#bakalım bir deneyeyim
Explore tagged Tumblr posts
Text
en baştan podcastia mı dinlesem yoksa zifiri karanlık mı 🤔🤔🤔
#bg3 videolarını açayım arkaya diyorum gitmiyor oyunu kendim de bilmediğim için hep izleyesim geliyor sjdfsdf#DE videolarını açsam da izleyesim gelir kesin#o yüzden bu ikisinden birine gidicem yine... ya da belki kurtlar sofrası denerim onu hiç izlemedim sfdhdfs#bakalım bir deneyeyim#🗒
3 notes
·
View notes
Text
Lazarus Morell
Köleleri özgürleştirme ayağına daha da köleleştiren dolandırıcı Lazarus alçağına sevgiler saygılar.
Ah ulan kapitalist düzen. Herkesi köleleştirdin özgürlük yalanlarınla. Ben kapitalizm diyeyim sayın defter sen günlük siyasete uyarla.
Misalen ben sana zam yapayım, zam yaparken alacağım vergimi de artırayım ama. Ne güzel iş değil mi? Gelir vergisi dilimlerini değiştirmeyen kapitalist düzen neyi amaçlamaktadır? Amaaaannnn. Bana ne? Çok da fifi. Borca batmışım, iş yok, avukatlık bitmiş. Ama bu tip saçmalıklara verdiğim tepki net: bana ne? Bu tepkisizliğin seçimle de ilgisi yok, bu benim zaten dışlandığım toplumdan kendimi acısı ve tatlısıyla soyutlama şeklim.
Acısını dedik de sayın defter, tatlısında nasıl soyutluyorum kendimi? Misal geçen Galler maçında stattaydım. Mehterle gaza gelmeler, ne mutlu türküm diyeneler, şehitler ölmez vatan bölünmezler, bu anları yaşasa idi 2016 yılındaki serco, muhtemelen ağlardı. Öyle de ağlak bir tipti. Ama şimdi saygı duymakla birlikte, saçma bulup gülümsüyordu. Hakeme küfür ettiysem de, milli takımın gollerinde aşırı sevinmişsem de beni üzen bir şey vardı maçta. Onca kalabalığın içerisinde, -kalabalık insanı güçlü kılar biliyorsun, suçtan azade kılar- bu insanlara gönül koymak, tek kalmak, yanisi dışlanmış olmak beni üzdü. Nedendi ki? Neden dışladınız oğlum beni? Hain olmayan beni neden kör kuyulara attınız?
Şurada tribünde defalarca aynı gole sevinmiş, göz yaşı dökmüş adamım neden yani? Devletin yatılı okulunda kara şimşeğe ben de kaşık salladım ulan! Yurtta yanmayan kaloriferlerin dibinde hasta olup ben de titredim, vatanımı gezmek yerine çok çalışacak kadar çok sevdim. Hala da seviyorum, yalan değil. Ama neden yani? Kurunun yanında yaş da yanıyormuş. Amk böyle işin. Yanmasın birader? Bu hikayede yanan neden ben oluyorum? İşte bu gönül kırgınlığı ömrümün sonuna kadar geçmeyecek. Ah bu gönül kırgınlığı. Arkadaşlık bağıyla kimseye bağlanamama sorunsalı. Bu gönül kırıklığından hep.
Bankalarda blokeliymişim. Nedeni belli değil. Vakıfbank beni reddedince dedim bir de şansımı garantide deneyeyim. Başvurular tamam ama kredi kartı sekmesine sokmuyor gişedeki kadını. O da diyor ki ilk defa rastlıyorum bu duruma. Onlara da beraat kararlarını attık. Cevap bekliyorum. Vakıfbqnkı BDDK'ya şikayet ettim bakalım ne sonuç çıkacak. Doğru düzgün cevap veren bile yok. Kredi kartı meraklısı değilim ama haksızlık içerisinde boğulmaktan bunaldım. Üzerime üzerime geliyor tüm kanunlar, tüm kurallar. Sorun kredi kartı kullanmak değil. Kullanmıyorum ki. Hanımınki yetiyor da artıyor. Kredi de çekmeyeceğim. Ama bu his var ya. Bu adaletsizlik hissi. Bu his. Bu ezilme hissi. Boğuluyormuşum gibi nefes almamı engelliyor. Tam da bu boğulma anında şu şarkı suyun derinliklerinde çalmaya başlıyor.
youtube
Loş karanlık gibi her yer işte.
Değişik hisler içerisindeyim. Avukatlık zor iş, kimsenin yanında çalışmak istemiyorum, kendi işimi yapacak ne vaktim ne param var. Cmk atamalarına gidiyorum. Gecenin bir yarısı sarhoşla uğraştım misal. Sarhoş olsa yine iyiydi adam haplanmıştı. Ah benim güzel şehrim. Uyuşturucu öyle bir seviyede ki. Şuan ıslık çalsam torbacı bulurum. Bir de buna üzülelim. Yetmiyor gibi buna da üzülelim.
Bein sports aboneliğimi yaptım. Samsun maçlarına stata da gidebilirim ara ara. Kitap okumaya başladım yine. 2014 yılında aldığım kitabı yeni bitirdim. Ahahaha. Biraz hızlı okuyorum sanki. Sonra kütüphanemde farkettim ki bazı kitaplarım kayıp. Cemil meriç bu ülke yok misal. Hanımınkiyle idare edicez. Ama notlarımı okumak isterdim. Bir kaç kitap daha yok. Çile yok misal. Nfkya kızgın olsam da kitaplarımın kaybolmasından hiç hoşnut değilim.
Hayat akıyor. Allah sağlık versin herşeye sabrederiz gibi.
Gibi mi sence sayın defter?
Bir gece, avluda sigara bidonuna yağmur suyu damlıyor, damladıkça pıt sesi duvara çarpıp paaat sesine dönüyor. Gece boyunca bu sesin altında düşünmek. İşte o sabrın gibisi budur.
Vesselam.
4 notes
·
View notes
Text
"Yapraklar Yeniden Renk Değiştirdiğinde."
6. Bölüm "Üzüm Ustası!"
«Meyve Bahçesi»
Tsukasa: ... Tamam. O zaman, böcek spreyi kullandığınızdan emin olun...
Tsukasa: Hadi!! Üzüm toplama zamanı, ha-a-a-a-a-a-a-a-a-a!!
Tsukasa: Bu bahçedeki bütün üzümleri mümkün olduğunca toplamalıyız, rahatsızlık vermeden. Ve tadını çıkaralım!
Saki: YİPPEE!
Shizuku: İkiniz de ne kadar enerjik görünüyorsunuz.
Shiho: Enerjik değil, daha çok... Üzüm toplamaya aşırı heveslisiniz?
Shiho: Üzüm almak için markete gidebiliriz.
Saki: Hayır-hayır-hayır... Durum öyle değil, Shiho-chan!
Tsukasa: Evet. Sadece yemek değil, üzüm toplamanın anlamı daha derin!
Tsukasa: Hadi bakalım. Biz, üzüm toplamanın ustaları, size sırlarımızı göstereceğiz!
Shizuku: Üzüm toplamanın ustaları?
Tsukasa: Evet! Üzüm toplamak… Ellerimizle toplamak çok önemli!
Saki: Evet, evet!
Shiho: Ne saçma…
Tsukasa: İlk önce, çiftçiden, lezzetli üzüm salkımlarının nasıl olması gerektiğini öğreneceğiz! Sonra, onları gözlerimizle seçip toplayacağız!
Saki: Ve işte! O an "İşte burada!" diyorsun, onu topluyorsun, ve denediğinde gerçekten lezzetli olduğunu fark ediyorsun… Sonra o zaman gerçekten mutlu oluyorsun!
Saki: Yalnızca lezzetli değil, mutlu edici! İşte üzüm toplamanın güzelliği bu!
Shizuku: Hmmm… Anladım, sabırsızlıkla bekliyorum.
Shizuku: Ama nasıl bu kadar iyi biliyorsunuz üzüm toplamanın işini?
Tsukasa: Aslında, küçükken, ailemizle üzüm toplamaya giderdik. O zamanlar birçok şey öğrendim.
Saki: Çok çabalarla!
Saki: Hatırlıyor musun, çok lezzetli üzümler vardı ama yüksekteydiler. Beni omuzlarına çıkarmıştın, birlikte üzüm toplamıştık!
Tsukasa: Evet. Yolda biraz sallanıyordum ama biz Saki'yle, lezzetli üzümleri toplamak için sıkıca tutunmuştuk…
Tsukasa: O zaman o kadar lezzetliydi ki, sanki dünyadan değildi. Birlikte koparmış olmamızın gururundan galiba!
Saki: Evet, evet! Başta sırt çantamıza doldurmak istiyorduk ama... Üzümü denedikten sonra zaten doymuştuk...
Saki: Geriye kalan zamanı sadece o üzümleri en değerli şey olarak tutarak geçirdik, ve böylece bitti.
