıcıdır. İşte bu yüzden kan dökülür ve asıl inanışın nasıl olması gerektiğini en çok kan döken belirler. Medeniyet ilerledikçe zeki hükümdarlar halkının ve ordusunun ölümüne çalışıp, ölümüne savaşabilmesi için bu inanışların çok elverişli olduklarının farkına varır. İşte o zaman dinler ve siyaset tam olarak bir olur… İnanışların bugünkü tanımıyla “din” olması bu noktada gerçekleşmiştir… 
On binlerce yıl evrimimizin bu açığını tamir edemedik. Son birkaç yüz yılda insanlık bilimi ve gerçeği tam olarak kavramıştı ki bu kez komünizm korkusuyla kapitalist devletlerde halka yeniden dinin pompalandığını gördük. Yeni güçlü “hükümdarların” kendine göre yonttuğu bu dinlerin anormal bir şekilde büyüdüğüne tanık olduk. Sonu gelmiş ilkel bir sistem geri dönmüştü. Bu nasıl mümkün olabildi? Bilgi çağında en medeni ve eğitim düzeyi yüksek toplumlarda bile bu inanışlar nasıl devam edebildi? Bu soruların cevabı oldukça esrarengizdi… İnsanlar hala okumadan ve bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma eğilimi gösteriyorlardı. Bu alışkanlık yüz binlerce yıldır değişmemişti… Önce bilgi sahibi olması gerektiğini bilenlerin oranı bugün dahi düşüktü. Belki insanlığın o günlerden daha iyi durumda olduğu düşünülebilir fakat bugünkü bilgiye ulaşım kolaylığı hesaba katıldığında o günden bile daha kötü durumda olduğumuz görülecektir. 
Peki çözüm nedir? Gerçekten de dinler tehlikeli midir yoksa yaşatılmaları yaşatılmamalarından daha mı güvenlidir? Bu sorunun cevabı aslında bir başka soruda saklıdır; tehlike kimin tehlikesidir? Bugün elbette dünyayı yöneten büyük şirketlerin tehlikesidir. Büyük şirketler ve bu şirketlerin kontrolündeki ülkeler için en elverişli ortam sorgulamadan çalışan ve dünyanın nimetlerinden olabildiğince az yararlanmayı kabul eden bir sürünün var olmasıdır. Bu sürü az düşünüp çok çalışmalı ve kazandığını da anında sisteme geri vermelidir. Düzen buna göre oluşturulmak istenmektedir. Çift kutuplu dünyanın varlığında kapitalizm varlığını sürdürmek adına çeşitli tavizler vermiş ve kitlelerinin yaşamlarında iyileşmelere gitmiştir. Bunu elbette kendisi için yapmıştır. Ancak tek kutuplu dünyada artık tek amaç ucuz üretim, bol tüketim olmuştur. Bu kapitalizmin kendi kendisini infilak edebilecek bir düzeye iner mi yoksa inmez mi bunu şimdiden kestirmek mümkün değildir. Fakat bilinen bir gerçek vardır ki o da inançların ve cehaletin kapitalizmin çimentosu olduğudur. Gerçeklikten kopan kitle, enerjisini yanlış yerlere harcar. Sürü psikolojisiyle hareket eder ve bireysel hayatını yaşamayı unutur. 
Her coğrafyanın kendine has inanışları olmuştur. Bu inanışların nasıl ve nerden başladığının bir önemi yoktur. Her zaman çıkış aynıdır. Doğa olaylarını, tesadüfleri ve bilinmeyenleri kontrol altında tutabilmek adına uygulanan totemlerin algıda seçicilik ve umut vasıtası ile gerçekmiş gibi kabul edilmesi. Sonrasında bu kabullerin hükümdarlar tarafından da politik amaçlı uygulanarak toplumların kontrol altında tutulması. Bizim sürekli Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik üzerine dil dökmemiz ve sorgulayan tarafın da sorgulamaya bunlardan başlamasının tek sebebi bu coğrafyada yaşıyor olmamızdır. Dinlerin evrimi, birbirlerini yutması, bölünmeleri ve savaşlar sonucu Ortadoğu coğrafyasında bu dinler hayatta kalmıştır. (Onlar da kendi içlerinde daha küçük parçalara bölünmüş ve belki yeterli zama geçince o küçük parçalar da bambaşka bir din olarak anılacaktır.) Bu dinlerin etkisindeki imparatorlukların genişlemesi, ülkelerin birbirleriyle ilişkileri, ticaret yolları, coğrafi keşifler ve misyoner faliyetler neticesinde bu dinler çeşitli bölgelere yayılmıştır. Sadece tarihte bu inanıştaki insanların el attığı bölgelerde bu inanışların izlerine rastlamak mümkün olmuştur. Gücü elde eden ve yayılmacı özellikler gösteren topluluklar başka dinlere mensup olasalardı hiç kuşkusuz bugün o topraklarda yaşayanlar ölesiye inandıkları inançlarının yerine o başka dine ölesiye inanıyor olacaklardı… Orta Asya’nın ya da Afrika’nın derinliklerine indiğimizde ve ya Güney Amerika’daki eski inanışlara baktığımızda tüm hikayelerin, masalların, inanışların bambaşka olduğu; tabi o inanışların da elbette bir başka atası olduğu ortaya çıkacaktır.
