#arkadaşlar benden olmaz değil mi
Explore tagged Tumblr posts
uzgunumkomikolamiyorum · 1 month ago
Text
Arkadaşlar be kusura bakmayın ama ben asla birini böyle öpeceğimin hayalini bile kuramıyorum saçma geliyor bana gülerim ben mal mal ne bakıyon diye
Tumblr media
358 notes · View notes
nesrin-c · 2 months ago
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
Tumblr media
162 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 9 months ago
Text
HAYIRLI AKŞAMLAR ARKADAŞLAR
İCİMDEKİ SESSİZ ADAM
Biraz derin biraz da uzun bir meselemiz var eski zamanlardan bahsetmek birazda kendim gibi gordugum insanlar dan çorba gibi birsey aslında tatsız tuzsuz hastane de verilen çorba gibi hayatim çok kez mücadele verdim çok kez yıkıldım çok kez hayal kırıklığı oldu ağladım guldum mutlu oldum mutsuz da oldum yüzde yirmi mutlu yüzde seksen de mutsuz oldum hepimizin başından birseyler geldi geçti ve bitti diyoruz ama bitmiyormus demekki yasadiklarimiz aynisini tekrar tekrar yaşıyoruz hiç tanıdık geldimi sana da bu insan der gibi acısı aynı gülüş aynı sokaklar bile aynı insanlarda çok degismis içimdeki adam
İçimdeki bu adamla cokkez tartistim çok kez konustum derdimi anlattım ama hiç benden yana olmadi aslında her zaman yalnız başıma kaldım içimdeki ses bile beni terketti bir zaman sonra o bile beni anlamadı ki kaldı karsimdaki insanlar beni anlayacak anlamaz lar
Defalarca söyledim içimdeki sese bazen susmasini öğren diye onuda. Susturamadim çoğu kez hayattan koptum kenara çekildim Hayat a dort kolla sarıl diyenler kollarimi kırdılar farkında idim çoğu şeyin bense içimdeki sesi dinleyip kirmamayi denedim defalarca kirilmama rağmen
Sevgiden yana belki çok darbe de almış olsa bu gönül sevmekden asla vazgeçmedi çünkü ben sevmeyi değer vermeyi hoş gormeyi bildim ben böyle yaşadım böyle de devam etti hayatim
Hayatim boyunca kirmadan sevmeyi öğrendim yani böyle köşe yazarlarından değil severek öğrendim aldanmayi severek öğrendim kirilmayi acı ceke ceke öğrendim yaşamayı ayakta kalip duse kalka büyüdüm
Aslında en çok da çocuk yanimi ozledim çocuk iken en fazla duser dizimiz ACİRDİ ya şimdi oyle mi digil simdi nereye donsek sol yanimiz aciyor sol yanin acısı ile yatıp kalkan çok sevipde terkedilen gordum hayatim boyunca her zaman derim sevmelerin sonu terkedilmekse sevmeyin sevmek oyle basit bir şey değil ki sinemaya gidip mısır yiyip flim bitene kadar degilki bir insanı sevmek için bir çok insanımız elde etmek için her mücadele yi veriyor elde ettikten sonra ne oluyor mücadele sevgi aşk o güzelim sözler nerde bitti işte biz buna ne sevgi ne aşk diyoruz biz buna sinema filmde izlediğiniz mutsuz bir son filmi diyoruz askiniz bir flim kadar kısa ise yönetmen olmaya da oyuncu olmaya da izleyici olmayada gerek yok eğer bir kalbiniz varsa ve kalbiniz bir buz kütlesi gibi ise onu sıcak bir yurek ile eritin bu sizin gözlerinizden akacak olan mutluluk gözyaşları dir içimdeki sesinde haklı olduğu yerler var mesela bundan sana yar olmaz dediginde dinlemezdim yok bu öyle bir insan değil derdim çoğu zaman tartışmalar oldu içimdeki ses ile kimi deli der kimi ise aşık der ikisini birlestikmi deli aşık olur dimi hanginiz sevmediki deliler gibi deli aşık olmadi ki bu sevgiyi basit gormeyin içimizdeki sese kulak verin
Bir çocuk dünyaya geldiğinde bir zamani vardır gozleri ni dünyaya acmak için ve bir zaman sonra emekler ve sonra yurumek ister ama bir güce ihtiyaç vardır ona verilecek en büyük güç sevgidir işte oyuzden hic lafimi esirgemem sevgiyi okadar güçlü birseyki isteseniz de bir insanın kalbindeki sevgiyi yikamazsiniz ama yüzünü soldurabilir yuregindeki neseyi bitirebilir siniz ama kalpdeki sevgiyi bitiremezsiniz çünkü kalpde sevgi olduğu sürece yüzündeki gülümseme tekrar yeserecek yurekteki nese tekrar isinicak sevgi oyle bir kutsal birsey ki yüce rabbim kalplere sevgi asilamistir
Bu yazımı okumanızı rica ederim
87 notes · View notes
aynodndr · 1 year ago
Text
Mesela ben maliye bakanının adını bilmem. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı kimdir; yolda görsem tanımam.
Gayri safi milli hasıla nedir?
Kişi başına düşen milli gelir ne demektir?
Hem bana ne…
Yemişim bir önceki aya göre enflasyon oranını.!
Tüketici endeksi ne la.?!
Bilmiyorum...
Niye?
Çünkü benim param yok.!!
Tefe, tüfe ne.?!
Tefeci, tüfeci gibi bir şey mi?
Tefeci bankacı, tüfeci siyasetçi mi acaba.?
Şıracı-bozacı gibi bi şeydir zahar,
bilmiyorum.!
Niye.?
Çünkü benim param yok..!
Olmasın da.!!
Benim inancım o ki; ihtiyaçtan fazla her türlü para, hırsızlık parasıdır. Utanılacak tek obezite zenginliktir. Bu savaşlar var ya bu savaşlar, hep o soyha para yüzünden. O soyha yüzünden fakir fukara savaşlarda birbirini öldürüyor. Eskiden sadece çenemizi yorardı zenginin parası, şimdi canımızı da alıyor.
Bir kere para iyi bir şey olsaydı onu niye Lidyalılar bulsun ki, biz bulurduk. Her şeyi biz bulmadık mı?!!Eee.?!!
Ulaşamadığım ciğere mundar diyor değilim ha.! Mesela benim çok param yok ama çok kazanmayı bilmediğimden değil. Yoluna yordamına cahil olduğumdan değil haksız kazancın, çok paranın... Ama sevişmeyi çok iyi biliyosun diye de orospu olman gerekmiyor ki?
Çalmadım ama merhabamın olduğu çok hırsız vardır. İşadamı kılığında ticari kons yapan çok kaltak tanıyorum o fahişe mahallesinde.!!
Demem o ki; iyi insanların, felsefecilerin, şairlerin, velhasıl güzel insanların çok parası olmaz arkadaşlar. İyi insanların kedişleri olur, köpişleri olur, dalından kopartmadıkları çiçekleri olur.
Hatta benim utangaç bir karafatmam da var. Benden utanıp evden gitmesin diye dolabın arkasına bile bakmıyorum nicedir; umarım hala ordadır ve mutludur benimle aynı odayı paylaşmaktan. O da tefe-tüfe'yi bilmiyor mesela.
Niye?!
Çünkü onun da parası yok.!!!
2 notes · View notes
operasyon · 3 months ago
Text
Riyakarlık çok itici bir şey ve ben de çoktan bıktım ama ne yapmalı?
İnsanların iki yüzlü oluşu çevresel bir olay.
Ben çevresel sorunlarında çözümünün içsel olduğunu düşünüyorum. Yani hata bende olmalı ki sürekli bu iki yüzlülüğe muhatabım. Nedenini şöyle açıkladım:
Gerçekte değilse de burda kendime saygı duymuyorum. Çok net bir neden bu. Zaten bu doğru tespiti başka bir riyakar da yapmıştı benim için ve doğru.
Daha ilk kez blog açarken bazı insanlara ama en çok kendime kızgındım. Bloğun mayasında olumsuz duygular var yani. Demek ki sonrasında da kendime saygı duymadım.
Eskiden sık sık " Tumbl'ı sevmiyorum" diye yazardım. Tumblrın ne suçu var? Aslında orda sevmediğim kendimim. O cümle: Burda varoluş şeklimi sevmiyorum demek.
Zaten kanıtı hiç bir blogda popüler olmak istemedim. Yazılarıma etiket bile koymam. Kimseden paylaşım bile yapmam. Neden?
Burda olmaktan hoşnut bile değilim ki. Burda kendimi sevmiyorum ki. O yüzden de bu rezilliği ne kadar az insan görür, bilirse o kadar iyi diye düşündüm hep.
Tabii tüm sorunda içsel değil. Benim varoluşum bile yanlış ama çevrede gerçekten rezil, gerçekten pespayeliğin dibinde bir çevre. Eldeki insan kalitesi zaten ortada. Yüz bin kere maşallah memleketin her işinden belli oluyor o kalite.
----
Velhasıl kendime eziyet etmekten vazgeçiyorum. Kendime saygı duyamadığım bu yerde, boş bir inat uğruna -ki bu cümle de önemli, gerçekten hiç bir hedef yok. Boş bir inat- olmasam da olur.
Bu bloğu yazmak artık bana zevk vermiyor.
---
Bi kaç cümle de eskilere gelsin: Kuşlar kediler tavşanlar vs...
Öyle bir haldeyim ki gökten senin için peri kızı indi deseler tanışmak konuşmak için tumblr gerekliyse "aman benden uzak olsun" diyecek durumdayım.
Şahsen feyk bloglar gibi şeylerin bir fark yaratacağına inanmıyorum. . Sonuçta fizik dünyada aynı insanlarız. Ne olacakta bir yerde sapık katil vs olan biri başka yerde kahraman olacak? Nasıl olacak? Blog mu değiştiriyoruz uzay mı değiştiriyoruz?
Bence her şey aynı olacaktı. Tabii bunu teorik olarak söylemek yerine deneyip görmek daha iyi olurdu ama demek ki kader böyle istedi.
---
Tüm eski arkadaşlar hakaretler etmiş değil. Onlar için uzay değiştirmeye gerek yoktu ama ortama boyun eğdiler yada saçma bir adalet duygusuna teslim oldular. Neden öyle davrandılar bilmiyorum ama sonuçta aynı yoldan gittiler. Aynı şartları kabul ettiler. Başka başka yönlere savrularak uzaklaştılar. O zaman aynı kadere tabiiler.
