#böyle şeyler hep ben yokken oluyor
Explore tagged Tumblr posts
Text
bu ne yav,, anket öz. mi geldi yoksa
3 notes
·
View notes
Text
Unutmak Öyle Kolay Sanmadık
Tam seni unuttum gibi oluyor yine aklıma geliyorsun ve altına dinamit yerleştirilmiş eski bir bina gibi dakikalar içinde yerle bir oluyorum Metin. O kadar kısa sürüyor ki, üstümden çıkan kiri, pası, dumanı bile görüyorum. Unutmak çok kolay sanırdım Metin. Yeterince çabalarsan, kendini bile unutabilirsin. Yemek yemeyi, uyumayı, yutkunmayı, ütünün prizden çekilen fişini bile unutabilirsin. Ki çok kaygılı olan ben, her seferinde çektiğimi bile bile gider bakarım ütü masasına. Olmayan dumanın bile kokusunu alır burnum. Saniyeler içinde beynimde evin alev alışını izlerim. Prizden çıkardığım fişi bile ne pahasına olursa olsun unutabiliyorum işte. Ama iş sana gelince işler sarpa sarıyor Metin.
Mutlu muydum gerçekten acaba diye düşünüyorum son zamanlarda. Gülüşün, bana bakışın aklıma geliyor. Öpüşün, koklayışın. Bir final çizgisine ulaşmış 100 metre koşucusunun gözündeki zafer hissiyle her buluşmada bana neşeyle gelişin. Seni metro çıkışında beklediğim ve aklımdan o anda geçenler geliyor aklıma. Geçenlerde dinlediğim bir konuşmada kaybetme korkusundan bahsediliyordu Metin. Travmalarımızla bağlantılı, ve bağlanma kuramının da bize verdiği yetkiyle, bazen tutarsız bir ortamda büyüyüşümüz, hızla değişen tepkiler, tahmin edilemez yaşantılar beynimize de tahmin edilemezlik hissiyle kodlanıyormuş. Şöyle ki, gece herkesin gülüp eğlendiği, ortada tartışmanın olmadığı ama belki birkaç saat sonra belki ertesi sabah bu duygu durumunun hızlıca öfkeye, üzüntüye, çatışmaya döndüğü durumlarda sevginin ya da mutluluğun ne anlam taşıdığını anlamamız zorlaşabiliyormuş. Ve gelecek ilişkilerimize de bu tutarsızlık yansıyormuş. Demem o ki, kişi çok güzel vakit geçirdiği bir buluşmadan sonra, acaba sorusuyla gidebiliyormuş sonraki buluşmaya, ortada buna sebep olabilecek herhangi bir yaşantı yokken. Bir yanımız bir şeylerin değişebileceğine, yine bu tutarsızlığın baş göstereceğine o kadar inanabiliyormuş ki, bir önceki buluşmadan sonrakine endişeli gidebiliyormuşuz. Bir şeyler ters gidecek diye endişe duyabiliyormuşuz. Seninle hiç böyle olmadı Metin. Ne zaman seni o metro çıkışında beklesem, hep emindim bana sevgi dolu geleceğinden. Birbirimiz için inşa ettiğin ilişkinin, bir yerinde bıraktıysak yine senin emeğinle daha da sonraki buluşmada güçleneceğinden. İlginçtir, ilk defa bunu yaşıyorum Metin. Bunu duyduğumda önce bir sarsıldım ne bileyim. Çünkü benim için hep bir şeyler, bir öncekinden bir sonrakine endişeyle gitmek üzerineydi. Sen ne yaptın da tüm bu endişelerimi alıp içinde eritip beni de dönüştürdün hayret ettim. Teşekkür ederim Metin.
Bugün niye sana güvenemediğimi de sorguladım Metin. Bunun üzerinde ne kadar kendi kurgularımın etkisinin olduğunu gördüm. Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize diyor Şükrü Erbaş, Ömür Hanım şiirinde. Ben de her şeyi kötü yanından görmeyi bana kim öğretti diye sorguluyorum şu aralar Metin. Kafamdaki felaket senaryolarının karışıklığı aramızda ne büyük uçurumlar açmış. Neyi korumuşsun ki diyorum şimdi. Korunacak ne vardı da korumaya çalışmışsın. Aferin iyi yapmışsın diyemeyeceğim. Ama korunmaya ihtiyacım yokmuş Metin. Ben tehlikenin senden gelebileceğini kabul ederek en büyük hatamı yapmışım. Özür dilerim Metin. Seni, çok az kanıtla, oldukça taraflı, oldukça acımasız bir yerden yargılamışım. Yine de tüm bu kötü yanlarımı görüp de kapsadığın için teşekkür ederim Metin.
Seni unutmak nasıl kolay olsun ki şimdi düşününce Metin? Elinden geleni yapmışsın teşekkür ederim.
0 notes
Text
Zorlu Zamanlar | 55 - Karşılık
Hiiro: Kötü haberlerim var, Aira!
Aira: A-hiyaa!?
Aira: Hey, Hiro, oda arkadaşı olsak bile kapıyı çalmadan içeri giremezsin! Kaç kere söyledim ama. Herkesin bildiği kurallar bunlar!
Hiiro: Um, özür dilerim! Memleketimde böyle bir alışkanlık olmadığı için unutuyorum!
Hiiro: Şehir insanları ne kadar hassas. Özellikle de sen, Aira—neden hep böyle streslisin?
Aira: Ne dedin?! Beni dinle. Senin gibi beni stres eden insanlarla yaşayınca böyle oluyor!
Aira: Anlamadıydan direkt söyleyeyim, her şey senin suçun Hiro! Beni hep stres yapan sensin! Aptal, mağara adamı seni! Australopitekus!
Aira: ...Oh, sinirimi senden çıkarınca rahatladım. Sonsuza dek içime atsam olmazdı!
Hiiro: Um, haklısın! Yardım edebildiğime sevindim, arkadaşım!
Hiiro: Bu arada, şuna bak, Aira. Bana Hold-hands'den tuhaf bir mesaj geldi—
Aira: Hm? Spam falan mı? Hold-hands, spam e-postaları engelliyor sanmıştım. Tuhaf bir siteye mi girdin?
Aira: Telefonunu ver. Cidden, ben yanında yokken hiç modern aletleri kullanamıyorsun.
Hiiro: Um, biraz alıştım gibi. Ama o kadar iyi olduğumu söyleyemem.
Aira: Hmm~? Farkettim de—senin Hold-hands uygulaman benimkinden biraz farklı gözüküyor.
Aira: Belki de kendiminkini fazla süslemişimdir. Ama normali çok sade değil mi?
Hiiro: Hmm, istediğini yapabilirsin. Bu sadece bir ara��, normal şekilde kullanabildiğin sürece bir sorun çıkmaz.
Aira: Olayları birbirinden ayırabilmen iyi bir şey, Hiro. Ben fazla düşünüyor olmalıyım... Bekle, burada gerçekten tuhaf bir şey var.
Aira: Eğer bu mesaj işle alakalı olsaydı diğer üyelere de gelirdi.
Aira: Ama sende bize gelmeyen birsürü mesaj var, Hiro.
Aira: Mesela bu yanında parlak işaret olan mesaj ne?
Hiiro: Emin değilim. Ama işaretli mesajı görünce kötü haber olabileceğini sanıp geldim.
Hiiro: Bak, en son gelen mesajı oku.
Aira: Hmm... İyi de telefonunu karıştırmam yanlış olur.
Aira: Sosyal medyadan gelen mesajlar sana özel şeyler değil mi?
Hiiro: Um, önemli değil. Sizden saklayacak bir şeyim yok.
Aira: Gerçekten mi~? Hiç kendine saklamak istediğin bir günlük veya şiir falan yok mu?
Hiiro: Hiç yok. Hem yazdığım şiirleri başkalarına göstermekten memnuniyet duyardım.
Hiiro: Ayrıca yazdığın şiirleri paylaşmazsan, buharlaşan bir çiy damlası gibi yok olurlar.
Aira: Hahaha, idoller de bir bakıma öyle aslında...
Aira: Ha? Ay! Bu ne böyle?!
Aira: Şey, bahsettiğin mesaja bastım, tuhaf bir daire çıktı ve ekran dondu.
Hiiro: Hmm... İlginç, değil mi? Birisi telefonuma büyü mü yaptı yoksa?
Aira: Büyü gerçek değil...
Aira: Aman ya, bu ne şimdi? Virüs mü?
Aira: Böyle virüslü telefonlarla bana mesaj atma sakın, tamam mı? Telefonumda birsürü önemli fotoğraf var!
Aira: Senin yüzünden bilgilerim silinirse öldürürüm kendimi!
Hiiro: Um, artık deneyimleyip öğrendim. Senin "hazine" dediğin şeylere dokunursam oldukça sinirleniyorsun.
Hiiro: Yani dert etme. Ben geçmişimden ders alan biriyim.
Aira: Ama yine de hata üstüne hata yapıyorsun, değil mi? Senin normal bir insan gibi yaşaman yıllarını alır.
Tatsumi: ...Affedersiniz, bir sorun mu var?
Aira: Ah, hoşgeldin, Tattsun-senpai. Sabah duanı ettin mı?
Tatsumi: Evet. Geri dönerken revire gidip Mayoi'ye de baktım. Son zamanlarda yataktan bile çıkamıyor, çok endişeliyim.
Aira: Şey... Mayo-san'ı bütün iyi olmadığı işlerle fazla mı yorduk acaba?
Aira: Ama başka çaremiz yoktu. Böyle bir durumda nasıl yaşayacağımızı biz seçemiyoruz.
Tatsumi: Hehe, demek birbirimiz için takma isimler kullanmaya başladık... Sizinle bu kadar yakınlaşabildiğim için onur duydum.
Aira: Aa, evet... İlk başta saygısız olabilir diye çekinmiştim. Ama sadece Hiro'ya takma isim vermemin tuhaf olabileceğini düşündüm.
Aira: Hem birbirimize takma isimle seslenmek daha idol-ümsü hissettirmiyor mu?
Tatsumi: Emin değilim. Reimei Lisesi'nde arkadaşlarımıza bile iş ortakları gibi davranmak için eğitildik.
Tatsumi: Fakat bunu doğru veya yanlış olduğunu zannetmiyorum. Kişiden kişiye değişebilir.
Tatsumi: Yine de bir takma ismim olmasına sevindim. Hiiro, sen de bana istediğini diyebilirsin.
Hiiro: Um, iyi de ben sana hep "Tatsumi-senpai" diye seslendim...
Hiiro: Geçmişten ders alabilirim, ama kendi yolumu değiştirmeyi beceremiyorum.
Aira: Öyleyse hatalarını nasıl düzelteceksin?
Aira: ...N-Ne? Aa, telefon tekrar hareket etmeye başladı! Ne oluyor? Yoksa patlayacak mı?
Tatsumi: Aira, telefonu bana ver. Endişelenmeyin. Patlasa bile sizi korumak için kalkan görevi görebilirim.
Aira: Olmaz öyle şey, bizi kurtarsan bile vicdan azabından yaşayamayız!
Hiiro: Yani, pek patlayacak gibi durmuyor aslında.
Hiiro: Ben de mesajı açtığımda bunların aynısı oldu—
Hiiro: En sonunda bir video oynamaya başladı.
Hiiro: Videoda şüpheli birisi gizemli şeyler hakkında konuşuyordu—Uğursuz bir şey olduğunu düşünüp Aira'ya haber verdim.
Aira: Ş-Şüpheli birisi? Gizemli şeyler? O ne korkunç şey öyle—olağanüstü neredeyse!
Natsume: "......"
Aira: (Hiyaa! Hiro'nun dediği gibi bir video çıktı!)
Aira: (Hiçbir şeye dokunmadım bile—neler oluyor? Gerçekten büyü mü yoksa?)
Aira: (Bekle. Ah, ekrandaki kişi—)
Natsume: "Günaydın, başarısızLAR."