Shiho: Haa...
Shizuku: Ne güzel bir hikaye, aranızdaki uyumu çok güzel gösteriyor.
Shiho: Ama sadece bundan dolayı kendini üzüm toplama ustası mı sayıyorsun?
Tsukasa: Ha-ha-ha! Küçük şeylere takılma!
Tsukasa: Hadi bakalım, size bütün sırlarımızı söyledim. Şimdi toplama işine başlayalım!
«Bir süre sonra»
Shiho: (Neyse… Hangi salkımı seçsem?)
Shiho: (Hatırlıyorum, çiftçi demişti ki, üzümlerin uçları iyi renklendiyse, bu onun yeterince besin aldığını gösteriyordur.)
Shiho: Bunlar fena görünmüyor. Hm, sapı nasıl keseyim...
Shizuku: Shi-chan, bu salkımı mı topluyorsun?
Shiho: Evet. Güzel rengi var, bunu alıyorum.
Shizuku: Tamam! Ama yanındaki salkım da galiba olgunlaşmış. Ben bunu alırım.
Shiho: Ah... Tsmam
Shiho: (Acaba, kız kardeşim doğru şekilde toplayabilecek mi? Bu işte pek yetenekli gibi görünmüyor...)
Shizuku: Hmmm… Sapı sıkıca tutmak gerek… İşte böyle…
Shiho: E...
Shiho: Hayret… Ne kadar kolayca topladın.
Shizuku: Teşekkürler. Belki profesyonel deneyimim yardımcı oluyordur. Çiftlikte çok yardımcı oldum, bana farklı işler vermişlerdi.
Shiho: Gerçekten...
Shiho: (Peki, önemli olan o salkımı toplamasıydı.)
Shiho: O zaman ben de… Dur, bir şey yanlış mı?
Shizuku: Ne oldu, Shi-chan?
Shiho: Bir türlü sapı kesemedim…
Shizuku: Aa… Belki sapı biraz kendine daha yakın tutmayı dene, o zaman makası daha rahat sıkabilirsin.
Shiho: Aa? E... Şu şekilde mi?
Shizuku: Evet. Öncekiler gibi kesmeyi dene.
Shiho: Tamam. Deneyeyim... Ah...
Shiho: Topladım.
Shizuku: Hıhı. Aferin, Shi-chan!
Shizuku: Bahçe makasını belli bir şekilde tutmak lazım. Görünüşe göre sana yardımcı oldular.
Shiho: Gerçekten… Teşekkür ederim, abla.
«Bir süre sonra»
Tsukasa: Bakın! Ben ve Saki birkaç salkım topladık! Sizde nasıl gidiyor?
Shizuku: Biz de şimdi bir tane topladık.
Saki: Haa! Üzümleriniz, Shizuku-senpai, ne kadar sulu ve lezzetl görünüyor i!
Tsukasa: Evet, doğru. Artık hepimiz topladık, hadi bakalım deneyelim!
Saki: Evet! Önce biraz suyla yıkayalım… Bir tanesini alıyorum… Shiho-chan, sen de hazır mısın?
Shiho: Hmmm.
Tsukasa: Tamam, o zaman…
Shiho, Shizuku, Tsukasa, Saki: "Afiyet olsun!" "Afiyet olsun!"
Shiho: (... Taze toplanmış üzüm ne kadar sulu…)
Saki: Mmmmm! Lezzetli, Shiho-chan!
Shiho: ... Evet, lezzetli.
Tsukasa: Ahh… Ne güzel bir görüntü!
Shiho: Ha?
Tsukasa: Üzüm yiyen, birbirine gülümseyen kız kardeşler! Bu anı yakalamak ve çerçeveye koyup duvara asmak istiyorum…
Shizuku: Katılıyorum… Shi-chan ve Saki-chan üzüm yerken gülümsüyorlar… Onlara sonsuza kadar bakmak istiyorum.
Shizuku: Evet! Eğer bolca üzüm toplar ve Shiho-chan ile Saki-chan’ı ikram edersek, bu görüntüyü sonsuza kadar izleyebiliriz!
Shiho: Abla, ne diyorsun…
Tsukasa: Harika bir fikir, Shizuku!
Tsukasa: Hadi bakalım, o zaman en tatlı ve en lezzetli üzümleri getirelim! Hadi gidelim!
Shizuku: Evet!
Shiho: Haaa…
Saki: Ehhh, nereye gittiler…
???: <Ha-ha! Shiho'nun kız kardeşi ve Saki'nin abisi ne kadar enerjikmiş~☆>
Rin: <Merhaba! Cebinden göz attım da, üzüm toplarken çok eğleniyor gibisiniz!>
Saki: Aa, Rin-chan, tam zamanında geldin! Seni çağırmak istiyordum.
Saki: Dinle, dinle, çok fazla üzüm topladık, böylece Sekai'deki herkes tadabilir! İşte, bak!
Rin: <Vay! Bu kadar üzümü gerçekten yiyebilir miyiz?!>
Shiho: Hmm, tümünü taşıyacağımızı sanmıyorum… Ama sonra yediğiniz kadar yiyebilirsiniz.
Saki: Evet! Neden bir dahaki sefere Sekai'de bir üzüm partisi yapmıyoruz?
Rin: <Bu harika olur~☆ Eğlence komitesinin bir üyesi olarak gerçek bir parti düzenlerim>
Rin: <Bu arada, Hono-chan ile birlikte üzüm parfe, üzüm keki, üzüm suyu yapabiliriz...>
Rin: <Ve sonra sınıfı üzümle süsleyebiliriz!?>
Shiho: Üzümle süslemek... Bu biraz fazla değil mi?
Rin: <Haha! Sadece bir fikir♪>
Saki: Üzüm partisi… O zaman daha fazla üzüm toplamamız gerek!
Shiho: E, daha fazla mı toplamak istiyorsun?
Saki: Tabii! Eğer parti yapacaksak, çok üzüm toplamamız lazım!
Saki: Hem... Kardeşlerimize karşı kaybetmek istemeyiz!
Saki: Kim en lezzetli üzümü toplarsa, o kazanır!
Shiho: Hmmm…
Shiho: Eğer bu bir yarışma ise, geri çekilmem.
Rin: <Ooo, Shiho-chan da kararlı!>
Saki: Fufufu. Kesinlikle en lezzetli üzümü toplayacağım!
1 note
·
View note
Note
zümrâ sen uygulamalara pek para vermeyi sevmiyorsun diye biliyorum mubi nasıl ücretini hak ediyor mu sence
deneyeceğim, ilk defa indirdim. açıkçası düşünüyorum netflix verdiğim paraya değiyor muydu diye, sevdiğim diziler kaldırıldıktan sonra yeni sezonları iptal edildikten sonra ve netflix'in bir kurum olarak hiçbir ahlak standardı olmadığını fark etmemden sonra açıkçası mubi fiyat olarak bana yüksek gelmedi, öğrenci fiyatı gayet makul, 15 lira gibi bi ücret. yani bi deneyeyim bakalım fikrim değişecek mi. ama bir de şeyi düşünüyorum. ben pandemiden önce haftada bir sinemaya kaçan biriydim ve o parayı zaten her hafta veriyordum, şu anda sinemaların kapalı olduğunu ve mubi'de de sinemada izleyeceğimiz türden festival filmleri olduğunu varsayarsak yine makul. biraz da ne tarz filmler izlediğimizle ilgili. yani ilgini çekiyorsa içerikleri, bence 15 lira böyle bir hizmet için uygun bir fiyat. bir ay sonra tekrar sorarsan kullandıktan sonra fikrim değişecek mi bakabiliriz
10 notes
·
View notes
Text
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı ogretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz ısrar eder, Haham razı olur, ama bir koşulu vardır: "Soracagım soruya doğru yanıt verebilirsen, ogretirim"...
Papaz, "Kabul"
diye yanıtlar. "Sor bakalım!"
Haham:
"İki adam bir bacanın içine düşerler. Biri kirli, öteki tertemiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır. Kirlenen adam ise karsisindakini temiz gordugu için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
Haham aynı soruyu yeniden sorar: "İki adam bir bacanın içine düşerler.
Biri kirli, öteki temiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, doğru yanıtı artık bildiğinden emin, "Temiz kalan ötekinin kirlendiğini görünce kendisinin de kirlendiğini sanıp, yıkanır. Kirlenen, ötekini temiz gördüğünden kendisini de temiz sanıp yıkanmaz!"
Haham, başını sallar. "Yine yanıldın! Sana söylemiştim, asla anlamayacağını. Temiz kalan adam aynaya bakar, temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirlendigini görünce, gider yıkanır."
Papaz itiraz eder: "Ayna nereden çıktı? Bana ayna var demedin ki..."
Haham, parmağını sallar: "Seni uyardım, bu kafayla Tevrat'ın kelamını kavrayamazsın. Tevrat'ı anlamak için her olasılığı düşünmelisin."
