Tumgik
#bakalım bir deneyeyim
kimmkitsuragi · 1 year
Text
en baştan podcastia mı dinlesem yoksa zifiri karanlık mı 🤔🤔🤔
3 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Lazarus Morell
Köleleri özgürleştirme ayağına daha da köleleştiren dolandırıcı Lazarus alçağına sevgiler saygılar.
Ah ulan kapitalist düzen. Herkesi köleleştirdin özgürlük yalanlarınla. Ben kapitalizm diyeyim sayın defter sen günlük siyasete uyarla.
Misalen ben sana zam yapayım, zam yaparken alacağım vergimi de artırayım ama. Ne güzel iş değil mi? Gelir vergisi dilimlerini değiştirmeyen kapitalist düzen neyi amaçlamaktadır? Amaaaannnn. Bana ne? Çok da fifi. Borca batmışım, iş yok, avukatlık bitmiş. Ama bu tip saçmalıklara verdiğim tepki net: bana ne? Bu tepkisizliğin seçimle de ilgisi yok, bu benim zaten dışlandığım toplumdan kendimi acısı ve tatlısıyla soyutlama şeklim.
Acısını dedik de sayın defter, tatlısında nasıl soyutluyorum kendimi? Misal geçen Galler maçında stattaydım. Mehterle gaza gelmeler, ne mutlu türküm diyeneler, şehitler ölmez vatan bölünmezler, bu anları yaşasa idi 2016 yılındaki serco, muhtemelen ağlardı. Öyle de ağlak bir tipti. Ama şimdi saygı duymakla birlikte, saçma bulup gülümsüyordu. Hakeme küfür ettiysem de, milli takımın gollerinde aşırı sevinmişsem de beni üzen bir şey vardı maçta. Onca kalabalığın içerisinde, -kalabalık insanı güçlü kılar biliyorsun, suçtan azade kılar- bu insanlara gönül koymak, tek kalmak, yanisi dışlanmış olmak beni üzdü. Nedendi ki? Neden dışladınız oğlum beni? Hain olmayan beni neden kör kuyulara attınız?
Tumblr media
Şurada tribünde defalarca aynı gole sevinmiş, göz yaşı dökmüş adamım neden yani? Devletin yatılı okulunda kara şimşeğe ben de kaşık salladım ulan! Yurtta yanmayan kaloriferlerin dibinde hasta olup ben de titredim, vatanımı gezmek yerine çok çalışacak kadar çok sevdim. Hala da seviyorum, yalan değil. Ama neden yani? Kurunun yanında yaş da yanıyormuş. Amk böyle işin. Yanmasın birader? Bu hikayede yanan neden ben oluyorum? İşte bu gönül kırgınlığı ömrümün sonuna kadar geçmeyecek. Ah bu gönül kırgınlığı. Arkadaşlık bağıyla kimseye bağlanamama sorunsalı. Bu gönül kırıklığından hep.
Bankalarda blokeliymişim. Nedeni belli değil. Vakıfbank beni reddedince dedim bir de şansımı garantide deneyeyim. Başvurular tamam ama kredi kartı sekmesine sokmuyor gişedeki kadını. O da diyor ki ilk defa rastlıyorum bu duruma. Onlara da beraat kararlarını attık. Cevap bekliyorum. Vakıfbqnkı BDDK'ya şikayet ettim bakalım ne sonuç çıkacak. Doğru düzgün cevap veren bile yok. Kredi kartı meraklısı değilim ama haksızlık içerisinde boğulmaktan bunaldım. Üzerime üzerime geliyor tüm kanunlar, tüm kurallar. Sorun kredi kartı kullanmak değil. Kullanmıyorum ki. Hanımınki yetiyor da artıyor. Kredi de çekmeyeceğim. Ama bu his var ya. Bu adaletsizlik hissi. Bu his. Bu ezilme hissi. Boğuluyormuşum gibi nefes almamı engelliyor. Tam da bu boğulma anında şu şarkı suyun derinliklerinde çalmaya başlıyor.
youtube
Loş karanlık gibi her yer işte.
Değişik hisler içerisindeyim. Avukatlık zor iş, kimsenin yanında çalışmak istemiyorum, kendi işimi yapacak ne vaktim ne param var. Cmk atamalarına gidiyorum. Gecenin bir yarısı sarhoşla uğraştım misal. Sarhoş olsa yine iyiydi adam haplanmıştı. Ah benim güzel şehrim. Uyuşturucu öyle bir seviyede ki. Şuan ıslık çalsam torbacı bulurum. Bir de buna üzülelim. Yetmiyor gibi buna da üzülelim.
Bein sports aboneliğimi yaptım. Samsun maçlarına stata da gidebilirim ara ara. Kitap okumaya başladım yine. 2014 yılında aldığım kitabı yeni bitirdim. Ahahaha. Biraz hızlı okuyorum sanki. Sonra kütüphanemde farkettim ki bazı kitaplarım kayıp. Cemil meriç bu ülke yok misal. Hanımınkiyle idare edicez. Ama notlarımı okumak isterdim. Bir kaç kitap daha yok. Çile yok misal. Nfkya kızgın olsam da kitaplarımın kaybolmasından hiç hoşnut değilim.
Hayat akıyor. Allah sağlık versin herşeye sabrederiz gibi.
Gibi mi sence sayın defter?
Bir gece, avluda sigara bidonuna yağmur suyu damlıyor, damladıkça pıt sesi duvara çarpıp paaat sesine dönüyor. Gece boyunca bu sesin altında düşünmek. İşte o sabrın gibisi budur.
Vesselam.
4 notes · View notes
nesepalamudu · 4 years
Note
zümrâ sen uygulamalara pek para vermeyi sevmiyorsun diye biliyorum mubi nasıl ücretini hak ediyor mu sence
deneyeceğim, ilk defa indirdim. açıkçası düşünüyorum netflix verdiğim paraya değiyor muydu diye, sevdiğim diziler kaldırıldıktan sonra yeni sezonları iptal edildikten sonra ve netflix'in bir kurum olarak hiçbir ahlak standardı olmadığını fark etmemden sonra açıkçası mubi fiyat olarak bana yüksek gelmedi, öğrenci fiyatı gayet makul, 15 lira gibi bi ücret. yani bi deneyeyim bakalım fikrim değişecek mi. ama bir de şeyi düşünüyorum. ben pandemiden önce haftada bir sinemaya kaçan biriydim ve o parayı zaten her hafta veriyordum, şu anda sinemaların kapalı olduğunu ve mubi'de de sinemada izleyeceğimiz türden festival filmleri olduğunu varsayarsak yine makul. biraz da ne tarz filmler izlediğimizle ilgili. yani ilgini çekiyorsa içerikleri, bence 15 lira böyle bir hizmet için uygun bir fiyat. bir ay sonra tekrar sorarsan kullandıktan sonra fikrim değişecek mi bakabiliriz
10 notes · View notes
omrfrkmzlm · 3 years
Text
Tumblr media
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı ogretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz ısrar eder, Haham razı olur, ama bir koşulu vardır: "Soracagım soruya doğru yanıt verebilirsen, ogretirim"...
Papaz, "Kabul"
diye yanıtlar. "Sor bakalım!"
Haham:
"İki adam bir bacanın içine düşerler. Biri kirli, öteki tertemiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır. Kirlenen adam ise karsisindakini temiz gordugu için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
Haham aynı soruyu yeniden sorar: "İki adam bir bacanın içine düşerler.
Biri kirli, öteki temiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, doğru yanıtı artık bildiğinden emin, "Temiz kalan ötekinin kirlendiğini görünce kendisinin de kirlendiğini sanıp, yıkanır. Kirlenen, ötekini temiz gördüğünden kendisini de temiz sanıp yıkanmaz!"
Haham, başını sallar. "Yine yanıldın! Sana söylemiştim, asla anlamayacağını. Temiz kalan adam aynaya bakar, temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirlendigini görünce, gider yıkanır."
Papaz itiraz eder: "Ayna nereden çıktı? Bana ayna var demedin ki..."
Haham, parmağını sallar: "Seni uyardım, bu kafayla Tevrat'ın kelamını kavrayamazsın. Tevrat'ı anlamak için her olasılığı düşünmelisin."
"Peki, peki" diye inler Papaz. "İzin ver, bir kez daha şansımı deneyeyim. Başka bir soru sor!"
"Son kez soruyorum" der, Haham: "İki adam, bir bacadan içeri düşerler. Biri temiz, öteki kirli çıkar. Hangisi gidip yıkanır?"
Papaz, "Artık her olasılığı biliyorum" deyip, bir solukta sıralar: "Eğer ayna yoksa, temiz kalan ötekini kirli görüp kendisinin de kirlendiğini düşünerek gider yıkanır. Kirlenen temize bakıp kirlenmediğini düşünerek, yıkanmaz. Eğer ayna varsa, temiz kalan aynaya bakıp temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirini gördüğü için yıkanır!"
Haham başını sallayıp, cık cık yapar: "Hayır, sana söylemiştim, kafan Yahudi kafası değil, Tevrat'a basmaz! Söyle bana, aynı bacadan içeri düşen iki adamdan birinin kirlenip, ötekinin temiz çıkması mümkün müdür?"
Bu yollarda beraber yürüyüp beraber ıslandıklarınız kirlendi ama siz temiz kaldınız, öyle mi?
Hangi din olursa olsun bakış açınız bu ;herkes kirlendi ama siz tertemizsiniz !!! Öyle mi!
"Siz kirlenmemekle değil arınmak la mükellefsiniz"
Dücane Cundioğlu
1 note · View note
besteyepitsme · 3 years
Text
s.a. tumblr!
2021 yılında tumblr’a başlamak da ne bileyim.. aslında bu hesabı 2013 yılında falan açmışım ama hiç kullanmadım, twitter bazen blog bir ara instagram falan yetiyordu sanırım. ama şimdi twitter inanılmaz sıktı, blogspot’ta doğru düzgün yazı yazan yok, instagram ise çok karmaşık istediğim tarz gönderilere denk gelmek çok zor. böyle olunca ben de bir de burayı deneyeyim dedim bakalım nasıl olacak. 
1 note · View note
belkidebirharfimben · 4 years
Text
Tutma, ey Cibali Baba, çünkü mücahid güllesidir!
Bugün twitterda bir sualle karşılaştım. Aslında bir sual değildi. Cevaptı. Daha doğrusu: Sual cevabını da dayatıyordu. Malumunuz: Eğer bir sual cevabını da öğretiyorsa ona 'merak'tan çok 'mühendislik' gözüyle bakmak gerekir. Ne mühendisliği? İnsan mühendisliği. Düşünce mühendisliği. Sosyal mühendislik. Yani arkadaşım bu bir nevi sufle vermektir. "Bu soruya şu şekilde cevap vereceksin ha. Sakın başka cevap arama. Hadi bakalım koyunum. Bu da sana yeni oyunum..." tarzı bir endoktrinasyondur. Basit zihinlere çabuk tesir eder. Fakat kendi 'acaba'larınızı üretebilen bir beyne sahipseniz böylesi dayatmalara cevabınız şöyle olur: "Cevabın burada aranması gerektiği ne belli? Belki de bu sorunun başka bir cevabı vardır ha? Ne dersin?"
Evet. Herkes aynı kaval sesinin peşine düşmüş gidiyor: "Din istismarcıları yüzünden bu toplumda deizm-ateizm artıyor bla bla..." Kavala kim üflüyor? Soran yok. Azıcık daha kurcalasanız, mesela, deseniz: "Kim efendim o istismarcılar?" Hemen ehl-i sünnet ulemayı saymaya başlıyorlar. "Yahu, ötekiler de kitap satıyor, seminer veriyor, program program geziyorlar?" deyu soracak olsanız, el-Aman. Sakın. Aaaa! Nasıl böyle birşey dersiniz? Hiç onların yaptığı ile şunlarınki bir mi? İslamoğlu'nun, Özdil'in, Saymaz'ın sattığı ile Cübbeli Hoca'nın sattığı eşitlenir mi? Cık, cık, cık. Sizin meseleyi anlayamadığınız hemen belli oluyor canım.
Yani efendim, bu ülkede, ömür verdikleri ihtisas alanları üzerinden geçimini sağlamaya cür'et eden (başka nasıl kazanacaklarsa) sadece 'ehl-i sünnet uleması' oluyor. Ne doktorlar doktorluktan, ne fizikçiler fizikten, ne akademisyenler akademisyenlikten, ne de bilmem kim bilmem neyden para kazanmıyor. Yok. Hayır. No. Hepsi eğitimlerini Allah yoluna, vatan uğruna, halkın rızasına adamış (hey maşaallah) geceleri çöplerden topladıkları çürük meyveleri yerken, ah bu gelenekçiler, yağlı pilavları götürüyorlar. Yalnız götürmekle kalsalar efendim, bir de halkı 'kutuplaştırıp' duruyorlar, 'din jandarmalığı' yapıyorlar. Yaaa!
Halbuki, bakınız, Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı'nın son döneminden bugüne 'bir bütün olarak' yaşadığımız şu hazin bozulmayı nereye bağlıyor: "Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'ân'ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mâzisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz." 
Dur bakalım. Aaa! Mürşidim bugünkü bozulmanın "Geliyorum!" seslerini daha evvelden mi okumuş? Galiba öyle. Peki esbabını neye bağlamış? 'Din istirmarcılarına' öyle değil mi? Hatta belki Cübbeli Hoca'yı falan görünüşüyle bile tarif etmiştir. Yehu! Ne? Kendisinin görünüşü de mi onlara benziyordu? Yapma yahu! Ah. Of. Püf. Kimi suçlayacağız peki? Hürriyetçileri mi? Ne? Olamaz! Modern zamandayız. Böyle suçlamaları kaldıramayız. Özgürlüğün kötülük getirebileceğini 'bazı' takyidiyle dahi inanamayız. Üf. Tüh. Peh. Neyse. Biz yine suçu 'gelenekçilere' atacağız dostum. Cübbeyi-sarığı-sakallıyı suçlayacağız. Onları dövmek kolay çünkü:
"Batsın kutuplaşma. Yansın din jandarmaları. İslam'ın sınırlarını hatırlatanlar kaybolsun! Bu dinde herşeyin caiz olmadığı zikredenler kahrolsun! Hârim-i İslam yolgeçen hanına dönsün. Ancak bu yumuşaklıktır ensemizi seküler tokatlardan kurtaracak. Belki teslim olursak tecavüze uğramayız." 
Acaba? Acaba uğramaz mıyız? Yahut da teslim oluşun kendisi zaten bizatihi tecavüz mukaddimesi midir? Arkadaşlar, ben, böylesi arızalı tutumların şöyle bir yanlış kanaatten kaynaklandığını düşünüyorum: İslam'da cihadın bittiği sanılıyor. Hayır. Asla. İslam'da cihad bitmez arkadaşlar. Kıyamet kopana kadar bu cihad devam edecek. Maddisi olmazsa manevisi olacak. Tebliği olmazsa tedbiri olacak. Fakat imtihan sürüp gidecek. Kur'an'da, sünnette, kısacası dinde, 'yakîn gelinceye kadar' sınanacağımız hiçbir hususta bu kavga bitmeyecek. Yalnız yöntemler-usûller-şekiller değişecek. Beden ne kadar değişse de ruhu bâki kalacak.
Aleyhissalatuvesselam bu dinin 'tenzili' için cihad etti. Hz. Ebubekir radyallahuanh dönemindeki irtidat hâdiselerine karşı 'tevil' cihadında bulundu. Ömer radyallahuanh ile Osman radyallahuanh hidayetin tüm dünya coğrafyasına ulaşması uğrunda 'tebliğ' cihadı ettiler. Sonra yine bulutlanmalar oldu. Şah-ı Merdan Ali radyallahuanh meydana çıktı. Yine bir 'tevil' cihadı başladı vs... (Allah cümlesini hayırlarla mükâfatlandırsın.) Büyük resimde görünense şuydu: Evet. Bu ümmetin bir daha 'tenzil' için cihad etmesine gerek yoktu. Allah dinini tamamlamıştı. Vahiy bitmişti. Ancak 'tebliğ' ve 'tevil' cihadları kıyamete kadar sürecekti. Dört Halife döneminde bu cihadların varolması 'kıyamete kadar da süreceklerinin' belirtisiydi. Çünkü sahabe tecrübesi bu ümmetin hayatının özeti gibidir. Misal-i musağğarıdır. Her hususta rehberidir.