Natsume: "Şanslı gününüzdeSİNİZ, Switch'in sıradaki kurbanları olarak seçildinİZ♪"
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
#ensemble stars#ensemble stars music#enstars#enstars music#aira shiratori#hiiro amagi#tatsumi kazehaya#natsume sakasaki
0 notes
Text
Ortada hiç bir şey yokken ananemin durduk yere beni kızdırmak ixin biseyler demesinden nefret ediyorum. O gün çok sakin geçmiş meselaaaa, annem normal bi gün geçirmiş, bir gün evde az "bulunmuşsa" meselaaa, o gün annemin bize karşı durduk yere sinirlenmediği gündür ki bu çok nadir görülür. Her neysee işte böyle ve buna benzer günlerde ortada hix bir şey yokken annem özellikle kızdırıp kahretemk ixin biseyler söyler. Sonra da bütün çocuklarına karşı biriktirdiği kini bana karşı iğrltili bir şekilde dillendirir. Benden nefret ettiği iicn değil ama benden çok nefret ediyormuşçasında bir de her ne kadar takmasam da kırıcı kelimeler, küfürler, hakaretler ediyor. O an konuşma üslubumla dalga geçer burnumla da belki ağzımla, yanaklarıma. Yani cidden kusurlu olduğunu düşündüğü ixin değil ama o an biseyler demeli ki zoruma gitsin ve tekrar söylüyorum hiiç aa annem ağzımla dalga geçti diye değil üzülmek yanlışlıkla aklımdan bu cümleyi geçirmem bile. Ama işte yyyyyine de kırıcı sözcükler. Ben de altta kalmıyorum ki. Ya kendi kendimi kahredip ağlayacak raddeye geliyorum ya da ya bi sus, konuşma, boş konuşuyorsun diyorum. Hatta bu aralar ne kadar boş bir insansın demeye bile başladım. Ona bisey dememeye çalıştığımda kendimi ağlamış buluyorum. Bu sadece annemle olan tartışmalarımızda değil, bu hep böyle. O zamanlar da kendimi kahredip yere atsam, bağırsam, yyaa en ufak bir harekette bulunsam o sinir anımda, annem yine dalga geçiyor. Kendi kendine hastalık teşhisi koyma durumu çok komik evet ama sinir hastası olduğumu düşünüyorum. Öfkemi kontrole alamıyorum, o an birilerini öldürebilecek raddeye geliyorum, bazen kendime zarar veriyorum, büüüsbüyük bir sinir içime doluyor velhasıl. Nefes alamadığım oluyor o zamanlarda mesela. Nefesim kesilir annem de der ki geber. Çünkü sinirin ne demek olduğunu bilmiyor, biraz sakinleştirmeye çalıştırmak.. bunlar "bizimkilerin" yapabilecekleri şeyler değil. Çünkü zaten el bebek gül bebek büyütmüsler ya bizi.. onun için böyle kelimeleri saçma buluyorlar, kendilerine yakıştırmıyorlar. haa kavriyor mu, o kesin. Yani az önce kesin olduğuna karar verdim çünkü daha iki dakika önce kavrayamadiklarini düşünüyordum. Biliyorlar.ama bu şey gibi psikoloji önemli bir şeydir psikoloji önemli bişeydir ama sonra aaaaamkoymuşum psikolojinin gibi. Ya da saygı ve sevgi önemlidir güzeldir saygı ve sevgi saygı ve sevgi saygı ve sevgi ama bizimkiler sikmisler saygıyı da sevgiyi de. Bu, bunlar hep böyledir.
Yaklaşık bir saat evvel, uyumadan önce beş dakika film izleyeyim dedim. Ve annem beni kızdırmaya, kahretmeye, dalga geçmeye, bokmuşum gibi bakışlar attı. Bana biseyler dedi ve ben kendimi her kahrettigim gibi o an refleks olarak kahredilince yapılan hareketleri yaptım. Mesela o an kafanı yere mi vurmak istiyorsun hayır yere vurmuyorsun. Sadece biri seni geriye itmiş gibi hareketler işte. Tam o anlarda çoooooooooook ufak bir şey dahi olsa kendimi ve karşımdakini öldürmek istiyorum. Mesle sonrasını hiç düşünmem. O öldü ben öldüm..umrumda olmaz. Sadece yapmak istediğimi yapmış olacağım. Hıncımı almış olacağım. Rahatlayacağım. Sinirlenince "hiç bir şey" görmüyorum. Neyse bugün de annemle birbirmizi üzüp kahrettik. Yarın bunun tribini atacaktır muhtemelen. Hatta kesin olarak. Çünkü bazen hiç bir sey yapmasam da başkalarına karşı sinirlenmisse eğer o kişiyle konuşmuyormuş gibi benimle konuşmadığı zamnalr oluyor. Yani kesin trip atacaktır. Olay yokken trip atıyorsa en ufak bir olay yaşanmışsa tribin en âlâsını yapar ki. Öff sıkıldım bu evin içindekilerinden.
0 notes
Text
Sevgilim,
Bu aşkın daha fazla ruhumu ne kadar yıpratacağına karar vermekte güçlük çekiyorum. Çünkü her seferinde daha fazlası olamaz dediğimde, daha çok acıtıyor birşeyler. Her seferinde Tanrı'nın seni görmeme izin vermediği her gün, canımı yakacak bir şeyler buluyorum.
Bu gün ağlıyorum çünkü ben hiçbir zaman, bensiz nasıl güldüğünü bilemeyeceğim. Ve bil diye söylüyorum, yanında olacak olan her kimse bu gülüşün değerini benim kadar iyi bilemeyecek. İnsan hiç duymadığı bir ses için yaşar mı?
Yarın ağlıyorum çünkü ben seninle hiç okyanusum mu yoksa gökyüzüm mü olduğunu tartışamayacağım.Sabah uyandığın da gözyaşlarının izinden öpemeyeceğim.
Çarşamba oluyor sonra. Tekrar ağlıyorum. Çünkü ben hiç seninle beraber İstanbul sokaklarında koşmak nedir bilmeyeceğim bundan böyle. Yürümekten nefret eden ben, biliyorum ki senin olduğun her yere koşa koşa gelecektir.
Perşembe geceleri ağlıyorum çünkü ben hiç uğuruna can vereceğin o kız olmadım. Bizim seninle hiç fotoğrafımız olmayacak Arkadaşlarına güzelliğini anlattığın o kız değilim ben sevgilim.Eğer bu dünyada güzel olmam gibi bir ihtimal varsa, bir tek senin kollarında güzel olacağım ve bilesin ki sen hiçbir zaman kollarına almayacaksın beni.
Bir Cuma gecesi ağlayarak uyuyorum. Haberim bile yokken dediklerine göre tüm gece hıçkırmı�� ama uyanmamışım. Sonra hatırladım ne gördüğümü. Rüya görüyordum. Biliyorum bu bir rüya değil. Cennet bahçesindeki ilk gecemdi. Olamazdı. Sadece bir rüya olamazdıi. Öyle bir öpüyordun ki sevgilim, ölüyordum sanki cennette. Can veriyordum. Tam da kollarında.
Hep olması gerektiği gibi.
Bir cumartesi sabahı seni görmenin eşiğinde seni hayal ederken fark etmeden ağlamışım. Deniz kokarsın sen. Uçsuz bucaksız okyanuslar gibi kokarsın. Gökyüzü gibi. Mavi gibi. Tam da benim özgürlüğümmüş gibi. ömrüm boyunca tutsaklığa mahkumum ben.
Bir Pazar gecesi çalan her şarkı da seni hatırlarken yazıyorum sana bu mektubu. Ne olursun okuma. Karşılık bulamayacak duygularım yalnız kalacak. Oysaki sen her şeyin en güzelini görmeye layıksın. Ben değil de, benim dışımdaki her şeyi.
Bir Pazar gecesi sana sarılmanın nasıl bir his olduğunu düşünürken yazıyorum bu mektubu… Ne olursun bir başka bedene sarıldıktan sonra okuma yazdıklarımı. Ne olursun ben burada çaresizlikle seni düşlerken girme göz yaşlarıma gülümseyerek.
Bir pazartesi sabahı oku mektubu. Sabah kalktığında nasıl görünürsün bilmem ama kalbim bunu oldukça fazla hayal ettiğinden olsa gerek şimdi göğsüm acımaya başladı. Bir pazartesi sabahı oku ki hisset sevgilim. Ben sana mektubu bir Pazar gecesi yazıyorum fakat bunu ertesi gün oku ki fark et. Fark et duygularımın aynı bir Pazar günü gibi nasıl ertelendiğini herseferinde…
Ve unutma “sana binlerce kez öleceğim sevgilim”
-l.Nil
10 notes
·
View notes
Text
12 Ocak 2022 - Çarşamba.
"kafamı saatlerdir gömdüğüm yastıktan kaldırıyorum sonunda. hatırlıyorum da oraya bir şeyleri unutmak için girmiştim. kendimi boğmaya çalışmış da olabilirim en nihayetinde. beceremeyince de kabuslarla dolacağını bildiğim o muhteşem karanlığa belki de aydınlığa adım atmıştım muhtemelen. aydınlığa diyorum çünkü beni en terli sabahlara uyandıran kabuslarım hep kör edici bir beyazlıkla karşılıyordu dirençsiz ruhumu.
biraz düşünüyorum da kitap okumayı da tercih edebilirdim. uyumak çözmüyor sonuçta bir şeyleri. daha da beter hale getiriyor. en azından kültürüm artar zihnim açılırdı. düşününce ne kadar da aptalca bir tercihmiş değil mi?
Нервы - Вороны çalıyor şu an kulaklığımda. bu şarkıyı seviyorum. sadece rusça olduğu için değil elbette. bana atamadığım çığlıkları hatırlatıyor. sanki aynı anda fırtınalı ve aşırı dingin bir havayı yaşıyormuşum hissine kapılıyorum. ben bunları yazarken şarkı değişti bile.
birazdan ikinci kahvemi alıp masama döneceğim. sayıp sövmelerim son bulduğunda hep üç tane ders kitabının başında buluyorum kendimi. çünkü ne yaparsam yapayım kelimelerim bunları değiştirecek kadar güçlü değil. önce onları güce kavuşturup sonra harekete geçmeliyim. aslında.. unutun gitsin. tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.
şarkı yine değişiyor. çoğunu dinleyemiyorum. nasıl hiç ses yokken kulağına gelen tek sesi duyamazsın ki? ah, elbette. kafamdakinin de susması lazım.
içimi döktüğüm için pişmanlık duyacağımı belirten fiziksel tepkilerle baş ediyorum aynı zamanda. ellerim terliyor. hala nasıl ölmedim bilemiyorum. sürekli ağlayarak ve gerildiğimde terleyerek yeterince su kaybediyorum. vücuduma almadığım bu kadar sıvı benden gidiyorken hala kafamı bir yerlere vurup beynimi parçalamadım. belki de yeterince susuz kalmamışımdır. konuyu dağıtıyorum değil mi? haklısın.
şarkı yine değişti.
yine çalan şarkıyı duyamıyorum. hatta kafamda başka bir şarkı çalıyor. açıkçası ikisi birbirine girecek diye ödüm patlıyor. hangisi daha güzel karar vermek zor.
masaya o kadar kuvvet uyguladım ki kollarımda izler kalacak birkaç dakika. her şey böyle işlemiyor mu zaten? iyi başlayan her şey kötü biter. oysa başta rahat hissettirdiği için bu pozisyonda yazmaya başlamıştım. murphy kanunları.. sonuç? olan koluma oldu.
Murphy kanunlarını aklımın bir köşesine itip geleceği düşünüyorum birkaç saniye. birkaç saniyeden fazlası uyuşturucu kullanmak gibi oluyor çünkü. şarkı değişmiş. gelecekte ne olmak istediğimi biliyorum ancak birine açıklamam gerektiğinde sanki kum tanesi olup bir sahile düşüyor fikirlerim. tıpkı şu an olduğu gibi. kafamda bir baloncuk belirdi. 'günlük tutuyorsun, bin kişiye sunum yapmayacaksın'
"yaşasın dünya yok oluyor" ah.. şarkıyı duyabiliyorum şimdi. belki de anlattığı şey ilgimi çekmiştir. ya da.. kafamdakiyle aynı şarkı çalmış da olabilir.
fizik yasalarını düşünüyorum. termodinamik, enerji yoktan var edilemez, var olan enerji de yok edilemez. maddenin vardan yok yoktan var olamayacağı mesela. lavoisier. merak ediyorum da duygular için geçerli olsaydı nasıl olurdu? kafamı daha çok kaldırdım. ışık tam gözüme vurunca beyaz ışığı gerçekten sevmediğimi hatırladım. sahiden belki de mutsuzken gülmüyor oluşumuzun sebebi budur. hiçbir duygu yoktan var vardan yok olamaz. mutsuzluğun mutluluğuna, mutluluğun korkularına dönüşür. güzel teori olurdu. bu tarz şeylere inansaydım.
arkadaşımın isteğiyle şarkılarımdan yarım dakikalığına ayrıldım ve bana dinlettiği şeyi dinledim. son derece eğlenceli. ona göre. bense çığlık atan şarkılarımı tercih ederim. hala şarkıyı duyabiliyorum. bu güzel. suicidal thoughts. ne kadar hayat dolu. fonda bir çığlık olması neyi ifade etmişti acaba sözler müzikle buluşurken. kim bilir.. asla yazarı olmadığımız bir şarkıyı anlayamayacağız. tıpkı yaşamadığımız bir hayat için doğru yorumlar yapamayacağımız gibi.