Hangi Sümer geleneği (dini,inancı) hangi Hristiyan, Yahudi ya da Müslüman geleneğiyle (diniyle, inancıyla) hatta toplumsal yasalarıyla birebir örtüşüyor? Ya da Budizm’in veya Hinduzmin ataları hangi dinler? Ya da dünyada hangi bölgelerde kaç farklı din var ve var idi?. Bunları tek tek merak edenler sümerelogların, tarihçilerin ya da arkeologların bu konudaki bilimsel kanıtlarına çeşitli kaynaklardan kolayca ulaşabilir. Hatta günümüzde internet ortamında kısa bir araştırma yapmak dahi yeterli olacaktır. Tüm bunların ötesinde elbette yok edilen ve ulaşılamayan ya da henüz ulaşılamamış nice topluluklar ve kültürleri de elbette vardır… Artık bilgiye oldukça kolaylıkla ulaşılabilen bir dönemde olsak da geçmişe dair bir çok gerçeği daha yeni yeni açığa çıkarıyoruz…
Gelişim ve değişim konusunda dinler ve diller birbirlerine oldukça benzer özellikler gösterirler. Coğrafi olarak birbirlerine uzaklaştıkça alakasız bir hal alırlar. Alakalı bi hal almaları için ancak ya komşu olmlaları ya uzun süre etkileşmiş olmaları ya oraya gezgin bir topluluk tarafından götürülmüş olmaları ya da göç yolları üzerinde olmaları gerekir. Dilin ve dinin evrimi bu açıdan bakıldığında evrim kuramına da uyum gösterir. Birbirleriyle ilişkili organizmalar benzeşirken, bir yere göç ettirilip izole edilen organizmalar uzun bir sürecin sonunda izole edildikleri topluluktan farklı özellikler göstermeye başlarlar. Öyle bir gün gelir ki artık apayrı bir isim ile adlandırmaları kaçınılmaz olur. 
Evren ve evrendeki zamanda hesaba katılamayacak kadar kısa olan ‘hayat’ sürekli bir değişim ve karışım içerisindedir. Değişimler hem çok hızlı hem de çok yavaş olur. Hem mikro hem de makro düzeydeki bu değişimleri farklı koşullarda algılamak ve değerlendirebilmek aslında herkesin yapma yeteceğinin olduğu ama nedense çoğunluğun yapmadığı bir gerçekliktir. Çünkü çoğunluk yalnızca ilkel organizmanın gereklerini yerine getirmeyi seçer. Düşünmek enerji harcatan bir süreçtir. Enerjisini korumak isteyen organizma, böylesine karmaşık ve kesin bir sonuca ulaşamayacağı ve hatta onu tedirgin edebilecek bir düşünme sürecine girmekten kaçınır. Yaşadığı toplumun o dönemki kabullerini aşağı yukarı devam ettirerek ve ancak bu şekilde kendisinin de kabul göreceğini bilerek yaşar. Bu hem yukarıda bahsettiğimiz gibi organizmanın ilkel evriminin bir sonucu hem de toplu yaşama geçen insanın toplumsal evriminin bir sonucudur. Ne kadar çok ortak inanç ve birlikelik, o kadar güç ve o kadar hayatta kalıp üreme…
Peki geleneksel dini inançlar bilgi toplumunda gerçekten de uzun ömürlü müdür? Günümüz; bilgiye ulaşmaktaki kolaylığın çoğunluk açısından pek bir değişikliğe sebep olmadığını göstermiştir. Ancak bu kolaylık henüz çok yeni bir süreçtir. Ve birkaç yüz yıl içerisinde eğer dünyadaki ortak bilgiyi yok edecek büyük bir felaket yaşanmazsa bu ilkel inanışların varlığını sürdürmesi mümkün olmayacaktır. Elbette bu ilkel inanışların yerini bu kez başka inanışlar alacak ve büyük ihtimalle bu inanışları devletler yine kendi düzenlerine göre belirleyeceklerdir. Bu inanışların yerini felsefeye bırakmasının devletler için çok kullanışlı olmayacağı aşikardır. Eğer ki birkaç bin yıl içerisinde tüm sınırlar kaybolur, tüm diller ortak bir dilde birleşir ve insanlar komün hayata benzer bir sistem içerisinde iş ortaklığı yaparak yaşarlarsa işte o zaman hiçbir inanışa belki de ihtiyaç kalmayabilir…
Peki günümüzde ilkel ya da modern hiçbir inanca sahip olmamak ne kadar doğrudur? Elbette ilkel inançlardan tamamen arınmanın insanlığın sağlığı açısından önemli olduğu aşikardır. Fakat sorgulayan, mantıklı ve aklı başında insanlardan oluşan bir toplumda bile hiçbir inanca sahip olmamak çok sağlıklı olmayabilir. En gelişmiş inanç eğer ‘iyilik’ ise bu iyiliğin ne olduğu bu sefer bir tartışma konusu olacaktır. O yüzden kısa ve basit de olsa bir tanım yapılmalı ve doğru kabul edilen bu tanıma karşı bir inanç beslenmelidir. Bu doğru ‘insanlığa ve kendine yararlı’ bir doğru olmalıdır. Bunu gerçekleştirmek çok da karmaşık değildir. Mesela:
