#bir de oyun çok okudum
Explore tagged Tumblr posts
Text
1 buçuk ayda 5 kitap bitirmişim. oh şükür geri döndük yav
#daha da fazla olabilir eş zamanlı okuyodum bazılarını#bir de oyun çok okudum#bazılarınıza az grlebilir LAKİN benim gibi biri için çok
1 note
·
View note
Text
Bu konuyla ilgili buraya yazdım mı yazmadım mı hatırlayamıyorum, arşive bakmaya da üşeniyorum o nedenle yazacağım.
Geçenlerde bir kadının 70. yaş gününü nasıl kutladığını okudum. Kadın düşünmüş taşınmış, en çok hoşuna giden şeyin sevdikleriyle bir şeyler yapmak, anı biriktirmek olduğuna kanaat getirmiş. Bunun üstüne 70 yaşımı doğum günümde bir partiyle kutlamak yerine, yıl boyunca 70 etkinlik yapsam çok güzel olmaz mı diye düşünmüş. Sevdiği, ona kıymet veren kişilere atmak üzere bir mail hazırlamış. Bu mailde yeni yaşı için bu dileğini anlatmış, hediye istemediğini onlarla zaman geçirmek istediğini söylemiş ve insanlardan ona tekliflerle gelmelerini istemiş. Siz ne sunarsanız ben varım demiş. Çevresinin de aklı yatmış bu fikre ve kadın yıl içinde yemekler, sinema buluşmaları, oyun geceleri, haftasonu tatilleri, etkinlik atölyeleri vb bir sürü çeşitli etkinlikle sevdikleriyle zaman geçirmiş.
Bu fikir benim çok hoşuma gitti ve ben de yapmak istiyorum. Aralık’ta 35 olacağım ve diyorumki bugün yarın ben de bir yazı hazırlasam, beni kutlamak isteyeceğini düşündüklerime yollasam ve önümüzdeki dört ay boyunca mümkün olduğunca mini mini kutlamalar yapsam çok güzel olmaz mı?
Bir yandan inanılmaz güzel geliyor fikir, diğer yandan da zorba sesim “kızım bu kadar önemseme kendini dört ay doğum günü mü kutlayacaksın yuh! İnsanlar seni kendini beğenmiş görecek” diyor. Ama yani bence doğum günü burada sevdiklerimle kaliteli, eğlenceli zaman geçirmek için bir katalizör ve bir şeyler yapmak isteyebilecek insanlara bir sürü zaman da vermiş oluyorum. Yapacağım sanırım.
Çok heyecanlı!
36 notes
·
View notes
Text
Ben hep yalnızdım galiba... Taa küçücük çocukken başladı bu yalnızlık. Mahallede bir iki arkadaşım vardı sadece. Onlarla da onların zoruyla çıkıp oynardım. Tek başıma oyunlar oynamayı daha çok severdim. Okula başlayınca da samimi bir iki arkadaşım oldu,diğerleriyle çok muhatap olmazdım. Sabah erken giderdik okula ve evde ilk babam uyanırdı. Sabah namazı vaktinde uyuduğuna hiç şahit olmadım. Mekanı cennet olsun. Beni babam uyandırırdı. Sessiz sessiz kalkardım, kimse uyanmasın diye parmak uçlarıma basa basa hazırlanıp kahvaltı yapmadan harçlığımı alır çıkardım evden. Kimseye yük olmayı da pek sevmiyorum,bu ailem olsa dahi. Anneme, bana kahvaltı hazırla demeyi hiç düşünmedim bile. Çok erken gidiyorduk çünkü okula. Niye uyansın kadın. Okulda kek meyve suyu idare ederdim. Öğlen gelince yemeğimi yiyip yine çekilirdim köşeme. Hele kışları sobanın yanında belli bir yerim vardı benim,kimse oturmazdı oraya. Ya ödev yapardım ya da oyun oynardım kendi halimde.
Lisede il merkezinde evli olan abimin evinde kaldım. Zaten çok konuşkan bir tip değilim, bir de başkasının evinde kalıyor olmak iyice sıkıntıya sokuyordu beni. Mahallede zaten arkadaş ortamı yok. Okulda da sürekli şiir gecesi düzenleyen bir grubumuz vardı onların dışında kimseyle pek muhatap olmazdım. Zaten herkes kendi aleminde. Kimisi zengin çocuğu, kimisi okulu dersi pek takmayan tipler. Kafama göre olmayan kişilerle zaten mümkün değil merhabadan öteye geçemem.
Bir şekilde lise bitti. Üniversiteyi de Hatay' da okudum. İlk defa başka bir şehirde ailemden hiç kimse olmadan tek başıma yaşamaya başladım. Başlarda çok zorlandım, arkadaşların her biri ayrı şehir ve ayrı kültüre sahip. Hatay zaten başlı başına medeniyetler beşiği. Bir çok kültürün yaşam şeklini bir arada yaşadığım yıllar oldu üniversite. Eskiye nazaran biraz daha kalabalıktı hayatım. Ama taa çocukluktan bu yana kendime dahi itiraf edemediğim bir çok şey vardı kafamın içinde. Ve bunu kabullenmek için de demekki bazı şeyleri yaşayıp kendime gelmem gerekiyormuş. Belli yaşları geçmek,belli sıkıntılara katlanmak, belli acıları yaşamak gerekiyormuş.Kendime geldim mi peki? Tam olarak geldiğimi düşünmüyorum. Ama benim içimde başka bir yaşam arzulayan bir ben var, bunu biliyorum. Peki ne benim istediğim,arzuladığım,kafamın içinde sakladığım şey? Daha modern bir yaşam mı? Hayır. Daha zengin bir hayat mı? Kesinlikle hayır. Daha deli dolu, hiçbir şeyi takmayan bir insan olmak mı? Hayır. Galiba en önemli isteğim benim inancıma ve değerlerime hiç olmazsa saygı duyan, değer verdiğim şeyleri rahat bir şekilde paylaşabileceğim birilerinin var olduğu bir ortam.İnsan hep iyi yönlerini paylaşmak ister, ama ben kötü yönlerimi,eksiklerimi,yanlışlarımı kısaca her şeyi paylaşabileceğim bir ortam aradım. Çoğu insan iyi yönlerinizden, güzel huylarınızdan ziyade kötü yönlerinizi akılda tutup, zamanı gelince çok kötü bir şekilde kullanıyorlar. Şu ana kadar böyle bir ortamı yakalayabilmiş değilim malesef. Çoğu zaman yalnız kalıp kendi kendine muhakeme yapmak dahi bir çok insanla muhatap olmaktan daha iyi geliyor bana. Bu zamana kadar yaşadıklarıma "vardır bunda da bir hayır" demekten başka çarem yok galiba. En büyük pişmanlığım, hak etmeyen insanlara karşı fazla tolerans göstermiş olmam,fazla sabır göstermiş olmam. Olmuyorsa oldurmaya çalışmış olmam. En önemlisi de kendime haksızlık etmiş olmam.
#H.
13 notes
·
View notes
Text
1 Haziran Özet
Yıldız Parkında ailece ilk pikniğimizi yaptık. Püfür püfür esen rüzgar eşliğinde, ağaçların gölgesi altında kitap ve kuran okudum. Tevbe suresinin bu ayetleri sanki bugün Biz ve Siyonistler için nazil olmuş gibi❤️🩹 kızçelerim de resim yapıp oyun oynadı, Ayşe Hümeyra Onur Erol şarkısı söyledi meryemciğim de onu videoya çekti. Ona yüksek sesle kitap okudum, ingilizce telaffuzumun iyi olduğunu söyledi. Umarım gönlümü yapmaya çalışmıyordur.
Biz Yahya Efendiyi ziyaret ederken kızlar resim atölyesine katıldı. Memnun kalmışlar, bir daha gelelim dediler.
Bu arada şu poğaçayı yaptım. Ben içine havuç koymadım, şekeri de bir kaşık ekledim. Lezzeti ve görünüşü çok güzel oldu^^
7 notes
·
View notes
Text
üç gündür ali’yi sabah 7 gibi uyandırıyorum, akşam 9 gibi de uyuyor. şu uykuyla ilgili kitap kafamı çok rahatlattı. gün içinde saat kaçta ne yapacağını bilmek bir düzen oturtmak resmen yüzde elli enerji tasarrufu ya beynim için.
dün ben de onunla dokuz buçukta uyudum. sabah altıda kalktım. kahve yapıp karamazov kardeşleri okudum. aylar yıllar sonra :d ama nasıl iyi nasıl tatlı geldi. sonra yedide ali’yi uyandırdım, balkona çıktık. kuşları izledi.
sonra mutfağı topladım temizledim, ali’ye kahvaltısını yaptırdım, sonra onu oyun alanına koyup mutfağa döndüm kendi kahvaltımı yapmak üzere. ama malumunuz sekizinci ay, ayrılık kaygısı… kazara salona tekrar dönüp ali’ye görününce yaygarayı bastı, ağlamaya başladı. oynadım susturdum ama tekrar yanından ayrılınca tekrar ağlamaya başladı. iyi dedim gel. mutfağa gittik, mama sandalyesine oturttum. kahvaltımı yaptım. ve uyuttum. şimdi o uyurken hazırlanacağım, 11de oyun grubumuz var. aliş ilk kez bebeklerle etkileşim kuracak çok heyecanlıyım fkvk. bir buçuk saat sürüyormuş, o kadar saat ne oynıcaz merak ediyorum :d
bu arada günaydın.