şarkı değişti. artık duymuyorum. ne kadar da tuhaf. beynim under the dome' kalkanı gibi bir şey yaratıyor sanırım kendine. görüntüler var. hiçbir şey duyamıyorum. oysa orda bağırıyorlar. ki bunu anlamak zor değil. ama duyamıyorum. beni kendine mahkum ediyor. kendimi kendime mahkum ediyorum. kendimi mi cezalandırıyorum?
tam burda okuduğunuz satırda vpn kapanıyor ve sonrasında yazdığım yaklaşık 4000 kelimelik yazı siliniyor. hayal kırıklığını iliklerime kadar hissettiğim nadir anlardan..
düşünüyorum da az önce kaydedemediğim yazı gibi bir yazı asla yazmayacağım yeniden. hayatımın en anlamlı metniydi ve aptal yazılım yüzünden yok olup gitti. ya da teknik olarak benim ulaşamayacağım big datada çoktan kayboldu.
kendimi düşünüyorum, normalde asla iki kez bozulan bir şeyi üçüncü kez düzeltmeyi denemem. iki kez bozulmuşsa üçüncü kez de bozulur dördüncü kez de. artık çöp yolu görünmüştür o şey için. daha fazla saklamak beni yorar. beni boşuna yorar. ancak bu yazıyı 3. kez yazmaya çalışıyorum. normalde aynı hataya iki kez düşmemeliydim ama her şeyin normal olduğunu kim iddia etti ki? neydi, işler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır. VPNi kontrol etmeliydim. murphy kanunları..
şarkı yeniden değişiyor. ancak kafamda çalanlarla tamamen bağımsız sıradaki şarkı. bu yüzdendir ki duyamıyorum. ya da anlayamıyorum. belki de her ikisi de.
asla az önceki duyguları hiseedemeyeceğimi fark ediyorum ve bu beni tekrar derin sessizliğime gömülmeye zorluyor. sahi neden çıktım ki mağaramdan? yoksa bunlar oraya dönmem için bir işaret mi? belki sadece murphy kanunlarıdır.
belimde bir ağrı hissediyorum. bu da pozisyonumun yanlış olduğunu gayet açıklayıcı bir şekilde doğruluyor. pek umursamıyorum. battı balık yan gider.
az önce bardağımda çay olduğu gerekçesiyle mutfağa gitmemiş ve kahve almamıştım. sebepse tamamen farklıydı. anksiyete kırıntılarım olacak ki hala insanlar beni tedirgin ediyor. silinen yazımla birlikte sinirleniyor ve kalkıp kahve alıyorum. zira beni kahveden başka bir şey dizginleyemez.
çivi çiviyi söker derler. kahve bünyem için oldukça zararlı. içtiğim anda midemdeki sancıları hissediyorum. bu iyi. çünkü midemdeki sancılar sayesinde beynimdekilerden biraz uzaklaşmış oluyorum. birkaç dakikalığına.
my revenge şarkısının kulaklarıma dolmasıyla bir anda geçmişe dönüyorum. bunu sıklıkla yapmam çünkü geçmiş sizin için hem en iyi ilerleme mekanizması hem de en iyi ayak bağı olma potansiyeline sahiptir ki benimki ayak bağı olma konusunda bir numara.
şimdiyse asla az önceki gibi bir şey yazamayacığımın farkına varıyor ve demin itinayla döktüğüm kelimelerimin toz tanesi gibi boşlukta savruluşunu hayal ediyorum. usulca gönder tuşuna ilerliyorum çünkü biliyorum. eğer bir şey olmuşsa ya olması gerekiyordur ya da olmaması gereken bir şeyi engelliyordur. benimkinin ikincisi olduğunun farkına varıyorum. zira içimdeki bembeyaz dehşet yalnızca beni boğabilir. görünürde ne kadar sonsuz olsa da oraya girdiğim anda daralıp beni boğacak. biliyorum. bu kendimi arama çabamın sonunda öleceğim. insanız yahu. insanız. ayda yılda bir kez içimi dökeceğim diye 2 saat aralıksız yazı yazarım sonra aptal murphy kanunlarına bulaştığımı unuturum.
bazen bazı şeyleri hissederiz. hissedince harekete geçmek gerekir. mesela karşıdan karşıya geçerken eğer ölmeyeceğini hissediyorsan bekleme geç. beklersen öleceksin çünkü. bir şeyin iyiye gittiğini anladığın anda orayı terk et. devamında her şey boka saracak çünkü. sağa dönen bir tekerleğe ne kadar uzun süre bakarsan o kadar sağa dönmekten vazgeçer. haddini aşan her şey tersine döner.
bu benim cehennemim neticede. yalnız yanacağım. yalnız yaşayacağım. cümlelerim yine içimde kalacak. belki bu kez internet gitmeyecek ama başka yollarla içime tıkacak hayat her şeyi. doldum diyeceğim ama dinlemeyecek. ne zaman dinledi ki?
elim son kez klavyede geziniyor. sözümde duracağım diyorum. devam edeceğim bu aptal günlüklere. başka bir ses daha duyuyorum. istediğin kadar devam et içeri kimseyi almayacağım.
artemis bu. içimdekilerden biri. eşsizdir. katil çünkü. küçük bir çocuğu öldürmüştü. sonraysa.. sonra olan oldu. biz ışığa kavuştuk diye sevinirken kabusların her zaman karanlıkta yaşanmayacağını henüz bilmiyorduk. artemis bize bunu da öğretti. artık aydınlık karanlıktan daha korkunç.
başımı kaldırıp ışığa bakıyorum tekrar. bulutları düşünüyorum. gökyüzünü ve o inanılmaz maviliği. aldatıcı görünüyor her şey gözüme. gökyüzüne, gökyüzüne çıkabilsem nasıl olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. orda daha fazla aldatıcılık var. ne kadar yükselirsen o kadar batıyorsun. yükseliyorsun ve maviliklere ulaşacağını zannediyorsun. birden her şey kararıyor. boşluktasın. artık nefes de alamazsın. aldatıldın.
bundan sonra böyle bir şeye kalkışmayacağımı biliyorum. iki kez bozulan bir şey artık çöptür çünkü.
bilgisayarımın ekranına çeviriyorum başımı. yazılar. beyaz üzerine siyah renkle bir takım semboller. birleştirince anlam kazanıyorlar işte. düşüncelerimi hatırlatıyor birden bana. birleşince korkunç şeyleri oluşturan düşünce bataklığımı.. şarkıyı duyabiliyorum şimdi. belki de anlattığı şey ilgimi çekmiştir.
siyah üstüne beyaz semboller, ah hayır beyaz üstüne siyah mıydı? siyahları çıkarırsam ekran bembeyaz mı olacak? korkunç bir kabus gibi mi? eğer içimdekileri çıkarırsam ben de mi bir kabusa dönüşeceğim?
düşüncelerimi bırakıyor ve kahvemi yudumluyorum.
bir daha böyle bir şeye kalkışmayacağım.
biliyorum.
bazı cehennemlerde yalnız yanılır.
bazı iplerle yalnızca dar ağacı kurabilirsin.
salıncak değil. "
youtube
7 notes
·
View notes
Text
canım sıkkınken, keyfim yokken yolum hep buraya düşüyor. eski blogumu da kendi kendime ağladığım bir mahzeni hatırlattığı için bırakmıştım. bazı şeyler bazi incinmişlikler hiç değişmiyor, insan değişmiyor bir kere ne bekliyoruz ki? "bu olay olmasa, olsaydı nasil gerçekleşeceğini düşünürdün" diye sordu terapist en son, dedim ki aynen böyle gerçekleşeceğini tahmin ederdim. e o zaman ben de aynen böyle olacağını biliyorsam, öngörüm de buysa, neden bu kadar hazırlıksızım? neden olmayacağını bildiğim şeyi bekliyorum? neden bekliyorum hatta, neden birinden bu kadar çok şey umuyorum kendi hislerime dair? hep böyle biri oldum, bu da elle tutulur bir gerçek denebilir. ben hep böyle biri oldum, geride kalan, bekleyen, kavuşmayı uman. terapi de buradan köklendi aslında, ayaklarim yere bassın ve kendimi kaldırabileyim istiyorum. zor. zor oluyor, her seans kendim hakkında hayatı yaşayışım hakkında yeni şeyler öğreniyorum. kabul etmeye çalışıyorum hem kendimi hem onu hem de genel manada hayatı. olduğu gibi. ama zorlanıyorum. 26 yaşında, henüz 3 aydır başladığım işimi, yerimi, gönlümü, hayallerimi, hayal kırıklıklarımı, öfkemi, hasretimi olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyorum. bunu buraya yazmam bile bir çağrı kabul edilebilir belki, beni birileri duysun diye. ama kaçışım bu. ben böyle alıştım. bunu da kabul edeceğim. uyumak istiyorum
12 notes
·
View notes
Text
11.1.19
Merhaba sevgilim, yokluğuna dahi içimi dökme ihtiyacı hissettiğim için buraya geldim. Bir başka yere yazsam herkes görebilirdi ve kimse bilsin istemiyorum çevremizde. Buradan kimsenin haberi yok ama sana bir kez bahsetmiştim, belki bir gün profilime girer ve sana anlattıklarımı okursun.
Bebekliğimden bu yaşıma kadar hiçbir insana, nesneye anlam yükleyemeyen, tam anlamıyla sevemeyen, hiçbir şey ile mutlu olamayan, mutluluğu bilmeyen bir insandım. Maalesef ki aileme bile bağlanamayan, elimdekilerle mutlu olmayı öğrenemeyen belki itici, değişik bir insandım. Mutluluğu hissedemediğim için aramayı çok erkenden bırakmıştım oysa daha 14 yaşımda.
Bir çocuk nasıl mutlu olmayı bilmez, nasıl aldığı oyuncaklar heyecanlandıramaz onu. O çocuk daha ölmeyi nerden biliyor ki bunu istiyor ve daha iyi olacağını düşünüyor. Neden ufacık bir çocuk hep canının yandığını hissediyor ?
Liseye başladım, yaşım daha 15 olmadan tanıdım seni. Gözlerin, gözlerime değdiği ilk an ruhum bedenin karşısında diz çökmüştü sanki. Seni ilk gördüğüm anda hissettiklerimi sadece böyle özetleyebilirim. Mutluluk bu muydu ? Hissettiğim bu heyecan neydi ? Kalbim bu kadar hızlı atabiliyor muydu ? Bugün seni gördüğüm, hayatını hayatım yapalı 997. gün, bir kaç yıl oluyor... Dile kolay, yaşaması zor uzun bir süre. Hele ki içimdeki bu büyük sevgiyle her şey daha da ağır tabi ki.
İlk başta hislerimden emin olana kadar uzaktan izledim, uzaktan araştırdım ve uzun uzun baktım yüzüne. Çoğu zaman görmedin bile beni ama ben arkadaşlarının yanında attığın kahkahaların içinden bile ağlayan, acıdan çığlık atan, kimseye göstermek istemediğin o sesi duyuyordum. Tek isteğim bu olmuştu daha tek kelime etmeden seninle. O sese sarılmak, yaralarını sarmak. Daha yaranın ne kadar derin ve beni içine çekeceğini bilmeden.
Bir süre sonra iletişim yolları aradım ve seninle konuşmaya başladım ara ara. Herkese mavi boncuk dağıtan, bir çok kişisinin peşinden koştuğu biri olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendikçe sanki hazinesini herkesle paylaşmış bir korsan edasıyla bakıyordum etrafa. Herkesle konuştuğun gibi benimle de konuştun, herkesle böyle miydin sahi ? Böyle sahiplenici, düşünceli herkesle geceleri saatlerce konuşuyor muydun o dönem ? Bilmiyorum. Başkaları olduğunu bilmeme rağmen özel olduğumu hissettiren durumlar vardı.
Seni gördüğüm ilk andan bugüne kadar bitmek bilmeyen bir sevgi ve heyecanla yoğruldum. İki duyguyu bir an olsun kaybetmedim. Sana geldiğim son gün bile adımlarım heyecan doluydu.
Beni anladın, hislerim öylesine yoğundu ki sen bile inkar edemedin bunu ve bir kez sakız etmedin sevgimi. Sevgime inandın. Ama beni ilk kez ilişkimizin birinci ayından sonra yaraladın. O ana kadar yaşadığım en büyük travmam buydu sanki. Çok uzun zaman sonra bütün güven duygumu verdiğim insanla birlikteydin. Dostluğuna inandığım kişiyle.
Aylarca aynada yanı başımda o kişiyi hayal ettim. Her gördüğümde kendimi onunla karşılaştırdım. Kafamda sadece benden iyi olan neydi, nesi daha güzeldi, neyi daha iyi yaptı, sana nasıl daha iyi geldi, gözleri mi daha güzeldi, belki de saçları daha yumuşaktı... Çok uzun süre toparlayamadım sana da yansıtmadım hiç içimdeki o yangını. Kendimden iğrenir olmuştum.
Mutluluk sarhoşluk kadar tehlikeli bir his, senin olduğun her an hissettiğim o zehir bana her şeyi unutturduğu için sevgim bunu geride bıraktı. İçimdeki o kor ateşle yaşamayı öğrendim. Başkalarını kabullenmeyi, hazinemi paylaşmayı. Gerçi daha çok nefesini paylaşmak gibiydi bu, her an boğulmama sebep olan.
Her şeye rağmen seni tanıdığımdan itibaren hayatımda olduğundan beri ben ilk defa yaşadığımı hissediyordum, gülüyordum ben, nefes alıyordum, ertesi gün uyanmak istiyordum diğer gün seni görmek umuduyla. O yaşıma kadar hissetmediğim o bütün duyguları sen kazandırıyordun bana. Sürekli konuşmayı bitirip yeniden konuşmaya başlıyorduk. Her ne olursa olsun sana geliyordum ben. Nasıl gelmem ? Aksi mümkün mü ? Bir insan nasıl yaşama hevesini kaybetmek istesin ki.