Gerçi sonraki dönemlerde daha belirgin bir 'görev paylaşımı' olduğu söylenebilir. Mesela: Cihadın maddisinden sorumlular başkalarıdır. Ordudur. Manevisinden sorumlu başkalarıdır. Ulemadır. O manevi cihad içinde 'mübelliğ' görevi başkalarındadır. 'Murabıt' görevi başkalarındadır. Yani, kimisi yeni toprak kazanırlar, kimisi sınırları korurlar. 'Kazanma' mesleğindekiler nisbeten yumuşakçadır. 'Koruyucuların' üslûbu uyarıcıdır. 'Kazanma mesleği'nde gidenler muhataplarına karşı 'tolere edici' tavırlar takınırlar. Fakat 'koruyucular' sapmalar konusunda cidden hassastırlar. Çünkü mücadele verdikleri alan dinin, akidenin, amelin 'seleften tevarüs ettiği kemalde/saflıkta muhafazası'dır. Elbette müdebbir hali mübelliğden başkadır.
Denî bir misal olmakla birlikte şöyle diyebiliriz: Bir AVM'nin, güvenliği başka hassasiyetler gösterir, pazarlamacısı başka hassasiyetler gösterir. Pazarlamacı ister ki: Hasbelkader birşey alabilecek herkes içeri dolsun. Gönlünce takılsın. Canı sıkılmasın. Sıkılmasın ki satışlar da iyi olsun. Bereketlensin. Fakat güvenlik böyle davranamaz. O satıştan ziyade asayişten sorumludur. Elbette herkesi içeri almaz. Üzerlerini arar. Tavırlarına karşı daha dikkatli olur. Bazen aykırı davranışlarda gördüklerini cebirle dışarı atar. Onun  hali öyledir. Bunun hali böyledir. Ve bu ikisi birarada olmazsa AVM'de denge sağlanmaz. İstikamet ikisinin de olmasındadır. Bu tıpkı insandaki 'kuvve-i şeheviye' ile 'kuvve-i gadabiye' dengesine benzer. Her neyse...
Nihat Hatipoğlu Hoca'nın Ebubekir Sifil Hoca'ya yaptığı eleştirileri okurken de bu misal hatırıma geldi. Öncelikle: Kim ki İslam'ın saadetine sa'yederse onun duacısıyım. Lakin Ebubekir Sifil Hoca'ya eleştirisinde Nihat Hoca'nın cidden hataya düştüğünü düşünüyorum. Ebubekir Hoca murabıttır. Sizse mübelliğsiniz. Mesleğinize sa'y edebilirsiniz. Fakat istikametin tek öğesi sanırsanız fena aldanırsınız. Hatta sizin programlarınızı takip eden bir yakınım şöyle bir yargıda bulunmuştu: "Nihat Hoca'ya 'Şu-bu helal mi?' diye birşey soruyorlar. O kadar çok laf çeviriyor ki... Bitirdiğinde bence kimse yargısından emin olamıyor. Soru olduğu gibi kalıyor. Ne tam 'helal' diyebiliyor ne de tam 'haram' diyebiliyor. Herkes istediğini alıyor." 
Konu dallandı-budaklandı. Toparlamayı deneyeyim: Mübelliğler murabıtları 'kutuplaştırmakla' suçlarlarsa kıvamımız kaçar. Özdil güler. Öz-bir kardeşin ağlar. Kimin akidesi kimin cebinde belli olmaz. Mübelliğ işine bakıp murabıtın mesleğine hürmet duymalıdır. Bu sınırlar bekçisiz kalırsa düşmanın nerelere hücum ettiğini kimse göremez. Mübelliğ hiç sezemez. Hele ki ahirzamanda! Ebubekir Hoca ve emsali, Allah onları hayırla mükâfatlandırsın, bir sınır nöbeti tutuyorlar. Düşmanın uyumadığı yerlerde onlar da göz kırpmıyorlar. Nöbetçinin tavrı elbette teşrifatçı tavrı gibi olmaz. Haşin olur. Celal görünür. Nihat Hoca eğer hasma uyup ordusunun sınır karakollarına savaş açarsa hârim-i ismetini telef eder. Cenab-ı Hak cümle ulemamızın gözlerini istikamete açsın. Murabıtta 'dikkat'i mübelliğde 'rikkat'i eksik etmesin. Âmin. Âmin.
3 notes · View notes
baybaykus · 4 years
Text
“ARİF OLANA TARİF GEREKMEZ”
15 Temmuz Günü'nün anlam ve önemine uygun olduğunu düşündüğüm bir fıkra ile bugünü değerlendirmek isterim:
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı öğretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz ısrar eder, Haham razı olur, ama bir koşulu vardır: "Soracağım soruya doğru yanıt verebilirsen, öğretirim"...
Papaz, "Kabul"
diye yanıtlar. "Sor bakalım!"
Haham:
"İki adam bir bacanın içine düşerler. Biri kirli, öteki tertemiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır. Kirlenen adam ise karşısındakini temiz gördüğü için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
Haham aynı soruyu yeniden sorar: "İki adam bir bacanın içine düşerler.
Biri kirli, öteki temiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, doğru yanıtı artık bildiğinden emin, "Temiz kalan ötekinin kirlendiğini görünce kendisinin de kirlendiğini sanıp, yıkanır. Kirlenen, ötekini temiz gördüğünden kendisini de temiz sanıp yıkanmaz!"
Haham, başını sallar. "Yine yanıldın! Sana söylemiştim, asla anlamayacağını. Temiz kalan adam aynaya bakar, temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirlendigini görünce, gider yıkanır."
Papaz itiraz eder: "Ayna nereden çıktı? Bana ayna var demedin ki..."
Haham, parmağını sallar: "Seni uyardım, bu kafayla Tevrat'ın kelamını kavrayamazsın. Tevrat'ı anlamak için her olasılığı düşünmelisin."
"Peki, peki" diye inler Papaz. "İzin ver, bir kez daha şansımı deneyeyim. Başka bir soru sor!"
"Son kez soruyorum" der, Haham: "İki adam, bir bacadan içeri düşerler. Biri temiz, öteki kirli çıkar. Hangisi gidip yıkanır?"
Papaz, "Artık her olasılığı biliyorum" deyip, bir solukta sıralar: "Eğer ayna yoksa, temiz kalan ötekini kirli görüp kendisinin de kirlendiğini düşünerek gider yıkanır. Kirlenen temize bakıp kirlenmediğini düşünerek, yıkanmaz. Eğer ayna varsa, temiz kalan aynaya bakıp temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirini gördüğü için yıkanır!"
Haham başını sallayıp, cık cık yapar: "Hayır, sana söylemiştim, kafan Yahudi kafası değil, Tevrat'a basmaz! Söyle bana, aynı bacadan içeri düşen iki adamdan birinin kirlenip, ötekinin temiz çıkması mümkün müdür?"
Bu yollarda beraber yürüyüp beraber ıslandıklarınız kirlendi ama siz temiz kaldınız, öyle mi?
Sevgi ve saygılarımla.
Burhan TOKCAN
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media Tumblr media
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/basrolu-istanbulla-paylasiyor-41037796?fbclid=IwAR28z8eec6fdn_8lPnsVg4dhQMI8dgz7NokBXAwEKHVQPZ-DngLGxTHn1FE
.
BENİM RUHUM YAŞLI
28 yaşında olup 128 yaşındaki bir insan olgunluğunda nasıl davranıyorsun?
- (Gülüyor) Ruhum yaşlı! Yaşadığım hayatı görsen, “Emekli olmuş, işi bitirmiş!” falan dersin. İstanbul’da da, Los Angeles’ta da öyle yaşıyorum. Los Angeles genelde insanların kafasında bir partileme yeri, benim alakam yok.
Sen ne yapıyorsun?
- Bir kere kalabalık sevmiyorum. Gittiğim çok az yer var, görüştüğüm çok az insan var. Evime giren 3-5 arkadaşım var, o kadar. Ben kendime yatırım yapıyorum. Los Angeles’ta oyunculuk eğitimi alıyorum. Dil eğitimi, aksan eğitimi. Esas olarak da hobilerime para harcıyorum. Orada ailemden kimse yok, kendi kendimeyim.
Annenle baban nerede?
- Çanakkale’de yaşıyorlar. Emekli olduktan sonra köyden bir ev aldılar. Yedi-sekiz senedir Saroz Körfezi’ndeler. Arada ziyarete gidiyorum. Çok huzurlular. Ben de ilerisi için onlarınki gibi, kendimle baş başa olabileceğim bir hayat istiyorum. Yalnızlığı çok seviyorum. Bir de alıştım, 18 yaşında evden ayrıldım ben.
HAYATLA İNATLAŞMIYORUM KENDİMİ AKIŞA BIRAKIYORUM
Doğal yaşamı seven biri olarak bu dünyaya nasıl düştün?
- Bilmiyorum.
Best Model yarışmasına girme fikri nereden çıktı?
- Valla aklımın ucunda bile yoktu. Ben uzun yıllar profesyonel olarak basketbol oynadım. O yönde kariyer yapmak istiyordum. Hasbelkader fiziğim iyiydi o dönem.  Arkadaşlarımın “Ya sen niye mankenlik yapmıyorsun?” gazıyla, “İyi, deneyeyim bari” dedim. Aslında meşhur olmak için kendini yırtan bir tip değildim. Yırtık bir tip de değilim. Konuşulmayı, göz önünde olmayı sevmem. Ama o kadar ısrar etti ki çevremdekiler, “Bir bildikleri var herhalde” dedim, kendimi denemek için girdim. Hiç aklımda yokken de kazandım. Hatta ismimi anons ettiklerinde arka tarafa bakıyordum, “Kim çıkacak?” diye. Arkadaşlarım dürttü. Çok komikti. O kadar ani oldu ki her şey...
Nasıl açıklıyorsun her şeyi, tesadüfle mi?
- O kadar çok tesadüf var ki benim hayatımda... “Madem bu yola gönderiyor hayat beni, yürüyeyim bari” dedim. Meğer ‘Adını Feriha Koydum’ dizisini çekenlerin bir tek erkek başrolü eksikmiş. O akşam da ben Best Model’da birinci oluyorum, görüyorlar, arıyorlar. “Dizimizde oynar mısın?” diye...
Demedin mi peki “Ben oyuncu değilim, nasıl yapacağım?”
- Dedim. “Yaparsın” dediler. “Peki denerim” dedim. Ben hayatla inatlaşmıyorum, kendimi akışa bırakıyorum. “Madem benden böyle bir şey istiyorlar. Ben de bunun için elimden ne geliyorsa yaparım!” dedim.
Oyunculuk alanında en çok kimden, ne öğrendin?
- Çok şanslıyım ben bu konuda. Çalıştığım işlerin hepsi gerçekten okul gibiydi. İlk işimde Vahide Perçin, Metin Çekmez ve Hazal Kaya vardı. Hepsi de çok tecrübeli oyuncular. Çok destek oldular. Sonra ‘Medcezir’i çektik, Barış Falay acayip yardımcı oldu. Bugüne kadar birlikte çalıştığım herkes bana bir şeyler kattı. İnsanlar sana bir şey veriyor ama önemli olan sen almasını biliyor musun? Ben alabildiğimi düşünüyorum.
BÜTÜN DÜNYA ONU İZLEYECEK!
Dizinin fragmanı, 1 milyonun üzerinde izlendi. Türkiye’de izlenme olasılığı yüksek. Dünya çapında umutlu musun? Aynı tarzda olmasa da, ‘La Casa Del Papel’ etkisi yaratır mı?
- Olabilir de olmayabilir de... Ama sonuç ne olursa olsun, biz bir imza iş yaptık. İlk defa yapılan bir iş ve çok emek harcandı. Bir buçuk-iki senedir çalışılıyor üzerinde. O yüzden içim rahat.
Dizide İstanbul’un muhafızısın. Bize biraz karakterini anlatır mısın? Kimdir Hakan?
- Hakan İstanbul’un koruyucusu. Genç, normal bir adam aslında. Üniversite okumuş mu okumamış mı bilmiyoruz. Senarist de bilmiyor ne olduğunu. Neşet Babası -yani üvey babası- tarafından büyütülmüş. Kapalıçarşı’da antika işi yapıyor. Babasının dükkânında çalışıyor. Riskler almak, yeni atılımlar yapmak isteyen bir karakter. Kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyor. Sıradan bir çocuk ama aynı zamanda özel. Geçmişten gelen bir sırla, atalarından kalan tılsımlı bir gömleğin görevini devralacağını öğrendiği zaman ikilemde kalıyor. Çünkü İstanbul’un koruyucusu olmak, bunu yüklenmek çok büyük bir sorumluluk. Tamamen başka bir hayata geçiyor.
Başrolü İstanbul’la paylaşıyorsun. Biz bu arada İstanbul’un  hem modern hem tarihi yüzünü görüyoruz. Kendini İstanbul elçisi gibi hissediyor musun?
- Bütün dünya izleyeceği için ve bizden çıkan bir hikâye olduğu için evet, bir sorumluluk hissediyorum. Doğru, başrolü İstanbul’la paylaşıyorum.
‘Muhafız’ın İstanbul’un tanıtımına bir katkısı olur mu?
- Kesin! Bu bir takım işi. Ben de o takımın bir parçasıyım. İzleyici gerçekten İstanbul’un birçok medeniyetin beşiği olduğunu görecek.
Sen bu şehri ne kadar seviyorsun?
- Burada doğdum, büyüdüm. Çok seviyorum. Evet, eski, yaşlı bir ruhu var bu şehrin. Hatta mistik. İnsanı büyülüyor. Ama ben şehrin içinde vakit geçirmeyi sevmiyorum.
Sokağa çıkıp kalabalıklara karıştığında...
- Fotoğraf çektiriyorum gittiğimiz yerlerde. Çok çıkmıyorum zaten. Ama meşhur olmadan önce de böyleydim. Ormanda kamp yapardım, doğanın içinde vakit geçiren bir insandım. Öyle büyüdüm çünkü. Küçüklüğümden beri balık tutuyorum. Balık tutabilmek için tekne aldım. Benim için doğanın içinde olmak meditasyon.
12-13 YAŞ BÜYÜK SEVGİLİM OLDU!
Ayça Ayşin Turan’la çok ateşli bir sevişme sahneniz var. Bence çok ses getirecek. Sen ne diyorsun?
- Evet, ses getirecektir. Olması gereken bir sahneydi zaten. İki genç insanın arasında gerçek hayatta her an yaşanabilecek bir şey. Biz de onu yansıtmaya çalıştık. Çok da abartılacak bir sahne değil.
Sevişme sahneleri seni zorluyor mu?
- Yooo gayet rahattık. Ayça da işinde çok profesyonel. İşimizi yaptık.
Yemeyi seviyorum, tutamıyorum
Sevgilin alınır mı, kıskanır mı?
- Sonuçta işimiz bu. Yaptığımız işler ve onların gereği konusunda birbirimize saygı duymamız lazım. Hiç bu konuda sorun yaşamadım. Bakalım buna ne diyecek. Kısmet...
Daha önceki işlerinde laf etmişler, “Bu adam öpüşmeyi bilmiyor” diye. Ne diyorsun?
- Dışarıdan nasıl gözüktüğünü bilmiyorum.
Her şeyine takıyorlar. “Tombik oldu... Kilo aldı... Çirkinleşti... Şişti... Tipsizleşti... Kilosunu kapatmak için kirli sakal bırakıyor...” Kadınlara yapılan acımasız eleştiriler sana da yapıldı, yapılıyor. Üzülüyor musun?
- Ben şişman halime de okeyim. Mutluyum çünkü öyle. Yemeyi çok severim, bazen tutamıyorum kendimi. Özellikle yoğun çalışırken gece acıkıyoruz, karbonhidrat istiyor canım. Yiyorum. Ben rahatsız değilim bu durumumdan. Görsel olarak belki hoş olmayabilir ama yiyeceğim, kime ne!
Sana bir kota koyuyorlar mı, “Şu kadar kiloda kalacaksın!” filan diye?