----
Zaman Faktörü: Üniversite yıllarında hoşlandığım hatunlardan -biri hariç çünkü o kadınların ilahesi - hala hoşlanam mümkün mü?
Burda çok bahsettiğim Jezabel bu gün çıkıp gelse karşımda dursa benim için bir önemi olabilir mi?
Olmaz!
Hiç bir önemi olmaz.
Üstelik ben o hatuna yedi yıl aşıktım. Dile kolay yedi yıl.
Benim için artık hiç bir önemi yok.
Çünkü zaman silmiş gitmiş içimdeki duyguları. Bir yabancıdan farksız yada bir yabancıdan daha alt düzeyde önemli.
Gerçek bu ki her şey bir tarafa zamanı hoyratça harcadık.
----
Sonuç olarak burda en uçlara çekmeye çalıştığım halde anlayış, söyleyiş, ahlak, beceri, kültür, duygu durumları beni aşıyor.
İnsanın sınırlarını bilmesi de marifettir.
Ne yaptığınızdan bir şey anladım ne söylediğinizden.
Aynısı sizin için de geçerli. Ne yaptığımı anladınız ne söylediğimi.
Bu karikatürü çok seviyorum. Benim için tumblrun özeti.
Tumblr media
0 notes
gundemarsivi · 8 months ago
Text
Tumblr media
Eşeğin Esenliği! (1)
✍🏻 Ali Kurt, 14 Şubat 2019
https://www.gundemarsivi.com/esegin-esenligi-1/
Adam, sabah erkenden avluyu açtı, eşeğin poposuna şaka ile birlikte tekmeyi vurdu, “De haydi git, karnını doyur da gel!” dedi.
Ahırlık kapısından hışımla çıkan eşek, o an kendini dünyanın en özgür canlısı olarak gördü. Boğazında ip yok, sırtında çatma yok, sürekli bağıran biri yok, poposuna inen sopa yok… Daha ne isterdi ki!
Bulduğu tüm otlardan birer dil kavraması yapıyor, alabildiği kadarını alıp, yiyordu. Tüm arazi onundu. Tüm otlar onundu. Tüm akan sular onundu ve özgürce içebilirdi. Kafasını yukarı kaldırdı:
-Bu kadar çok ot bugün için bana bırakıldı, hepsini yemem lazım, yoksa bir daha bu şansım olmaz! dedi. “Duyduğunu sanmıyorum ama ben âdeti yerine getirip, söylemiş olayım: Teşekkür ederim!”
Otları yerken bir yandan da açık alanda, utanmadan tuvaletini yapıyordu. Bir ara düşünmedi değil! Böyle, tüm hayvanlar görecek şekilde tuvalet yapılmaz ki! Popomu örtecek şeyler yok ama, en azından ıssız bir yer bulabilirim… Sonra, vazgeçti: Tanrı isteseydi, poposu örtülmüş olarak kendisini yaratırdı, demek ki örtmesi gereken bir yeri yoktu.
Karnını tıka basa doldurduğunda ancak fark edebildi. Akşam karanlığı çökmüştü. Eve geç kalmıştı. Sahibi, bu geç kalmadan dolayı onun için iyi şeyler düşünmezdi. Başkasının ahırlığında sabahlamayı, sabah olunca, gündüz gözüyle sahibinin ahırına gitmeyi düşündü. Fakat, başkasının eşeğini kim kabul eder ki! Gece gece dayak yemek de var, en iyisi sabaha karşı eve giderim, beni önce yitirmiş, sonra bulmuş olan sahibim sevinir, dedi.
Adam, önce komşusuna seslendi:
-Bizim eşek eve gelmedi, sen gördün mü?
Komşu:
-Yahu adı üstünde, eşek! Gittiği yerden gelmez. Unut onu, kim bilir kimin kapısında yatmıştır!
Adam bu cevaba daha da sinirlendi:
-Yardım edeceğine, sinir bozuyorsun. Tamam komşu, sen işine bak! Fakat ben bu eşeğe yapacağımı biliyorum!.. Nasıl olsa eve gelecek! Bunun hesabını sorarım.
Adam hem kızıyor, hem de mahalle arasında eşeğini arıyordu. Her yeri aradı, bulamadı. Evine döndü ve o sinirle yattı. Sabah da erkenden ve sinirle kalktı. Sahi, o gün oduna gitmeyecek miydi? Eşek yoksa odun da yok! “Lanet olası eşek, tüm planımı bozdun!” diyerek kapının ağzında çıktı. Önce şaşırdı, ardından güldü, ardından bağırdı:
-Nerdesin ulan eşşoğlu eşek! Ben sana yapacağımı bilirim!
Eşek:
-Eve geldiğime şükretmiyor, üstüne bir de bana dayak atacakmış!.. İyi de, geri döneceğim zamanı söylemedin ki, ‘karnını doyur, gel’ dedin. Bak yine acıktı karnım, demek ki gelmem gerekmiyordu. Bu mankurt tam bir aptal! Fakat şu an çok sinirli gözüküyor, sanırım dayak yiyeceğim!
Adam hışımla yanına geldi, eşeğin boynuna ipi geçiriverdi, yakın direğe bağladı. Söylenerek ahırlığa girdi, alık ve çatmayı aldı, eşeğin üstüne onları da bağladı. Adamda kızgınlık devam ediyordu:
-Sen kafana göre gider, kafana göre gelirsin, öyle mi? Ben sana eşeklik nasıl olurmuş, göstereceğim!
Eşek şaşırmıştı:
-Bana eşekliği gösterecek! Demek ki daha önce eşek oldu! Göstersin bakalım nasıl oluyormuş, belki iyi bir şeydir, bende onu öğrenirim!
Adam elindeki sopayla eşeğin poposuna vurdu; bu çok şiddetli değildi.
Eşek:
-Acımadı ki! Acımadı ki!
Adam:
-Al bakalım ahlaksız, şimdi götüreceğim, senin üstüne dağ gibi yük bindireceğim!
Eşek:
-Bu biraz acıdı. Tamam vurma! Hem dövüyorsun, hem de üstüme yük bindireceksin! Manyak mısın? Tamam, vurma! Popom kızaracak, diğer arkadaşlar benimle dalga geçer! Bana, ‘kırmızı popolu’ derler. Hem de, orada sopanın izi kalıyor. Vurma lan! Suratına tekmeyi atarım şimdi…
Adam:
-Şerefsizin eşeği seni, bakalım nasılmış gidip de gelmemek!
Eşek.
-Bu laf bana değil. Zaten ben şerefsiz değilim. Ben bir tek dayak yiyorum, bu da onursuz olmak için yeterli değil; dayağı ses çıkarmadığım için yiyorum. Gerçi, ilk yediğim dayaktan sonra ben de ona tekme atsaydım, bu dayak yeme faslı devam etmezdi ama, maalesef bu şerefsizi alıştırdık. Canı başkasına sıkılsa, acısını benden çıkarıyor. Şimdi ben de olmasam, canı sıkılınca sinirini karısından çıkaracak. O kadın bu acıya dayanamaz; en iyisi ben onun adına da dayak yiyeyim; ben dayanıklıyım…
Eşek önde, adam arkada tepeyi tırmanıyorlardı. Adam, eşeğin sırtına çok ağır yük bindirecekti; bu yaş odundu. Üstelik de adamın siniri hala geçmemiş, söylenmeye devam ediyordu.
Eşek:
Anlaşılan bugün baya işkence göreceğim. Fakat, bunun da bir karşılığı olmalı. Tam popomun hizasına gelince hediyesini vereyim, o zaman benden uzaklaşır. Aha, vallaha da popomun hizasına geldi, geldi! Al sana, al sana!
-Tüh! Allah belanı versin, bu ne ya!” dedi adam. Üst baş berbat oldu. Eşeğin poposuna sopayla vurdu ama kendisi de geri çekildi. Her yeri eşek pisliği olmuştu!
Eşek:
-Evet, bir sopa yedik ama karşılığında benden de uzaklaştı. Bir daha yaklaşamaz, sopa da vuramaz. Şimdi ikinci plana geçeyim: Tam ayaklarımın hizasına gelince iki çiftemi birden suratına patlatırsam, o geride kıvranır, ben de zevkini sürerim. Hizala! Tam hizala. Yallah!
0 notes
sevinmeyindahaolmedim · 2 years ago
Text
Şu an dünyanın en güzel manzarasına bakan insan olabilirim. Nasıl bu kadar güzel olabilir? Her ayrıntısında bir hazine saklı sanki. Baktıkça bakası keşfettikçe keşfedesi geliyor insanın. Bu kadar betimlediğin şey ne diyeceksiniz…Açıklıyorum: Onun yüzü! Sevdiğim adamın yüzü! Başka ne olacaktı ki. Her ayrıntısı her kıvrımı kalemle çizilmiş gibi. Karşımdaki bir şaheser ve ben ona sahip olduğum için dünyanın en şanslı insanıyım!
-Bakma bana öyle.
+Nasıl?
-Şu an baktığın gibi.
+Ama çok güzelsin. Utandı. Arkadaşlar yanakları kızarıyor manzaram daha da güzelleşti. Nasıl durayım ben şimdi?
-Deme şöyle şeyler. Bakışlarıyla delercesine baktığı reklam panosundan gözlerini alıp yeri incelemeye başladı. O gül cemalini saklamasana benden be adam.
+Tamam demem ama bir şartla.
Sözlerim ilgisini çekti. Sonunda o güzel çehresini bana döndürdü. Yüzümü inceledi. Eserini yeni bitirmiş bir ressamın gururla aynı zamanda detaylı bir şekilde incelemesi gibi.
-Ne şartı?
+Yanaklarını bir kere sıkıcam. Ahh ellerim kaşınıyo. Gel poğaça geel.
-Hayır!
Cevabı karşısında dudaklarımı büzdüm. Bakışları yumuşadı. O da, benim ona olduğum kadar bana aşık ehe
+Ama lütfen~
-Olmaz! İnsanlar var etrafımızda.
+Nolmuş yani onlar aşık değil diye biz de mi olmayalım? Onlar sevdiklerini mıncırmıyo diye biz de mi mıncırmayalım?? Savunmaya bak. Socrates görse ağlar.
-Yavrum olmaz dedim. Gözlerini büyüterek uzatma diyordu bana ama ben inatçı biriydim. Huyum kurusun^^
+O zaman bakmaya devam edicem.