Sen de hiç kapatmıyordun kapını bana. Acımak değildi bu bana hep verdiğin, herkesten farklı tuttuğun bir değer vardı. Tanrı yukarıda bunu inkar edemem... Herkese karşı ailen gibi beni savunur, korurdun. Aşk değildi bu. Biliyordum ama olsundu.
16. yaşım, sana sahip olduğumu sandığım ilk anlar. Oysa o zamanlarda benim değilmişsin ama ilk defa beni sevdiğini düşündürtmüştün bana. İlk defa başkaları yoktu. Sen ve bendik. Her gece sesinle uyuyor, seninle uyanıyordum. Her şey çok güzeldi ta ki ben senin güvenini kıracak bir hata yapana dek.
Bir kez olsun sevgime zarar verecek onu kirletecek tek bir şey geçmedi aklımdan. Ne de seni üzecek, sana zarar verecek herhangi bir şey. O gün o hatayı nasıl yaptığımı bile anlamazken sen bana hayal kırıklığıymışım gibi baktın. Yine de bana sarıldın, ilk defa o zaman anladım. Bazen sarılınca bile geçmiyordu bazı şeyler.
Senin kaybetmemin sebebi ilk defa benim sana yaptığım bir hata olması dayanılmaz bir acıyken üstüne üstlük bir de sensizdim. Her şey öyle ağır ve öyle zordu ki hissettiğim tek duygu buydu. Katlanılmaz bir yoğunlukla çığlık atan kalbim ağlıyordu sanki.
Ben seni tanıyana kadar hiç güneş doğsun istemezdim sevgilim, uyuduğumda uyanmamak dileğiyle gözlerimi kapatırdım. Sen benim her gün kavuşmak istediğim Güneş oldun. Kendi ellerimle güneşimi kaybedince hiçbir şeyim kalmadı. Her anım gece, her günüm kapkaranlıktı.
Ailem, arkadaşlarım belki de sen hariç her şeye sahiptim ama hiçbir şeyim yoktu. Hep istediğim şeyi gerçekleştirmek için tek engel olan mutluluk artık yokken bu yol artık kusursuzdu.
Özür dilerim, sen yokken ilk kez kendimi düşünmek istedim. Ailem, arkadaşlarım için yaşamayı değil kendim için ölmek istedim. Senin çekeceğin vicdan azabını düşünmeden. Çünkü hiçbir zaman buna sebep olan şey sen değildin. Sen sadece bu kaçınılmaz sonu erteleme sebebimdin benim. Bunu hiçbir zaman anlayacak kadar tanımadın beni. İstemediğim şekilde bundan haberin oldu ve yanıma gelip yine sen buna engel oldun. Bana sözler verdirdin ve en azından senin için yaşamaya mecbur kıldın beni. Hem de yokluğunla birlikte.
Sana hiç bahsetmedim o dönemden. Çok zor geçti benim için. Ölmeyi bırak, uğruna yaşamayı göze aldığım insan olmadan devam etmek nasıl kolay olabilir ? Belki de en yorulduğum ve tükendiğim zaman oydu. Bitiyordum yavaş yavaş...
Yaptığım şey karşısında bir daha yüzüne bakamazdım. O yüzden ilk defa sana gelemedim ben. O günün seni çok etkilediğini bildiğimden kendi acımı unutup seni üzdüğüme yandım uzun süre. Çok özledim, çok suçladım. Vicdan azabında yok oldum ama gelmedim sana.
Sen geldin, yıllar sonra sen bana geldin. Bu gerçek miydi ? İnanmakta çok zorlandım. Hayalime kavuşmuş muydum ben ? Yanımda mıydın sen gerçekten ? Bana beni sevdiğini söyleyen sen miydin yoksa ben uyanmayacağım o uykuya dalmış mıydım ?
Onca vakit bir ilişkimiz olmasına rağmen ilk defa sevgili olmak istedin ve korkularından bahsettin, daha başlamadığımız ilişkinin bitebileceği zaman olacağım hale karşı olan korkundan. Söz verdim yine ben. Yine senin için yaşamaya söz vermek zorunda kaldım.
Benim gözümde kimsenin yaşayamayacağı kadar güzel bir ilişkimiz vardı. Gözümü ilk açtığımda duyduğum ilk ses, uykuya dalarken duyduğum son ses sana aitti. Bir günde yirmi dört saat varsa on dokuz saat birlikteydik. Her saniyemiz birlikte geçiyor bütün gülüşlerimiz birbirine karışıyordu.
Bana öyle şeyler söylüyordun ki beni sevmediğine inanmak mümkün değildi. İlişkimize bin kat yabancı biri bile baksa sevgine inanırdı. Bir tek söylemek yetmez sevgilim sen benim iliklerime kadar sevgini hissettirdin. Kimse beni bu kadar sevemezdi. Kimse bana bu kadar güzel bakamaz, gülemez, sarılmazdı.
Rüyadaydım sevgilim, beni sevdiğin, benimle yaşadığın. Birbirimiz için sadece biz vardık. Resmen iki kişilik bir dünya kurmuştuk birbirimize. Dinlediğin şarkılar, okuduğun şiirler olmuştum. Hani mutluluğun olmuştum. Bana hep diyordun ya benim sana öğrettiğim sevgiyle seviyordun beni...
Belki hiçbirini gerçekleştiremedik ama hayaller kurduk. Galata'ya gidecektik bir tanem, sahilde oturup müzik dinleyecektik, birlikte sarhoş olacaktık... Birlikte yaşadığımız evi tasarladık biz o zamanlar her şey öyle toz pembeydi ki nerden bileyim hayalimizdeki evin üzerime yıkılacağını ?
Bir anda uzaklaştın. Yalnız kalmak istedin, soyutlandın. Öylesine sebepsizce gittin ki yanımdan ilk günler ağlayamadım bile. Algılayamadım belki de. Kimseyi sevemediğini söyledin bir anda. Hiç kimsenin sevgisine inanmadığım kadar seninkine inanmıştım oysa. Sahi biri neden ayrıldınız dediğinde söyleyebileceğin bir sebep var mı ? Günlerce sevgisizliğin dışında bir sebep bulamadım.
Bir kez ve son kez uyandım rüyamdan. Uyandığım o rüyanın her anı kabusum oldu. Hayatım dağıldı, ben dağıldım. Öfkemden, acımdan tanımadığım birine dönüştüm. Aynaya baktığımda bir yabancıya bakar oldum. Sevgime yapmayacaklarımı bana yaptırdığın için asla affetmeyeceğim seni.
Çok kızdım, çok nefret ettim senden. Beni yine yarı yolda bıraktığın için değil aylarca sahip olmadığın bir sevgiye beni inandırdığın için. Söylediklerinin ve hissettirdiklerinin çeyreği bile gerçek olsaydı her şeye rağmen her şeyin üstesinden gelebilirdik çünkü. Her sözünü, hareketini geçtim hislerin gerçek değilken nasıl öyle bakabildi gözlerin ? Nasıl öyle gülümseyebildin, öyle yuvanmışım gibi sarılabildin bana ? Buna hiçbir zaman anlam veremeyeceğim.
Üstüne üstlük bundan kısa bir süre sonra bir başkasına aşık olduğunu öğrendim. Ben varken sadece ben olduğuma eminim. Benim yıllarca hissettiremediğimi bir kız iki hafta da başarabildiği için ona karşı olan hislerine inandım. İnandığımı söylemesi kolay, buna inanmaktansa cehennemde yanmaya razı olurdum.
Sonra benimle yapmadıklarını yaptın onunla, her gördüğümde daha da emin oldum aylarca kandırıldığıma, daha da emin oldum onu sevdiğine. Her şey daha da yakar oldu canımı. Ayrıldığımızdan beri her gece ses kaydederek seninle konuşan ben ses kaydedemeyecek kadar küstüm sana içimde.
Her şeyi geçtim sevgime pişman ettiğin asla affetmeyeceğim seni. Bana keşke çıkmasaydı karşıma dedirttiğin o gece için affetmeyeceğim.
Sonra zamanla hissizleştiğimi fark ettim. Yaşadığım hiçbir olay, durum bana bir duygu hissettirmiyordu. Tek hissettiğim şey yoğun bir acı. Gülümsemelerim çığlık dolu ve duyabilen kimse yok. Baksan etrafım kalabalık dolu ama yapayalnız kaldım yokluğunda. Zamanla tükenmeye devam ettim. Bir mum nereye kadar yanar ? Her şeyin bir sonu var.
17. senemin sonunda, bunca yılın birikimiyle yavaş yavaş sona yaklaştım. Bir mumun ömrü elbet tükenir. Bunun tek sebebi sen değilsin güneşim, aksine sen yanan alevimi söndürüp acımı dindirdin uzun süre tutunmamı sağladın. Uzun süre eriyip gitmemi engelledin. Artık yanan ateşim senin söndüremeyeceğin kadar büyük. Artık çektiğim acıya katlanamıyorum. Çığlıklarım beni sağır ediyor. Artık yokluğuna rağmen senin için devam edemiyorum. Beni anla, kendinde arama hatayı.
Sen olan her şeye rağmen sahip olduğum en güzel şey, mutluluktun. Benim için yapabileceğin en güzel şeyleri yaptın. Bana hiç uyanmak istemediğim bir rüya sundun. Şimdiyse o rüyaya sonsuz dalmak istiyorum...
Bir insan düşün simsiyah, tek renkli yani kalbi. O insanın kalbi de siyahlaşırsa geriye ne kalır bir hiçlikten başka ?
Bugün değil, yarın değil. Gidebileceğim ve dayanabileceğim son noktaya kadar kalmaya çalışacağım. Belki kısa bir süre ama elimden gelenin en iyisini yapacağım. Senin için yapabileceğim son ve tek şey bu artık. Bu çektiğim acının, katlandığım her günün karşılığı umarım mutluluğun olur. Tanrı artık sadece bununla ödüllendirebilir beni...
Kendimi günebakanlara benzetiyorum sevgilim, sebebini merak ediyorsan araştır, öğren ve anla. Eğer bir gün beni özlersen onlara bak olur mu ? Her günebakanda ben ve sana karşı olan sonsuz sevgim olacak.
Seni kalbimden taşan bir sevgiyle seviyorum Güneşim, ışığın bir kez olsun sönmemesi dileğiyle...