"Peki, peki" diye inler Papaz. "İzin ver, bir kez daha şansımı deneyeyim. Başka bir soru sor!"
"Son kez soruyorum" der, Haham: "İki adam, bir bacadan içeri düşerler. Biri temiz, öteki kirli çıkar. Hangisi gidip yıkanır?"
Papaz, "Artık her olasılığı biliyorum" deyip, bir solukta sıralar: "Eğer ayna yoksa, temiz kalan ötekini kirli görüp kendisinin de kirlendiğini düşünerek gider yıkanır. Kirlenen temize bakıp kirlenmediğini düşünerek, yıkanmaz. Eğer ayna varsa, temiz kalan aynaya bakıp temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirini gördüğü için yıkanır!"
Haham başını sallayıp, cık cık yapar: "Hayır, sana söylemiştim, kafan Yahudi kafası değil, Tevrat'a basmaz! Söyle bana, aynı bacadan içeri düşen iki adamdan birinin kirlenip, ötekinin temiz çıkması mümkün müdür?"
Bu yollarda beraber yürüyüp beraber ıslandıklarınız kirlendi ama siz temiz kaldınız, öyle mi?
Hangi din olursa olsun bakış açınız bu ;herkes kirlendi ama siz tertemizsiniz !!! Öyle mi!
"Siz kirlenmemekle değil arınmak la mükellefsiniz"
Dücane Cundioğlu
1 note
·
View note
Text
s.a. tumblr!
2021 yılında tumblr’a başlamak da ne bileyim.. aslında bu hesabı 2013 yılında falan açmışım ama hiç kullanmadım, twitter bazen blog bir ara instagram falan yetiyordu sanırım. ama şimdi twitter inanılmaz sıktı, blogspot’ta doğru düzgün yazı yazan yok, instagram ise çok karmaşık istediğim tarz gönderilere denk gelmek çok zor. böyle olunca ben de bir de burayı deneyeyim dedim bakalım nasıl olacak.
1 note
·
View note
Text
Tutma, ey Cibali Baba, çünkü mücahid güllesidir!
Bugün twitterda bir sualle karşılaştım. Aslında bir sual değildi. Cevaptı. Daha doğrusu: Sual cevabını da dayatıyordu. Malumunuz: Eğer bir sual cevabını da öğretiyorsa ona 'merak'tan çok 'mühendislik' gözüyle bakmak gerekir. Ne mühendisliği? İnsan mühendisliği. Düşünce mühendisliği. Sosyal mühendislik. Yani arkadaşım bu bir nevi sufle vermektir. "Bu soruya şu şekilde cevap vereceksin ha. Sakın başka cevap arama. Hadi bakalım koyunum. Bu da sana yeni oyunum..." tarzı bir endoktrinasyondur. Basit zihinlere çabuk tesir eder. Fakat kendi 'acaba'larınızı üretebilen bir beyne sahipseniz böylesi dayatmalara cevabınız şöyle olur: "Cevabın burada aranması gerektiği ne belli? Belki de bu sorunun başka bir cevabı vardır ha? Ne dersin?"
Evet. Herkes aynı kaval sesinin peşine düşmüş gidiyor: "Din istismarcıları yüzünden bu toplumda deizm-ateizm artıyor bla bla..." Kavala kim üflüyor? Soran yok. Azıcık daha kurcalasanız, mesela, deseniz: "Kim efendim o istismarcılar?" Hemen ehl-i sünnet ulemayı saymaya başlıyorlar. "Yahu, ötekiler de kitap satıyor, seminer veriyor, program program geziyorlar?" deyu soracak olsanız, el-Aman. Sakın. Aaaa! Nasıl böyle birşey dersiniz? Hiç onların yaptığı ile şunlarınki bir mi? İslamoğlu'nun, Özdil'in, Saymaz'ın sattığı ile Cübbeli Hoca'nın sattığı eşitlenir mi? Cık, cık, cık. Sizin meseleyi anlayamadığınız hemen belli oluyor canım.
Yani efendim, bu ülkede, ömür verdikleri ihtisas alanları üzerinden geçimini sağlamaya cür'et eden (başka nasıl kazanacaklarsa) sadece 'ehl-i sünnet uleması' oluyor. Ne doktorlar doktorluktan, ne fizikçiler fizikten, ne akademisyenler akademisyenlikten, ne de bilmem kim bilmem neyden para kazanmıyor. Yok. Hayır. No. Hepsi eğitimlerini Allah yoluna, vatan uğruna, halkın rızasına adamış (hey maşaallah) geceleri çöplerden topladıkları çürük meyveleri yerken, ah bu gelenekçiler, yağlı pilavları götürüyorlar. Yalnız götürmekle kalsalar efendim, bir de halkı 'kutuplaştırıp' duruyorlar, 'din jandarmalığı' yapıyorlar. Yaaa!
Halbuki, bakınız, Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı'nın son döneminden bugüne 'bir bütün olarak' yaşadığımız şu hazin bozulmayı nereye bağlıyor: "Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde ne şekle girecek, elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'ân'ın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mâzisini dehşetli lekedar, belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikati verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden, bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz."
Dur bakalım. Aaa! Mürşidim bugünkü bozulmanın "Geliyorum!" seslerini daha evvelden mi okumuş? Galiba öyle. Peki esbabını neye bağlamış? 'Din istirmarcılarına' öyle değil mi? Hatta belki Cübbeli Hoca'yı falan görünüşüyle bile tarif etmiştir. Yehu! Ne? Kendisinin görünüşü de mi onlara benziyordu? Yapma yahu! Ah. Of. Püf. Kimi suçlayacağız peki? Hürriyetçileri mi? Ne? Olamaz! Modern zamandayız. Böyle suçlamaları kaldıramayız. Özgürlüğün kötülük getirebileceğini 'bazı' takyidiyle dahi inanamayız. Üf. Tüh. Peh. Neyse. Biz yine suçu 'gelenekçilere' atacağız dostum. Cübbeyi-sarığı-sakallıyı suçlayacağız. Onları dövmek kolay çünkü:
"Batsın kutuplaşma. Yansın din jandarmaları. İslam'ın sınırlarını hatırlatanlar kaybolsun! Bu dinde herşeyin caiz olmadığı zikredenler kahrolsun! Hârim-i İslam yolgeçen hanına dönsün. Ancak bu yumuşaklıktır ensemizi seküler tokatlardan kurtaracak. Belki teslim olursak tecavüze uğramayız."
Acaba? Acaba uğramaz mıyız? Yahut da teslim oluşun kendisi zaten bizatihi tecavüz mukaddimesi midir? Arkadaşlar, ben, böylesi arızalı tutumların şöyle bir yanlış kanaatten kaynaklandığını düşünüyorum: İslam'da cihadın bittiği sanılıyor. Hayır. Asla. İslam'da cihad bitmez arkadaşlar. Kıyamet kopana kadar bu cihad devam edecek. Maddisi olmazsa manevisi olacak. Tebliği olmazsa tedbiri olacak. Fakat imtihan sürüp gidecek. Kur'an'da, sünnette, kısacası dinde, 'yakîn gelinceye kadar' sınanacağımız hiçbir hususta bu kavga bitmeyecek. Yalnız yöntemler-usûller-şekiller değişecek. Beden ne kadar değişse de ruhu bâki kalacak.
Aleyhissalatuvesselam bu dinin 'tenzili' için cihad etti. Hz. Ebubekir radyallahuanh dönemindeki irtidat hâdiselerine karşı 'tevil' cihadında bulundu. Ömer radyallahuanh ile Osman radyallahuanh hidayetin tüm dünya coğrafyasına ulaşması uğrunda 'tebliğ' cihadı ettiler. Sonra yine bulutlanmalar oldu. Şah-ı Merdan Ali radyallahuanh meydana çıktı. Yine bir 'tevil' cihadı başladı vs... (Allah cümlesini hayırlarla mükâfatlandırsın.) Büyük resimde görünense şuydu: Evet. Bu ümmetin bir daha 'tenzil' için cihad etmesine gerek yoktu. Allah dinini tamamlamıştı. Vahiy bitmişti. Ancak 'tebliğ' ve 'tevil' cihadları kıyamete kadar sürecekti. Dört Halife döneminde bu cihadların varolması 'kıyamete kadar da süreceklerinin' belirtisiydi. Çünkü sahabe tecrübesi bu ümmetin hayatının özeti gibidir. Misal-i musağğarıdır. Her hususta rehberidir.
