#bu abla mükemmel biri
Explore tagged Tumblr posts
mezarlikprensesi · 2 months ago
Text
Çok yaklaştık aylardır bu anı bekliyor hadi 44 Malatya bildiğim bir yemek çıkacak diye ödüm kopuyor
Tumblr media
3 notes · View notes
cayyas · 1 month ago
Text
Yıl ikibiiiiiiin 16.
Osman televizyon izlerken, sesi sürekli sonuna kadar açıyordu. K.b.b. doktoruna götürdüm. Sorun ne? Duymuyor. Basınç testi, kıl testi, yün testi, duyuyor bi sorun yok. Hayır var duymuyor. Osman'a bir kaç soru sordu yanında. Duyuyor bi sorun yok. Duymuyor dedim. O zaman üniversiteye götürün. Bera testi yapsınlar. Tamam. Randevu kıl tüy Üniversiteye gittik. Nedir problem. Duymuyor, tv nin sesini sonuna kadar açıyor. Osman korkuyor kulaklarına bişeyler takıyorlar falan filan yanındayım, kadın şaşırdı. ALLAH ALLAH, sonra başka bi test, Sonuç! Bi kulak %51 diğer kulak %54 Işitme kaybı. Dedim n'olucak. Rapor düzenleyip imzalatalım işitme cihazı alcaksınız. Hadeeee. Ee başka bi şeyi yok mu? Işitme sinirlerinde sorun olduğu için maalesef. Peki. işitme cihazı satan yere raporu alıp gittik. Iki kulağa da alabilirsiniz, Peki alalım. Osman karşımda oturuyor.
4 kanal 8 kanal 12 kanal diye gidiyo, çocuk olduğu için 8 yeterli olur, 12 daha iyi olur. 4 bu kadar 8 bu kadar 12 şu kadar. Tamam madem yeterli ufak zaten kırar eder, neyse seçtik aldık. Kalıp için iki hamur karıştırdı kulağına sıkıp ölçüsünü alcaklar. Osman ağlıyo oğlum yok bişey sakin ol şu bu, neyse susturdum kadın sağolsun aldı etti, 3 4 güne kalıplar gelir, ben ararım sizi. Tamam, teşekkürler. Hadi osi gidelim. Gün geldi abla aradı, hadi osi kulaklıklarımız gelmiş almaya gidelim. Hayır istemiyorum. Osman daha iyi duyacaksın, yok mok ne istersen alcam, canın yanmıyacak söz. Neyse aldım osiyi gittik. Selamun aleykum aleyküm selâm. Sizin cihazlar geldi ama 8 değil 12 kanal. Yani! 8 kalmamış aynı fiyata 12 kanallı takıcaz. Peki takalım. Kalıpları osmanın kulaklarına takıcak Osman taktırmıyo. Oğlum bak süper nano kulaklık, herkesten iyi duyacaksın. Yok. Masada boş kasalar var, Dedim böyle bi tane bana verir misiniz? Ben takayım, o zaman takar. Nasıl yani, dedi abla. Yani bana da bi tane kulaklık verirseniz, neyse parası, yok yok! Ben şuan çok şaşırdım, Neden? Kaç yıldır bu sektördeyim, çocuklarına bağıran dövenler, eşlerine senin yüzünden böyle bu çocuk diyenler, neler nelere şahit oldum, ilk defa çocuğuyla birlikte takmak isteyen birine şahit oluyorum. Tak çıkardı bi tane ücret istemez dedi. Aldım taktım kulağıma, Oooo osman acaip duyuyorum dedim. mükemmel dedim. Osman başladı gülmeye sonra izin verdi taktırdı. Parasını verdik çıktık. Yağmur yağıyordu osmanı anneme bırakıp işe geçecektim. Annemin evinin önüne geldik, osman dedi baba, Ayaklarım yere basınca çap çap ediyo 🥹Yaa bak gördün mü süper nano kulaklıklarımız nasılda bütün sesleri duymamıza yardım ediyor. Bırakırken dedim osi, Sakın kulaklıklarımızı çıkarmıyoruz, ellemiyoruz Tamam baba dedi. Akşam aldım eve geldik. Oturuyoruz, Bana diyo ki baba Saatin o kırmızı şeyi tık tık yapıyo 🥹 Poşetin haşır huşur sesini duymuyomuş, onu diyo. Işitme kaybından dolayı bazı kelimeleri farklı söylüyordu tabi, 3 ayda bi kontrole gidiyoduk, 6 aya çıkmıştı iyi duyuyor diye, en son gittiğimizde duyduğunu anlama %47 den %78 e çıkmış dedi üniversitedeki abla, artık yılda bir görüşebiliriz dedi. Ne kadar çok okursa o kadar daha çok artar anlaması dedi. Ordaki abladan da ALLAH razı olsun, aşırı derecede iyi ve güzel davranıyordu osman'a, halden anlayan bi insan. 8 senedir kullanıyoruz, kendisi takıyo gürültüde kısıyo sesini, açıyo ayarlıyo artık. Ha, Osmanın saçları ilk aldığımızda kısaydı, cihazlar belli oluyodu, Süper nano kulaklık diyodu o da, kreşinde çocuklar sormuşlar, osi de öyle demiş, Biri evde anne babasindan ağlaya ağlaya supernano kulaklık istemiş. Osman' ımın ciğerimin hikâyesi de böyle.
Tumblr media
23 notes · View notes
yurekbali · 11 months ago
Text
Tumblr media
İKİ YEMİN BİR KİTAP Yıl 1935, Kuleli Askerî Lisesi yeni mezunlarını vermek üzeredir. Sınavlar bittikten sonra bir aylık iznin ardından yani 30 Ağustos’ta başarılı öğrenciler subay olacaklardır. Tatilin ilk günü, arkadaşları evlerine giderken Fazıl Hüsnü, uzun zamandır biriktirdiği 60 lira ile birlikte Beyazıt’a gider, kitabını basacak bir basımevi aramak için. Matbaaların Bâb-ı Âli’de olduğunu öğrendikten sonra kendisine önerilen bir tanesinin, Aziz Bozkurt Bey’in basımevinin yolunu tutar. Bir arkadaşının şiir kitabını bastırmak istediğini söyler matbaadakilere, pazarlıkla forması 6 liradan 10 formalık bir kitap için 60 liraya kapak baskısı dâhil olarak anlaşırlar. Günlerce gidip gelir, düzeltmeleri yaparken kimi yerlerde şiirleri de değiştirmekteyse de “Arkadaşım Anadolu’da, ben yardım ediyorum bu yüzden.” şeklinde konuşmaya devam eder, utandığından... Tüm bu değişiklikler karşısında hiç sesini çıkarmayan mürettip, kitapların basımı tamamlandıktan sonra birisini uzatarak “Bana bir kitabınızı imzalar mısınız?” diye rica eder. Kitabın kendisinin olduğunu anlamışlardır. Utançtan kıpkırmızı olan Fazıl Hüsnü’nün ilk imzasını attığı bu kitabın kapağında Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Havaya Çizilen Dünya yazmaktadır. 1000 adet basılan kitabı sadece birkaç kitapçıya bırakabilir ama büyük satış arkadaşları tarafından, topçu ve piyade okullarında yapılır, eline de birkaç yüz lira para geçer şairimizin. Günün genç şairleri içinde ismi anılmaya başlanır Dağlarca’nın ve 10 Haziran 1936’da Orhan Selim takma adıyla Nâzım Hikmet, Akşam gazetesinde şunları yazar: “Fazıl Hüsnü’nün kendine gerek iç gerek dış bakımından yol arayan, istidatlı bir şair olduğu muhakkak. Üzerinde durmaya değer vezin denemeleri yapmış. Bence bir ikisinde muvaffak da olmuş. Lisanı hiç de kötü değil. En aksayan yanı şiirlerinin içi. Bir bakıyorsunuz, kendini bu dünyada yapayalnız hissediyor, bedbin. Sonra bir bakıyorsunuz komşusuyla alakadar olacak kadar dünyaya bağlı. Diyeceksiniz ki şairin ruhu muğlaktır, mürekkeptir, bir bakışta dibi görülmeyecek kadar derin ve bazen karanlıktır. Siz istediğinizi deyiniz, bence, şairin ‘ruhu’ ne kadar derin, ‘karanlık’ ve ‘muğlak’ da olsa, dikkat edeceği bir şey vardır: Bu ‘ruhun’ arapsaçı gibi karmakarışık olmaması. Bence bu ‘ruh’ bütün muğlaklığıyla bir mükemmel ahengin, armoninin ‘hesaplı’ seslerini vermelidir. Fazıl Hüsnü Dağlarca inkişaf yolunda. Bakalım, olgunlaştığı vakit dışı kadar içi de aydınlık ve mükemmel olabilecek mi? Bizden bunu beklemek, ondan buna ulaşmak.” Bugün Dağlarca’nın şair olarak ne kadar “olgunlaştığı”nı tartışmak bize düşmez ancak Havaya Çizilen Dünya’nın yayımlanışından biraz geriye giderek şairin neden özellikle mezuniyet gününü kitabın yayımlanması için seçtiğini anlayabiliriz. 1920’li yıllarda, Kayseri’de yaşamaktadır Dağlarca, anne babası ve 5 kardeşiyle birlikte. Akşam yemeklerinden sonra 3 metre uzunluğundaki masanın iki başında anne baba otururken, 6 kardeş de gece yarısına kadar ders çalışırlar. O yıllarda Dağlarca soyadı yoktur ama Fazıl Hüsnü şair olmak hevesindedir. Henüz ilkokul ikinci sınıfa gitmektedir. O gün okulda yazdığı şiiri hemen yanında oturan ablasına gösterir. Şiiri okuyan abla, dirseğiyle kardeşini dürterek “Ne güzel!” der. Bütün bunları babalarından saklamaya çalışsalar da Yarbay Mehmet Fazıl’ın gözünden kaçmaz bu durum ve ak bir kartal gibi uzattığı eliyle defteri alır. Okuduktan sonra deftere şu iki dizeyi yazar: “Bakıyorum kuşlar konmuş hem o dala hem bu dala Ders çalışmaz şiir yazar iki kardeş budala”
Aradan yıllar geçer ve aile bu büyük masa ile birlikte Tarsus’a taşınır. Bir öğlen yemeğinde babası Fazıl Hüsnü’ye “Kuleli’ye gideceksin,” der. Küçük şairimizin dünyası yıkılır. Gözü duvarda asılı duran Kur’anlara gider. Biri büyük biri küçüktür Kur’anların. Küçük olanı alır; hem üstte asılı olduğundan hem de sınavı olduğu günler annesi, elbisesine taktığı için kendisinin saydığından. Üç kez öpüp başına koyduktan sonra “Askeri okula gitmeyeceğim, ozan olacağım,” diye yemin eder. Babası sakince ayağa kalkar, duvarda asılı olan büyük Kur’an’ı alır ve o da üç kez öpüp başına koyduktan sonra “Ben seni askerî okula göndereceğim,” der. Fazıl Hüsnü, çaresizliğini anlar ama eklemeden edemez: “Belki göndereceksin ama benim ozan olmamı önleyemeyeceksin,” der babasına. Yani Dağlarca, subay olduğu gün hem babasının hem de kendisinin yeminini gerçekleştirmiştir. - M. Şeref Özsoy, İki Yemin Bir Kitap (Kitap Hikâyeleri) - Görsel: Benoît Hamet (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
15 notes · View notes
kentyosunu · 2 months ago
Text
iyi geceler günlük,
bugün yine 12 gibi uyandım, kızlarla güzel bir kahvaltı yapıp masaların başına geçtik. benim vize haftam bitti, onların yeni başlıyor ama ben hâlâ çalışıyorum. sunumlar sunumlar sunumlar, kafayı yedim gerçekten yoğunluktan. normal bir insanoğlu vize haftası bitince evine uçar ben uçamıyorum sunumlardan, bir de dört kişilik sunumu mükemmeliyetçi olduğum için ve diğer üç kişiye asla güvenmediğim için tek başıma hazırladım, her bir materyali incik cıncık emek emek oluşturdum. duşumu aldım, sunum için kombinimi hazırladım. bu sunum final notu olarak verilecek ve ben o kadar rahatım ki çünkü vizesi mükemmel geçti, ayrıca derste inanılmaz motive bir şekilde dinliyorum hocayı. kadının anlatım şekli ve aurası çok çekiyor beni, çok iyi bir hoca ve gerçekten fikirlere açık. sunumumu bitirdikten sonra boş boş uzandım, kitap okudum, bir şeyler atıştırdım, oda arkadaşlarıma sataştım yine. sigarayı çok daha fazla içiyorum bu sıralar, bir paketi aşıyorum günde. akşam babamla konuştuk, sigarayı azaltmak hakkında konuştuk ve ikimiz de azaltmayacağımızı bilerek kapattık telefonu. iki vizem açıklandı, biri 35 diğeri 90, böyle de dengeli bir insan olacaksın işte bu dünyada. akşam bi mutluydum bazı şeylerden ötürü, modum yüksekti. şimdi bi ağırlık çöktü, bi taş var göğsümde omuzlarımda sanki. çocukları özledim, evde ilaç kutularımı üst üste koyup kule yaparak minik toplarla devirme oyunu oynamayı özledim, "abla kek yapalımmmm" diye koşturmalarını özledim, evimi özledim. bi eğreti hissediyorum kendimi, eksik değilim kendim gibiyim kendimim ama bi eğretilik var üstümde, durduğum hiçbir yere yakışamıyorum sanki. sabah erken uyanıp uzun uzun hazırlanacağım sunum için, sunumu yapıp yurda dönerim ve kafayı vurur uyurum akşama kadar kesin, on gündür koşuşturmak beni mahvetti, biraz uyku, biraz dinlenmek istiyorum, bir de evime dönüp yemek yapmak istiyorum. bi de biraz sarılmak istiyorum, böyle kafamı göğsüne koyup öyle durayım istiyorum olmaz mı ki
18-19 kasım gecesi
1 note · View note
okyosunwe · 2 months ago
Text
Şu an kırgınlıklar var ama onunla tanıştığımız ilk gün... Ah ah... Tanıştığımız ilk gün kocaman bir parkta arkadaşlarımızla oturuyorduk. Evden kavga ederek çıkmıştım. Aslında tek kalmak istiyordum ama ayaklarım beni oraya götürdü işte. Boş erkek muhabbetleri dönüyordu bende dinliyordum işte. Dinlemiş gibi yapıyordum, bir köşede sigara içiyordum. Sonra yanımıza mendil satan çocuk geldi. Komikti aslında ama o çocuğa üzülmüştüm. Çocuk elimde sigarayı görünce abla seni babana söylerim içme günah dedi falan. Bende babam yok dedim o anki sinirle ama çocuğa sakin cevaplar verip gülümsüyordum. Sonra çocuk annene söylerim dedi. Bende benim annem de yok falan dedim. Çocuk biraz konuştuktan sonra gitti. Herkes muhabbetine geri döndü falan derken onun arkasında bir baba kız çocuğunu kucağına almış uçuruyordu. İster istemez gülümsedim ve o da nereye baktığımı merak edercesine baktı. Sonra onları gördü, bana tekrar döndü. Ona bakmıyorum ama ne yaptığını görebiliyorum. Sonra tekrar onlara baktı. Kız çocuğunun babası onlara baktığımı fark edip gülümsedi bende onlara gülümsedim sonra önüme döndüm. Onun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Hemen ardından içime çok garip bir his girdi. Ne olacaktı bilmiyordum ama bu yarı yabancı kişi çok tanıdık biri olacaktı... İleride ne olur bilmiyorum ama umarım çok mutlu huzurlu ve mükemmel bir hayatımız olur. Nasipte ne varsa o işte ama ileride bir kız bir de erkek çocuğumuzla birlikte sabah kahvaltılarına kalkmak veya birlikte dünyayı gezmek hiçde fena olmazdı :)
Sevgilim, bu günlerde geçecek :)
Seni çok seviyorum🤍
1 note · View note
hataysekshikayelerisblog · 2 years ago
Text
KOCAMA KUMA 1
Merhaba Ben Nermin, Önce kısaca kendimden bahsedeyim.