12 notes
·
View notes
Text
kendimiz
-çoğu zaman merak ediyorum her şey patlak vermeden önce her şey nasıldı diye. hayal etmeye zorluyorum kendimi fakat öylesine uzun bir süre geçmiş gibi hissettiriyor ki gözümün önüne hiçbir şey gelmiyor. sanki yok olmuş bir geçmiş yatıyor arkamızda. artık anımsayamadığım bir geçmiş için ağlıyorum. hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunun farkındalığı beni bitiriyor. ağlamak istiyorum kafamı duvarlara vura vura. kendime sormadan edemiyorum "artık ne için yaşıyorum? ne için yaşamaya çalışıyorum? öl işte. geber. kafanı duvara vura vura öldür kendini. silahında kalan son üç kurşunun birisiyle sık kafana." insanlara hep ikna etmeye çalıştılar, hele o pislik filozoflar, çok bilmişlikleriyle, genel hatlarıyla şöyle deyip durdular "insanlar ellerinde bir amaç kalmasa da bir amaç yaratma umudu ile yaşama tutunur ve ne olursa olsun çaba sarf eder ve yaşar." hepsini sikiyim. hepsini! beş para etmez insanların eli kalem tutunca böyle safsatalar yazıp dururlar. hepsinin keyfi yerinde, günde üç öğün yemek yiyen ve hayatın sıradınlığında yuvarlanıp giden insanlardı. hepsinin aşağı yukarı bu tarz şeyler söylemesini tetikleyen şey nedir bilir misin? rutin bir yaşamları olması. hepsinin hayatı o denli tahmin edilebilir bir rutine sahip ki, kendileri, kendi vücutlarından ve ruhlarından sıyrılıp 180 derece farklı, kendilerinin alışık olmadıkları bir hayatı tahayyül ederek çıkarımlar yapmaya zorladılar kendilerini. insanlar her ortamda çabalarmış, ellerinde avuçlarında yaşamaları için bir amaç kalmasa da bir amaç üretirlermiş! laflara bak! böyle lafların yazılı olduğu defterleri kitapları tuvalet kağıdı yerine bile kullanmam! ah filozoflar...mutlu mesut yaşarken insanın böyle atıp tutması o kadar da kolay ki. kendileri bizzat yaşamadı, bizzat deneyimlemedi, birinci elden tatmadı bu acıyı, kederi, çaresizliği. üç senedir her gün yaşamak adına çaba gösteren ben, ülkenin doğu yakasından batı yakasına yürüyerek geçmeye çalışan ben, artık bir amaç bulamamaya başladım. ve en boktan yanı ne biliyor musun? tahmin bile edemezsin. kendime diyorum, demekle de kalmıyorum, eleştiriyorum kendimi en ağır şekilde "gerizekalının tekisin çünkü son üç senedir harcadığın çabanın tek bir karşılığı yok ve olmayacak da asla! ya o zaman neden üç sene önce canına kıymadın? fişini çekmedin? engel olmadın tüm bu kendine yaşattıklarına? bir hiç uğruna yaşamıyor musun? ne diye hâlâ bir şeyleri düzeltebileceğine dair umut besliyorsun? böyle bir umut beslemeni gerektirecek tek bir delil bile yokken elinde hem de... akılsızsın, akıllanmayacaksın da." artık tüm bu gerçeklik bana yabancı geliyor. giderek kendimi çekiyorum hayattan, her gün giderek daha az ağlıyorum, daha az hüzün duyuyorum, daha az 'var oluyorum' dünyada. yavaş yavaş her gün ruhumu teslim ediyorum. bir vücut, benim vücudum, her gün yürüyor, koşuyor, zıplıyor, öldürüyor, nefes alıyor, yemek yiyor ama benim kontrolümde değil, sanki artık otomatik şekilde kendi başına hareket ediyor. üç mermim kaldı, anlıyor musun? muhtemelen ilk ateşimde beynimi ıskalayacağım, ikinci vuruşum daha ölümcül olacaktır. düşünsene tek mermim kalmışken intihara girişiyorum ve kendimi öldüremiyorum! yaşanabilecek en saçma olay olurdu bu... seninle yollarımız kesişti, bir amacın olduğunu söylüyorsun, bir gayen var, hayata tutan bir şeyler var senin hayatında. ben artık...üç senedir kimsesizim, kimse için yaşamıyorum, ne de kimseye bir faydam oluyor. doğruyu söylemek gerekirse keşke çok berbat bir duruma karışsam da birisi beni öldürse diye dua ediyorum tanrıya zaman zaman. intihardan farksız, belki de farklı, ama sonuç aynı işte! insanlar hep yeni bir amaç bulur ve o amaç uğruna yaşar belki de benim aksime, kim bilir. yalnızca bir istisnadan ibaretim. artık taşıyamıyorum bu ağırlığı, en iğrenç his de bir varış noktamın olmayışı. yürüyorum fakat nereye varmak istiyorum bilmiyorum, sadece kaçıyorum. geçmişten, arkamda bıraktıklarımdan, geçmişte çektiğim acılardan, söylediğim sözlerden, yaptıklarımdan...hepsi benim peşimde. fısıldıyorlar bana, beynimin en ücra köşelerine kadar girip beni delirtmeye yelteniyorlar. diğer yandan beni tümüyle
delirtmeseler iyi ederler çünkü bu beni giderek intihar etmeye yöneltiyor, ve ben artık yaşamazsam onlar da yaşamaz, onlar da son bulur. bir kene gibi yapışıyorlar bana, beni öldürmüyorlar, süründürüyorlar. onlardan daha akıllı olduğumu göstereceğim, onlar benimle bir oyun oynuyorsa onların bir adım ötesinde olacağım her daim. her şey tek bir mermiye bakar, onları ortadan kaldırmak için kendimi feda edeceğim, elveda.
9 notes
·
View notes
Text
Özür Dilerim
Uzun süre bir yere gerçekten ait hissetmedim. Hissedince de elimden gitti. Tek bir hata yada problemle. Hep uyumsuz hissetim.
Kimse bana inanamdı dinlemek istemedi. Sürekli bunun için savaştım salak saçma. Belki de savaşmaman lazım diye çok düşündüm. En son savaşmayı kestim, hala rahatsızım, bu yeni hayat çok rahat değil. Komforlu değilim. Güvenebileceğim tek bir insan yok. Kendi kendime yetmek güzel ama tek başıma yaşamak da yetmiyor.
Başarılı olup bir şeyler yapmak istiyorum, ama ne yapıcam tam emin değilim. Bunalana kadar durmak istiyorum, ama zaman akıyor ve ben hala düşünüyorum. Daha kimim tam çözmedim, zamana ihtiyacım var. Fakat herkes kendini biliyor. Ben bilmiyorum. Geride kalmış gibi hissediyorum. Böylece kaıp gitmektense durdum, hala kendimi yetersiz hissediyorum. Neye yeticem ki? Kime? Bu kendini bilenler olmaktansa başka bir şey olmak istiyorum. Evet onlar gibi mutlu olmak istiyorum, bu yüzden duruyorum. Oraya ulaşırken bile zıt gidiyorum.
Güvenmiyorum insanlara, ne zaman güvenebilir mi? Güvenmediğim için yalnızım. Yani, tolere etmek istemiyorum otu boku. Etmeyince de yalnızlık. Yok kendimden bir saniye bile ödün vermek istemiyorum ama cumartesi günlerini yalnız geçirmek de batıyor insana.
Daha erken desem bile kaç yaşına geldim. Daha küçük hissediyorum, çünkü ben bu kadar öz güvenli dünyayı biliyorum diyemem. Korkuyorum çünkü ne yapıcam bilmiyorum. Korkuyorum çünkü tutunabilecek bir şeyim yok. 2 ayak üstünde durmam lazım ama her gün değil. Ama tutununca kayacağımdan korkuyorum, yada tutarsam güçsüz olduğumu kabul etmek istemiyorum. Bu yüzden tutunacak yerimde yok. Zaten yoktu.
Güvenmiyorum inanmıyorum insanlara. Bu benim suçum değil. Mülkemmel biri olsam tabiki de herkes beni severdi, anlardı, takdir ederdi. Değilim ama. Böyle kabul eden istiyorum.
Gerçekten bir yere ait olmak istiyorum, ama bir yer bulamıyorum. Sonra bu saçmalıklar oluyor ve boşuna geriliyorum. Sanki bir yer bulunca düzelecek gibi hissediyorum çoğu şey. Fakat orası yok gibi. Bulamıyorum. Bakmaktan da sıkıldım çünkü artık hayal kırıklığına bir an bile uğramak istemiyorum. Bilmiyorum artık.
Bağırmak istiyorum, BİLMİYORUM. NE YAPICAM BİLMİYORUM. Keşke deli olsaydım da her şey kafamda diyebilseydim. Bu daha çok can yakıyor. Çünkü gerçek hepsi, en koyanı da bu. Boşuna kendime yalandan çok iyi durumdasın mülkemmelsin demek saçma geliyor. Mutlu değilken mutlu takliti yapmam. Hiç değilse bu beni rahatlatıyor. Çok eleştirim var ve bunları boş vermektense, bunların rahatsız ettiğini bilmek, kendimi uyuşturup yalan söylemekten daha güzel.
Hiç arkadaşım yok. Ve bazen ailemin arkadaşım olmadığını bildiğini görüyorum, çok heyecanlanıyorlar. Kendimi özürlü gibi hissediyorum. Sanki bir canavar gibi, arkadaşım olanlar bana acıyanlarmış gibi. Çünkü ben kayıp bir deliyim ya. Başka bir kişiliğim hayat hikayem yok. En kötüsü insanlarda bunu yapıyor, atıyorum hayatımdan, bu sefer annem yalnızım diye üzülüyor.
Hayat zor, kimseyi memnun edemiyorum. Çünkü insanları memnun edecek biri değilim. Ama yalnızlıımın ifşalamasından korktuğum için çok boşa girdim. Belki de gerçek mutluluğu yakalama olanakları kaybettim. Korkuyorum hata yapmış olmaktan. Her adım attığımda, her şeyin yıkılmasından korkar oldum. Tek yaptığım, doğruyu söylemek, kendim olmak ve tüm dünya yıkılıyor. Sıkıldım. Ne zaman biir beni anlayacak? Hala yıllar sonra hala aynı problem aynı bok. Ne yaparsam suçluyum.
Keşke bu dediklerim abartı olsaydı. Bana abartıyorsun diyen insanlar gibi abartsaydım otu boku. Keşke gerçekten ben hatalı olsaydım, Keşke problem ben olsaydım. Kabul edecek gerçekten üzülecek suçlu hissedecek bir şey yapmış olsaydım. İnsanlar özgürlüğümden dolayı özür dilememi bekliyor. Kendimden dolayı. Var olduğum için özür bekliyorlar. Sikerim hepinizin sikko egosunu. Kendilerine gelince öööööööööööööö ben çok acı çektim.
BOK.
BOK.
BOK
HANGİNİZ DİK BİLEKTEN KESİ AMINA KODUKALRIM?
HANGİNİZ EN GÜZEL YALLARINA 4 TARAFTAN SALDIRILDI?
HANGİNİZ HİÇ BİR SUÇU YOKKEN ÖLÜMÜNE YARGILANDI?
HİÇ BİR SİK YAŞAMAMIŞ AĞLAK OROSPU ÇOCUKLARISINIZ.
HİÇ
AMA HİÇ
BİR SİK YAŞAMADINIZ
SİKKO SİKKO AĞLAMAYIN.
Hepinizin problemi yarak kürek insanlar olmak. Benim problemim işte, bundan kaçamamak. Sonra neden üzgünsün. Bok gibisiniz. O yüzden. Ama sonran ben bokum. NEDEN? Bir gün dinlendi diye... sikerler...
Sıkıldım. Çok sıkıldım bunaldım. Bu yarak kürek insanların mutlu olmasından, benim burada olmamdan. Ben mutluluk hak ediyorum. bu boku değil. Ne bu amcıklarla arkadaşlık, nede yalnız olmayı. Adam akıllı insanlar hak ediyorum.
Pardon amınakoduklarım hayatta tutunacak hiç bir şeyim yokken ayaım kadığı için. Çok pardon 30 kişi ile aynı anda savaşamıyorum. Çok pardon hepiniz besleyecek kadar zengin değilim. Çok aprdon hepinizin sevgi açlığını besleyemediğim için.
ÇOK ÖZÜR DİLERİM YALAN SÖYLEMEDİĞİM İÇİN.
HEPİNİZ AMCIKSINIZ
4 notes
·
View notes
Text
Sonun Başlangıcı
Biliyordum. Her zaman böyle oluyor zaten. Hayat böyledir diyip devam ediyoruz. Sana söylemiştim. Ben demiştim….
Ekim ayıydı. İzmir’in en güzel olduğu aylardan biri. Hava ne sıcak ne soğuk ama geceler daha uzun. Sokaklar daha erkenden boş kalıyordu. Bize kalıyordu bilmiyorum sen de hatırlıyor musun ama ben hatırlıyorum. O günü nasıl unutabilirim ki. Sana söylemiştim. Sen o hep giydiğin, çok rahat ettiğin siyah eşofmanın ve her yerine kokun sinmiş olan sweatshirtünle yanımda duruyorken. O an susup sana uzun uzun bakmıştım ama bunu hep yapardım. O gün sormamıştın bile neden bakıyorsun diye. Ah o soru.. Hep hiç öylesine bakıyorum işte derdim. Hiçbir zaman öylesine bakmadım. Gördüğüm en göz alıcı, en güzel şey sendin. Sorsalar bütün ömrümü sana bakarak geçirebilirdim. Ama bunun hiç gerçekçi olmadığını hep biliyordum. İlk seni görüp yanına geldiğim günden beri biliyordum. O yüzden uzun uzun bakardım sana. Her yerini ezberlemek için. Ne zaman seni görmeye ihtiyacım olsa gözlerimi kapatıp görebileyim diye.
“İstersen eve geçelim soğuk olmaya başladı.”
Sigaranı yakışını ve cevap almak için bana bakışını hatırlıyorum. Tamam diyebilirdim, benden beklediğin cevap da buydu zaten. Evinin önündeki parkta oturuyorduk. Çok eski bir parktı, metal kaydırağı ve kırık iki salıncağı vardı sadece. Kimse gelmezdi o parka zaten birilerinin oynayabileceği bir durumda da değildi. Sanırım sonun başlangıcında beni ikna eden de kırık salıncakların insan-savar görevi görüyor olmasıydı. O salıncaklar kırık olmasa ve her an birilerinin oraya gelebileceği ihtimali olsa asla sen sigarandan ikinci nefesini aldığın sırada karşında dağılıp ağlamaya başlamazdım. Seni o kadar korkutmuştum ki sigaranı kaldırımın kenarına fırlatıp hemen bana sarılmıştın. Oysaki hep ağlardım yanında. Hissetmiş miydin bunun normal ağlamalarımdan farklı olduğunu? Hiç sorma şansım olmadı maalesef.
“Noldu, iyi misin?”
Sesini, bu soruyu sorduğunu duyuyordum ama sanki çok uzaktan geliyordu. Her şey çok uzaktaydı sorun da buydu zaten. Kendi kendime çok tekrarladım. Konuşma,konuşma,sakın konuşma,bu onun sorunu değil onu da sürükleme, konuşma…
Ben çok yoruldum,dedim. Kelimeler ağzımdan döküldüğü saniye bana sarılan sıcak bedeninin soğuduğunu hissettim. Konuşmak istemiyordun çünkü bundan sonra söyleyeceklerimi biliyordun. Çok uzun zamandır aynı konuda “şaka” yapıyordum. O şakalarımdan nefret ediyordun zorlama gülüşlerinle geçiştirdiğini sanıyordun ama ben her sahte gülüşünle biraz daha karanlığa çekiliyordum. Beni anlamanı çok istiyordum, biriyle her şeyi konuşabiliyor olmayı istiyordum. Sen ise sadece yanında gezdirebileceğin güzel bir yüz ve düzenli seks istiyordun. O yüzden sen beni anlıyormuş gibi yapıyordun ben de kısa süren sevişmelerimizden zevk alıyormuş gibi davranıyordum. İkimiz de birbirimizi kandırmaya çalışıyorduk ama ikimiz de biliyorduk. O ekim akşamı olması gereken olmuştu sadece ama olması gereken şekilde olmamıştı.