12 notes
·
View notes
Text
Oyun Kartları | Gül ve Kayıp Çocuk (2)
<Bir süre sonra>
Mayoi: Daireler çizdiğimizi sanıyordum, ama tesadüfen gül bahçesine ulaştık bile.
Mayoi: Çiçeklerin yanında yazan açıklamaları okumaya o kadar dalmışım ki Aira ve Tatsumi'nin izini kaybettim...
Hiiro: Ben bir süredir takip ediyordum, ama etrafımdaki çiçekler dikkatimi dağıttı.
Mayoi: Aslında kaybolduk sayılmaz—sadece ikişer gruplara ayrılmış şekilde geziyoruz.
Mayoi: Eminim onlar da çevredeki çiçeklere hayran kalmıştır.
Hiiro: Haklısın. Zaten hepimiz gül bahçesine girmeyi planlıyorduk, yakında tekrar karşılaşırız.
Mayoi: Şu ileride bir çardak var. Biraz mola verip oturmaya ne dersin?
Hiiro: Ça... Ça-nak? Çay-lak?
Mayoi: Çardak. Özür dilerim, senin için anlaması zor olmalı. Etrafında bakıp çiçekleri izleyebildiğin ufak, çatısı olan bir bölge.
Hiiro: Ah, onların bir adı mı var?
Mayoi: Evet. Ama sadece bir çardak, yani bizi rüzgardan koruyabilecek duvarları yok.
Hiiro: Doğru, biraz rüzgar çıktı. Biz konuşurken daha da güçlendiğini farkettim.
Hiiro: Bak. Bazı çiçek yaprakları bile havada uçuşuyor.
Mayoi: Gerçekten birsürü çiçek açmış, hangi taraftan geldiğini çözemedim bile.
Hiiro: Güller, güller, her yerde. Kırmızı güller, beyz güller...
Mayoi: ...Hehe. Kırmızı ve beyaz güller, tıpkı Alice'in hikayesindeki gibi.
Mayoi: Ve bizler, ALKALOID olarak da asker olan iskambil kartlarından esinlenmişiz.
Hiiro: Alice? Alice Harikalar Diyarında'yı mı diyorsun?
Mayoi: Evet. O hikayeyi bildiğini farketmemiştim.
Mayoi: Özellikle de asker karakterleri, çünkü o kadar ön planda değiller.
Hiiro: Ah, tüm hikayeyi bilmiyorum. Geçen gün şans eseri karşıma çıktı, ilk başlarını okudum sadece.
Hiiro: Sen "Alice'in hikayesi" deyince emin olamadım, sormak istedim.
Mayoi: Ahh, anladım.
Mayoi: Şöyle anlatayım, hikayede beyaz gülleri kırmızıya boyamaya çalışan kart askerler bulunuyor.
Hiiro: Ha? Niye gülleri boyuyorlar ki?
Mayoi: Çünkü sadece kırmızı güllerin büyümesi gereken bir alana yanlışlıkla beyaz gül dikmişler.
Mayoi: Eğer birileri orada beyaz güller görseydi, Yürek Kraliçesi hepsinin kafalarını keserdi.
Hiiro: Ha... ama beyaz güller de çok güzel.
Hiiro: Hatta tüm çiçekler kendi arasında mükemmeldir. Onun güzelliğini kapatmak bir suç olmaz mı?
Mayoi: Sanırım, evet...
Mayoi: Ama olaya kart askerlerin gözünden bakarsak, kuralları çiğnediler ve beyaz gül diktiler.
Mayoi: Eminim o an odaklandıkları tek şey kraliçeyi sinirlendirmemek ve hayatta kalmaktı.
Mayoi: ...Yani, bu yalnızca bir hikaye. Gerçekten ne hissettiklerini bilemeyiz.
Hiiro: Eğer boyarlarsa güllerin kokusu da kalmaz.
Mayoi: Öyle olmalı. Maalesef boya hem rengini, hem de kokusunu kapatır.
Mayoi: Bu gül bahçesinin ortasında yürüken bile kokularını alıyorsun. Hatta yaklaştıkça gül kokusu daha da bol ve zengin geliyor.
Hiiro: Mm, aynen. Güçlü bir kokuları var. Yakında durup derin bir nefes alınca gül kokusu tüm vücuduma yayılıyor sanki.
Mayoi: Ne kadar hoş ve eşsiz bir koku. Özellikle kırmızı olanlarda daha keskin bir koku var.
Mayoi: Duyduğuma göre her renkli gülün kendine özel bir kokusu var.
Hiiro: Ah, öyle mi?
Mayoi: Evet. Eminim şu ötedeki beyaz güller daha farklı kokuyordur.
Hiiro: Hm. Rengine göre kokuları da mı değişiyor?
Mayoi: Aynen öyle. Güller oldukça çeşitliler. Sadece kırmızı ve beyaz değil. Pembesi, turuncusu, sarısı, moru bile var.
Mayoi: Güllerin renginden sayısına kadar, hepsi bir anlam taşıyor...
Mayoi: "Gül" terimini fazla geniş bir anlamda kullanıyoruz, aslında bu terim çok çeşitli çiçek şekillerini ve kokularını ifade ediyor.
Hiiro: Güllerin hepsi kendine özgü mü yani? Anladım!
Hiiro: Şimdi bunu öğrenince meraklandım. İlerlemeye devam edersek farklı çeşit güller mi göreceğiz?
Mayoi: Büyük ihtimalle. Ama ilerlemeden önce Tatsumi ve Aira'yı bulsak iyi olur.
Mayoi: Bildiğim kadarıyla gül bahçesinin ortasında bir labirent var, kaybolmak istemeyiz.
Hiiro: ...?
Mayoi: Hadi çardağa gidip onlara mesaj atmayı deneyelim.
Mayoi: Umarım eğlencelerini bölmüş olmayız...
Mayoi: Ayyyy!
Mayoi: Ö-Öyle aniden bağırdığım için üzgünüm! Rüzgar bir anda güçlenince saçım yüzüme geldi de... Ödüm koptu!
Hiiro: (...O ses de ne? Rüzgar sesinden başka bir ses geliyor gibi hissediyorum.)
Hiiro: (Gittikçe yaklaşıyor mu? Bir insanın veya hayvanın ayak sesine benzemiyor...)
Hiiro: ...
Mayoi: Şey, Hiiro?
Hiiro: (Rüzgar doğudan batıya doğru esiyor. O ses de doğudan geliyordu, ama şimdi tam yanımızda...)
Hiiro: Orada!
Mayoi: ?!