İstanbul Avrupa Yakasında oturuyorum, 51 yaşında, sağlık meslek lisesi, laboratuar teknisyenliği mezunuyum. Eşim İsmet Diş Hekimi 65 yaşında, Avrupa tahsilli, çağdaş, eksiğini fazlasını bilen, mesleğinde başarılı, anlayışlı ve şefkatli biri. Eşimle 30 yıl önce tayinim dalayısı ile Batman'da tanıştık, bir yıl sürmeden de evlendik ve ardından istifa ettim, o günden bugüne de ev hanımıyım. Evliliğimiz çok yadırganmıştı, aradaki yaş farkı, kariyer farkı, ailelerin statü farkı vs.vs. Evliliğimizin 2 ana sebebi vardı ben güzel ve oldukça alımlı, eşim ise popüler, kariyer sahibi ve zengin biri idi. Başlangıçta çok bunaldım ama eşim çok destek oldu ve hep arkamda durdu bu da Eşimi daha çok sevmeme nedendi. Evliliğimize Benden çok O sahip çıktı. Zaten mahalle baskısı da artınca ve Eşim İstanbul'dan da iyi bir teklif alınca, 5. yılda buraya taşındık. İlk 4 yıl içinde 2 de çocuk sahibi olduk, ikisi de okuyup evlenip hayata karıştılar. Şimdi ikisi de yurt dışındalar.
Evliliğimiz yatak hariç mükemmel ve örnek sayılır, ama Eşim çok anlayışlı olduğu için dikkatli ve seçici olmak kaydı ile Beni serbest bıraktı. Ben de kaçamaklarımı hep tatillere sığdırdım. Ben de iyi seçimler yaparak çok şükür bir sorun yaşamadım. 20 yıldır süren ilişkim bile var ve eşimde bilir. Hatta çoğunda da seyirci olur.
1,70 boyunda, bakımlı ve düzenli spor yapan biriyim, aralıklı olarak ta estetik olurum.
Yaklaşık 6,5 ay önce de göğüs ve vajina estetiği yaptırdım. Yani en fazla 30 yaş gibiyim. Çoğu yerde eşimi babam zannederler.
Gelelim hikayemize, oturduğumuz sitede yan komşum Süheyla Abla Karadeniz'li çok vefakar ve candan bir komşum, 15 yıldır bir aile gibi olduk neredeyse. Süheyla Abla'da eşi işadamı, bir oğlu 2 kızı var.
Süheyla Ablanın kız kardeşi Sevim Hanım'da Karadeniz'de oturuyor, eşi işadamı hem İstanbul'da hem memlekette işleri var ailenin.
Sevim'in 2 oğlu var, burda karşıda üniversite okuyorlardı. Alpay ve Selçuk Zaman zaman Süheyla Ablaya gelirlerdi. Ayrı gayrı olmadığından hep içiçe ve çok samimi idik. Zaten anneleri ile de arkadaş idik.
Büyük olan Alpay oldukça yaramaz ve çapkın biri idi. Her fırsatta bana kur yapardı Ben de güler geçerdim. Doğrusu çok yakışıklı ve alımlı biri olduğundan Ben de ilgisiz kalmaz ve hoşlanırdım. Ama korkudan bir türlü fazla yüz vermez idim.
Gel zaman git zaman bu okulu bitirip memlekete döndü ve aramızdaki istek eyleme dönüşmedi.
Aradan 3 yıl falan geçti, Bir gün Süheyla Abla Bana geldi biraz tedirgin ve şüpheli bir hali vardı; hayrola falan derken Kadın anlatmaya başladı.
Küçük kızı Pelin ile yeğeni Selçuk birbirlerini seviyor ve çıkıyorlarmış, Sevim de bu işi bitirelim bunları baş göz edelim diye sıkıştırıyormuş Ablasını.
İyi Abla dedim bak ne güzel bir kısmet, elin bilmediğin adamına vereceğine kızını tanıdığın bildiğin ve de yeğeninden iyisini mi bulacaksın, çocuk yakışıklı,terbiyeli, kariyerli, iş güç sahibi ver gitsin deyince biraz rahatladı. Sahi mi kız dedi, Sahi dedim. Aferin kız senin sağ duyuna güveniyorum, Sen okey diyorsan bu iş oldu demektir hadi patlat kahveleri dedi. Bi şartla dedim Sevim'e Ben müjde vereceğim dedim, tamam Kız top sende ne yaparsan yap dedi. Aradım Sevim'i, Sevim Kız dedim kızımızI istiyorsan Benden isteyeceksin ve hediyem de kalın olacak dedim gülüştük, hayırlaştık......
Derken 2 gün sonra baktım yabancı bir telefon, açtım, Benim belalım Alpay, İstanbul'un en güzeli Nermin Ablam, Kürt Afrodit, falan filan derken, Bende bu sefer biraz ilgili davrandım, biraz kahkaha attım falan, Abla Annem dedi; Nermin Ablana kalın bir bilezik al, nasıl bir model olsun, ben bir kaç tane beğendim, resim atayım bir bak ya da sen resim at, Ben ona göre alayım diye soruyor. Ben de yok oğlum şaka yaptım Annene çok teşekkür ederim almış kadar oldum, gerek yok hayatta kabul etmem deyince, tamam Abla Ben Sana başka bir kalın hediye getirecem, inan İsmet Amcam hiç Sana vermemiştir öylesini demez mi, farkında olmadan birden bir kahkaha attım hınzır Seni dedim. Demez olsaydım gene başladı Mezopotamya ateşi gibi yaktın beni, bugün İsmet Amca ölse haftaya Seni istemezsem namerdim, dedi biraz daha şakalaştık görüşmek üzere dedik telefonu kapattık. 2 dakka sonra yine aradı bu sefer abla gitti Neroş olduk. Şaka yollu Ne lan ne istiyorsun diye cevaplayınca, Neroş ne olur bu sefer beni kırma, inan yanıyorum Sana deyince, Bende tamam hele o gün gelsin bakarız deyince bir yupiiii çekişi var görülmeye değerdi.
Derken 1 hafta sonra cumartesi öğleden sonra bunlar kızı istemeye geldiler.
Çok kalabalık olmasa yine de 5-6 aile olunca ev ortamı için kalabalık sayılırdı.
Ortamın 4 heyecanlısı vardı. Pelin-Selçuk ve Biz. Yani Ben ve Alpay.
2 gün öncesi çarşıya çıkıp, saks mavi omuz ve göğüs dekolteli, vucudu iyice saran likralı kumaştan kısa ve hafif yırtmaçlı bir abiye, aynı renkten bir tanga takım, çorap, ayakkabı ve çanta aldım. Her yer saks mavi oldu Bende. Ağdamı vs. yaptım. Sabah kuaföre gittim dönüşte eşim sormaz mı hayrola kız sende bir haller var, Sanki Pelin'i değil Seni istemeye geliyorlar deyince, bakalım belki Bize de bir kısmet çıkar deyince sarıldı ve öptü eğlen Aşkım yeter ki Sen hep böyle mutlu ol, yanımda ol dedi. Ben de içten bir teşekkür öpücüğü ile öptüm kendisini. Saati çatınca da Süheyla Ablalara geçtik.
Hoş beş isteme faslı sohbet derken bu arada Benim Alpay hiç açık vermiyor, Ben yokmuşum gibi davranıyordu. Bu hali Bende iyice bir güven ve istek oluşturdu. Yerimde duramıyordum iyice ıslanmıştım. Bahçeye bir sigara içmeye çıktım az sonra Benimki geldi o kontes çok harikasın başım döndü, lal oldum dedi, bak dedim her şey hoş güzel ama ya bir sakatlık yaparsan, Ben biterim, bu güzel dostluklar biter, iyisi mi vazgeçelim bu sevdadan dedim. O da bak dedi bütün sevdiklerim içer de onların üzerine yemin ederim ki, Sana karşı bir yanlışım olmayacak. Sana hep saygılı bir sevgili olacağım dedi tamam konuşuruz ama zorlama yok dedim ve anlaştık. 2 saat sonrası akşam yemeği için Florya sahildeki bir restoranda buluşmak için anlaştık.
Derken biraz düğün dernek yaptık, ortam da sakinleşti, gece Halama uğrayacam diye izin isteyip eve geçtik. Eşimden gece için izin istedim, ben demiştim sende bir hal var deyip takıldı biraz. Kim falan sorunca Alpay demedim eskilerden Volkan'ı dedim. Bir şartla dedi gelince anlatırsın dedi, gülüştük öpüştük. Makyajımı tazeledim, sakinleşmek için bir tek tekila içip, bizim duraktan araba çağırmamak için arabama atladım çıktım. Arabayı Yol üstünde Eşimin kliniğinin otoparkına bırakıp bir taksi çevirip restorana geçtim.
Sevgilim sakin bir köşe ayarlamış, Beni bekliyordu. Yemek yerken de o çocuksu ruh gitmiş tam bir beyefendi karşımda duruyordu, daha da etkilendim, bana iyice güven verdi. Ben bir bira içtim o da rakı içti, iyice birbirimize ısınınca biraz duraksayınca sohbet, gel biraz da eğlenelim, kalktık yakındaki bir otelin barına geçtik.
Yolda takside elimi tutup okşamaya başlayınca çok etkilendim neyse otelin önüne gelince indik. Tekrar elimi tutunca bende karşılıksız bırakmadım sıkıca sıktım elini, asansörde elini belime dolayınca bende başımı omuzuna dayayıp iyice sokuldum kendisine.
Derken bara geçtik, tanıyorlardı Bizim çapkını, güzel sahneye hakim köşe bir loca verdiler, bu sefer restorandaki gibi karşılıklı değil, kanepede iyice yanyana birbirimize sarılarak oturduk.
Derken servis geldi, O yine rakı bende, yine biraya devam ettik, müziğe eşlik edip eğleniyorduk. Derken bir slow çalınca dans edelim mi dedi? Olur dedim piste geçtik. Belimi kavrayıp dansa başladık az sonra, loşluğunda güvencesi ile, iyice kendine çekince müthiş aletini karnımın üzerinde hissedince nazlanarak yapmmaaa dedikçe iyice kendine doğru bastırırken bir yandan da kalçalarımı okşuyor, kulağıma defalarca neredeydin şimdiye kadar gecelerimin hayal kadını, diyerek saçımı tenimi koklayıp gizliden buseler konduruyordu.
Ben de ilgisiz kalmıyor başımı göğsüne dayayıp geldim işte aşkım diyerek karşılıklar veriyordum.
Kalabilirmisin, oda ayırayım mı deyince bir an karar vermede zorlandım, çok ısrar etti, biraz naz yaptıktan sonra, okey dedim.
Masaya geçtik, Oda için aşağı indi az sonra geldi odamız hazır, kalkalım mı dedi, olur dedim.
Bardan çıktık, asansör de bir sarılışı var anlatılmaz, ikimiz de kopmuştuk ileri derecede istek ve şevhet dolu idik.
Neyse odaya girdik, odamız suit, geniş ve denize nazırdı, omzumdan kürkümü alıp bir kenara indirdi, Ben lavoboya girdim iyice ıslanmıştım, ıslanacağımı bildiğim için, önceden pet koymuştum kukumun üstüne, peti çıkarıp lavabonun kenarına bıraktım, şeftalimi iyice yıkadım. Aynada bir baktım yeni estetik olan kukumun bu kadar çok şiştiğini ve güzel durduğunu görmemiştim. Dişlerimi fırçalayıp makyajımı gözden geçirip odaya geçtim.
Ardından o da dişlerini temizlemek için lavaboya geçti, az sonra, lavabo kenarında unuttuğum petle çıkınca çok utandım, bu bal kimin balı, kimin için aktı diyerek peti koklayıp koklayıp emiyordu.
Hemen sarıldım Senin için aşkım, Senin için, deyip karşılıksız bırakmadım. Bu bezi ömrümün sonuna kadar saklayacağım diye inliyordu.
Beni kanepeye oturtup direk önümde diz çöküp, ayakkabılarımı çıkarıp, ayaklarımı öpmeye başladı, Aşkııııım, Sultanımmmm hoş geldin dünyama, inan bugün Benim düğünüm bu da gerdeğimiz, asla bırakma Beni Kadınım, dedikçe kendimden geçiyordum.
Derken kalkıp kravatını ve gömleğini çıkartıp yanıma oturup Bana bir sarılışı vardı anlatamam. Vücut hatları kaslı ve ihtişamlı idi.
Ben maço görünüp de bu kadar duygusal ve içten yaklaşanını görmedim.Beni kucağına oturtup önce boynumu ve omuzlarımı öpüp koklamaya başladı, Ben de ilk seferlerde biraz ağır ve nazlı davransam da, bu Çocuğa kayıtsız kalamazdım. Sen neymişsin lan dedikçe kendinden geçiyordu, Hemen dudaklarına yapıştım. Deliler gibi, birbirimize susamışcasına öpüşüyorduk, aşk sözcükleri havada uçuşuyordu. Dedim ya bu çocuğa kayıtsız kalmayacaktım, bir yandan da kemerini çözüyor, muhteşemini okşuyor avuçluyordum. O da boş durmuyor bir yandan beni soyuyor göğüslerimi okşuyor, pantolonun düğme ve fermuarını açıyordu. Derken diz çökme sırası Bana geldi, pantolonunu indirip, kilodunun üzerinden aletini okşayıp öpmeye başladım. Aleti kocaman, pürüzsüz ve kalındı, Amerika'da, Fransa'da tanıştığım zencilerinkinden bile muhteşemdi. Hemen çıplak hali ile de öpüp yalamaya başladım resmen kendimden geçmiştim.Derken ayağı kalktı ve Beni kucaklayıp öpmeye başladı, karım ol karım ol diye inliyordu. Bir yandan da beni soyuyordu.
Kadınlığım şelale gibi akıyordu Eğilip Kilodumu çıkarırken dışa taşan ıslaklığı görünce delirdi, hemen orda duran peti kapıp kuruladı, bunu saklamam lazım, bu bez Bana Senin yokluğun da çok lazım olacak diye inliyor ve şeftalimi öpüyordu.
Dur bakalım Sana daha neler yapacam deyip bunu yatağa atıp, üstüne uzanıp öpmeye başladım. Aleti orama burama değdikçe müthiş haz alıyordum. Resmen deliriyordum.
Üstünde ters dönerek tekrar, kobrayı yalamaya başladım, bu arada o da şeftalime yumuldu. Sanki yutuyordu beni o içtikçe Ben sulanıyordum, Ah İsmet Amca bu şeftali böyle dar mı bırakılır, nasıl kıydın Nero'ya dedikçe, bittim tükendim sarsılarak bir anda sular seller gibi ağzına yüzüne boşaldım. Resmen yutuyordu, hemde zevkle, bittim tükendim çakılıp kaldım bacaklarının arasına. Kıpırdayamıyordum, şefkat ve sevgi ile yardım etti kaldırıp yanına uzattı, sıkıca sarılıp, kulağa hoş gelecek aşk sözcüklerini sıraladı. Bende çok müthişsin resmen bitirdin beni, neden Sana geçmişte haksızlık ettim bilmiyorum ah kafam deyince sıkıca sarıldı, Aşkım doğru zaman şimdi imiş, yıllardır bu anı bekledim, böylesi Senin açından hem daha güven verici oldu, benim içinde bir platonik aşkın gerçeğe dönüşü dedi ve öpmeye başladı. Ben de soluklanınca rahatlamıştım kontrolü ona vermiştim.
Beni korkutan o aleti nasıl alacağım idi, ameliyat sonrası hiç bir birlikteliğim olmamıştı sadece eşimle birlikte erotik film seyreder, aleti iş görmediğinden okşar yalar arada da doktor tavsiyesi ile, kontrollüce inceden kalına doğru duvar kasları gelişimi için dildo ve vibratör kullanırdık.
Derken silkinip kendime gelip lavaboya gidip, kendimi temizleyip, biraz kendimi dinleyip adapte olmaya çalıştım, ve kararlıca yanına geldim.
Geldiğimde Beni bekliyordu, Kontesim diyerek kalkmaya yeltendi bırakmadım ve yanına uzandım ve dudaklarına yumuldum, öpmeye başladım, o kadife sesiyle, Nerom, Neroşum dedikçe kendimden geçiyordum, Aşkım, Kadınım dedikçe yine sularım akıyordu. Karım ol, Karım ol, sana Hanım diye diye inliyordu. Karşılıksız bırakmıyordum Alpayım'ı. Kocam, Erkeğim dedikçe iyice kendinden geçip ağlamaya başlayıp, beni teşekkürlere ve iltifatlara boğmaya başladı, doyunca öpüp, göğüslerimi yeyip, İsmet'ime, ah İsmet Amca nerden bulup da aldın bu Kızı, Bana bıraksaydın ya diye söyleniyordu.
