Tumgik
#biliyoruz ama hâlâ şaşırtıcı
dilperisanimmmm · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kerkük, Kürdistan bölgesel yönetimine bağlı bir şehirdir. Kürtlerin denetimindeki bu şehirde Türkçe zaten konuşuluyor ve herhangi bir yasal ve anayasal problem de yoktu. Olmasın da.. Lakin Kerkükte 100 veya 200 bin olarak tahmin edilen Türkmenler için resmi dil ilanını ve anayasal güvenceye kavuşturulmasını isteyen Türkiye, kendi denetiminde bulunan 30 milyon Kürde dilini yasaklamış ve ayrı bir halk olmasını inkar etmiştir.
...
0 notes
oguzhanahmetkara · 6 years
Text
DÜNYA BİRİNCİSİYİZ!...
Soner YALÇIN
Ah! Ne zorlu süreçlerden geçtik/geçiyoruz:
– “Türk” der demez; faşist derlerdi!
– “Atatürk” der demez; faşist derlerdi!
– “Yerli üretim” der demez; faşist derlerdi!
– “Ama AB” der demez; faşist derlerdi!
Liberallerin- FETÖ'nün- bunlara kanan AKP'nin (ve perde gerisinde PKK'nın) saçtığı düşünsel “zehirli tohumları”/”kurguları”, ülke hafızasından silmek hiç kolay olmayacak.
İhtiyaçları/”2. Cumhuriyet” gereği Türk'ü, Atatürk'ü vb. toplumsal değerleri ortak hafızadan çıkarmak istediler. “Camileri ahır yaptılar” ya da “Kürt olduğumuz için köyü çırılçıplak soydular” gibi benzeri onlarca travma etrafında oluşturulan yapay bilinç/hafıza meydana getirdiler.
Bu iklimde yetişenler köksüz- kimliksiz oldu.
Çünkü toplumsal hafıza, sosyal kimliği oluşturur! (1980'den itibaren oluşturulan etnisitenin sonuçlarını Cumhuriyet gazetesi tartışmasında da bugün yaşıyoruz. Düşüncesi/fikri bu kurgusal hafızayla oluşturulmuş yazarların gazeteden ayrılırken yazdıkları hiç şaşırtıcı değil! Neyse…)
Prof. Dr. Hasan Şimşek değer verdiğim akademisyen.
En son “Yalnız Eğitilmişler Özgürdür/Türkiye'nin Kölelik veya Özgürlük Yolu” adlı kitap çıkardı. Kitabından bir konuyu dikkatinize sunmak istiyorum:
Üniversitelerimiz AB eliyle nasıl vasatlaştırıldı?
Kölelik yolu
Diyor ki:
– 1990'larda bizim üniversiteler, Avrupa'daki modellere nazaran yapısal açıdan daha iyiydi.
– Türkiye, AB adaylığı sebebiyle 1990'larda son derece yanlış bir yola sorgulamadan balıklama atladı. Bu Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS) idi.
– Hiçbir bilimsel değeri olmayan, uyduruk sistemi YÖK baskısıyla üniversitelerimizde uygulamaya başladık. Sonuç?
– Bizim öğrenciler dört yıllık eğitim sonucunda üniversiteden en az 240 AKTS (ortalama 160 kredi) ile mezun oluyor. Dünyanın en iyi üniversitelerinden Harvard'dan 128 krediyle mezun oluyorsun! John Hopkins 120-129, Nort Carolina State 120-128 krediyle lisans derecesi veriyor.
– Yani bizim üniversitelerde ders yükü/kredi haddinden fazla! Bu da bizim öğrencileri, hem kafasını dersten kaldıramayan “hamal” yapıyor; hem de bir yıl fazla okumasına neden oluyor! (İngilizlerin, sömürgesi Hindistan'da çocuklara “başka düşüncelere kapılmasınlar” diye -mümkün olması imkansız- logaritma cetveli ezberleterek “zihinsel soykırım” yaptığı bilinir!)