Gerçi sonraki dönemlerde daha belirgin bir 'görev paylaşımı' olduğu söylenebilir. Mesela: Cihadın maddisinden sorumlular başkalarıdır. Ordudur. Manevisinden sorumlu başkalarıdır. Ulemadır. O manevi cihad içinde 'mübelliğ' görevi başkalarındadır. 'Murabıt' görevi başkalarındadır. Yani, kimisi yeni toprak kazanırlar, kimisi sınırları korurlar. 'Kazanma' mesleğindekiler nisbeten yumuşakçadır. 'Koruyucuların' üslûbu uyarıcıdır. 'Kazanma mesleği'nde gidenler muhataplarına karşı 'tolere edici' tavırlar takınırlar. Fakat 'koruyucular' sapmalar konusunda cidden hassastırlar. Çünkü mücadele verdikleri alan dinin, akidenin, amelin 'seleften tevarüs ettiği kemalde/saflıkta muhafazası'dır. Elbette müdebbir hali mübelliğden başkadır.
Denî bir misal olmakla birlikte şöyle diyebiliriz: Bir AVM'nin, güvenliği başka hassasiyetler gösterir, pazarlamacısı başka hassasiyetler gösterir. Pazarlamacı ister ki: Hasbelkader birşey alabilecek herkes içeri dolsun. Gönlünce takılsın. Canı sıkılmasın. Sıkılmasın ki satışlar da iyi olsun. Bereketlensin. Fakat güvenlik böyle davranamaz. O satıştan ziyade asayişten sorumludur. Elbette herkesi içeri almaz. Üzerlerini arar. Tavırlarına karşı daha dikkatli olur. Bazen aykırı davranışlarda gördüklerini cebirle dışarı atar. Onun hali öyledir. Bunun hali böyledir. Ve bu ikisi birarada olmazsa AVM'de denge sağlanmaz. İstikamet ikisinin de olmasındadır. Bu tıpkı insandaki 'kuvve-i şeheviye' ile 'kuvve-i gadabiye' dengesine benzer. Her neyse...
Nihat Hatipoğlu Hoca'nın Ebubekir Sifil Hoca'ya yaptığı eleştirileri okurken de bu misal hatırıma geldi. Öncelikle: Kim ki İslam'ın saadetine sa'yederse onun duacısıyım. Lakin Ebubekir Sifil Hoca'ya eleştirisinde Nihat Hoca'nın cidden hataya düştüğünü düşünüyorum. Ebubekir Hoca murabıttır. Sizse mübelliğsiniz. Mesleğinize sa'y edebilirsiniz. Fakat istikametin tek öğesi sanırsanız fena aldanırsınız. Hatta sizin programlarınızı takip eden bir yakınım şöyle bir yargıda bulunmuştu: "Nihat Hoca'ya 'Şu-bu helal mi?' diye birşey soruyorlar. O kadar çok laf çeviriyor ki... Bitirdiğinde bence kimse yargısından emin olamıyor. Soru olduğu gibi kalıyor. Ne tam 'helal' diyebiliyor ne de tam 'haram' diyebiliyor. Herkes istediğini alıyor."
Konu dallandı-budaklandı. Toparlamayı deneyeyim: Mübelliğler murabıtları 'kutuplaştırmakla' suçlarlarsa kıvamımız kaçar. Özdil güler. Öz-bir kardeşin ağlar. Kimin akidesi kimin cebinde belli olmaz. Mübelliğ işine bakıp murabıtın mesleğine hürmet duymalıdır. Bu sınırlar bekçisiz kalırsa düşmanın nerelere hücum ettiğini kimse göremez. Mübelliğ hiç sezemez. Hele ki ahirzamanda! Ebubekir Hoca ve emsali, Allah onları hayırla mükâfatlandırsın, bir sınır nöbeti tutuyorlar. Düşmanın uyumadığı yerlerde onlar da göz kırpmıyorlar. Nöbetçinin tavrı elbette teşrifatçı tavrı gibi olmaz. Haşin olur. Celal görünür. Nihat Hoca eğer hasma uyup ordusunun sınır karakollarına savaş açarsa hârim-i ismetini telef eder. Cenab-ı Hak cümle ulemamızın gözlerini istikamete açsın. Murabıtta 'dikkat'i mübelliğde 'rikkat'i eksik etmesin. Âmin. Âmin.
3 notes
·
View notes
Text
“ARİF OLANA TARİF GEREKMEZ”
15 Temmuz Günü'nün anlam ve önemine uygun olduğunu düşündüğüm bir fıkra ile bugünü değerlendirmek isterim:
Papazın biri, uzun süredir ahbaplık ettigi Haham'a
"Bana Tevrat'ı öğretmenizi isterim" der...
Haham, olmaz der, "Sen Yahudi doğmadın, kafan Yahudi gibi çalışmaz.
Tevratın kelamını anlaman mümkün değil..."
Papaz ısrar eder, Haham razı olur, ama bir koşulu vardır: "Soracağım soruya doğru yanıt verebilirsen, öğretirim"...
Papaz, "Kabul"
diye yanıtlar. "Sor bakalım!"
Haham:
"İki adam bir bacanın içine düşerler. Biri kirli, öteki tertemiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, "Bundan kolay ne var?" diye atılır. "Kirlenen yıkanır, temiz kalan yıkanmaz."
Haham içini çeker, "Sana Tevrat'ın kelamını asla anlamayacağını söylemiştim! Doğrusu tam tersi. Temiz kalan adam ötekinin kirlendiğini görünce, kendisinin de kirlendiğini sanıp yıkanır. Kirlenen adam ise karşısındakini temiz gördüğü için kendisini de temiz sanıp yıkanmaya gerek duymaz."
Papaz, kafasını kaşır. "Bak bu aklıma gelmemişti. Bir soru daha sorar mısın?"
Haham aynı soruyu yeniden sorar: "İki adam bir bacanın içine düşerler.
Biri kirli, öteki temiz çıkar. Hangisi yıkanır?"
Papaz, doğru yanıtı artık bildiğinden emin, "Temiz kalan ötekinin kirlendiğini görünce kendisinin de kirlendiğini sanıp, yıkanır. Kirlenen, ötekini temiz gördüğünden kendisini de temiz sanıp yıkanmaz!"
Haham, başını sallar. "Yine yanıldın! Sana söylemiştim, asla anlamayacağını. Temiz kalan adam aynaya bakar, temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirlendigini görünce, gider yıkanır."
Papaz itiraz eder: "Ayna nereden çıktı? Bana ayna var demedin ki..."
Haham, parmağını sallar: "Seni uyardım, bu kafayla Tevrat'ın kelamını kavrayamazsın. Tevrat'ı anlamak için her olasılığı düşünmelisin."
"Peki, peki" diye inler Papaz. "İzin ver, bir kez daha şansımı deneyeyim. Başka bir soru sor!"
"Son kez soruyorum" der, Haham: "İki adam, bir bacadan içeri düşerler. Biri temiz, öteki kirli çıkar. Hangisi gidip yıkanır?"
Papaz, "Artık her olasılığı biliyorum" deyip, bir solukta sıralar: "Eğer ayna yoksa, temiz kalan ötekini kirli görüp kendisinin de kirlendiğini düşünerek gider yıkanır. Kirlenen temize bakıp kirlenmediğini düşünerek, yıkanmaz. Eğer ayna varsa, temiz kalan aynaya bakıp temiz olduğunu görür, dolayısıyla yıkanmaz. Kirlenen aynaya bakıp kirini gördüğü için yıkanır!"
Haham başını sallayıp, cık cık yapar: "Hayır, sana söylemiştim, kafan Yahudi kafası değil, Tevrat'a basmaz! Söyle bana, aynı bacadan içeri düşen iki adamdan birinin kirlenip, ötekinin temiz çıkması mümkün müdür?"
Bu yollarda beraber yürüyüp beraber ıslandıklarınız kirlendi ama siz temiz kaldınız, öyle mi?
Sevgi ve saygılarımla.
Burhan TOKCAN
2 notes
·
View notes
Photo
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/basrolu-istanbulla-paylasiyor-41037796?fbclid=IwAR28z8eec6fdn_8lPnsVg4dhQMI8dgz7NokBXAwEKHVQPZ-DngLGxTHn1FE
.
BENİM RUHUM YAŞLI
28 yaşında olup 128 yaşındaki bir insan olgunluğunda nasıl davranıyorsun?
- (Gülüyor) Ruhum yaşlı! Yaşadığım hayatı görsen, “Emekli olmuş, işi bitirmiş!” falan dersin. İstanbul’da da, Los Angeles’ta da öyle yaşıyorum. Los Angeles genelde insanların kafasında bir partileme yeri, benim alakam yok.
Sen ne yapıyorsun?
- Bir kere kalabalık sevmiyorum. Gittiğim çok az yer var, görüştüğüm çok az insan var. Evime giren 3-5 arkadaşım var, o kadar. Ben kendime yatırım yapıyorum. Los Angeles’ta oyunculuk eğitimi alıyorum. Dil eğitimi, aksan eğitimi. Esas olarak da hobilerime para harcıyorum. Orada ailemden kimse yok, kendi kendimeyim.
Annenle baban nerede?
