#ayak ölçüsü
Explore tagged Tumblr posts
Text
10-20 VE 35 TON HAVA KAVRAMALI EKSANTRIK PRES
10 TON HAVA KAVRAMALI EKSANTRİK PRES STROK AYARI :35 mm DEVİR SAYISI :150 d/dak TABLA ÖLÇÜSÜ :300x470 mm KALIP BAĞLAMA MESAFESİ :250 mm MAPA ÇAPI :30 mm TABLA DELİK ÇAPI :110 mm MOTOR GÜCÜ :1,1 kw (1,5hp) MAKİNANIN AĞIRLIĞI :700 kg 20 TON HAVA KAVRAMALI EKSANTRİK PRES TEKNİK ÖZELLİKLERİ ___________________________ STROK AYARI :60 mm DEVİR SAYISI :150 d/dak TABLA ÖLÇÜSÜ :350x500 mm KALIP BAĞLAMA MESAFESİ :270 mm MAPA ÇAPI :35 mm TABLA DELİK ÇAPI :120 mm MOTOR GÜCÜ : 2 hp MAKİNANIN AĞIRLIĞI :850 kg ÖZEL AKSESUARLAR ve İSTEĞE BAĞLI YAPILANLAR Otomatik zaman ayarlı yağlama() El bariyeri () Çift papet valf () Ayak Pedalı (var) 35 TON HAVA KAVRAMALI EKSANTRİK PRES TEKNİK ÖZELLİKLERİ ______________________________ STROK AYARI :75 mm DEVİR SAYISI :100 d/dak TABLA ÖLÇÜSÜ :370X600 mm KALIP BAĞLAMA MESAFESİ :300 mm MAPA ÇAPI :35 mm TABLA DELİK ÇAPI :125 mm MOTOR GÜCÜ :3 kw (4 hp) MAKİNANIN AĞIRLIĞI :1.600 kg (Tezgahımız platina gövdelidir. Pano plc kumandalıdır.merkezi yağlamalıdır.) EP-2 veya EP-3 yağ kullanınız. ÖZEL AKSESUARLAR ve İSTEĞE BAĞLI YAPILANLAR -------------------------------------------------------------- Zaman ayarlı yağlama, Çift papet valf, El bariyeri,Ayak pedalı Motor sürücü (devir ayarlayıcı)
2 notes
·
View notes
Text
Adam namussuzdur.
Elindeki her olanağı kullanarak devleti soyar, kendisini ve yakınlarını zengin eder. Sonra da gözünüzün içine baka baka konuşur:
- Manevi değerlere bağlıyız ...
Adam ahlaksızdır.
Her gün ayak üstünde bin yalan söyler. Dün övdüklerine bugün söver, dün ana avrat sövgüler yağdırdığı insanlara, salya sümük övgüler dizer...
Sonra başlar aynı sözü gevelemeye:
- Manevi değerlere bağlıyız ...
"Neyine bağlısın ki?..." diye soramazsınız.
Çünkü bu işlerin ölçüsü tartısı kalmamıştır. "Ar damarı" denen namus ve ahlak sigortası var ya, o çatlamıştır. Ne söylesen boş!
Farkında mısınız bu gidiş, toplumun bütün değer yargılarını çürütmüştür. Hırsız olduğunu, namussuz olduğunu, su katılmamış rezil olduğunu bildiğimiz nice cambaz, ip üzerinde yeni hünerlerini gösteriyor, bizler de hep birlikte, ara sıra da "yaşa. varol" diye bağırarak çağırarak izliyoruz olup bitenleri.
Toplum bütün kurumlarıyla çökmüş, çökertilmiştir. Günlük yaşamımızdan politika sahnelerine kadar elimizin değdiği, gözümüzün iliştiği her yerde yeni çürümüşlükler, yeni yozlaşmalar art arda birbirini izlemektedir.
Enflasyonlu-devalüasyonlu bu düzen, bankalarla bankerlerin boğuştuğu, bir kilo soğanın yüz liraya çıktığı. ekmeğin pasta fiyatına satıldığı bu düzen, insanı insan yapan bütün erdemleri, bütün Değerleri, iyi, güzel, doğru gibi bütün kavramları da beraberinde çekip Götürüyor.
Burnunuzun ucuna gelen bu koku, bu yıkıntının.
Bu çürümüşlüğün kokusudur.
Uğur Mumcu ..
1 note
·
View note
Text
Nabız Nedir?
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/nabiz-nedir.html
Nabız Nedir?
Nabız Nedir?
Nabız Nedir? Kalbin Bir Dakika içinde Kaç Kere Kasıldığını, Yani Kalbin Hızını Yansıtır. Nabız Nedir? Ruhun Kapılarının Bir Hareketidir. Nabzın Her Atışı Kasılma ve Gevşeme Olarak iki Hareketten Oluşmuştur. Kalp Her Kasılmasıyla Bir Miktar Kanı Atardamarlar içine Fırlatır ve Damarların Esneyebilme Özelliğinden Dolayı Atardamarlarda Buna Bağlı Bir Genişleme Olur ve Hemen Ardından Eski Durumuna Dönmek ister. Bu Genişleme, Damarların Yüzeysel Seyrettiği El Bileği ,Dirsek İçi, kasık, Sakak, Ayak Bileği Gibi Yerlerde Nabız Dalgası Olarak Hssedilir. Nabızlar Durumlarına Göre On Türde İncelenebilir.
Nabız Türleri Nelerdir?
1- Nabzın; Uzun Nabız, Kısa Nabız, Normal Nabız, Enli Nabız, Dar Nabız, Dar ile Enli Arasında Olan Nabız, Yüksek Nabız, Alçak Nabız, Yüksek Nabız ile Alçak Nabız Arasında Nabız Olmak Üzere 9 Türlü Kasılma Çeşitlerini Bilmemiz Gerekir
2- Nabza Bakanın Parmaklarında Hissedilmesine Göre Nabız Atışları; Küvvetli, Zayıf ve Mutedil Nabız. (Mutedil Nabız, ikisi Arasındaki Normal Duruma Denir.)
3- Hareketin Zamanına Göre Nabız Atışları; Çabuk, Geç ve Mutedil Nabız.
4- Damarların Kıvamının Niteliğine Göre Nabız Atışları; Sert, Yumuşak ve Mutedil Nabız.
5- Nabzın Sükûnet Zamanına Göre Atışlar; Kısa, Uzun ve Mutedil Nabız.
6- Damarların Boşluğu ve Doluluğuna Göre Nabız Atışları; Dolu, Boş, ve Mutedil Nabız.
7- Dokunmakla Damarın Hacmini Tespit 3 Şekil Olur. Kanın Sıcaklığına, Soğukluğuna ve Mutedil Durumu.
8- Nabız Hareketinin Derecesinin Tahini; Nabzın Hareketsizlik Zamanı, Hareketin Zamana Eşit Olduğunda Nabzın Ölçüsü Doğru Olur.
9- Nabzın Denkliliği ve Farklılığına Göre Nabız
10- Nabız Hareketini Belli Bir Oranda Koruyup, O Şekilde Devam Etmesi.
Bu Nabız Türlerine Bakılarak, Hastaya Teşhis Konulabilir.
Not: Konumuzu sonuna kadar okudugunuza göre size mükemmel bir konu hakkında bilgi verek istiyoruz. Google Chrome Otomatik Doldurma Düzenlemek bilmiyorsanız konumuza göz atmanızı tavsiye ederiz.
0 notes
Text
Bebek Ayak Numaraları
Bir çocuğun ayakkabı numarası, kıyafetlerinin boyutundan neredeyse daha hızlı değişir. Bu nedenle, küçük çocuk ayakkabıları alabilmek için bebeğin ayakkabı numarasını çok düzenli olarak bilmeniz gerekir. Bebeklerin 2-3 ayda bir ayak numaraları değişir. 3 yaşından itibaren çocukların büyümeleri yavaşlar, ama yine de ortalama 6 ayda bir, yılda ortalama 1 cm büyüyebilir bu nedenle her zaman…
View On WordPress
0 notes
Text
Bir Gölge Kadar Yalnız
Sen! Hayatı gördün yüreğin rakımlarında, yeşili gördün
Uçsuz sevilerde özünü rüzgâra bırakmış bir haykırı
Bir tebessümün ince ayarında nice ümit kokan, toprağı gördün.