Aşkım Seninkinin tadı ağzımda kaldı diyerek beni ayağa kaldırıp oramı yalamaya başladı, ağzını kocaman açıp şişen şeftalimi resmen yutarcasına yiyordu, kısa sakalları değdikçe bitiyordum, onu uzatıp. deminki ters pozisyona aldım o her kıvrımı ile muhteşem aleti önce koklayıp, öpüp, yalamaya başladım boğazıma kadar çekiyordum, O'da kukumu iştahla yiyordu, iyice pişmiştim, Aşkım sıcaklığını hissetmek istiyorum dedi ve beni ters çevirip yanına uzattı. Önceleri biraz sürttürdü, korkuyordum, kalsın Aşkım ne olur dedikçe yalvarıyordu, korkuyorum Aşkım dedim, Korkma bak çok seveceksin dedi ve yavaşça girmeye başladı, bağırıyordum, bıraktı zorlamayı yanıma uzandı şefkatlice sarıldı öpmeye başladı, bu arada eliyle oramı okşayıp, parmakları ile masaj yapıp yavaşça içeriye dalıp çıkıyordu, bu Arada yine İsmet'ime saydırıyor, bu am böyle bırakılır mı diye söyleniyordu. İyice dolmuştum, Kararımı verdim alacaktım bu aleti, üstüne çıktım, sürte sürte hafifçe almaya başladım ama kendimden geçmiş patlamamak için kendimi zor tutuyordum. O da alttan zorluyordu hafifçe, derken dizim yorulma ve uyuşma arası rahatsız olunca, birden kontrolü kaybettim ve kaygan ortamda farkında olmayarak, şevhetin de etkisi ile, kontrolsüz bir şekilde Kendimi bıraktım, bağırtılar içinde aldım, bir an nefesim kesildi, alet içimde iken doğrulup, göğüslerimi okşayıp öperekten bağırtıları kısmak içinde olsa öpmeye ve cesaretlendirmeye başladı.
Kadınım, Aşkım, Nerom, Kürdom, Karıcığım diyerek Beni güzel sözlerle uçuruyordu, aleti ateş gibiydi, Kimin için ısıttın bu fırını dedikçe kuduruyordum, artık nispeten de olsa alıştım, Bende o güzel sözlere karşılık içimi döküyordum, Erkeğim, Kocam teşekkürler harikasın, neredeydin şimdiye kadar dedikçe iyice coşuyor ve coşuyorduk....
Hazır mısın Ben bitiyorum dediğimde, az daha, az daha bekle Sevgilim, Bana bu anı yaşat diye söyleniyordu, alışmıştım çok güzel bir ritm yakalamıştık, hadi artık dedikçe, dudaklarıma yapışıp az az daha derken, hadi aşkım bırak aşk sularını yıka beni derken, ben sarsıla sarıla boşaldım, ama ne boşalma. O'da hırıltılar, iniltiler içinde boşaldı, sanki bir roman yazmıştık.
Öylece kaldım, sıcak sularının içimden süzüldüğünü hissediyordum.
O anı öldürmemek için ve kutumun alışması için öylece alet içimde, Ben üstte epey bir kaldım.
Ayağı kalktık, Kalkıp banyoya geçmek istedi bırakmadım, diz çöküp muhteşemi dilimle temizledim.
Devamı için, O çok istekli idi ama, Ben bitmiştim, Kalktık temizlendik birer kahve içtik. İzin istedim bırakmak istemedi, ertesi gece için söz verince bıraktı. O otelde kaldı, Bende arabamı alıp eve geldim.
Yol yürüyemiyordum, kasıklarım bacaklarım, her tarafım zevk dolu ağrılar içinde idi. Bitik ve bitaptım.
Eve geldim, İsmet bekliyordu, halimi görünce gözleri parladı. Aşkım ne oldu böyle Sana dedi ve öptü Beni. Fena benzetmiş Seni bu Volkan, doping mi almıştı, yoksa grup falan mı yaptınız, tosta girmiş gibisin falan espiriler yaptı.
2 buzlu viski doldurdu, bu ateşi ancak bu söker, rahatlatır deyip sarıldı.
Anlatmayacakmısın diye ısrarla sorup duruyordu.
Bu bir Volkan'ın işi olamaz, bilirim diye üstüme geliyordu.
Hayır bu başka Volkan deyince, bilmezmiyim Ben deyip, böbürlenince güldük epey.
Eşim Volkan'ı bilir, çünkü yanında çok birlikte olduk.
O'na sürpriz dedikçe somurtuyordu.
Tamam dedim yarın akşam kilinikte yaparız, Sende burdan online izlersin, deyince kısmen anlaştık.
Kucaklayıp Beni üst kata odama götürüp, üstümü çıkarıp geceliğimi giydirip, ıslak tangamı da koleksiyon kasasına koymak için alıp, koklaya koklaya odasına geçti.
Arkası yarın. Kucak dolusu öpücükler....
234 notes · View notes
miniiktitan · 3 years ago
Text
Gelecekteki kızım Deniz'e; Sen bu mektubu okurken annen tüm acılara rağmen ayakta kalmış tüm her şeyi o minicik kalbinde yenmeyi başarmış biri olacak. Sana ilk adım atmayı sonra yürümeyi sonrasında ise koşmayı öğreteceğim ve bazen de durmayı. Gözyaşlarını başkasının silmesine ihtiyaç duymadan silebilmeyi,yaşamayı,gülmeyi,hıçkırıklarla ağlayıp sonra toparlanabilmeyi bilmelisin güzel kızım. Sana benim ailemden göremediğim sevgiyi en güzel şekilde hissetireceğim umuyorum ki. Yaşamaktan bahsederken yaşamanın sadece nefes alıyor olmak olmadığını,insanların çirkin,sivilceli,kısa,uzun,konuşma bozukluluğunu kendi seçmediğini öğreteceğim. Sonra sana bazen anne,bazen abla,bazen küçük bir kız kardeş bazense en iyi dost olduğumu bilmeni istiyorum. İlk aşkını heyecanla anlatışını,anlatırken gözlerinin ışıldadığını görmek istiyorum. İşe yaramaz olduğunu düşünüp gözlerinden yaşlar süzülmesini izin verme asla. Sen hep benim kahramanım olucaksın. Gitmek istediğin yol her ne ise ben hep arkanda olacağım düştüğünde,dizin yara aldığında ya da yürüyemeyecek duruma geldiğinde hep elini tutup kaldıracağım seni. Kaldıramazsam yanına çökeceğim beraber yıkılıp beraber ayağa kalkacağız ve düşüşlerimiz bizim pes endişelerimiz olmayacak. Annende bir çok kez yıkılmış bir insan olacak ama onun elinden tutan biri olmadığından hep kendi toparlanmak zorundaydı ama senin her zaman ellerini tutan her anında sana destek olan her zaman seni destekleyen deslekmese bile saygı duyan bir annen olucak. Kötü ruhlarla kirletilmiş bu Dünya'da senin içinde ki o temizliği her zaman koruyacağım belki leke alabilir ama kirlenmesine izin vermeyeceğim. Kalbinde her zaman çiçeklerinin büyümesi için her zaman sabırla sulayacağım onları. Yıllar sonra çiçeklerin açtığında kalbinde kocaman bir bahçe oluştuğunda kimse olmadanda kendi içinde nefes alabileceğini göreceksin. Seni şimdi seviyorum seni gelecekte seveceğim seni sonra da seveceğim seni hep seveceğim. Acı çektiğinde koş bana,kimse seni anlamadığında koş bana herşeyden kaçmak istediğinde koş bana. İlk kelimeni,ilk cümleni,heyecanla bekleyeceğim. Kucağımda huzurlu nefeslerle uyuyuşunu kışın ortasında yazı bekler gibi gündüzün ortasında ay çıkmış gibi bekleyeceğim. Seni huzurlu şarkılarla ninnilerle uyutacağım. Belki bir zaman sonra ben senin yanında olmam göçüp gitmiş olurum bu Dünya'dan o zamanda ben varmışım gibi yaşa. Sanki yanındaymışım gibi gül,ağla yıkıl ve ayağa kalk bedensel olarak yanında olamazsam ruhum yanında olacak. Kendin çık dışarı,nefes al,git bir cafeye kitap oku tanımadığın biri ile sohbet et yeni insanlar tanı. Kimseyi seviyor gibi yapma. Beni sevmezsen veya bir başkasını sevmezsen sevmiyorum de. Kimseyi sevmek zorunda olmadığını bil. Her zaman yenilikçi ol. Kimseyi seninle aynı şeyi düşünmeye zorlama veya kimse için hayatını değiştirme. Her zaman fikrinin arkasında ol. Belki seni gerçekte istediğin her yere götüremem olurda şartlar el vermezse. Bizde o zaman gözlerimizi kapatırız hayal ederiz. Hayaller bizi her yere götürür. Gökyüzünü sev,şarkıları sev,okumayı sev. En yalnız gecende kimseye gitmek istemezsen kendine git. Kendine sığın kendi ellerini tut. Ruhunu hiç yıpratma. Bir çıkış bulamadığında göğe bak olur mu? Gökyüzü her zaman bir çıkıştır. Annen bir çok kez intihara kalkıştı ama senin için yaşıyor bak. Hiç bir şey ölüm ile çözülemez intihar yalnızca kaçmaktır. Kimseyi giyimi, dini,dili,ırkı,parası ile yargılama. Unutma hepimiz kardeşiz bu dünyada. Ay ışığım Güneş doğduğu sürece umut hiç bitmez. Kaldır kafanı bak göğe kuşlar nasıl uçuyor özgürce, Ağaçlar hep yeşerecek,Güneş hep doğacak ve bunlar olduğu sürece umut hep olacak. Baban kim bilmiyorum şu an ne yapıyordur acaba? Umarım güzel bir eş ve baba olur bize.ama sana söz veriyorum miniğim seni mükemmel bir adamdan dünyaya getireceğim..Şu an kendime bile iyi gelemezken bize iyi geleceğim miniğim..
22 notes · View notes
zeynebsahn · 5 years ago
Note
Selamun Aleyküm Zeynep Abla, inşallah evlilik görüşmesi yapacağım biri var ama ben ne yapacağımı, ne soracağımı, ne hissedeceğimi, nasıl hareket edeceğimi bilemiyorum. Etrafımda da pek bu şekilde evlenen ve fikir alacağım biri olmadığı için sana sormak istedim. Çünkü yazıların çok hoşuma gidiyor. Cevaplarsan mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler 🌸
Aleyküm selam ablacım. Daha evvel bu tarz sorular çok geldi ve uzun yanıt verdiklerim de oldu. Bu soruyu yanıtladıktan sonra bulabilirsem onları da reblog yaparım inşallah.
Öncelikle kafanızda bir evlilik, bir birliktelik oluşturun. Bu düşünce çevresinde az çok soracağımız sorular şekilleniyor. Mesela, ben eşimle görüşmeden önce bir milyon tane soru vardı kafamda. Hangisini sordun dersen hiçbirini soramadım o ayrı :) ama demekki sormama fırsat vermeden karşımdaki insan bana o güveni vermiş. Kafamdaki o birlikteliği oluşturmuş. Yani bu demek oluyor ki karşılıklı görüşmede
1- o güveni alabiliyor muyuz?
2- fiziksel ve ruhsal olarak karşımızdaki kişiyi kendimize denk görüyor muyuz?
Benim sana en büyük tavsiyem biriyle bir yola girmeden önce ince eleyip sık dokuman ama zorlaştırmaman olacak. Yani şöyle ki ben bu adamı değiştiririm, aman canım şu huyuda zamanla değişir gibi sakın düşünme.
Kendimden çok örnek verme taraftarı değilim ama biz tanışma, söz döneminde evliliğe kadar eşimle hiç tartışma yaşamadık. Bunu neden söylüyorum. Aaa bak benim ilişkim mükemmel geriye kalanlar Defolu demek için değil. Böyle bir süreçte - maşallah-böylesine güzel başlamışken bile evlilikte fikir ayrılıklarına düştüğümüz, birbirimizi kırdığımız, üzdüğümüz, üzüldüğümüz zamanlar oldu. İlla ki olacak. İşte bu gibi bir durumda devreye bu insana duyduğunuz saygı giriyor. Size verdiği güven giriyor. Bu tartışma öncesi birbirinize olan davranışlar giriyor.
Daha evvel de söylemiştim yine yazayım. Mesela bence bu görüşmeyi sadece - namaz kılıyor mu? - sorusu üzerine bina etmek hatadır. Evet namaz kılması önemli bir etken. En azından benim için öyle. Fakat namazı bana değil kendisine kılıyor. Hal böyle olunca namaz da, dini hassasiyetler de bir madde olabilir ama temeli oluşturmasın.
Toparlayabildim mi bilmiyorum ama Allah yardımcınız olsun. İnşallah güzel kapılar açsın.
5 notes · View notes
senayelvanstuff · 5 years ago
Text
Parmak hesabıyla bütün hayatım
Yağmur yağıyor.
Normalde geceleri bir şeyler dinleyerek uyumayı severim, ama yağmur varken başka şey dinleyesim yok. 
Düşünüyorum ve içimden Tanrımla konuşuyorum. 
Allah’ım, sen yücesin, öyle yücesin ki affedersin. Ben o kadar acizim ki, senin affediciliğinin noktacığına ermekte zorlanıyorum. Affettim sandımdığım yerde, sert bir kayaya çarpıp öfkeleniyorum. Affedemiyorum ya Rabb’im. Sen yardım et bana. Başkasının ihtiyacı var diye, başkası istiyor diye değil; sırf kendi omuzlarımdaki taşları bırakabilmem için yardım et bana.
Yağmur damlaları camı dövüyor.
Ben içimden bunları geçiriyorum. Dualarla kendimi tokatlamayı severim. Uyanışlarımı anlamlı kılar. Sıradan olmadığımı hissetmeme sebep olur çoğu zaman. Herkes yatağında horlarken ya da uyumadan önce daha çok para, şans, aşk dilemişken; ben derim, daha iyi bir insan olmayı diliyorum hep. Bunu dilerken kendimi binlerce kez öldürüyorum. Hakaretler ediyorum kendime. Sorunlarımı düşünürken sabahlayıp daha iyisi olamadığım için ağlaya ağlaya yastıkları kemiriyorum.
Eğer bir gün daha iyi biri olursam, mutluluğu hak edeceğim ben de. Anahtarı ofiste unuttum diye buz gibi havada ofise geri dönmeme gerek kalmayacak. Biri kapıyı açacak bana. Eğer ben öfkemi yenebilirsem bir gün, affedebileceğim ve kıyaslamaktan, geçmişe dair söylenmekten kurtulacağım. Neden demeyeceğim artık. Kalkacak kalbimdeki fil. Uzaklara gidecek, o da mutlu, ben de mutlu... Bir gün dualarım kabul olursa ve ben daha iyi biri olursam; daha iyi bir evlat, daha iyi bir abla, daha iyi bir eş olacağım. Kardeşim bana acımayacak. Annem ve babamın bana dair tüm kırgınlıklarını silebileceğim, yaşlılıklarında onlara dünyaları verebileceğim çünkü. İçlerinde ukte bırakmayacak kadar iyi biri olacağım.Kimse beni merak etmeyecek. Çünkü Elvan iyidir diyecekler. Acımayacaklar böylece.
Tüm bunların gerçekleşmesi sadece bana ve yaradana bağlı. Eğer bir gün dualarım kabul olursa ve ben biraz değişmişsem, bir gün insanların acımadığı birisi olacağım.
Beni terk edip giden kimseye öfke duymayacağım. Seslerini duyduğumda, yüzlerini gördüğümde içinde bir yangın başlayıp bağırarak onu suçlamak gelmeyecek içimden. (Şu an böyleyim. Evde kendi kendime otururken bile söyleniyorum.) Ve sırf ben aştığım için, kendimi bir kadınla, bir arabayla, bir şehirle, bir sözle kıyaslamayı. Herkesten ve her şeyden geçip iyi ve mutlu biri olacağım.
Bu dünyadan “aklımda hiçbir keşke, kalbimde hiçbir ukte kalmadan göçebilirim” demeye hak kazanacağım.
Ancak  böyle iyi biri olabilirsem dünyadaki görevimi tamamlamış hissederim. Ve garip gelmesin size, ancak iyi biri olursam hayal ettiğim hayata kavuşabilirim...