- Karakter devamlılığı açısından sabit kiloyu korumak gerekiyor. Şu anda 82-83’üm. Dizi çekerken genelde paket söylüyorum eve. Diyet programı yani. Akşam 19.00’dan sonra yemiyorum. Ama bozduğum da oluyor.
“Bir James Dean hüznü var bu çocukta” diyenler var, ne diyeceksin?
- Aaa öyle mi demişler? Hüzünlü mü duruyorum gerçekten? Benim küçüklükten beri hep yaşımdan büyük arkadaşlarım oldu. Yaşımdan büyük sevgililerim de oldu. Belki o yüzden ağırbaşlı bir havam vardır.
En büyük sevgilin kaç yaş büyüktü senden?
- 12-13 yaş vardı aramızda.
“Kapıcı kızıyla bile evlenirim çok seversem” gibi bir açıklaman oldu mu yıllar evvel? Ne kadar samimiydin?
- Yüzde yüz! Aynı samimiyetteyim. O zaman kapıcı kızıyla zengin çocuğu oynuyorduk, aşk yaşıyorduk, farklı dünyalara rağmen. Soru, o dönem yöneltildi. Ben de samimiyetle “Çok seversem tabii ki evlenirim!” dedim. Cevabım hâlâ geçerli.
O DÖNEMİ HAYATIMDAN ÇIKARDIM!
Bir de talihsiz bir şey yaşadın. Uyuşturucu madde kullanmak ve temin etmek suçlarından yargılandın. Mahkeme sana 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Yargıtay, mahkeme kararını onarsa, 1 yıl 9 ay hapis yatacaksın. Ne diyorsun?
- Ailem ve çok yakın arkadaşlarım dışında başka hiç kimseye bir şey anlatma zorunluluğu hissetmiyorum.
Haklısın. Böyle bir zorunluluğun yok. Soruyorum sadece... Ünlü olmasaydın bu kadar üstüne gelinir miydi sence?
Ünlü olmasam kimsenin haberi bile olmayacaktı bu durumdan. Neyse, önemli olan benim ailemin psikolojisi.
Üzüldüler mi çok?
- Elbette. Annem kötü oldu. O duygusal. Babam daha güçlüdür. Ama bir sıkıntı yok şu an. Devam ediyor dava. Ben de 5-6 senedir alacağım bütün dersleri almış bulunuyorum. Varsayımlar üzerinden düşünmedim hiç. “Yatarsam n’olur” demiyorum. Hayat bu, sonuçta bir şeyler yaşanacaksa yaşanacaktır! Yapacak bir şey yok, onun önüne geçemezsin. Önemli olan öyle bir şey geldiği zaman, bundan gerekli dersi çıkarmak. Bununla yüzleşmem gerekiyorsa yüzleşirim, sıkıntı yok.
İfaden de çok konuşuldu. Kimseye uyuşturucu temin etmediğini ama çevrendeki birçok insan gibi uyuşturucu kullandığını, sadece kullanıcı olduğunu söylemiştin. Şimdi o döneme bakınca neler geçiyor aklından?
- Çok uzun zaman önceydi. Altı yıl oldu neredeyse. O yüzden hayatımın o dönemini çıkardım ben. Çok düşünmüyorum. Dava da erteleniyor yıllardır.
13 notes · View notes
Text
Depresyon - Bir Yazı Dizisi
Bir yerden başlamam gerekiyor, öyle ya da böyle bir yerlerden. Kendini sürekli tekrarlayan bir depresyon içindeyim, hatırladığım kadarıyla en az 8-9 senedir. Tedavi çoğu zaman seçeneğim olmadı, seçeneğim olduğu zamanlarda da bıraktım, vazgeçtim; kısa süreli iyileşmelerim oldu, ama tekrar geldik buraya. Yazmayı burada bırakmak istedim, ama yapmayacağım, şuan tüm toksik düşüncelerimi buraya dökeceğim. Yine bir ocak ayında, sabahın saat 6′sında neden bu durumdayım? Neden intiharı düşünüyorum, neden intihar etmiyorum? Her seferinde yok canım daha önünde neler var, bir yürü bakalım derdim. Şu sıralar önümde ne var bilmek istemiyorum. Hayattan ne istediğini bilmemek kötü, ne istemediğini bilmemek daha kötü. Tek bildiğim 8 yıl önceki benim, 8 yıl sonra olmak istediği yerden çok uzaktayım. Hoş o ne bilir ki?! 13 yaşındaki ben, kendimin en büyük zorbasıydım. Şimdi bakıyorum 13 yaşındaki ben 21 yaşındaki benim de en büyük zorbası. Her şey o yüksekten uçan, çok bilmiş kaltağın suçu, bugüne beni getiren kişinin. Hayattaki mottom hep “Bunu 15 dakika/gün/yıl sonraki ben düşünsün canım!”dır, evet bugün o benim, yüzleşelim. 
Asla bir hümanist değildim, kendimi hep insanların nefes alma haklarını yargılarken bulurum. Bunu daha sık yaptığıma şuan kanaat getiriyorum. Kendi ebeveynlerim de dahil insanların ne için yaşadıklarını sorguluyorum. Bunu yaptığımda kendimi kötü bir kaltak sanıyordum ama şuan fark ediyorum daha çok kendine yol çizmeye çalışan birinin çırpınışları. Gidip tabii ki insanlara “Eee ne için yaşıyorsun şuan?” diye soramam, kendime sorarsam da verecek cevabım yok. Dışarıdan bakılınca çok sofistike zevkleri olan, hırslı, geleceğin başarılı mühendisi, yöneticisi, 5 dil bilen, dünyayı gezen bir kadın olmak gibi görünebilir. Ama tüm bunları overrated buluyorum. Amacım insanların başarısını küçümsemek değil, bunu yapan insanlardan bizzat kendim nefret ederim, ama bu hayaller çok boş geliyor. Çocukluktan beri hayalim bu ülkeden siktir olup gitmektir, gittik ne oldu? Şuan Amsterdam’da, Londra’da, Chicago’da olsam bu bunalımın içinde olmayacak mıyım? Başarılı bir mühendis ya da striptizci oldum bunlar beni mutlu edecek mi ya da istediğim bu mu? Ne istediğini bilememek işte derdim, derdimiz bu. Çağın hastalığı demişler, doğrudur. Kendisi çağın ve jenerasyonun bir diğer hastalığı kaygı bozukluğu ile benim uzun süredir misafirimdirler. Bu kaygı bozukluğunun altında da zamanında kendime belirlediğim realist olmayan ve beni yansıtmayan hedefler yatıyor zaten. Bir psikologun bana söylemesi muhtemel her şeyi ben kendime söylüyorum, çok zeki bir insan sayılmam ama karşımdakilerden daha aptal değilim. 
Bir süredir kendimi oyalayacak uğraşlar bulma peşindeyim, gezelim, yeni şeyler deneyelim, yiyelim, görelim, güzel kıyafetler giyineyim, her gün en özel kombinle görüneyim, spor yapıp 34 beden olayım, estetik olup toplumsal güzellik algılarına uyayım, böyle sevişeyim, şöyle konuşayım, bunları okuyayım, bu şarabı deneyeyim, biraz ortalama kasayım, Finlandiya’daki bu staja başvurayım, yüksek lisansı Avrupa’da yapayım... Hepsi öyle vasat ve anlamsız geliyor ki. Hepsi kısa süreli hedefler, ben 10 senenin sonunda, 15 senenin sonunda nerede olmak istediğimi göremiyorum. Bunlar benim yalnızca bugün ölümü erteleme sebebim, intihar etmeyi övmüyorum, en büyük korkum ama bu işin sonunun er ya da geç bu noktaya geleceğini biliyorum. Sevilmediğimi bilsem ya da düşünsem sanırım bugün hayatımı sona erdirirdim, sevildiğimi biliyorum, hissediyorum, ama bunun da bugün için yeterli olduğunu biliyorum. Bu yazıyı şimdilik götürebileceğim bir yer yok, ama devamı gelecek. Bu blogda yazarak, kendimde ufak değişimler gözlemlemeyi umuyorum, bunu yazumak önemli çünkü bir daha asla açmayacağım defterden ya da üç saat içinde başka şeylerle meşgul olacak beynimden daha etken olacağını umuyorum.
2 notes · View notes
Text
Yalnız
İşten ayrılalı 1 ay kadar oldu. Günlerimi oyun oynayarak geçiriyorum. Kendimi "kabullenmiş" hissediyorum. Çok uyuyamıyorum. Uyandığım vakit yatakta geçen süre 4 saat civarı. İnsanlarla ilişkinin, bu yaşam biçimi ile çok mümkün olamayacağını görüyorum. İnsanlarla konuşacak bir konum yok aslında. İlke ile buluştuğumda bunu sadece vakit geçirmek isteğim için yaptığımı anladım sonradan.
Dur biraz... Onla vakit geçirmek için değildi bu sanırım. İlkeye çok fazla bakamıyorum yanımdayken. Benim için yeşil bir noktadan ibaret kalsın istedim sanırım. Herhangi bir ses olursa o da olur orada. gerçi birisi gerçekten yanında konuşunca yaptığın her mikro mimiğe dikkat edip anlam falan çıkarmaya başlıyor. Hayır, artık her siki de açıklayamayacağım amk.
yaptığım bir işi yarıda unutup bir işe daha başlıyorum bu aralar. Sanırım ptsd değil uykusuzluktan olabilir. İyi ki kulak tıkacım var. Araba seslerinden uyuyamıyorum yoksa hiç. ben yaşamaya devam eder miyim yoksa intihar eder miyim o aklıma geldi. Bir daha çalışmak istemiyorum çünkü. Mesleğimi seviyordum. Bir deneyeyim bakalım hala seviyor olacak mıyım dedim. Yaklaşık 9 ayda söndü bu mum. Gitarı da alamadım. Almayacağım sanırım. Üşeniyorum benimkini çalmaya.
Bileklerimi keserim diye düşünüyorum artık. En uygunu bu sanırım. Kendini asmak çok acıtır. Yeterince acı çekilmiş olur o zamana kadar.
Artık Suyun kokusu gelmiyor.
0 notes
ranaozkan · 3 years
Photo
Tumblr media
87/365 Birkac gündür ne kadar çok şey yapmam gerekiyor, hiçbirine yetişemiyorum diye dertlenip duruyordum, var olan plana uygun gitmeme rağmen yetişemiyorum diye dertleniyorum. Bugün ise kendime yepyeni bir hedef koydum. Ne yapacağım neye başlasam diye dertlenecegin vakti daha efektif kullansan, bir şeye başlasan sorun daha kolay çözülür dedim. Öylede oldu. Ben rekabetçi biriyim. Zamanı kisaltip üstüne yeni bir hedef koyunca, gözlerim isildamaya ve yeniden program yapmaya başladım. Halı hazırda yapmış olduğum program sanırım bana birazcık hafif gelmiş. Bakalım sınırlarımı zorlamayı deneyeyim. Ay sonuna 4 gün var. Bakalım normal programda 15 güne yaydığım şeylerin kac tanesini bu 4 gün içinde bitirebilicem:)) NOT :Bu program hali hazırda yapılması gereken isler, yapılmadığı için beynin arka planında çalışmaya devam edip, çok daha önemli işlerin için dikkat toplamayı azaltan işlerdir. Bertaraf edemiyorsan mümkün olan en kısa sürede yap ki, daha çok zaman gerektiren işlere daha fazla vakit kalsın... Kararsiz kalıp, kenarda sizlanmaktan iyidir😜 Zamanın göreceli olduğunu düşünürsek muhtemelen zaman uzayacak ve bana ekstra vakit açılacak. Yada aslında ben zamanı daha efektif kullanmak adına tüm algılarımi açacağım ve her anı değerlendireceğim için bana öyle gelecek:)) Hareket berekettir:) NOT :Kararsiz kalıp, yetistirebilir miyim diye düşünmek yerine, acaba ne kadarini yetistirebilirim diye düşünmeyi tercih ediyorum. Muhtemelen bir hafta önce başlamış olsaydım. Şu anda hepsi bitmişti, bundan adım kadar eminim. Kendimi çok iyi tanıyorum 😜 Ama o zaman ay sonuna coook vardı. Şimdi sadece 4 gun😂 final zamanı yaklaşan öğrenci koduna girelim bakalim:) (at Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/CM85Oo9gnMz/?igshid=1e7u2yl1juo3u
0 notes
hisvari · 4 years
Text
2020 yazı
Yaza köyde girmek zorunda kalsam da fırsatını bulunca kendimi Alanya’ya atıp otelde çalışmaya başladım. Kurban Bayramı’nın ilk günü de ilk sigorta girişim yapılmış oldu. :) Ben yaz mevsimini çok severim, bu sene yaz mevsimi beni pek sevmedi. Olaylı ayrılıklar, işten ücretsize çıkarılışım, yeni işim ve evimden okul yüzünden ayrılışım..... Bir de kışı sevmeyi deneyeyim bakalım...
0 notes
a-daisys-world · 4 years
Photo
Tumblr media
Nasılım? İyi miyim gerçekten ? , bu hayattan tam olarak ne istiyorum bilmiyorum. Tek hissettiğim koca bir boşluk, koca bir hiç. Ne tam anlamıyla üzgünüm, ne de mutlu. Aslında kırgınım diyebilirim. Bu hayata, gerçekleşemeyen hayallerime, yıkılan umutlarıma, eski beni alıp yerine ruhsuz, yaralı, umutları, hayalleri, çalınmış, nefes alan ama yaşamayan bir kız çocuğu bırakan herkese kırgınım.  İçime bakmayıp, kalbimi görmeyip, ne hissediyorum diye zerre umursamadan, seviyor sevmiyor diye tüm yapraklarımı kopardılar hırpaladılar beni. Sonra da beni hain papatya ilan ettiler. Değiştin dediler. Oysa menfaatleri bitince değişen de, giden de onlardı. Bense hep aynı yerde kalakaldım. Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri gidebildim. Bir adım geri gidebilsem bunca acıyı barındırmazdım göğsümde. İleri gidebilsem “herkes mutlu hayatına devam ediyor bende edebilirim” diyip eski neşeli umut dolu kız çocuğu olabilirdim yine. Ama ben kalakaldım işte. Göğüs kafesimi parçalayan bu acılarımla,  hayal kırıklarımla kalakaldım. Peki neden ? Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Zaten en nefret ettiğim soru bu. Aylarımı hatta yıllarımı heba ettim bu soru yüzünden ben. Benim üzmeye kıyamadığım insanlar beni NEDEN paramparça etti ? NEDEN herkes hayatına devam ederken ben edemiyorum ? NEDEN bir hiç gibi arkada bırakılan hep ben oluyorum ? NEDEN her seferinde ben terkedildim ? Ben herkesin düşüncesini umursarken NEDEN hiç kimse benim ne hissedeceğimi umursamadı ? NEDEN ? NEDEN ? NEDEN ? Hiçbir zaman sorduğum sorulara cevap bulamadım. Belki bir cevap bulabilseydim, eski beni geri getirebilirdim ama bulamadım. Cevabını bulabilmek için çok uğraştım. Kim benden gittiyse, kim bende yaralar açtıysa sordum “NEDEN?” diye ama karşımda hiçbir zaman bir insan bulamadım. Hep bir duvar buldum. Üstelik bir zamanlar tanıdığım, canımın içi olan, canım yandığında, dayanamayıp yere kapaklandığımda düştüğüm yerlerimden öpen, yaralarımı saran, yaralarımın olduğu yerleri şefkatle sarıp sarmalayıp beni güzel günlere olan inancıma tekrar bağlayan insanlardı bana aşamayacağım duvarları örenler. Hak ettim mi tüm bu yaşadıklarımı gerçekten? Tamam hatalarım olmuştur illaki her insan gibi. Ama bu kadar üzülmeyi, canımdan can gitmesini hak ettim mi gerçekten? Sabahın beşinde, yaşadıklarımın üstünden onca zaman geçmesine rağmen hala gözyaşı dökmeyi hak ettim mi? O kadar özlüyorum ki eski beni, o içimde asla büyüyemeyen ve asla bir yere kaybolmayan kız çocuğunu. O kız çocuğu nasıldı biliyor musunuz ? Şen şakrak, mutlu, umutlu, deli dolu, şımarık küçük kızımdı o benim. Bu hayatta kötü insanlar olsa da, o kötülerin kazanacağına inanmazdı mesela. (Çok yanılmış.) Bir gün herkesin yaşattığını yaşayacağına inanırdı. (Çok yanılmış.) Sırf bu yüzden etrafındaki herkesi mutlu etmeye programlanmıştı. Ne kadar mutlu ederse o kadar çok mutlu olacağına inanıyordu. (Ne yazık ki çok yanılmış.) Sevginin, aşkın asla bitmeyeceğine inanıyordu. (Çok yanılmış.) İnsanlar birbirini sevmeye devam edikçe tüm sorunların çorap söküğü gibi halledileceğine inanıyordu. (Çok yanılmış.) Yarasına denk gelen insanı bulduğuna ve bir daha yaralanmayacağına inanıyordu. (Çok yanılmış.) İnsan sevdi mi sevgisinin uzanabildiği yere kadar sever sanıyordu. Hem de babası bile kilometrelerce uzağındayken. (Çok yanılmış.) Sevginin bu dünyadaki en güçlü şey olacağına inanıyordu. Ve hiçbir şeyin bunu yıkamayacağına. (Çok yanılmış.) Umut etmekten, hayal kurmaktan hiç vazgeçmiyordu. Bir gün gerçekleşeceğine inanıyordu. (Şimdi tüm hayalleri umutları paramparça oldu.) En çokta ileride çok güzel bir anne olacağına inanıyordu. (Çok yanılmış.) Arkadaşlarıyla vakit geçirmekten inanılmaz zevk alırdı, ortamın deli dolusu şen şakrağı, hep aranan arkadaşıydı “Nerdeysen hemen gel” diye. (Şimdiyse bütün kuru kalabalıkların arasında yapayalnız kaldı.) Ben çok bir şey istemiyorum bu hayattan. Sadece bana eski beni versin. Ne yaptıysam olmadı. Gitmediğim kurs, kurmadığım arkadaşlık kalmadı. İşe girdim, çalıştım olmadı. İşten çıktım, sosyalleşeyim dedim olmadı. Günümü neredeyse 25 saate çıkarttım diyebilirim. Bütün zamanımı doldurdum olmadı. Hatta en son ne yaptım biliyor musunuz ? Liseden mezun olalı 3 sene olduktan sonra bir de üniversiteyi deneyeyim dedim ve sınava girdim kazandım. Fakat kör talihim mutlu olmama izin vermediği için korona yüzünden üniversiteye de gidemedim 😊 Son umudum buydu yani. Bakalım üniversiteler açılınca görücem işe yarayıp yaramadığını ? Umarım eski kız çocuğunu orda bulabilirim. Eğer bulmuş olursam bu yazıya tekrar gelicem. Son bir not: Ne kadar canın yanarsa yansın, ne kadar tükenmiş olursan ol, içinde kalan son çocuk yanının şarkı söylemesine müsaade ettiğin için, azıcıkta olsa güzel yarınlara umut ettiğin için teşekkür ederim. Unutma! YÜREĞİN ŞARKI SÖYLÜYORSA EĞER HAYAT SENİ MUTLAKA BİR GÜN DANSA KALDIRIR!...  