Ve tene değmiş bütün arzuların hecelerini sevdin
Nice dakikaların manzum söylentisi, ölçüsü olsak ta
Hiç bir vezinde yoktu sökülen yamaçlarım, dökülen yaş.
Kuşlar öldü, rüzgâr küstü ve anladı deniz acıyı
Kayan bir yüreğin akıntısına tuz basmayıp, çekti kollarını kıyılardan.
Sen, gülen yüzü gördün ağlayan gözü değil!
Bir gölge kadar yalnız olduğumu.
Gidişine bozmadım göğümü, yüzüm koparmadı fırtınalar
Her ayak izini zamandan saklayıp, vermedim yağmura hiç bir anıyı…
Sensizliği sarmış yosunlar, bensizliğin tutuk bakışlarında
Sezgiden atılmış bir işsizin kurumuş kalemine sarılan
Acıdır yastığı! Uykusuzluğuna şahit, kayıtsızlığına şiirler
Ömrüne okunan kaç ezan kalır? Daha, kaç gece ay ışığında
Kopar yamaçlarım, dökülürüm sezsizce.
Nasıl anlatırım?
Bir gölge kadar yalnız olduğumu.
~Altan İlhan Arslan
#kaftanheceler ✒🚬🤔
5 notes
·
View notes
Text
PERU’NUN HİKAYESİ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: CUSCO
Antik çağlardan günümüze kadar geçen süreçte atalarımızın gerçekleştirdiği fakat bizlerin ıskaladığı hayati bir gerçek var: Eşyaya-tabiata-insana isim verme ve o isimleri efsaneleştirme.
İspanyolca okunuşu ile “Kuzko” isminin kökeni mitolojik bir anlatıma sahip olan ve bir baykuşun kanatlarını alarak gelecekte inşa edecekleri şehirlerinin üzerine konan “Ayar kardeşlerin” efsanesine dayalı. 13. ile 16.yüzyılları arasında İnka İmparatorluğuna başkentlik etmiş tarihi bir şehir olan Cusco’nun, Aymara dilindeki karşılığı da zaten “baykuş kayası” demek. Efsaneye göre kardeşlerden birinin, baykuş kanatları ile ileride Cusco şehri olarak isimlendirilecek olan topraklara ayak bastığına inanılan yerde, bir kayaya dönüştüğü rivayet edilmekte.
Bizler tüm hayatı -bizlerden kastım atalarımız yoksa günümüz insanı olan bizler isim koyma becerisinden yoksun varlıklarız- efsaneler ile kurarız. Hikayelerimiz ile tabiata ad takar, efsaneye konu olan insanların cesaretlerinin ölçüsü dahilinde isim almalarına şahitlik ederiz. Şimdilerde doğar doğmaz ailemiz tarafından isim verilen bizler ismimizin anlamını ve değerini verebilmek için bir ömür tüketmekteyiz. Misal ben; hande, Farsça kökenli bir kelime olan ve anlamı “gülüş, gülmek” manalarına gelen adımın hakkını verebilmek için pek çaba sarf etmedim. Zaten doğduğum andan itibaren güleç bir çocuktum, hayatım boyunca da gülme konusunda zorlandığım pek görülmemiştir ve ne mutlu ki dolu dolu güldüğüm doğrudur. Dolayısıyla “Hande” ismini kazanabilmek için ben bir cesaret göstermedim, baykuş kanatları takarak başka diyarlara uçmadım ama günümüzden 9–10 asır önce insanlar cesaretlerinin ölçüsünde isim almaktaydılar. Aymara kardeşlerin pek cesur kimseler oldukları aşikar yoksa neden bir başkası değil de onlar efsanelere konu olmuş olsunlar?
İşte Cusco; sokaklarını gezerken, yerel halka selam ederken, herhangi bir bankın üzerinde dinlenirken “burada bir zamanlar bir şeyler olmuş, burada bir zamanlar bir tarih doğmuş” hissini iliklerinize kadar yaşayabileceğiniz bir yer. Bu duyguları kalkıp, tarihsel bir geçmişi ve hikayesi olmayan Dubai’de yaşayamazsınız. Dubia benim için hikayesi olmayan kent demek (güzel bir şehir ama hepsi o.) O yüzden ısrarla, Peru’ya gidiniz ve Güney Amerika tarihine uzunca bir dönem damgasını vurmuş insanların topraklarına konuk olunuz demekteyim. Ev sahipleri var da, misafirler nerede? :)
Şehri tanıtmaya başlamadan önce en önemli uyarıyı yapmakta fayda var. Peru’da Cusco gibi şehirlerin çoğu yüksek irtifalı bölgeler olarak kabul ediliyor ve oksijen seviyeleri yüksekliğe bağlı olarak bir miktar düşüş gösteriyor. İlk gidişimde ben, hafif bir baş dönmesi ve bir nebze de olsa mide bulantısı yaşamıştım. Otel görevlisinin bizlere lobiye girer girmez koko çayı ikram etmesinin sebebiyle “yüksek irtifa hastalığı” denilen bu olguyu öğrenmiş bulundum. Kaldığınız günler boyunca koko çayından bol bol tüketmenizi öneririm.
Her gezginin uğrağı, Plaza de Armas meydanı:)
CUSCO GEZİ REHBERİ
1. PLAZA DE ARMAS MEYDANI
Plaza de Armas şehrin kalbi denilen koca bir meydana verilen isim. Çevresinde çeşitli restoranlar, alışveriş merkezleri, sokak satıcıları, tarihi binalar ile her gezginin önünde fotoğraf çektirdiği tarihi çeşmeden manzaralar bulunmaktadır. Lamalar veya alpaka ile geleneksel kıyafetler giyinmiş yerel halktan insanlar ile fotoğraf çektirmeniz de cabası. Cusco, benim için Peru seyahatim boyunca edindiğim en güzel hediyelik eşyaları, lokal sanatçıların el ürünlerini uygun fiyatlara satın aldığım alışveriş imkanları ile de gözde bir şehir.
İNKA KRALLIĞININ ESKİ BAŞKENTİ CUSCO/ PLAZA DE ARMAS
Alışveriş edebileceğiniz otantik dükkanlar, oteller ve de kafelerin buluştuğu meydan / Plaza de Armas,Cusco
2. CUSCO KATEDRALİ (Cusco Cathedral)
Cusco'ya yapılacak herhangi bir ziyaret, Plaza de Armas'taki katedrali muhakkak içermelidir zaten meydanın tam göbeğinde bulunan katedrali görmemezlikten gelemezsiniz çünkü hem çok eski bir tarihe ev sahipliği yapmakta hem de Peru halklarının İspanyollar tarafından nasıl Hristiyan edildiklerinin canlı bir tanığı olarak ayakta durmakta. Cusco'daki ilk Hristiyan kilisesi, 1538'de inşa edilmiş olan Zafer Kilisesidir ve zamanla bu kilise katedrale dahil edilmiştir. Katedralin sağ alt kanadında bulunan çan kulelerinin altında yer alan kilisede Hz. İsa’nın oldukça koyu tenli bir profiline rastlayacaksanız. Bugüne kadar izlediğimiz tüm filmlerde, bütün kiliselerde beyaz tenli olarak tasvir edilen Hz. İsa burada Peruluların ten renginde resmedilerek adeta kökenlerine dair bir gönderme yapmakta. Evet artık Hristiyan olabiliriz, evet artık İnka Medeniyetinde değiliz ama bizler hala İnkaların çocuklarıyız ve Hz. İsa’mız da bizim rengimizde. Çok hoş bir detay bu… Bu arada katedral asıl başka bir sanatsal anlatım ile oldukça ünlü: Hz.İsa ve Havarilerinin, kavrulmuş gine domuzu da dahil olmak üzere Peru mutfağından yemekler ile resmedildikleri “Son Akşam Yemeği” tablosunu görünce gülümsememeniz olasılık dışı.
SON AKŞAM YEMEĞİ / CUSCO KATEDRALİ
HZ. İSA / CUSCO KATEDRALİ
KATEDRALİN PLAZA DE ARMAS’TAN GÖRÜNTÜSÜ, CUSCO
3. SAN BLAS
Cusco seyahatim boyunca en keyif aldığım yerlerin başında San Blas meydanı gelmektedir. İnka İmparatorluğu’nun eski başkenti Cusco’nun özünü yaşamak istiyorsanız, en eski mahallelerden biri olan bohem bölgesi San Blas’ta dolaşınmanızı şiddetle öneririm. Plaza de Armas'a sadece on dakikalık yürüme mesafesinde yer alan meydanda,yöresel yemekler ve yerel halk tarafından yapılan el yapımı hediyelik eşyaları bulacaksınızdır. Ayrıca tarihi dokusunu korumuş bulunan dar sokaklarında avare avare gezmek sizlere iyi gelecektir.