-Yeterince çalışmak.
-Üretken olmak.
-Yardımcı olmak.
-Kendini ve insanları sevmek.
-Empati ve sempati kurmak.
-Üzmekten ve üzülmekten kaçınmak.
En yalın haliyle böyle birkaç cümleye inanç duymak dahi inançsız insanlığa mutlu yaşamak için çok güçlü sebepler verecektir. Bu cümlelere inanmak için ödüle ya da cezaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Çünkü bu cümlelerin vicdanın bir parçası olması toplumun eğitimdeki en büyük hedefi olacaktır. Bu cümlelere uymamak zaten ayıp kabul edilecek ve uymayan kişi kazanılmaya çalışılacaktır. İnanç böyle bir şeydir ve böyle de olmalıdır. 
0 notes
kapalicarsistanbul-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
miskistanbul-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
tarihiseyir-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
kulturistan-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
divanyolu-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
antikistanbul-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
muzekart-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
gezilerleistanbul-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
0 notes
bulutbey79 · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Ehl-i kıble kimlere denir "Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz!.." Sual: Bazı kimseler, inanışları bozuk olan kimseler için, "onlar da Müslümandır, ehl-i kıbledir, kötü söylemeyiniz" diyorlar. Ehl-i kıble diye kime denir ve bunlara kötü denmez mi? Cevap: Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde; (Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır) buyurdu. Yani, İsrailoğulları, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zaman kalacaklardır. Yalnız benim ve Eshabımın itikadında, inanışında olan ve bizim gibi ibadet eden fırka Cehenneme girmeyecektir. İtikat bilgilerinde ictihat ederken, Resulullah Efendimizin ve Eshab-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar ve bunlara mülhid denir. Bunların müşrik oldukları, Bahr ve Hindiyye’de yazılıdır. Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta bidat sahibi olurlar. Bunlara ehl-i kıble de denir. Amel ve ibâdet bilgilerinde ictihat ederken de, zaruri ve söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur, mülhid olur. Fakat, zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihat etmesi caiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadis-i şerifte; (Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. İtikadı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmeyecek olan kimse, yaptığı günahlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer salih ise, yani günahına tövbe etmiş ise yahut affa veya şefaate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ-ilâhe illallah https://www.instagram.com/p/CIxdxP8FhRK/?igshid=jz1dy65s46r8
0 notes
tarihiyapilar-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
istanblsokaklari-blog · 9 years ago
Text
Bir Başka Cehennem Tasviri
(Herhangi bir kimse canlı öldürmekten, geri kalmazsa, doğruca (Tapana) cehenneminde haşr olur. O cehennemde ölçüsüz derecede çok küllü su ile dolu büyük kazanlar var. Bir düziye kaynar. Cehennem, Ege’leri sayısız, çok zavallıları o kazanlara atıp kaynatırlar. Eti hattâ sinirleri, damarları ne varsa eksiksiz kavrulup pişer. Sivri kancaları ile dışarı çıkmak üzere olan başları aşağıya doğru sancılıp indirirler. O kazandan dışarı çıkmış olan baş kapkara olup (Tapana) adlı cehenneme dolarak sıkılıp dururlar. Orada toplanmış olanların bu kadar acı azapları vardır’ Bundan başka ölçüsüz, sayısız işkenceleri de var… Burada toplanmış zavallıları ateşli çukura atıp iki demirli şişle yere çakmak üzere vururlar. Bir şiş ayağına vurulur, bir şiş başına vurulur. Ondan başka… doksan kızartılmış ateşli, demirli şişlerle bütün vücutlarına vururlar. O azaba dayanamayarak akıllarını yitirirler.