“Nasıl yorgunsun ne demek istiyorsun?”
“Yorgunum. Mutlu değilim ve ne yaparsam yapayım asla mutlu olamıyorum. Ölmek istemiyorum lütfen öyle algılama. Aksine yaşamak istiyorum. Yeni insanlarla tanışmak, farklı etkinliklerde bulunmak, dünyayı gezmek istiyorum. Ama çoğu zaman kendi evimi bile gezemiyorum. Yataktan kalkmak, yemek yemek, diş fırçalamak dünyanın en zor işleri gibi geliyor ve çoğu zaman bunları yapamıyorum bile. Duşa girebilmeyi başarı olarak sayıyorum. Gerçi, başarılarımdan da asla mutlu olamıyorum o yüzden çok da önemli değildir bu. Başarılarımdan mutlu olamıyorum. Bir insan nasıl takdir edildiğini görüp hiçbir şey hissetmez? Bütün ortaokul ve lise hayatım boyunca sevip sayılacağım bir ortam istedim ve şimdi istediğim şeye sahip olmama rağmen mutlu değilim. O kadar mantıksız ki. Her gün kendime ne sorunum var diye soruyorum. Hiçbir sorunum yok hayatım hiç bu kadar iyi olmamıştı. Neden mutlu değilim? Arkadaşlarımın yanında bile mutlu değilim, hiçbir şey hissedemiyorum ve hiçbir şey hissedememekten çok yoruldum. İnsanları kaybediyorum. En yakın arkadaşlarım dediğim iki insan hiçbir sebep yokken benimle konuşmayı kesti. Herkes gidiyor ve ben bundan da çok yoruldum. Beni neden sevmiyorlar? Ben ne yaptım onlara neden onlara ihtiyacım varken hiçbir sebep göstermeden çekip gittiler?”
Son söylediğimi, hala canımı çok acıtan o soruyu bağırmıştım ama onu duymamıştın. Gözyaşlarımın, acı hıçkırıklarımın arasında yitip gitmişti.
“Eski halimi çok özlüyorum. Eski beni tanısan çok severdin.”
O simsiyah gözlerini bana dikmiştin. Gözlerin o kadar siyahtı ki asla göremezdim. Ne düşünüyorsun, nasıl hissediyorsun asla bilemezdim.
“Ben şimdiki seni o kadar çok seviyorum ki bundan daha çok sevebileceğim ve bundan daha iyi olabilecek bir versiyonu hayal edemiyorum. Ben yanındayım ve asla gitmeyeceğim. Seninle mini kılıç savaşlarımızı yapmak için hep burada olacağım.”
Neden böyle şeyler söyledin? Sadece sussan olmaz mıydı? Neden tutamayacağın sözler verdin?
“Saçmalama sen de gideceksin tabi ki. Herkes beni bırakır. İstisna olacağından şüpheliyim.” dedim kıkırdayarak. Kendimi o kadar uzun süredir yeriyordum ve şakaya vuruyordum ki refleks olmuştu. O gece kıkırdamak istememiştim. Çok ciddiydim. Gözlerin benim için bir gizem olsa da ellerini okuyabiliyordum. Ne zaman ciddileşsen serçe parmağını ve yüzük parmağını bükerdin. Heyecanlandığın zaman orta parmağını çıtlatırdın. Sinirlenince baş parmağını işaret parmağına bastırırdın ama elin asla gerilmezdi.
“Hadi Zeynep eve geçelim ağlamaktan yüzün gözün kızardı.”
Bana beni sevdiğini ve hiç gitmeyeceğini söylerken serçe parmağını ve yüzük parmağını bükmüştün.
Eve gitmiştik. Ben duşa girmiştim sen ise bizim sonumuz için temel atıyordun salonda. Televizyondaki aksiyon filminin sesini ve ihanetinin kokusunu çok net duyabiliyordum duşakabinin içinden. O gece ikisini de görmezden gelip kendimi sıcak suya bırakmayı seçmiştim. Biliyordum. Ben demiştim…
11 notes
·
View notes
Text
Gece Güneşim'e
Sevgili Sevgilim;
Bazen insan uzun uzun bir yere bakar ve bir çok şey düşünür ya, işte her bakışımda sen varsın. Her anımda, her hayalimde, her gülüşümde, sesimde, kokumda sen varsın. O bakışın altında sana olan sevgimi hep bir kademe üste taşıyorum. Kendi kendime daha fazla sevemezsin bu son seviye dedikçe bir üst seviyeye geçiyorum. Birlikte yaşadığımız her olayda, her zorlukta ve her kahkahada seni delicesine hissediyorum.
3 gün uzak şehirlerdeydin. Seninle gelmeyi çok istedim ve son saniyeye kadar bunu denedim, sen bilmesen de. Bazı şeyler olması gerektiği gibi oluyor sanırım. O yüzden o 3 günü seni çok özleyerek geçirdim. Zor oldu, çok zor. Göğüs kafesim daraldı, gözlerim buğulandı, bekledim. Başıma bir şey gelse elim telefona gidip seni arayamaz diye panikledim ve kendime çok dikkat ettim. Eğlenceli bir şey yaparım da soluma bakınca seni göremem diye eğlenmeyi erteledim. Zaten sen yokken de neşem hep eksik benim. Senden haber almak için, nerede ve nasıl olduğunu bilmek, duymak için telefonun başında bekledim. Yorulduğun an yoruldum sanki. Her motor sesine koştum, engel olamadım kendime. Senin gelemeyeceğini bile bile koştum o balkona. Beni izleyemeyeceğini bilmeme rağmen maç sırasında baktım o ağacın arkasına.
Sevmek böyle bir şey mi sevgilim? Her saniye görmek istemek, gördükçe daha çok özlemek. Birlikte üzülmeyi, yorulmayı, gülmeyi, birlikte nefes almayı, sürekli öpmeyi istemek mi? Bence çok ötesi. Seni sevmek her güzel hissin çok ötesi.
Dün bir arkadaşının düğününe gittik. Orada minik Ediz'i sevdik, ona yemek yedirdik. Her saniyemiz çok kıymetli evet ama sanırım bu anlar bana çok şey gösterdi. Ediz'e bakışın, düşmesin diye sandalyeyi çekişin, yemeği dökülmesin diye kontrollü duruşun, gülüşün, ben Ediz'i severken bana bakışın. Ben o anlarda kayboldum sevgilim. Bana 'Bak sen de böyle çocuğumuzun peşinde olacaksın değil mi?' dediğinde coşkuyla 'Tabii ki!' diyişim. Bazı anlar, sözler ve bakışlar çok*
Aynı iş yerinde başlayan yolculuğumuz şuan ayrı iş yerlerinde ve yaklaşık yarım saat uzaklıkta olsa bile her an yanımda görememek, gizli gizli gel bi öpeyim diyememek, birlikte yemek yiyememek, koruyuculuğunu (en azından yanında olduğu kadar) hissedememek, atölyeye giderken göz kırpışına gülümseyememek beni biraz üzüyor. Bu yüzden sürekli sana mesaj atıp arama isteğim var. Kendimi olabildiğince durduruyorum. Ben sana göre çok daha sakin bir iş içerisindeyim. Yani senin stresin ve koşturmacan çok daha fazla. Bunları düşünürken aklıma hep seni dizlerimde yatırma isteği geliyor. Dizlerimde yatırıp, saçlarını, kirpiklerini sevmek, öpmek ve öpmek.
2 gün önce ilk kez seni düşünerek evimize bir şey aldım. 'Soğan doğrayıcı'. Evet belki ilk ev alışverişi için garip bir malzeme ama olsun. Su bardaklarımızı da kadeh olarak almak istediğimi söyledim. 'Sen nasıl istiyorsan her şey öyle olsun sevgilim' dedin. Geleceğimiz için sabırsızlanıyorum.
Dün düğün sonrası ben omzunda uyumuşum ve evin önüne gelince uyandırdın. O an seninle aynı eve girmeyi o kadar çok istedim ki tahmin bile edemezsin ama anlamışsındır çünkü ayrılamadım. O yol nasıl geçti bilmiyorum ama o son saniyeler.. Arabadan inip elini tutarak kapıyı açmayı, yorganı benim için kaldırışını, yattıktan sonra öpüşünü, ışığı kapatışını, yanıma gelişini... Ah sevgilim, ah!
Yaşanacak günler henüz yaşanmadı elbet. Yaşanılanlar güzel günler biriktirmek ve en güzelleri için mücadele etmek. Seninle daha nicesine!
5 notes
·
View notes
Text
Ocak 2021
Prens - Nicholas Machiavelli
Siyaset bilimini ya da siyasetçilerin davranışlarını anlayabilmemiz için sıklıkla referans verilen kitaplardan birini sonunda okudum. Aslında geç kaldım bile denilebilir. Günümüzde birine hakaret etmek için çok Makyavelist (amaca giden yolda her şey mübahtır görüşünün siyaset versiyonu diyebiliriz) yaklaştığını söylediğimiz olur. Yayınlandığı andan itibaren birçok kesim tarafından şeytanlaştırılmış. Ancak Prens’i bazı açılardan oldukça beğendiğimi söylemek isterim. Machiavelli bu kitabı Lorenzo de Medici’ye öneri amacıyla sunmuş ama hayata dair de çıkarımlar yapılabilir. Yer yer ben de meşrulaştırma araçlarını sorguladım ama negatif düşüncelerle yaklaşmanın çok da doğru olduğunu düşünmüyorum.
“Çünkü her zaman iyi bir insan olmak isteyen kişi, iyi olmayan onca insan arasında kesinlikle yıkıma uğrayacaktır.”
“Var olan en iyi kale, halk tarafından nefret edilmemektir, çünkü kalelerin olsa bile, halk senden nefret ediyorsa bu kaleler seni kurtaramaz; halk bir kez silaha sarıldığında ona yardımcı olacak yabancılardan asla mahrum kalmaz.”
Bilinmeyen Bir Tanrıya - John Steinbeck
Steinbeck’in kitaplarına olan sevgimi belki beni çok çok eskiden takip eden arkadaşlar bilir. Her yıl muhakkak en az bir kitabını okumaya çalışırım ama 2020’de hiç okumadığımı fark ettim. Hâl böyle olunca yeni seneyi hemen ona ait bir eserle taçlandırmak istedim. Bilinmeyen Bir Tanrı’ya pagan inançların hakim olduğu bir eser. Yine felaketin yazgıya dönüştüğü hayatları okuyoruz.
“İnsanın bir şeye, her sabah orada olacağını bildiği bir şeye suratını yaslaması gerek.”
“İnsan tuhaf şeylere mutlu oluyor. Benim ağacımda oturman beni mutlu etti.”
“Elizabeth’in kurmuş olduğu saat onun eliyle uygulanan basıncı hâlâ muhafaza ederek tiktaklıyordu, ocağın üstüne kurumaları için astığı yün çoraplar hala nemliydi. Tüm bunlar Elizabeth’in henüz ölmemiş parçalarıydı.”
Güçler - Ursula K. Le Guin
Güçler, yazarın Batı Sahili Yıllıkları adlı eserinin son kitabı. İlk iki kitabı Marifetler ve Sesler’di. Marifetler daha çok giriş niteliğinde bir kitap. Kahramanlarıyla ön plana çıkıyor. Zaten ardından gelen iki kitabın ana kahramanlarının yolu da hep bu ilk kitaptaki karakterlerin yoluna çıkıyor. Güçler serinin içinde en çok sevdiğim kitap oldu. Hatta itiraf etmeliyim, kitabı e book olarak okudum. Bu yüzden elimde olmadığı için üzüldüm. Oldukça masalsı ama her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir masal değil bu. Baş kahramanımız Gavir’in karşısına türlü türlü zorluklar çıkıyor. Onun bu zorluklarla mücadele edip kendini ve yolunu bulması insanın yüreğine dokunuyor. Üç kitapta da zorluklarla mücadele etme yolunu kahramanlarımız kitaplarda buluyor.
“Eğer ezel ve ebedin bir mevsimi varsa, yaz ortaları olsa gerek. Sonbahar, kış ve bahar hep değişim, hep bir geçiş – ama yıl, yazın zirvesinde hareketsiz kalıyor. Anın geçip gittiğini biliyorsunuz ama geçerken bile insanın gönlü biliyor ki hiçbir şey değişmiyor.”
“Kendini hatırladığın sürece güvendesin demektir.”
Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1914’e - Oral Sander
Bu kitabı alalı çok uzun zaman oldu. Birçok bölümünü ayrı zamanlarda okumuştum ama tamamını en baştan hiç okumamıştım. Siyasi tarihle ilgili bir şeyler okumak istediğim için elime aldım. Öncelikle kapsadığı tarih aralığı oldukça geniş. Bu da Oral Sander’in olayları detaylı işleyememesine neden olmuş. Ama uluslararası ilişkiler açısından siyasi tarihte gerçekleşen vakaları ele alış şekli için okunabilir. Kaba taslak bir fikir sahibi olmak isteyen, alana yabancı kişiler de okuyabilir.
İnsan Dengesi - Marget Schreiner
Bu kitabı da hiç aklımda yokken YKY’nin İstiklal’deki çalışanı nedeniyle aldım. Belki siz de yaşamışsınızdır, orada çalışan bir beyefendi kitap önermeyi oldukça seviyor :) İsmi ve söyledikleri hoşuma gittiği ve kendime bir güzellik yapmak istediğim için hemen aldım. Aslında iş arkadaşımın küçük çocuğuna kitap almak için gitmiştim :) Kitaptan bahsedecek olursak bence fikir olarak oldukça güzel, çok da güzel anlatılar var içinde ama yer yer bir olmamışlık seziyorsunuz. Ölmeden önce mutlaka okumak gerekir listemde olur mu çok emin olamadım.
Sonsuz Aşk - Ian McEwan
Bu kitabı düşünürken aklıma hep Koleksiyoncu kitabı geliyor. İkisinin de saplantılı aşkı işlemesi mi buna neden oluyor bilmiyorum ama ister istemez diğer kitabı düşünüyorum. Ve evet kesinlikle o kitap daha iyiydi. Ian McEwan hakkında henüz kesin bir yargıya varamadım. Sonsuz Aşk yer yer oldukça güzel ama sonu beklentilerimin altında kaldı sanki :) Yazarın seveni çok. Çocuk Yasası adlı kitabı da iyiydi ama arkadaşım kitaplarını hediye etmese hemen alıp diğer kitaplarını okudum okur muydum bilmiyorum. Cumartesi adlı eserini okuyup bir fikre varmayı umuyorum.
“Tam olarak kendime acıma duygusu değildi hissettiğim, bu da vardı ama daha çok bir tür kabuğuna çekilmişlik duygusu yaşıyordum, o kadar derinlere çekilmiştim ki benim dışımdaki her şey -sinir bozucu turistler, sokaktaki kız- kalın, cam bir panonun arkasında gibiydi. Bekleme odasına döndüm, düşüncelerim küçük akvaryumlarında gelişigüzel yüzüyorlardı; kimse benim durumumda değildi, keşke operaya bir bilet ayarlayabilseydim ya da kayıp bir çantam olsaydı ya da şu kızın başına gelen her neyse o benim başıma gelmiş olsaydı.”
Uyandığında - Hillary Jordan
Oldukça farklı bir distopyayla Ocak ayı okumalarını tamamlamış oluyorum. Uyandığında din devleti haline gelmiş bir ABD’yi anlatıyor. Suç işleyenlerin derilerinin suçlarının niteliğine göre sarı, kırmızı gibi renklere boyandığı bir dünya. Kahramanımız evlilik dışı bir ilişki yaşayıp, kürtaj oluyor ve gözünü yıllarca o şekilde kalacak bir kırmızı olarak açıyor. Yaşadığı zorlukları, aydınlanma mücadelesini anlatıyor kitap. İlk başları oldukça iyiyken sonlara doğru bozduğunu düşünüyorum. Ama yine de okunabilir.
“Peder Dale, sevginin sonsuz çeşidi vardır, derdi, ama en saf olanı merhamettir çünkü bir tek o benim için ne var diye sormaz.”
“Tanrı'ya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin, çocuğum. Sekiz milyar koyundan oluşan bir sürü isteseydi eğer, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren başparmaklar bahşetmezdi.”
11 notes
·
View notes
Text
Sonun Başlangıcı
"Biliyordum. Her zaman böyle oluyor zaten. Hayat böyledir deyip devam ediyoruz. Sana söylemiştim. Ben demiştim…
Ekim ayıydı. İzmir’in en güzel olduğu aylardan biri. Hava ne sıcak ne soğuk ama geceler daha uzun. Sokaklar daha erkenden boş kalıyordu. Bize kalıyordu bilmiyorum sen de hatırlıyor musun ama ben hatırlıyorum. O günü nasıl unutabilirim ki. Sana söylemiştim. Sen o hep giydiğin, çok rahat ettiğin siyah eşofmanın ve her yerine kokun sinmiş olan sweatshirtünle yanımda duruyorken. O an susup sana uzun uzun bakmıştım ama bunu hep yapardım. O gün sormamıştın bile neden bakıyorsun diye. Ah o soru.. Hep hiç öylesine bakıyorum işte derdim. Hiçbir zaman öylesine bakmadım. Gördüğüm en göz alıcı, en güzel şey sendin. Sorsalar bütün ömrümü sana bakarak geçirebilirdim. Ama bunun hiç gerçekçi olmadığını hep biliyordum. İlk seni görüp yanına geldiğim günden beri biliyordum. O yüzden uzun uzun bakardım sana. Her yerini ezberlemek için. Ne zaman seni görmeye ihtiyacım olsa gözlerimi kapatıp görebileyim diye.
“İstersen eve geçelim soğuk olmaya başladı.”
Sigaranı yakışını ve cevap almak için bana bakışını hatırlıyorum. Tamam diyebilirdim, benden beklediğin cevap da buydu zaten. Evinin önündeki parkta oturuyorduk. Çok eski bir parktı, metal kaydırağı ve kırık iki salıncağı vardı sadece. Kimse gelmezdi o parka zaten birilerinin oynayabileceği bir durumda da değildi. Sanırım sonun başlangıcında beni ikna eden de kırık salıncakların insan-savar görevi görüyor olmasıydı. O salıncaklar kırık olmasa ve her an birilerinin oraya gelebileceği ihtimali olsa asla sen sigarandan ikinci nefesini aldığın sırada karşında dağılıp ağlamaya başlamazdım. Seni o kadar korkutmuştum ki sigaranı kaldırımın kenarına fırlatıp hemen bana sarılmıştın. Oysaki hep ağlardım yanında. Hissetmiş miydin bunun normal ağlamalarımdan farklı olduğunu? Hiç sorma şansım olmadı maalesef.
“N'oldu, iyi misin?”
Sesini, bu soruyu sorduğunu duyuyordum ama sanki çok uzaktan geliyordu. Her şey çok uzaktaydı sorun da buydu zaten. Kendi kendime çok tekrarladım. Konuşma, konuşma, sakın konuşma, bu onun sorunu değil onu da sürükleme, konuşma…
Ben çok yoruldum, dedim. Kelimeler ağzımdan döküldüğü saniye bana sarılan sıcak bedeninin soğuduğunu hissettim. Konuşmak istemiyordun çünkü bundan sonra söyleyeceklerimi biliyordun. Çok uzun zamandır aynı konuda “şaka” yapıyordum. O şakalarımdan nefret ediyordun zorlama gülüşlerinle geçiştirdiğini sanıyordun ama ben her sahte gülüşünle biraz daha karanlığa çekiliyordum. Beni anlamanı çok istiyordum, biriyle her şeyi konuşabiliyor olmayı istiyordum. Sen ise sadece yanında gezdirebileceğin güzel bir yüz ve düzenli seks istiyordun. O yüzden sen beni anlıyormuş gibi yapıyordun ben de kısa süren sevişmelerimizden zevk alıyormuş gibi davranıyordum. İkimiz de birbirimizi kandırmaya çalışıyorduk ama ikimiz de biliyorduk. O ekim akşamı olması gereken olmuştu sadece ama olması gereken şekilde olmamıştı.
“Nasıl yorgunsun ne demek istiyorsun?”
“Yorgunum. Mutlu değilim ve ne yaparsam yapayım asla mutlu olamıyorum. Ölmek istemiyorum lütfen öyle algılama. Aksine yaşamak istiyorum. Yeni insanlarla tanışmak, farklı etkinliklerde bulunmak, dünyayı gezmek istiyorum. Ama çoğu zaman kendi evimi bile gezemiyorum. Yataktan kalkmak, yemek yemek, diş fırçalamak dünyanın en zor işleri gibi geliyor ve çoğu zaman bunları yapamıyorum bile. Duşa girebilmeyi başarı olarak sayıyorum. Gerçi, başarılarımdan da asla mutlu olamıyorum o yüzden çok da önemli değildir bu. Başarılarımdan mutlu olamıyorum. Bir insan nasıl takdir edildiğini görüp hiçbir şey hissetmez? Bütün ortaokul ve lise hayatım boyunca sevip sayılacağım bir ortam istedim ve şimdi istediğim şeye sahip olmama rağmen mutlu değilim. O kadar mantıksız ki. Her gün kendime ne sorunum var diye soruyorum. Hiçbir sorunum yok hayatım hiç bu kadar iyi olmamıştı. Neden mutlu değilim? Arkadaşlarımın yanında bile mutlu değilim, hiçbir şey hissedemiyorum ve hiçbir şey hissedememekten çok yoruldum. İnsanları kaybediyorum. En yakın arkadaşlarım dediğim iki insan hiçbir sebep yokken benimle konuşmayı kesti. Herkes gidiyor ve ben bundan da çok yoruldum. Beni neden sevmiyorlar? Ben ne yaptım onlara neden onlara ihtiyacım varken hiçbir sebep göstermeden çekip gittiler?”
Son söylediğimi, hala canımı çok acıtan o soruyu bağırmıştım ama onu duymamıştın. Gözyaşlarımın, acı hıçkırıklarımın arasında yitip gitmişti.
“Eski halimi çok özlüyorum. Eski beni tanısan çok severdin.”
O simsiyah gözlerini bana dikmiştin. Gözlerin o kadar siyahtı ki asla göremezdim. Ne düşünüyorsun, nasıl hissediyorsun asla bilemezdim.
“Ben şimdiki seni o kadar çok seviyorum ki bundan daha çok sevebileceğim ve bundan daha iyi olabilecek bir versiyonu hayal edemiyorum. Ben yanındayım ve asla gitmeyeceğim. Seninle mini kılıç savaşlarımızı yapmak için hep burada olacağım.”
Neden böyle şeyler söyledin? Sadece sussan olmaz mıydı? Neden tutamayacağın sözler verdin?
“Saçmalama sen de gideceksin tabi ki. Herkes beni bırakır. İstisna olacağından şüpheliyim.” dedim kıkırdayarak. Kendimi o kadar uzun süredir yeriyordum ve şakaya vuruyordum ki refleks olmuştu. O gece kıkırdamak istememiştim. Çok ciddiydim. Gözlerin benim için bir gizem olsa da ellerini okuyabiliyordum. Ne zaman ciddileşsen serçe parmağını ve yüzük parmağını bükerdin. Heyecanlandığın zaman orta parmağını çıtlatırdın. Sinirlenince baş parmağını işaret parmağına bastırırdın ama elin asla gerilmezdi.
“Hadi Zeynep eve geçelim ağlamaktan yüzün gözün kızardı.”
Bana beni sevdiğini ve hiç gitmeyeceğini söylerken serçe parmağını ve yüzük parmağını bükmüştün.
Eve gitmiştik. Ben duşa girmiştim sen ise bizim sonumuz için temel atıyordun salonda. Televizyondaki aksiyon filminin sesini ve ihanetinin kokusunu çok net duyabiliyordum duşakabinin içinden. O gece ikisini de görmezden gelip kendimi sıcak suya bırakmayı seçmiştim. Biliyordum. Ben demiştim…"
2 notes
·
View notes
Text
“Kedi mi, Köpek mi?”
Dünya’daki canlılar deyince ilk önce kendimizi düşünsek de hayvanlarda, bitkilerde hayatımızda bizim kadar yer kaplamıyor mu? Kimi insan doğasında sever hayvanı, bitkiyi kimi ise evinde, yakınında sever. Sizin diğer canlılara bakış açınız nasıl hiç düşündünüz mü? Ben ikisini de seviyorum ancak yakınımda olmasını evimin, hayatımın bir parçası olmasını daha çok seviyorum sanırım. Gerçi bitki konusunda annem kadar özenli olamasam da küçük siyah dostumla birkaç senedir ( neredeyse 5 yıl olacak ) gayet iyi idare ediyoruz. Yani en azından birimiz böyle düşünüyoruz bence.