SAN BLAS’IN OTANTİK SOKAKLARI
SAN BLAS- YEREL HALK
4. SAN PEDRO MERKEZ PAZARI / Mercado Central de San Pedro
Cusco'nun halk pazarında, yerel halkın nasıl yaşadığını görmek için iyi bir fırsat arıyorsanız üstüne üstlük Peru kültürüne ait desenlerden örülü çantalar, ayakkabılar, masa örtüleri almak isterseniz eğer, bu pazar bulunmaz bir nimet olma özelliği taşıyor. Şu anda kullandığım ve hala eskimeyen otantik ayakkabılarımı, alpakadan yapılma çantamı ve hatta yine örme bavulumu dahi
buradan satın almıştım. Pazarın büyük bir bölümü, fiyatları oldukça ucuz olduğu için çok sayıda yerlinin yemek yediği bir yemek alanından oluşmakta. Geri kalan kısmında ise taze meyve, et, peynir, unlu mamuller, baharatlar gibi her türlü yiyeceği satan satıcılara denk geleceksinizdir. Cusco gezi turumda eğlenceli bir duraktı San Pedro Ana Halk Pazarı.
Mısırın envai çeşidinin olduğu Peru’da ama özellikle Cusco’da siyah süt mısırlarını görünce oldukça şaşırmıştım. Dünyanın farklı yerlerinde, bambaşka coğrafyalarında bildiğiniz lezzetler hiç alışık olmadığınız görüntülerde karşınıza çıkabiliyorlar:) / San bir mısır tezgahından görüntü.
5. SACSAYHUAMAN ARKEOLOJİK SİTESİ
Cusco’ya tepeden bakan ve şehir merkezinden yaklaşık 30 dakikalık bir uzaklıkta bulunan Sacsayhuaman arkeolojik sitesi görülmesi gereken bir mühendislik harikasıdır. Akıllara durgunluk veren ve bazısı 300 ton ağırlığındaki taşları İnkaların birkaç kilometre hareket ettirerek bu alana taşıdıklarını hayal etmek bile zor. Aynı zamanda benim lokal rehberden dinlediğime göre burası, İspanyol işgalcilere karşı son İnka direnişinin yaşandığı bölge. Şu an içinde oturduğumuz evlerimizi, yaşadığımız mahalleleri birileri elimizden almaya kalksa nasıl büyük bir direniş göstereceğimizi aklımızda tutarak bu kenti gezmeliyiz. İnkaların ruhuna dua okumak isteyenleriniz için bu bölgeden daha uygun bir toprak alanı bulunmamakta. Ruhlarına el-fatiha.
Sacsayhuaman
Christo Blanco, Sacsayhuaman
Christo Blanco
6. OLLANTAYTAMBO TAPINAĞI
Aslında Ollantaytambo yerleşim birimi Cusco ile Machu Picchu bölgeleri arasında yer alan küçük bir kasabadan ibaret dersek yeridir. Machu Picchu antik kentine giden tren güzergahında bulunan Ollantaytambo’da gezginlerin çoğunun farkına varmadığı şey ise kasabanın dünyadaki en etkileyici megalitik kalıntılardan bazılarına sahip olduğudur. 1530'lara kadar uzanan ve oldukça eski bir hikayeye sahip olan Ollantaytambo tapınağına yukarıdan baktığınız zaman devasa taşlarla örülü, basamaklı bir piramit görüntüsü ile karşılaşmanız olacaktır ancak bu bir göz yanılsamasıdır çünkü karşınızda duran yapı mega platformlardan oluşan bir taraçadır.
GÜNEŞ TAPINAĞI
OLLANTAYTAMBO TAPINAĞI
OLLANTAYTAMBO TAPINAĞI
Cusco hakkında daha yazılacak çok şey, söylenecek çok kelime var olmasına karşın benim Cusco deneyimlerim bunlardan ibaret bir sonraki bölüm olan Machu Picchu için şimdiden hazırlık yapsam iyi olur zira Machu Picchu çiçek çocuklardan itibaren gezginlerin, kaşiflerin, arkeologların ve de turistlerin gözdesi ve Peru’nun en güzel hikayesi.
#gezİ#travel#travelling#geziyoruz#geziyorum#gezilecekyerler#gezgin#travelpics#travelperu#world#gezici#cuscoperú#cuscoperu#cuscomagico#cuscotrip#cusco#travel bag#travel and tourism#travel adventures#travel addiction#travel diary#travel destinations#travel documents#travel and hospitality#travel blog#travel books#travel channel#travel guide#travel hotspots#travel journal
3 notes
·
View notes
Text
BENZEMEK
Dedelerimize, babalarımıza ve kendi kendimize benzemekten utanıyoruz. Başkalarını, yani her yönüyle, her haliyle bizden olmayanları taklit ediyoruz. Taklitçilik, şahsiyetsizlik bir övünme vesilesi oldu.
Doğru mudur acaba?
Bir Müslüman hanımımızın başına bağladığı eşarba karşı çıkıp “gericilik ve irtica” damgası vuranlar insan haklarından, demokrasiden de söz ediyorlar. Soyundukça soyunan ve ana üryan dolaşmayı medenilik bilenlerin başkasının giyimine müdahalesi yobazlık değilse nedir?
Adamlar bize ait olan her güzelin, her namuslunun muhalifidirler. Bu da batı taklitçiliğinin seviyesiz bir ruh hastalığıdır.
Maymundan türediklerini iddia edenlere ben hâk veriyorum. Onların her hâlleri maymuna benziyor. Hz. Adem (as)’dan gelen nesil ise maymunzadelere şeklen benzeseler de bir yakınlıkları, akrabalıkları yoktur.
Bırakalım taklitçi maymunları da biz kendimize sahip çıkalım.
Onların saldırısı geçicidir. Onlar her devirde var olmuşlar, olacaklar. İnsan nesli de var olacaktır. Yeter ki insanlar insanlıklarını iyi anlasınlar.
Anlamayana anlatacağız.
BENZETTİLER
Yeni bir afyondur yenen her lokma
Biber Avrupalı, tuz Avrupalı.
Gülücükler sahte kirpikler takma
Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.
...
Bebeklikte benliğini yitiren
Tepe tepe tepemizde oturan
Bizi çıkmazlara alıp götüren
Ayak Avrupalı, iz Avrupalı.
...
Birisi diskoda içer, kıvırır
Birisi kulüpte konken çevirir
Yapmasını bilmez, yıkar devirir
Ana Avrupalı, kız Avrupalı.
...
Kalıba uydurdu uyduklarımız
Yazmakla bitmez ki duyduklarımız
Paris modasıdır giydiklerimiz
Astar Avrupalı, yüz Avrupalı.
...
En mahrem yerlerin kalktı örtüsü
Beş santim tırnaktır ellerin süsü
Bütün bunlar medenilik ölçüsü
Cilve Avrupalı, naz Avrupalı.
...
İster sari deyin, isterse irsi
Büyük revaç buldu makbulün tersi
Duyduğumuz “okey, adiyö, mersi”
Ağız Avrupalı söz Avrupalı.
...
Her gün karşımıza on zıpır çıkar
Bağırır, çağırır, devirir, yıkar.
Dinler kulağımız gözümüz bakar
Sürü Avrupalı, yoz Avrupalı.
...
Başımız ayıkmaz binlerce halttan
Örf, adet gemimiz delindi alttan
Analar Muğla’dan, Van’dan, Tokat’tan
Bebek Avrupalı, bez Avrupalı.
...
Sahnede, ekranda hıyar dinleriz
Deliye, densize uyar dinleriz
Saçma çığlıkları duyar, dinleriz
Şarkı Avrupalı, saz Avrupalı.
...
Herkes soyunuyor, açılmıyor ki
Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki
Müslüman gâvurdan seçilmiyor ki
Şekil Avrupalı, poz Avrupalı.
...
“Türklük bu mu?” desem “bu” diyecekler
Şampanyayı sorsam “su” diyecekler
Bir gün kökümüze “hu” diyecekler
Kabuk Avrupalı, öz Avrupalı.