Bir Cehennem Tasviri Daha
Pratapana (sekiz cehennemden yedincisi) adlı bir cehennem daha vardır ki, orada iki büyük kazan var, birisi (Nat), İkincisi ((Upanat) adlıdır, (Nat) adlı kazan elli ege genişliğinde, (Upanat) denilen kazanın eni ise elli bir eğedir. O da yine küllü su ile dolu bir halde kaynar. Bunun üzerine cehennem, (Rakşas) lan zavallı cehennemlikleri tutup o kazanlara baş aşağı atarlar. Bunlar yürek yarılacak derecede azap çekerler. Onların hayatları tükenmez. Herhangileri o kazanlardan dışarı çıksalar ateşli, yalınlı sivri uçlu Trizul (üç dişli) ucuna oturtup aşağıya sokarlar(Türlü cehennemler üzerine Uygur’ca parçalar: R. Rahmetli)Ruhlar, Periler, Melekler, Cinler; Şeytanlar, Zebâniler, Cadılar
 Ruhlar
Şamanist’lere göre ruhlar belli başlı ikiye ayrılıyor. Biri (Eş)* ruhlar; bunlar insanlar, yaratıklar ve bitkilerle beraber bulunan», onlara eş olan ruhlardır, öbürü de; bunlardan ayrı ve başka bir canlı veya bitki ile beraber bulunmayan (Tek) ruhlardır. Bu gibi ruhların çoğu tanrıların emrinde bulunur. İyilik tanrılarının emrinde olanlar insanlara iyilik, kötülük tanrılarının emrinde olanlar ise kötülük yaparlar, bu ruhlar başlı başına dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip bulunurlar.
  Bir de insanın kendi ruhu vardır. Buna göre Şaman’lar insanları biri beden, biri de ruh olarak iki varlık halinde kabul ederler. Ama bu ruhlar (Eş) ruhlardan başkadır. Bunlar cennetteki (Süt gölü) nün birer damlasıdır. O damlalar doğacak insanın ruhlarıdır. Çocuk doğacağı zaman Altaylı’larca (Yayık) adındaki ruh gider (Bk: Yayık) o gölden bir damla süt alır, doğacak çocuğa katar. İşte bu damla o çocuğa verilen ruhtur.
Tek ruhlardan bir de Şamanlarca (Elğem) adında yol göterici bir ruh vardır ki bu ruh, törenlerde Şaman’ı heyecana getirir. Dağlara, sulara, topraklara, ağaçlara sahip olan ruhlara
gelince;  bu ruhlar koruyucu ruhlar arasındadır. Bunlara (Yizim-Piy) de derler. Bunlar insanlara iyilik ederler, yol gösterirler, kötü ruhlardan korurlar. Saygısızlık edenlere ceza verir, hastalık gönderirler. Her dağın ruhu kendi bölgesine karışır. Başka bölgelerle ilgisi yoktur. Bu ruhlar için kurbanlar kesilir, dualar edilir. Yer  su’lar denilen ruhlar da dağlarla ilgilidir. Bunların bulundukları dağlar İçinde (Abu Kaan) dağı kutsal bir dağdır. Bu dağın iki kızı vardır. Bu kızlara (Yelbis) derler. Bu dağların altun birer kapısı, altın tahtı, at bağlanacak altın kazığı vardır. Yer – Su’lar; pınarlarda ve sularda da bulunur.
Büyük tanrı (Oğan) da yer-su’ların en büyüğüdür. Yerin tam ortasında bulunan ve ucu yükseklere uzanan büyük bir çam ağacının gölgesinde oturur.
Oğan’dan sonra, Yer-Su’ların başka büyükleri ve idârecileri vardır:  Talay Han, Altay Han, Demir Han ve Okto Han bunlardandır. Yer-su’lar insanlara bereket getirirler. Bin kulaklıdırlar. Ataylı’lar da Yer-Su’lara çok saygı gösterir. Onlar için kısrak kurban ederler. Bunlar Altay kabile ve soylarının da koruyucularıdır. Her birinin âilesi de vardır.