0 notes
belkidebirharfimben · 4 years
Text
Hadis inkârcılarının beyni kaç beygir?
İlk bakışta çelişkili gibi duran veriler bir ilmi/bilimdalını iptal eder mi? Bunu basit bir misal üzerinden azıcık sorgulamak istiyorum. Sözgelimi: Siz bir kanun keşfetmiş olun. Ne olsun o kanun? ‘Suyun kaynama kanunu’ olsun. Yaptığınız deneyler sonucu bana deyin ki kardeşlerim: “Ahmedcim, su yüz derecede kaynar, tecrübe edersen göreceksin.” Ben de “Vay, helal olsun, bu işi de matematiğe döktük!” dedikten sonra memleketime doğru uzanayım. Şöyle bir dağ başına çıkayım. Kösedağ bize yakındır. Orası olsun. Yakayım ateşimi. Koyayım suyumu. Salayım termometreyi de içine. Oh. Kaynasın da kaynasın. Oduna para mı veriyorum sanki?
Aaaaa! Fakat o da ne? Bizim dağ başında sizin kanunun başına bir haller gelmesin mi? Yani? Yani bizim dağda su tam yüz derecede kaynamaz. Ya? Herhalde doksanlarda falan kaynar. Bak sen. Eyvah. Hadi bakalım. Al başına belayı. Canım sıkılsın. Üfleneyim-püfleneyim. Sonra alayım çaydanlığımı Ağrı’nın başına boy vereyim. Bir de orada kısmetimi deneyeyim. Amaaaan! Of. Tüh. Ne oldu? İş iyice karıştı. Şimdi de su seksenlerde kaynamaya başladı. Bir hiddet termometreyi yere çalıp kırayım. Demliğimi de alıp karşınıza dikileyim. Diyeyim ki: “Lanet olsun içimdeki fizik sevgisine.” Hakkım olur mu? Zahmetime acımayın kardeşlerim. Olmaz. Aksine epeyce haltetmiş olurum.
İşte hadis inkârcıları da bu sıralar böylesi haltlar ediyorlar. Üstelik onlar benim gibi yedikleri haltın farkında da olmuyorlar. Sözgelimi: Hadis kaynaklarında abdestle ilgili iki farklı rivayeti buluyorlar. Bunları karşı karşıya koyuyorlar. Sonra diyorlar ki: "Bak, bak, bak. Birbirine uymayan iki ayrı rivayet. İkisinin de kaynakları sağlam. Birbirini tutmayan iki rivayete birden 'sahih' diyen bir ilim hiç tutarlı olabilir mi? Cık, cık, cık." Efendim, eşekliklerinin şeddesi göğe uzanan bu tipler çok basit bir ayrımı maalesef yapamıyorlar. Nedir o? 
'Hadis ilmi' ile 'fıkıh ilmi' aynı şey değildir. Açayım: Hadis ilmi, yukarıdaki misal üzerinden konuşursak, fıkıh ilmine kıyasla 'veri ilmi' gibidir. Yani fâkihlere üzerinde 'tefakkuh' faaliyeti yürütebilecekleri malzeme sunar. Bu malzemeyi sunarken taşıdığı haberlerin sıhhatiyle ilgili kıstasları vardır. Rivayetlerin evvelemirde 'birebir aynı olup olmamasıyla' değil 'sorunsuz bir şekilde ulaşıp ulaşmadığıyla' ilgilenir. Sonra onların hazırladığı bu malzemeyle fâkihler meşgul olurlar. Gündelik yaşamda uymamız gereken helalleri-haramları, sevapları-günahları, ibadetleri-masiyetleri tesbit ederler.
Şimdi, ben herhangi bir fizikçiye yukarıdaki verilerle gitsem, desem ki: "Ulan, ne ayaksınız siz? 'Su yüz derecede kaynar!' dediniz de yollara düştük. Kösedağ'da kaynattık doksanları gösterdi. Ağrı'da kaynattık seksenleri. Böyle tutarsızlık olur mu? İki başka rivayet birden aynı ilimden gelir mi? Batsın sizin fiziğiniz, kimyanız, biliminiz!" O zaman fizikçi kardeş cahilliğime acıyarak anlatır: "Tamam, veriler farklı, doğru. Fakat senin getirdiğin rivayetlerin hiçbiri yanlış değil. Sahiden de bizde şöyle, Kösedağ'da öyle, Ağrı'da da böyle olur. Netice değişir. Ancak bu verilerin birbirlerini tutmaması bir ilim/bilimdalını iptal etmeyi gerektirmez." Ya? "Onların aralarını barıştıracak çözümü bulmayı gerektirir. Ben de seninkini biliyorum. Senin demliğindeki suyun farklı derecelerde kaynamasının sebebi basınç farklılıklarıdır. Bu farklılıkların sebebi de çay demlediğin yerlerin yüksekliklerindeki değişkenliktir. Biz 'Su yüz derecede kaynar!' derken deniz seviyesini kastediyoruz. Seviye değişirse derece de değişir. Buhar daha az zahmetle özgürleşir." 
İşte, Allahu'l-a'lem, fıkhın hadis ilmine nisbeti de yukarıdaki gibidir kardeşlerim. Muhaddislerin zaptettiği veriler üzerinden tefakkuh faaliyetleri yürütülerek her rivayetin hangi şartlar için geçerli olduğu, tam ne söylediği, nüansı hangi sebebin sağladığı araştırılır. Bu tesbit faaliyetinin ardından ilmihalimiz şekillenmiş olur. Sözgelimi: Aleyhissalatuvesselamın bir keresinde abdest yerine teyemmümle namaz kıldığını bildiren hadis görülünce "Vay, bu nasıl ilim, bu ne tutarsızlık, namazdan önce hem abdest diyor hem teyemmüm diyor!" deyu eşeklik edilmez. Teyemmümün şartları ayrıdır. Abdestin şartları ayrıdır. O çelişkili sanılan rivayetlerin analiz edilmesiyle belki kırk tane yeni durum/hüküm bilgisi edinilir. Yani yukarıdaki basınç farklılığı gibi nice farklılıkların amellere etkisini öğrenilir. Tabii öğrenmek isteyene. Yoksa öküze ne! Ben de henüz aklını kaybetmemiş hadis inkârcıları varsa belki akıllarına başlarına alırlar diye demiş oldum. Cenab-ı Hak cümlemizi hidayetinin ışığından ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.
3 notes · View notes
Sahiden İyimi Geceler (-9-)
**-işin bitince haber ver o zaman dedi o saatten sonra geceki buluşmaya kadar kendimi hazırladım. işim hiç kolay değildi beni çok zorlayacağı belliydi dükkanı kapattım ve mesajı yazdım -ben hazırım.dükkandan sizi eve yürüme mesafesi kadar uzağım dedim -gelince tekrar hatırlat bana dedi naz yapacağı belliydi. evlerinin altına geldim. -bu mesaj aşşağıda olduğumu hatırlatma mesajıdır.yazdım gönderdim bana gönderdiği cevapta sadece -bekle yazıyordu kadının eline ipleri verirsen böyle olur tabi amk. bekledim.10 dakika geçti yok 20 dakika geçti yok deli gibi aşşağıda bekliyorum bir mesaj daha yazdım -başka bir zaman buluşma arzusundasınız galiba müsadenizle gidiyorum dedim -ben seni unutmuşum birazdan geliyorum dedi yine on dakika beklettikten sonra aşşağı geldi bir surat bir tavır sanki film artisti.makara yapacak benimle belli amk. onun o halini görünce en büyük uğraşım ciddi kalıp gülmemi önlemekti ama ne mümkün -hoş geldiniz hanfendi dedim elini kibar valeler gibi öpmeye yeltendim -hoş bulduk gerek yok dedi kendi kaleme gol atmış kadar göt oldum aşkın önünde -nereye gitmek istersiniz dedim -beni takip et dedi yürüdü gidiyor üç beş adım gerisinden bende yürümeye başladım.o adımlarını yavaşlattıkça bende yavaşlattım -yanımda yürüyerek takip et dedi bi devlete hükümdar yapsalar vay o milletin haline. ama madem onu zamanında üzdük.sonra gönlümüze yenildik ve tekrar beraber olmak istedik gönlümden ruhumdan iki oy çıktı ona bırakayım da biraz hükümdarlığını sürsün sonra dudaklarında bir isyan çıkarır tekrar hükümdar olurum mantığıyla biraz da piçliğine yanına koşup hemen yanında yürümeye devam ettim **iskeleye doğru yaklaştığımızda bizim yerimize gideceğini sandım ama daha ilerde bir yere yürüdü. bende yanında yürüdüm. geriye döndü ve bizim yerimize bakarak sonra da bana kısaca bakarak -yok henüz buraya oturmayı hak etmiyorsun dedi -sen otur ben ayakta bekleyeyim dedim -boynum ağrır sana bakacam diye dedi -zaten bana hiç bakmıyorsun ki dedim -evet haklısın gidelim dedi hakaten de hiç bakmıyor geriye yürüdük yere geldik o sorgusuz sualsiz kendi eviymiş gibi oturdu ben otursam mı oturmasam mı diye düşünürken otur bile demedi -evet buluşma isteğinin sebebi neydi dedi ben ayaktayken -ayrılığı hakedip haketmediğimizi tartışacaktık sanırım dedim -ayakta bekleyenler hep suçlulardır dedi o el ele tutuşma olayını tekrar konuşmaya dayanamayacak kadar bozulmaya meyilliydi sinirlerim. o yüzden hiç tartışma konusu yapmadım kimin suçlu olduğunu -buyrun kesin cezamı hakim hanım dedim -zamana danışmam lazım.erteliyorum celseyi oturabilirsin dedi gerçekten suçluymuşum gibi oturdum bana göre bir naz oyunuydu yapılanlar ama ebrunın bütün suçları benim üzerime atmaya çalışması kendi suçlarını tamamen sıfıra indirgeme uğraşı içinde olması içimdeki çocuğun oyun zevkinin amk.du bak kelebek diye cümle kurup arkasında geçmişi tekrarlaması en son istediğim şeydi / / **bir an pişman olur gibi oldum tekrar buluştuğumuza bir süre sessiz kaldık -konuşacaklarımız bittiyse ben gideyim dedim -bir daha yapmayacağım desem inanır mısın bana dedi -zamana danışırım dedim -ikimizin de zamana mı ihtiyacı var yani dedi -galiba dedim ne hayallerle gelmiştim ama muhabbet iki sevgilinin birbirinden zaman isteme gibi siktirboktan bir muhabbete dönmüştü -bu zamanı benimle mi bensiz mi geçirmek istersin dedi -sensizlik bölümünü biliyorum.seninle olursayı örneklendir dedim -en azından böyle görüşürüz dedi -ikramiyesi de olur mu böyle görüşmelerin dedim(öpüşme sarılma el ele tutuşma) -kalbime kalbime gelirse ziyaretlerin ikramda kusur etmem dedi -bırak şimdi sadede gelelim.arkadaşmıyız sevgili mi dedim -sen hangisini istersin dedi -eski ebruyu dedim.içimde kalmışlıkla -ben hiç değişmedim kelebek hep aynıydım dedi -o zaman arkadaş bile olmayalım ebru dedim -neden dedi -üstü üste söylüyorum iyi dinle dedim ben hayatındayken kim olursa olsun başka erkekle benim olmadığım bir yere ne amaçla olursa olsun gidersen hangi duyguyla dans edip elini tutmanın bir daha bana açıklamasını yapma şansı bile vermem haberin olsun dedim -çok büyütüyorsun bunu arkadaşım o benim dedi -seni kalbimde büyüttüğüm kadar bu olayı da büyütürsem cinayet sebebim olur. ya sana kalbimin çapını küçülteyim yada sen başka erkeklere adımlarını küçült dedim / / **-hiç mi erkek arkadaşım olmasın dedi -benim de kız arkadaşlarım olsun.bende onlarla senin yaptığını yapayım sonra tekrar sor soruyu dedim -ama niyet önemli dedi -namaz kılanların cehennem korkusuyla mı cennet umuduyla mı kıldığını allah bilir ebru. benim tek kıblem senken sen başka yerlere dönersen aşkın cennetinden uzak cehennemlerinde yakarsın beni dedim -tamam haklısın dedi -bir daha bu konuda haklı olmak istemiyorum.dedim -tamam denerim dedi -seni zorla çağırmadım.zorla kendime aşık etmedim. ki bu son yaptığın zaten aşık olmana ters bir durum bana göre. gitmek istiyorsan değişemeyeceğine inanıyorsan durma ama ben bir daha aynı sebebden dolayı gidersem beni de durdurmaya çalışma dedim beyler içimi döktüm mü döktüm rahatladım mı evet gerisini ona bıraktım kendiyle yüzleşsin amk. yine tamam söz gibi şeyler mırıldandı ve yanıma biraz daha yaklaştı tamam artislik yaptık kıza ama seviyorum da amk -ebru bana bu konuda söz verme. yapmak istersen yine yap ama bana önceden haber ver. sevgilim değilken yapmış olursun dedim -tamam hakim bey siz bütün dosyaları kapatmışsınız dedi -evet kapattım.kararımı da verdim.şartlı tahliyesin gönlümde dedim tahliye sevincini bir sarılmayla kutlamak istedi birikmiş sinirim geçmediği için gönülsüz izin verdim sarılmasına -sen beni kendi yerine koy.beni öyle gördüğünü düşün ondan sonra ver temyize ver.dedim / / **-kendimi tek koymak istediğim yer yanın.çok seviyorum seni.dedi -benim de sevmeye devam etmeme yardımcı ol dedim sinsice sırıtarak dudaklarıma yaklaştı sonra küçük bir öpücük kondurdu -böyle mi dedi -bu taktik hiç aklıma gelmemişti dedim yine öptü. özlediğim öpmeler olduğu için bende yenilgiyi kabul ederek kendi sahasında top çevirmesine izin verdim bir süre öptükten sonra -evde yaptıklarımdan çok utandım kusura bakma dedi(soyunması) -istediğimi sandığın şeyi almaya çalışsaydım bana mani olacakmıydın dedim -sana daha çok kızardım galiba ama sözümde durabilme şansımın devam ettiğine seviniyorum dedi ben bir şey demeden -gördüklerini unutabilir misin dedi -hiç sanmıyorum dedim pis pis sırıtarak -terbiyesizlik yapma dedi -soyunan sensin terbiyesiz olan neden benim dedim -pişmanım ama dedi -ben göreceğimi gördüm.sözünü 5 gözle beklemeye başladım dedim -4 gözle denir ona ama dedi.biraz düşündü -çok pissin yaaa diye ekledi yine bir hafif şamar yedik. yüzündeki utancını göhsümde saklamaya çalıştı -utanma aşkının sanatı değil miyim.sanat için soyundun varsay dedim.yine gülerek -kapat konuyu lütfen dedi -inşallah bir daha ayrılmak gerekmez gördüklerimi tekrar görmek için dedim ağzımı kapattı.sonra ağzımı kapatmak için ellerinden dudaklarına geçiş yaptı. gecenin geri kalan kısmında daha fazla da konuşturmadı zaten sonra eve bıraktım.yolda türlü muziplikler yaparak uzunca bir sarılma ile veda edip yarının ne getireceğini beklemeye başladık tekrar başlayan aşkımızla / / **ertesi gün oldu ilk mesaj -tekrar sevgilin olarak uyanmak çok güzel yazıyordu bende tekrar salıvermeye karar verdim kendimi aşkın kollarına iki günlük dünya amk. seviyorum işte kız da beni seviyor en azından seviyormuş gibi görünüyor içimde kalan şüpheleri bir kenara koymaya karar verip yalnızlık odamdan çıkıp aşkın havasına bıraktım kendi bedenimi çok ıslatırsa bir dahaki aşklara önyargı verirdi en azından kim aşk donunun altında kaç cm beklediğini bilebilir ki kaderde varsa zaten girecek olan cm.ler girer her türlü -günaydın ebrum dedim -kahvaltı yapalım mı beraber dedi -sen mi hazırlayacaksın dedim -annemler evde ama gel istersen dedi -boşver sizin evi dükkana gel ben hazırlayım sana dedim -sen mi hazırlayacaksın dedi dükkanda ne hazırlanır amk.menemen mi yapacam sanki -evet ben hazırlayacağım dedim o geliyorum deyince ne hazırlayacam lan şimdi derdine düştüm hergün simit poğaça bir yere kadar amk. hem yemeyi özlediğimden hemde ebrunun tepkisini merak ettiğimden gittim karpuz beyaz peynir aldım. o gelinceye kadar herşeyi hazırlamıştım hiç yadırgamadı bu ne diye sormadı bile. zaten öyle zengin triplerinde olan bir kız da değildi olsa benim gibi birisiyle ne işi olurdu ki?? çayları da söyledim kahvaltı yaparken dahiyane bir fikri olduğunu söyledi -nedir dedim -tatile gidelim dedi -millet alanyaya geliyor tatil için biz başka yere mi gidelim. hayatında hiç tatile gitmemiş ben -biraz uzaklaşmış oluruz dedi -annen baban dedim?? -henüz konuşmadım onlarla dedi -izin vereceklerini sanmıyorum dedim -en azından bir deneyeyim dedi -ebru çalışıyorum nasıl gideyim tatile dedim -sezon sonuna doğru gideriz o zaman,bir kaç gün izin alırsın ne olacak dedi aslında gitmek istiyordum hemde çok. bir kaç gün sadece ebruyla olmak o ankaraya gitmeden önce çok iyi gelebilirdi ama babasının izin vereceğini sanmıyordum tatile gitmek de öyle kolay değil para lazım ebruya herşeyi ödetmek olmazdı ben ödesem kış uykusunda yağı tükenmiş ayılar gibi aç aç gezecektim kışın -tamam bakarız dedim // // **günler geçerken ebru her konuşmasında nereye gideriz ne yaparız gibi sürekli tatil fantazisinden bahsediyordu gerçekten çok gitmeyi istediği her halinden belliydi ben bir süre onun hayellerine ortak olsamda bir süre sonra sıkıcı gelmeye başlamıştı bu durumdan kurtulmak için makaraya sardım onun muhabbetini ama benim böyle davranmam tatile gitmek istemediğim olarak algılandı onun tarafından buna da bir çözüm olarak tekrar hayallerine ortak oldum bu sırada ceyhunda alanya magazininde yerini almıştı artık cesurca yeni sevgilisi ile dolaşıyordu piyasada ben bu durumdan hiç bahsetmedim ebruya onun bu konuda ne düşündüğü ve olayı bana nasıl anlatacağı çok merak ettiğim bir şeydi onun gözüyle ceyhunun başka bir kızla çıkması?? bir buluşmamızda ebru -sana bir iyi bir kötü haberim var dedi -birini seçerek başla bakalım dedim -ceyhunun yeni bir kız arkadaşı varmış dedi -iyi haber nedir dedim.laf karmaşasına sokarak ebruyu -iyi haber buydu canım dedi samimi bir mutluluk vardı yüzünde unutmuşmuydu bunca zaman sonra ceyhunu daha doğrusu ben unutturabilmiş miydim?? -diğer habere geçelim dedim -babamla kavga ettik dedi -sebebini biliyorum galiba dedim -evet izin vermedi dedi -ben olsam bende vermezdim kızma adama dedim -zaten sende istemiyorsun gitmeyi diye tavır yapıp gitti // // **bir kaç mesajla ikna ettim. ama kafasına koymuştu bir kere tatili -o zaman habersiz gideriz dedi habersiz nereye gidiyorsun amk. ya başımıza birşey gelirse nasıl açıklayacağız kendi riskimi alırım ama ebrununkini alamazdım -sezon sonu gelsin bir çaresine bakarız ebru diye ateşin üstüne kül bastım biraz ebru babasına rest çekmiş gözüküyordu ama buluşmalarımızda eve daha erken gitme telaşı içinde olması gücün hala babada olduğunun da göstergesiydi işin daha kötü yanı eskiden arasıra dükkana uğrayıp çay içen babası dükkana da gelmez oldu çok büyük bir ihtimalle benim ebruyu tatile zorladığımı düşünüyordu sonuçta o da bir erkekti ve bir kadınla erkeğin tatile baş başa gidince aynı odada kalacaklarını ve bunun da babası tarafından en azından bilmek istemediği sonuçlar doğuracağını babası da biliyordu geçen süre zarfı içinde elif beni hiç siklemiyordu harbiden hiç siklemiyordu bunun altında yatan nedeni öğrenmek geç oldu ama sonunda buldum artık yörüngesinde başka bir erkek vardı elif gibi bir kızın öyle bir erkeği tavlaması hiç de zor birşey değildi zira lavuk bana göre elif klasmanında top koşturacak birisi değildi ancak dostluk maçı yapabilirdi ikisi kıskandığımdan mı söylüyorum hayır benden sonra alt lige düşmesi üzücü bende bu arada iki dersten kalarak ikici sınıfa geçtim ebru bunu bir başarı olarak bile gördü hiç ders çalışmadığım için o varken ebru bu arada uzattıkça uzatmış tatil olayını her konuşmasında bu durumdan bahsetmiş ailesine vay beni göndermiyorsunuz vay ben şu yaşıma geldim bakmış babası olacak gibi değil hep beraber gitmek kaydıyla kabul etmiş ebru muhtemelen ayakkabılarını hiç yıpratmadan geldi dükkana uçarak direk boynuma sarıldı -gidiyoruz bir yer seç dedi // // **tabi ben annesi babası ve kardeşinin de geleceğini bilmiyordum -ıssız bir ada sen ve ben aşkımızın 3 seçeneği olsun dedim -mifafirler de olacak dedi -kimler dedim -ailemde bizimle geliyor ancak böyle izin alabildim dedi bu durumda gitmek mantıksızdı alanyada kalsak daha çok başbaşa olabilirdik ama ebru bu duruma sevidiği için onun da şevkini kırmamak adına birşey söylemedim ama nasıl olacaktı nereye gidecektik kim kiminle hangi odada kalacaktı tüm bu sorulara cevabların akşam yemeğinde konuşulacağını ebrunun -akşam seni yemeğe çağırıyorlar demesiyle öğrendim çok soğuk geçeceğini tahmin ettiğim akşam yemeği annesinin çok sıcak karşılaması ile içimi ılıtsada babasının hiç yerinden kalkmadan tv izlemeye devam etmesi eksilere indirdi yine beni hoşgeldin bile demedi ebrunun yüzünden bana kızmıştı çok büyük olasılıkla zamanım da kısıtlı olduğu ve dükkana dönmek zorunda olduğum için biraz geç gitmiştim bilerek yemek hazır bekliyoruz mesajına kadar bu durumda içeri girdiğim için yemek de hazırdı direk masaya davet etti annesi oturdum tabaklar doldurulmuş olmasına rağmen babası yine de gelmemişti annesinin tekrar daveti ile masaya geldi daha önce hiç görmediğim soğuk suratıyla -hoşgeldin dedi ebrunun babası hoşbulamadık ama -hoşbulduk dedim aç olmadığı konuşmasından belli oldu -tatilinize bizde katılacağız müsade edersen dedi.ima çok fazlaydı.kızarmam kaçınılmaz oldu.suçsuz yere asılmakdı bu amk. birisinin çıkıp hayır o suçlu değil demesini bekliyordum -evet çok güzel olacak diye yumuşattı ortamı birazcık annesi -tatil için nereye gitmeyi düşünüyorsun dedi düşünüyorsunuz demediği için tek kaldım yine sorudaki suçlu -bilmiyorum diyebildim sadece -tatile karar verdiğine göre nereye gideceğine de karar vermişsindir diye düşünmüştüm dedi sikerim seni de tatilini de kızınıda deme aşamasına gelmiştim ki telefon çaldı. baktım patron arıyor. telefonu açtım o birşey demeden geliyorum hemen dedim -müsadenizle gitmem lazım.size iyi tatiller dedim.masadan kalkarken ebrunun beni korumuyor olması bunun üstüne babasının bana yüklendiğinin farkına varamaması beni yeterince sinirlendirmişti her zaman ki kapıya kadar beni takip etti suratımdan anladı yanlış birşeyler olduğunu -konuşsaydık öyle gitseydin dedi -baban yeterince konuştu.bende yeterince susmak zorunda kaldım.iyi tatiller size dedim -ne demek iyi tatiller sen gelmiyor musun dedim -sen babanı dinlemiyordun galiba. benim fikrimmiş gibi bi bana sövmediği kaldı. istemiyor işte adam gelmemi dedim -ne demek istemiyor yaa dedi gitti içeri bende çıkacak olası bir aile kavgasından kaçmak için durmadan dükkana gittim radyo haberlerinden maçın skorunu öğrenmeyi beklemek gibi ebrudan mesaj bekledim ne oldu diye // // *ben skoru beklerken telefondan canlı yayın dibime kadar geldi ebru dükkanı kapatma saatlerinde geldi merhaba nasılsın iyimisin sorularına temkinli cevaplar verdim moralimin babasının bana olan tavrından dolayı bozuk olduğunu ima etmeye çalıştım -bende gitmiyorum dedi -daha iyi gitmeyelim zaten yanlış anlaşıldığımız yeter dedim -evet haklısın dedi ebrunun bu tavrı babasına olan sinirimi biraz yatıştırmıştı bir kaç muhabbetten sonra ebru yine lafı tatile getirerek -gelecek sene gideriz dedi -tamam söz gideriz dedim -nereye gitmek isterdin ciddi cevap ver ama dedi -hiç düşünmedim aslında dedim -bi kaç seçenek sunayım mı dedi -sun bakalım dedim -bodrum,marmaris,kuşadası, o sayarken.ben en çok antalya kaşı görmek istiyorum dedim -duymuştum ama hiç gitmedim dedi sonra birden konuyu değiştirdi, başka başka konuşmaya başladık işler nasıl. annen ne yapıyor kardeşine bişey yaptılar mı yine hiç alakasız konu değiştirmesinin sebebini iki gün sonra anladım ebru cevabını almıştı babasına olayın iç yüzünü iyice anlatıp benim nereye gitmek istediğimi öğrenip işin gerisini babasına bırakmıştı ebruya o gün ısrarla dükkana gelmesini istememe rağmen gelmeyişi beni üzerken babası çıktı geldi adam bana sayıp sövecek neden kızımı ayartıyorsun tatil için diye düşünürken -ebru herşeyi anlattı yanlış anlaşılma olmuş kusura bakma dedi evet amk.yaa yanlış anladın amk.şöyle kendine gel nerde bizim eski müstakbel kayın peder -izin alabilecek misin??dedi -ne için dedim -tatil için dedi -ne tatili dedim -bizimle gelmiyor musun dedi -nereye dedim -kaş a dedi o an çaktım ebrunun durumunu.ve dükkana gelmeme sebebini -yerleri ayırttım dedi ama ayrıntıya girmedi. kim kiminle kalacak ne zaman gideceğiz muammaydı yazlardır çalışıyorum.bi tatil görmemişim bu tatil abazalığına bir şans doğmuştu -benim fikrim değildi gerçekten dedim -bilmiyordum sonra öğrendim dedi vay amk.herife sarılıp öpesim geldi -bi konuşayım patronla dedim -ebrudan öğrenirsin ayrıntıları tekrar ona haber verirsin dedi -tamam teşekkürler dedim -buraya kadar gelmişken bir tavla atalım iki çay söyle dedi çayları söyleyip 5 0 da tavlayı kaybederek uğurladım bey amcayı. **hemen patronun yakasına yapıştım bana izin ver böyle böyle böyle dedim -kim duracak dükkanda dedi iki üç gün dur amk. idare edersin abi dedim -olm ben ingilizce bilmiyorum ki çok fazla nasıl idare edeyim,sonra gidersin dedi -ben ona da çözüm buldum sen kafanı yorma dedim -ne çözümü dedi -bütün malların üzerine fiyat etiketi yapıştıracağım o fiyatı göster daha da konuşma alan alır zaten dedim yine yokuşa sürdü işi olmaz diye forvetteki ısrar taktiğimi değiştirip kontrollü futbola dönerek -iyi sen nasıl istersen öyle olsun.gitmeyivereyim dedim zaten daha da 3 hafta vardı tatil gününe daha sonra ebru ile mesajlaşma trafiğini buluşmalarımızla park ederek geç kaldığı için babası tarafından park cezaları derken tatil zamanı da yaklaşıyordu patron kontrollu futbolu benimsemiş olacak ki hiç bir şekilde acıyıp tamam ulan git ne olacak amk.demedi durum maçın sıfır s��fır biteceğini gösteriyordu ama beraberlik benim için tatil kupasına yetmiyordu mutlaka gol bulmam lazımdı son günlerde presi arttırdıkça arttırdım baktım patron savunmada hata yapmıyor çirkefe vurdum işi attım kendimi ceza sahası içinde -ben işi bırakmaya karar verdim abi dedim -niye lan dedi konuşmayınca anladı.tatil mevzusunda takıldığımı işten çıksam nereye gidecektim önümüz kış kim iş verir amk.alanyada -sen bilirsin dedi hassiktir bırak gol atmayı üstüne bir de kırmızı kart gördük -yarın gel hesabı görelim.o zaman dedi -kolay gelsin sana dedim gittim. **iki gün kalmıştı tatile muhabbete gölge düşmesin diye ebruya işten çıkma olayını anlatmadım nasıl olsa öğrenecekti ama en azından tatilden sonra -tamam izin aldım dedim.akşamki buluşmamızda çok sevindi. -ama kurallarım var dedim -nedir dedi -tatildeyken ailen bizim yanımızdayken fazla samimi olmak yok. hem ben rahatsız oluyorum hemde onların fazla samimiyetten dolayı rahatsız olacağını düşünüyorum dedim -seninle yalnız kalınca samimileşirim o zaman dedi -şu samimiyeti bir fiili örnekle bakayım dedim iki kolunu omzuma attı dünyada hiç birşey umrunda değilmiş gibi kendini tamamen bana bırakarak öptü -nasıl dedi -bir kaç örnek daha alayım dedim -örnek alırsın ama şifreyi zamanı gelince çözebilirsin ancak dedi mesajımı tekrar aldım.aynı örneği kullanmaya devam ederek öpüşmeye devam ettik ertesi gün dükkana gidip patronla hesabı kesecektim bir gittim ki.vay amk yerime eleman bulmuş bile. böyle olmasını istemezdim gibi patron eski eleman geyikleri yaptı hesabı kestik aldığım paraların bir kısmını yanıma alıp bir kısmını da çok zor geçeceği şimdiden belli olan kış için bankaya attım götüme başıma şort mort alıp tatil hazırlıklarını tamamladım gün geldi bindik arabaya 6 saat süren yolculuk sonucu antalya kaş a vardık ebru dediklerimi yapıyor sadece gizli sırnaşmalar yapıyordu daha heyecanlı olduğu bir gerçekti ama yakalanma korkusu sizin oynadığınız risk budur şuku avlarından daha riskliydi antalya kaş a gitmeyenler için söylüyorum mükkemmel bir yer aile bireyleri tarafından da onay gördü bu mükemmeliyet gideceğimiz oteli bir kaç kişiye sorarak bulduk otel recepsiyonuna geldiğimizde mükemmel bir matemetik sorusuyla karşı karşıya kaldım kaç oda tutuldu??kim kiminle nasıl kalacak?? **en mantıklı cevabı babası bulmuştu zaten rezervasyon yaparken ben ebrunun erkek kardeşi ile diğerleri de başka bir odada sevinmedim desem yalan olur gerçi ebrunun kardeşi tam bir artist zengin piçiydi o sıralar kimseyi beğenmez.elinden telefon düşmez.adibas nayk takıntılı tam bir zengin piçi ama beni de ne sevdiğini belli eden nede nefretle bakan bir kayınçocuk işte bu şekilde bir yerleşim planının altında yatan sebeb olsa olsa ebrunun kardeşini ikimizin birlikte yatma ihtimaline gardiyanlık terfisi olabilirdi otele yerleştikten sonra hep beraber çarşıya gittik aç karınlararımızı doyurmaya gittiğimiz bir restoranda limana nazır balık yedikten sonra ebrunun babası garsonla muhabbete başladı nereye gidilir ne yapılır garsonda bildiklerini anlatırken bilmek istediği başka bir şey sordu ben sanane amk.demek isterdim ama sordu işte -gençler nişanlı mı evli mi dedi?? yaz yağmuru yağdırdı masaya ben ıslammışlıkla buhar oldum sinirden ebru aradaki mesafeyi biraz daha açtı ikimizle olan babası ne diyeceğini düşünürken annesi de onun ağzına bakarken piço cevabı verdi -sevgililer abi bişey yok daha -hayırlısı dedi garson.yaşlı arabulucu teyzeler gibi. babası hesabı istedi.