ABDURRAHİM KARAKOÇ - 20.03.1986
#abdurrahim karakoç#adamın dibidir#dava adamları#benzemek#benzettiler#Taklitçilik şahsiyetsizlik bir övünme vesilesi oldu#biz kendimize sahip çıkalım
82 notes
·
View notes
Text
Jean-Paul Sartre / İnsan kafasına yerleştirilmiş ne varsa, hepsine isyan etmeli
Felsefi romanları, geliştirdiği Varoluşçuluk akımı ve siyasal duruşu ile 20. yüzyılın en önemli aydınlarındandı Jean Paul Sartre. Özgürlükçü ve bağımsız konumunu, siyasal etkinlikle de sürdüren yazar, 'çağının vicdanı" olarak tanımlandı. Sartre'ın 1964 yılında Le Monde'da çıkan söyleşisi, düşünce ve edebiyat dünyasında çok ses getirdi. Söyleşinin Türkçe çevirisi, "Bir uzun, acı, tatlı çılgınlık" başlığı ile Yeni Dergi'de yayınlandı.
Jean-Paul Sartre'ın Le Monde'da yayımlanan bir konuşması "sanatta bağlanma" konusunu yeniden öne çıkardı, geniş yankılar uyandırdı. Bu arada iki solcu yazar, Claude Simon ile Yves Berger, L'Express'de Sartre'a cevap verdiler. İspanya Savaşı'na katılmış, Nazilerin işkencesine uğramış olan Claude Simon'un yazısı özellikle ilginç görüldü. Aşağıdaki çeviri konuşmanın İngilizcesinden yapılmıştır (Enconunter, Haziran sayısı). Çevirmen Anthony Hartley, Sartre'ın Le Monde'a gönderdiği bir mektupta yaptığı düzeltmeleri de göz önünde tutmuş.
SARTRE - Sözcükler'deki (Les Mots) tarih sıralamasında çelişmeler var, eleştirmenler onlara parmak basmakta haklıydılar. Kitabın büyük bir parçası 1954'de yazılmıştı da, on yıl sonra, yayımlanışından birkaç ay önce yeniden ele alıp bazı değiştirmeler yaptım. Tarih sıralamasına girişmedim.
"On yıldır bir uzun, acı, tatlı çılgınlıktan uyanmaktaydım" dediğinizde, bu değişikliğin gerçekten 1954'de mi başladığını anlamalıyız.
- Evet. O sırada, olayların itişiyle, büsbütün politikaya vermiştim kendimi. Eylem havasına girince, birdenbire, önceki eserlerimi avucuna almış olan nevrozu anlayıverdim. Hiç farkında değildim bunun daha önce, içindeydim çünkü. Simone de Beauvoir benden önce sezdi bu nedenleri. Her nevrozun özelliği kendini doğalmış gibi göstermesidir. Yazmak için yaratıldığıma büyük bir rahatlıkla inanıyordum. Varlığımı doğrulamam gerekliydi ve bütünüyle edebiyata yaslanıyordum. Bu düşünüşten kurtulabilmem otuz yıl sürdü. Politikayla kurduğum ilgiler gerekli açıyı sağlamama yol açınca, hayatımı yazmaya karar verdim. Bir insanın kutsal bilinen edebiyattan entellektüelliğini yitirmeden nasıl eyleme geçebileceğini göstermeye çalıştım.
Sözcükler'de (Les Mots) çılgınlığımın, nevrozumun kaynağını açıklıyorum. Yaptığım çözümleme yazı yazmayı düşleyen gençlere yardımcı olabilir. Bu özlem hayli tuhaf gene de, bir "çatlaklık" niteliği yok değil. Bir boks şampiyonu ya da bir amiral olmayı düşleyen genç gerçeği seçiyor. Eğer yazar hayaliyi seçerse, ikisini karıştırıyor birbirine.
Politika da kurtarmıyor insanı edebiyattan fazla
Yazdıklarınızı okuduktan sonra, edebiyatı seçmek zorunda kaldığınıza pişman olmuş göründüğünüzü söyleyebilir insan.
- Doğrusunu isterseniz, 1954'de pişman olmak üzereydim. Başka bir dünyaya ayak basıyordum. Hayatımı elli yıl hesaplamıştım (şimdi elli dokuz olmak üzereyim). Ama, görüyorsunuz, Sözcükler'de iki ayrı ses var: Biri yazarlığımı mahkûm edişimin yankısı, biri de bu sert yargının yumuşatılması. Hayat hikâyemi daha önce, o en atak biçimiyle yayımlamayışımın nedeni çok abartılmış olduğunu görmemdi. Yazı yazıyor diye bir mutsuz kişiyi çamura batırmak gerekmez. Ayrıca, bu arada, eyleme geçmenin de zorlukları olduğunu, insanın ona da bir nevroz yüzünden girebileceğini anladım. Politika da kurtarmıyor insanı, edebiyattan fazla.
40 yıl mutlakla yaşadım, bu bir nevroz, mutlak yok artık
Ne kurtarır insanı?
- Hiçbir şey. Hiçbir yerde kurtuluş yoktur. Kurtuluş düşüncesi bir mutlak düşüncesini gerektirir. Kırk yıl mutlakla yaşadım, bir nevroz. Mutlak yok artık. Geriye sayısız çaba kalıyor ve edebiyat onların en imtiyazlısı değil. "Artık hayatımı ne yapacağımı bilmiyorum" sözümün böyle anlaşılması gerekir. Oysa eleştirmenler, Simone de Beauvoir'ın "Aldatıldım" sözünü olduğu gibi, bunu da yanlış anladılar, bir umutsuzluk çığlığı sandılar. Beauvoir o sözü söylemekle hayattan beklediği ama bulamadığı bir mutlak'ı işaret ediyordu. Görüşümüz aynı. Benim umutsuzluğum da onunkinden fazla değil. Ayrıca, ben oldum olası iyimser bir insanım, belki de gereğinden çok...
Sömürü metafizik kötülüğü arkaya itti
İlk Sartre evreni, Bulantı'daki (La Nausee), hiç de gül-pembe değildi. Dünyayı o ışıkla görmüyor musunuz artık?
- Hayır, evren gene karanlık. Bizler bir belaya uğramış hayvanlarız... Ama, birden anladım ki, yabancılaşma, insanın insanı sömürmesi, gıdasızlık gibi kötülükler, bir lüks olan metafizik kötülüğü arkaya itti. Açlıktır kötülük bugün. Bir Sovyet vatandaşı, görevli bir yazar, bir gün bana şöyle dedi: "Yeryüzünde herkes rahata ulaştığı zaman, insanın tragedyası başlayacak, sınırlılığı." Şimdiden bunu düşünmek gereksiz. Ben toplumsal ve ekonomik dertlerin giderilebileceğine inanıyorum, özlüyorum bunu. Biraz talihle o mutlu çağ gelebilir. Dünya değişince işlerin daha iyi gideceğine inananlardan yanayım ben.
Hayat şartları düzelsin ki evrensel ahlak yaratılabilsin
Öyleyse bir Beckett'in kötülüğe mahkûm evrenini kabul etmiyorsunuz?
- Beckett'e hayranım, ama bütün varlığımla ona karşıyım. O hiç gelişme yolu aramıyor. Benim kötümserliğim hiçbir zaman gevşekliğe düşmemiştir. Bulantı'yı yazdığım günden beri hep bir ahlâk yaratmak istedim. Bendeki gelişme artık böyle şeyler düşlememem. Bugün Dünya Nimetleri'ni (Les Nourritures Terrestres) korkunç bir kitap olarak görüyorum. "Tanrıyı her yerden başka bir yerde arama." Gidip bir işçiye, ya da bir mühendise söyleyin! Gide bunu bana söyleyebilir; birkaç seçkin kişiye iletilebilecek bir yazar ahlâkı. Onun için de beni ilgilendirmiyor artık. Her şeyden önce insanlar hayat şartlarını düzelterek insan olmalıdırlar ki evrensel bir ahlâk yaratılabilsin. Ben onlara, "Yalan söylemeyeceksin" diyerek işe başlarsam, politik eyleme yer kalmaz ondan sonra. İlk iş insanın bağımsızlığını sağlamaktır.
Ölü bir çocuğun karşısında bulantı ağır basamaz
Bütün bunlar daha önce yazdıklarınızdan vazgeçmeye mi götürüyor sizi?