Böyle kızgın kalarak yaşamaktan çok yoruldum. Bu yorgunluk ile hiçbir yola giremiyorum. Ama içimdeki cam kırıklarını da bir türlü yok edemiyorum. Her defasında kıyıda köşede iz bırakmadan gülüp eğleniyorum sanıyorum ama gece yatağa girdiğimde sadece büyük parçaları halının altına itelediğim ortaya çıkıyor.
Yağmuru dinliyorum.
Dua ediyorum.
Halının altında ne kadar parça kaldıysa saplanıyor da saplanıyor. Saysam yağmur taneleriyle yarışır. Ama soracak olursanız ben herkesi eleştiririm ama kendimi mükemmel sanarım. :) 
Varsın narsist olayım, bencil olayım, kalpsiz olayım... Varsın değil; varsın deyince farazi oldu. Bunları duydum ben o yüzden doğrusu şöyle;
Narsistim, bencilim, kalpsizim ben.. 
Ama yine de kendini sorguya çeken, dar ağacında acımasızca sallandıran benim her gece. Bir Tanrı bilir.
Kendimi kanıtlamaya ne gücüm var ne isteğim. Ben kimse için değil, kendim için benliğimi sıkıştırır sıkıştırır nefessiz kalırım.Kimseyle değil derdim, sadece kendimle.
Daha güzel bir güne uyanmak için tüm çabalarım.
Tumblr media
5 notes · View notes
hececiler · 2 years ago
Link
0 notes
dramatik-buluntular · 7 years ago
Text
Hüzün üçlemesi (3)
Farklı şehirlerde yaşadığımız eş dost ve akrabalarla ancak bayram günlerinde çocukluğumuzun geçtiği kasabada bir araya gelip uzun sohbetler yapabiliyorduk. İstanbul’dan gelen dayılarım, İzmir’den gelen teyze çocukları ve Manisa merkezden gelen kuzenler, annemlerde buluşup hasret giderirdik. Diğer dostlarla da kahvehanede buluşur, çay içer, okey oynar ve aynı zamanda “ah ulen ahhh” çekerdik eski günlerden bahsederken. Yine öyle bir bayram günüydü.  Rutin bayramlaşmalar, yemek, tatlı ve kahve faslı ile beraber “Necla teyze, kadayıf tatlın gene her zamanki gibi mükemmel olmuş” başka biri “aaa Gönül abla kilo almışsın” bir diğeri “Metin abi saçların iyice seyrelmiş” bir diğeri de “valla ev taksitleri çok ağır geldiği için araba alamadık bu yıl, o yüzden uzun süre otobüs bekledik” gibi konuşmalar saatlerce sürerdi. Hepimiz zamanın artıklarıyız. İnsanların yerini alan nesnelerin yükselişini ve şekilciliğin tedavisi olmayan bir hastalık haline geldiği düşüncesi masanın üzerinde parıldayıp duruyordu. Bunu içimden söyledim ama son model yeni bir araba almış olan Hatice teyzemin oğlu Feyzi de karşılık olarak içinden bana “sen de her şeyde bir olumsuzluk öne sürüyorsun” dediğini okudum. Sanırım bir çeşit psişik güçlerimiz vardı. Rüzgâr bir gülümsemeyi alıp yakınımıza getirmişti. Birbirimize bakıp gülümsedik. Rüzgâra teşekkür ettik.
 Komşu evden Nuriye abla bir yandan kızıma bakıp bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. “Metin, kızın maşallah büyümüş, nasıl da güzel bir kız olmuş, Allah nazardan saklasın” derken yüzündeki çiçek bahçesini gösteriyordu sanki. Biraz utanarak biraz da gurur duyarak teşekkür edip “güzellik gelip geçer abla, Allah herkesin çocuğuna hayırlı, sevgiyle dolu ve düzgün bir gelecek nasip etsin” dedim ben de. Konuşmalar ve gülüşmeler aralıksız sürüyordu. O an dokunuşlar yurdundan yollanan yüzüstü bırakılmış bir duygunun bütün kimsesizliğiyle etrafımda dolaşıp durduğunu hissettim. Ruhumu çevirip yeni nesil düşlerimin arka sokağına baktım;  orada sessizce bekliyordu az sonra beni alıp götürecek olan.
 John Fante’nin  “benim yalnızlığım meyve verir”  sözü geldi aklıma ve uçsuz bucaksız tarlalardaki vitaminler vatanı… Fante’yi severim, zaman zaman buluşup Arturo Bandini’den bahsederdik, mobilya böcekleri bile katılırdı bize… Kalabalık aile ortamımızda bütün bu sonu gelmez konuşmaların arasında başka bir dünyadan gelmiş bedenimle birden kendini beğenmiş bir derinliğe misafir oldum. Avludan çıktım, bahçedeki tavuk gıdaklamalarının yanından geçtim, bahçe duvarıyla samimiyeti iyice ilerletmiş olan üzüm asmalarının dallarına sürtünerek dışarı attım varlığımdaki diyalektiği. O esnada bir yaprak yapraklığını iptal etti. Mavi boyalı demir kapı ve hemen yanındaki elma ağacı arkamdan seslenip “nereye gidiyorsun sayın yenilmiş” dedi. “Hiç, biraz dolaşıp gelecem” diyerek çocukluğuma yıllarca kıyılık yapmış olan Saime ablanın evinin yanından yürüdüm gittim.
 Sait’in kahvesini geçerken kahvede oturan arkadaşlar “gelmiyor musun Metin?” diye seslendiler. Onlara halletmem gereken bir işimin olduğunu, daha sonra geleceğimi söyledim. Bir süre daha yürüdüm. Tren yoluna vardım. Tren yoluna paralel ilerledim. İlerlerken Hüzün de benimle beraber ilerliyor, hatta benim taklidimi yapıyordu. Ben duruyordum o da duruyordu. Adım atıyordum, o da atıyordu. Edebi gölge. “Ne oluyor oğlum sana” diye çıkıştım öfkeyle hüzün denen yarı yırtıcı yarı sevimli hayvana.  Sonra öfkemin sesini biraz daha açarak “nedir lan senden çektiğim, beni ittiğin farklılık uçurumundan topladığın meyveler yetmedi mi sana, neden arkamdan gelip duruyorsun, her yaptığımı tekrar ediyorsun?” dedim. Tek kelime etmedi hüzün. Ağırlıksızdı. Utangaçlığı ciddi anlamda yer kaplıyordu. Gözleri dolu dolu yüzüme baktı uzunca. O bakışı alıp içsel cebime koydum. Cebim oldukça şişkin göründü. Cebimde gökkuşağı dağlarından getirtilmiş renkler vardı sanki. Kimseye satamıyordum o renkleri.
 Sürrealizmin geniş caddesinde ilerleyişimin sonuna gelmiştim. Zaten yol da bitmişti. Bu kasabada yıllardır ağlak melankolinin abidesi gibi duran Hüseyno’nun dibinde durdum. Hüseyno çınar ağacının adıydı. Kasabamızda bir zamanlar namı diğer Baltalı Hüseyin abi adında biri yaşardı. Başka bir bayram gününde anlatırım hikâyesini. Ölümünden sonra onun ismini bu çınar ağacına vermiştik. Çınar ağacı da Hüseyin abi gibi hiç konuşmazdı. Çınar ağacının başka bir anlamı daha vardı. Kayboluşlar dehlizine her daldığımda burada ortaya çıkardım. Çünkü burası Gülcan’ların evinin tam karşısıydı. Gülcan da benim gibi düşsel uçurumlar müptelasıydı.
  Köyün en küçük melekleriydik. Bildiğin melek işte.
Ağaçların huzurundan suyun hafızaya uzanışıydı yaşamak.
  Şurası platonik ayakkabılarımla O’nu görmek için volta attığım yer.
Şurası da o’na bakarak yürürken suçu olmayan bir duvara tosladığımda
İçinden salak diyerek kıs kıs güldüğü.
  Balkona çıktığını gördüğümde hemen mesaiye başlardı şiir
Üzerinde kırmızı renkli düşten yeni çıkmış bir harf
Yüzünde denize doğru yürüyen sokakların yankısı olurdu
Balkona bana bakmak için çıkmadığını bilirdim O’nun
Olsun, ben tek taraflı bir kelimenin çocukluğuydum zaten o zamanlar.
  Perdeyi araladığı vakit göz göze gelirdik
Dünya benim olurdu, Kur’an çarpsın.
  Kasabaya her gediğimde bu çınar ağacına gelmezdim. Bu kez neden geldiğimi bilmiyorum. Yüzüstü bırakılmış o duygu beni getirmişti buraya. Aşkın bu dünyanın tek gerçeği olduğu fikriydi hatırlatmak istediği belki. Çınarın dibinde oturdum bir süre. Sessiz ol dedi Hüseyno’nun baltası. Bir karınca kolonisi geçiyordu ayaklarımın dibinden ve koro halinde bağırıyorlardı:
 En büyük Gülcan bizim Gülcan!
En büyük Gülcan bizim Gülcan!
Gülcan sen bizim her şeyimizsin!
Gülcan sen bizim her şeyimizsin!
 Saygıyla selam verdim slogan atarak geçen hatırlatıcı karıncalar kolonisine. Onlar da bana selam verdiler. Çok sevimliydiler. Onlara düş kırıntıları attım. Şükranlarını sundular. Bizi biliyorlardı. Bu bilme işi atalarından kendilerine devredilmişti. Az kalsın ben de onların bu sloganlarına cevaben: “Gülcan buraya, eller havaya” diye üçlü oley çektirecektim. Sonra kendimi bir parantezin içine alarak toparladım.
  (Ahh Gülcan, öyle çok bilmiyordum ki senin nerede olduğunu.
Ve öyle çok seslenmiyordum ki sana,
Öyle çok seslenmiyordum ki sana, neden duymuyordun!)
  Gözüm balkondaydı. Belki bir mucize olur da çıkıverir oradan diye saniye sektirmiyordum. Ama birden bilinçaltımın kapısı çalındı, gittim açtım. Hafızaydı kapıdaki. Başında fötr şapkası, elinde bir bıçağın keskinliği ile “Lan manyak, geri zekâlı, Gülcan’ların yıllar önce bu evden taşındığını unuttun mu? Sana kaçıncı kez hatırlatıyorum, kendine gel” diyerek beni yerin dibine soktuktan sonra başka bir gezegene yetişmesi gerektiğini söyleyerek çekip gitti. Tabi ya, şimdi bu evde başkaları yaşıyordu. Başka anne babanın başka kızları. Başka öyküler… Başka şiirler… Başka yok oluşlar… Bakışlarım önüme düştü, toprağa, yani anlamın ve hakikatin fışkırdığı o sonsuz kucaklayıcılar uygarlığına. Kucaklayıcılık metaforu boşlukta bir süre varlığını sürdürdü ama aniden tasarlanmış iki adet gölgenin tepemde dikildiğini fark ettim. Başımı kaldırınca karşımda elli beş yaşlarında bir adam ve yanında yirmi beş yaşlarında bir delikanlı gördüm. Gözlerinin içinde iki adet meşe ağacından yapılmış sopa vardı.
  -Deminden beri bizim evi neden gözetleyip duruyorsun lan sen?
-Yok abi ne gözetlemesi, neyden bahsediyorsun sen?
-Oğlum iki saattir gözünü ayırmıyorsun karşıdaki evden, evde yetişkin kızlar var, biri de nişanlı
-Özür dilerim, benim kötü bir niyetim yok, hem babamı tanırsınız siz, ben eski zabıta Nazım’ın oğluyum, bu evde sizden önce yaş…
  Henüz sözümü tamamlamadan baba ve oğul üzerime çullandılar. Kendimi anlatamamıştım. Karşılık da vermek istemedim. Ama yüzüm gözüm şiş eve dönersem herkese nasıl açıklardım bu durumu. İlk yumruğu çeneme yedikten sonra yerden kalkamadım. Sersemlemiştim. Ben böyle bir yumrukta sersemleyip yere düşecek adam mıydım? Sonra aniden baba ve oğlun iki seksen yere uzatıldığını hayretler içinde seyrettim. Bana yardım eden bu babayiğit de kim diye çevirip baktığımda karşımda duran Hüzün’dü. Birkaç saat önce kalbini kırdığım, defolup gitmesini söylediğim Hüzün beni takip etmiş, uzaktan izlemişti. Başımın belada olduğunu gördükten sonra gençliğimde ona öğretmiş olduğum Nambu-do numaralarını bu adamlar üzerinde başarılı bir şekilde uygulamıştı. Elimden tuttu ve apar topar kaçırdı beni oradan. Çeneme baktı “tamam, bir şeyin yok, iyisin” dedi.
 -Sen gelip yardım etmesen de ben tek başıma hallederdim onları, niye geldin ki?
-Tabi bilmez miyim, bu dövüş tekniklerini sen öğretmiştin bana, ama mesele şu ki; sen yaşlandın, ben hep aynı yaştayım, unutma benim adım Hüzün, zamanın dişlerini geçiremediği tek şey benim
 Sonra gülüşmeye başladık. Anlamıştım; Hüzün benim taklitçim değil ikizimdi. Arkadaşların kahvede beni beklediğini söyledim ona. Geliyor musun benimle? “Sen git, ben zaten her yerdeyim, içtiğin çayda, yürüdüğün yolda, sözcüklerindeyim, kime sarılıyorsan ve kimi öpüyorsan ben o kollar ve dudaklardayım, sen git” dedi.
  Kahveye geldiğimde derinliksiz sohbetlerin ve yüzlere yerleştirilmiş ödünç kahkahaların arasında yerimi aldım. Çaylar geldi. Sohbetler yapıldı. Akşama doğru Komikspor ve Trajikomikspor takımlarının maçları vardı. İkisi de şam-piyonluğa oynuyordu. Toplumların en büyük derbi maçlarından biriydi bu. Kimin kazanacağı ile ilgili tahminler yapıldı. Küçük mutluluklarla sarhoş olmuş insanların düştüğü bu unutma çölü onların çıldırmış ülkesiydi. Ardından kardeşim gibi sevdiğim arkadaşlardan biri olan Ekrem yanaşıp “Metin, bak bazı şeyler duydum seninle ilgili, hükümet aleyhinde orada burada fazla konuşma, suya sabuna dokunma, işine bak, şiir falan da yazma, neyine senin, çoluk çocuğun var, uzak dur”  diye tedirginlikle dans eden ses topluluklarını yığdı kulağımın dibine. Yan yana gelince sonsuz vagonlu boş bir treni andıran kelimeleri toplayıp belleğimdeki aynalar vadisine fırlattım. Hayatım boyunca risk almadan yaşadığım tek bir anı hatırlamıyorum. Yoksulluğa, haksızlığa ve adaletsizliğe başkaldırmayan ve soru sormayanların kutsadığı bu yontulmuş unutma çölünde bilinçaltıma görünmez saldırılar yapılmaya başlamıştı yeniden. Gözlerim dalıp gitmişti. Bin yerinden hançerlenmiş aşkı hatırladım ve peşimdeki romantik bozkırları ve üzücülerin ayak seslerini. Çevremdeki her şey bulanıklaştı. Kahvedekilerin yarısının kimliksiz seslerle havaya zıpladığını hayal meyal görebiliyordum. Ekrem karnımı bıçak batırır gibi dürttüğünde anladım; koynuma, kollarıma ve kasıklarıma doluşan gürültünün sebebini. Trajikomikspor 1-0 öne geçmişti.
4 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 5 years ago
Text
Nişanlımı Götünden Annesini Amından Sikiyorum! (Bekir 23 Y., Antalya)
Merhaba adım Bekir. 23 yaşındayım, 1.79 boyunda, beyaz tenli, kumral şaçlı biriyim. Sevgilim Aslı ile Liseden başlayan aşkımız 2 yıl önce nişanlanmaya kadar gitti. ÖSS sınavlarına hazırlananan nişanlım, 20 yaşında, sarı saçlı, 1.70 boylarında, beyaz tenli, normal vücut ölçüleri olan ve ince belli bir kız. Nişanlımın annesi (müstakbel kayınvalidem) ise 43 yaşında ve yaşına göre mükemmel vücudu var, hafif balık etli, beyaz tenli, 1.66 boylarında, sarışın, dolgun göğüsleri olan çok sexy bir kadın. Müstakbel kayınpederim ise, 53 yaşında, iyice çökmüş, saçları beyazlamış, hafif kilolu biri ve makine mühendisi olarak çalışıyor. Kayınpeder kayınvalidemden para esirgemiyor, kayınvalide de paraları giyimine, kıyafetine, saçlarına ve vücut bakımına harcıyor.