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
2 notes
·
View notes
Text
günlerce kafamı toparlamak için bir şeylerle meşgul oldum, düşünmemek için en sevdiğim türkü listemi açıp en sevdiğim hangisi acaba diye hepsini defalarca dinledim, yine acem kızı çıktı, yine severek defalarca dinledim, sabahları erken kalkmayı erteledim, bıraktım bir süre alarm kurmayı, ajandama yazdığım ne plan varsa erteledim, severek izlediğim diziyi yarım bıraktım, her gün elli sayfa okuma yapmadım ama yine de okumamazlık yapamadım, çay sayısını azaltmıştım, kansızlık yapıyormuş ya hani, boş verdim; gün boyu çay içtim, sıkılmadım, her gün gün batımının fotoğrafını çekmeyi bıraktım, gün batımlarının da bir özgürlüğe ihtiyacı var diye düşündüm, her gün aradığım insanları aramadım, her gün arayanları cevaplamadım, inanır mısınız depresyondayım dedim diye arkadaşlar gül alıp göndermişler, kim kalbini bu kadar kırdı senin diyorlar, kendim diyemedim, her gün masamı temizleyip stres atmadım, bütün bulaşıkları ben tek başıma yıkamak istiyorum diye diretmedim, devamsızlığı dert etmeyi bırakıp çarşıya indim, ilk gittiğim yer sahaf oldu, para harcamayıp çıktım, geri döndüm biraz daha bakındım, gözüme bir kitap takılsa alacaktım güya, elim hiçbir rafa uzanamadı, nedenini bilmiyorum, gün boyu gezdim sokak aralarında, baktım defalarca baktığım binalara, bazıları hâlâ gözüme yabancı geliyor, sanki oraya ait değil, yolumu kaybettim bir ara, kayboldum şu küçücük şehirde, hani desen girişi ve çıkışı bir, ben bir türlü bulamadım yolu, baktım olmayacak mecbur kaldım bir arkadaşı aradım, yol tarifi aldım sadece, geri döndüm, meğer iki sokak daha gitsem bulacakmışım kedili sokağı, geçen kadriye hoca ... burçlarının yön bulmakta iyi olmadığını söylemişti derste, doğru bilgi olduğuna kesin olarak inandım, sokakta her zaman sinirli bakan o tombik kediyi gördüm yine, bana o sinirli bakışlarından bahşetti, önceden onu sevmek için çabalardım, önceden, şimdi sadece uzaktan bakıyorum, o da bence uzaktan bakınca anlaşılıyor, gözlerindeki kızgınlık o sokağın bu kadar işlek olup onun rahatını bozması, ben buna sebep veriyorum, yersiz kalabalık beni de rahatsız ediyor, geçen gün bir söz okudum, tam olarak hatırlamıyorum ama o an okuduğumda benim için söylenmiş benim için yazılmıştı sanki, sözü hatırlamıyorum ama kimsenin senin varlığını rahatsız etmeye hakkı yok dedim kediye, bana baktı, hiçbir şey anlamadığı belliydi, sokaktan kütüphaneye uğradım, bakındım, benimle aynı havayı soluyan bir kitap aradım, bulamadım, normal ben bile anlamıyorum kendimi, gerçi bazen anlatmaya çalışıyorum, anlaşılıyor muyum, orası muamma, artık geç oldu dönüyorum, otobüste kulaklık takmadım, bu sefer dünyayı dinlemek istedim, herkes suskun ama, sanki inadına, ben de bir oyun indirdim, 2048, onu oynadım yol boyunca, uzun zamandır sosyal medyaya uğramıyorum, umursamıyorum da, annemle konuşuyorum geceleri ama o an 2048 oynuyorum, tâ ki yurdun önüne gelene kadar, odaya varınca yine mahpusa dönmüş gibi oldum, dayanamadım, aldım kupayı çay yaptım, sonra ödevin başına oturdum, derlediğim her şeyi yazdım, o hırsla bir oturuşta ödevi bitirdim ama bundan kimsenin haberi yok, söylemek istemedim, bir şey anladım, o günden beri böyleyim, o günden beri kendime herkesten daha çok değer vermeye başladım, kendimle baş başa kaldım, kendimi dinledim, beni unutmayan insanlarla konuştum, kitaplar okudum, ağladım, ben ağlarım, bana göre en iyi tedavi yöntemi ağlamak, gönlümü daraltan tüm sıkıntıdan arındım, kendimi bir balkonda gibi hissediyorum, öyle ferahladı ki yüreğim, sanırım bir nasihat bin musibetten daha iyiymiş, kendimi anladım ve beni anlamayanlar umurumda olmadı, kalktım bir çay daha yaptım, her şeyi kendime saklamayı da bıraktım, her şeyi anlattım, ne varsa bu süreçte yaşadığım anlattım ve kurtuldum bu yükten, şimdi daha iyiyim demiştim, şimdi kuş tüyü gibi hafifledim, gereğinden çok düşünmeden sadece anlık yaşamak, yarın ölürsem bu derde üzüldüğüm için mutsuz mu gideceğim öbür dünyaya diye düşünürken, bu kadar basit değil, bunu sana yapan insanlar değil bu tavizi veren sensin düşüncesinden kurtularak, geri döndüm, sanırım rahat bir nefes alarak temizlik yapabilirim,
18 notes
·
View notes
Text
geç kalktım ama yine de kahvaltı yaptım
sonrasında mat dersim olduğu için okula gittim, uluslararası ilişkiler ve yazılım arasında kaldığım için hocamla konuştum ama halen aradayım
değişik bir tarif gördüm dün. Sprite içine normal poşet çay koyuyor ve buz+limon dilimleyip servis ediyordu. İlginç değil mi????
Yeşil çayla denemek istedim o yüzden çıkışta sprite aldım ve tadını sevdim. Bence bir şansı hak ediyor 🧙🏻♀️
Sitedeki kedyler için mama aldım ama yemedi bir tanesi, heveslendiğim için kırıcıydı
Levelin yeni sayısı çıkmıştı (oyun dergisi ve cidden güzel) onu ve vogue okudum. Ajda Pekkan çok dinlemem ama bazı şarkıları güzel ve kadının bazı resimleri o kadar estetik ki....
Etütte hoca ödev vermişti onu bitirdim, teyzemle gıybet yaptık ( çoğunlukla teyzemin yanaklarıyla uğraştım, eğlenceli aktivite bakmayın bana öyle)
Odamı biraz topladım (her defasında nasıl bu kadar dağılabiliyor hiçbir fikrim yok )
Spor yaptım ve cidden şimdiden fiziğim düzelmiş gibi hissediyorum 😪
Duş aldım, yüz yogası yaptıktan sonra ojelerimi silerim bu arada arkadaşımı ararım
En son voleybol maçı seyredip uyumak istiyorum
7 notes
·
View notes
Text
Beni her şeyden korumak istediğini söyledin. İlk okulduğumda havalara uçmuştum. Yaparsın diye düşünmüştüm. Aradan bir yıl geçti ve yanımda bile yoksun. Beni en çok kendinden korumalıydın, en çok kendinden uzak tutmalıydın. Sana bağlanmamam için her şeyi yapmak zorundaydın. Senden hiçbir şey beklememiştim ben. Sadece yanımda ol istedim. Çıkış kapım kal diye ayaklarına kapanabilirdim. Beni en gökte de en yerde de hissettiren sendin. Sadece sen gitmedin. Her şeyim gitti benim. Baktığım her yer sendin. Hiç almadığım kokun istisnasız her yerdeydi. Sabah kalktığımda yanımdaki boşluk sendin, yorulduğumda otobüsteki yanımdaki koltukta sen vardın, içtiğim kahvede karşımdaydın, yürüdüğüm her sokak köşesinde sen vardın. Benden bunları çaldın. Seni affetmemek için içimde verdiğim savaşı ne kendimle ne de başkasıyla verdim. Madem gidecektin neden o kadar güven verdin, neden yanında olmasam da düştüğünde benden destek al kalk dedin. Yerlerde sürünüyordum ve kalkamadım. Hissedemedim varlığını. Yok değildin ama artık seni hayal edebileceğim kadar da kalmamıştın. Sana tutunuyorum da demiştin. Ama şu an kopmadığına eminim. Kendi ellerimle mi verdim o bağı başkasına bilmiyorum. Benden sonra kim seni tuttu bilmiyorum. Tek bildiğim şey artık sen eskisi gibi değilsin. Konuşmasak da hissediyorum bunu. Çok değiştin. Belki de eski sen tam sen değildin. Şimdiki gerçek kişiliğindi. O zaman ben daha fazla ilerlemek istemiyorum. Eskisi gibi kal yeniden seni hissedeyim diyorum beynim izin vermiyor. Kalbim bile artık senden kaçmaya çalışıyor. Senin yerini doldurdum sanmıştım. Başkaları seni unutturur diye düşünmüştüm. Doğum günü mesajları sadece okunup unutulmuyormuş. Ardından defalarca seni hatırlatacak bir boşluk da bırakıyormuş içinde. Uzun süre sonra yeniden okudum, hatırladım, sindirmeye çalıştım. Hepsi kendi içimde oldu. Haberin bile olmayacak bunlardan asla. Hayatına devam ediyorsun ve bunun için çok mutluyum. Hiçbir zaman kötü olmanı istemedim çünkü beni o delikten sen kurtardın. Bana zararı o kurtardığın deliğe kendi ellerinle geri ittin. Sonra boğazımı yırtarak yine senden yardım istediğimde yine elini uzattın tuttum ama beni yukarı çekmedin. Oraya düştüğümü bilmene rağmen sadece yaşadığını belli ettin. Yorgundun biliyorum. Emin ol kimseyi anlayamadığım kadar seni anlıyorum.
Seni ölümden döndürdüğümü de söylemiştin. Bunun için yapmadım ben. Beni bırak diye yardım etmedim sana. Benim yanımda daha uzun kal diye elimi uzattım. Senin beni kurtarman gereken su temizken, senin kuyunda yılanlar vardı. Kolumu kaybetmeyi umursamadım. Çünkü orda sen vardın. Ben düşsem de sen çıkmalıydın. Bunun yüzünden kaybettim seni. Sana verdiğim değer fazla geldi sana. Hani demiştin ya ilk defa gerçekten değer görüp sevildiğimi hissettim diye. Son olmamalıydı o. Her an hissettirebilmeliydim sana onu. Her an buna layık olduğunu, bundan azını hak etmediğini hatırlatmalıydım. Sonumuzu getirdin ve en acısı bunu farkındaydın. Bilerek yaptın. Biz diye başlayan her cümleyi sen ve ben diye değiştirmem gerekecek kadar uzaklaştırdın beni kendinden. Hala geri dönmeni isteyen tarafımı susturamıyorum. Ama lütfen dönme. Dönersen geri ümitlenirim çünkü. Dönersen bu sefer yukarı çekeceğini düşünürüm. Seninleyken zaman dursun isterdim. Nice benli yıllara demiştin iki sene boyunca. Kendi lafının arkasında durmadın. En azından bunu yapmaya çalışsaydın keşke. Hani sözlerinin arkasında durardın hep. Şimdiki halini istemiyorum ben senin. Eskini halin için ise gerekirse sonsuza kadar sensizliği göze alırım. Son birkaç cümlem daha var. Kızım diyordun ya bana. Senden sonra her şey oyun ya da yapmacık geliyor. Gerçeklik algımı da aldın benden. Senin yüzünden artık hepsi sonunda bırakıp gidecek diye kimseye bağlanmıyorum. Duvarımı bu kadar kırdığın için kimse bana yaklaşamıyor artık. Çünkü yenisi yaşanamasın diye eskisinden daha kalın yüzlerce duvar diktim önüme. Benimle olanlar da gitti artık. Değiştiğimi söylediler onun yüzünden diyemedim. Çünkü sana laf gelmesini istemedim. Güvenimin ve sevgimin her zerresini sana vermişim farkında olmadan. Kalbimi kilitleyip anahtarını sende unutmuşum ya da fark etmeme rağmen geri dönmeye ayaklarımı ikna edememişim. Bana eski seni veremiyorsan lütfen aldığın duygularımı ver. Çünkü sadece nefes almak bir süre sonra boğuyor insanı. O alabildiğin rahatsız, huzursuz nefesi de zehirleyip içine çekme ihtiyacı duyuyorsun zamanla. Bunu en iyi kendinden bilirsin. Her şey için teşekkür ederim ve benliğimden özür dilerim.