- Hiç de değil. Sözcükler'de bunu üzerine yazdıklarım yanlış anlaşıldı. Vazgeçtiğim bir kitabım yok. Ama bu onları iyi bulduğum anlamına gelmez. Bulantı'da sonradan pişman olduğum şey kendimi işin içine bütünüyle sokmamış olmamdır. Kahramanımdaki hastalığın dışında kaldım; nevrozumdu koruyan, yazmak yoluyla, bana mutluluk veriyordu... Her zaman mutluydum. O sıra kendime karşı daha dürüst de olsam gene yazardım Bulantı'yı. Bende eksik olan gerçeklik duygusuydu. Değiştim o günden bu yana. Yavaş yavaş gerçekliğin yaşantısına varmayı öğrendim. Açlıktan ölen çocuklar gördüm. Ölü bir çocuğun karşısında Bulantı ağır basamaz.
Yazar çocuğun yanında olmalı
Hangi eser ağır basabilir?
- İşte yazarın sorunu tam bu. Aç bir dünyada edebiyatın görevi, yeri nedir? Ahlâk gibi, edebiyatın da evrensel olması gerekir. Onun için de yazar çoğunluğun yanında yer almalıdır, iki milyar açın yanında, eğer herkese seslenmek, herkesce okunmak istiyorsa. Bunu yapmadıkça, seçkinler sınıfının hizmetindedir ve onlar gibi sömürücüdür. Büyük okur yığınına ulaşmanın iki yolu var yazar için. Birincisi kimi memleketlerde sosyalist yazarların yaptığı gibi, halkı eğitmek amacıyla bir süre edebiyattan vazgeçmek. Yönetici sıkıntısı çeken bir memlekette, Afrika'da örnekse, nasıl olur da Avrupa'da öğrenim görmüş bir yerli, öğretmenlik etmeyi kabul etmez, edebiyat uğraşını birlikte sürdüremeyeceğini anlasa bile? Avrupa'da oturup roman yazmayı yeğlerse, bu davranışı bana ihanete doğru bir kayma gibi görünür. Görünüşteki karşıtlık bir yana, bütün bir topluma hizmetle edebiyatın gerekleri arasında ayrım yoktur.
İkinci yol, ancak bizim devrimci olmayan toplumlarımıza uygulanabilir, herkesin okuyacağı günlere hazırlanmak, sorunları en atak, en kaçamaksız biçimiyle ortaya koymaktır. Alain Badiou'nun Almagestes'de yaptığı budur, bir temizleme, bir arıtma amacıyla dili yargılıyor.
Halk yazarı anlamak için çaba göstermeli
Bir Almagestes herkesce okunabilir mi?
- Dikkatli olun. Ben en aşağı şeylere yönelen orta malı edebiyatı salık vermiyorum. Halk da bir yazarı anlamak için çaba göstermek zorundadır; çünkü bir yazar kapalılığı özlemese bile, yeni edinilmiş düşüncelerini her zaman açıkça, bilinen örneklere uyarak dile getiremez. Mallarme'yi alalım. Onu Fransız şairlerinin en büyüğü sayarım, ve şiirlerini anlamak için hayli zaman harcadım. Savunduğu kapalılık teorisi yanlıştır, ama söylediği şeyler güç olduğu zaman okunması da güçleşebilir. Hem halkın yalnız kolay anlaşılır şeyler istediği de sanılmamalıdır. Son cep kitapları denemesi bunu açıkça gösterdi. Kitaplarım daha küçük basılmaya başladığından beri benim de okurlarım değişti. Şimdi işçilerden, daktilolardan mektup alıyorum... Çok ilgi çekici mektuplar.
Açlığı yazamayanlar tedirginliğin altında ezilecek
Kısacası, edebiyatı sonunda sağlığa erdirecek genişlikte olmasını istediğiniz yazarla halkın buluşması her iki yan için de bir zafer olacak...
- Bu savaşın yapılması gerek. Yazar iki milyar aç insan için yazamadıkça hep bir tedirginlik duygusu altında ezilecektir.
Kalemini ezilenlerin hizmetine vermesini mi istiyorsunuz?
- Evet ama yazarın görevidir bu, yapması gerekeni yaptığı zaman bundan bir karşılık beklemez. Kahramanlık kalemin ucuyla kazanılmaz.
Benim yazardan istediğim, gerçekleri ve ana sorunları önemsemesidir. Dünyadaki açlık, atom tehlikesi, insanın yabancılaşması, nasıl oluyor da bunlar bütün edebiyatımıza renklerini vermiyor, şaşıyorum. Az gelişmiş bir memlekette Robbe-Grillet'yi okuyabilir miyim sanıyorsunuz? O kendinde hiçbir sakatlık görmüyor. Bence iyi bir yazar, ama rahata ermiş burjuvazi için yazıyor. Yeryüzünde Guinea'nin de bulunduğunu anlamasını isterdim. Guinea'de Kafka'yı okuyabilirim. Onda kendi rahatsızlığımı yeniden buluyorum. Almagestes'i de, çünkü dil yoluyla gene bizim dünyamız yargılanan. Görüyorsunuz, çağdaş yazar kendi huzursuzluk bildirilerini yazmalı ve onları açmaya çalışmalıdır. Kendisini bütünüyle umutsuzluğa kaptırmayan bir çeşit Beckett. Biçim o kadar önemli değil bence, isterse klâsik olsun, isterse de olmasın. Harp ve Sulh'un ya da Almagestes'in biçimi. Hepsi doyurucu. Bir eserin tek değer ölçüsü sağlamlığıdır: Hem kavrayacak, hem de kalıcı olacak.
Hayatınızı yazmaya devam edecek misiniz?
- Elbette, ama hemen değil. Şu anda Flaubert'in biyografisini bitirmeye uğraşıyorum.
Niye Flaubert?
- Çünkü o benim tam karşıtım. Karşı düşünceler gerekli aydınlanmaya. Sözcükler'de yazdım "sık sık kendime karşı düşündüğümü." Bu cümle de anlaşılamadı. Eleştirmenler onda bir mazoşizm itirafı ördüler. Ama insan böyle düşünmeli; kafasına yerleştirilmiş ne varsa, hepsine isyan ederek.
Tedirginlik, yargılama, tartışma, isyan, sağlık, bağımsızlık... Fazla değişmiş değilsiniz.
- Herkesin değiştiği gibi değiştim, bir değişmezlik içinde.