İç çekti. Pes etmişti. Yaşasıın!!
+Tamam yanağımı bir kere sık ve bitirelim şu işi.
-Tamamm.
Allahım zafer benimdi. Poğaça yanaklarını istediğim kadar sıktım. Mutluluktan uçacağım şu an. Onun güzelliğiyle büyülendiğim yetmiyormuş gibi. Bir de dokunabiliyordum. Dedim size;
Ben dünyanın en şanslı insanıyım.
Bana bakıyor. Biliyorum. Ama ona bakarsam hem o güzel bakışlarını benden esirgeyecek hem de ben utanıcam. Reklam panosuna odaklanmalıyım. Ne yazıyor? Araba fiyatlarında dev indi- Yok olmuyo…
+Bakma bana öyle. Tutamadım kendimi çünkü o bana böyle bakarken tepkisiz durmak çok zor.
-Nasıl?
+Şu an baktığın gibi. Ben sana baktığımda gözlerini kaçırmadan bir milisaniyede gördüğüm gibi. Ona baktığımda hemen bakışlarını kesiyodu çünkü o da benim kadar utangaçtı. Benim diğer yarımdı. Caniçimdi.
-Ama çok güzelsin. Al işte kırmızının binbir tonu hoşgeldin!
+Deme şöyler şeyler. Evet ben senin kadar dürüst biri değilim ve utanıyorum. Artık panoya bakmayı bırakıp yere odaklanmaya çalıştım.
-Tamam demem ama bir şartla.
Şart mı? Ne şartı?
Yüzümü ona çevirdiğimde o saçma panoya bakarak harcadığım zamanı neden onu izleyerek geçirmediğimi anlamaya çalışıyordum. Aptal olmalıydım. Çok güzeldi be. Gerçek olamayacak kadar. Saatlerce bıkmadan her ayrıntısına şiirler yazılacak kadar güzeldi. Onun benimle olması mucize gibi bi şey. Bu mucizeye sahip olduğum içinse dünyanın en şanslı insanıyım.
-Yanaklarını bir kere sıkıcam. Çocukluğu üstündeydi yine en sevdiğim halini takınmıştı. Bayılıyorum onun bu hallerine. Onu kızdırarak daha da çocuklaşması ise benim en çok keyif aldığım yanı.
+Hayır! Ahh daha da çocuklaşacak! Nasıl tutucam kendimi onu ısırmadan! Bunu yaparak onu mı kızdırıyodum kendimi mi bilmiyorum?!
Dudaklarını büzdü! Evet ısırmama son 10 saniye. Dayanamam ki ama ben bu hallerine senin.
-Ama lütfen~
Ahh sana lütfen! Yapma bana bunu. Toplum içindeyiz olmaz ki ama!!
+Olmaz! İnsanlar var etrafımızda.
-Nolmuş yani onlar aşık değil diye biz de mi olmayalım? Onlar sevdiklerini mıncırmıyo diye biz de mi mıncırmayalım??
Savunmaya bak! Avukat olsaydın keşke sen. Socrates görse tacını sana verir.
-Yavrum olmaz dedim! Ona bu şekilde hitap etmeme bayılıyordu. Anında bakışları yumuşadı zaten. Sonra kendini hemen toparlayıp konuşmaya devam etti. Sakın pes etme sakın!
-O zaman bakmaya devam edicem.
Tamam pes! Dayanamıyorum ki zaten sana. Nasıl kıyayım ki şu bakışlara. Ben seninim be güzelim ne istiyosan yap bana. Gıkım çıkmaz.
-Tamam yanağımı bir kere sık ve bitirelim şu işi. Kendimi falakaya yatırılcakmış gibi hissediyorum. Acımasa bari…
+Tamamm. Neşeyle zıpladı. Bıraksam konfetti patlatacak. Yanak sıkmak bir insanı nasıl bu kadar mutlu edebilir? Nasıl bu kadar saf ruhlu olabilirsin? Seni bulduğuma her gün şükretsem az gelir. Yanağımı sıkmak için deliren birini nasıl bulucam ki bi daha? Bulamam. Dedim size;
Ben dünyanın en şanslı insanıyım.
0 notes
Text
merhaba arkadaslar ben genel olarak erko düsmanı ama genellikle cinsiyet ayırt etmeden kimseye güvenmeyip zamanında askın da en alasını yasayıp yaraktan saçma sapan bişe olduüunu anladığım için artık sadece sevişiyorum o da hemcinslerimle gerisi siktirsin gitsin onu geçin şimdi asıl diyeceğim nerde ne kadar mantıksız post foto ask acılı cartlar curtlar görürsem toksikleşir ananızı sikerim bos yapmayın insan ilk askı babası ölünce unutuyor amk yerinde iki tane dal yarrağı unutamayıp ya da iki tane kevaşeyi unutamayıp size acı çektirmesine müsade ediyorsanız hemcinslerimi de katıyorum bak işin içine sizin ben aklınızı babamın yarrağıyla sikeyim sonra bulaşık süngeriyle sikeyim sonra ananızı da sikeyim ne mal insanlarsınız amk toksik ilişkilerden uzağım güzel miyim çirkin miyim bilmeden etmeden aptal saptal mesaj atma belki travestiyim belki dünya güzeliyim belki erkeğim amına koyduğumun abazası sakın bana yazma kızlar ağzım bozuk olabilir ama sevisirken de bozuk genel de tutamıyorum kendimi resim çiziyorum resim öğretmeniyim gündelik hayatımla gecelik hayatımın pek alakası yok yaşadığım yerle yaşantımın uyuşmasını seviyorum mutluyum huzurluyum sadece aptal cocuklara yol gösterebilmek çok huzur veriyor yönlendiriyorum amk korkmayın eşcinselliğe değil sadece geleceğe dair akılllarına yer edecek ufak tefek bilinçaltı fotoları ve insanların güvenebileceğiniz varlıklar olmadığına dair ufak tefek işaretler veren ve sadece kafaları basan ufak ilkokul bebelerinin mantık arayıp sorduğunda cevapladığım fotolar çizdiriyorum ödev veriyorum belki ailesi zekidir diye ailesinin de zeki olup olmadığını burdan anlayabiliyorum bazen çocuk mal oluyor da ailesi zeki olup tanıma göre resim çizip anlattırabiliyor bana ve mutlaka o çocuk o anlatımı ezberlerken aklının bir köşesinde mutlaka kalacak hangi birinin işine ilerde yararsa çok mutlu oolurum bilmesem de olur bir fotoğraf bir ömüre bedel olabilir arkadaşlar evet çok ciddiyim gündelik hayatında hanım hanımcık güleryüzlü bi insanım ama icimden cok pis küfür yiyorsunuz hocam çok afedersiniz iki güldük diye vericez mi amk veya yüzük takıyoruz diye evli mi olmak zorundayız mal mısınız ananızı sikeyim özellikle haftasonu sabaha kadar içip kendim kaybetmeyeceğim kadar içtiğimi farketmeyip ben bunu sikerim mantığıyla yaklaşan erkekler TİKSİNİYORUMMmmm bilader uzak durun benden yeter doldum amk gelene direkt söylüyorum ben erkeklerden hoşlanmıyorum diye kadınlar olarak beni de aranıza alın diyor be amın evladı seni istesem seni alırım zaten benim gündelik hayatımla gecelik hayatım bir mi sana kibar olucam dalyarak direkt olarak siktir git diyip kalbini de kırabilirim ama erkeklerden hoşlanmıyorum demem neden yeterli olmuyor amk neden neden hayır söylediğim şeye inanmıyor götoş sanki tipini beğenmedim sanıyor sikik dünya yakışıklısı olsan bana ne 50 cm sikin olsa bana ne beni ne alakadar eder ayrıca tr ortalaması 11 12 13 cm arası fazlası yok kısası var evet önceden erkolarla da sikisiyodum da kücük pipileriyle seks yaptıklarını zannediyolardı sonra kadınlarla yalaşıp saatlerce şarap içip sevişmek ya da içki içmeden kahve sevişmesi bile daha çok zevk veriyor şahsen xd aptal saptal triplerle muhabbet etmek zorunda kaldığım için bazen okuldan kendimi nasıl acısız öldürürüm diye düşünür oldum ben resim öğretmeniyim ben matematik öğretmeni değilim Türkçe öğretmeni değilim kardeşim ben basit günlük bi dersine girer canım isterse ufak bilgilendirme yapar resimlerle bir şeyler anlatmaya çalışır canım istemezse umrumda olmaz çiz ev baca duman bulut der geçerim en kötü resim çizene de 100 veririm nolacak amk çocuk bunlar ne çizmelerini bekliyorsunuz tabi hayal güçleri ve yetenekleri neye yetiyorsa ona göre çizecekler bize de yargılamayıp bok gibiyse de çok güzel demek düşecek bravo demek düşecek ki özgüveni yerine gelsin bu gün kötü çizdiyse yarın güzel çizsin sen heveslendirirsen yeteneği yoksa da kendini bulmasını sağlarsın lütfen kişilik analizlerime güvenin ve 3 ıq lu aileler geldiğinde oğlunuz gerizekalı değil siz akraba evliliğisiniz ya da çocuğu dünyaya getirmeden evvel
0 notes
hataysekshikayelerisblog · 5 years ago
Text
Üvey Abimle Grup Sikişi Yaptık! (Nilay 22 Y., Samsun)
Merhaba arkadaşlar, ben Nilay. Sizlere daha önce 'Kaymak Gibi Sikilen Amlar' sitesinde üvey abimle aramızda geçen aşkı ve sikişi anlatmıştım. Üvey abimle olan ilişkimi birtek en yakın arkadaşım Nesrin biliyordu, o da sürekli bize katılmak istediğini söylüyor, ama ben yüz vermiyordum. Fakat bu Nesrin orusbusu kafasına koymuş, illa ki aramıza girecek. Abim aslında böyle birşeye dünden hazır, ama ben yok olmaz diyordum. Nesrin'in halasının oğlu Fırat var, Nesrin ona hep 'Abi' der, Fıratla da abim çok yakın kankalar, yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Fırat abi evlenmiş ve eşiyle bir yıl kadar evli kalmış, fakat anlaşamamışlar ve boşanmışlardı.