Aslı ile nişanlandıktan sonra ailecek birbirimize gidip gelmeye başladık. Nişanlımla cinsellik olarak öpüşmeden ileri gitmiyorduk. Daha sonra benim askerlik geldi, askere gittim. Isparta acemelikten sonra usta birliği Bingöle çıktı. Nişanlım çok üzülmüştü, birşey olacak dönemiyecem diye. Askerde çok azmıştım, hep nişanlımı arzuluyordum. İlk izine geldiğimde nişanlımla bizde öğlen vakti konuşurken evde kimse yoktu, öpüşürken nişanlıma onu çok arzuladığımı ve birlikte olmak istediğimi söyledim. Nişanlım da kabul etti, ama önden değil arkadan verdi. Askerliğim süresince ilişkimiz böyle devam etti, her izine geldiğimde nişanlımı artık götünden sikiyordum. Sonunda teskereyi aldım, askerden döndüm ve düğün tarihini kararlaştırdık. Fakat düğün ileri bir tarihte yapılacaktı. Ben tabi yine arada sırada (bazen onlarda, bazen bizde) nişanlımı götünden sikiyordum.
Onlara gittiğimde, kayınvalidem hep eşofman tarzı sıkı taytlar ve göğüs dekoltesi bol olan elbiseler giyiyor, benle hep yakından ilgileniyordu. Bazen yemek falan koyarken dekolteli giysilerinden görünen göğüsleriyle önümde eğiliyor, ben her nekadar bakmak istemesem de gözüm kocaman göğüslerine kayıyordu.
Askerden geldikten bir ay falan sonra, özel bir firmada işe başladım. Birgün iş çıkışından sonra nişanlımı görmek için onlara gittim. Ben nişanlımla salonda otururken annesi de banyodaymış, "Aslı kızım ütü açık kaldı galiba, fişini çekiver!" dedi. Nişanlım da kalktı ütüyü kapamak için üst kata gitti (evleri Dubleks). Annesi de benim evde olduğumu bilmiyor ya, üstünü havlu ile sarmış, altında siyah külodu ve kocaman götüyle salona dalıverdi. Birden beni görünce, "Aaa oğlum sen de mi burdaydın, geleceğini bilmiyordum, bu halimle banyodan çıktığım için kusura bakma..." dedi. "Yok asıl siz kusura bakmayın efendim, haber vermeden geldiğim için." dedim. Sonra o da yukarı kata çıkarken arkadan götü bıldır bıldır sallanıyordu. Doğrusu nişanlımdan daha güzel vücudu vardı, nişanlımın göğüsleri çok küçüktü. Daha sonra hep aklıma geliyordu, nişanlımla sevişirken bile annesini hayal ediyordum.
Bir izin günümde yine onlardaydım. Evde nişanlımla yalnızız, TV falan izlerken öpüşüyorduk falan. Derken iyice azdık ve çırılçıplak soyunduk sevişiyoruz, nişanlımı yine götünden sikiyordum. Birinci postayı götüne boşaldım, fakat götünü sikmeye devam ediyorum. Nişanlım da, "Aşkım nolur çıkar, biraz duralım, sonra yine yaparız!" deyince, nişanlımı kırmamak için götünü ikinci posta sikmeyi bırakıp, toparlandık ve öpüşüyorduk. O sırada telefonu çaldı, nişanlımın kız kardeşi Gizem arıyordu. "Abla yıl sonu balosu için elbise beğenemedim..." diyerek nişanlımı çağırıyordu. Nişanlım hem gitmek istiyor, hem de beni bırakmak istemiyordu. "Git aşkım, Gizemin elbise işini hallet gel!" dedim. Nişanlım da, "İstersen sen de bizimle gel!" dedi. "Ben yorgunum, siz gidin işinizi halledin gelin!" dedim. "Tamam aşkım! Biz 1-2 saate kadar geliriz! Sen rahatına bak, dinlen ve sakın biryere kaybolma!" :) dedi ve öperek gitti...
Evlerinde tek başıma TV seyretmekten sıkılmıştım. Şeytan dürttü annesinin yatak odasına geçtim, çekmeceleri karıştırıp, kayınvalidenin iç çamaşırlarına bakıyordum. Rengarenk tangaları vardı, hatta 2-3 tane G-Stringi bile vardı. Çok şaşırmıştım, elime alıp baktım, inceledim, yüzüme sürüp kokladım ve kayınvalidemi o incecik külotla hayal ettim. Sikim anında kazık gibi oldu tabii. Fermuarımı açıp sikimi çıkardım ve kayınvalidemi siktiğimi hayal ederek sıvazlamaya başladım. Böyle birşeyi düşünmek bile beni kendimden geçirmişti, gözlerim kapalı bir şekilde kayınvalidenin G-String külodunu koklayarak sikimi sıvazlıyordum. Birden kayınvalidenin gülerek, "Hoşuna gittiyse giyebilirsin!" :) diyen sesiyle gözlerimi açtım. Utancımdan kıpkırmızı olmuştum, sikimi yerine sokmaya çalışırken ne diyeceğimi bilmiyordum, "Kusura bakmayın efendim..." diye kem küm etmeye başladım. "Bak canım, bana efendim deme, tamam mı hayatım!" diyerek yanıma yanaştı ve dudaklarıma yapıştı, beni öpmeye başladı...
Ben de kendimi hiç geri çekmedim, öpüşürken o hasta olduğum götünü avuçladım. Bir süre öyle öpüşmeye devam ettik. Sonra üstündeki askılı elbiseyi çıkardı, sütyen takmamıştı, sadece altında külotu vardı. Külotunu da çıkarıp yatağa uzandı ve beni de yatağa doğru çekti. Ben de hemen çırılçıplak soyundum ve yatağa girdim. Önce biraz öpüştük, sonra ben göğüslerini yaladım emdim ve aşağılara inip amını yalamaya başladım. Dilimi amının içinde gezdirirken, kayınvalide, "Ohh hayatım erkeğim devam et bebeğim!" diyor kafamı amına bastırıyordu. Nasıl yalıyorum ama, deli gibi. Çok geçmeden kayınvalidenin amından sular akmaya başladı ve inleyerek orgazm oldu. Beni amından itip uzaklaştırdıktan sonra o bu sefer yarağıma saldırdı, ağzına alıp yalamaya, emmeye başladı. Sikimi yalarken şimdi o beni inletiyordu. İyice azdırmıştı beni...
Kayınvalidem, "Hadi hayatım, fazla vaktimiz yok!" diyerek yatağa sırtüstü uzandı ve bacaklarını ayırdı. Hemen pozisyonumu alıp amına yarağımı sokunca, Offf çekti birden. Ben köklediğim gibi, hemen gidip gelmelere başladım. Kayınvalidem, "Ohh, çok güzel sikiyorsun, devam et hayatım! Evet! Evet!" diyerek bana gaz veriyordu. Ben iyice hızlanmıştım, amına hızlı hızlı pompalarken, "Off bitirdin beni hayatım, ohh ohh!" diye inliyordu. Birden, "Ayy ayy!" diye kısa kısa çığlıklar atarak orgazm olup, titreyerek boşaldı. Boşalırken de bacaklarını belime dolayıp beni içine hapsetti. Amını kasıp kasıp bırakıyordu ve ben de artık yavaş yavaş boşalmak üzereydim. İnleyerek, "Geliyorummm!" dediğimde, "Sakın içime boşalma!" diyerek hemen belimden bacaklarını çekti. Yarağımı amından çıkardığım saniye fışkırmaya başladım...
Döllerim taa göğüslerine, ağzına ve yüzüne fışkırmıştı. Parmaklarıyla göğüslerinden döllerimi sıyırıp ağzına götürüp yuttu. Sonra beni üzerine çekip öpüşmeye başladık. "Bak hayatım! Kızımı aldatacağın tek kadın benim! Tamam mı?" dedi. Ben de, "Bu tadı aldıktan sonra zaten başka am beni kesmez!" dedim. "İşte erkeğim bu!" dedi ve öpüşmeye devam ettik. Nişanlım telefon açıp, "İşimiz bitti, yoldayız, yarım saate kadar evde oluruz!" diyene kadar annesiyle birbirimize karı koca gibi sarılarak yattık.
Nişanlımla 2 ay içinde düğünümüz var, ama halen nişanlımı götten, annesini de amından sikmeye devam ediyorum :)
[Bekir]
85 notes · View notes
bumakheeyoo · 6 years ago
Text
“KESİN VAR ŞU TAŞIN ARDINDA”                                           -ANAMUR YÜZEY ARAŞTIRMASI
Tumblr media
“Anlaması zor olabilir, fakat bizim gibiler için böylesine bir arazide bir mağara dahi olmadığını görmek, bir misyoneri tanrının olmadığına inandırmaya benzer.”
Araştırma Tarihi: 06.06.2019-11.06.2019
Araştırılan Bölgeler: Kömürlü Köyü (Bozyazı, Mersin), Kaş Yaylası (Anamur, Mersin)
Geziye katılanlar: Recep Can Altınbağ, Göksu Kayacılar, Bülent Efe Temür
1. Gün (07.06.2019 Cuma)
Sabahın 4’ünde altı buçuktaki Alanya uçuşuna yetişmek için mızmızlanarak uyandık. Gece 2’ye kadar Recep’in evinde değişik kombinasyonlarda yüklediğimiz çantaları, malzemeleri tek tek tartmış, sürekli aşıp durduğumuz kilo sınırını tutturmaya uğraşmıştık. En sonunda kafayı yemiş halde Bülent’in bize baktığı kahve falında darallar, obruklar falan görürken “aman ne olacaksa olsun, olmadı fazla öderiz” dedik ve sızdık. Mağara için olmasa da, artık sırf çantaları özenle yerleştirmeye harcadığımız saatler hatrına paşa paşa gidecektik o geziye. Recep’in kilo sınırını aşan çantası için 10 lira fazla ödemesinden sonra uçağa yerleştik. 7.30 civarında Alanya Gazipaşa’nın minnak havaalanına inmiş, 8 civarlarında ise havaalanı önünde sabah güneşi altında tüm davetkarlığıyla parıldayan ve üzerinde kocaman “BOZYAZI” yazan minibüse kendimizi atmıştık. Tabi gevşek insanlar olduğumuzdan geziden önce ulaşıma dair en ufak bir plan yapmamıştık. “Alanya’da iner, illa ki Bozyazı’ya giden bir şeyler bulur gideriz” modundaydık. O yüzden olsa gerek, tam da çıkışta bizim için gönderilmiş gibi duran ekstra konforlu minibüsü görünce azıcık dengemiz sarsıldı. Binmeden bir sigara mı sarsak diyorduk ki muavin abi yanımıza yetişti ve yola çıkmak üzere olduğumuzu bildirdi.
Tumblr media
Yolda yarım saat geçmişti ki Mersin il sınırında harika manzarası olan bir yol kenarı gözlemecisinde durduk. Muavin abi “sigara içemediniz ya, ondan sizin için bir beş dakika duralım dedik, haydi inin bakalım gençlik” dedi. İçimizden “Allah allah” diyorduk. Beş dakika oldu yarım saat. Karşımızda pırıl pırıl uzanan denizden yüzümüze esen rüzgar eşliğinde gözlemelerimizi yedik, sigaramızı içtik, birkaç gevşek story attık.  Daha önceki gün İso'dan Delta 9 için istediğimiz Fatsa gezisi raporunu okumuştuk. Önceki yüzey ve ihbar gezilerinde karşılaşılan türlü şanssızlık ve gariplikler, perişanlıklar aklımızın bir köşesinde, bu ne "chill" bi yolculuk yahu diye düşünüyorduk. Pek de Bümak stili değildi doğrusu. Tam daha ne kadar rahat bir hale gelebilir diyorduk ki muavin abi bize doğru yaklaştı ve “gençlik şimdi bizim firmanın aynı zamanda taksileri de var, isterseniz sizi uyguna Bozyazı’dan gideceğiniz yere kadar götürelim” dedi. Böylece Anamur’da indirilerek muavin abinin taksisiyle önce tüpçüye, oradan alışveriş için A-101’e, sonra Bozyazı’dan Kömürlü Köyü’nün yukarılarında rotamızın başlangıcındaki bir ağacın gölgesine kadar götürüldük. Yolda sohbet ediyor, abiden Anamur’un yakın tarihi, yürüyeceğimiz yerlerin yaban hayatıyla ilgili bilgiler alıyorduk. Yolun sonunda “haydin bakalım size iyi yürümeler gençlik” diyerek bizden ayrıldı muavin abi. Kendisine selam olsun, özel şoför tutsak bu kadar olurdu.
Tumblr media Tumblr media
Ben chialı tarçınlı yulafımı yedikten, Recep ve Bülent çokokreme lavaş bandıktan sonra GPS elimizde ilk araştıracağımız bölge olan Sıçanlıca’ya doğru yola koyulduk. Sırtlarımızda 25’er kiloya yakın yükle Akdeniz’i arkamıza almış, vadinin içine doğru yürüyorduk. Rastladığımız ilk gölgede Recep çantasının altına acemice bağladığı, fıldır fıldır sallanan Hayvanlayın Babaaa’yı düzeltmek için durdu. Denizden esen serin meltem iki çamın arasında tek başına duran taze bir zeytin fidanına, oradan da terden sırılsıklam olmuş bedenlerimize doğru esiyordu. Mutluyduk; bilmiyorduk ki ne gevşekliğimiz cezasız kalacaktı, ne de bu gezi yazısı bu denli güllük gülistanlık ve edebi. Yolun hatırı sayılır bir kısmını yürümüş, sıcağa ve sırtımızın ağrısına rağmen pozitif kalmaya çalışırken Recep’in hatmettiği haritalarında Sıçanlıca’ya kadar, hatta ne Sıçanlıcası, taa son durağımız olan Kaş Yaylası’na kadar gittiği gözüken ve Recep’in toprak olduğunu iddia ettiği yolun aslında üzerinde yere yapışmak üzere olduğumuz, vızır vızır arabaların geçtiği asfalt yolun ta kendisi olduğunu fark ettik. İşte iplerin incelmeye başladığı an. Muavin abi bizi Sıçanlıca’ya kadar bırakabilirdi Recep. Naptın sen Recep. Bülent’le yolun kalanı boyunca Recep’e verip veriştirdik. 6 kilometreyi tamamladığımızda sonuna gelmek üzere olduğumuz sabır kotamız, önümüzde uzanan cillop gibi çukurluğu görmemizle birlikte resetlendi. Mağara keşfetmek istiyorduk. Sene boyu mağara keşfetmek istemiştik. Google Earth başında geçirdiğimiz saatlerde bunu sayıklamıştık. (Bkz. Recep) Gece uykumuzdan uyanıp bunu sayıklamıştık. (Bkz. Recep)  
Ve işte beklediğimiz an gelmişti.  Çantaları yığdık, ufak bir şeyler atıştırdık ve bodoslama araziye daldık. Sonuç mu? Bir delik bile yoktu. Kireç taşıyla kaplı koca arazide bir delik dahi açılmamıştı. Fazlasıyla umut vaat eden ilk durağımızda hiçbir şey bulamamak mental sağlığımız için pek de iyi olmamıştı. Arazi çok karışık olduğundan delik aramak hiç kolay değildi. En ufak anlaşmazlıkta kavga etmeye başlamamız dinlenmeye, rahatlamaya, kısaca yeni bir güne ihtiyacımız olduğunu gösteriyordu. Yol üzerinde gördüğümüz çobana geri dönüp su kaynağı ve delik sormaya karar verdik. Çoban amca kimin nesi olduğumuza dair bizi bir müddet sorguladıktan sonra “siz burda su neyim bulamazsınız” ve “te şu yolun döndüğü köşenin altından aşağı doğru inin orda mağara var” dedi ve bizi yolladı.  Yaklaşık 15 dakika sonra Bülent ilk mağaramızı bulmuştu. Vadiye inen yamaç üzerinde bulunan yan yana iki delik ve konumları Tabak 1’in girişini andırıyordu. İçi de Tabak 1 gibi çıksa ne güzel olur dedik. Mağaranın konumunu GPS’e kaydettikten sonra hemen aşağısındaki mükemmel düzlüğe kamp kurduk. Fesleğenli makarna sosuyla tatlandırmaya çalıştığımız yağsız, tuzsuz, dehşet verici ölçüde çirkin, her yudumda insanın inlemesine yol açan pilavı yeyip sinekleri uzaklaştırmak için yaktığımız ateşin başında oturduğumuz sırada etrafta davar gütmekte olan çobanların tarafından cırtlak bir kadın sesi yükseldi. “Vay …..laaar dağı taşı yakarsınıııızz” tarzı bir şey çığırıyordu teyze. Görüş alanımızda değildi, zaten ağzımızı açmaya da halimiz yoktu. Fakat teyze giderek uzaklaşmasına rağmen ısrarla bize doğru ıslıklar ve çığlıklarla seslenmeye devam edince Bülent kalkıp merhaba demeye gitti.  5 dakika kadar sonra döndüğünde öğrendik ki teyze ve çocuklar Bülent’i gördüklerinde hayvanlarla birlikte kaçmaya başlamış, keçi gibi koştuklarından Bülent yetişip merhaba diyememişti. Biraz boş yapıp ilk mağaramızın adını isimlerimizi kombine ederek oluşturduğumuz “Eresu” mağarası koymaya karar verdik. Muazzam havanın ve tertemiz gece göğünün keyfini çıkarmaya dermanımız olmadığından saat 10’a gelmeden çadıra girip yattık. 