Eminim çoğumuz evinde sevdiği bitkilerle ya da sevdiği hayvanlarla yaşıyordur. Peki ya evcil hayvan beslemek deyince insanların hep sorduğu bir soru vardır ya, eminim çoğunuz duymuşsunuzdur; “Köpek insanı mısınız, Kedi insanı mı?”. Bu sorunun cevabı bence hiçbir zaman net değildir. Mesela benim küçük siyah dostum bir kedi ancak köpekleri de çok severim. Fakat köpekler, kedilere nazaran daha çok ilgi ve alaka istediği için benim çalışma saatlerime uymuyor. Ben bu yüzden köpek besleyemiyorum. Ya da bazı apartmanlarda yasak olabiliyor. Emekli olduğumda ya da çalışma saatlerim uyduğunda köpek beslemeyi de çok isterim. Bazı insanların da hayvanlarla ilgili batıl inançları vardır. Mesela evime geldiklerinde çoğu arkadaşımın “siyah kedi uğursuzluktur” dediğini ve bu yüzden kedimden korktuğunu biliyorum. Ama o korkan arkadaşlarıma sesleniyorum emin olun onlar sizden daha çok korkuyor. Tabi ki alerjisi olan ya da tiki olanları ayrı tutarak konuşuyorum ama siyahı, beyazı, küçük olması, tüylü-tüysüz olması ne fark eder, o da bir canlı değil mi? Ya da şöyle bir genelleme yapacak olursak bence sorunun kendisi yanlış olabilir. Çünkü hayvan beslemek iki tür ile kıyaslanmamalı. Kuş, kaplumbağa, tavşan vb. daha birçok hayvan beslemeyi sevenler olabilir. Bizim küçükken biri mavi, biri sarı iki tane kuşumuz vardı. Üniversitede bir tavşanım vardı. Her insanın dünyaya bakış açısı ve ona kendini iyi hissettiren dostu farklıdır.
Ben küçük siyah dostumu henüz iki aylıkken tesadüfen denk gelip, aklımda yokken sahiplenmiştim. Onun eve alışmasını sağlamak için çabalamak onunla oyunlar oynamak bile insana iyi gelen duygulardan biri. Benim küçük dostum aynı zamanda epilepsi hastasıdır. 3 yıl önce bir anda ortaya çıktı ve sanırım genetik olabiliyormuş. Bir süre ilaç kullandıktan sonra stresten uzak tutarak korumaya başladık. O istemediği sürece sevmiyoruz, korkutacak ya da ürkütecek bir şey yapmıyoruz. Ara sıra hala nöbetleri oluyor. Sadece güvendiği biri gözlerini kapattığında sakinleşebiliyor. Bunlara rağmen evin içinde durduk yerde koşturmasına, ya da bize kızdığında bir şeyler devirmesine sesli gülüyoruz. Birlikte eğlenebiliyoruz.
Hayvan deyip geçmeyelim. Evde besleyemiyorsanız da arada sırada dışarıda belli alanlara onlar için bir kap su ve mama bırakabilirsiniz.
5 notes
·
View notes
Text
Açık yara kendiliğinden iyileşir. Kendi kendine biraz zaman alır tabii. İlaçlar yalnızca bu iyileşmeyi hızlandırır, basit olarak böyle anlatılabilir. Tepkimeyi hızlandıran katalizör görevidir ilacın etkisi. Yara hava almazsa iyileşmez, hiçbir ilaç merhem olmaz. Bir yere kan oturduysa bırak kanasın derler. Aksın pis kanı, kurtul ondan. Vucüt hiçbir yabancı madde tutamaz içinde istemeden aldığı. Cam batsın mesela, çıkar elbet derinin biryerinden. Bu kadar biyolojik bilgiye neden tutuldun diye sorarsanız, aslında o kadar bizimle ayni ki tüm evreleri iyileşmenin.
Biz de böyle iyileşiyoruz baktığında. Acı dediğin şey zamanla geçer, sizin bu zaman içinde edindiğiniz tüm yarabantları ya ilaç ya da sargıbezi görevi görür. Aslında bir gün elbet o acı geçecektir, sen yalnızca hızlandırdın bu acının geçişini. Nasıl derin yara iz bırakırsa derin acılar da bir hatıra bırakır kendinden hep hatırlatacak. Zaman geçtikçe evet acımaz ama hikayesini de hiç unutturmaz, ayni vücudunda taşıdığın tüm yaraizlerini nasıl edindiğini unutmadığın gibi. Çocukken bisikletten düştüğünde çenende beliren yara izi geçti mi? Geçmez, istediğin kadar büyü. İşte böyle bazı acılar vardır, elbet acıtmaz ama hep hatırlarsın. Hep korkarsın tekrarından. Çünkü bilirsin bir kere o acıyı, tattın! Acıyı yaşamazsan atamazsın, kalır içinde. Gece peşini hiç bırakmayan ay gibi döner durur. Sar başa en başa, dön başa en başa, kurtulamazsın. O yüzden acın hava alacak. Tuz bas demiyorum ama sarıp sarmalayıp halının altına atmanın da yok ki hiçbir faydası.
Bu yaşıma kadar çok büyük sayılabilecek bence dönemin şartlarında normal kabul edilmesi kuvvetle muhtemel şeyler yaşadım bende hepiniz gibi. İlk başlarda hiç de kabullenmedim, halının altına attım. Süpürdüğümde geçecek sandım ama evi bile silmeden tam temizlenmiyor, büyüdükçe anladım. Böyle realite çemberinde konuşmayı öyle çok seviyorum ki, yazdıklarım bana sadece örneklendirdiğimde anlaşılabilecekmiş gibi geliyor hep. Bu yüzden hiç kısa yazılar yazamadım. İfadelerim hep bir çırpıda olsa da anlattıklarım hep uzadı, uzadıkça daha çok sevdim anlatmayı. Yaşadıkça daha çok sevdim yaşamayı. Nefes almak gibi, her nefesten sonra bir dahakini almaya telaşımız değil mi bizim de yaşama sevincimiz yani. Artık yeter, canımı al da kurtulayım dediğin olmadı mi hiç? Benim o kadar fazla ki say desen sonu nereye gider bilmiyorum. Sonsuz bölü sonsuz belirsizliği gibi bir şey bu. Bunu derken bile derin bir nefes çekmeye mecburdum hep. Aslında yaşamaya olan bağlılığımmış bu. E büyüdükçe anlıyor insan işte. Çünkü çok güzel yaşadım, çektiğim herşeye rağmen. Güzel bir hayattı. Bir sürü insan tanıdım ben, hem de o zamana kadar tanıdıklarım beş para etmese de, tanımaya korkmadım. Acını kabullenmekle eş değer bak bu. Bir daha acımaya korkmamak ancak böyle oluyor. Hastalığı bile tedavi etmen için kabullenmen gerekiyor ya, hah! Tam olarak öyle.
Hatalar yaptım, yarabantları sardım. Kimbilir ne iyi insanları heba da ettim. Ama ben sanırım hep sade bir hayatı sevdim. Çok sosyal bir asosyal olmak gibi. Telefonun üstündeki sayıları geçmedi benim dostlarım, güvendiklerim, günün sonunda bana kalanlar. Kalabalıklığınızı eleştirmiyorum asla, ama hayranım böyle kalabalıktan çekinmeyen siz cesurlara. Yaralarıma kremler sürmeyi hiç sevmedim sonra. Bir yerim morarırsa buz tutmam mesela, elim yanarsa suyun altına sokmam. Bilirim, bir süre sonra geçecek. Çünkü her ilacın var bir yan etkisi. Bir yeri düzeltse diğerini bozacak bildim. Ya da ben böyle böyle kaçtım yanlıştan, işte sen adına her ne dersen. Ben kendi kendine tedavi derim ama sen senin için ne istiyorsan öyle de, benden sana kocaman izin.
İçimde ne varsa kustum hep, sonraları tabii. İlk başlarda öyle sessiz bir genç kadındım ki ben. Konuşmaz, anlatmaz, hep anlaşılmayı bekler, anlaşılmayınca yine kızar ama hep susar. Mütemadiyen sabreder. Çünkü sıkmak istemez karşısındakini. Bu ailem olur, arkadaşlarım olur, aklına kim gelirse. Sonra sonra anladım, kan tuttuysa parmağın kanat. Aksın pis kanı. İçimde ne varsa söyledim sonraları, aklıma ilk geleni hemen. Hiç düşünmeden. Karşımdaki kırılır mı demeden. Çünkü beni o ana getiren önemsemedi ki benim kırgınlığımı. Benim susmamın kendime de yoktu faydası. Böyle böyle patavatsız oldum. Ama inan herkes gıptayla baktı hep bana, arkadaş grubum içinde hep parmakla gösterildim. “ senin gibi olsam keşke bende” diyen kaç tane insan gördü bu gözler. O yüzden anlat, kanat . Başkası için yaşama, önce sen!
Olmayanı zorla oldurmaya çalıştığımda oldu, ama kabul etmedi içim. Aynı vücut gibi işte. Tutamadım, tutmaya zorladım. Ama olmadı. Olmayanı olduramayacağımı öğrenmek sanırım öğrendiklerim içinde en kolayıydı. Çünkü bu son evre gibi birşeydir. Kemik gelişimine gelirken kıkırdakta kalmak gibi düşün. Kendi haline bırakma evresi de kemikleşme işte. Plansız, hesapsız, kaderle yaşamak öyle güzelmiş ki, bunu geç farkettim. Ama iyi ki de öyle olmuş. Daha fazla çocuk kaldım çünkü ben. Hepinizden daha çok.
Sonra coğrafya kaderdir ama hep bize pusu kurmuştur diyerek bana en güzel kozunu oynadı hayat. Bana bir oyun arkadaşı verdi, dost, sevgili, sırdaş, dünyanın en sevilesi adamı çıktı geldi. Masmavi gözleri vardı, kırlaşmış saçları. Önce saçlarını sevdim onun, sonra gözlerini. Hangisini daha çok seviyorsun dersen seçemem. Kaz ayaklarını da sevdim çünkü, kocaman ellerini de, yufka yüreğini de, merhametini unutuyordum az daha. İyiliğe olan telaşını, hevesini, neşesini sevdim. İnsanlığını, yaşadıklarını, anlattıklarını ve tüm anlatamadıklarını. Herşeyini sevdim, eksiklerini, kusurlarını, elde ettiklerini, etmek istediklerini, nazını, öfkesini. Onu özlemeyi, kokusunu, içtiği kahveyi, giydiği tişörtü. Yaşattıklarını, yaşatmayı istediklerini, baba olmaya hevesini ve çok tutmasa da hiç elimi bırakmayışını sevdim. Mecazen bırakmaması bile o yokken parmaklarını avuç içlerimde hissettirdi bana. Çok sevdiğim tek günümü yapmayı iple çeker oldum onu tanıdığımdan beri. Çünkü yazdım, yazıkça yazdım. Anlattım onu, ama buraya ama kendime ya da başkalarına. Tanımadığım bir insana, havada uçan bir kuşa. Bana kıskançlık ile güvenin arasındaki farkı öğretti, yaralarını gösterdi. Yaralanmaya korkuşunu da sevdim onu, yaralayana da kızdım. Belki bugün o sayede yanında bile olsam onu yaralayan her kim ise kızdım ben, o kadar güzel bir kalbi kıracak kadar nasıl merhametsiz olabildi bu kadar? İnsanlığa sığmaz ki.. ben onu sevmelere kıyamadım. Kıyamıyorum, içim gidiyor ona bakarken, ellerini tutarken güçleniyorum, kolu omzumdayken evrenim değişiyor. Kaybettiğim çocukluğumu geri verdi bana, yalnızca kendi olarak. Yirmiyedi koca sene sanki onu beklemişim, bebekken bile beklemişim ben onu, sevmişim. Bilerek kendi kendime iyileşmişim, onun geleceğini bildiğimden. Bilerek yalnızlaşmışım, kılıcımı, kalkanımı safi bırakmışım, unutmuşum bir yerde hep onun geleceğine telaştan. İyi ki unutmuşum, iyi ki hiç böyle sevmemişim. Çok demek az kalır, ilk demek yanlış, farklı demek basit ben onu başka bir evrende yaşadığını hissederek; aynı yörüngenin içinde dönerken birbirine hep aynı mesafede olan gezegenlerin denk gelme imkansızlığına aldırmadan, güçlü, sade ama sonsuz bir sevgiyle, sığınarak, sarılarak, sarmalayarak, hiç anne olmamama rağmen yeni doğurduğum bebeğimi koklar gibi seviyorum. Hem de kavuşarak. 8 milyar insan içinde ona rastlayacak kadar şanslı olarak, bu kadar fenalığın içinde sanki onun İçin temiz kalarak, kıymet bilerek, kıymet de görerek, katıksız bir sevgiyle seviyorum. Kavuşunca aşk olmaz diyenler halt etmiş, paçalarımdan aşk aka aka seviyorum. Sanki o hep varmış gibi, sevgili olmasak da paralel evrende yansımammış gibi, bir ayna gibi, monalisanın gülen yüzü gibi, çingene kızının utancı gibi, yaptığı müzikleri duymadan bir dünya klasiği olan Ludwig Van Beethoven gibi, ampulu binbirinci deneyinde bulan Edison gibi, yüzlerce örnek ile tanımlayabilecek kadar çok, anlatmaya korkan ürkek bir kız gibi naif seviyorum.
Günün sonunda tek bir şey ile sonlandırıyorum günü hep, iyi ki seviyorum onu böyle çok. İyi ki bu kadar şanslıyım. Şükrediyorum, ki bu o kadar önemli ki. Birlikte geçecek her iyi, kötü, mutsuz, mutlu, öfkeli anı iple çekiyorum. Çünkü şu gelip geçici hayatı en çok onun yanında seviyorum ama en çok da onu!
3 notes
·
View notes