Nesrin birgün Fırat abiye, "Sana birşey söyleyeceğim, ama kimseye söyleme!" diyor, o da, "Tamam söylemem!" diyor, yemin ediyor. Nesrin de abimle benim ilişkimi Fırat abiye anlatıyor ve Fırat abinin ağzı açık kalıyor, "Yok kız olamaz! Yalan söylüyorsun!" diyor. Nesrin de yemin ediyor. Fırat abi, "Vay anasına, çok ilginç! Ama ben bu öğrendiğimi kankama söylemem gerek, benim bildiğimi bilmeli, ben ondan şimdiye kadar hiçbir şey gizlemedim, o benden neden gizlemiş, bunun hesabını ona sorarım!" diyor. Nesrin Fırat abiye yalvarıyor, "Ne olur abi söyleme, Nilay benle konuşmaz birdaha, bana küser!" diyor. Fırat abi, "Yok, soracağım!" diye diretiyor. Nesrin'in o zaman aklına bir hinlik gelmiş, "Madem soracaksın abi, öyleyse bir akşam bizimkiler veya sizinkiler evde olmadığı zaman onları davet edelim ve bu konuları konuşalım!" diyor. Fırat abi de, "Bak bu iyi fikir!" diyor, kabul ediyor.
Birkaç gün sonra Fırat abi abimi gördüğünde, "Kanka bu akşam gel de oturalım, bizimkiler evde yok, bir Nesrin bir de ben varım, gelirken Nilayı da getir Nesrin de sıkılmamış olur." demiş. Abim de beni aradı, "Akşam hazırlan Fıratlara gidiyoruz, bizi davet etti, Nesrin de ordaymış." dedi. Ben bir anlam veremedim ama, "Tamam abi!" dedim. O akşam hazırlandım, sanki başımıza geleceklerden haberim varmış gibi en sexy iç çamaşırlarımı ve elbiselerimi giydim ve abimle Fırat abilere misafirliğe gittik. Kapıda bizi Fırat abi ve Nesrin karşıladı. Nesrin'in de benden aşağı kalır yanı yoktu, o da çok sexy ve zarif giyinmişti. Fırat abi abime Nesrin'le beni işaret ederek, "Kanka şunlara bakarmısın, birbirleriyle şıklık yarışına girmişler, göz kamaştırıyorlar!" dedi. Abim de, "Ama ikisine de yakışmış!" dedi. Nesrin bir sürü yemek hazırlamış, onunla yemekleri servis yaptık. Mutfaktayken Nesrin bana bir ara, "Bu akşam sana bir sürprizim var..." deyip, ısrarlarıma rağmen cümlenin sonunu getirmedi.
Yemeklerimizi yedik oturma odasına geçtik. Ben abimin yanına, Nesrin de Fırat abinin yanına oturdu. Kahvelerimizi içerken ordan burdan konuşmaya başladık. Ama hep konuşmalar ya benim, ya da Nesrin'in üzerinde dönüp dolaşıyordu. Fırat abi dolaptan bir büyük şişe Rakı getirdi, biz de Nesrin'le biraz meyva hazırladık ortaya ve içmeye başladık. Birkaç dubleden sonra Fırat abi abime, "Bunları evlendirmeyelim kanka, evlendirirsek kıskanırız ve zorumuza gider!" deyince, abim de, "Ben zaten Nilaya evliliği yasakladım!" dedi. Bunun üzerine Fırat abi, "Biliyorum kanka, herşeyden haberim var!" dedi. Abim şaşırmıştı, "Neden haberin var?" dedi. Fırat abi de, "Aslında sana dargınım kanka, ben senden hiçbir şey saklamadım, ama sen benden sakladın, Nilayla aşk yaşadığınızı biliyorum!" dedi. Abimle birlikte ben de kıpkırmızı oldum ve Nesrin'e, "Dayanamadın yumurtladın, değil mi?" dedim. Nesrin de pişkin pişkin, "Evet söyledim, çünkü sizleri çok seviyoruz, bizden utanmanıza çekinmenize gerek yok!" dedi. Abim Fırat abiye, "Kanka sana karşı mahçup oldum, sen şimdi beni ahlaksız biri olarak görürsün!" dedi. Fırat abi de, "Olur mu kanka, asla öyle düşünmem, bana göre bunlar normal şeyler!" dedi.
Abim de, "Normal şeyler diyorsun da, peki sen yaparmısın böyle bir şey? Mesela Nesrin'le?" dedi. Fırat abi, "Valla bilmiyorum ki, şimdiye kadar böyle birşeyi hiç düşünmedim..." dedi. Abim de, "Şimdi düşün işte, bak Nesrin yanında, mesela onu öpermisin?" dedi. Fırat abi de Nesrin de şaşırmışlardı ve ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemediler. Fırat abinin şaşkınlığı geçince, "Öperim tabii, ama bunu Nesrin de istemeli!" dedi. Ben hemen lafa girdim ve Nesrin'e, "Kız topu sana attılar, haydi bakalım, söz sende!" dedim. Nesrin bir iki saniye düşündükten sonra, "İsterim... ama siz varsınız, sizin yanınızda olmaz, utanırım!" dedi. Benim kafa çakır ya, hemen abimin dudaklarında yapışıp öptüm ve "Bak biz sizin yanınızda öpüştük! Haydi şimdi siz de öpüşün!" dedim. Fırat abiyle Nesrin akıllarınca bize oyun kurmuşlardı, şimdi o oyunun içinde kendileri kalmıştı. Abim de Fırat abiye ısrar ederek, "Haydi kanka, görelim marifetini!" dedi. Fırat abi Nesrin'i kendine çekti ve dudaklarından kısaca öptü bıraktı ve "Hiç de zor değilmiş!" dedi. Nesrin'in kafa da çakır, eteğini hafif yukarı çekerek Fırat abinin kucağına oturdu ve dudaklarına bir yapıştı ve çok iştahlı bir şekilde öpüşmeye başladılar...
Deli gibi öpüşürlerken Fırat abi de Nesrin'in göğüslerini ve kalçalarını okuşuyordu. Nesrin kırmızı iç çamaşırı giymişti. Biz de abimle öpüşmeye başladık, aynı vaziyette bende eteğimi yukarı topladım ve abimin kucağına oturdum, deli gibi öpüşüyorduk. Ben beyaz dantelli iç çamaşırı giymiştim. Artık karşılıklı koltuklarda öpüşüyorduk. Abim benim üstümdeki elbiselerimi çıkarırken, Fırat abi de Nesrin'in üzerini çıkarıyordu. Nesrin de ben de sadece iç çamaşırları ile kalmıştık. Fırat abi abime, "Kanka burada rahat olmuyor, yatak odasına gidelim!" dedi. Hep birlikte kalktık. Yatak odasına giderken Nesrin'le benim başımız hafiften dönüyordu ve sallanarak yürüyorduk. Erkekler henüz soyunmamıştı, odaya vardığımızda ayakta ben abimi soyarken, Nesrin de Fırat abiyi soydu. Şimdi hepimiz de de iç çamaşırlarımızla kalmıştık. Yanyanaydık, ilkönce ben abimin külodunu indirdim, sonra Nesrin Fırat abininkini indirdi, biz eğildik abilerimizin siklerini yalamaya başladık. Bu arada Fırat abi bir benim başımı abimin sikine bastırıyordu, bir Nesrin'in başını kendi sikine...
Biraz saksodan sonra, abim Fırat abiye, "Kanka bu amına koduğumun oruspularını bu gece yarrağa doyuralım!" dedi. Fırat abi de, "Doyuracağız ortak, sen merak etme!" dedi. Sonra bizi yatağa yanyana sırtüstü yatırdılar ve kasıklarımızdan tutarak yatağın kenarına çektiler, onlar ayakta, abim bana, Fırat abi de Nesrin'e sokmak için pozisyon aldılar. Nesrin daha bakireydi, "Fırat abi ilk erkeğim sen olacaksın, ikinci erkeğim de kankan olacak, ona göre!" dedi. Fırat abi de, "Olacak olacak merak etme, sen önce benim karım ol şimdi!" deyip Nesrin'e bir soktu, Nesrin'in çığlığına ben bile irkildim. O sırada abim de bana soktu, bizi öyle bir sikiyorlardı ki, sanki yarışmaya girmişler, en iyi sikiciyi seçiyorlar gibiydiler...
Belli bir zaman sonra abim Fırat abiye, "Ortak eş değişelim mi?" dedi. Fırat abi de, "Tamam ortak, haydi!" dedi ve üstümüzden çekildiler, biz Nesrin'le aynı vaziyette yatıyoruz. Fırat abinin siki kanlıydı, o kanlı sikini amıma öyle bir soktu ki, o anda kendimi sanki benim de kızlığım yeni bozulmuş gibi hissettim. Abmin yarağı Fırat abinin yarağından az kalındı, abim de Nesrin'in kanlı amına yarağını soktukça Nesrin daha da sesli bağırmaya ve inlemeye başladı. O gece yediğimiz yarağın hesabını tutamadım, sabaha kadar Nesrin'le benim sikilmedik yerimizi bırakmadılar. Aklınıza gelecek her pozisyonda ve her delikten siktiler bizi. Bir ara abimle Fırat abi Nesrin'i tost yaptılar, Nesrin'i bağırta bağırta amdan götten aynı anda siktiler. Sonra da ben aynı anda 2 yarak yemenin zevkine vardım. İki yarağı birden yemeyen kadın bence çok şey kaçırıyor, onun zevkine varmayan hayatında seksi tam tatmamıştır...
Hepinizi öptüm :)
[Nilay]
55 notes · View notes
seyyahe-iavare · 4 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
Saçmalardan Seçmeler
Boş yapmaya geldim. Daha doğrusu mağaramda yapacaktım sonra baktım ki burdan çıkış yapmamışım bari burdan yapayım dedim :) Arkadaşlar bu elimde görmüş olduğunuz :) tamam tamam bu gördüğünüz tişörtler işte erkek reyonundan kendime aldığım hediyeler şşş aramızda kalsın. Ders çalışırken kontes takılamıyorum üzgünüm. Gerçi benden zaten kontes olmaz ya işte :) Tişörtlerin renklerine bakınca durup durup beyleri bu renkleri giymeye nasıl ikna ettiler acaba düşünmekten kendimi alamıyorum. Hadi sarı yine giyilir de pembe ya ben bile alırken üç kez düşündüm hatta alırken somon olarak almıştım. Aslında bakmayın ben rahatlık, ucuzluk falan bunların peşinde görünüyor olsam da en azında iki erkeği bu renkleri giymekten alıkoymayı hedefliyordum :)) Kadın reyonlarını hepten boykot etmekten de korkmuyor değilim aslen. Hatırlayan varsa kışın da iki tane polar almıştım aynı mantıkla ama Allah var onların renkleri çok güzeldi :) Kadın reyonunda şöyle bir tişört 25-40 lira bandında, zulüm bu ya. Erkek reyonunda 15-20 liraya satılıyor. Bir de pamuklu mis gibi. Kadınlarınki polyester mi ne acayip rahatsız bir kumaş. Hele ki benim mevsim koşullarına iki kat fazla uyum gösteren bu özerk bölgemde hepten yakıyor. Bi de hep mi kadın kıyafetleri konuşulacak biraz da beylerin kıyafetlerini ele alalım :) (İroni yapıyorum sakın. Aşk olsun ben öyle bir insan mıyım? İki taraftan da diğerine ne.)