- Çanakkale’de yaşıyorlar. Emekli olduktan sonra köyden bir ev aldılar. Yedi-sekiz senedir Saroz Körfezi’ndeler. Arada ziyarete gidiyorum. Çok huzurlular. Ben de ilerisi için onlarınki gibi, kendimle baş başa olabileceğim bir hayat istiyorum. Yalnızlığı çok seviyorum. Bir de alıştım, 18 yaşında evden ayrıldım ben.
HAYATLA İNATLAŞMIYORUM KENDİMİ AKIŞA BIRAKIYORUM
Doğal yaşamı seven biri olarak bu dünyaya nasıl düştün?
- Bilmiyorum.
Best Model yarışmasına girme fikri nereden çıktı?
- Valla aklımın ucunda bile yoktu. Ben uzun yıllar profesyonel olarak basketbol oynadım. O yönde kariyer yapmak istiyordum. Hasbelkader fiziğim iyiydi o dönem. Arkadaşlarımın “Ya sen niye mankenlik yapmıyorsun?” gazıyla, “İyi, deneyeyim bari” dedim. Aslında meşhur olmak için kendini yırtan bir tip değildim. Yırtık bir tip de değilim. Konuşulmayı, göz önünde olmayı sevmem. Ama o kadar ısrar etti ki çevremdekiler, “Bir bildikleri var herhalde” dedim, kendimi denemek için girdim. Hiç aklımda yokken de kazandım. Hatta ismimi anons ettiklerinde arka tarafa bakıyordum, “Kim çıkacak?” diye. Arkadaşlarım dürttü. Çok komikti. O kadar ani oldu ki her şey...
Nasıl açıklıyorsun her şeyi, tesadüfle mi?
- O kadar çok tesadüf var ki benim hayatımda... “Madem bu yola gönderiyor hayat beni, yürüyeyim bari” dedim. Meğer ‘Adını Feriha Koydum’ dizisini çekenlerin bir tek erkek başrolü eksikmiş. O akşam da ben Best Model’da birinci oluyorum, görüyorlar, arıyorlar. “Dizimizde oynar mısın?” diye...
Demedin mi peki “Ben oyuncu değilim, nasıl yapacağım?”
- Dedim. “Yaparsın” dediler. “Peki denerim” dedim. Ben hayatla inatlaşmıyorum, kendimi akışa bırakıyorum. “Madem benden böyle bir şey istiyorlar. Ben de bunun için elimden ne geliyorsa yaparım!” dedim.
Oyunculuk alanında en çok kimden, ne öğrendin?
- Çok şanslıyım ben bu konuda. Çalıştığım işlerin hepsi gerçekten okul gibiydi. İlk işimde Vahide Perçin, Metin Çekmez ve Hazal Kaya vardı. Hepsi de çok tecrübeli oyuncular. Çok destek oldular. Sonra ‘Medcezir’i çektik, Barış Falay acayip yardımcı oldu. Bugüne kadar birlikte çalıştığım herkes bana bir şeyler kattı. İnsanlar sana bir şey veriyor ama önemli olan sen almasını biliyor musun? Ben alabildiğimi düşünüyorum.
BÜTÜN DÜNYA ONU İZLEYECEK!
Dizinin fragmanı, 1 milyonun üzerinde izlendi. Türkiye’de izlenme olasılığı yüksek. Dünya çapında umutlu musun? Aynı tarzda olmasa da, ‘La Casa Del Papel’ etkisi yaratır mı?
- Olabilir de olmayabilir de... Ama sonuç ne olursa olsun, biz bir imza iş yaptık. İlk defa yapılan bir iş ve çok emek harcandı. Bir buçuk-iki senedir çalışılıyor üzerinde. O yüzden içim rahat.
Dizide İstanbul’un muhafızısın. Bize biraz karakterini anlatır mısın? Kimdir Hakan?
- Hakan İstanbul’un koruyucusu. Genç, normal bir adam aslında. Üniversite okumuş mu okumamış mı bilmiyoruz. Senarist de bilmiyor ne olduğunu. Neşet Babası -yani üvey babası- tarafından büyütülmüş. Kapalıçarşı’da antika işi yapıyor. Babasının dükkânında çalışıyor. Riskler almak, yeni atılımlar yapmak isteyen bir karakter. Kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyor. Sıradan bir çocuk ama aynı zamanda özel. Geçmişten gelen bir sırla, atalarından kalan tılsımlı bir gömleğin görevini devralacağını öğrendiği zaman ikilemde kalıyor. Çünkü İstanbul’un koruyucusu olmak, bunu yüklenmek çok büyük bir sorumluluk. Tamamen başka bir hayata geçiyor.
Başrolü İstanbul’la paylaşıyorsun. Biz bu arada İstanbul’un hem modern hem tarihi yüzünü görüyoruz. Kendini İstanbul elçisi gibi hissediyor musun?
- Bütün dünya izleyeceği için ve bizden çıkan bir hikâye olduğu için evet, bir sorumluluk hissediyorum. Doğru, başrolü İstanbul’la paylaşıyorum.
‘Muhafız’ın İstanbul’un tanıtımına bir katkısı olur mu?
- Kesin! Bu bir takım işi. Ben de o takımın bir parçasıyım. İzleyici gerçekten İstanbul’un birçok medeniyetin beşiği olduğunu görecek.
Sen bu şehri ne kadar seviyorsun?
- Burada doğdum, büyüdüm. Çok seviyorum. Evet, eski, yaşlı bir ruhu var bu şehrin. Hatta mistik. İnsanı büyülüyor. Ama ben şehrin içinde vakit geçirmeyi sevmiyorum.
Sokağa çıkıp kalabalıklara karıştığında...
- Fotoğraf çektiriyorum gittiğimiz yerlerde. Çok çıkmıyorum zaten. Ama meşhur olmadan önce de böyleydim. Ormanda kamp yapardım, doğanın içinde vakit geçiren bir insandım. Öyle büyüdüm çünkü. Küçüklüğümden beri balık tutuyorum. Balık tutabilmek için tekne aldım. Benim için doğanın içinde olmak meditasyon.
12-13 YAŞ BÜYÜK SEVGİLİM OLDU!
Ayça Ayşin Turan’la çok ateşli bir sevişme sahneniz var. Bence çok ses getirecek. Sen ne diyorsun?
- Evet, ses getirecektir. Olması gereken bir sahneydi zaten. İki genç insanın arasında gerçek hayatta her an yaşanabilecek bir şey. Biz de onu yansıtmaya çalıştık. Çok da abartılacak bir sahne değil.
Sevişme sahneleri seni zorluyor mu?
- Yooo gayet rahattık. Ayça da işinde çok profesyonel. İşimizi yaptık.
Yemeyi seviyorum, tutamıyorum
Sevgilin alınır mı, kıskanır mı?
- Sonuçta işimiz bu. Yaptığımız işler ve onların gereği konusunda birbirimize saygı duymamız lazım. Hiç bu konuda sorun yaşamadım. Bakalım buna ne diyecek. Kısmet...
Daha önceki işlerinde laf etmişler, “Bu adam öpüşmeyi bilmiyor” diye. Ne diyorsun?
- Dışarıdan nasıl gözüktüğünü bilmiyorum.
Her şeyine takıyorlar. “Tombik oldu... Kilo aldı... Çirkinleşti... Şişti... Tipsizleşti... Kilosunu kapatmak için kirli sakal bırakıyor...” Kadınlara yapılan acımasız eleştiriler sana da yapıldı, yapılıyor. Üzülüyor musun?
- Ben şişman halime de okeyim. Mutluyum çünkü öyle. Yemeyi çok severim, bazen tutamıyorum kendimi. Özellikle yoğun çalışırken gece acıkıyoruz, karbonhidrat istiyor canım. Yiyorum. Ben rahatsız değilim bu durumumdan. Görsel olarak belki hoş olmayabilir ama yiyeceğim, kime ne!
Sana bir kota koyuyorlar mı, “Şu kadar kiloda kalacaksın!” filan diye?
- Karakter devamlılığı açısından sabit kiloyu korumak gerekiyor. Şu anda 82-83’üm. Dizi çekerken genelde paket söylüyorum eve. Diyet programı yani. Akşam 19.00’dan sonra yemiyorum. Ama bozduğum da oluyor.
“Bir James Dean hüznü var bu çocukta” diyenler var, ne diyeceksin?
- Aaa öyle mi demişler? Hüzünlü mü duruyorum gerçekten? Benim küçüklükten beri hep yaşımdan büyük arkadaşlarım oldu. Yaşımdan büyük sevgililerim de oldu. Belki o yüzden ağırbaşlı bir havam vardır.
En büyük sevgilin kaç yaş büyüktü senden?
- 12-13 yaş vardı aramızda.
“Kapıcı kızıyla bile evlenirim çok seversem” gibi bir açıklaman oldu mu yıllar evvel? Ne kadar samimiydin?
- Yüzde yüz! Aynı samimiyetteyim. O zaman kapıcı kızıyla zengin çocuğu oynuyorduk, aşk yaşıyorduk, farklı dünyalara rağmen. Soru, o dönem yöneltildi. Ben de samimiyetle “Çok seversem tabii ki evlenirim!” dedim. Cevabım hâlâ geçerli.