(Yeni Dergi, Ekim 1964, Sayı 1, Sayfa 11 - 15 / Arşiv çalışması, dizgi: Ferruh Yazıcı)
2 notes
·
View notes
Text
Şemâil
(Allah Rasulü'nün manzum resmi; salât O'na,selâm O'na)
Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim'den, ne asil bir soy
Saçları hoş, siyah, dalgalı bir koy
Kemâlini giydir beni benden soy
Varlığın ma'şuku cemâlin göster
Bu kul varlığından soyunmak ister
Güneş pervanesi o güzel yüzün
Nûrundan ışığı vardır gündüzün
Solmaz bir gül rengin ne kış, ne güzün
Tecellî ediyor yüzünde özün
Hasretim, yanarım yüzünü göster
Kölen bu devletle avunmak ister
Simsiyah gözlerin âhu misalin
Daim Hakk'a bakar, her an visalin
Beyazı ölçüsü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökte hilâlin
Râzıyım rüyada yüzünü göster
Âşık ma'şukuna can sunmak ister
Omuzlar yapılı düzgün el ayak
Boynu güzel, düzgün, gümüşten berrak
Göğsünden inen kıl zarif bir yaprak
Benden mutlu sana sarılan toprak
Azatlık istemem cemâlin göster
Elim ellerine dokunmak ister
Bir tutam sakalın birkaçı beyaz
Göbeksiz vücûdun serin kış ve yaz
Canımı yoluna kurban etsem az
Dostlar defterine köleni de yaz
Açıver kapını yüzünü göster
Gönül hasretinden yakınmak ister
Duyular mükemmel, dişleri inci
Kokusuna tutkun yaşlısı genci
Yürürken koşmadan olur birinci
Kapına gelmiş bir garip dilenci
Açıver ne olur yüzünü göster
Garip ayağına kapanmak ister
Yukardan aşağı heybetle iniş
Yürüyüşünde var hep bu görünüş
Adetin baktığın tarafa dönüş
Bize nasip olsun hayırlı bir düş
Kerem et ne olur yüzünü göster
Kim böyle bir düşten uyanmak ister
Nübüvvet mührünün sırtında yeri
Mühürlemiş Rabbim eşsiz değeri
Görmesinde eşit ön ile geri
İpek mi, hayat mı, bu nasıl deri
Bir dokunabilsem, yüzünü göster
Kölen seyre dalıp bir kanmak ister
Seni ilk görenler korku çekermiş
Sonradan alışır hemen severmiş
Benzerini asla görmedim dermiş
Erenler yolundan giderek ermiş
Benzeri bulunmaz yüzünü göster
Gönüller nûrunla yıkanmak ister
Peygamber mümine kendinden yakın
Bu büyük bir lutfu Cenâb-ı Hakk'ın
Eşleri annemiz, unutma sakın
Ehl-i Beyt'e karşı edebi takın
Sevgilim, Efendim yüzünü göster
Rûh onun rengiyle boyanmak ister
Zâtının nûrundan vermiş sana can
Hılkate rûhunla başlamış Rahman
Yusuf'ta yok sende olan hüsnüân
Ahlâkındır senin mûcize Kur'an
Alemlere rahmet cemâlin göster
Kölen rahmetine sığınmak ister
Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah'a sevdiren sensin
Geceyi gündüze çeviren sensin
Ey Hakk'ın şahidi yüzünü göster
Kul şehâdetinle tanınmak ister
Allah'ı, cenneti umanlar için
En güzel örneksin uyanlar için
Kalbini zikirle yuyanlar için
Hakk'ın yeminini duyanlar için
Ey en güzel örnek yüzünü göster
Fakir bu zîneti takınmak ister
Hakk'ın halîlisin, habîbi sensin
Gönüllerin eşsiz tabîbi sensin
En güzel hutbenin hatîbi sensin
Ümmetin en büyük nasîbi sensin
Aşkımın Leylâsı yüzünü göster
Mecnun seni gözden sakınmak ister
En güzel, en üstün ahlâk senindir
Cömertlikte kemâl elhak senindir
Şefâatte en son durak senindir
Mi'rac senin, Refref, Burak senindir
Sen gördün, bize de cemâlin göster
Pervane şem'ine hep yanmak ister
🌹🌹Allahümme Salli ala Seyyidina ve Nebbiyina Muhammed...🌹🌹
Cuma geceniz mübarek olsun gönül dostlarım 🙂
89 notes
·
View notes
Text
Smart Stand Model 1
Modis stand yada Smart Stand, örümcek standlara alternatif olarak üretilmiş ürünler olup, kurulumları son derece pratik ve her hangi bir alet kullanılmadan, çalışanlarınız tarafından kolaylıkla kurulabilirler. Modis standlarda görseller otomatik sarma mekanizmasına sahip olup alüminyum paneller içerisinde taşındığından, ekstra taşıma çantasına gerek kalmamaktadır. Ayrıca örümcek stantlardaki hareketsiz iskelet panellerinin yerine Modis Smart Stand ayak yapısı sebebiyle farklı açılarda kullanabilme olanağı sağlamaktadır. Smart Stand Model 01 Ölçü Sol Yan Bölüm Panel Ölçüsü 100cm genişlik 210cm yükseklik Orta Bölüm Panel Ölçüsü 150cm Genişlik 210cm yükseklik Sağ Yan Bölüm Panel Ölçüsü 100cm Genişlik 210cm Yükseklik Kurum ölçüsü ise düz olarak 410cm genişlik yükseklik 200cm'dir. Fakat yan bölümleri L yada farklı açılarda kullanarak alanı daralta bilirsiniz. Çanta opsiyoneldir standın taşıma çantası kumaşdır. Fakat kargo için uygun değildir. Smart Stand için özel üretilmiş sert plastik hardcase çantası da mevcuttur. Modis Smart Stand Kurulumu Müşteri temsilcilerimizden bilgi alabilirsiniz. Tel : 0212 269 77 27 - 0532 609 36 904 Mail: [email protected] Read the full article
1 note
·
View note
Text
Middle Açılır Masa Parlak Beyaz
Teknik Özellikler
Malzeme18 mm Ahşap
Yükseklik77 cm
Genişlik90 cm
Derinlik47 cm
RenkParlak Beyaz
Açık Ölçü77x90x90 cm
CamıYok
Ayak Malzemesi18 mm Ahşap
ModeliAçılır
��rün Açıklaması
Masanın Açık Ölçüsü: Yükseklik: 77cm Genişlik: 90cm Derinlik:90cm Masanın Kapalı Ölçüsü: Yükseklik: 77cm Genişlik: 90cm Derinlik:47cm
Modern makine parkuruna ait tesislerde üretilmektedir.
Kullanılan ithal ürünler Almanya ve Avusturya menşeine sahiptir.Tüm panel ürünlerimizde en yüksek kalite montaj elemanları kullanılmaktadır.
Bu sayede ürünlerimizin uzun yıllar aynı sağlamlığı korumasını hedeflenmektedir.
Tüm panel ürünlerimizde yüksek yoğunlukta ve kolay temizlenebilir yonga levhalar kullanıyoruz.
Uzun yıllar kullanabileceğiniz, darbelere ve çizilmelere karşı dayanıklı, su döküldüğünde iz bırakmaz ve yanmaya karşı dirençli ürünler üretiyoruz.
Ürünlerimiz demonte üretilip tekrar kurulduğunda bile eski sağlamlığını korumaktadır.
Montaj Bilgileri
Satın almış olduğunuz ürün demonte olarak gönderilmektedir. Ürün görselinde yer alan aksesuarlar teşhir amaçlıdır.Fiyata dahil değildir.Kurulum müşteriye aittir. Kurulum talep edilmesi durumunda montaj hizmeti mağazalarımızın bulunduğu bölgelerde 30 km sınırı içerisinde mağazalarımızın montaj ekibi tarafından ücretli olarak verilmektedir.Montaj kurulum hizmeti İçin Koçtaş Müşteri Hizmetleri 0 850 209 50 50 hattımıza ulaşarak bilgi alabilirsiniz. Kurulum için gerekli kurulum şeması, tüm vida ve aksesuarların montaj şeması ile uyumlu malzeme torbası bulunmaktadır. Basit el aletleri ile kolayca kurulum yapabilirsiniz.
Teslimat Bilgileri
Kargonuz teslim edildiğinde, ürünün paketinde deformasyon veya ürüne zarar verebilecek bir durum söz konusu ise, kargo görevlisi ile birlikte paketi açarak ürünlerinizin durumunu kontrol ediniz. Ürünlerinizde bir hasar gördüğünüz takdirde, kargo yetkilisinden tutanak tutmasını isteyiniz ve paketi teslim almayınız. Tutanak tutulan ürünler kargo firması tarafından bize ulaştırılacak ve ürünlerin değişimi yapılacaktır.Değişim veya iade işleminiz için Koçtaş Müşteri Hizmetleri 0 850 209 50 50 Hattımıza Ulaşarak Bilgi Alabilirsiniz. Sipariş oluşturduğunuz ürünler satın alma ekranlarında size gösterilen tarih / tarihler arasında kargoya teslim edilecektir.
Garanti Bilgisi
Üretim ve işçilik hatalarına karşı 2 Yıl
1 note
·
View note
Text
Benim küçüklüğümde, genç kızlar utangaçtı. Büyüklerinin yanında bir konuya dahil bile olamazlardı..
Azıcık büyüklerin muhabbetine girmeye kalksalar, annelerinin kocaman açılmış sert bakışlı gözleriyle uyarı gelirdi.
Genç- yaşlı, kadınlar sigara içmezdi.. İçen, saklardı.. Hele sokakta sigara içmek, " Hafif kadın" olmak demekti.. Ayıptı ..
Bir kız açık bile olsa, nişanlandığı gibi ona " Gelin pardüsesi" alınırdı.. Evlendiğinde bağcık yaparak da olsa, başını örterdi çünkü.. Açık gezen yadırganırdı..
Evlenecek kız kapı kapı yemek tarifi toplardı. Çünkü yemek bilmeden evlenmek, densizlikti.. Edepsizlikti..
Evde babanın, abinin yanında uzanılmaz, ayak ayak üstüne atılmazdı.. Saygısızlıktı bunlar..
Bebeği olacak yeni gelinin haberini, ancak dışarıdan belli olunca, babası- abisi öğrenirdi..
Evdeki mahrem erkeğin yanına gecelikle çıkılmazdı.