5 notes
·
View notes
Photo
Ne okuyalım da bugün....
Oğuz Atay - Tehlikeli oyunlar
Hayatın farklı dönemlerinde tekrar okunabilecek ve her okuduğunuzda farklı etkilere neden olacak bir kitap.
Bana gerçekten çok şey katan bir kitap oldu. Okurken bazen kendi hayatımı yaşıyor gibi okudum. Bazende ben kitabın kahramanının hayatını yaşadım.
Hepimizin içinde var olan beklentilere, yorgunluklar tercüman olmuş. Oyun nerede bitiyor, gerçek nerede başlıyor, kim kime neyi nasıl yaşatıyor hepsine şahit olacaksınız.
Yani Oğuz Atay anlatıyor siz de karşısında onu dinliyorsunuz...
6 notes
·
View notes
Text
Giden Gidene – Ahmet Ordu
✍🏻 M. Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/giden-gidene-ahmet-ordu/
Kitaptan önce Ahmet Ordu’dan söz etmezsem olmaz. Akşehir – Gölçayırlı, emekli olduktan sonra değerli eşi Bircan Hanım’la yaşamının önemli bir kısmını çoğunun dilinde hâlâ “Yahsiyan” olan köyünde geçiriyor. Köyünü öylesine yaşar ve yaşatır ki özellikle son öykü kitabı olan “Giden Gidene”de bunu buram buram duyumsarsınız. Ben o köyü gördüm, bahçelerini, kirazlarını gördüm, öyküleri de sanki bire bir yaşadım…
Onun için “Öyküye sevdalı bir yazın ustası” denir. Öğrencisi olan oyun yazarı, tiyatro sanatçısı Hayrettin Filiz, kitabın arka kapak yazısına “Ahmet Ordu’nun kitaplarını okuduktan sonra Bedri Rahmi’nin dediği gibi içinde bir çakıl taşı ısınır sanki. Yaşadığım güne minnet duyarım. Buluta yaprağı akan hayata hayranlık duyarım” demiş. Benim de paylaşacaklarıma bir önsöz olabileceği düşüncesini duyumsadığım için buraya aldım.
Ahmet Ordu’nun bu kitap öncesinde, “Yüzünde Gözyaşı Yüreğimde Sancı”, “Dört Nala Sürüyor Atını Zaman”, “Onca Zamandan Sonra”, “Höyükte Bir Ulu Çınar”, “Gönül Borcu” adlarında yazmış olduğu öykü kitaplarının hepsini okudum. Her biri için birer yazı yazılabilirdi elbette… Ancak artık “Giden Gidene” elime geçtikten ve okuduktan sonra yazmazsam kendimi eksikli sayardım.
Çok sevdiğini bildiğim arkadaşı, benim de değerli ağabeyim Bahri Karaduman da bir yazısında “Giden Gidene” için şöyle demiş:
“Orta Anadolu insanının yaşam gerçeklerini öykü sanatının o sık dokulu anlatım ustalığıyla okura sunması yazarın en büyük başarısı. ‘Patetik’ diyebileceğimiz acınası durumları çözümleyici bir bakış ve tertemiz bir yürekle abartıya kaçmadan yerel dilin varsıllığıyla dile getirmesi Ahmet Ordu’nun Türk öyküsüne bir armağanı…”
Yine değerli eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen arka kapak yazısında, “Yaşar Kemal’in Çukurova’yı anlatan nasıl kendine özgü bir dili varsa Ahmet Ordu’nun da Orta Anadolu’yu anlatan kendine özgü bir dili var” diye yazmış. Bence Ahmet Ordu Akşehir, belki de sadece Gölçayır (Yahsıyan) özelinde bir dil kurgulamış bile olabilir. Ya da bunu okura böyle yansıtmış. Eğer o yöreden başka yazarlar da okusaydım daha geniş kapsamlı bir düşünce sunabilirdim. Benim duyumsadığım bu…
Hayrettin Filiz’in yazısında belirttiği, Bedri Rahmi’nin dediği gibi içimde öyle çok çakıl taşları ısındı ki hangisinden söz etmeliyim bilemiyorum. Örnekler vermezsem bu öykü kitabını yeterince anlatmam neredeyse olanaksız… Ben de öykü adı vermeden alıntılar sunarak sizi Ahmet Ordu dünyasıyla tanıştırmak istiyorum.
“Ortam sepserin. Yaz ortalarından bu yana hep böyle ibalı sabahlara uyanıyoruz. İba dediğim çiy… Seviyorum ben bu sözcüğü. Hem çiy deyince oluşması gereken o ıslak zihninde canlanmıyor. ‘İba düştü, iba kalktı, ibalı otlar’… Anamızdan, Atamızdan böyle duyduk biz, sözcük böyle yerleşti kaldı dilimize.”
Köylü olmak zordur, kimi yağmur yağsın diye bekler, kimi yağmasın diye… Öykülerden birinde ne güzel dillendirmiş Ahmet Ordu:
“Son gürleme ile birlikte Dede coştu!
‘Ver Allah’ım veeer!’ dedi. ‘Ekinlere, fasulyelere, haşhaşa, pancara… Oooh, kavunlar, kelekler de güldü!’
Bu kez içerideki torununa seslenerek, ‘Salican’ dedi, ‘Arı ballandıran, bostan döllendiren bu yağmur, ya! Bereket bereket…’
Kerim karısına bakıp, ‘Haşhaş diyor, pancar diyor… Allah’ım sen aklımı koru! Kirazı, vişneyi düşündüğü yok!’ dedi.”
Öykülerden sadece birinin adını vereceğim, “Arafta bir Abdullah”
Yazarın yeğeni Mehmet Uz’un “Yaz da kaybolup gitmesin” dediği için yazılmış… İstense bir roman olabilecek bir yaşanmışlık. Aslında yaşanıp yaşanmadığını bilmiyorum ama o denli canlı anlatılmış ki içimde yaşanmış olması isteği uyandı. Kimi zaman duygusal kimi zaman acındıran kimi zaman kızdıran bir yaşam olsa da her anıyla sahicilik duyumsatan bir öykü… İyi ki yeğenini kırmamışsın Ahmet Ordu.
Elbette keyifle okudum, birçok yerinde güldüm ama aslında kitabın tamamı derin bir hüzün içeriyor. Yaşamın her yönünü gerçekçi bir bakışla aktarıyor. Son paragraf olarak paylaşmak istediğim de böyle bir bölüm:
Önce üveyikler gitti, sonra gökçekargalar, ardından çullalar, sarasmalar, geçen yıl da leylekler… Gidişleri oldu da gelişleri olmadı hiçbirinin.
Bu güz ise ebabillerin güneye göçünü boşuna bekledik.
Yukarıda Allah var, arıkuşlarını gördük! Ama yeşilli kızıllı kanatlarını gerip de tepemizde dönmediler. Göğün kat be katından gelen vırrık cırrık seslerini duyduk. Kayan bir nokta gibiydiler…
Öykülerin birçoğu kiraz ve vişne üzerine… Bunu da yadırgamamak gerekiyor. Ben gittim gördüm. Bölge adeta bir kiraz ve vişne cenneti. Öyle de bu iş hiç de görüldüğü kadar kolay değil, ezasını cefasını da yazmak gerekiyordu. Ahmet Ordu bunu yapmış. İyi ki de yapmış…
Ahmet Ordu öğretmen okulunu bitirdikten sonra Kırşehir ve Afyon’un köylerinde çalışmış 1978’de Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirmiş. 19 yıl İzmir’in çeşitli liselerinde görev yapıp 1997’de emekliye ayrılmış.
Ve üstüne basa basa vurgulamak istiyorum… Türkçemizin son derece hoyratça kullanıldığı eserlerin yanında Ahmet Ordu öğretmenliğinin ve Türkçenin hakkını sonuna kadar veriyor. Onun Orta Anadolu’nun özgün yöresel dilinden öykü okumak, Türkçemizi yaşamak çok büyük bir keyif…
Kalemin hiç durmasın sevgili Ahmet Ordu…
M Osman Akbaşak
0 notes
Text
Sesler - Ursula K. Le Guin
S.22 "Hemen cevap vermedi. Gözlerimin içine baktı, kırk yaşında bir adamın dokuz yaşında bir çocuğa baktığı gibi değil de bir ruhu tartan başka bir ruh gibi. Eğer istersen sana öğretirim, dedi."