İşte öbür taraftan anne tarafındaki kız kuzenler arasındaki lanet ortadan kalkıyor galiba şşş nenem bize büyü yapıldığını düşünüyor kimseye söylemeyin siz yine de :) Kızların makus talihi tersine dönecek galiba kuzenlerden birini vereceğiz nasipse ve hayırlıysa inşallah. (Evet Zehra, Kübra. Ben sana ayrıntıları veririm sonra kızlarla konuşma daha ultra gizli tutuluyor, ben burdan Kübra’ya bahsetmemiştim sahi değil mi :) Dayım, damat adayını soruşturacakmış nereye soracağını bilememiş. Babam da görev yaptığı yere sorsun diyordu. Mantıklı ama yine de milletin dediğiyle hareket edilmiyor. Siz ölçün, tartın dedim. Dönüp babama biliyorsun “Sana da zamanında sorduğun kişi, ‘Abi, kızım olsa ben verirdim. Gözün kapalı verebilirsin, daha iyisini bulamazsın’ demişti. Ders aldığı bir hoca. Sonra gördük ne olduğunu...” dedim. Annem, şaşırarak kim diye sordum. Adı lazım değil deyince anladı. Annemin hafızadan çıkarmış olması sevindirici bir hareket doğrusu :) Babamla bu konuyu bu kadar rahat konuşabilmek de... Ben ne çektim buraya gelene kadar beee. Ama geldim ya hamd olsun gerisi mühim değil. Sonunda bu konu travmatik bir vaka olmaktan çıktı ya onlar için ben zaten halletim. Ara sıra zihnim acı hatıraları geviş getirmese.. Onun da çaresi başka nasip.  Dün Muhammed’le asırlar sonra oturup film izledik. İyi geldi birlikte bir şeyler yapmak. Bitirmem gereken testler vardı ama o an bir daha gelmeyecekti. Bugün 2 saat uykumdan feda eder kapatırım arayı ama ona dair kaçırdıklarım geri gelmeyecek biliyorum. Hem derdini bana rahat açmasına zemin hazırlamam lazım. Ortada büyük bir sıkıntı var söylediğinden beri gönlüme dert olan elimi kolumu bağlatan bir şey. Dua ediyorum hayırla sonuçlansın tüm bu meseleler. Çok mutlu olsunlar hayırla diye. Rabbim lutfetsin. 
Öbür yandan Zeynep, beni rüyasında görmüştü bugün onu hatırlattı. Ben inanıyorum olacak dedi. Bir motivasyon konuşması yaptı. Yaşlanmışım arkadaşlar eskiden şak diye anlar uzun süre aklımda tutardım bir şeyleri, ama artık zorlanıyorum. Zeynep’in rüyası bana kendi rüyamı ve uyandığımda kalbimde kalan o hissi hatırlattı. Evet pes etmemeliyim dedirtti. Zeynep atandı geçen sene. Geçenlerde konuşurken de bi anda gözleri dolu bir şekilde keşke kendi öğretmenliğimi sana devredebilsem, çocukların bana değil sana ihtiyacı var demişti. Bu nasıl bir cümle benim için nasıl bir sorumluluk ve ne kadar kıymetli bir cümle ne kadar anlatabildim bilmiyorum. Onun da çok iyi bir öğretmen olmaya çalıştığından hiç şüphem yok hem de...
Olacak biiznillah.. Bu defa olmazsa bir sonrakinde muhakkak olacak Rahman murad ederse. Dua edelim de bir defayla olsun hayırla, zira bir takım mızırdanmalar söz konusu işsizliğimden sebep. Amcama şikayet edildim hatta :) Geçeeeer. Ben ne yaptığımı, ne niyetle yaptığımı biliyorum ya gerisine kulak tıkamak gerek;) Hatta görmezden gelme yöntemini izlerseniz bir süre sonra söz konusu davranışta sönme gözlenecektir. Ders çalıştığımı da güzelce belli edeyim şöyleeee :))  Yeterince boş yaptım mı acaba? Bence yaptım. Saçmalardan seçmeler seansımız burada sona ermiştir. Çok güzel mesajlarım var biraz deşinizi meşgul edeceğiz. En azından benim mağaranın deşi benle doluyor :) Özletiriz inşallah kendimizi. Gözden ırak olan duadan ırak olmasın aman ha mübarekler :)
11 Ağustos 2020, İstanbul
11 notes · View notes
sanamisorcamit · 4 years ago
Text
Geçmişte o kadar incindim ki artık insanlara yaklaşmaya korkuyorum güvenemiyorum tekrar canımın yanmasından korkuyorum. Artık incinmek istemiyorum diye kimseye yaklaşmıyorum. Çok yalnız hissediyorum ama biri olunca da konuşacak şey bulamıyorum çünkü iletişimde iyi değilim. Burada bana yazan birkaç insan oldu nolur nefret etmeyin benden yanlış da anlamayın ama ben artık birine nasıl yaklaşılır bilmiyorum. Zaten bu hesap da bu yüzden ortaya çıktı yaklaşabildiğim 1-2 insan vardı onlara da her şeyi anlatamazdım yani anlatırdım ama ne kadar incindiğimi kötü ve yalnız hissettiğimi anlatmadım kendimi hiçbir zaman tam olarak aktaramadım. Annemin bazı arkadaş ilişkilerine bakıyorum bana der hatır var bitirmenin manası yok ama ben yapamam o da bu yüzden yalnız kalıyorsun der haklı. Ama yapamıyorum , sahte arkadaşlık ilişkilerine arkamdan salladığını düşündüğüm bakışlarında bana karşı küçümseme bulunan kimseye eyvallahım yok. Benim için değerli bir arkadaşım var açıkçası düşünürsek her ilişkide en çok seven benim , belki de yeterince bunu hissedemediğimden hissettirmek istediğimden. Farkındayım küçümsüyor beni , okuduğum bölümü, benim ona ilgili olduğum kadar o bana değil en son konuşalı epey zaman oldu. Mesajlaşmayı da beceremem ben konuşacak şey bulamam , bulsam da bulduğumda nasılsa onun bir işi vardır. Herkesi hoş görürüm , tolere ederim. İnsanlara soğuk yaklaşırım ama yanında iyi(?) olduğumu düşündüklerimde aptal gibi oluyorum çok fazla ilgi veriyorum sanki o da bana aynı empatiyi kurarmış gibi geliyor ama yapmıyor. Yine de her şeye rağmen uzaklaşmak istemiyorum anneme diklenen ben tıkılıp kalıyorum çünkü o insanı güvenli alanım belirlemişim inanmışım. Çok düşünüyorum acaba alışkanlık diye mi ya da daha da yalnız hissederim diye korktuğumdan mı kıyamıyorum arkadaşlık böyle bir şey mi böyleyse neden o da aynı ilgiyi bana göstermiyor? Her şey karşılıklı olmaz diye avutuyorum kendimi ama hayır , onun benden önce gelen öncelikleri var. Benim boş günüm olması hiç önemli değildi önceden de çünkü benim onun kadar arkadaşım ya da yapacak şeyim yoktu ben sorardım ona konuşalım mı diye ona göre zaman seçerdik. Yine bir şey değişmiyor beni bir araya sıkıştırıyor sonra gideceğim başkasına sözüm var deyip. En son soran yine bendim mesajı atan bendim meşguldüm olmaz dedim bir daha yazdı başka bir zaman ama konuşmamızı bile unutmuştum yine kendimden fedakarlık edip zaman ayırdım çünkü ben mesajlara anında dönen bir enayiyim ne kadar umursamıyor gibi göstermeye çalışsam da açıyorum bakıyorum. Çoğu insan şöyle der insanlar sen kendini onlara nasıl gösterirsen sana öyle davranırlar , ben bir zavallı mıyım? Ben kendime kötü davrandığım için kendimden kötü bahsederken o da mı bundan fırsat bulup o kendine diyorsa ben de diyebilirim mi diyor? Simge umursamaz , simge böyle şeyleri takmaz büyütmez lafın altında laf aramaz , simge kırılmaz , ne dersem diyeyim simge kırılmaz çünkü onun bir kalbi yok değil mi ?Simge bunu kötü niyetle söylediğimi düşünmez o çok olgun biri , hayır kötü niyetlisin ama ben o an üzülsem bile aramızı bozmamak için susuyorum içime atıyorum. Bir kere tartıştık bunu söylediğimde ağladı özür diledi ben nasıl düşünemedim ben senin umursamadığını sanıyordum dedi ağladığı için üzülmüştüm kendimi kötü hissetmiştim her şeye rağmen abartma ya falan diyordum yine iyiymişim gibi davrandım. Ben meğer ne salakmışım zavallıymışım insanlardan fellik fellik kaçar ama tutunacak dal bulduğumda aptala dönermişim. Kimseye eyvallahım yok kimseyi çekemem katlanamam kendimi üzemem derken üzüntümü içime atar bazı şeyleri halının altına süpürür olmuşum. Ben çok safım arkadaşlar mal değneğinin önde gideniyim istenen tüm ilgiyi veren kendini yanında rahat hissettiğinden eleştirip duran insanların ağzına pay veren bir salakmışım kalbimi kırsalar özür dileseler yine kendime değil karşı tarafa üzülürmüşüm.Ben hep yapayalnızım telefonu elime aldığımda whatsapptan konuşacak kimsem yok geçmişten yakın olduğum bir arkadaşım var ama yazacak hiçbir şey gelmiyor aklıma. Sanki herkese yük olurmuşum can sıkarmışım gibi , birde uzun uzun mesajlaşamam ben+
3 notes · View notes
mucizeelsanatlar-0123 · 5 years ago
Text
Sorun var !