ödedikten sonra kalktık. bir daha oraya gitmeyeğimiz kesin gibiydi.çenesini biblediğim yüzünden zaten tek çarşısı olan 30 dakikada heryerini dolaşabileceğiniz çarşısını da gezdikten sonra otele döndük havuz başında bir kaç şey daha içtikten sonra odalara çıktık hep beraber ebruların kaldığı odaya gidip balkon muhabbetine başladık beraber birşeyler yapıyor olmak bizi daha da yakınlaştırıyor gibiydi ailesiyle dikkat etmeye çalıştıkları şeylerden yavaş yavaş vazgeçmeye başlıyorlar konuşurken daha samimi konuşuyor ve beni de kabullenmişe benziyorlardı ben anne ve babası ile olan ikili ilişkiler üzerinde çalışmalar yaparken ebru da bize katılıp sıkça benden bahsediyordu onlara ailesinin sorduğu sorulara dürüst ama düşünme payı bırakan cevaplar verince muhabbet daha da uzuyor sordukça sorasıları geliyordu ben onların sorgusundan kurtulmak için onlara uzun cevaplar vermesi gereken sorular sorarak kendime de hem düşünme hemde üzerimdeki ilgiyi azaltmaya çalışıyordum kısacası daha çok sevdiler beni yatma vakti yaklaştı herkesin odasına gitmesi gerekirken bana ben biraz daha kalayım burda sonra gelirim dedi annesi geç kalma diyerek babasını da alıp gitti. odada ben ebru ve kardeşi kaldık özel olduğu gerekçesiyle izin istedi kardeşinden ebru odada yalnız kaldık // 18.05.11.aksam 5 partları // **ama etrafda fazlasıyla baskı hissettirecek her an içeri girebilitesi olan diğer aile bireyleri vardı zaten öyle bir ortamda işin bokunu çıkarmak da yanlış olurdu ebru her ne kadar çişi erken edip direk öpmeye çalışsa bende bundan oldukçanın abartılısı bir şekilde haz alsamda birinin onu durdurması gerekiyordu sarıldıkça sarılıyor öptükçe öpüyor sınır tanımaz haldeydi pek de kolay olmayan bu işi ani bir el freniyle -bu gece olmaz ebru dedim sanki karı olan benim amk. -neden dedi -adet dönemindeyim dedim onun gülme krizinden faydalanarak kendimi ondan araladım ki ani açılacak bir kapıya karşı tedbirli olayım romantizmin anasını sikmiş olan ben ondan sonraki öpüşme çalışmalarında aynı şehvetin bir daha tekrarlanmamasına sebeb oldum o gece sonra ailenin güvenini kazanmak adına ve bu gece erken gidersen yarın ki meraklarının bugüne oranla daha az olacağına ikna ederek uğurladım ebrunun kardeşi ile gereksiz bir geyiğe girdik esir aldı lavuk beni sordukça sordu anlattıkça anlattım konu aşk meselesiydi ona fikirlerimi sundum konuşmanın sonlarına doğru bana göre içinde çok derin manalar taşıyan -abla mı nasıl kendine aşık ettiğini anladım dedi -hadi yaa kaç para verdiğini de söyledi mi dedim. gülerek sanki beni parayla satın almış gibi -evet evet daha iyi anlıyorum dedi -iyi geceler sana dedim yattık ertesi gün sanki işe gidiyormuşum gibi erkenden kaldırıldım amk. öyle tatilin benim bildiğim tatil sünger gibi içersin deli gibi alışveriş yaparsın sığır gibi de yatarsın en azından ben öyle gördüm çoğu turistten vay efendim neymiş hep beraber kahvaltı yapılacakmış ebru tarafından kaldırılmak işin iyi tarafı olunca baktım etrafta kimse yok ortam naz yapmaya müsait okula gitmesi gereken ama gece süper mario oynamaktan uyuyamamış ilkokullu gibi kaldırdıkça tamam deyip tekrar yattım **ebru fırlamalık peşinde olduğumu farkedince tamam bende yanına yatarım artık babam kaldırır bizi dedi yanıma yatması başka birşeyimi kaldırmak için yeterliydi ama babası tarafından o halde yakalanma ihtimali herşeyimi söndürebilirdi tehdite kalkarak cevap verdim ortamın hala ikimizden ibaret olmasından faydalanarak bir öpücükle lavaboya geçtim daha sonra beni hazır kıta aşşağıda bekleyen familyanın yanına indim -evet ne yapıyoruz dedim amerikan filmlerini hala yaşayan ebrunun kardeşi -plan tamam dostum bizi takip et dedi komikti lan piç çarşıya yürüyerek gittikten sonra bir yerde kahvaltı yaptık saat 10 a kadar oturduktan sonra en yüksek trajlı yapılması gereken tatil aktivitesi olarak boat tura çıktık kaş'ın koyları yarım adaları etrafında turlarken mola verilen yerlerde yüzüp yemek yedik epey hoş geçtiğini sandığım tekne turundan sonra otele tekrar gelip herkes dinlemeye çekildi odasında ya ebru yorulmamıştı yada benimle olma isteği ağır basmıştı ki bizim odadaydı halden anlamaz piço bizi yalnız bırakmasada ebru o yokmuş gibi davranıyordu zaten ben kendimi koltuğa ebruda bana bıraktı piç gardiyan görevini yeterince yerine getiriyordu akşama kadar yarı mayışmışlıkla ebrunun sorduğu bir kaç soruya cevap verdim ne kadar mutlu olduğunu onun ağzından dinledim akşam yemeği için bayanlar süslenirken biz kaprimsi şortlarımız ve üzerimize bulduğumuz ve en temiz olduğunu düşündüğümüz t shirtleri giydikten sonra otel barına inip birer içki devirdik erkekler olarak onları bekleme merasimi kadın erkek eşitsizliğini bir kez daha göz önüne serdi. koyunlar gibi onlarca dakika barda suladık kendimizi içkilerle tekrar bir restorana gidip yemek yeme faslını bitirdikten sonra meydandaki dondurmacıdan dondurma yiyerek otele döndük ebrunun tekrar bizim odada birazcık daha kalma isteği reddedilmedi aynı mevzuların ötesine gidemeyerek gardiyandan dolayı ertesi güna başladık ismini hala hatırladığım akça germe plajına gittik. serilip güneşlenme denize girip vücudu tuzlu suya bandırma suyun altında nefesleri tutma , şakrabanlıkdan ileri gelen boğulma numaralı derken yanmış burnum birbirinden faklı tenlere sahip belim ile belaltımla beraber öğle yemeği için akça germeye gelmeden önceki bir kamping alanına gittik **peder efendi çok marifetli olduğunu söyleyip etleri kendi pişirmek istediğini söyledi salata ve yan sanayi mezelerini camping personeline yaptırdı etleri attı sonra telefon geldi o sıcakta bütün pişirme olayı benim başıma patladı allahtan bir zeytin ağacı gölgesindeydik ben kömürü yelledim ebru beni yelledi götüm sıcaktan yellenirken artık ne konuştuysa amk. etler pişinceye kadar kapatmadı telefonu işin başa düştüğü et pişirme olayı etlerin afiyetle mideye düşmesinden sonra yüzmeye güneşlenmeye devam edildi yine odaya çekilme olayından sonra ebruyla birlikte uzanıp kalktığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu piço anne ve baba ortada yoktu biraz odada onları bekleyip aşşağı indik hani ordalardır diye baktık oturmuşlar hep beraber içiyorlar bizde oturduk -biz yemeğimizi yedik.siz de gidin bir yere istersniz beraber dedi. babası aslında pek yediklerini sanmıyordum ama bizi yalnız bırakmaya çalışma jestleri hoşuna gitmişti ebrunun -hemen gidelim çok acıktım dedi ebru onların yanından ayrılıp ebrunun nereye gidelim sorusuyla karşılaşınca -boşver yemeği odaya gidelim kapıyı kilitleyeyim yatalım dedim -ben zaten pek aç değilim galiba dedi. ciddiye alarak ama aslında espriye takviye yaparak bir yer bulduk romantik ortamı (kendimi çok fazlasıyla aşarak ve hiç espri yapmayıp üzerine iltifatlar yaparak) bozmadım yemek üstü içkileri de içtikten sonra liman boyu yürüyüşümüzü yapıp götümünüzün beğendiği bir bank a oturup sevgili olmanın tadını çıkardık başımıza birşey gelmiş süsü vermemek ve onları telaşlandırmayacak bir saatte geri döndüğümüzde herkesin yatmış olduğunu gördük ebru ilk önce kendi odasına gidip daha sonra benim yanıma geldi bir süre beraber yattık dokunmadan öpüşmeden konuşmadan bu aslında tatilin bitme sinyallerinin ve yakında ayrılacak oluşumuzun tiyatrosuydu birbirimizi o kadar yakından severken hiç dokunamamak öpüşememek sarılamamak. ** bir süre öyle kaldıktan sonra -sana birşey sorabilirmiyim dedim yüzünü bana dönerek sadece gülümsedi sor aşkım dercesine -şimdi ben sana dokunmuyorum ya hani. sen beni gay filan sanmıyorsun dimi dedim sarıldı bana bir kaç tane öptü vücudunun ağırlığını üzerime bırakıp birşey hissedince verdi cevabı -öyle sanmama izin vermiyor dedi. kastettiği şeyde belliydi yine aynı utançla yüzümü boynuna sarılıp gizledim geceyi de tamamladıktan sonra son gün kahvaltı küçük çakıl plajı derken tatil bitti dönüş yolculuğunu da tamamlayıp tekrar alanyaya geldik teşekkürleşme ve güzel bir tatil olduğuna kanaat getirmeden sonra eve gittim sabah kalktım ama gidecek yer yok amk. artık işsiz güçsüz birisiyim ebrudan - bugün işe gittin mi dükkana geliyorum mesajını alınca gerçekleri açıklama zamanı ona da geldi buluşma yeri belirleyip üç beş konuştuktan sonra durumu anlattım -benim için işten mi çıktın dedi -sen benim için babanla kavga ettin dedim -ama şimdi ne yapacaksın dedi -bir iş bulurum sen merak etme.hem sen ankaraya gidinceye kadar beraber oluruz dedim buruk sevinçler yaşadı o sene dünya kupasında finalini haketmemize rağmen 3.olmaya sevinmek gibi **çarşıda iş peşinde koştum gündüzleri ama sezon sonu olması nedeni ile bulamadım ebru bir iki defa babamın yanında çalış desede karşı çıkınca sormayı bıraktı babasına işte çıktığımı iş buluncaya kadar söylememesi konusunda da söz aldım ebru ankaraya dönünceye kadar iş bulmadım aslında bulamadım para miktarının gün geçtikçe azalıyor olduğunu görmek depresyona sokuyor gibi olsada bir aylık bir iş buldum okulu için üniversiteye giden birisinin yerine all exclusive bir otelde garsonluk garsonluk tecrübem çok fazla yoktu aslında barmendim ama iş iştir diye kabul ettim ektra bir şey bilip shato brian servisi yapmana gerek yok çünkü aşçı başı ne pişirse millet onu yiyordu tezgahtarlıktan kalma ve daha önce barmenken alakart bir otelde çalışmamdan dolayı müşterilerle konuşma isteğime ciddi bir şekilde karşı çıkılarak uyarı yapıldı neymiş müşteri ile konuşursam benden yüz bulup daha fazla içermiş herşey beleş olduğu için mal gibi dolaşıp ne isterlerse onu getir boşlarını topla kenarda dur yapılacak iş buydu amk. öyle işin bana çok tersti ama çaresiz bir ay katlandım ama çalışma saatlerinde bırak ebruya mesaj atmayı telefonu nereye koyduğumu bile unutuyordum iş çıkışı birikmiş mesajları cevaplayıp tekrar mesajlaşmaya devam ediyorduk zaten iş yerinde çalışanların hepsi mal dı bana göre. sikimtonik bir çalışma stili birbirinden nefret edercesine çalışan mesai arkadaşları lüksün boku çıkmış salonda duyulan ses sadece mısınız müsünüz kibarlıktan kırılacak amk millet biri kola istiyor sokayım kolana diyesim geliyor o derece sinir verici bir de gündüzleri toplantı yapıyorlar ki hiç sorma benim çalışma sürem bittikten sonra yine boşta kaldım ebru artık dayanamadığını söylemeye başladı bensizliğe elimden gelebilecek en iyi şey ankaraya gitmekti kalacak yerimde yoktu ebru da yurtta kalıyordu -yarın sabah ankarada olacağım mesajıma tepkisi -gelmek zorunda değilsin kelebek di ama ben yine de gittim -tahmin ettiğimden daha dertli bir karşılama oldu gözyaşı vardı ebruda gün boyu da üzgündü sebebini sormaya korkacak kadar çok seviyordum ayrılmak istiyor musun diye sorsam evet der ve zaten nereye gideceği ne yapacağı belli olmayan ben i hepten şaşkına çevirir diye hep alttan aldım düzelecek az kaldı dayan sabret ne varsa teselli namına yapılacak yaptım henüz iki ay onsuzken bu derece bunalımda olması geleceğe numaralı gözlerle bakmama sebeb oldu. artık iyice uzağı göremez olmuştum **o soğuk ankara kışında kardelen sevinci bile yaşatamadım ebruya. geleceğe çok karamsar bakmaya başlayan ebru götümden yediğim soğuğu kalbimden getiriyordu vedamızı ısıtan tek şey bir kaç damla ılık gözyaşı oldu otobüs yolunda kadere isyan hakkına sahib olmama rağmen hayırlısı olsun dedim hep alanyaya tekrar döndüm bir süre sonra mesaj sayısında azalma aramalarında tamamen bitme sevgi sözcüklerinde ise gevşemeler başladı ana tema hep ayrılığa dayanamamaktı babası da işten çıktığımı farketmiş beni telefonla