Banyoya onlar evde değilken girilirdi.
Edep vardı..
Hayâ vardı..
Sonra..
Ne olduğunu anlamadık..
Kadınlar, keşler gibi gözlerini kısıp dudaklarını incelterek orta yerde sigara tüttürür oldu..
"Dürüst ve harbi kız" olmak, " Kaba ve küfürbaz " olmakla karıştırıldı..
Erkeğe eş olmak için ihtimam göstermek yerine, erkeğe kafa tutup bildiğini okumak maharet sayılır oldu..
Evdeki mahremin yanına gecelikle çıkmak şöyle dursun, sokaktaki namahremin önüne şort ve askılı bluzla çıkılmaya başlandı.
Sokakta kadın kahkahaları çınlar oldu..
Ve hatta erkeklere göz süzüp laf çaktıran yüz karaları türedi her yerde..
Bugün kafelerin önünden geçtiğinizde, erkekten çok kız görürsünüz..
Çalışan kadınlar yemeğe çıkmıştır..
Liseli kızlar nargile içmeye gelmiştir.
İşi gücü olmayan ve okumayanlar da, - onların deyimleriyle- SEVGİLİ YAPIP, bir şeyler ısmarlatıyordur kendine..
Bu zamanda bayan olmak, büyük bir imtihan vesilesi bence..
Örtünüze bakıp " Herkes örtülü, ne var yani" deniyor.
Çünkü, örtü artık islami edebin ölçüsü değil..
Feracenize bakıp " Biz ne namussuz feraceli- çarşaflılar biliriz. Buna mı kanacağız" diyorlar.
Çünkü sahiden de, şekli ne olursa olsun, dış giysiler namusu muhafaza etmiyor artık..
Kuran okumanız ölçü sayılmıyor..
Hocalığınız kaale alınmıyor..
Mesafeli duruşunuz dahi " Kibir" diye isimleniyor..
Herkes sahte olunca, aslolana inanılmıyor..
Bayan olmak büyük imtihan velhasıl..
İmtihanı kazananlardan olmak duasıyla..
😞
- Sema Yamaç
17 notes
·
View notes
Text
Pergola Tente Nedir
Pergola tente, kullanılan alanın çatı kısmının kapatılmasına, gölgelik sağlamasına ve olumsuz hava şartlarının ortadan kaldırılmasına olanak sağlamaktadır. Pergola, aslında Latincede saçak anlamına gelmektedir. Latinceden türetilerek Pergola anlamında kullanılan gölgelikler, firmamız ürünleri arasında yer almaktadır. Motorlu pergolaların yanı sıra motorsuz pergola tente çeşitleri de ürünler arasında yer almaktadır. Bu ürünler sayesinde müşterilerimiz iş yerlerinin ya da balkonlarının üstünü kapatabilmekte ve yaz aylarında gölge oluşturarak müşterilerinin daha keyifli vakit geçirmesine olanak sağlayabilmektedir. Kış aylarında ise yağmur ya da kar gibi faktörlerin önüne geçebilmek için kullanılmaktadır.
Motorlu Pergola Tente
Pergola tente kullanımı sağlamak isteyen müşterilerimiz büyük oranda motorlu olan modeli tercih etmektedir. Pergolada istenilirse ısı yalıtımlı kumaş da uygulanmaktadır ve nem yapmayan kumaş ile daha sağlıklı bir pergola elde edilebilir. Böylece 4 mevsim ürünün kullanımı gerçekleştirilebilmektedir. Kış aylarında bir nevi kış bahçesi oluşturmak isteyen müşterilerimiz için ideal ürünlerden biri olan motorlu pergola sistemleri, uzaktan kumanda yardımı ile açılıp kapatılabilmektedir.
Ürünün olumsuz hava şartlarına karşı dayanıklı olması da müşterilerimizin bu ürünü tercih etmesindeki önemli faktörlerden biridir. 4 mevsimi bir arada yaşamak ve olumsuz hava şartlarından etkilenmek istemeyen müşterilerimiz keşif için firmamız ile iletişime geçebilir ve showroom ziyaretinde bulunabilirler.
TEKNİK ÖZELLİKLER
Ayak Profil : 12 x 10 cm Oluk Sistemi: Gizli Maksimum En: 12 m (Tek Panel) Maksimum Açılım: 8 cm (Tek Panel) Rüzgara Karşı Dayanıklılık: 100 km/s Kumaş : 1. Sınıf PVC Blackout Motor Markası : SOMFY Motor Garantisi : 5 yıl Ürün Garantisi : 2 yıl Motorlu Pergola Fiyatları Motorlu Pergola fiyatları kullanılacak olan alanın ölçüsüne göre farklılık göstermektedir. En ölçüsü bu ürünlerde en fazla 10.000 mm olarak sağlanabilmektedir. Kafeterya, lokanta, düğün salonu ya da bahçelerde kullanıma hazır olan ürünlerin kumaşı da kullanıcıların zevkine göre sunulmaktadır. Fiyatlandırma yapılmadan önce personelimiz keşif için kullanım sağlanacak olan alana gelmekte ve gerekli ölçüleri almaktadır. Alınan ölçüler dahilinde fiyat hesaplaması gerçekleştirilmekte ve kullanıcılar için ürün hazırlıkları başlamaktadır. Son derece kullanışlı olan pergola tente ürünleri açılıp kapanabilir olduğundan dolayı yaz aylarında manzara izlemek isteyen kullanıcılara da olanak sağlamaktadır. Bir diğer avantaj ise mahremiyetin korunabilmesidir. Evinde ya da bahçesinde üst komşular tarafından görünmek istemeyen müşterilerimiz de ölçü aldırarak motorlu pergola siparişi verebilmektedir.
0 notes
Text
MELIH CEVDET ANDAY'IN, DON JUAN ÖĞRETİLERİ KİTAPLARI İÇİN TANITIM YAZISI
Bitkiler*
Bir kaktüs türü üzerine ilk sistemli araştırmayı 1886 yılında Ludwig Lewin yayınlamışti. Daha sonra Alman bilim adamının adı ni alan Anholonium Lewinil, bilim alanında yepyeni bir buluştu. Oy sa aynı bitki Meksika ve Güneybatı Amerika yerlilerinin ve ilkel dinlerin çok eskilerden beri tanıdıkları bir dosttu; bir dosttan da öteydi. Yeni Dünyaya ayak basan ilk Ispanyol gezginlerinden biri nin sözlerine göre, "Kızilderililer bir bitkinin Peyot adını verdikleri kökünü yiyorlar ve kutsal bir varlıkmışcasına ona tapıyorlardı."
Aldous Huxley'in, "Sezgi Kapıları" adı ile İnci Erçetin'ce Türk çeye çevrilen küçük kitabı söyle başlıyordu ve daha ilk tümcesi ile beni kendine çekmişti. Bitkilerin gizini oldum olası merak etmişim dir. Burada ise konu, çok daha ilginç boyutlara ulaşıyordu. Bilineni özetleyeyim: Bilginler, peyot kökünden, "meskalin" adını verdikleri bir kimyasal maddeyi ayırmayı başardıktan sonra ortaya şaşırtıcı bir durum çıkıyor; çavdar mahmuzundan elde edilen ve çok güçlü bir sannı verici olan liserjik asitin (LSD) biyokimyasal yapı bakımından meskalin ile yöndeş olduğu ortaya çıkıyor. Meskalin üzerine deney ler başlıiyor. Ünlü İngiliz romanci Aldous Huxley de, kobay olmayı istiyor bu deneylerde ve eşini yanına alıp araştırıcı hekimin labora tuvarına gidiyor. "Meskalini yuttuktan yarım saat sonra, altın sarısı ışınların yavaş yavaş dans ettiğini sezdim" diye anlatmaya başlıyor başından geçenleri... Ona göre zararsız ya da az zararlı bir madde dir meskalin, bilinci değiştirir ve bilmeli ki, her birimiz çok ufak bir ölçüsü bilincimizde geniş çapta değişimler doğuran kimyasal bir maddeyi vücudumuzda üretebiliyoruz. Bu değişimlerin birtakımı şi zofreni olaylarında da görülebilir. Yoksa zihinsel bozukluğun nede ni kimyasal bozukluk mu? Elbet ortaya daha başka sorular da çıkı yor: Beyin nedir? Bilinç nedir? Bir deli ile aklı başında dediğimiz adam arasındaki ayırt nerden kaynaklanıyor? Dâhi ne demek?