Yer-su’lar bulundukları yerlerin de sahibidir. Altaylı’larca pınarların, suların, dağların adı birer Yer-Su”nun adıdır. Yâkut’larla Altaylı’lara göre Ruhlarla ancak Şaman’lar, Kâhin’ler temas ederler. İnsanlarla ruhlar arasında bunlar vasıta olur.İyilik yapan ruhlar dualarla, ziyafetlerle memnun edilmeğe çalışırlar. Kötülük yapanlardan korunabilmek için de yine kurbanlar kesilmekle beraber, sihirler, büyüler de yapılır.
Periler, Melekler
Mitolojilere göre, perilerle meleklerin bulundukları yerler; gökler âlemi ile dünya üzeridir.
— II. Mahmut’un berber başlığından emekli ihtiyar bir Memiş efendi vardı. Adam, I. Hamit zamanında Enderûna girmiş, bütün ömrünü sarayda geçirmişti. Nücûm ve Simya gibi asılsız ilimlerde de kendini çok bilgili sanırdı. Cinlere, Yıldızlara inanırdı, o sırada Topkapı Sarayının bahçesinde bir şimşirlik varmış. Bu şimşirliği kaldırmak istemişler; Memiş efendiye göre periler, Türklere çok sevgi beslediklerinden kendi padişahlarına Divan yeri olarak bu şimşirliği seçmişler, Her gün seher vakti perilerin bütün büyükleri orada toplanır, divan kurulur, peri Padişahı da bu divanı idâre ederdi. Bu şimşirlerin kaldırılmamasına Memiş efendi çok uğraşmış ama tesiri olmamış. Şimşirlik kaldırılınca çok kızmış köpürmüş, bundan sonra felâketlerin eksik olmayacağını durmadan söylermiş.
2 notes · View notes
bulutbey79 · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Ehl-i kıble kimlere denir Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılanlar Ehl-i kıbledir. Sual: Bazı kimseler, inanışları bozuk olan kimseler için, "onlar da Müslümandır, ehl-i kıbledir, kötü söylemeyiniz" diyorlar. Ehl-i kıble diye kime denir ve bunlara kötü denmez mi? Cevap: Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde; (Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç millete ayrılacaktır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidecek, yalnız biri kurtulacaktır. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır) buyurdu. Yani, "İsrailoğulları, dinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, Müslümanlar da, dinde yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hiçbiri kâfir değil ise de, Cehennemde uzun zaman kalacaklardır. Yalnız benim ve Eshabımın itikadında, inanışında olan ve bizim gibi ibadet eden fırkası Cehenneme girmeyecektir..." İtikat bilgilerinde ictihat ederken, Resulullah Efendimizin ve Eshab-ı kiramın itikatlarından ayrılan din âlimleri, dinde zaruri ve söz birliği ile bilinen itikattan ayrılırlarsa, kâfir olurlar ve bunlara mülhid denir. Bunların müşrik oldukları, Bahr ve Hindiyye’de yazılıdır. Zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan itikattan ayrılırlarsa, kâfir olmazlar, itikatta bidat sahibi olurlar. Bunlara Ehl-i kıble de denir. Amel ve ibâdet bilgilerinde ictihat ederken de, zaruri ve söz birliği ile bilinen ibadetlere inanmayan kâfir olur, mülhid olur. Fakat, zaruri ve söz birliği ile bildirilmemiş olan ibadetlerden ayrılan âlimler, eğer müctehid iseler, sevap kazanırlar. Müctehid değilseler, amelde bidat sahibi, mezhepsiz olurlar. Çünkü müctehid olmayanın ictihat etmesi caiz değildir. Bunun, bir müctehidin mezhebini taklit etmesi lazımdır. Hadis-i şerifte; (Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, günah işlediği için kâfir demeyiniz! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. İtikadı bozuk olmadığı için, Cehenneme girmeyecek olan kimse, yaptığı günahlar sebebi ile Cehenneme girebilir. Eğer salih ise, yani günahına tövbe etmiş ise yahut affa veya şefaate kavuşursa, Cehenneme hiç girmez. Zaruri olarak yani cahillerin de bildiği ve söz birliği ile bildirilmiş olan bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, lâ-i https://www.instagram.com/p/CBShsODFkli/?igshid=1o0358bb39p5d
0 notes