arayıp görüşmek istediğini söylemişti bir kaç gün köye gitmem lazım dönünce görüşelim diye kendime zaman yarattım köye gittiğimi sandığı süre zarfında iş aramaya devam ettim ama nafile sadece yeni yapılan binalarda amelelik işi var babasının ısrarlı aramalarına geliyorum diye cevap verdim konu belliydi gel otelde çalış çalışmama isteğimi gerekçelerle anlattım ama işe alındın yarın başla birazcık hatrım varsa dedi. ne iş yapacağım diye soramadım bile -otel içinde patronunum dışarda yine aynıyız. dene eğer istersen çalışırsın istemezsen çıkabilirsin.ama yarın başla. dedi ve kalktı gitti masada yalnız kaldım diğer personelin bakışları üzerimdeydi en baştaki çalışmama isteğim sebebide buydu ebruya haber vermedim. ertesi gün işe gittim -çok sevindim geldiğine dedi. müdür beyi çağırdı -yeni elemanımız yardımcı olursunuz dedi -hangi bölümde çalışacak dedi bir cevabı olmadığı belliydi -onu siz halledersiniz dedi odadan çıktık ne maaş belli nede ne iş yapacağım müdür kendini tanıttı oteli gezdirdi biraz çalışma sistemlerinden bahsetti sonra bana daha önce yaptığım işler sordu barmenlik yaptığımı duyunca gerisini konuşmaya gerek kalmadan -bara geçelim o zaman maaşın işliyor dedi.iyi bir adama benziyordu bara yaklaştık diğer bar personeli ile tanıştırdı zaten beni daha önceden sima olarak tanıyorlardı ve kim olduğumu da biliyordu sıcak bir tanışma geçmesine rağmen torpilli bir piçsin dercesine baktıkları da belliydi **ilk gün bana birşey yaptırmadılar onları izledim barda 3 eleman daha çalışyordu otel alakart oteli yani ne satarsan parasını al sistemi ebru otele girdiğimi babasından öğrenince akşam beni aradı -hayırlı olsun yeni işin dedi. -baban çok ısrar etti dedim -babam benden daha mı kıymetli bende ısrar etmiştim dedi ben cevap ararken -hiç hoşuma gitmedi bu yaptığın dedi telefonu kapattı söylecek sözlerin varken surata telefon kapatılması kadar sinir bozucu birşey daha yoktur herhalde offff ki ne of işten çıksan bir dert devam etsen başka bir dert bu yaptığı hareketin bedelini ona ağır ödettim -anladığım kadarıyla senin konuşman bittikten sonra benim söyleyeceklerimin önemi yok yazıp sonraki hiçbir mesajına cevap vermedim aramalarında meşkul oldum hep bu süre zarfında otel personeline kendimi sevdirmek üzerimdeki damat kıyafetini çıkarıp sizdenim demek adına işe hep erken gelip hep geç gittim yıkanması gereken bardağı bardakçı elemana değil kendim yıkadım barın çöpünün dökülmesine dolaplarının doldurulmasına işim olmamasına rağmen yardım ettim bana göre barda yanlış yaptıkları hareketleri bildiğim püf noktalarını artislik ve bilmişlik yapıyor diye anlaşılmasın diye dile getirmedim zaten elim shaker sallamaya içki hazırlamaya yatkın olduğu için çok yavaş bundan iş çıkmaz bu nasıl barmen diye laf söylettirmedim müdür veya ebrunun babası etraftayken onları görünce çalışıyormuş görüntüsüne girmedim hiç birisine saygısızlık yapmadım bana bildiğim şeyleri anlatırlarken biliyorum zaten demedim çalışma saatlerinde ebrunun babasının yanına hiç gitmedim. yalaka ve ispiyoncu olma ihtimalini ortadan kaldırmak için ama yavaş yavaş piç ruhumu onlara müşterilerle konuşurken onları güldürmemden uzun uzun muhabbet yapıp aldığım tipler ve sattığım içkilerden belli ettim bildiğim 30 kadar bar triğini müşterilere sorarak ilgi odağı oldum akşamları yemek sonrası çalan müzikte dans etmeye başladım bir süre sonra beni kabullendiler şırıngayı verdikten sonra iyice kendime dönüştüm bu sırada tekrar ramazan bayramı yaklaştı ebru alanyaya döndü otele geldi ben çalışırken bara geldi biraz surat yaparak oturdu hiç oralı olmadım -bir su alabilir miyim dedi bana bakarak işim varmış gibi görünüp -bir su verir misin dedim diğer barmene kasiyer kızla konuştular hoşgeldik hoş bulduk onlar otururken benim antre saatim geldi bardan çıkıp giderken -bekle konuşalım dedi -sen konuşup ben cevap veremeden dinleyeceksem mektup yaz. görüşürüz dedim. gittim **gitmemim sebebi kıza artislik yapmak değildi olası bir ayrılalım isteğine dayanamazdım gitmek değil kaçmaktı aslında benimki biraz dinlenip duş alıp saçımı başımı yaptıktan sonra otele geri döndüm ebru yoktu ama havuz kenarında bir masa hazırlanmıştı hiç birşey yokmuş gibi işin başına geçip gelen içecek siparişlerini çıkardım ebrunun annesi ve babası birde kardeşi geldiler masadaki yerlerine oturdular ama ebru gelmemişti bu durumlarda neler hissedilebilieceğini tahmin edebilirsiniz kendi kendinize telaşlanır nereye gitti lan bu şimdi?? ne yapıyor amk. diye düşünür neden gelmedi diye kendinize sorar sonrada galiba bana kızdı diye cevap verirsiniz galibası yok basbaya bana kızmıştı ama masanın 4 kişilik oluşu vazo içindeki su misali umudumu bir süre canlı tuttu beynime baykuşlar sıçsın amk.bu kadar seviyon kızı neden üzüyorsun telefonu çıkardım yazdım mesajı -sen acıkmadın mı?? cevap gelmedi çünkü kendisi geldi bir kaç dakika sonra mesajı da masada okudu bana bakmadı bile mesajı okurken ve cevap yazarken -iştahımı kapatıyorsun yazdığı cevaptı ben işime baktım kafamı oraya çevirmemeye gayret göstererek yemekler yendi önde ebrunun annesi yanında babası arkalarında da gelsem mi gelmesim mi sorularıyla boğuşan ebru merhaba hayırlı olsun geyiğinden sonra -seni çok çalıştırıyorlar mı oğlum dedi annesi bu sırada ebru da oturdu bara -hiç sorma sabahtan akşama kadar paspas çekip bardak yıkıyorum. burda iş bitiyor mutfağa gidip bulaşıkları yıkıyorum odalara çıkıp çarşafları değiştiriyorum. çimleride cımbızla biçtiriyorlar kurtar beni lütfen dedim. annesine ---yazık kıyamam ben sana dedi gülerek ama gülmeyen tek ebru vardı -birşey içermisiniz dedim önce annesine bakarak -mayhoş bişey yap da içeyim dedi babasına baktım aynısından dedi ebruya döndüm bana bakmıyordu bile -siz birşey içermisiniz hanımefendi dedim cevap vermedi bende annesi ve babasına iki tane mojito yapmaya başladım ben yaparken ebru diğer barmene içecek siparişi verdi içekleri servis ettikten sonra bir kaç tane daha soru sordu annesi onları cevaplarken aklım hep ebrudaydı telefonu cebime alıp lavaboya gittim -hala konuşmak istiyor musun yazıp gönderdim cevap yazmadı geri döndüm telefonda kıpraşım olmadı sonra hastalanıyorum galiba diye izin alıp gitti eve annesi ve babasıyla bir süre daha konuştuktan sonra onlar da gitti ertesi gün işe gittiğimde ebru gelmedi. oysa ben gelir diye bekliyordum o gün çalıştım ertesi gün yine gelmedi sonra babası hasta olduğunu söyledi ben sormadan -akşam üstü ziyarete gidebilir miyim dedim izini aldım bir çiçek yaptırıp kapısına dayandım annesi ile kapıda görüştükten sonra odasına gittim beni gülümsememle ve elimde çiçekle içeri girdiğimi görünce gözleri parladı ama suratı da asıktı kapıyı kapattım bir iki adımla yanına yaklaşacaktım ki -gelme sana da bulaşır bütün huylarım dedi durmadım yanına yaklaştım çiçeği yanına bıraktım eğildim yanağını öpmeye çalışırken kafasını diğer tarafa döndürdü yine de öptüm eliyle sildi ** yüzü öbür tarafa dönükken -hoş geldin alanyaya. bayramın mübarek olsun. özür dilerim. geçmiş olsun. dedim yüzü hala öbür tarafa dönüktü ellerini tutmaya çalıştım kaçırdı sonra yine yakaldım başını kendime çevirdim gözlerinde yaş vardı zorla sarıldım bir elimi başının altından geçirerek bir kez daha öptüm dudağından sonra başımı döndürüp numaradan öksürdüm -hasta oluyorum boş yatak var mı bu revirde dedim zorla sarılma yerini özlem giderici sarılmaya bıraktı muhtemelen hasta olacaktım ama kimin umrunda amk -bir kez daha öpeyim yanından doktor bile kaldıramaz artık dedim -gerçekten hastalanacaksın uzak dur dedi -babandan bana izin alırsın bi kaç gün yatarız beraber dedim yine öptüm -tamam bitti hasta ziyareti kısa olur git artık dedi -tamam dedim kapıdan dışarı çıktım masada duran bayram şekerinden iki üç tane alıp tekrar odaya girdim -yine ne oldu dedi -bayram ziyaretine geldim dedim yanına yaklaşıp şekeri uzattım - bayramın mübarek olsun dedim -tamam seninde görüşürüz hadi dedi -bir kere sarılıp öpüşseydik dedim -hastayım görmüyor musun dedi. -olsun dedim yine sarılıp öptüm -tamam git artık deli dedi tekrar gireceğimi bildiğim için uzatmadan yine çıktım annesi ile zaman geçsin diye bir kaç muhabbet yapıp tekrar odaya girdim gülerek karşıladı bu defa solgun yüzü ile -yine ne var dedi -oooo sevgilim gelmiş ankaralardan dedim -ben senin sevgilin değilim dedi -hadi yaa arkadaş mıyız dedim -arkadaş bile değiliz dedi -yanlış yere mi geldim yoksa ben dedim. -yanlış zamanda yanlış şeyler yapıyorsun dedi -iyi tamam gidiyorum o zaman dedim -hep de yanlış zamanda gidiyorsun dedi yanına yaklaştım uzandım onu biraz kenara iterek -gitme zamanımı hep sen belirliyorsun aslında ama farkında değilsin.bu defa farkında olarak yine sen karar ver git deyinceye kadar yanındayım dedim **yanına hiç gitmeyecekmiş gibi iyice yerleştim işe gitme zamanım geldi kalkmadım ebrunun annesi kapıyı çaldı hemen doğruldum oturur vaziyete geçtim içeri girdi telefon elinde konuşmaya devam etti -burda. ebrunun yanında tamam merak etme dedi babasıyla konuştuğu belliydi geç kaldık amk işe -ben gideyim artık dedim annesi -ben izin veriyorum sana istediğin kadar otur dedi -yok ben gideyim ayıp olur dedim -ebruyu böyle bırakırsan ayıp olur dedi -hastayım ona da bulaşacak anne gitsin dedi ebru annesi siz bilirsiniz diyerek çıktı odadan kulağına eğilip -seni bir kere daha öpmeme izin verip iyice ''sen''hastalığını bulaştırır mısın bana dedim -sen zaten şifamı kapmışsın. dedi yanağından öptüm -şimdi iyice çaresiz hastalığına düştüm. beni öldürme lütfen seni seviyorum dedim eli elimdeyken yataktan kalktım -görüşürüz dedim gittim -bende seni seviyorum diye mesaj attı işe gittim. geç kaldığım için özür dileyerek bara geçtim 2 gün daha ebruyu antre saatlerinde ziyaret ettim herşey normale döndü iki gün de dışarı çıktık beraber yürüdük. konuştuk yedik içtik sonra yine ayrılık şimdiye kadar ki en zor vedaydı günler geçti ben çalışmaya o okumaya beraber mesajlaşmaya devam ettik 3 defa daha geldi yaza kadar daha ötesi olmaz sandığım aşkım gitgide büyüyordu bu arada otelde kış boyu genelde yaşlı müşteriler olduğu için manita olayları da olmuyordu o konuda rahattım ama otel havuzuna girmeye başlamalar başlayınca yazın geliyor olduğunun farkına vardık genç nüfusun gelmeye başlamsıyla oteldeki genç personelin de kilotları kabarmaya başladı personel arası şu kız benim bu kıza kimse sulanmasın muhabbetleri başladı içkili ortamda direk çalışan gençler olduğumuz için kızların ilgisi genelde barmenlerdeydi bunda içiyor olmaları ve barın loş ışıkları da etkiliydi herkes kız seçimi yaparken ben tamamen gay kaldım konuya bana muhabbetçe yaklaşmaya çalışan kızlara gay olduğumu söyledim espriyi anlamayan siksalak kızlar dalga geçtiler ebru olmasa ben onlara dalgayı gösterirdim hak ettikleri ama hristiyanca da olsa dua etsinler ebruya amk. ben sınıfta kaldım beyler 4 dersten kaldım ebru sınıfı tekrar geçip geldi alanyaya kış boyu farkedemediğim bir olayı ebru gelince farkettim kasiyer kız ajanmış yan gözle baktıklarım bile rapor edilmiş neyse ki bir bok yememiştim bir yaz günü ebru babasından izin alarak benimle diskoya gitmek istediğini söyledi izini aldık iş çıkışı taksiye bindik ama gideceğimiz adres ebru tarafından disko olarak belirlenmedi bizim evin adresini verdi taksici de olduğu için ne yapacağız bizim evde diyemedim taksiden indik -diskoya gidecektik hani dedim -boşver diskoyu konuşamıyoruz orda dedi eve çıktık. bizim aileden kimse yok annem babam yaylada bu ebru tarafından biliniyordu kardeşim nerde allah bilir bir şişe votka aldık yanına da tanta ilimon yukarı çıktık birer bardak doldurduk salona geçtik içki içme bir bardakta sınırlı kalırken öpüşmelerin hesabını tutamaz olduk haliyle kan başka yerlerimde pompalanmaya başladı ara vermek istedim verdirmedi onu caydırmak için elimi kolumu fazla uzattım street fighter da ki dhalsim gibi korumaya geçmedi kendini boynunun altını ilk defa utançtan kızarmış olarak gördüm biri beni hiç durdurmadı bu kısmı çok özet geçiyorum beraber olduk. ilk defa bakire miydi evet pişman mıydı?? **hiç beklemediğim bir zamanda hiç beklemediğim birşey gerçekleşmişti kış günü karpuz yeme zevkinin istediğin tadı alamakla orantısı gibiydi sanırım ondan daha fazla bir pişmanlık vardı içimde. ben onca sene bekledikten sonra bu kadar basit olabileceğini düşünmüyordum aslında sexden daha zevkli olan karşı koymalarıymış olmaz demesiymiş, elimi çekmeleri,istediğim yerlere dokundurtmamasıymış uzun öpüşmelerden sonra çektiğim taşşak şişmesi acıları bile daha zevkliymiş herşey oldu bitti arkasında koşacak birşey