Saat 10.30 civarlarında tam dalmak üzereydim ki “ARAŞTURMACULAAAAR” diye bağıran bir erkek sesi duydum. Recep’le Bülent’i dürterken ses giderek yaklaşıyor ve bağırmaya devam ediyordu. Basılmışız imajına sebep vermemek amacıyla hızla giyinen Bülent “burdayıız” diye bağırdı. Çadırın kapısını açtığımızda suratımıza ışık tutan iki amca gördük. Amcalardan biri “ben buranın muhtarıyım, ha sizi terörist sanmış bizim çobanlaa, jandarmaya ihbar etmişlee, jandarma ben şimdi onları bulamam, get sen bak dediii”  dedi. Uyku sersemi olmasak kahkahalarla gülerdik herhalde. Daha önce birtakım kulüp üyelerinin doğu illerinde terörist sanıldığı olmuştu, fakat akdenizdeydik; cıbıl cıbıl geziyor, ateş başında keyif yapıyorduk. Bizi terörist sanmak, sağlam bir paranoya ve korku gerektirirdi. Terörün en az olduğu yerlerden birinde bile yerlilerde böylesine bir önyargı oluşturmak yetenek ister. Neyse, gezi yazısının konudan sapmaması uğruna yorumlarımı kendime saklayacağım. Muhtarı ve jandarmayı daha Bozyazı minibüsündeyken arayıp haber vermiştik zaten. Jandarmaya göstermek için kimliklerimizin resmini çekti muhtar amca. Siz necisiniz dediğinde “mağaracıyız, buralarda delik arıyoruz, var mıdır bildiğiniz” dememizle birden yanlarında bir amca daha belirdi ve birbirlerinin suratına fener tuta tuta hararetle şurda şu delik var, burda bu mağara var diye tartışmaya başladılar. Bizi unutmuş gibi görünüyorlardı, biz de keyifle izliyorduk. Pek işimize yarayan şeyler söylemeden “hayde size iyi araşturmalaa” dedi muhtar amca ve upuzun günün ardından sonunda uykuya daldık. 
2. Gün (08.06.2019 Cumartesi) 
Sabah 7 sularında uyanan Recep etrafta kısa bir gezintiye çıkacağını söyleyerek kamptan ayrıldı. Yaklaşık 15-20 dakika sonra boğuk bir çığlık yankılandığında uyku sersemi kafamızı çadırdan çıkarıp “Recoop” diye bağırdık. Düzgün bir cevap yerine “Fuck yeah” diye bir bağırış daha geldiğinde anladık ki Recep mağara bulmuştu. Bizimse ağzımızın kenarından salyalar akıyordu daha. Çadır sıcak havayı ve gece boyu derimizi kemirmiş olan sinekleri 3-4 metrekarelik yaşam alanımıza hapsediyordu. Recep’in kampa gelişiyle biz de dışarı çıktık ve kısa bir kahvaltının ardından Bülent’in bir önceki gün kovaladığı ve bizi terörist diye ihbar etmiş olan çobanların evine gidip boş şişelerimizi doldurmaya karar verdik. Sırtımızda Hayvanlayın Babaaa çobanların üssüne doğru gidiyorduk ki sol tarafımızda harika bir çukurluk ve üzerinde yer yer öbekleşmiş kayalar gördük. Bu mağara demekti. Alana koşup öbeklere dağıldık ve her öbekten bir “Aha delik!” sesi yükseldi. Yoklukla yitip gitmiş önceki günün ardından bir anda 3 mağara bulmak bizi acayip gaza getirmişti. Bilmiyorduk ki bu daha hiçbir şeydi.  Çobanların evine geldik ve çekingen adımlarla bahçeye girdik. Önceki gün Bülent’in kovaladığı abla ve 9 yaşındaki oğlu, 5 yaşındaki kızları ve babaanneleri Kadriye Teyze bizi karşıladı. “Te gelin bakem buraaa, terörist sandık biz sizi neden hiç haber vermezsiniiz” dedi Kadriye teyze. Tanıştık, kaynaştık. Daha doğrusu bizi oturttular bahçede sıralanmış kütüklere, önce şüpheli gözlerle sonra da merakla sorguladılar kimin nesi olduğumuzu. Biz konuştukça önyargının suratlarından silindiğini görebiliyordum. Sonra önümüze iki kutu lokum, ev  yapımı peynir ve yufka getirdiler. Gezimizin kahramanı Alpay Abi bu sıralarda dağdan davarla inmiş ve aramıza katılmıştı. Hayatımda tanıdığım en ilginç karakterlerden biriydi şüphesiz. “Dün benim hanım geldi dedi şorda adamlaa vaa, ateş yakmışlaa, kovaladılaa biz de kaçtık, oğlan düştü.” “Ben de jandarmayı aradım dedim gelin bunlaa alın yoksa ben tüfekle gidecem üçünü de vuracaam.” dedi ve kıs kıs gülerek bize baktı. Azcık götümüz atmadı değil doğrusu. Bir miktar nutkumuz tutulmuş halde gülerek karşılık verdik. Arada gözlerimizi patlatıp birbirimize bakıyorduk. 
Bundan 5-10 dakika sonra birden evin yanından çığlıklar geldi. Evin içine girmeye çalışan bir yılan olduğunu çığırdı 5 yaşındaki Aleyna. Birden sahneye elinde kocaman tüfekle Cüneyt Arkın filmlerinden fırlamış gibi koşup gelen Alpay Abi girdi. Biz ne olduğunu anlamadan taşların arasındaki küçücük bir deliğe tam isabetle yılanı tam da yumurtalarının olduğu yerinden vurdu. “Allam biz nereye düştük” der gibi birbirimize bakıyorduk şok içinde. İç organları ve yumurtaları sarkan yılanın fotoğrafları çekildikten sonra bir kenara atıldı ve bahçede toplanılıp sohbete devam edildi. Mağaracı olduğumuzu anlattık. Etrafta birçok mağara olduğunu söyledi Alpay Abi ve Nurettin Amca. Alpay Abi ile ertesi sabah 5’te davarı dağa sürmek ve mağaraları tanımak üzere anlaştık. Nurettin Amca ise yakındaki 3 mağarayı göstermek üzere bizi peşine taktı. Akşam yemeğine davet edilerek Kaplan üssünden ayrıldık. İlk mağara sabah Recep’in bulduğu mağaraydı. Bu ve ikinci mağara birbirine oldukça yakın ve toprak yolun kenarında olduğundan kolayca ulaşabilecektik. İkinci mağaraya geldiğimizde Nurettin Amca bölgeyle ilgili bilgiler veriyordu. “Bakın bu dağların altı hep kumdur” dedi ve mağaranın olduğu yamacı işaret etti. Böylece ikinci mağaranın adı “Dağ Altı Kumu Mağarası” olacaktı. Üçüncü mağara için biraz tepeye çıkmamız gerekti. Mağaranın ağzını kapatacak şekilde uzanan koca ve kuru bir ağaç içeriye taş atmamızı ve derinliği hakkında bir fikir edinmemizi engelliyordu. Bir süre dalları temizlemeye uğraştık. Nurettin amca ağzın duvarına yaslanıp ağzın tam ortasına sıkışmış bir kayaya ayaklarını dayayarak hareket ettirmeye çalıştığı sırada “bakın buna çoban depiği derler” dedi. Böylece üçüncü mağaranın ismi “Çoban Deptiği Mağarası” olacaktı. Nurettin Amca’ya minnettarlığımızı iletip setleri almak üzere kampa döndük. Bülent ve Recep’in ilk mağaranın ağzını mükemmel bir stress alarak döşediği sırada mağaranın içinden bir baykuş uçup gitti. İlk inişi yapan Bülent çıktıktan sonra Recep ve ben ölçüm için indik. İndiğim sırada mağara duvarının yere yakın bir kısmında açılmış cepte yeni düşmüş olduğu tertemiz oluşundan belli olan bir baykuş tüyü öylece durmaktaydı. Devam etmeyen ve tek bir inişten oluşan mağarada ölçümü tamamlayıp birkaç fotoğraf çektikten sonra tüyü de alarak yukarı çıktık. Böylece ilk mağaranın ismi de “Baykuş Mağarası” oldu. 
Bir sonraki durağımız Dağ Altı Kumu idi. Yaklaşık 11 metrelik tek bir inişin ardından oldukça tatsızlaşan ve kendi aramızda “bok çukuru” diye çağırdığımız mağaranın ilk inişini ben gerçekleştirdim. Ama mağara girişindeki oynar taşlar olsun, iniş boyu açık olan her deliğinize kaçan sinekler olsun hiç de ilk iniş heyecanı yaşatacak bir yer değildi. Hayallerimizdeki gibi yaldır yaldır gidiyor olsa sinek falan dinlemezdik elbette. 5 dakikadan az süren ölçümün ardından son durağımız olan Çoban Deptiği’ne gittik. Hava kararmaya, kurtlar ulumaya başlamıştı. Bülent ağzı hızlıca bir doğal ve bir stress alarak döşedikten sonra Recep’le yine 5 dakikadan az süren bir ölçüm shifti gerçekleştirdik ve gitmeyen bir mağaranın daha hüsranıyla yeryüzüne çıktık. Bülent elinde özenle oyduğu yılan sopasıyla vahşinin kalbinden gelen seslerden biraz paranoyaklaşmış halde bekliyordu. Gitmeyen mağaralar hevesimizi o kadar kaçırmıştı ki Çoban Deptiği’nde geçirdiğim zamana dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Yazının tam bu kısmında Bülent’in girip ölçtüğünü anlatıyordum ki hayal meyal mağaraya inişimi hatırladım. Bir an önce Alpay Abi’lere gidip güzel bir akşam yemeği yemek ve her üyesi ayrı matrak olan harikulade aileyle keyifli zaman geçirmek istiyorduk. Böylece kampa uğramadan üzerimizde kırmızı tulumlarımız ve setlerimiz, sırtımızda Hayvanlayın Babaa şangır şungur Kaplan üssüne havalı bir giriş yaptık. Bol bereketli yer sofrasında bir yandan yemek yiyor, bir yandan mağaraları anlatıyorduk. Sonrasında çay keyfi yaparken fotoğraf ve videoları gösterdik. Sabah bir türlü karşılarında şaşkın şaşkın oturan 3 veledin yerin altına uzanan çukurlara nasıl indiğini canlandıramamışlardı zihinlerinde. Tam teşekküllü mağaracı kılığımızda o korkuyla baktıkları deliklerin içine alçaldığımızı izlediklerinde bize artık güven dolu gözlerle bakmaya başlamışlardı. Biz de kendimizi anlatabilmiş olmanın rahatlığına eriştik. 
3. Gün (09.06.2019 Pazar)
Sabah 5’te kahvaltı için Kaplan üssüne gitmek üzere uyandık. Önceki gün Alpay Abi’nin “kocaman ağzı var, ben daha yakınına yaklaşmam, davar düşse içinden çekemezsin o derece büyük” diye tasvir ettiği 4 mağarayı tanıyacaktık. Böylece ver elini Gökçukur tepeleri, Alpay Abi ve davarlar önde, biz arkada tırmanışa koyulduk. Yarım saate kalmadan ilk deliğin başındaydık. Pek güzel, pek umut vaat edici bir ağzı vardı, taşı attın mı da 3 saniye kadar gidiyordu. İkinci deliğin ağzına geldiğimizde ise asıl heyecanı yaşadık. Sahiden de devasa bir ağzı vardı, uzun zamandır mağarasız kalmış bizler için tam bir umut ışığıydı. Zevkten kahkahalar atmaya, “abi çok iyi şunun güzelliğine bak”, “at at bi taş daha at” tarzı şeyler sayıklamaya başladık. Alpay Abi afallamış bir yüz ifadesiyle bizi izliyor, “Allah Allaah, bu nasıl bişey yahu” diyordu. O an gözünde kafayı olmicak bir zevkle sıyırmış “değişikler” olduğumuza şüphe yoktu. Lakin değişikliğimiz hoşuna gitmiş olacak ki, bir sonraki mağaraya kadarki uzun yolda özellikle Bülent ile çok içten bir iletişim geliştirdi. Artık siz değil sen diye hitap ediyor, birbirimize takılıp duruyorduk. Tüm vadiyi ayaklar altına seren nefes kesici bir uçuruma geldiğimizde hepimiz hülyalı bir hale kapılıp manzaraya karşı birer sigara yaktık. Recep karşısında uzanan uçsuz bucaksız kireçtaşı bloklarına kitlenmiş mağara düşünüyor, Bülent keyfe gelmiş Alpay Abi ile laflıyor, bense mağara derken çok uzun süre dağsız kaldığımı fark ediyordum. Kendimizi o özel zaman ve mekan kombinasyonundan zar zor çekip çıkardık ve yola devam ettik. Sıradaki mağara pek de gidiyor gibi görünmüyordu, o yüzden hemen girip ölçmeye, sonra da Alpay Abi’nin işini daha fazla aksatmadan hızla uzaktaki son mağaraya gitmeye karar verdik. Bülent artık klasikleşen, her fırsatta övündüğümüz döşememizi yaptı (bir doğal, doğaldan alınan bir stres, sıfır iz, tertemiz iniş) ve aşağı indi. Dışarıdan az çok anlaşılsa bile her seferinde “gitmiyoo” sesini duymak içimizi parçalıyordu. 2 istasyonluk mağaranın değerlerini yukarı bağırdıktan sonra mağaradan çıktı Bülent. Toplasan 15 dakika sürmemişti. Alpay Abi ağzın kenarından biraz sarsılmış bir halde yanımıza geldi ve sıkıntılanmış bir çocuk misali “sen aşağı indikçe benim midem bi kötü oldu” dedi. 
Tumblr media
Son mağaraya geldiğimizde ve ilk inişi benim yapmama karar verildiğinde sıkıntıları daha da arttı. Mağara ağzında harika bir sohbetten sonra gitmeye hazırlanırken “Göksu girmesiiin, Recep girsiiin, sağ salim çıkııın, akşam da yemeğe gelin oldu mu” diyordu. Kıkırdayarak Alpay Abi ve davarları gönderdik. Ve beklediğim an gelmişti. Mağaranın ağzı çevresinde doğal almalık mükemmel bir ağaç ve kaya vardı. Biz de bağladık perlonları, başka bir ağaçtan kıyasla biraz daha zor bir stress aldıktan sonra aşağı baktım, biraz alçalıp aşağıya baktım, Recep ve Bülent’e gördüğüm kadarıyla inişin duvarlarında negatif eğim olmadığını söyledim, yarım kilidi çözüp aşağı inmeye devam ettim. 19 metre kadar sonra önümdeki duvar keskin bir negatif eğim almış, benden metrelerce uzaklamış ve mağara duvarıyla aramıza görkemle sarkan bir oluşum girmişti. Çapı 16 metre olan kocaman, duvarlarının her karesi oluşumla kaplı etkileyici bir galeride negatif eğimle birlikte free fall a dönüşen inişte alçalıyordum. Nedendir bilinmez, hafif bir tedirgin oldum, fakat bir tehlikenin veya kazanın, yani can güvenliğini ilgilendiren herhangi bir şeyin korkusu değildi bu. İnsanın bilinmeze, bilinmezin keşfine karşı verdiği doğal bir fiziksel reaksiyon gibiydi. Benden çok daha büyük ve tamamen kontrolüm dışında olan bir şeyin içine çekilme hissi; bunun farkında olan bilincim, yine bu eylemi bilinçle gerçekleştirdiğimden kendisine karşı belli belirsiz bir direnç oluşturuyordu. O direnci aşarak sağ elimdeki ipi salmaya devam etmek içimi gıdıkladı. Bu mağara da devam etmiyordu. Yeterdi artık. Yukarıya haber verip ölçüm için birinin inmesini beklerken Alpay Abi’nin kurt tarafından boğulan, sonra kurta yar olmasın diye mağaraya attığı zavallı keçinin kafatası ve ayak kemiklerini bulup fotoğraflarını çektim. Böylece mağaranın adı Davar Dipsizi olacaktı. Sevmiştik bu isimlendirme işini, her mağara ağzında güzel isimlere sebep verecek bir şeyler mutlaka yaşanıyordu. 