O DÖNEMİ HAYATIMDAN ÇIKARDIM!
Bir de talihsiz bir şey yaşadın. Uyuşturucu madde kullanmak ve temin etmek suçlarından yargılandın. Mahkeme sana 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Yargıtay, mahkeme kararını onarsa, 1 yıl 9 ay hapis yatacaksın. Ne diyorsun?
- Ailem ve çok yakın arkadaşlarım dışında başka hiç kimseye bir şey anlatma zorunluluğu hissetmiyorum.
Haklısın. Böyle bir zorunluluğun yok. Soruyorum sadece... Ünlü olmasaydın bu kadar üstüne gelinir miydi sence?
Ünlü olmasam kimsenin haberi bile olmayacaktı bu durumdan. Neyse, önemli olan benim ailemin psikolojisi.
Üzüldüler mi çok?
- Elbette. Annem kötü oldu. O duygusal. Babam daha güçlüdür. Ama bir sıkıntı yok şu an. Devam ediyor dava. Ben de 5-6 senedir alacağım bütün dersleri almış bulunuyorum. Varsayımlar üzerinden düşünmedim hiç. “Yatarsam n’olur” demiyorum. Hayat bu, sonuçta bir şeyler yaşanacaksa yaşanacaktır! Yapacak bir şey yok, onun önüne geçemezsin. Önemli olan öyle bir şey geldiği zaman, bundan gerekli dersi çıkarmak. Bununla yüzleşmem gerekiyorsa yüzleşirim, sıkıntı yok.
İfaden de çok konuşuldu. Kimseye uyuşturucu temin etmediğini ama çevrendeki birçok insan gibi uyuşturucu kullandığını, sadece kullanıcı olduğunu söylemiştin. Şimdi o döneme bakınca neler geçiyor aklından?
- Çok uzun zaman önceydi. Altı yıl oldu neredeyse. O yüzden hayatımın o dönemini çıkardım ben. Çok düşünmüyorum. Dava da erteleniyor yıllardır.
13 notes
·
View notes
Text
Depresyon - Bir Yazı Dizisi
Bir yerden başlamam gerekiyor, öyle ya da böyle bir yerlerden. Kendini sürekli tekrarlayan bir depresyon içindeyim, hatırladığım kadarıyla en az 8-9 senedir. Tedavi çoğu zaman seçeneğim olmadı, seçeneğim olduğu zamanlarda da bıraktım, vazgeçtim; kısa süreli iyileşmelerim oldu, ama tekrar geldik buraya. Yazmayı burada bırakmak istedim, ama yapmayacağım, şuan tüm toksik düşüncelerimi buraya dökeceğim. Yine bir ocak ayında, sabahın saat 6′sında neden bu durumdayım? Neden intiharı düşünüyorum, neden intihar etmiyorum? Her seferinde yok canım daha önünde neler var, bir yürü bakalım derdim. Şu sıralar önümde ne var bilmek istemiyorum. Hayattan ne istediğini bilmemek kötü, ne istemediğini bilmemek daha kötü. Tek bildiğim 8 yıl önceki benim, 8 yıl sonra olmak istediği yerden çok uzaktayım. Hoş o ne bilir ki?! 13 yaşındaki ben, kendimin en büyük zorbasıydım. Şimdi bakıyorum 13 yaşındaki ben 21 yaşındaki benim de en büyük zorbası. Her şey o yüksekten uçan, çok bilmiş kaltağın suçu, bugüne beni getiren kişinin. Hayattaki mottom hep “Bunu 15 dakika/gün/yıl sonraki ben düşünsün canım!”dır, evet bugün o benim, yüzleşelim.
Asla bir hümanist değildim, kendimi hep insanların nefes alma haklarını yargılarken bulurum. Bunu daha sık yaptığıma şuan kanaat getiriyorum. Kendi ebeveynlerim de dahil insanların ne için yaşadıklarını sorguluyorum. Bunu yaptığımda kendimi kötü bir kaltak sanıyordum ama şuan fark ediyorum daha çok kendine yol çizmeye çalışan birinin çırpınışları. Gidip tabii ki insanlara “Eee ne için yaşıyorsun şuan?” diye soramam, kendime sorarsam da verecek cevabım yok. Dışarıdan bakılınca çok sofistike zevkleri olan, hırslı, geleceğin başarılı mühendisi, yöneticisi, 5 dil bilen, dünyayı gezen bir kadın olmak gibi görünebilir. Ama tüm bunları overrated buluyorum. Amacım insanların başarısını küçümsemek değil, bunu yapan insanlardan bizzat kendim nefret ederim, ama bu hayaller çok boş geliyor. Çocukluktan beri hayalim bu ülkeden siktir olup gitmektir, gittik ne oldu? Şuan Amsterdam’da, Londra’da, Chicago’da olsam bu bunalımın içinde olmayacak mıyım? Başarılı bir mühendis ya da striptizci oldum bunlar beni mutlu edecek mi ya da istediğim bu mu? Ne istediğini bilememek işte derdim, derdimiz bu. Çağın hastalığı demişler, doğrudur. Kendisi çağın ve jenerasyonun bir diğer hastalığı kaygı bozukluğu ile benim uzun süredir misafirimdirler. Bu kaygı bozukluğunun altında da zamanında kendime belirlediğim realist olmayan ve beni yansıtmayan hedefler yatıyor zaten. Bir psikologun bana söylemesi muhtemel her şeyi ben kendime söylüyorum, çok zeki bir insan sayılmam ama karşımdakilerden daha aptal değilim.
Bir süredir kendimi oyalayacak uğraşlar bulma peşindeyim, gezelim, yeni şeyler deneyelim, yiyelim, görelim, güzel kıyafetler giyineyim, her gün en özel kombinle görüneyim, spor yapıp 34 beden olayım, estetik olup toplumsal güzellik algılarına uyayım, böyle sevişeyim, şöyle konuşayım, bunları okuyayım, bu şarabı deneyeyim, biraz ortalama kasayım, Finlandiya’daki bu staja başvurayım, yüksek lisansı Avrupa’da yapayım... Hepsi öyle vasat ve anlamsız geliyor ki. Hepsi kısa süreli hedefler, ben 10 senenin sonunda, 15 senenin sonunda nerede olmak istediğimi göremiyorum. Bunlar benim yalnızca bugün ölümü erteleme sebebim, intihar etmeyi övmüyorum, en büyük korkum ama bu işin sonunun er ya da geç bu noktaya geleceğini biliyorum. Sevilmediğimi bilsem ya da düşünsem sanırım bugün hayatımı sona erdirirdim, sevildiğimi biliyorum, hissediyorum, ama bunun da bugün için yeterli olduğunu biliyorum. Bu yazıyı şimdilik götürebileceğim bir yer yok, ama devamı gelecek. Bu blogda yazarak, kendimde ufak değişimler gözlemlemeyi umuyorum, bunu yazumak önemli çünkü bir daha asla açmayacağım defterden ya da üç saat içinde başka şeylerle meşgul olacak beynimden daha etken olacağını umuyorum.
2 notes
·
View notes
Text
Yalnız
İşten ayrılalı 1 ay kadar oldu. Günlerimi oyun oynayarak geçiriyorum. Kendimi "kabullenmiş" hissediyorum. Çok uyuyamıyorum. Uyandığım vakit yatakta geçen süre 4 saat civarı. İnsanlarla ilişkinin, bu yaşam biçimi ile çok mümkün olamayacağını görüyorum. İnsanlarla konuşacak bir konum yok aslında. İlke ile buluştuğumda bunu sadece vakit geçirmek isteğim için yaptığımı anladım sonradan.
Dur biraz... Onla vakit geçirmek için değildi bu sanırım. İlkeye çok fazla bakamıyorum yanımdayken. Benim için yeşil bir noktadan ibaret kalsın istedim sanırım. Herhangi bir ses olursa o da olur orada. gerçi birisi gerçekten yanında konuşunca yaptığın her mikro mimiğe dikkat edip anlam falan çıkarmaya başlıyor. Hayır, artık her siki de açıklayamayacağım amk.
yaptığım bir işi yarıda unutup bir işe daha başlıyorum bu aralar. Sanırım ptsd değil uykusuzluktan olabilir. İyi ki kulak tıkacım var. Araba seslerinden uyuyamıyorum yoksa hiç. ben yaşamaya devam eder miyim yoksa intihar eder miyim o aklıma geldi. Bir daha çalışmak istemiyorum çünkü. Mesleğimi seviyordum. Bir deneyeyim bakalım hala seviyor olacak mıyım dedim. Yaklaşık 9 ayda söndü bu mum. Gitarı da alamadım. Almayacağım sanırım. Üşeniyorum benimkini çalmaya.
Bileklerimi keserim diye düşünüyorum artık. En uygunu bu sanırım. Kendini asmak çok acıtır. Yeterince acı çekilmiş olur o zamana kadar.