– AB'nin lokomotif ülkesi Almanya'nın köklü üniversiteleri AKTS sistemini uygulamazken bunu bize niye dayattılar?
– Bu durum Türk yükseköğretimin Avrupa dışındaki küresel alana entegre olmasında ileride sorun çıkaracak.
Evet…
YÖK öğrencilerimizin gelişimini/dünyaya açılmalarını kısıtlayan bu sistemi ısrarla neden uyguluyor?
Sömürgecilik yolunun, eğitimi-öğretimi yozlaştırmaktan geçtiğini bilmiyor mu?
Bilinir ki…
İlköğretimden üniversite sonuna kadar okul öğrenciye, öğrenmeyi öğretir!
Yani:
– Soru sormayı, araştırmayı…
– Düşüncelere, yeniliklere açık olmayı…
– Sonuç çıkarabilmeyi…
– Kararlarının arkasında durabilmeyi öğretir!
“Hamal öğrenci” olmayı değil…
Özgürlük yolu
Standard&Poor's kurulu­şunun yaptığı dünyanın en bü­yük 500 şirketi sıralamasında 50 yıldan daha eski şirketlerin sayısı sadece 12!
Bu sayı düşmeye devam ediyor. Daha ilginci zamana uyum sağlayamayan geleneksel şirketlerin ömrü kısalıyor. Ör­neğin…
2000 yılında dünyada fotoğ­raf makineleriyle 86 milyar fotoğraf çekildi. Dünyanın en büyük film üreticisi Kodak, 2010'da bu rakamın beş katı fotoğraf çekileceğini hesap etti. Ve Kodak 2011 yılında iflasını istemek zorunda kaldı. Fotoğraf çekilme adetini doğru tahmin etti ama fotoğrafın cep tele­fonlarıyla çekileceğini öngö­remedi!
Tarih tersine döndü:
Kimi şirketler gençleri “men­tör/danışman” olarak işe alıyor! Stajyer öğrenciler eskiden pek istenmezdi şimdi kapılar ardına kadar açılıyor. Çünkü gençler­den yeni fikirler çıkıyor!
Apple projesi, Steve Jobs'un garajından çıkmadı mı?
Facebook, Google, You­Tube nereden doğdu?
Biz ise hâlâ…
Girişimci-yenilikçi eğitim yerine “karma okul öğreni­mini” tartışıyoruz!
İktidar, dağı taşı İmam Hatipli­ler ile doldurmakla övünüyor!
Üniversitelerimiz dünya­da hangi konuda birinci biliyor musunuz?
ABD Rice Üniversitesi 22 bin 525 akademisyen ara­sında “bilim dünyasında dindarlık” anketi yaptı. Türkiye'den fizik ve biyoloji alanından 609 bilim insanı katıldı. Sonuç…
– Türk bilim insanlarının yüzde 85'i Allah'a inanıyor.
Diğer birinciliğimiz de şu:
– Yüzde 63'ü ibadetini sıklıkla yapıyor.
Keşke bilimsel alanlar­da da bu derece başarılı olsak!
Yapabilir miyiz?
Eğitimdeki oyuna son verip özgürlük yolunu açabilir miyiz?
Düşünsel kimliği Soğuk Savaş döneminde oluşmuş 1954 doğumlu Erdoğan…
– (1965-1979 doğumlu) X kuşağını…
– (1980-1999 doğumlu) Y kuşağını…
– (2000'ler doğumlu) Z kuşa­ğını tanıyor mu?
Tanımadığını Gezi'den, ODTÜ'lü- Boğaziçi Üniversiteli öğrencileri hapse attırmasından biliyoruz! (Bugün cezaevlerin­de 69 bin 301 öğrenci var! Belki bunda da dünya birinci­yizdir!)
Toparlarsam:
Bizim çocuklarımız azim, sebat, yılmama konusunda fena değiller; onların özgürlük yolunu açacak eğitim reformu yapma­lıyız. Buna AB oyunu AKTS ile başlayabiliriz.