S.49 "Halkımın evine hoş geldiniz, dedi Seferbeyi. Gry da, selamım Galva Evi'ne ve insanlarına, saygım ise evin tanrılarına ve atalarına, dedi."
S.50 "Kocanız da buraya o kütüphaneleri görmeye mi geldi? Kitaplarda sanatının ve ruhunun gıdasını arıyor, dedi Gry. Bu sözler üzerine bütün yüreğimi ona ve kocasına vermek istedim."
S.51 "Gry başını yana çevirdi. Ben cahil bir kadınım, dedi o kibar haliyle. Seferbeyi güldü, pek sayılmaz! Yo, gerçekten. Kocam bana bir bir şeyler öğretti, ama benim bilgim sözlerle değildir. Benim marifetim konuşmayanları dinlemektir."
S.52 "Gry cömertliği için Seferbeyi'ne teşekkür etti; o da, yoksullar cömertlik konusunda zengin olur, dedi."
S.55 "İsta elinden geliyorsa Galvamant konuklarına bol bol ikramda bulunur, atalarını utandırmazdı. Eğer bu önemli değilse, önemli olan nedir? Eğer bu şerefle yapılmazsa, şeref nerededir?"
S.56 "Siz Ansullular, biz Dağlılar gibi yapıyorsunuz, dedi Caspro. En güzel yanı konuşmasıydı; keman sesi gibiydi. Bütün ev halkı bir sofrada yiyor. Kendimi evdeymiş gibi hissettim."
S.62 "...Aldlar Ansul'u sadece on yedi yıldır yönetiyor. Memer'in ömrü kadar, dedi Seferbeyi. On yedi yılda çok şey kaybolabilir. Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler."
S.64 "Ben yürekliliğe dair görüşlerimi değiştirdim, dedi Seferbeyi. Gand'ın hapishanesindeyken. Bana göre bu bir adamın kendi kendine borçlu olduğu bir şeydi; gurur gibi, kendine saygı gibi. Bunu sadece tanrılara borçlu olduğumuzu öğrendim. Onun da bakışları, mumun sabit sarı alevi üzerindeydi." S.90 "Dinsiz diyorlardı bize. Onlardan öğrendiğimiz bir sözdü bu. İlla bir anlam yüklenecekse, neyin kutsal olduğunu bilmeyen kimse anlamına geliyordu. Acaba hiç öyle insan var mıdır? Dinsiz, sizden farklı bir kutsallığın varlığını bilen biridir sadece. Aldlar on yedi yıldır buradaydı ve hala Ansul'un denizi, toprağı ve taşının kutsal olduğunu, hepsinin ilahi bir canlılıkla dolu olduğunu öğrenememişlerdi. Dinsiz olan biri varsa, o da onlardı, biz değildik, diye düşünüyordum."
S.107 "Bu durum, ondan nefret etmemi zorlaştırdı. İnsanın kendisinden daha güçlü birinden nefret etmesinde bir fazilet vardır ama daha zayıf birinden nefret etmek alçakça, rahatsız edici bir şeydi."
S.127 "Zorla ileri doğru bir adım attım, sonra ikinci bir adım, ellerimi yumruk yapmıştım. Kelimeleri yüksek sesle okudum: Kırılanı kırılmış onarır."
S.150 "Bir kılıç cesareti vardır, bir de söz cesareti, söz cesareti daha nadirdir, dedi."
S.193-194 "O zaman duyduğum şeyler ve kullandıkları lisan hakkında bugüne kadar sık sık düşünmüşümdür. İnsanları bir beden, bir yaşam olarak değil de sadece sayı olarak, şekil olarak, zihnin savaş alanında ileri geri oynatılabilecek oyuncaklar olarak görmenin kadınlardan ziyade erkeklere kolay gelip gelmediğini merak etmişimdir. Bu cisimsizleşme onlara zevk veriyor, onları heyecanlandırıyor, sırf eyleme geçmiş olmak için, sayıları ve oyun taşlarını yönlendirmek için herekete geçme özgürlüğü tanıyor. O halde belki de yurt sevgisi, şeref, hürriyet, aslında tanrılar ya da bu oyunda ıstırap çeken, öldüren ve ölen insanlar nazarında kendilerini haklı çıkarmak için bu zevke taktıkları isimlerdir sadece. Yani aşk, şeref, hürriyet gibi sözler gerçek anlamlarından uzaklaşmışlardır. O zaman insanlar bu sözleri anlamsız diye küçümsemeye başlayabilir ve onlara anlamlarını geri vermek için çırpınmak şairlerin vazifesi olur."
S.234 "Denios'un sözleri geldi aklıma ve yüksek sesle söyledim: Her yaprakta bir tanrı vardır; kutsal olanı açık avucunda tutabilirsin."
0 notes
Text
FUTBOL EKOSISTEMI
NİYE ONU OYNATMADIN
5. İhtimal var ama GS-Rize maçı sonrasında TRT ve gazetelerin maç yorumlarını izledim, okudum. Hepsi birbirinin KOPYASI, SIĞ. içler acısı. O niye oynadı, şu niye oynamadı. İncir çekirdeğini doldurmayan gevezelikler.
Bir de Ali Fikri Işık’ın bilge yorumlarına bakın. Dağlar kadar fark var. serbestiyet.com/featured/galatasarayin-sabirdan-baska-hicbir-seye-ihtiyaci-yok-81415/ https://serbestiyet.com/featured/farioli-torrente-karsi-83268/ https://serbestiyet.com/featured/pep-guardiola-85572/ https://serbestiyet.com/featured/fariolinin-drami-ve-avcinin-zekasi-84752/ Ali Fikri Işık'ın şahane açıkladığı gibi bir oyun sistemini oturtmak BIKTIRICI TEKRARLAR, EZBERLER, KAS HAFIZASININ oluşturulmasını gerektiriyor, dolayısıyla EPEY ZAMAN alıyor. Bizim SIĞ YORUMCULAR kendileri çalıyor, kendileri oynuyor. Çaldıkları da senfoni olsa.
1. Oyun Sistemi mevhumundan bihabe yorumlar. 1.1 Bir aylık Torrent'i eleştirmenin saçmalığıni ve kendi sigliklarini gösterdiğini göremiyorlar. 2. Yorumlar da o niye oynadı, şu niye oynamadı, içi boş "oyunu okuyamiyor" klişelerinden ibaret. 3. Işık,ise çok soyut ve genel anlatıyor. 3.1 Daha somuta indirgemesi gerekiyor, en büyük eksiği bu. 3.1.1 Şema, çizim ve resimli açıklamalar yapmalı. 3.1.1.1 Halil Berktay'in Iskender'in iki kat daha kalabalık Pers ordusuna karşı taktiklerini anlatırken resimler kullanması gibi. 3.1.1.1.1 Phalanx düzenini yarma harekâtı, ağırlık merkezine odaklanma, vs 3.1.1.1.1.1 Ali Fikri Işık’ın yorumladığı Alanya-TS maçı, bana ağırlık merkezine odaklanmanın, baskı yapmanın ekonomik bir zafer sağlamasının futboldaki örneği olarak görünüyor. 3.1.1.1.1.1.1 Alanya oyun sistemini, bloklar arası mesafenin kısa olduğu PHALANX düzenine benzetirsek, ağırlık merkezi de oyunun başlatıldığı defans bloğu. Avcı bu merkezi baskı altına almış. Hem hucümu engelliyor, hem de hataya zorlayarak skor üretiyor. ORDU VE SAVAŞ
serbestiyet.com/yazarlar/skender-nicin-ve-nasil-kazanabildi-6812/ "cevabı (a) nitelik; (b) taktiklerile ilgili. Bir kere," SİSTEM(iskelet) kadar sistemi dolduran MALZEME de önemli. BETONARME inşaatta plastik pik çubuklar kullanılırsa ne olur? Daha yaratıcı örnek bulamadım. Bağımsız şehir devletleri döneminde bunlara (çoğul) hoplites deniyor. Baş ve yüzlerini bronz miğfer, gövdelerini bronz bir göğüslük koruyor. Bronz kalkanlarını sol, doruveya dorydenen 2.5 – 4.5 metrelik dürtme mızraklarını sağ ellerinde taşıyorlar. Klasik Çağ Yunan orduları hoplite’lerden oluşan düz cepheli phalanx formasyonunda savaşmakta. Genellikle sekiz saf derinliğindeki phalanx’ın gücü, ağırlığından, disiplininden ve iç dayanışmasından ibaret. Koşar adım duvar gibi ilerliyor ve birer koç gibi toslaşıyor, karşılıklı abanıyorlar; hafif gelen zamanla dayanamıyor, direnci kırılıyor ve önce gerileyip sonra kaçmaya başlıyor.
Michael Mann, phalanx düzenini MIZRAK PHALANXI ifadesiyle tanımlar ve bu düzenin özelliklerinin ilk kullanan toplulukların üretim örgütlenmesi ve faaliyetlerindeki iç disiplin ve dayanışmadan kaynaklandığını öne sürer.