Artık Suyun kokusu gelmiyor.
0 notes
Photo
87/365 Birkac gündür ne kadar çok şey yapmam gerekiyor, hiçbirine yetişemiyorum diye dertlenip duruyordum, var olan plana uygun gitmeme rağmen yetişemiyorum diye dertleniyorum. Bugün ise kendime yepyeni bir hedef koydum. Ne yapacağım neye başlasam diye dertlenecegin vakti daha efektif kullansan, bir şeye başlasan sorun daha kolay çözülür dedim. Öylede oldu. Ben rekabetçi biriyim. Zamanı kisaltip üstüne yeni bir hedef koyunca, gözlerim isildamaya ve yeniden program yapmaya başladım. Halı hazırda yapmış olduğum program sanırım bana birazcık hafif gelmiş. Bakalım sınırlarımı zorlamayı deneyeyim. Ay sonuna 4 gün var. Bakalım normal programda 15 güne yaydığım şeylerin kac tanesini bu 4 gün içinde bitirebilicem:)) NOT :Bu program hali hazırda yapılması gereken isler, yapılmadığı için beynin arka planında çalışmaya devam edip, çok daha önemli işlerin için dikkat toplamayı azaltan işlerdir. Bertaraf edemiyorsan mümkün olan en kısa sürede yap ki, daha çok zaman gerektiren işlere daha fazla vakit kalsın... Kararsiz kalıp, kenarda sizlanmaktan iyidir😜 Zamanın göreceli olduğunu düşünürsek muhtemelen zaman uzayacak ve bana ekstra vakit açılacak. Yada aslında ben zamanı daha efektif kullanmak adına tüm algılarımi açacağım ve her anı değerlendireceğim için bana öyle gelecek:)) Hareket berekettir:) NOT :Kararsiz kalıp, yetistirebilir miyim diye düşünmek yerine, acaba ne kadarini yetistirebilirim diye düşünmeyi tercih ediyorum. Muhtemelen bir hafta önce başlamış olsaydım. Şu anda hepsi bitmişti, bundan adım kadar eminim. Kendimi çok iyi tanıyorum 😜 Ama o zaman ay sonuna coook vardı. Şimdi sadece 4 gun😂 final zamanı yaklaşan öğrenci koduna girelim bakalim:) (at Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/CM85Oo9gnMz/?igshid=1e7u2yl1juo3u
0 notes
Text
2020 yazı
Yaza köyde girmek zorunda kalsam da fırsatını bulunca kendimi Alanya’ya atıp otelde çalışmaya başladım. Kurban Bayramı’nın ilk günü de ilk sigorta girişim yapılmış oldu. :) Ben yaz mevsimini çok severim, bu sene yaz mevsimi beni pek sevmedi. Olaylı ayrılıklar, işten ücretsize çıkarılışım, yeni işim ve evimden okul yüzünden ayrılışım..... Bir de kışı sevmeyi deneyeyim bakalım...
0 notes
Photo
Nasılım? İyi miyim gerçekten ? , bu hayattan tam olarak ne istiyorum bilmiyorum. Tek hissettiğim koca bir boşluk, koca bir hiç. Ne tam anlamıyla üzgünüm, ne de mutlu. Aslında kırgınım diyebilirim. Bu hayata, gerçekleşemeyen hayallerime, yıkılan umutlarıma, eski beni alıp yerine ruhsuz, yaralı, umutları, hayalleri, çalınmış, nefes alan ama yaşamayan bir kız çocuğu bırakan herkese kırgınım. İçime bakmayıp, kalbimi görmeyip, ne hissediyorum diye zerre umursamadan, seviyor sevmiyor diye tüm yapraklarımı kopardılar hırpaladılar beni. Sonra da beni hain papatya ilan ettiler. Değiştin dediler. Oysa menfaatleri bitince değişen de, giden de onlardı. Bense hep aynı yerde kalakaldım. Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri gidebildim. Bir adım geri gidebilsem bunca acıyı barındırmazdım göğsümde. İleri gidebilsem “herkes mutlu hayatına devam ediyor bende edebilirim” diyip eski neşeli umut dolu kız çocuğu olabilirdim yine. Ama ben kalakaldım işte. Göğüs kafesimi parçalayan bu acılarımla, hayal kırıklarımla kalakaldım. Peki neden ? Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum. Zaten en nefret ettiğim soru bu. Aylarımı hatta yıllarımı heba ettim bu soru yüzünden ben. Benim üzmeye kıyamadığım insanlar beni NEDEN paramparça etti ? NEDEN herkes hayatına devam ederken ben edemiyorum ? NEDEN bir hiç gibi arkada bırakılan hep ben oluyorum ? NEDEN her seferinde ben terkedildim ? Ben herkesin düşüncesini umursarken NEDEN hiç kimse benim ne hissedeceğimi umursamadı ? NEDEN ? NEDEN ? NEDEN ? Hiçbir zaman sorduğum sorulara cevap bulamadım. Belki bir cevap bulabilseydim, eski beni geri getirebilirdim ama bulamadım. Cevabını bulabilmek için çok uğraştım. Kim benden gittiyse, kim bende yaralar açtıysa sordum “NEDEN?” diye ama karşımda hiçbir zaman bir insan bulamadım. Hep bir duvar buldum. Üstelik bir zamanlar tanıdığım, canımın içi olan, canım yandığında, dayanamayıp yere kapaklandığımda düştüğüm yerlerimden öpen, yaralarımı saran, yaralarımın olduğu yerleri şefkatle sarıp sarmalayıp beni güzel günlere olan inancıma tekrar bağlayan insanlardı bana aşamayacağım duvarları örenler. Hak ettim mi tüm bu yaşadıklarımı gerçekten? Tamam hatalarım olmuştur illaki her insan gibi. Ama bu kadar üzülmeyi, canımdan can gitmesini hak ettim mi gerçekten? Sabahın beşinde, yaşadıklarımın üstünden onca zaman geçmesine rağmen hala gözyaşı dökmeyi hak ettim mi? O kadar özlüyorum ki eski beni, o içimde asla büyüyemeyen ve asla bir yere kaybolmayan kız çocuğunu. O kız çocuğu nasıldı biliyor musunuz ? Şen şakrak, mutlu, umutlu, deli dolu, şımarık küçük kızımdı o benim. Bu hayatta kötü insanlar olsa da, o kötülerin kazanacağına inanmazdı mesela. (Çok yanılmış.) Bir gün herkesin yaşattığını yaşayacağına inanırdı. (Çok yanılmış.) Sırf bu yüzden etrafındaki herkesi mutlu etmeye programlanmıştı. Ne kadar mutlu ederse o kadar çok mutlu olacağına inanıyordu. (Ne yazık ki çok yanılmış.) Sevginin, aşkın asla bitmeyeceğine inanıyordu. (Çok yanılmış.) İnsanlar birbirini sevmeye devam edikçe tüm sorunların çorap söküğü gibi halledileceğine inanıyordu. (Çok yanılmış.) Yarasına denk gelen insanı bulduğuna ve bir daha yaralanmayacağına inanıyordu. (Çok yanılmış.) İnsan sevdi mi sevgisinin uzanabildiği yere kadar sever sanıyordu. Hem de babası bile kilometrelerce uzağındayken. (Çok yanılmış.) Sevginin bu dünyadaki en güçlü şey olacağına inanıyordu. Ve hiçbir şeyin bunu yıkamayacağına. (Çok yanılmış.) Umut etmekten, hayal kurmaktan hiç vazgeçmiyordu. Bir gün gerçekleşeceğine inanıyordu. (Şimdi tüm hayalleri umutları paramparça oldu.) En çokta ileride çok güzel bir anne olacağına inanıyordu. (Çok yanılmış.) Arkadaşlarıyla vakit geçirmekten inanılmaz zevk alırdı, ortamın deli dolusu şen şakrağı, hep aranan arkadaşıydı “Nerdeysen hemen gel” diye. (Şimdiyse bütün kuru kalabalıkların arasında yapayalnız kaldı.) Ben çok bir şey istemiyorum bu hayattan. Sadece bana eski beni versin. Ne yaptıysam olmadı. Gitmediğim kurs, kurmadığım arkadaşlık kalmadı. İşe girdim, çalıştım olmadı. İşten çıktım, sosyalleşeyim dedim olmadı. Günümü neredeyse 25 saate çıkarttım diyebilirim. Bütün zamanımı doldurdum olmadı. Hatta en son ne yaptım biliyor musunuz ? Liseden mezun olalı 3 sene olduktan sonra bir de üniversiteyi deneyeyim dedim ve sınava girdim kazandım. Fakat kör talihim mutlu olmama izin vermediği için korona yüzünden üniversiteye de gidemedim 😊 Son umudum buydu yani. Bakalım üniversiteler açılınca görücem işe yarayıp yaramadığını ? Umarım eski kız çocuğunu orda bulabilirim. Eğer bulmuş olursam bu yazıya tekrar gelicem. Son bir not: Ne kadar canın yanarsa yansın, ne kadar tükenmiş olursan ol, içinde kalan son çocuk yanının şarkı söylemesine müsaade ettiğin için, azıcıkta olsa güzel yarınlara umut ettiğin için teşekkür ederim. Unutma! YÜREĞİN ŞARKI SÖYLÜYORSA EĞER HAYAT SENİ MUTLAKA BİR GÜN DANSA KALDIRIR!...