Yeter ki…
Batı dayatması kurgusal hafızadan/kimlik krizinden kurtulalım.
#soneryalçın
1 note · View note
yusufserkan · 4 years
Text
Önceki gün…
Uluslararası ekonomi politiğe yön veren yayınlardan ABD dergisi Foreing Affairs şunu yazdı:
-Corona virüs, ABD ekonomisinde nasıl bir açığa sebep olacak?
-Amerika'nın büyüme modelindeki yeni seçenekleri ne?
Makalenin yazarı İngiliz/İskoç Prof. Mark Blyth önemli tespitte bulundu:
-ABD nüfusu 330 milyon, 270 milyon insanın silahı var.
–80 milyon insan günlük işlerde saat ücretiyle çalışıyor; ve bunların sağlık güvenceleri hiç yok.
Prof. Blyth, “ABD Corona yüzünden diğer ülkelerdekinden farklı zorluklarla karşı karşıya. Ekonomiyi altı ay veya daha uzun süre dondurucuya koymak, büyüme modeliyle birlikte sosyal dokusundan geriye kalanları da yok edecektir” dedi.
İç savaş bile çıkacağını ima ediyor; buna, Teksas Vali Yardımcısı Dan Patrick'in FOX News kanalına söylediklerini kanıt gösteriyor:
-“Yaşlılar, ülke için kendini feda etmelidir!”
Trump'ın söylediği “ekonomiyi yeniden başlatmak” için bulunan alternatiflerin başında “yaşlılara ölüm” var!
Yok ederek “çözüm bulmanın” Amerika'nın “genlerinde” olduğunu biliyoruz!
Gelin sizi yıllar öncesine götüreyim…
IRKLARIN ISLAHI
Öjeni…
Irkların ıslahı anlamına geliyor. İnsanları ayrıştırarak zihin, fiziksel güç, vb. yönlerden üstün ırk elde edileceğine inanılıyor!
Öjeniyi kavramlaştıran, Charles Darwin'in kuzeni Francis Galton (1822-1911) oldu.
Galton, fikirlerinin temelini Darwin'in “Evrim Kuramı” teorisine dayandırdı. Neydi bu?
Dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, sahip olmayanlara göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması.
Zayıf bireyleri sistem dışına süpüren faşizmin dayanağı buradan doğdu. Buna “Sosyal Darwinizm” dendi. En büyük savunucusu Herbert Spencer (1820-1903) oldu:
-“Doğa gibi toplumsal rekabette de en iyi olan korunmalı, zayıflar yok edilmelidir.”
Herbert Spencer gazetecilere en büyük destekçisinin elini tutup gösterdi: ABD'nin en zengin işadamlarından Andrew Carnegie!
İlişki şaşırtıcı değildi. ABD'de 1904 yılında “Biyolojik Deney İstasyonu” kuruldu. Ofisin müdürü Harry H. Laughlin (1880-1943) idi. Keza: Amerikan Öjeni Derneği başkanlığını yürüttü. Hitler döneminde (üniversiteden Yahudilerin kovulma töreninde) Heidelberg Üniversitesi'nden onur derecesi aldı. Laughlin, Carnegie çalışanıydı! Washington'daki Carnegie Enstitüsü genetik departmanı “Eugenics Record Office” başkanıydı! (Siz bu enstitüyü nereden biliyorsunuz: “Kemalizm'i bırakın… Ilımlı İslam'a sarılın… Kürdistan açılımı yapın” diyen enstitü!)
Carnegie'den Rockefeller'a kadar hepsi öjeni yanlısıydı. Hitler'e destek verdikleri sır değil… Örneğin, Rockefeller Vakfı, Nazi Dr. Josef Mengele'nin ölüm kampı Auschwitz'e gitmeden önce çalıştığı öjeni programlarının geliştirilmesine ve finanse edilmesine yardımcı oldu.