İki hat dümdüz gelip birbirine çarpıveriyor. Tek bir noktada yarma ve sarma(penetration and envelopment), ya da bir veya iki kanattan çevirip kuşatma(single-wingveya double-wing envelopment) gibi daha sofistike taktikler mevcut değil bu aşamada. Epaminondas bu yarma-çevirme taktiğini icat ederken, onu yakından izleyen bir çift göz de var: Thebai’de rehin-misafir tutulan Makedonya prensi Filip. Dersini öğreniyor; ülkesine dönüp de Kral II. Filipolduğunda, Yunan şehir devletleriyle savaşlarında; sonra oğlu İskender, Pers savaşlarında hayata geçirmeye koyuluyor. İskender de eğri bir formasyonu benimsemiş. Bu sefer sağa yatık. Kendi sol kanadı Persleri oyalasın yeter, diye düşünüyor. Şekilde, sağ kanadının dengesiz bir phalanxbiçiminde öne çıktığını çok net görebiliyorsunuz. Perslerin sol kanadına tazyiki arttırırken, uzakta Dareios’u görüyor ve ansızın sola çark edip, o ünlü Muhafız Süvarileri’yle Pers merkezine yükleniyor. Dareios da soğukkanlılığı ve komuta yeteneğini kaybedip dönüyor ve kaçmaya başlıyor. Parmenio’nun komutasındaki sol kanadına İskender sadece oyalama görevini vermiş; kendi sağ kanadını ise alabildiğine öne çıkarmış, eğri/dengesizphalanxbiçiminde. Çarpışa çarpışa sağa ve daha sağa doğru ilerliyor, Perslerin sol kanadını çevirecekmişçesine. Bu da Perslerin sol kanadını, (çembere alınmamak için) giderek kendi soluna doğru kaymaya zorluyor. Dolayısıyla Pers merkezi ile sol kanadı arasında bir boşluk açılıyor. Makedon pezhetairoitaburları sarissa’larıyla Pers merkezini ve Ölümsüzleri yerlerine mıhlayıp oyalarken, İskender ve Atlı Yoldaşları ansızın 90 derece sola çarkedip bir kama formasyonunda bu boşluğa dalıyor ve Pers merkezini yandan vuruyor. Dareios dönüp kaçıyor "Kıssadan hisse: orduların mutlak büyüklüğü değil, tâyin edici olan. Tâ başta da söylemiştim. Sonucu, kesin darbenin indirildiği noktadaki “mahallî üstünlük” (local superiority)belirliyor." AĞIRLIK MERKEZİ dediğim, gücün yoğunlaştığı LOKAL MERKEZ. Burada PERS KRALININ KARARGAHI.
TAKIM VE MAÇ
Futbol ve GS’ye gelirsek. Henüz BARCA SİSTEMİ/EKOLÜ(PHALANX düzeni, disiplini) oturtulmamış, zaman alıyor. Bu sistemi TEMEL alarak, ana taktik olan TOSLAŞMAYA ek olarak diğer TAKTİK VARYASYONLAR(çevirme, yarma, eğik phalanx, vs) geliştirme daha sonraki bir aşama.
Bizim acıklı, sığ yorumcularımız GS'nin attığı iki BARCA sistemi golünün ÖNEMİNİ görmüyor, Gomis'in kontrataktan attığı BİREYSEL gole ve Gomis'e takılıyor. Ayrıca Gomis öncesi mücadelenin Rize'yi yorması/yıpratmasına bakılmıyor.
O yorgun ve yıpranmış Rize'ye DİRİ Gomis'in daha etkili olmasına bakıp Gomis'i niye 90 dakika oynatmadın diyorlar. 36 yaşındaki Gomis 90 dakika oynasa belki de bir süre sonra takımı bir kişi eksik hale getirecek. Sonuca göre yorum yapıyorlar.
TRT yorumcularından biri de GS’nin muhteşem TİKİ TAKA golünde Feghouli’nin topu golü atan oyuncunun önüne bırakmasını öne çıkarıyordu. Sistem düşüncesi ve kültürü olmayan bireysel sporlarda başarılı olabilen bir kültürün yorumcusu da sistemi değil bireyi öne çıkarıyor doğal olarak.
***
iki Ali Fikri Işık yazısı. Farioli'nin Dramı ve Farioli Torrent'e Karşı. TS-Alanya maçı.TS, BARCA(phalanx) sisteminin ağırlık merkezine, oyunu başlatan ve savunma yapan(golleri önleyen) SAVUNMA bloğuna BASKI yapıyor. Malzeme kalitesiz olunca bozgun. Ne yapilabilirdi. OYUN OKUMA, vs
Işık'ın eleştirdiği Alanya-GS maçındaki Torrent taktiği. Yine bloklar arası mesafeyi DAR/KISA tutarak, phalanx sistemini koruyarak defanstan, belki de kaleden başlayarak(Taffarel gibi) UZUN toplarla çıkmak ve bütün phalanx ordusuyla(takım) BASKI yapmak ama. 1. Bunun da çalışılmış, ezberlenmiş olması 2. Uygun oyuncular(elle ve degajla oyun başlatan Taffarel gibi bir kaleci, pivot santrafor ve yardımcıları gibi) yapılması gerekiyor.
Tiki taka sisteminde bu taktikle oynandığında oyunun iki ağırlık merkezi oluşur. Biri uzun toplarla oyunu başlatan kaleci veya stoperler, diğeri de uzun topları toplayıp takımın kullanımına hazır hale getiren pivot santrafor ve yardımcıları.
Işık bunu kendi(BARCA) sistemine İHANET olarak niteliyor ama bence aynı sistem içinde (çalışılmış)TAKTİKLERDEN biri olabilir. Ama oyunu okusanız bile Torrent gibi çalışılmış taktikleriniz de olsa malzemeniz, taktiğe ve sisteme uygun oyuncularınız yoksa veya kalitesizse ÇARESİZ kakabilirsiniz. Farioli'nin Dramı gibi.
Ama Işık'ın aktardığından Farioli'nin alternatif bir taktiği yok izlenimi alıyorum. Oyun okuma deyince Terim'in çalıştırdığı milli takımın çevirdiği bir maç geliyor. Sanırım mağlup duruma düşmüş ve dayak yiyorduk. Sağ bek sakatlandı. Terim de deneyimsiz bir oyuncuyu aldı. Maç döndü.
GÖKHAN GÖNÜL. Bir oyuncu değişikliği maçın kaderini değiştirdi. Oyun sistemi değişmedi, taktik değişmedi, başka oyuncu değişikliği yapılmadı ve bir tek oyuncunun değişmesi maçın kaderini değiştirdi. Öyle bir oyuncunuz YOKSA da DRAM.
Oyunu okuyarak yapılacak hamleler 1. Taktiğe/sisteme uygun KALITELI oyuncular(MALZEME) 2. ÇALIŞILMIŞ ALTERNATIF TAKTIKLER kümesi Ile SINIRLIDIR(CONSTRAINED) Gerisi PALAVRA/SALLAMA (bence). ISKENDER'in iki PERS savaşı mesela. 1. BIKTIRICI TEKRARLARLA EZBERLENMİŞ HOPLIT PHALANX SISTEMI 2. ÇALIŞILMIŞ RAKIP PHALANXI KUŞATMA ve YARMA TAKTIĞI İşin şakası yok. Hata/başarı ölüm/kalım demek. ŞANSA bırakılabilir mi.
Konuya UZMANI OLMADIĞIM kOnuda AHKAM keseceğim diye başladım. Epeydir özet bile izlemiyorum. Oyun sistemi, taktik bilmem. Ama TOTAL FUTBOL ve CRUYFF kitaplarını okudum. Ama yine de bilmediğim bir konu. FAKAT. 1. Benim işim bilmediğim konularda SİSTEM GELISTIRMEK. 1.1 Bilinmeyen bir sistem olsa da GEREKSİNİM ÇÖZÜMLEMESİ ve/veya “on site customer” ile hayli bilgi sahibi olunuyor. 2. GENEL SISTEM TEORISI 3. Sistemler arası izomorfizmler ve oluşan GENEL SISTEM PRENSİPLERİ bilmediğim bir konuda SIĞ PROFESYONEL YORUMCULARDAN daha ANLAMLI yorumlar yapmamı sağlıyor.