Arkadaşlar ben artık anlayamıyorum. Farkettiysem Türkiye'de Fançizgi romancı olarak sadece ben varım. Ama yabancı ülkelerde sayamıyacak kadar çok çizgi romancı var. Bu söylediklerim animasyon içinde geçerli... Yabancıların Çizgi dizileri çok tutulup 100 den fazla dile çevriliyor, ama biz hem beceremiyoruz hemde sadece biz izliyoruz yani dile çevrilmiyor. Benim tek bir hayalim var... Animasyon şirketim olacak, bir sürü öğrencim olsun, onlara da Animasyon nasıl yapılır öğretmek istiyorum... Daron gibi... Ama çizen türk insan yokki öğretiyim !
Biz bu zamana kadar bütün ülkelerden daha güzel şeyler yaptık ama yabancılar her defasında becerimizin üstünü örtüler.
Bakın arkadaşlar " Ben kötü çizim yapıyorum ! " " Benden animasyoncu, Çizgi romancı olmaz ! " Demeyin, eğer merakınız varsa istekliseniz yaparsınız. Bende sizin gibi acemiydim ama isteğim arttı, her gün defterlere çizim yaptım ve bu kadara kadar geldim. Hatta yabancı çizgi romancıların çizdikleriyle, benim çizdiklerim farksız değil mi ? Ama tek bir fark var, onlar 20-26 yaşlardalar ama ben sadece 14 yaşındayım. Yani umutsuzluğa kapılmayın, Türkler isterse herşeyi yapabilir !
15 notes · View notes
bektassenel · 6 years ago
Text
Odamdaki saatin tik takları, evrenimdeki tek ses olarak oyalarken ruhumu, ben geceye boyun eğmiş bir adam olarak alıyorum kalemi elime. Saatlerdir duyduğum tek ses akrebin ve yelkovanın zamandaki ilerleyişinin dünyaya bıraktığı o acı ses. Acı diyorum, çünkü saat tik taklarını duyacak kadar yalnızsanız, işler çoktan boka sarmış demektir. İşte o boktanlıkta bir yerdeyim. Aylardır ne yapıyorsun diye sorsalar, yalnızca bir günü tarif etmem yeterli olur eskittiğim son yedi ayı tarif etmeye. Her gün, her gece birbirinin kopyası. Ben, dünkü  kendimin kopyasıyım. Biliyorum, şu an buraya yazacağım her şey çok öncelerden yazıldı, çok öncelerden yaşandı. Ama ben de insanım ya, ille de kendi yaralarımdan bahsedeceğim elbet. Hoş, yaralarımdan başka bahsedecek neyim var? Bu cümleyi buraya eklerken düşündüm. Sahiden hiçbir şeyim yok. İşsizlik, amaçsızlık, güvensizlik, sevgisizlik, umutsuzluk. Hayatım kocaman bir yoksunluk hali. Özlediğim şeylerden ne kadar uzaktaysam, kaçtığım şeylerin de o kadar içerisindeyim. Bana çıkar yol sunmuyor bu hayat. Yazmaktan başka, böyle ruhumun zifirini kağıtlara dökmekten başka bir seçenek sunmuyor. Başka türlü nasıl anlatayım ki kendimi. Kimse okumayacak, kimse anlamayacak ama bu kimin umrunda ki? Ben zaten yaşama devam edebilmek için yazmıyor muydum yıllardır? Evet. Cevabım elbette, evet. Bu karanlık geceye, bu zifiri dünyaya bir not bırakmalıyım tam da bu gece. Öyle intihar mektubu gibi falan değil. Bildiğin düpedüz, berbat bir yaşamın mektubu. İnsanlar ölürken not bırakırlar, ben yaşarken bırakıyorum işte. Söyledim ya, boktan bir ''yaşama mektubu'' bu. Hem ben o kadar cesur biri değilim. Birini öldürecek olsam bu kesinlikle kendim olmam. Neyse. Yazarken daha az duymaya başladım yelkovanın, akrebin zamanda ilerleyişini. Bak bir şeyler azalmaya başlamış bile. Şimdi buraya afili bir aşk mektubu yazmak isterdim aslında. Tam o yaşlardayım çünkü. Veya bir interrail treninde, bir şehirden bir şehire seyahat ederken, sırt çantamdan çıkardığım deftere geride bıraktığım şehir hakkında notlar düşmeliydim. Hiç olmadı, yarın için beslediğim bir umudu konu edinmeliydim. Ne bileyim işte... Bu dünyanın bir yaşayanı olarak, bu ülkenin, bu şehrin kaldırımlarında, sokaklarında gezerken, yaşamakla az da olsa bir alakam olmalıydı. Duygularımı böyle her seferinde kağıtlara dökmek zorunda kalmamalıydım. Hay sikeyim şu derdimi ya, diyesim geliyor ne zaman kalemi elime alsam. ''Oğlum senin hayatında hiç mi umutlu bir şeyin yok yazacak? Yok amına koyayım işte, olsa neden sürekli böyle yaşamın çirkin yanlarından bahsedeyim?'' Benim kalemimden kusursuz bir manzara çıkmayacak belli ki. Ben sizin o kusursuz tablolarınıza göre çerçeve değilim. İçimde özgürce uçuşan kuşlar, neşeyle dolaşan çocuklar, el ele yürüyen sevgililer barındırmak istemez miydim ben de? Ama yok işte olmuyor. Birileri gelip deviriyor sürekli ayakta tutmaya çalıştığım umutlu şeyleri. Umut edebilmenin kendisini umut eder oldum artık. Sığ, yavan, boktan bir gerçeklik yumağının içerisine hapsolmuş, üstelik realizmden nefret eden, bir karınca gibiyim. Ben yaşamak istiyorum, dedikçe, birileri gerçek elleriyle, gerçek kötülükleriyle, gerçek haksızlıklarıyla, gerçek nefretleriyle dokunuyorlar hayatımın bembeyaz duvarlarına. Beşiktaşı tutmam da bundandır belki biraz. Zaten yenildik bu akşam. Kaybetmekten korksaydık Beşiktaş'lı olmazd... Yok yok, bu gece klişelere yer yok. Ama ben Beşiktaş'ı çok severim, bilen bilir. Yeni staddan beri ondan ayrı kalmış olsam da, passoligi çıkaranın geçmişini s... Neyse küfür etmeyeceğim. İnsan böyle zamanla sevdiği şeylerden uzak kalıyor işte. Üstelik sevdiği şeyle kendisi arasında hiçbir problem yokken uzak kalıyor. Üçüncü, dördüncü şahısların sikik çıkarları, kötülükleri yüzünden uzak kalıyor. Bu ne saçmalık. Şu an burada küfür etmiyorsam eğer,  tam da şu an küfür okumayı hak etmeyen birilerinin bu yazıyı okuyacağını düşündüğüm içindir. Yani şu an olmasa bile, günün birinde bu satırları, günün bu saatinde küfür duymayı hak etmeyecek insanlar okuyacak. Ha bu arada, burada saat 00:27. Fonda Ahmet Kaya ''Tutuşur Dizelerim'' diye haykırıyor odanın karanlığına, bir şeyleri dağıtmak istercesine. Ahmet abi yaşasaydı beni anlardı. Zaten beni ancak, aşığı olduğu topraklardan uzaklaştırılmış biri anlardı şu an. Ölene kadar sefalet içerisinde yaşayıp, öldükten sonra değerlenen Sabahattin Ali anlardı misal. Ne acı değil mi? Düşünsenize, sizi anlayacağını düşündüğünüz herkes bir şekilde toprağın altında şu an.  Düşünsenize, tam da şimdi, ansızın ölseniz, kimseyi yalnız bırakmış sayılmazsınız. Öyle bir şeyler işte... Bu gün birinin, geçmişimle, doğduğum yerle ilgili bir sorusu üzerine şu geldi aklıma: Benim üniversiteyi kazanan arkadaşlarımın sayısı, ölenlerden ve şu an hapiste olanlardan daha az. Bunu biliyor muydunuz? Bir de bana bakın. Üç beş kayıtlara geçmeyecek vukuat dışında polisle neredeyse hiç işim olmadı. Aldığım bir iki ufak bıçak darbesi ve her gece maruz kaldığım varoluş sancılarım dışında bedenen hala ölmedim. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, üniversiteyi kazandım. O da yetmedi yüksek lisansa başladım, kitap falan yazdım hiç utanmadan. Ulan benim neyimeydi bu yol? Ben de onlar gibi yaşadığım yerin rüzgarına kapılıp gidecektim işte. Kimseye böyle boktan, niteliksiz yazılar bırakmayacaktım. Bir fotoğraf duruyor misal bilgisayarın arka planında. Sekiz sene öncesine ait. Dört kişiyiz. Bir deplasman dönüşü. Birini dört sene önce kafasından vurdular, orada vefat etti. Ben o dönem İstanbulda değildim. Belki o sıra bu şehirde olsaydım, onunla aynı masada oturuyor olacaktım. Belki... Diğeri, hepsini sayamayacağım kadar fazla suça bulaşmış, bilmem kaç senedir içerde. Öteki ise kayıp, nerededir ne yapıyordur bilmem. Biri de benim işte. Toplum tarafından hala var sayılan. Hatta bazı kesimler tarafından onaylanan. Ben. Şaka gibi. Bir başarıdan bahsedeceksek, evet bu başarıdır. Hala yaşıyor olmam, hala sicilimin temiz olması. Benim için başarıdır. Geride kalan yıllarda çok yanlış yaptım ben. Haddinden fazla, sizin tahayyül edemeyeceğinizden çok ama çok fazla. Yapmam dediğim her boka bulaştım. Olmaz dediğim her şey oldu. Hayat genellikle beni hayal kırıklığına uğratacak şekilde cereyan ediyor. Konu nerde bitecek, ben nerde kapayacağım çenemi? Bilmem. Bana neden tahammül ediyorsunuz ki zaten. Siktiri boktan bir kaç sayfa işte bu okuduğunuz. Edebi değeri yok, gündelik hayatınızda da hiçbir işinize yaramayacak burada okuduklarınız. Hiçbir sınavda, hiçbir ikili ilişkinizde hiçbir şeyi lehinize çevirmeyecek burada yazanlar. Öylesine bir adamın, öylesine karaladığı, arka arkaya dizilmiş anlamsız kelime öbekleri bunlar. Yaşadığım hayat gibi yani. Alper Gencer'e sığınacağım birazdan. Geçen kış aynı gün, aynı fuarda imza günümüz vardı. Utancımdan standına gidip imza isteyemedim. Sonra insanlar, nedense, benden imza almaya geldiler, daha çok utandım. Yüzüm kızardı. (Ulan ben ne yapmış olabilirim ki bu insanlar benim için kalkıp buraya kadar geldiler, diye sorup durdum kendime fuar boyunca.) Keşke Alper Abinin standına gitseydim diyorum şu an. Konumuzun bununla bir ilgisi yok elbette. Ama madem pişmanlıklarımızı anlatıyoruz bu gece, bunu da araya sıkıştırayım dedim. İşte böyle arkadaşlar. Bıraksalar sabaha kadar böyle manasız şeyler anlatırım. Yaşamın boktanlığından, hayatın falanından filanından bahsederim. Hiç de yorulmam he. Aksine dinlenirim. Rahatlarım. E şimdi seni tutan mı var sanki diyeceksiniz, yok elbette. Ama keşke olsaydı lan. Arkadan bir ses yükselseydi misal. Hadi kapat şu bilgisayarı, kahven soğuyor deseydi. Kahveyi sütlü, şekersiz sevdiğimi bilseydi. Fonda çalan Ahmet Kaya'ya eşlik etseydi benimle beraber. Arada ağlayıp, arada bir şeylere gülümseseydik. Ben mesela, kimseye anlatamadığım şu boktan hikayelerimi onun eteğine dökseydim. Yapabilseydim bunu. O balkondan dışarıyı seyrederken, ben dünyayı, geçmişimi, insanlığı affedebilseydim. Her şeyden önce kendimle aramı düzeltseydim. Bak lan, deseydim, karşında duruyor işte senin ilacın. Kalk ne yazacaksan onun için yaz. Düşeceksen onun için düş. Yerle bir olacaksın zaten, bir kere de onun için ol. Hem yerle bir olmak da değil ki bu... Gülümsüyorum. Olacakla olmayacağın ayrımını yapamıyorum ben böyle bazen. Sen kimsin ki, kim niye senin hayatına tahammül etsin lan. Kendine gel oğlum. Hem bak Alper Gencer bir şiirinde ne diyor: ''Ölmüş bir süvarisin, atın hala koşuyor.'' İşte öyle...