Bana diyorlar ki, “Siz doktor değilsiniz nasıl ‘tıp kitabı' yazarsınız?” Kuzum, çoğu doktor bunları bilmez…
ÇOCUK MUSUNUZ?
Evet öjeni ABD'de, Nazi Almanya'sındaki ari ırk programlarından yıllar önce uygulandı…
Evet Amerikan öjeni ha­reketi, Carnegie Enstitüsü, Rockefeller Vakfı vd. büyük fonlar aldı…
Evet, Bu paralarla “Bi­yolojik Deney İstasyonları” ABD'nin dört yanında tıbbi ölçümler yaptı.
Evet, ABD'de iyi ve kötü ırk için “Öjeni Kayıtla­rı Ofisi” kuruldu. Öjeni temelli zorunlu sterilizasyon yasası çıktı…
Evet, Harvard Üniversite­si “düşük ırk” diye göç­menlerin gelmesini engelle­di. “Doğum kontrol anlayışı” bu üniversiteden (Procter & Gamble şirketi sahibi, öjeni savunucusu Dr. Clarence Gamble eliy­le) doğdu…
“Ama bunlar yüz yıl önce­de kaldı” diyebilirsiniz! Ço­cuk musunuz siz?
“Amerikan Öjeni Derne­ği” hâlâ faaliyette. İsmini 1972'de, “Sosyal Biyoloji Çalışmaları Derneği” olarak değiştirdi. En son “Biode­mografi ve Toplumsal Biyo­loji Derneği” adını aldı…
II. Dünya Savaşı'ndan sonra da –başta Kızılderili kadınlar olmak üze­re- binlerce insana “steri­lizasyon” uyguladılar! Hep yaptılar; örneğin 2013 yılın­da Kaliforniya'daki mahkum kadınları hedef aldılar…
Öjeni, Amerikan tıp fa­kültelerinde hayli taraftar buldu. Buradan dünyaya yayılan modern tıp anla­yışı bu açıyla hiç irdelen­medi. Neymiş, bilim sınıflar üstüymüş! Geçiniz. Modern bilim, kapitalizmin evladı­dır; ve sadece ona bağlıdır. Gerekirse faşizmin hizmeti­ne verilir…
“Corona virüsü biyolojik savaş aracı olabilir” denil­diğinde niye büyük tepki verildiğini anlamak zor…
Gerçek acıdır. Yüzleş­mek zorundayız. Corona virüsü olayının sadece tıp boyutu yok. Siz onları değil, onlar sizi seçti. Ve -kuşkusuz yoksul-yaşlılardan başladılar…
0 notes
nihatlive · 6 years
Photo
Tumblr media
Tam da budur... 24 Haziran'da bir millete yaşatılan toplumsal travmanın en güzel özetidir bu yazı... Ne yazık ki yapılan seçimin gerçek sonucunu CHP dahil kimse bilmiyor ve öğrenemeyecek... 2009 referandumu dahil her seçimde olduğu gibi... CHP Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, meydanlarda 1 tek oy bile çaldırmayacaklarını ifade ediyordu. Fakat seçimin ertesi günü, 25 Haziran’da basının karşısına geçip, “Çaldılar ama sonuçta 10 milyon oy değil” deyiverdi. Oysa 1 milyonun altındaki oy, bugün Türkiye’nin tamamının nefes almasını sağlayacaktı. Sistem de yoktu yeterli görevli de Derin komplo teorileri aramaya gerek yok, ‘o sır gibi akşam’ aslında olan şey çok basitti. CHP’nin sisteminin çalışmadığı doğru, fakat eksiktir. Neden; çünkü sisteme sandık başlarından veri de gönderilemedi. Söylendiği gibi yeter sayıda görevli yoktu. 600 bin görevlinin olduğu bilgisi koca bir balondu. Hep beraber AA’dan izledik CHP hesapları kaba taslak ve ciddiyetten uzaktır. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan “Manipülasyonlara aldırmayın, seçim 2. tura kalıyor, açıklamasını yaptığımızda sistemde yüzde 5 giriş vardı” dedi. Hayır; bu açıklama yapılırken Adil Seçim Platformu’nun sisteminde yüzde 8.5 oranında giriş vardı. Bir daha düzenli veri aktarımı olmadı. Sonra, aniden girişler hızlandı. İşte o an YSK’den verilerin çekilmeye başlandığı andı. “Kaybettik” açıklaması bundan sonra yapıldı. Ne yazık ki sonuçları hep birlikte Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) verileri ile Anadolu Ajansı’ndan (AA) izledik. Seçimden birkaç gün önce AA tarafından yayınlanan sonuçların birbirine benzemesi de şaşırtıcı değildi. Çok önce kaybedildiği biliniyordu Seçim, sadece karşılaştırılamayan ve bize bilgisi verilmeyen oylarla mı kaybetildi? Elbette hayır. CHP 25 ve 26. dönem Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen henüz Mart ayında, Meclis’te elindeki belgeleri sallayarak konuşuyordu: “Bu seçim ittifakı, seçimlerin güvenliği müthiş bir hikaye. Hikayenin 2 ana başlığı var. Unutulan tek bir kısmı var. Mezarlığa sandık koymayı unutmuşsunuz. Çünkü mezarlıktan, seçmen üretilmiş. Tam 2 milyon 537 bin kişi gerçekte ölü olduğu halde hâlâ sağ gözüküyor. Yetmemiş, hızınızı alamamışsınız, hiç dünyaya gelmemiş kişilere de sahte vatandaşlık numarası vererek, bir de böyle seçmen kişiler üretmişsiniz. Seçmen sahte, kayıtlar sahte sonuçların gerçek olmasını beklemek cesaret olacak.” Ne CHP ne HDP’den veri geldi CHP Seçim Birimi’nde o akşam neler yaşandı? Güvenilir kaynaklardan aktardıklarımızı verelim: “Çok fazla problem var. Adil Seçim Platformu çalışmadı. Saldırılara karşı güvenlik önlemi yok. Çünkü bu konuda yetkin şahıslar yok. Verilerin ise çok azına ulaşıldı. Her sandıkta görevlilerimiz olduğunu söylüyorlar. Bu doğru değil. Hiçbir il ve ilçe örgütü ‘Hayır benim görevlim yok’ demez. Bu siyaseten bitmek anlamındadır. Dijital ayaktaki kişi sadece görünen sorumlu. Ancak liste uzun. Örgütten mesul kişi; örgüt sekreteri veya genel sekreterdir. Bu kişiler sandığın başına görevli koymaktan sorumludur. Önseçim var, kongre var. Herkes biririyle iyi geçinmek zorunda, bu yüzden kimse konuşmayacak ya da gerçeği anlatmayacak. 20: 30’da HDP’den de veri gelmediği yüksek sesle dillendirildi. Bir ara çok hızlı giriş oldu. İşte o andan itibaren, YSK’dan veri kopyalandığını sanıyoruz.” B planı yoktu Peki aday İnce, hem görevli sayısı hem de sistemde yaşanabilecek aksaklıkları bilmiyor muydu? “Bilmez olur mu, örgütte büyümüş biri. Sadece Seçim Koordinasyon Merkezi’nde bu kadar büyük bir sorun yaşanabileceğini tahmin etmiyordu. ‘Kamuoyu bastırır, öncüler çıkar ve YSK önüne gidilir’ diye düşünüyordu.” Boşa düşen CHP ve İnce’nin kırılma anı Bir B planı olmadığı görülüyor. Seçim akşamı boşa düşülünce, bir tereddüt yaşandı. Bu tereddüt aşamasında bir karar verilmiş olması muhtemel. Kararda; YSK ve Saray önüne kurulan barikatlar kadar, çelik yelekli, otomatik silahlı Akmilisler, cihatçı devşirmeler, bugünlere