Yorumcularimiz zaman zaman ligimizin KALITESIZLIGINDEN dem vurur. Ama sadece lig degil 1. Önce SPOR/FUTBOL EKOSISTEMI 2. Onun da içinde olduğu TÜRKİYE EKOSISTEMI KALITESIZ 3. LUCESCU, TUDOR'u hemen HARCAYAN, GÜNÜ BIRLIK yaşayan SIĞ YORUMCULAR, BASİRETSİZ YÖNETICILER, SIYASILER,vs Konuyu allem edip kallem edip ezeli ve ebedi temalarıma bağlıyacagim. 1. Altyapı/Üstyapı (Marx, Annales Okulu, Braudel) 2. İdeolojik Aygıtlar (Althusser) 3. Devlet/Lider Kapasitesi (İktisat Literatürü) 4. Küçük Farkların Kümülatif Birikimi (Timur Kuran, Mehmet Genç, Diyalektik Materyalizm)
Derwall, Piontek, Naim Süleymanoğlu, Jimnastik takımımızı dünya şampiyonu yapan Bulgar Antrenör gibi başka bir ekosistem(Altyapı) kültürüne sahip (Bilgi ve Kültür Sermayesi) LIDERLERIN, sürekliliği olan mevcut altyapının ürünü, veya sürekliliği olmayan dönemsel bir yıldız kuşağı MALZEME ile yarattığı BAŞARI ve bu liderlerin üstyapısini nesilden nesile aktaracak, zaman ve mekanda yayacak IDEOLOJİK AYGITLARIN tasarımı, varlığı da sürdürülebilirliğe katkıda bulunacak. TORRENT sadece, kıt toprakları nedeniyle olağanüstü ekonomik toprak kullanımı geliştiren Hollanda’nın alan parselleme, Rinus Michels, CRUYFF, GUARDIOLA gibi aktörlerin oluşturduğu ÜSTYAPIYI(kültür, bilgi SERMAYESİ) TÜRK SPOR EKOSISTEMINE ENJEKTE EDECEK bir aktör olarak bile OLAĞANÜSTÜ değerlidir.Hollandalı mühendislerin İngiltere toprak verimliliğini katlamasi gibi bir katkı. Naim Süleymanoğlu ile gelen HALTER KÜLTÜRÜ ve bilgi SERMAYESININ Türk halterinde yarattığı KIPIRDANMA gibi. Ama süreklilik ve büyük başarılar 1. (KAPSAYICI) Altyapı ekosistemi 2. ÜSTYAPIYI nesilden nesile aktaran IDEOLOJİK AYGITLAR 3. Kısmen de dönemsel yıldız kuşağı NESLE bağlı “Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51 Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, farkedilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307 Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307 “Her halükarda, başlangıçtaki ufak bir ayrımın doğurduğu bir tepki zinciri, sonuç olarak çok büyük bir etki yaratabilir.Ortadoğu tarihi zamanla önem kazanan küçük farklılıklarının birçok örneğini sunar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51 “Bu uzun dönemde Batı Avrupa’nın ticari altyapısı tedrici, ama kümülatif olarak çok önemli değişimlerden geçti. Uzun bir gelişmeler dizisi kommenda’yı zengin çeşitlilikte ortaklık biçimlerine dönüştürdü”. Yollar Ayrılırken, sayfa 98 Alçakgönüllü DEV LUCESCUNUN 20 yıl Türkiye'de çalışmamasınin(küçük fark)yarattigi KÜMÜLATİF KAYBIMIZIN(Timur Kuran) FARKINDA OLAN VAR MI. Hatalarımızdan DERS ALDIK MI. ASLA. KAMUOYU OLUŞTURAN futbol yorumcuları ve yöneticilerin SIĞLIĞI. Türk Futbol Ekosisteminde Yeni Bir ŞEY YOK. BAŞARILI bir futbol EKOSISTEMININ futbolcusunda, teknik direktöründe, yorumcusunda, klüp ve spor yöneticilerinde SISTEM DÜŞÜNCESİ ve FELSEFESİ, DİSİPLİNLER ARASI bir KÜLTÜR, FELSEFİ TEMELLER olmazsa olmazdır. FUTBOL bilgi ve KÜLTÜRÜ SONRA gelmelidir. Ekosistemimizin aktörlerinde bu temeller var mı.YOK. Islam Çupi, Hıncal Uluç, Banu K. Yelkovan, Bağış Erten aklıma gelen çıtayı bir nebze yükselten isimler. Terim, futbolcularımız ve yorumcularımizda gökkuşağı çeşitliliğinde ışığın zerresi var mı. Olsa Terim Milan'dan aforoz edilir miydi.Lucescu kaçırılır mıydı?
***
TORRENT eleştirileri 1. MİLLİYETÇİ 1.1 İlhan Palut daha iyi 2. ETİKETÇİ 2.1 Avrupa'da isteyen yok. 3. ZAMANSIZ 3.1 Geleli 1-2 ay oldu 3.2 Takımı o kurmadı 3.2.1 Bütçe yönetimi sıkıştırıyor 3.3 Orta saha zayıf 4. SKORA BAĞLI 4.1 Lig Lideri Trabzona kök söktürdü. 5. İhtimal var ama 5.1 Süre yetersiz 1. İlhan Palut 1.1 KS'da 1 YIL olmuş 1.2 Kendisi 10 transfer yapmış 1.3 Dört transfer de gelmeden 1 ay önce 2. Torrent 2.1 İki ay oldu 2.2 İlk maçta da KS üstündü 2.2.1 Terim'i böyle acımasız eleştirebildiler mi 2.3 Transferi çok az 2.4 ORTA SAHA çok ZAYIF https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/fariolinin-drami-ve-avcinin-zekasi-84752/ Farioli de TS karşısında çaresiz kalmış. Defansın yeteneksiz olması nedeniyle. GS de aşırı zayıf Orta Sahasında BASKIDA KAPTIRILAN toplarla BASKIN yiyor. 1. Kazandığı TS maçını BÖYLE verdi 2. KS maçında da orta saha faktörü etkili olmuş görünüyor. 2 aylık ve modern futbolun motor dairesi çok zayıf bir orta saha devralmış Torrent'i acımasızca eleştirip İlhan Palut'a milliyetçi övgüler yağdıranlar (Palut'un hakkı baki, o ayrı) Farioli'ye ve son maçlardaki kayıplarında, BİR YIL+KENDİ kurduğu takıma rağmen GİTSİN dediler mi? Gedson+Feghouli SAKIZI. Gedson'ı BJK'nin HÜLLECİ girişimi+maddi sıkışıklık nedeniyle YÖNETİM istemedi. 1. Kadroyu devraldım derse aha YÖNETİMİ suçladı. 2. Konuşmazsa Gedson varken Pulgar'ı aldı. ağzıyla kuş tutsa NAFİLE. Feghouli'nin Konya'ya getirilmemesi de yönetim tercihi gibi KURAMSIZ GÖZLEM OLMAZ+PROKRESTÜS'ÜN YATAĞI Ezeli ebedi temalarımdan. EZBERCİ, SIĞ, MİLLİYETÇİ YORUMCULARIN KURAMI 1. TORRENT KÖTÜ 1.HOCA, ancak 2.HOCA OLABİLİR 2. İlhan Palut da İYİ HOCA 3. Palut'un başarısızlıkları Torrent'in katkıları göz ardı ediliyor ve KURAMA UYAN OLGULAR SEÇİLİYOR
0 notes
Text
13.12.23/05.31
Bana aşk ve sevginin farkını bilmediğini söyledin. Bu sefer gelmeyeceğini çünkü böyle olmaması gerektiğini söyledin. Aşk ile sevginin farkı, gurur sevgilim. Ben bana arkanı dönüşünü gelip sarmazsan beni affetmeyeceğimi söyledim; ama yine de sana yazdım, gelip gelmeyeceğini sordum, gelmeyeceğine emin olunca mektubumu okudum, bana ‘tek taraflı aşktı’ derken ‘değildi’ dediğinde içime umut doldu, mektubun sonunda yine sordum ‘gücün olmadığı için mi gelmeyeceksin yoksa gelmemen gerektiğini düşündüğün için mi’ diye, ikisinden de biraz dedin, kalbim bilmem kaçıncı parçaya ayrılırken ‘bana gelmeye gücüm kalmadı de ben sana geleyim, sana arkamı dönmedim de sana geleyim, sana asla arkamı dönmem de ben geleyim’ dedim, gururumu ayaklarımın altına kendim aldım, gelmek için ayaklandım ama senin uykunu düşünüp yine oturdum, ama affettim işte, gururumu hiç etsem de affettim seni. Şimdi sen uyuyacaksın. Bense bana acaba arkasını dönecek mi korkusuyla sana tutunacağım artık. Bu gece sen uykuna dönerken, ben kendi cenazeme ağlayacağım. Çünkü ben bizim için, beni öldürdüm. Babamda yaptığım hatayı bir kez daha yapıyorum. Senin uğruna ölüyorum bu gece. Artık arkanı dönersin korkusundan; inatlaşan ben değil tamam diyen bir ceset olacak, kızsa da sesi çıkmayacak, kırılınca gözyaşlarını saklayacak, korkunca sana koşamayacak, mutlu olunca coşkulu olamayacak, sadece sana kendini beğendirmeye çalışacak ve adeta oyun hamuru gibi senin beklentilerin doğrultusunda şekillenecek bir ceset kaldı geriye. Ama sen barışmamızın verdiği huzurla daldığın uykuda, benim senin sevdiğin kadını gömdüğümden bir haber olacaksın. Varsın olsun. Ruhen artık sana ulaşamayacağım ama bedenen burada olacaksın. Bu gece hiç ısınamadı ayaklarım, galiba artık hep buz kesecek bedenim. Umarım bu süslü cesedi seversin sevgilim, şayet ben nefret edeceğim. Sen gelmedin ama bunun bedelinin ben olacağımı hiç görmedin. Canın sağolsun. Ben aşkım uğruna kendimi feda ettim, sen kendini ve bu cesedi çok sev olur mu?