Bir sonraki durak en büyük ağza sahip olan, taşın en uzun düştüğü mağaraydı. Dillerimiz sarkmış halde mağara ağzına geldiğimizde suyun bittiğini fark ettik. Halk kahramanı Recep bir koşu kampa gidip taptaze sularla dönmeyi teklif etti. Biz de yokluğunda mağaranın adını Suveren koymaya karar verdik. O sırada aynı zamanda ilk boltumu çaktım. Yaklaşma hattının bağlanacağı, pürüzsüz kaya yüzeyine mükemmel 90 derecelik bir açıyla çakılmış boltum Recep ve Bülent’den de tam puan aldı. Tam bir bebekti. Gezinin de ilk boltuydu aynı zamanda. Hızımızı alamadık, Bülent Suveren’e indiği sırada ağzın tam yukarısında uzanan kayaya bir bolt daha çakıp inişi mükemmel bir free fall’a çevirdi. Suveren öncekilerden çok daha tatmin edici olmuştu. Son mağaraya ise Recep’in tamamen sarmaşıkla kaplanmış ağız duvarlarında döşeme yapmak için bir miktar debelenmesi fakat sabırların tükenmesi sonucu girmemeye karar verdik. Kaplan üssünde akşam yemeğine bile enerjimiz kalmamıştı. Böylece direk kampa döndük. Recep ve Bülent Kaplanlardan su doldurmaya gitti ve sıcacık yemeklerle geri döndüler. Enerjimiz sabahın beşinden beri Akdeniz güneşi altında mağara mağara gezmekten tükenmiş gibi görünse de içten içe bulduğumuz mağaraların hemen bitiyor olmasına feci bozuluyorduk. Yapacak bir şey yoktu; Bülent Genç’in dediği gibi, mağara milleti belli olmaz… Yalnızca 3 kişi olduğumuz düşünülürse 2 günde 6 mağarayı araştırmış olmamız ve bulduğumuz onca diğer mağara aslında çok iyi bir performansa işaret ediyordu. Bunu düşünerek biraz morallendik ve yatışa geçtik. 
4. Gün (10.06.2019 Pazartesi) 
Sabah uyandığımızda tükenmiş bir vaziyetteydik. Tabi Bülent ve benden bahsediyorum. Recep yine sabahın köründe kalktı, haritalarında işaretli Kesmeli Düz mevkiine gitmekte kararlıydı. Ama 3 gündür alerjiyle boğuşan Bülent, ve önceki gün mağara ağzında yersiz zamansız regl olan benim kıçımızı kaldırmaya halimiz kalmamıştı. Recep'in tek başına gitme ısrarlarına boyun eğip bir rescue saati vererek kampta kalmaya karar verdik. Hapşıra tıksıra, beyin fonksiyonlarımızın bir kısmını kaybetmiş halde yemek yiyor, The White Buffalo dinleyerek sigara içiyorduk. Birden hava serinledi, yamaçlardan sinekli düzlüğüne doğru sis inmeye başladı. Ortam birden Karadeniz’e dönmüş, Recep’i tek başına araziye gönderdiğimiz gerçeğini suratımıza çarpmıştı. Fakat biz daha endişelenmeye başlayamadan Recep sisler içinden 2 yeni mağara koordinatıyla çıkageldi. Bugün Kaş Yaylası’na gidecektik. Nasıl gidecektik hiçbir fikrimiz yoktu, e gevşeklik kolay şey değil. Toplanıp Kaplan üssüne gittik. Akşam 4’e kadar familyayla zaman geçirdik. 5  yaşındaki Aleyna boynuma sarıldı beni oradan oraya fırlattı, Bülent’le güreşti, Recep’e pek yanaşmadı. Nurettin Amca’yla lafladık, Kadriye Teyze ikide bir şuyunuz var mı buyunuz eksik mi diyerek annelerimizin yokluğunu hiiç aratmadı. 
Tumblr media
Kaplan ailesinden son bomba, Nurettin Amca bizi taa Kaş Yaylası’na kadar arabasıyla götürmeye karar verdiğinde geldi. Artık söyleyecek söz bulamıyorduk. Davarı dağa sürmüş olan Alpay Abi’ye veda edemeden doluştuk arabaya. Nurettin Amca bizi Kaş Yaylası’ndaki başka bir çobana teslim etti. Hüzünlü bir vedanın ardından yeni kamp alanımıza doğru yürüyüşe başladık. Tabi öncesinde numaramı alan Kadriye Teyze, “ben seni sık sık ararım yavroom” dedi. Bir buçuk saatlik bir yürüyüşün ardından muazzam ikinci kamp alanımıza varmıştık. Serin yayla havası ve yeni bir bölgenin umudu bizi kendimize getirdi. Hemen çantaları fırlatıp araziyi taramaya çıktık. Her yer kireç taşı, her yer çukurluk… Bir mağara bile yok. Nasıl oldu da kafayı yemedik bilemiyorum. Anlaması zor olabilir, fakat bizim gibiler için böylesine bir arazide bir mağara dahi olmadığını görmek, bir misyoneri tanrının olmadığına inandırmaya benzer.  Uçurum kenarına gelip de karşı duvarı dikine, daha önce doğada rastlamadığım bir hızla tırmanan üç tane hayvan gördükten sonra vaşak korkusuyla kampa dönmeye karar verdik. Hava da kararıyordu zaten. 
Dönüşte Recep bir taşlığın arkasına bakmak için çukurluğa indi. Bülent yanımda “nolur hayvan gibi bağır, nolur hayvan gibi çığlık at” diye sayıklıyordu. Ve birden taşların arkasından gırtlaktan bir “heeyooo” sesi geldi. Deliler gibi çığlık atıyordu Recep. Biz de ipini koparmış kaçıklar gibi bağırarak deliğe doğru koşturduk. Yatay bir girişti. Ağzında güçlü bir hava akımı vardı. Bu iyiye işaretti. Bülent içeri girdi. Biraz gidip tıkanıyordu mağara. Dikkatinizi çekerim “bitmiyordu”, toprakla “tıkanıyordu.” Tabi hayal kırıklığı içinde kampa dönerken EGMA’nın toprakla tıkalı olan ve Bülent Genç’in kazarak açtığı ağzını düşünmeden edemiyorduk.  Odun ateşinde pişmiş efsane ton balıklı fesleğenli makarnamızı gömdükten sonra çadıra girip yattık. Ulumalar geliyordu. Haydi uyku öncesi gıybet dedik fakat üçümüzün de götü tutuşuyordu. Bir şekilde uykuya dalmışız; gecenin üçünde paldır küldür üzerimize gelmekte olan bol şimşekli bol yıldırımlı bir fırtınanın sesiyle uyandık. Uyku sersemi nasıl bir korktuysam hayal meyal Bülent’e “Yıldırım düşmez dimi?” diye sorduğumu hatırlıyorum. “Hayıır çukurluktayız” oldu cevabı. 
5. Gün (11.06.2019 Salı)
Sabah uyandığımızda gördük ki fırtına bize kadar gelmemişti, yaşıyorduk. Tüm günü tepelere tırmanıp mağara arayarak geçirdik. Neredeyse tüm arazi sıralanmış çukurluklardan oluşuyordu. Yukarıdan bakıldığında “kesin var şu taşın ardında” diyor, birimiz koşup baktığında ve eli boş döndüğünde “yahu burda nasıl mağara olmaz” diye darlanıyorduk. Kayaçlar çok parçalanmıştı, bu bize bir mağara varsa bile ağzının kapanmış olacağını düşündürüyordu. Ufak deliklerin koordinatlarını kaydederek kampa döndük ve toplanıp otostopla Kaş Yaylası’na döndük. İlk iş yaylacı teyzenin bakkalından kola ve cips almak oldu. Ruhumuz kolaya susamış olsa gerek, teyzeyle muhabbete dalıp içtikçe içtik. Sonra bizi geçmekte olan bir arabaya bindirdiler, biz de yollandık Anamur’a. Artık keyif moduna geçmiştik. Uçak biletlerini Antalyadan sabah 8.30’a aldık. Anamur’da pide ve tantuni yiyip birer bira aldık ve ayaklarımızı denize soktuk. Alpay Abi aradı ve “ben dağdayken gitmişiniiiz eve geldim şok oldum, iki gün daha kalsanız ayrılamazmışız biiz, ben sizi kardeşim gibi benimsemişim” dedi. Gel de duygulanma. Bülent’e ilk şiirini yazdırdı bu cümleler. 
Albay olacak adamsın
Lapa lapa kar yağsa durmazsın
Padişah tahtlarına layıksın 
Aha şurada mağara var desek
Yolunu bulur, oralara vararsın
(Yazının bu noktasında kahkahalarıma engel olmakta güçlük çekiyorum)
Otobüsle Antalya’ya vardığımızda saat gece 1 sularıydı. Sırtımızda çantalar Konyaaltı plajına indik, Akdeniz Akşamları modunda şıkır şıkır takılan gençlerin arasına 5 gündür su değmemiş vücutlarımız ve yağdan kalıplaşmış saçlarımızla karıştık. Çantaları yığıp denize girdik. Şaşalı cümlelere gerek yok, basitçe muazzamdı. Yaklaşık 6 saat kadar sonra GPS’imizde 20 mağara, defterimizde 7 ölçüm ve hafızamızda bir dolu güzel hatırayla kulüp odasına gelmiştik. Şimdi anlıyoruz ki gezi boyu yaşadığımız hayal kırıklığı beklentilerimizi fazla yüksek tutmamızdan, derin bir mağara bulmaya kafayı takmamızdanmış. Keşke biri de çıkıp bize üç kişi EGMA 2’yi bulacak haliniz yok deseymiş. Ya da belki de iyi ki kimse dememiş. Belli mi olur, en nihayetinde mağara milleti bu ..;)
Tumblr media
Göksu Kayacılar
0 notes
blogdefteri · 7 years ago
Text
Gelmiş geçmiş en iyi dizi hangisi?
- Yılan Hikayesi - Aliye - Bir İstanbul Masalı - Aşk-ı Memnu - Kara Melek - Asmalı Konak - Hayat Bilgisi - Kurtlar Vadisi - Leyla ile Mecnun - Çiçek Taksi - Mahallenin Muhtarları - Bizimkiler - Süper Baba - Ekmek Teknesi - Avrupa Yakası - Tatlı Hayat - Çılgın Bediş - Behzat Ç. - Deli Yürek - Muhteşem Yüzyıl
"bu dizilerin hepsi birbirinden güzel seçmek çok zor"
"adını feriha koydum niye yok!!? millet ne kadar çekemiyor femiri yaa!!..oy filan yok!!.. femir candır gerisi boştur!!:))"
"medcezirim ve güneşi beklerken olsun oyumu aşkı memnuya verdim her dizi her anket de olacak diye birşey yok ben anlayışlıyım kim yapmışsa ellerine sağlık:)))"
"liste baya iyi hepsi çok iyi diziler keşke hepsi yeniden başlasa"
"kim yapmissa eline saglik cok guzel anket olmus en guzel dizi aski memnun cok seviyorum o diziyi hic bir dizi aski memnunun tirnagi olamaz yani gelmis gecmis dizilerden"
"ben oyumu deli yüreye verdim çok sevdiğim b idizi ama neden asi yok bana güren gelmiş geşmiş en güzel aşk dizisi asi anket güzel ama eksk ben nesrin"
"aşkı memnu ya oy verebilirim tabi çünkü orada hazalım vaaar:))) zaten aşkı memnu lider olmuş haha çatlayın:)))"
"oyumu süper babaya verdim çok sevdiğim bir diziydi hicran ♥sungurlar♥doktor♥"
"sonunda beklediğim anket yapılmış ya bence en iyi anket bu nerdeyse tüm sevdiğim diziler var ya karar veremiyorum anketi yapanın ellerine sağlık"
":d:)))bende aşkı memnu diyorum behlül bihter askı efsaneydi zaten unutulmaz:)))"
"selamlar oo asicimde burlardaymış bugünde çiçek taksiye veriyorum çiçek taksiyide çok severdim hicran♥sungurlar♥doktor♥"
"tek izlediğim dizi "hayat bilgisi"ydi.. onun için oyum hergün ona':)) ya yayında olduğu zaman küçücük çocuktum, tekrarlarını izledim ondan':))"
"aski memnun da beren saat var onun icin oy verdim en cok sevdigim dizi"
"bihter ve behlül aşkı mı? onların ki aşk değil ihanetti..evli kadın kocasının evinde kocasını aldattı utanmadan!!..dizideki en temiz aşklar nihalin behlüle olan aşkı ve beşirin nihale olan aşkıydı..ikisi de olmadı maalesef.. aşkla ihaneti karıştıyor bazıları:)) karıştırıyor birileri:))"
"selamlar oyum yine süper babaya hicran♥doktor♥"
"ben muhtesem yuzyil hurrem ve suleyman sehzade mustafa sehzade beyazite veriyorum oylarimi simdiye kadar en cok sevdiyim dizilerden biri suluman hurremim"
"tabiiki aşkı memnu ve aliye efsaneler efsane :))"
"süper baba tabiki hicran♥doktor♥"
"aski memnu tabikide behlul ve bihter icin izleniyordu dizi sonucta:))"
"Âşkı memnu guzek dixi severim behlul ve bihter aşkı bambaskaydi ya ,bu anketi yapanin ellerine salık"
"gelmiş geçmiş en iyi dizi avrupa yakasıdır tekrar tekrar izleyebilirsiniz mükemmel bir yapım hala boş zamanlarımda eski bölümlerini açıp izliyorum ve hala da gülüyorum süper"
"süper baba benim vazgeçilmezimdi hicran♥doktor♥"
"leyla ile mecnun :)) cunku ushan orda vardi :)))"
"dudaktan kalbeyi de koymanızı istiyorum bir de kuzey güney'i de"
"bencede aşk- ı memnu"
"kaybolan yillar ve dudaktan kalbe de olmaliydi,cicek taksi cocuklugumun dizisi,cok guzel diziydi,bu gun oyumu ona verdim,ama aliye de efsane dizi"
"yaprak dokumu nerde kuzey guney nerde? aaa boyle olmaz ama"
"evet yaprak dokumu daha guzeldi"
"eski dizilerden aşk-ı memnu, dudaktan kalbe, binbir gece ve kuzey güney en sevdiğim dizilerdi. bir de yer gök aşk havva ile yusuf'un aşkı efsane olmuştu.havva hep yalan söylediği için yusuf'u kaybetti. onu unutmak için bade ile evlenmişti. en sevdiğim dizilerden biriydi"
"evet ya ben tum dizileri unutdum bide melekler korsunu yazarmisin"
"ya bu anketi yapan arkadaşa çok teşekkür ederim ama bide çalıkuşu yok onu çok seviyorum"
"deli yürek efsane dizi hele turgay atacan yokmu ölüyordum ona ali sürmelde üyle güzel can veriyorduki o karektere benim için efsane karekter hangisi diye sorsalar bi turgay atacan derim dizi biteli 13 yıl oldu hala kütü karekter olarak o karekteri geçen bi karekter çıkmadı hala bir numara ben nesrin"
"kendimi tebrik ediyorum hemen hemen tek başıma deli yüreki uçurmayı başardım"
"ya asi dizisi niye yok valla nesrin kiz tebrikler deli yuregi tek basina ucurmussun gercekten"
"teşekür ederim dilara bende aynen üyle dedim neden asi yok diye belki ekler diye sordum ama eklemedi arkadaş eklemeyince bende kendi anketimi kendim yaptım asi dizisini ekledim bende asi dizisine ve aşkına hastaydım hele demirin asıye olan bakışları beni öldürüyordu sen deli yureki hiç izledinmi"
"bi kac defa izledim sonrada biraktim diziyi ya ben asi ve demir askina kisaca isim koymustum asdem aski diye"
"sıla dizisinide eklermisiniz.en güzel diziyi unutmuşsunuz."