kalmadı ebruyu sevme amacım onun sahibi olmak değildi zaten o da bunun farkında olduğu için bu güveni ona vermiştim peki şimdi ne olacaktı biraz acısı vardı olan bitenden konuşmak için doğru zaman değildi ama herşeyden sonra hadi seni eve götüreyim demek fahişeye bu senin paran hadi eyvallah demekten farklı olmayacaktı ben bunları düşünürken o sadece bana sarılıyordu kollarımdayken annesiymişim ve gidecek başka kimsesi yokmuş gibiydi bebeğim bu sorumluluk tahmin ettiğimden daha da ağır geldi bana artık hata yapma lüksüm azalmıştı bir kız en değerli hediyesini bana vermişti teşekkür bile edilemeyecek bir hediye öyle ki teşekkür etmek çok basit kaçardı konuşmak için kelime bulmakta en zorlandığım anlardan birisiydi ne denilebilir di ki?? ben birşey demedim o da diyemedi o uzanırken artık bana ait olan bedeninin sadece yanak kısmına bir öpücük konudurarak kalktım ve duş almaya gittim havuzdan çıkmak bilmeyen çocukları gibi dudaklarım morarıncaya kadar duşta kaldım sonra üstümü giyip tekrar yanına gittim o da kalkmış üstünü giyinmiş oturuyordu kaçamak gözlerle bana bakabiliyordu sadece yanına oturdum -sıcak su var istersen dedim -beni eve bırakırmısın lütfen kelebek dedi saat de diskoların kapanma saatini geçmiş annesi ve babasının merak etmeye başlamasına çeyrek vardı -taksi mi çağırayım yürüyelim mi dedim -yürüyelim dedi dışarı çıktık annesi yada babasına telefon açtı -yoldayız yürüyerek geliyoruz merak etmeyin dedi kapattı ben o telefonla konuşuyor diye birkaç adım ötedeyken o elinin ellerimi tutmaya ihtiyacı olduğunu belirtircesine elleri benim ellerimi arıyordu onca yıldır tuttuğum eller bile farklı gelmişti bana sıkıca tutmaya çalışmasından dolayı dakikalarca sessizce yürüdükten sonra evlerinin önüne geldik merhamet dileyen gözlerle bana -lütfen üzme artık beni dedi kirpiklerim bir saniye kadar kapalı tutarak verdim tamam işaretini sarıldık dudakları kulağıma yakınken tekrar -lütfen dedi -söz dedim sarılma bitince zaten düzgün olan saçlarını ve üstünü başını tekrar düzelterek -iyi geceler seni çok seviyorum dedi -biliyorum dedim gülümseyerek -işe geç kalma yarın hadi git dedi -tamam patron hanım dedim tekrar iyi gecelerle ayrıldık taksiyle eve gittim beraber yattığımız yere yattım bir iki saç telinin benim için bu kadar değerli olacağını düşünemezdim şairler,besteciler senin bir saçının teli için ölürüm derken gerçekten ölmeyi düşünerek yazdıklarını farkettim türküler geldi aklıma abartı yapmadan samimice yazılmış geldi hepsi yoksa hassiktir amk. kim kimin için ölür bu devirde diye düşünüyordum hep itina ile topladım dökülmüş saç tellerini // **koyacak yerin bile kıymeti olacaktı o telleri hayat yaşanları bir kenara koymak gerektiğini hatırlatırcasına uykumu getirdi ve tekrar kalktığımda gitmem gerekn bir iş vardı hayatın sikinde bile değildi yaşanmışlar kim kimin altına yatmış kim kimi sevmiş umrunda değildi banane amk.dercesine za man akıp gidiyordu sikiniz bir deliğe girince süperman olmuyorsunuz piç kuruları dün neyseniz yine osunuz işe yine otobüsle giden kuru fasulye yeyince osuran uçamayan.götünden ışın çıkaramayan insancıklarız hepimiz ne o yoksa hepimiz kendi kendimizin götünü kaldırmaya müsait hayvanlar mıyız hayat bilgisinin artislik diye bir dersi yok hiç bir zaman bana 10 üzerinden 10 vermedi çok iyi geçtiğini sandığım derslerden bile sıfır aldım hep sıçmaya tekrar gidince hep bütünlemeye kalırsın hiçbirşeyi de bütünleyemezsin otele gittim kimsenin bi sikten haberi yok bira doldur kola aç şarap buzla kovaya gönder çalıştım it gibi ebru gelsin istemedim yaptığım şey bir diğer barmene olm dün gece şu karıyı evire çevire ile başlayan bir hikaye anlatmak değildi kendimde kalması gereken bir sırdı gömülü toprağımın altında yatan vatan dedelerime layık bir şekilde yaşamak gerekiyordu dün geceyi içimde ama saygıyla kimse umrumda değilken ebrudan mesaj geldi -izin al babamdan görüşelim.çok yalnız kaldım ama öncekiler gibi değil yazıyordu -işim bitinceye kadar yalnız kalalım dikkat çekici olmasın sırrımız dedim -mesajını bekliyorum o zaman dedi işimi bitirdim artık dur diyecek kimsede kalmadı -hazırım nereye geleyim dedim -buluşmasak mı acaba kendimi çok basit hissediyorum dedi -buluşacağın kişi benim.benim içinde basit birisi değilsin dedim -yanlış anlama ama çok pişmanım dedi -anlıyorum.seni evden almaya geliyorum hazır ol aşşağıda dedim -yüzüne bakabileceğimi sanmıyorum dedi -yüzüme bakmadan konuşursun o zaman dedim evlerinin altına gittim bekliyor olduğumu belirten bir mesaj attım aşşağı indi evet yalnızdı yalnız hissediyordu bir sarılma ile onun yanında olduğumu belirtmek istedim ağlayarak -yalnız kalsam daha iyi olacak galiba dedi -beraber yaptık acısı yaşanması gerekiyorsa beraber yaşayalım dedim -teşekkür ederim ama ne diyeceğimi bile bilemiyorum bana biraz müsade et dedi -yanımda da bilmemeye devam edebilirsin.bırakama seni böyle dedim -kimseye söylemedin dimi dedi -oteldeki herkese ballandıra ballandıra anlattım dedim -hala şaka yapıyorsun.dedi çok sitemkar bir şekilde -sadece ikimiz bileceğiz merak etme dedim -hap aldım bugün inş. bişey olmaz dedi(gün ertesi hapı hamilelik önleyici) -olmaz üzülme dedim -ben çıkıyorum yatmaya kusura bakma dedi -iyi geceler dedim alnından öpüp uğurladım
2 notes · View notes
Text
Takkeci İbrahim Ağa ve Hayalim
Benim bir projem var, daha doğrusu hayalim. Şu anki aciz halimle bunu gerçekleştirmem imkansıza yakın hatta ötesi diyebilirim, pek kolay bir iş değil yani. Ama projemi hayata geçirmeyi ve o cihette çalışmayı çok arzuluyorum, inşallah Rabbim bir gün bunu bana nasip eder. Bu hayalimi de öyle kolay kolay kimseyle paylaşmam. Herkesin anlayışlı yaklaşıp, düşüncelerime değer vereceğini sanmıyorum o yüzden çoğu zaman zihnimde dolaşır durur.
Yaklaşık 1-2 ay önce evde bu projeyi bilgisayar ortamında yazıya dönerken annem geldi napıyorsun filan dedi. Ben de o an annemle paylaşmak istedim ve anlattım. Bunu yapabilmemin zor olduğunu hatta imkansız gibi bir şey olduğunu anlattım o da biliyordu, zaten anladı da ama ümidimi kırmadı ve bana “Takkeci İbrahim Ağa"nın hikayesini anlattı. Onu anlattıktan sonra ; hayalime daha da sıkı sarılmam gerektiğini, niyetimin Allah rızası olduğu takdirde Rabbimin elbet yardım edeceğini söyledi. Allah ondan razı olsun en azından  alaya almayıp beni dinledi hatta destekte bulundu. Bugün de aklıma İbrahim Ağa'nın hikayesi geldi ve sizinle de paylaşma ihtiyacı duydum. İnşallah hepimiz bu hikâyeden kendimize pay çıkartırız.
TAKKECİ İBRAHİMİN AĞANIN HİKAYESİ
Topkapı'da Takkeci İbrahim Ağa Camii adında bir cami vardır. Bu cami, geçmiş devrin çini sanatını da bugüne taşımıştır. Bu Caminin enteresan bir yapılış hatırası vardır. O zaman bu caminin olduğu yerde Takkeci İbrahim Ağa diye bir adamın gecekondusu vardı. Bu adamın mesleği de fes, kalpak ve takke yapmaktı. Bu adam yaptığı takkeleri fesçiler çarşısında satar, oradan kazandığı imkânlarla hayatını devam ettirirdi.
Birgün şöyle der: "Ya Rabbi, bu mütevazı imkânla ben ömrümü sürüp gidiyorum. Sen bana bir servet lütfetsen de bu civarda cami yok, şuraya bir güzel cami yaptırsam.”
Takkeci İbrahim Ağa böyle dua ederken birgün bir rüya görür. Ak sakallı, nur yüzlü bir zat buna der ki: “İbrahim Ağa sen boşuna buralarda kısmet arama. Senim kısmetin aslında Bağdat'ta. Bağdat Meydanında köprünün yan tarafındaki avlunun içinde bir hurma ağacı var. Hurma ağacına sarılı vaziyette bir üzüm asması var. Senin kısmetin orada. Sen Bağdat'a gideceksin, o hurmadan ve üzümden yiyeceksin. Ondan sonra kısmetin açılacak.”
Bu rüyayı İbrahim Ağa bir defa görür, önemsemez, ikinci defa görür, yine ehemmiyet vermez. Aynı rüyayı üçüncü defa görünce İbrahim Ağa bu işe takılır, der ki: “Bunda bir hikmet var, demek benim kısmetim Bağdat'ta. Gideyim, kısmetimi bulayım.” Ve İbrahim Ağa çarığı çeker, heybesini sırtına alır, azığını doldurur, yola düşer. Nihayet Bağdat'a varır. Tarif edildiği şekilde hurma ağacını ve ona sarılı asmayı bulur. Hemen hurma ağacından hurma, asmadan da üzüm yer. Derken yol yorgunluğunun da etkisiyle rehavet basar ve olduğu yerde uyuyakalır. İbrahim rüyasında karşısına yine aynı zat çıkar, tebessüm etmektedir: “Hayrola, İbrahim Ağa, ne işin var burada?” “Ne işim olacak,” der, “mesele malum. Geldim bakalım, burada bize servet nereden gelecek?” Ak sakallı zat başlar gülmeye. “Sen de amma saf adammışsın. Bir rüyaya takılır da, insan tâ Bağdat'a gelir mi?” “Ama,” der, “bir defa değil ki, üç defa gördüm aynı rüyayı.” “Olsun, üç defa gör,” der, “ben de üç defa bir rüya gördüm. İstanbul'a gidiyormuşum” “Hayrola inşallah, sen ne rüya gördün?” “Bana rüyamda, ‘İstanbul'a git, Topkapı surlarının dışında Takkeci İbrahim Ağa diye birisi vardır. Onun evinin bodrumundaki kömürlüğünda hazine var, bir yolunu bul, o evi satın al, oradaki hazineyi çıkar, zengin olursun’ dediler. Üç defa ben bu rüyayı gördüm, ama kalkıp da İstanbul'a gidiyor muyum?” ve kaybolup gider ak sakallı zat. Neden sonra İbrahim Ağa gözlerini açar bakar ki, ak sakallı zat yoktur, fakat rüyada da enteresan birşey söylemiştir, kendi evinin bodrumunda hazine olduğundan bahsetmiştir.
Takkeci İbrahim Ağa, “Kısmetimiz açıldı demek ki” diyerek tekrar yola çıkar. Yaya, dağları aşar, çölleri geçer, sıkıntı, yorgunluk derken nihayet İstanbul'a gelir. Evine gece gelir. Ama uyuması mümkün değildir. İlla kömürlüğe girip öyle birşey olup olmadığını tespit edecektir.
Kısa bir yorgunluk attıktan sora, gece yarısı kazmayı alır, kömürlüğe iner, daha ilk kazmayı vuruşta kazma birşeye takılır. Yavaş yavaş toprağı kaldırır, bakar ki bir küp. Ağzını açar, çil çil altınlar. Hemen üzerini kapar. Bundan sonra ibrahim Ağa'nın gözüne uyku girmez. Artık hazinenin üzerinde oturmaktadır. Şimdi ne yapacak, sözünde, durabilecek mi? Sabaha kadar uyuyamaz. Ama uyuyamayışı bu serveti camiye kullanmayayım duygusundan değildir. Düşündüğü şey şudur: “Ben bu küpü buradan” çıkarırsam, bu hanım da bunu duyarsa, bu sırrı saklayabilir mi?“ Hanımım kendisi herkesten iyi tanımaktadır. "Saklar, saklayamaz” derken, “Bu hanım bu sırrı saklayamaz, herkese duyurur, başıma işler açar, benim de bu servet elimden gider, bu camiyi yaptıramam” diye endişeyle düşünürken, “Şu hanımı bir deneyeyim bakayım,” der, “acaba sır saklayabilecek mi?” İbrahim Ağanın hanımını enteresan şekilde bir denemesi vardır. “Karnım ağrıyor, rahatsızım” diye yatakta kıvranmaya başlar. Hanımı merak eder: “Ne var, ne oldu?” “Yolda ne olduysa bilemiyorum hanım, karnım ağrıyor.” diye biraz daha kıvrandıktan sonra, daha evvel yanında getirdiği yumurtayı çıkarır: “Oh be rahatladım, elhamdülillah, kurtuldum” der. Hanım, “Ne oldu?” der. Yumurtayı gösterir, “Kimseye söyleme, yumurta yumurtladım. Demek ki, o karnımdaki rahatsızlık bu yumurtadanmış. Ama sakın ha kimseye söyleme.” “Söyler miyim bey, söyler miyim hiç, aramızda sır kalacak” der. İbrahim Ağa bir daha ısrarla kimseye söylememesini tenbihler. Sabah olur, Ağa abdestini alır, Cuma namazına gidecektir. Yola çıkar. Yan taraftan birisi, “ Hey İbrahim Ağa, geçmiş olsun, yumurta çok mu büyüktü?” Şaşırır. “Ne yumurtası?” “Hadi hadi saklama” diye üsteler adam.
Biraz daha ileri varır, bir başkası, “İbrahim Ağa iyi yumurta yumurtlamışsın, bir daha dünyaya geldik yahu. İnsanın yumurta yumurtladığını da ilk defa duyduk” diye arkasından bağırır. Biraz daha ileriye varır. İki kadın konuşmaktadır: “Hey komşu duydun mu? İbrahim Ağa yumurta yumurtlamış.” “Nereden duydun?” “Hanımı geldi söyledi, ama tenbih etti bana, sakın kimseye söyleme dedi, ben sadece sana söylüyorum.” İbrahim Ağa, herkesin diline düşmüştür, yumurta yumurtladığı dillere destan olmuştur. Der ki: “Bu hanım bir yumurta sırrını saklayamadı. Şimdi nasıl olacak da, şu bizim mahzendeki içi altın dolu küpün varlığım saklayacak? İyisi mi bu hanımın ve çocuklarımdan hiç kimsenin bu altından haberi olmasın.”
İbrahim Ağa, bu tecrübeden sonra hanımına bir daha sır verir mi? Doğruca mimarlar odasına gider. O grubun başını bulur. Onunla gizlice pazarlık yapar, planı programı herşeyi çizdirir. Ve bulunduğu yere, kendi arsasına güzel bir cami yaptırır. Ve yaptırdığı caminin parasını gizli gizli öder. Çalışanlara ücretlerini ve masrafları vererek hazineyi tümüyle o caminin yapımında kullanır. Yani İbrahim Ağa, “Ya Rabbi, bana servet verirsen ben bununla cami yaptıracağım” deyip de servet eline geçince vaadinden dönmez. Eline geçen hazinenin tümünü camiye harcar ve caminin adını halk, Takkeci İbrahim Ağa Camii koyar. İbrahim Ağa bu camide iki sene namaz kılar ve 1594 yılında vefat eder.
3 notes · View notes