Can çekişirken son ruh parçamla sordum umutla, ‘bu aşk tek taraflıydı derken sen değildi değildi demiştin, sormalı mıyım bana aşık olup olmadığını?’
Son ruh parçamı ve umudumu öldürense cevabın oldu;
‘Sorma’
0 notes
Text
allahım ağustos bitmedi ya. bak gene tövbe yarabbim ne boktan gündü bu böyle. tamam öyle demeyelim de. karabasanlar çöktü ruhuma da vücuduma da. dün halbuki çok iyiydi. çok güzel beslendim, hiç abur cubur yemedim, spor yaptım, saçıma yağlar sürdüm bakımlar yaptım bi tazelendim bi kendime geldim, akşam ali uyuyunca da ömer’e bırakıp çıktım bir buçuk saat yürüdüm, kitapçıya uğradım kitapları karıştırdım bi tane de kitap aldım, eve geldim oh mis kahvemi yaptım yeni aldığım kitabımı okudum. gün bitti. başından sonuna çok iyiydi. bugün? allahım….. kendi kendime nazar etmişim gibi ali sabahtan akşama çığlık attı. delirdim delirdim. her şeye bağırıp çağırıyor. ve sırf yapabildiği için yapıyor bunu bence fmvkf normalde oturur kendi başına bi yarım saat oyun oynayabilirdi, ben de koltukta kahve içip kitap okuyabilirdim. ama bugün durmadı ya. haa bi de saçlarımı çekiyor ya! çok canım acıyor ve çok sinirleniyorum. tutuyor bırakmıyor fövkf ve bi anda yakalıyor anlayamıyorum, saçım toplu da olsa faydası yok, boneyle gezicem artık clvkv bütün günüm “ne istiyorsun çocuğum neee” demekle geçti. yemek yaptırmadı, o kadar bağırıyor ki. yarım kaldı yemek. adam akıllı yemedi. bana da tam yedirmedi. ve en kötüsü uyumadı. iki saat, evet iki saat uyutmaya çalıştım. normalde saati geldi mi iki sallamaya tık uyur yani, bazen uzatır, ama nadiren en fazla bir saat tutar seni. bugün iki saat sırtım belim her yerim koptu. sinirimden oturdum ağladım artık hüngür hüngür. ama sessiz ağladım, başımı öne eğdim ali’ye göstermedim föckc yavrum……. zaten sabahın 7sinden beri full mesaideyim. yıprandım lan. babamla alakalı bir şeylere de canım sıkılmıştı zaten. offff gerçekten çok zor bi gündü. güya ali uyuduktan sonra spor ya da yoga falan yaparım kitap okurum bişiler bişiler planlar yapıyodum. hiç enerjim kalmadı. üstüne yarın sabah kayınvalidemle kayınbabamın bizde olacakları haberini aldım. tam da aliyi uyutmak için mücadele verdiğim sırada aldım bu haberi. bu da moralimi bozdu. of dedim ev nasıl dağınık, bunca yorgunluğun üzerine bir de temizlik mi yapıcam…. allahtan ömercim erken geldi o yaptı. bi de gelir gelmez alelacele yapıyor neymiş gs maçı varmış. çok önemliydi sanki. daha mutfak duruyor aloo. neyse aman bırak dursun kalsın hiç kimseye toplu ev borcum yok dkvkfkv
5 notes
·
View notes
Text
Oyun Kartları | Önsöz
<Eski bir hatıra, veya bir rüyada>
?: (Evden ayrıldığımdan beri güneş kaç kez batıp doğdu? Aradan ne kadar zaman geçti?)
?: (Sayısız insan, gökyüzüne kadar uzanan binalar, gürültürü araçlar—Hepsi duyduğumdan daha da gizemliymiş.)
?: Demek şehir burası.
?: Onu acilen bulup eve geri götürmeliyim.
?: (? Neden her yerde aynı posterden var? Devletin astığı bir uyarı mı?)
?: Hmm. "Bu yılın idol yarışması, SS, çok yakında!"... İdol mü...?
?: (O da ne?! Gökyüzünden bir tür müzik çalıyor!)
?: (Yok, bekle. Sanırım o ses yaslandığım direğin üzerinde duran cihazdan geliyor.)
?: (Burada bilmediğim birsürü tuhaf cisim ve sesler var. Şaşırmam normal olmalı.)
?: Sanki... bambaşka bir dünyaya ışınlanmış gibi hissediyorum...
────────────────────────────
<Ekim ayının bir günü, günbatımı>
Hiiro: Hm...? O ne?
Hiiro: Yumenosaki... sınıf mı? Ama daha az önce şehrin ortasındaydım...
Hiiro: (esner)...
Hiiro: (—Ah, neyse. Sadece rüyaymış.)
Hiiro: (Günbatımı o kadar parlak ki beni uyandırmış olmalı. İyi de ben ne ara uyuyakaldım?)
Hiiro: (Kulüp toplantım bitti, sonra defterimi sınıfta unuttuğumu farkedip almak için geri dönmüştüm...)
Hiiro: (Peki bu kitap ne? Neden sıramın üstünde?)
Tomoya: Ha? Amagi? Bu saatte burada ne işin var?
Hiiro: Ah, Mashiro.
Tomoya: Yeni uyanmış gibisin~ Yoksa sıranda uyuya mı kaldın?
Tomoya: Bana da bazen oluyor, her seferinde kolum uyuşuyor.
Hiiro: Hehe. Neyse ki bana yaşanmadı. Biraz uyku sersemi hissediyorum o kadar.
Tomoya: Hm? O masandaki benim kitabım mı?
Tomoya: Oh be, buradaymış♪
Hiiro: Üstünde "Alice Harikalar Diyarında" yazıyor.
Tomoya: Evet. Ra*bits olarak "Harikalar Diyarı" diye bir etkinliğe katılmak istiyoruz.
Tomoya: "Alice Harikalar Diyarında"n esinlenen büyük bir etkinlik olacak, birçok grup katılıyor.
Tomoya: Tabi, doğal olarak gruplar arasında seçmeler yapılacak...
Tomoya: Ama ondan önce her türlü referansı hazırlayıp göndermeliyiz.
Tomoya: Ben de hazırlanmak için hikayeyi tekrardan okuyorum.
Hiiro: Vay canına...
Tomoya: Şu an Ra*bits olarak "Beyaz Tavşan" kategorisini hedefliyoruz.
Hiiro: "Beyaz Tavşan" mı?
Hiiro: Aa, şimdi hatırladım! Ben uyumadan önce bu kitabı okuyordum!
Hiiro: Beyaz bir tavşan, Alice'in yanına koşup cebinden bir saat çıkarmıştı... Alice de onu takip edip bir deliğe düşüyordu. Oraya kadar okudum.
Tomoya: Aynen. Öyle başlıyor.
Hiiro: Kitabı sana sormadan aldığım için özür dilerim. Başkalarının kitabını izinsiz okumamalıyım.
Tomoya: Önemi yok. Onu başıboş bırakan bendim. Bende sıramın yakınında ilginç bir kitap görseydim merak ederdim.
Hiiro: Teşekkürler, Mashiro. Her zamanki gibi naziksin♪
Hiiro: Ama çok tuhaf. Okumaya başlarken hiç uykum yoktu. Kitabın ortasında uyuyakalmamalıydım.
Tomoya: Öyle mi? Sence de bu son zamanlarda çok yorgun olduğun anlamına gelmez mi?
Tomoya: ALKALOID geçen gün R2'de değil miydi?
Tomoya: Eminim o konserin etkisi hâlâ tam olarak gitmemiştir. Benim de konserden birkaç gün sonra bitkin düştüğüm zamanlar oluyor.
Hiiro: Hmm, olabilir.
Tomoya: Ayrıca ALKALOID geçen yazdan beri çok ilgi görmeye başladı.
Tomoya: Yeni grup kurmak, MDM'e katılmak, bir gecede ünlenmek—Çok güçlü oldupunu biliyorum, ama bunca deneyimden sonra yorulmak gayet normal.
Hiiro: Doğru... İdol işleri dışında ödevlerim de oluyor. Son zamanlarda kendimi fazla yoruyor olabilirim.
Hiiro: Ama bu herkes için geçerli. Benden daha sıkı çalışan insanlar da var.
Hiiro: Bak, sen bile konserlere hazırlanmak hakkında ne kadar şey öğrenmişsin, Mashiro.
Hiiro: Bir hedefin olmasına ve o hedef için çok çalışmana hayranlık duyuyorum.
Tomoya: Yok canım. Gayet normal. Ra*bits'ın lideri olarak görevim bu.
Tomoya: Konusu açılmışken, tavsiye için birini bulmam gerek. Sonra tüm o dökümanlar...
Hiiro: İdollerin işi bir türlü bitmiyor.
Tomoya: Gerçekten öyle. Ana Ra*bits'in başarılı olup olmaması benim elimde.
Tomoya: Böyle düşününce daha çok motive oluyorum.
Tomoya: "Harikalar Diyarı"nda konser verebilmemiz için elimden geleni yapmalıyım!
Hiiro: Hehe. Başarabileceğinize eminim. Ben de size destek çıkacağım...♪
◆ Sonraki bölüm →
2 notes
·
View notes