0 notes
Text
Hadis inkârcılarının beyni kaç beygir?
İlk bakışta çelişkili gibi duran veriler bir ilmi/bilimdalını iptal eder mi? Bunu basit bir misal üzerinden azıcık sorgulamak istiyorum. Sözgelimi: Siz bir kanun keşfetmiş olun. Ne olsun o kanun? ‘Suyun kaynama kanunu’ olsun. Yaptığınız deneyler sonucu bana deyin ki kardeşlerim: “Ahmedcim, su yüz derecede kaynar, tecrübe edersen göreceksin.” Ben de “Vay, helal olsun, bu işi de matematiğe döktük!” dedikten sonra memleketime doğru uzanayım. Şöyle bir dağ başına çıkayım. Kösedağ bize yakındır. Orası olsun. Yakayım ateşimi. Koyayım suyumu. Salayım termometreyi de içine. Oh. Kaynasın da kaynasın. Oduna para mı veriyorum sanki?
Aaaaa! Fakat o da ne? Bizim dağ başında sizin kanunun başına bir haller gelmesin mi? Yani? Yani bizim dağda su tam yüz derecede kaynamaz. Ya? Herhalde doksanlarda falan kaynar. Bak sen. Eyvah. Hadi bakalım. Al başına belayı. Canım sıkılsın. Üfleneyim-püfleneyim. Sonra alayım çaydanlığımı Ağrı’nın başına boy vereyim. Bir de orada kısmetimi deneyeyim. Amaaaan! Of. Tüh. Ne oldu? İş iyice karıştı. Şimdi de su seksenlerde kaynamaya başladı. Bir hiddet termometreyi yere çalıp kırayım. Demliğimi de alıp karşınıza dikileyim. Diyeyim ki: “Lanet olsun içimdeki fizik sevgisine.” Hakkım olur mu? Zahmetime acımayın kardeşlerim. Olmaz. Aksine epeyce haltetmiş olurum.
İşte hadis inkârcıları da bu sıralar böylesi haltlar ediyorlar. Üstelik onlar benim gibi yedikleri haltın farkında da olmuyorlar. Sözgelimi: Hadis kaynaklarında abdestle ilgili iki farklı rivayeti buluyorlar. Bunları karşı karşıya koyuyorlar. Sonra diyorlar ki: "Bak, bak, bak. Birbirine uymayan iki ayrı rivayet. İkisinin de kaynakları sağlam. Birbirini tutmayan iki rivayete birden 'sahih' diyen bir ilim hiç tutarlı olabilir mi? Cık, cık, cık." Efendim, eşekliklerinin şeddesi göğe uzanan bu tipler çok basit bir ayrımı maalesef yapamıyorlar. Nedir o?
'Hadis ilmi' ile 'fıkıh ilmi' aynı şey değildir. Açayım: Hadis ilmi, yukarıdaki misal üzerinden konuşursak, fıkıh ilmine kıyasla 'veri ilmi' gibidir. Yani fâkihlere üzerinde 'tefakkuh' faaliyeti yürütebilecekleri malzeme sunar. Bu malzemeyi sunarken taşıdığı haberlerin sıhhatiyle ilgili kıstasları vardır. Rivayetlerin evvelemirde 'birebir aynı olup olmamasıyla' değil 'sorunsuz bir şekilde ulaşıp ulaşmadığıyla' ilgilenir. Sonra onların hazırladığı bu malzemeyle fâkihler meşgul olurlar. Gündelik yaşamda uymamız gereken helalleri-haramları, sevapları-günahları, ibadetleri-masiyetleri tesbit ederler.
Şimdi, ben herhangi bir fizikçiye yukarıdaki verilerle gitsem, desem ki: "Ulan, ne ayaksınız siz? 'Su yüz derecede kaynar!' dediniz de yollara düştük. Kösedağ'da kaynattık doksanları gösterdi. Ağrı'da kaynattık seksenleri. Böyle tutarsızlık olur mu? İki başka rivayet birden aynı ilimden gelir mi? Batsın sizin fiziğiniz, kimyanız, biliminiz!" O zaman fizikçi kardeş cahilliğime acıyarak anlatır: "Tamam, veriler farklı, doğru. Fakat senin getirdiğin rivayetlerin hiçbiri yanlış değil. Sahiden de bizde şöyle, Kösedağ'da öyle, Ağrı'da da böyle olur. Netice değişir. Ancak bu verilerin birbirlerini tutmaması bir ilim/bilimdalını iptal etmeyi gerektirmez." Ya? "Onların aralarını barıştıracak çözümü bulmayı gerektirir. Ben de seninkini biliyorum. Senin demliğindeki suyun farklı derecelerde kaynamasının sebebi basınç farklılıklarıdır. Bu farklılıkların sebebi de çay demlediğin yerlerin yüksekliklerindeki değişkenliktir. Biz 'Su yüz derecede kaynar!' derken deniz seviyesini kastediyoruz. Seviye değişirse derece de değişir. Buhar daha az zahmetle özgürleşir."
İşte, Allahu'l-a'lem, fıkhın hadis ilmine nisbeti de yukarıdaki gibidir kardeşlerim. Muhaddislerin zaptettiği veriler üzerinden tefakkuh faaliyetleri yürütülerek her rivayetin hangi şartlar için geçerli olduğu, tam ne söylediği, nüansı hangi sebebin sağladığı araştırılır. Bu tesbit faaliyetinin ardından ilmihalimiz şekillenmiş olur. Sözgelimi: Aleyhissalatuvesselamın bir keresinde abdest yerine teyemmümle namaz kıldığını bildiren hadis görülünce "Vay, bu nasıl ilim, bu ne tutarsızlık, namazdan önce hem abdest diyor hem teyemmüm diyor!" deyu eşeklik edilmez. Teyemmümün şartları ayrıdır. Abdestin şartları ayrıdır. O çelişkili sanılan rivayetlerin analiz edilmesiyle belki kırk tane yeni durum/hüküm bilgisi edinilir. Yani yukarıdaki basınç farklılığı gibi nice farklılıkların amellere etkisini öğrenilir. Tabii öğrenmek isteyene. Yoksa öküze ne! Ben de henüz aklını kaybetmemiş hadis inkârcıları varsa belki akıllarına başlarına alırlar diye demiş oldum. Cenab-ı Hak cümlemizi hidayetinin ışığından ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.
3 notes
·
View notes
Text
Uyku!!
Toplumsal olarak kendimizde hak gördüğümüz bir görevimiz var. Hamileleri uyaralım. Biz böyle ettik sende böyle et. Tamam herkes kendi yaptığı yetiştirdiği çocuktan elbette mutlu ve gurur duyuyordur. Ama bakalım ben senin yetiştirdiğin kişiyi seviyor muyum. Heh bu olmuş naptıysan allah aşkına anlat bende yapacağım mı dedim. Ben sorarsam ne ala. Anlat tabii. Ama onun haricinde mümkünse susun. Ya çok şükür bi fırsatım var. Bebeğim olmuş sağlıklı maşallah. İyi de bırak ben deneyeyim yetiştireyim. Yani tabiki tavsiye verdin diye ben al bu çocuğu sen bak demiyorum, demem! Benim beynimide bulandırmayın arkadaş.
Bide herkesin, hamilelikte psikopat gibi uyuda uyu, uyumaLısın, biz çok uykusuz kaldık şeklindeki açıklamalarından böghk gelmişti. Çoluklu çocuksuz herkesler beni uyarmayı kendilerinde hak görüyorlardı. Uyumadım. Boolca gezdim. Yani bedeninizde gittikçe ağırlaşan tepişen bir birey var. Kendimi bırakmadım tabir i caizse. Yoruldum ama yorulmadım dedim. Pişman mıyım. Tabi ki hayır! Bu uyku olayınıda sanırım bugun keşfettim. Artık az uyumaktan uykuya doyamaz hale geliyorsunuz. Bugun ben bunu yaşıyorum. Sanırım 5-6 saat uyumuşuz. Tabi sevgili yavrumda bu sürede aç kaldı birazcıcık ama napiyim zerre alarm vs duymuyorum. İşte zombi gibi uyandım. Dehşet uykum var. Aslında verimlide uyumuşum ama artıkın günlerce uyuyacak potansiyele doğru koşuyorum. O yüzden uyu da uyu nolur bizim yerimize de uyu şeklinde yakarışları anlamaya başladım gibi.
1 note
·
View note