"kaybilan yolarida koyarmisin oda efsaneydi .oyum deliyürege kenan imirzalioglu ask coook seviyorum seni kenan"
"melekler korusun , yaprak dokumu ,asi , ve sila dizisini koyarmisin lutfen :)) ya madem ki eklemiyorsunuz bende kindi anketimi yaparim yalvaracak halim yok ya ben emir etmedim rica etdim :))"
"sıla dizisini niye eklemediniz."
"ya dizilerin yarisi yok ya ben bu ankette hangi diziye oy veriyim asi yok sila yok melekler korusun yok yaprak dokumu yok daha sayardim ama neyse bos veriyim :)) ya bide sunlari yazayim aci hayat , kaybolan yillar , ask ve ceza valla ne diyim cok yanlis var ankette :))"
"unutulmaz. niye. yok gelmis gecmis. en ama en guzel dizidir. hepde. oye olacakdir."
"ya kizlar valla ben burda ki dizilerden bi aski memnuyu izledim bide muhtesem yuzyili ikiside super dizi ama ben oyumu muhtesem yuzyildan kullandim obur dizileri izlemedim bazilarinin adinida ilk kez duyuyorum masalla hepiniz izlemissiniz helal size:))"
"muhtesem yuzyilim tabikide yaa"
"valla eskilerden perihan abla vardı. onun yanında asmalı konak kurtlar vadisi deli yürek şenerşen ve türkan şorayın oynadığı vardı a tabi ezel unutmamak lazım"
"eski dizilerden asmali konak zerda bir istanbul masali melekler adasi da guzel dizilerdi tekrari olsa yine seyrederim"
"tabiki aşk-i memnu böyle bir dizi birdaha gelmez kıymetini bilelim bihter behlül gibide efsane ikili çok özledim sizi"
"aşk ve ceza valla aşkımmenuuyu 2 kere izledim sıkıldım benim forilerim asi,suskunlar,aşk ve ceza ama suskunlar varki izleyin görün harika bir dizi gerçekler yansıtılmış amcanın dayının eşine sarkıntılık yok suskunlarda eceviti izeyin murat yıldırım oyunculunu konuşturuyor suskunlar replik bizim sonumuz ta en başından belliydi avukat ec evit oranın sözüdür"
"tabikide aski memnu ne kadar da izlesem hic skilmadim"
2 notes · View notes
blogseyir · 5 years ago
Text
Anneler Günü'nde Gönderilecek En Güzel Mesajlar
2020 yılının en güzel günlerinden birisi olan 10 Mayıs Anneler Günü için en güzel mesajları bir araya topladık. Covid19 salgını sebebiyle  ziyaret edemediğimiz annelerimize hediye olarak yazılan en güzel mesajları, göndereceğiniz hediyelerin yanına ekleyebilirsiniz. Hayat yolculuğumun en başından beri beni besleyen, üzerimden duayı hiç eksik etmeyen, benim için her an endişelenen, bana rehberlik eden ve her arayışımda beni destekleyen kişi sendin anneciğim. İhtiyacım olan sevgi için her gün orada olduğunu biliyorum. Anneler Günün kutlu olsun! Bana yolları göstermek için orada olduğun sürece, hiçbir şey için endişelenmem gerekmiyor. Seni seviyorum anneciğim. Anneler Günün kutlu olsun! Seni unutmadığımı bugünde bilmeni istedim. Anneler günün kutlu olsun dünyanın en güzel ve özel kaynanası… Oğlun ve ben seni çok seviyoruz. Anneler gününde yanında olmayı dört gözle bekliyorum. Anneler günün kutlu olsun… Sarılmaya ihtiyacım olduğunda, kolların benim için her zaman açık. Bir arkadaşa ihtiyacım olduğunda, her zaman yanımdasın. Bir derse ihtiyacım olduğunda, en iyi öğretmensin. Gücün ve sevgin bana her zaman rehberlik ediyor. Seni çok seviyorum anneciğim, Anneler Günün kutlu olsun! Çocukken, bana örnek olmak için benden önce; gençken, her ihtiyacım olduğunda beni gözetmek için arkamdan, yetişkin olduğumda ise destek vermek için hep yanımda yürüdün. Her an yanımda olduğun için sana minnettarım. Anneler Günün kutlu olsun! “Büyüyen ailemize her zaman yüreğini, ruhunu ve daha fazlasını verdiğin için her zaman en iyisi için çabaladığın için teşekkür ederiz.” Gözyaşı döktüğümde, neşeli olduğumda ya da korktuğumda, yanımda her zaman sen vardın. Her zaman orada olduğunu biliyorum, Anneler Günün kutlu olsun! “Hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramadım. Asla görmezden gelemem. Biliyorum hep benim için buradasın! Anneler Gününde sevgilim, canım anneme sevgiler!” “Birçok insan için önemlisin, ama annem olmak için yaptığın inanılmaz işler için özellikle minnettarım.” “En harika arkadaşlarımdan biri, gezegendeki en harika annelerden birisin! Anneler Günün kutlu olsun!” “Günümü aydınlatan ve hayatımı anlamlandıransın. Seninle gülümsemeden bir gün geçirmeyi hayal edemiyorum. Anneler Günün kutlu olsun!” Dün, bugün ve yarın.. daima seni sevdim, hep seveceğim. Bizimki bitimsiz, büyük bir sevgi.. Kaynanacığım anneler günün kutlu olsun. Sen benim ilham kaynağımsın. Çocuklarım için her zaman senin gibi bir anne olmak istemişimdir, böylece beni yetiştirmiş olduğun gibi onları yetiştirebilirim. Anneler Günün kutlu olsun! Bana iyi bir insan olmak için ihtiyacım olan her şeyi sen öğrettin. Sen sadece annem değil, aynı zamanda öğretmenimsin. Anneler Günün kutlu olsun! “Anneler Günün kutlu olsun! Sen hayatımdaki en özel ve en önemli kadınsın. Seni seviyorum anne!” “Kimse senin kadar özverili, anlayışlı ve fedakar olamaz. Anneler Günü için bir sürü sevgi ve iyi dileklerimi iletiyorum!” Annelerimizin bizi en mükemmel şekilde yetiştirme çabaları olmasaydı bu dünya asla harika olmazdı. Anneler Günün kutlu olsun! Anneler Günün kutlu olsun anneciğim! Benim annem olduğun için çok mutluyum. Bana her zaman inandığın ve benim için yaptığın her şey için teşekkür ederim. Seni seviyorum! Sen benim kalbimin içinde tuttuğum en güzel şeysin, Anneler Günün kutlu olsun! “Gülümsemen, desteğin ve sevgin olmadan bir gün bile geçiremem. Anneler Günün kutlu olsun!” “Annem sen iyisisin! Yaptığın her şey için teşekkürler. Anneler Günü’n kutlu olsun!” Hayatım boyunca beni hep destekledin ve teşvik ettin. Anneler Günün kutlu olsun! Bügüne kadar gördüğüm en güzel anne olduğun için teşekkür ederim! Anneler Günün kutlu olsun! “Harika bir Anneler Günü dileğiyle! Dünyaya bir daha gelsem yine senin çocuğun olmak isterdim.” “Sevginin sıcaklığı, ilk günkü gibi kucaklaman, güzel gülüşlerin hiçbir zaman başka bir yerde bulunamaz. Seni seviyorum anne. Anneler Günün kutlu olsun!” Söyleyeceğim hiç bir söz, sevgine ve desteğine teşekkür edemeyecek biliyorum. Anneler Günün kutlu olsun! Dünyanın en güzel annesi, Anneler Günün kutlu olsun. Hayatımda olduğun için sana minnettarım. Bebekliğimden beri bana gösterdiğin sevgi, sabır ve nezaket için teşekkür ederim. Seni çok seviyorum anneciğim! *Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı, kuş olsa, çiçek olsa, gündüz olsa, kırılmaz mı? Acıdan bir sap menekşenin boynu bu kez dağlar doğursun beni anne. Sen de ılık bir yağmur ol durmadan yağ kanayan yerlerime. Anneler günün kutlu olsun canım annem Anne, doğduğumdan beri, hayatımla ilgili aldığın tüm kararlar ve mükemmel dokunuşlar için sana borcumu asla ödeyemem. Bu özel günde, tüm fedakârlıklarını ne kadar takdir ettiğimi bilmeni istiyorum. Her şey için çok teşekkür ederim. Seni seviyorum, Anneler Günün kutlu olsun! Anne, sen dünyanın en iyi annesisin, seni çok seviyorum. Bana karşı duyduğun koşulsuz sevgi için teşekkür ederim. Kimse seninle kıyaslanamaz anne, Anneler Günün kutlu olsun! Anne, eğer beni mutlu etmek için yaptığın tüm fedakarlıkları bir yere yazsam, milyonlarca defter yeterli olmazdı. Bütün fedakârlıkların ve sevgin için teşekkürler. Anneler Günün kutlu olsun. Hayatın boyunca mutlu olmayı hak ediyorsun. Hayattaki en karanlık anlarımda ve her şey kaybolduğunda, asla vazgeçmemem için beni desteklediğin ve hayatımda harika bir rol oynadığın için teşekkürler anne. Seni çok seviyorum, Anneler Günün kutlu olsun! *Anneciğim, hafızamdaki en güzel, en hoş kelime Senin adındır. Sana her seslenişimde sevgim daha da çoğalıyor. Anneler Günü kutlu olsun. *Fedakârlık, sevgi, sabır ve güzellik ne demek tarif et derlerse; annem derdim canım annem seni bir gün değil her gün çok seviyorum. Seni müthiş bir anneye dönüştüren şey, seni en iyi abla yapan şey ile tam olarak aynı. Anneler Günün kutlu olsun! Sen sadece bir abla değilsin. Sen bir annesin. Sen kendi sorumlulukları ve deneyimleri olan bir kadınsın. Benim hayatımda olduğun gibi kendi çocuklarının ve ailenin de hayatlarında büyük bir etkin var. Anneler Günün kutlu olsun dünyanın en güzel ablası! Zaman ne çabuk uçup gitti. Dün benim üzerime titriyorken ve gözlerin annem gibi her an üzerimdeyken, şimdi kendi çocuklarının üzerine titriyorsun. Seni çok seviyorum, Anneler Günün kutlu olsun! “Anneme, arkadaşıma, meleğime sevgilerle…” Büyüyen ailemize her zaman yüreğinizi, ruhunuzu ve daha fazlasını veren ve bize en iyisini yapabileceğiniz için teşekkür ederiz. *Gül yüzünden gülücükleri hiç eksik etmeyen biricik anneciğim. Anneler günün kutlu olsun. Bugüne kadar gördüğüm en güzel anne olduğun için teşekkür ederim! Anneler Günün kutlu olsun! Çocukluğumdan beri çok az zaman geçirmiş olsak bile, bana yaptığın her şey için sonsuza dek minnettar olacağım. Anneler Günün kutlu olsun! Anneler Günü’nde mutlu anne, çocukları görünce keşke bizde böyle olsak diyorum içimden. Biliyorum asla böyle olmadık ve olamayacağız ama yine de Anneler Gününü kutlamak istedim. Anneler Günün kutlu olsun! Bugün herkes için çok özel bir gün olsa da, benim için sıradan bir gün. Belki benim için iyi bir anne olamadın ama şartlar bunu gerektirdiği için sana kızmıyorum. Anneler Günün kutlu olsun! Hayat ikimiz için de kolay değildi, biliyorum. Anne, çocuk olarak olmasak bile mutluluğu ikimiz de hakettik. Mutlu bir Anneler Günü geçirmen dileğiyle… Hatırlayabildiğim kadarıyla, küçükken beni çok severdin ve birlikte çok iyi zaman geçirirdik. Uzun zamandır görüşemiyoruz, fakat hala o zamanları özlüyorum. Anneler Günün kutlu olsun! KarşıIıksız tek sevgi anneIerin çocuğuna duyduğu sevgidir. Anne olunca anlarsın demiştin ya, şimdi daha iyi anlıyorum annem. İyi ki seninIe varım. AnneIer Günü'n kutIu oIsun.. Ne zaman zorda kalsam bana bir çıkar yolu buldun. Karanlıkta kaldığımda ay gibi parlayan ışığım, soğukta üşüdüğümde içimi sıcacık ısıtan sevginle her zaman yanımda oldun. İyi ki varsın iyi ki benim annemsin. Anneler Günü'n kutlu olsun sevgili annem. Anneciğim, bir günümde değil her günümdesin. Annem olman dünyadaki en büyük şansım, iyi ki varsın. AnneIer Günü'n kutIu oIsun. Bu dünyadaki en güvenli sığınağım sensin, tüm fırtınaları atlatmamı sağlayacak değerli limanım. Sen benim en güzel şansımsın, başımın tacısın. Anneler Günü'n kutlu olsun. Bana hayat veren ve hayatı öğreten biricik annem, küçükken bana ninniler söylerdin ya bugün hala kulağımda çınlıyor tatlı sesin. AnneIer Günü'n kutIu oIsun. Senin kucağın, merhametin ve sevgi dolu bakışların beni yaşama bağIıyor sevgiIi anneciğim, AnneIer Günü'n kutIu oIsun Benim bitanecik tatlı annem, senin çocuğun olduğum için her zaman gurur duydum. Hep birlikte olmak dileğiyle... Umut etmekten vazgeçmememin nedeni senin bir gülümsemeni yakalamaktır. Anneler Günü'n kutlu olsun anneciğim. Benim için herşeye katlanan, her zaman yanımda olan, değeri biçilemeyen dünyanın en güzel annesine…Gücüme güç, umuduma umut katan annem, Anneler Günü'n kutlu olsun. Sen evimizin kraIiçesi, başımızın tacısın. Hüznümüzü sevince dönüştüren harika kadın, AnneIer Günü'n kutIu oIsun. Sen mutlulukların en büyüğünü, her şeyin en güzelini hak ediyorsun. Seni çok seviyorum. Anneler Günü'n kutlu olsun. #annelergunu Read the full article
0 notes
sislerdenizi · 5 years ago
Text
Henüz kısa sayılabilecek bir ömrüm var ve kendimi bildim bileli kitap okuyorum, okumaya vakit ayırıyorum. Ve kendimce fark ettiğim bir şey var ki buna da üzülüyorum :
Kurgulanan karakterler "mükemmel". Ya da mükemmele yakın mı demeliyim? O kadın karakter ki çok güzeldir fiziği göz doldurur , on parmağında on marifettir, girdiği ortama anında adapte olur , bir işte tutunamazsa mutlaka ötekini becerir, koşulsuz inanır sever , olacakları hisseder , kendisi için doğru olanı mutlaka bilir ve onu seçer. O erkek karakter ki zekidir güçlüdür yakışıklıdır , eline silah versen on ikiden vurur kalem versen roman yazar öyle de yeteneklidir... Daha böyle sayabilirim birçok şey. İyi güzel de üzüldüğüm nokta ; aşkı, güzel duyguları, maceraları, travmaları, acıları sadece bu mükemmel insanlar mı yaşıyor? Öyle bir anlatım var ki bu bahsettiğim hissiyatları çelimsiz , yüksek lisansı da olmayan , üç beş dil de bilmeyen biri hissedemezmiş gibi.. Ya da büyük aşkları sadece çok güzel kadınlar yaşarmış gibi.. Oysa ki bana kalırsa insan kendinden bir şey bulmalı bulabilmeli okuduklarında . Kurgu adı üstünde orası kabul ancak biz dünyalı değil miyiz, bir realite yok mu ortada?.. Kendimi anlatamamış olmaktan korkuyorum. Ne diyeyim ki ..
Bakkal Osman Amca da aşık olur, her gün camda durup sokaktan geçenlere laf atan Nuriye Abla da sever, üzülür bir şeyler yaşar. Sen de yaşarsın.
0 notes