hazırlanan paramiliterler de etkili oldu. Sultangazi, Habipler kavşağında çekilen videoda, otomatik silahlar taşıyanlar ve havaya ateş açanlar görülüyordu. Konuşmalar dehşet vericiydi: “Erkeklerde de kadınlarda da silah var, sıkıntı yok.” Yıllardır uyarılan siyasetçilerin bu konularda gazeteciler kadar özverili çalışmadığı anlaşıldı. Bu noktada kayıp büyük olacaktı. İş işten çoktan geçmişti. Komplo teorisinden daha öte: Gözümüzün önünde Tedirginliği vücudunun her noktasından okunan AKP’li Mahir Ünal boşluğu, gözdağı ile doldurdu. “YSK verileri güvenlidir” diyip, özetle sokağa çıkıp itiraz edenlerin başına ne gelebileceğini söyledi: “Türkiye seçim güvenliği konusunda Avrupa ve Dünya ülkeleri içinde en güvenli ve sonuçları en hızlı açıklayanlardan biri. Sonuçlarda şüpheye yer yok. Bir hukuk devleti olan Türkiye’nin kurumlarını sorgulamak ve bunlar üzerinden oluşturulacak bir şaibe ve itibarsızlaştırma bizim birliğimize beraberliğimize zarar verecek hususlardır. Özellikle bazı kurumlarımızın hedef alınarak tehdit edilmesi ve kendi tabanlarının tahrik edilmesi ile bunun sonucunda ortaya çıkacak ağır sonuçlar, unutulmamalıdır ki bunu yapan adayların sorumluluğudur.” İşte komplo teorileri de bu konuşma ile çöküyor. Ancak bu teorileri gölgede bırakan daha ağır bir tablo var ortada. İktidar, İnce ve Millet ittifakı içindeki liderlerin kaçırılıp ya da kapatılarak tehdit edilmesine tenezzül edecek değildi. Çok daha ileri gidip milyonların gözü önünde seçeneği sundu. Paralize olduğumuz için bunu ilk anda göremedik. Mahir Ünal aslında şunları söylüyordu: “Seçim güvenli diyoruz. Fakat Buna inanmadığınızı biliyoruz. Karar sizin, protesto için sokağa çıkarsanız ağır bedel ödenir, sorumluluk da size aittir.” Bir iç savaşa bile değil, bir katliama göz kırpıyordu. Daha ilginç bir şey de vardı. Ünal, muhalefetteki ‘sandık güvenliği aksaklıklarını’ bilmiyordu. Muhalefetin aksine iktidarın A, B, C planları vardı. İş dijital müdahaleden, gözdağına şansa bırakılmamıştı. Çok katmanlı bir hazırlıktı. ‘Yazı da gelse tura da gelse’ seçim kazanılacaktı. Öyle oldu. Bizi fena ‘kek’lediler Peki, o gece ne mi oldu? Çok az şey ya da hiçbir şey… 600 bin görevli filan hiç olmadı. CHP sisteme veri giremedi HDP sisteme veri giremedi. Zaten sistem çalışmıyordu. Bir yandan da dijital müdahale ile mezarlık oyları işlendi. Liderler boşa düştü. Tehditler de gelince… “Adam kazandı…” Çıkıp balkonda konuştu. 24 Haziran hiç yaşanmadı. Bir gölge, oyunu illüzyondu. Gerçekte; 7 Haziran 1 Kasım sürecinde, 15 Temmuz’da, 16 Nisan’da, iktidar yanında olup insan vurana koruma kalkanı getiren 696 sayılı KHK çıktığında, Seçim İttifak Yasası hazırlandığında her şey çoktan bitmişti. Biz vefakar yurttaşlarımızı o tarihlerden itibaren sandık başlarında unuttuk. Biri-birileri bizi güzel ‘kek’ledi. 24 Haziran tarihini komple çaldılar, 24 Haziran’ı komple çaldırdılar. Erk Acarer
0 notes