Aldous Huxley, normal bilincimizin indirgenmiş bir bilinç oldu ğu kanısındadır. Başka bir deyişle bellek ve algılama yetenekleri miz bizi Özgür Zihin'in çok aşağısında tutmaktadır. Meskalin alın diktan sonra değişimler ise, görsel izlenimlerin yoğunlaşması, herşe ye karşı ilgisizlik, normal dediğimiz durumda olağan bulduğumuz şeylerin ve eylemlerin olağanüstülüğü gibi belirtilerle kendini gös termektedir. Ayrıca uzam-zaman ulamları (kategori) da ortadan kalkmaktadır.
Bu kitabı okuduktan sonra, bir gün yolda karşılaştığım ve ken disine peyot konusunu açtığım sayın Sevgi Sanlı, çok önem verdiği bir kitabın sözünü etti bana; "The Teachings of Don Juan" adındaki bu kitap, Amerikalı bilgin Carlos Castaneda'min, California Üniver sitesi'nde antropoloji öğrencisi iken (1960), ilâç yapılan bitkiler üs tüne Güney Batı Amerika yerlileri arasındaki araştırmalarından kaynaklanan, heyecan verici, üç ciltlik bilimsel bir Sayın Sevgi Sanlı, Carlos Castaneda'nın kitabını zahmet edip bizim gaze teye gönderdi ertesi günü, ben de merakla okumaya koyuldum he men.
Don Juan, Carlos Castaneda'ya, bitkiler konusunda uzman di ye tanıtılan bir kızılderili. Tipkı Aldous Huxley'in peyot iğnesi (mes kalin) yiyip deneylere bedeni ile katılması gibi, Carlos Castenada da, yerli uzman Don Juan'in verdiği bilgilerle yetinmeyip, sanrısal (hallusinojenik) bitkilerin etkisini kendinde dener. Bunlar peyot, humito, totula gibi hekimin laboratuvarındaki durumdan çok değişik tir. Çünkü kızılderililer arasında bu otlar, sağlığa yararlı, hastalıkla n iyi eden ilaçlar yapımı için kullanılmaktan çok başka ve çok daha üstün güçleri içeren birer dost ve hatta tanni durumundadırlar. Araş tinc Castaneda'nın ilginç davranışı ise, bu üstün güçteki bitkilerin inanılmaz etkilerine kendini açarak, bildiğimiz gerçekliğin dışında ki başka bir gerçekliği (non-ordinary reality) yaşamasıdır. Böyle bir deneyin kızılderili olmayan, üstelik aydinlar sınıfından biri için hiç de kolay olmayacağım söylemeğe gerek var mi? Gerçekten de, ki zılderili ile araştırmacı arasında dostluk kurulması uzun zaman alır ve Don Juan öğretmeğe hiç de hevesli değildir. Carlos Castaneda' nun inanmasını ve kimi gerçekleri kendi kendine bulmasını bekler. Uygarlar arasında bir kimyasal madde olan "meskalin", ilkel toplu mun inamışında "meskalito" adlı bir tanrıdır artık; onunla konuşulur, ondan alınan güç denenebilir ve o size türlü kılık ve biçimde kendi- ni gösterir. Castaneda'ya kara bir köpek olarak görünmüştü.
Carlos Castaneda'nın yapıtımın bu birinci cildi 1968 yılıda, "A Separate Reality" adlı ikinci cildi 1971 yılında, "Journey to Ixtlan" adlı üçüncü cildi ise 1972 yılında basılmış. Demek araştırma aşağı yukarı on yıl sürüyor. Bu süre içinde genç bir bilgin, büyücü dünyası min kendine özgü gerçekliğine sızmağa çalışıyor. Bunun uyandıraca ği tepkileri tasarlamak hiç de güç olmasa gerektir. Time dergisi 1973 martındaki bir sayısında konuya büyük yer verdi. Üç cildin de best-seller olması, gerçi Carlos Castaneda'yı zengin etmiştir, ama dedikodu da o ölçüde büyük olmuştur. Önce şunu belirtmek gereke cek ki, bu kitapları bir çekinti reklamı saymak ve başanısını ona bağlamak yanlış olur. Ancak kuşkular inanılmaz boyutlara erişti; öy le ki, olayın doğruluğu ve kişilerin gerçekliği bile tartışma konusu edildi.
Fakat Carlos Castaneda, yalnızca Don Juan'in söylediklerini değil, onun öncülüğünde vardığı aydınlanma dönemini de açıklama ği sürdürdü. Bilgeliğe erdikten sonra, artık çeşitli bitki köklerinin büyülü gücüne gerekseme duymadan da, bu herkese açık olmayan gerçekliği görebiliyordu. Yeter ki, sadece gözleri ile görüp aklı ile kavramakla kalmasın, bütün vücudunu bir algılayıcı olarak kullana Örneğin, nerede bulunursanız bulunun, size uygun, en rahat edeceğiniz, böylece de algılarımızı en üst düzeye çıkarabileceğiniz belli bir nokta vardır, bunu ancak deneyerek bulabilirsiniz. Nitekim Carlos Castenada, Don Juan'ın evinde geçirdiği ilk gece, kendi ye rini bulabilmek için sababa kadar yerlerde süründüğünü anlatıyor. Aneak, bitkilerin olağanüstü gücünden yararlanabilmek için, bir oğ retmenin (mürşidin) aracılığı ile, size dostluk gösterecek otu bulma niz gereklidir. Bu ise, her şeyden önce, inanmakla gerçekleşebilir. Bir yabancı için çok güç, neredeyse olanaksız bir iş bu. Bunun için değil midir, Time dergisindeki yazıda Carlos Castaneda'nın Don Juan'ı bulmasının, Dante'nin Beatrice'i bulmasına benzetilmesi! Anadolu inançlarındaki "şeyh"in yerini ansıyalim. Film önerilerini. geri çeviren Carlos Castaneda, "Don Juan'ın yerinde Anthony Qu inn'i görmek istemem" demiş.
Buraya kadar yazdıklarından, meskalin yolu ile edinilen olağa nüstü gücün ve algılanan olağandışı dünyanın bilimle çatışık durum da olması, elbette birtakım sorulara kapı açacaktır. Bilim öncesi dö nemin insanlarında böyle bir çatışıklık söz konusu olamazdı; çünkü o dönem evrenine bilinemez güçlerin egemen olduğuna inamlırdı. Bundan ötürü de insanoğlu korkular içinde yaşıyordu. Bugün şizof renlerin içe kapanık yaşamı, koruyucu bilinçten yoksun düşmeleri ile açıklanmaktadır. Ancak meskalin uyuşturucu ve keyif verici de ğildir; deneylerin gösterdiğine göre, bu kimyasal madde, deyim ye rinde ise, bilinci aralamaktadır. Burada önemli olan şudur; Peyotist dalga geçmiyor, yine dünyada bulunan bir madde aracılığı ile dün yaya başka bir mantıkla bakmağa başlıyor. Korkutucu bir şeydir bu, bilincimiz bizi ondan korumaktadır.
Bu olay, kimi eski sorunları yeniden güncel kılıyor; sözgelişi, özdeş bir beyin taşımalarına karşın, deliler, dâhiler ve normal de diklerimiz arasındaki ayırtlar hangi nedenlerden kaynaklanmakta dir? Dil ve alışılan davranışlar, insanların gerçekten anlaşmalarını sağlamaya yetiyor mu? Yoksa, kimi düşünürlerin ileri sürdükleri gi bi her insan bir ada midir?
Yüce uygarlığımızın, bitkiler karşısında şaşkına döneceğini düşünmek beni güldürüyor.
Melih Cevdet Anday
0 notes
Text
Global ısınmayı durdurmanın yolu: Her şeyden yeteri kadar kullanmak
Global ısınmayı durdurmanın yolu: Her şeyden yeteri kadar kullanmak
Global ısınma ve iklim değişikliğinin tetikleyicilerinden olan karbon salımının azaltılması için Paris İklim Mutabakatı ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın kabul edilmesi üzere adımlar sonrasında “karbon ayak izi” kavramı daha sık gündeme gelmeye başladı. Türkiye, kişi başına karbon salımında 73. sırada Global Karbon Projesi’nin (GCP) 2020 yılı bilgilerine nazaran kişi başına düşen karbon ölçüsü…
View On WordPress
0 notes