296 notes · View notes
kinyasvekayra · 6 years ago
Text
Kimse kimseyi anlayamıyor..
Bir kaç gün önce yaşadığımız bir olayı aktaracağım arkadaşlar. Kadıköy de, çok sevdiğimiz dostlarımızla beraber oturduğumuz bi mekan vardı. Nerdeyse her hafta buluşuruz birlikte çeşitli şekillerde eğlenirdik. Grubumuzda bir çift vardı. Geri kalan hepimiz sallantıda olan şeylere ilişki diyorduk. Hepimizin ailevi sorunları vardı. Bütün bi arkadaş grubunun tamamının ailevi sorunları vardı. İnanılır şey değil ama bu gerçek. Neyse yine buluşmuştuk sonuç itibari ile, Grubumuzda yaş kısıtlaması gibi saçma bişey yoktu. 16 yaşında insanlar da vardı, 20 yaşında insanlarda. Ve hiç birimiz birbirimizin arkasından olur olmaz konuşmuyorduk. Bunu biliyorduk hepimiz. Buna inanıyorduk. Hepimiz birbirimize gerçekten bağlıydık. Birimiz hariç. Dediğim gibi hepimizin ailevi sorunları çalkantılarla dolu sosyal yaşantıları vardı ama yalnızca aramızda bir kişinin herşeyi yolundaydı. Her konuda istediği gibi davranıyor, istediği şeyi yapıyor, istediği yere istediği zaman gidebiliyordu.Kimseye karşı bir sorumluluğu yoktu. kimseye boyun eğmezdi. Kimseye hiç bir şey için hesap vermek zorunda hissetmezdi. Hepimiz onu çok seviyorduk ama o buna inanmıyordu. Kendini bu dostluğa layık göremiyordu. Sevgimiz ona kendini yalnız hissettiriyordu. Bazen sırf bu yüzden bize kötü davranmaya, bizi hayatından çıkartmaya çalışıyordu. Kafasının içinde sesler olduğunu söylemişti bir keresinde ama grubun keyfi yerinde olduğu için hiç birimiz umursamamıştık bu söylediğini. Gülüp geçmiştik. O öylesine boş veriyordu ki, neredeyse grubumuzun siktir etmişi gibiydi. Bu sıfatı hak ediyordu. Hiç bir şeyi kafasına takmazdı. Yediği dayaklari, duyduğu hakaretleri, içtiği uyuşturucuyu, mahvolmuş ciğerlerini, kırık el kemiklerini, sevilmemeyi, hor görülen olmayı. Hiç birseyi. Umursamazdı. O gün yine hep beraber oturup sohbet ederken grubu tamamen sessizliğe davet etti ve bir konuşma yapmak istediğini söyledi. Masaya bir kağıt bıraktı. Ben bitirince açıp okuyun dedi. Hepimiz kafalarımızı sallayarak onay verdik. Hatta bunu söylerken o kadar ciddiydi ki yan masada oturan bazı kişilerin bile dikkati bizim masamıza kaymıştı. Bakışların odak noktası olmayı sevmediği için sesi ilk andaki gibi yüksek ve gür çıkmıyordu artık. Usulca anlatıyordu. Ne anlattığını duymuyorduk. Ortam sesi onun sesini bastırıyor, yok ediyordu. Bağırarak anlatacağı şeyleri fisildayarak konuşuyordu. Beş dakika geçmeden herkes onun birsey anlattığını unutup kendi arasındaki konuşmasına geri döndü. Çifte kumrular öpüşüyordu. Masanın kenarında sahnedeki solisti dinleyip hüzünlenen bi kaç kişi vardı. Elinde telefonla sosyal sitelerde gezenlerimiz vardı. Ve bütün hepsinden kopmuş. Dertlerini fisildayarak anlatmaya çalışan o vardı. Hiç susmadi. Şarkı çaldı, o konuştu. Sigarası bitti, başkasına yaktırdı. Bir ara herkesten soyutlanip onu gerçekten dinlemek istediğimi fark ettim ve masaya dirseklerimi koyup çenemi avuçiçime dayadım. Kafamı kaldırıp ona baktım ve o anda sustuğunu gördüm. Bi anda göz göze gelmiştik ve o susmuştu. O susunca ve devamlı birşeyler anlatır gibi hareket eden elleri iki yanına düşünce bütün masa ona döndü tekrar. Hepimizin gözlerine tek tek baktı. Hiçbirimize dokunmadan hepimize birer tokat attı. Haklıydı. Hiçbirimiz umursamadık o anda onun söylediklerini. Ne olduklarını bile merak etmedik. O an anladım kötü birşey olduğunu. Gözlerimin içine baktığı zaman içimde hissettigim o buruk, biçare, babasız çocuk hüznü onu anlamamı sağladı. O bugün bize veda etmeye gelmişti yada artık veda zamanı geçmişti. Derken sesi yükseldi. O kadar ki tam on masa ilerde oturan yaşlı kadın bile sesi duyup arkasına döndü. Bize baktı. Mahcubiyet ile başlarımızı sallayarak af diledik ve ona bakmaya devam ettik. Küfür ediyordu. Ağız dolusu küfürler ediyordu. Onu susturmaya, yerine oturtmaya çalıştık ilk önce. Başaramadık ve onu kapıya çıkarmaya karar verdik. Soğuk hava ona iyi gelir diye düşündük ancak dışarıda da bize olan öfkesi dinmedi. Elini iki beline koydu. Bacaklarinin birini titretmeyi kesti. Dişlerini sıkmayı bıraktı. Gülümsedi. Dişlerinin gıcırtısı yüzünden dişlerim kamaştı ama ona yapma diyemedim. Öylesine şairâne dikeliyordu ki; bu adamın bir portresi yapılmalı diye düşünüyordum tüm bu olanlara rağmen. Sigarasından bir duman daha aldı. Nefesini verdi. Sigaranı rastgele salladı ve sokağın kenarında ki kaldırıma oturdu. Ona bakıyordum. Yanına yaklaştım. Ne olduğunu neden böyle yaptığını sordum. Cevap vermedi. ‘’Derdin ne lan’’ dedim. ‘Lan’ denilmesinden nefret ettiğini bile bile bunu bile denemiştim. Ona baktım. O kadar uzun süre baktım ki epey sonra daha fazla dayanamayıp konuştu. “Bakma öyle bana. Benim beynimde kokain var, şimdi onu çekiyorum” Dedi. Bi kere daha sustu sonra. Hiç konuşmadık. Ben ona birşey söylemedim. Gruptan kimse kalmadı o soğukta onunla. Oturdu. Onun önünde dikelip onu bekledim. Çok bekledim onu. Ne derdi varsa anlatsın isterdim ama onun lugatında dert anlatmak yoktu. En azından duyulacak şekilde anlatmak yoktu. Belkide son defa birilerinin onu dinlediğini düşünüp anlattı birşeyleri. Onda da biz ihanet ettik ona. “Kalk içeri gidelim artık. Bizi merak ederler” dedim. ‘’-Etseler gelir bakarlar.’’ Kaldırımdan hiç kalkmadan konuşmaya devam etti. Kendi kendine mırıldanmaya başladı. “Benim kumbaram da üç lira seksen dört kuruş vardı. -Çıktım o parayla yoluna girdim.- Bir lirayı sana gelirken harcadım. Bi liraya seni beklerken sigara aldım. Bi lira sizin sokakta, gece vakti dayak yerken çalındı. Benim senden girmeye yetecek param kalmadı.” Yaklaşık bir saat kırk beş dakika bunu tekrarladı. O süre boyunca oturduğumuz mekanda actırdığımız votkadan bikaç sek almak için aşağıya inişlerim hariç onun başından hiç ayrılamadım. Ona üzülüyordum ama daha çok onun bu haline endişeleniyordum. Kendine zarar vereceğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. ‘’Hadi artık içeri girebiliriz, ben hazırım’’ Sigarasını iki parmağı arasından hızlıca fırlattı ve yerde sektirdi. Içeriye girdiğimiz zaman bizim masanın iyice kendini kaybettiğini gördük. Masanın başında olan kanepelere oturduk, o geriye yaslandı ben ona yaslandım. Dışarıdan birisi bu hareketlerimizde art niyet araya bilirdi ama bizi herkes bilirdi. Biz sevgililik gibi aptal bir şey ile bu dostluk bağlarını kaybetmezdik. Bişey söylemek istediğini söyleyerek doğruldu; bana baktı ve gülümsedi. Masaya uzandı küllüğü önüne çekti, gömlek cebinden sigara çıkarttı, sağına soluna bakındı. Çakmak arıyor gibiydi. Elini arkasına attı ve tuttuğu şeyi şakağına dayadı. Çakmak zannedip Önemsemediğim o şeyin tabanca oluşu soğuk duş etkisi yaratmıştı üzerimde ve şu anda olanaksız denilen şey oluyordu. En ‘’vurdum’duymazımız’’ en ‘’boşvermişimiz’’ En ‘’güçlümüz’’ nispet yapar gibi, gözlerimizin içine baka baka gülümseyerek, intihar ediyordu. Daha biz ne oluyor, yapma sakın! diyemeden, “bari şu boku okusaydınız ulan…"dedi ve gözlerindeki buğulanmayı silip tetiğe asıldı.Kafasında bi delik ve o delikten sızan dumanla elimin altında kalmıştı. masada duran başına dokunmak için elimi uzattım ama çığlıkla ayağa kalkıp bağırmaya başladım. Okan’ın elimi tutup beni kendine bastırışı yüzünden onu bi daha göremedim. Çok istedim ama ölü bedenine dokunmama kimse izin vermedi. Buna polis memurları intihar vakası dedi, telsizlerinden anons ederlerken bu terimi kullanmaları o kadar gücüme gitti ki, daha fazla dayanamayıp o intihar etmedi diyerek biraz ötede dikelip telsizden anons geçen polislerden birine koştum. ‘’-Birşey itiraf etmem gerekiyor. +Seni dinliyorum küçüğüm! -O zannettiğiniz gibi intihar etmedi. Onu biz öldürdük. +Silahın tetiğine siz mi bastınız? Onu siz mi vurdunuz? -Hayır, ruhen yani. Bu da bi çeşit cinayet değil midir ? +Sanmıyorum.’’ Okan tekrar yanıma geldi. ‘’Hadi seni eve bırakalım, bizde eve geçeceğiz’’ dedi ve kolumdan tutup zorla yürütmeye başladı.  Başından masaya dağılan ve yerdeki kirli, kül dökülmüş parkelere damlayan kanlar, gözümün önünden gitmiyordu. Bundan kurtulamıyordum. Uykularım. Öfke nöbetlerim. İnsanlara olan nefretim. Haddimi aşmıştı. Bu bedene sığamıyordum. O görüntüler küçük gözlerimde büyüyordu. Kabuslarım oluyordu. Vaveylalarımı anneme bile duyuramıyordum. Bundan kurtulamıyordum. Herkes hayatına devam etmişti. Ben o masada oturup elimi onun başına uzattığım anda tutsak kalmıştım. Ona dokunamamıştım. Bütün bu olaylardan üç ay kadar sonra annesi beni aradı. Benimle konuşmak istediğini, bana çok önemli birşey vermesi gerektiğini söyledi. Özel olduğunu diğerlerine söylememem için benden söz istedi. Bi salı akşamı iş çıkışı gidip annesiyle birer bardak Türk Kahvesi içtik ve bana vermek istediği şeyin ne olduğunu -güçte olsa- sordum. Bana o gün masa da duran mektubun temize çekilmiş bir kopyasını verdi. Önce ne olduğunu anlamadım ve bu kağıdın ne olduğunu sordum. Yanıt vermemiş olması, kağıdın ne olduğunu anlamama yardım etti. Bu sükunet hayra alamet olamaz diye düşündüm. Az önce bir anne, dünyadaki en sevdiği insanın, oğlunun intihar mektubunu, hiç tanımadığı birine emanet etmişti. Biraz bakakaldım, elimdeki katlanmış kağıt parçasına. Üzerinde bir kaç damla kurumuş gözyaşı olduğu belliydi. Acaba onun bu mektubu ağlayarak mı yazdığını düşündüm. Ama bu fikirden çabucak uzaklaştırdım kendimi çünkü o kibirli, bencil, gözü kara, yeterince vazgeçmiş biriydi. Son sigaranı içerken bile ağlamayan biri, intihar mektubu yazarken nasıl ağlayabilirdi ki… Kesinlikle bu gözyaşları annesine aitti. Kafamı kaldırıp mahcup gözlerle annesinin gözlerine baktım. Ağlamaktan şişmiş gözleri, öfke krizleri sonrası gelen uyku ve geceleri yaka silktiren uykusuzluk yüzünden oluşmuş kan canagi göz içleriyle beni süzüyordu. "Oku. Sana yazmış bu mektubu. Bana değil.” Bi annenin ağzından çıkabilecek en ağır cümleler bunlardır her halde diye düşündüm kendi kendime. -Düşünün ki oğlunuz intihar etmiş ve ortada bir mektup var. Ama bu mektupta size yer yok. Bu çok başka bir cinayet çeşididir.- Katlı kağıdı açtım ve okumaya başladım. Daha ilk cümleyi bitirmeden gözlerim dolmuş, dizlerimin bağı çözülmüş, nefesim alış verişi kesmişti. Burnumun üzerinde bir yanma hissiyle okumaya devam ettim. “Sevgilim Ceren.’ Diye başlayan bir intihar mektubu bırakıyorum sana. Beş yıldır söylemek istediğim cümleyi gittikten sonra duy istiyorum.
Kendini suçlama, bu gece beni dinlemeyeceğinizi adım gibi biliyorum ama bu gece size intihar edeceğimi itiraf edeceğim. Beni dinlerseniz bunda ne kadar ciddi olduğumu yarın sabah dokuz suların da annemden gelen bi telefonla öğrenebilirsiniz. Ama bahsimi dinlemeyecegğinize oynuyorum. Dinlemezseniz, orda oturup sigaramı yakmak için Çakmak aradığım bi anda hepinizin gözlerinin içine bakarak yapacağım bunu. Beni dinlemediginiz için şimdiden teşekkür ediyorum. Annemin beni o halde görmesini hiç istemezdim.
Ceren, bu mektup herkesten çok sana.
Bana mağaralar ve karanlık, Sana papatyadan taçlar ve Güneş.
Bana küfürler ve yalan, Sana gûfteler ve şiir.
Bana çivi yatakları, Sana güzel dudaklar,
Bana tenhalar ve kavga. Sana istiklal ve Dağlar.
Ah! Bu dünyanın seni sevişi. Nasıl bir yangınsın ulan.
İçim alevler içindeyken, Gözümün önünde donarak ölen ben”
- Alıntı
9 notes · View notes
senkilomuverdin · 6 years ago
Text
sabahın köründe beyler kalkın sigara saati beyler sigara saati diye bağırarak hastaları uyandıran personel abinin sessine uyandım! sonra odam sigara kokmaya başladı! beş boyutlu bir deneyimdi! Uyanır uyanmaz aklıma sabah namazı geldi. Çünkü bissürü namaz kılan var. Mehdi çoğu. Bi tanesi libyalı, benim hasta, annesine demiş ki iyi çocuk bence o da israfil aleyhiselam ama sakın söyleme! çünkü benden saklıyor mehdi olduğunu.  tabuurcu edeyim diye. abi mehdisin saklama bırak bu ayakları şeklinde konuşmalarımız oluyor. 
  Çok bipolar var serviste. Sigara kokusundan sonra bok bok din muhabbetlerinin sesi geliyor kendi aralarında yaptıkları. Ben geriliyorum. Bipolar muhabbeti biraz sıkıntı ego tavan!(iki mehdi tartışıyor) Din muhabbetleri içimi sıkıyor. Oysa şizofren hastam Bülent öyle mi, 1 aydır benle, bülentin muhabbet efsane. sen arsenali biliyor musun en iyi takım arsenaldir bi de  irlandalılar var mesela! diyip gidiyor. Dağınık konuşmalar. Gelip şey diyor açıklamasız, marmarisin bilmemne ilçesi var bilir misin orayı? ya da daha anlamsız şeyler. Kendisi şizofren olduğu için pek muhabbet kuramıyor konuşması bozuk. Ama böyle bi iki cümlelik absürd şeyler sormak ve abuk sabuk anlamsız laflarla götürüyor. Genç bi arkadaş yaptı umut sarıkaya karikatüründeki gel gezelim gibi omuzlara elleri atmış öyle geziyorlar. O çocuk da geldi bana mesela kıyametten sonra ne oluyor diye sordu. Uyku saati olmuş amk! Ne bileyim ben.
Bülent ilk geldiğinde böyle sakin değildi. Bu pennywise mı ne kafasının ortası kel palyaço varya onun gibi kafasının ortası kel. Suratın kalanı da korkutucu. Anneyi fena dövüyormuş. Üstünde zıplıyormuş. Çorlu’da hastaneye götürüyorlarmış orda tutamıyorlarmış çevreye saldırıyormul hep. Bu yüzden paso bize sevk oluyor son yatışlarında. Bize geldiğinde tam 4 hafta bana bağırdır. Onlar afgansa bana ne ya! diyordu mesela. Ağır paranoyalar. Beni askere getircekler polis bilmemne yapcak falan. Sürekli bana bağırıyor. Ben de bağırılmasını hiç sevmem. Geliyor bağırıyor peki bülent bey diyorum arkasından açıyorum telefonu bülente bilmemne iğnesi mi yapsak emine abla!
O dönem baya içim karardı ve saldırgan şizofrenlere nasıl yaklaşmalıyız diye bi makale okumaya çalıştım. İyice içim karardı. Bu seni annesi yerine koyuyor falan diyor kitap. Hakikaten de hem ekmek istiyor(akıl hastanesinde sıkılınca ekmek kemirmek diye bir hasta rutini var, küçük halk ekmek tarzı ekmekçikler oluyorya poşette.) hem bağırıyor. Annesiyle ilgili de hayat kadını falan diye düşünceleri var. Makaleden yanlış da anlamış olabilirim diyor ki sen buna iyilik yapcam diye annesi olmuşsun! seni de dövcek. Sonra bunda hiç düzelme olmayınca EKT’ye gitti. Oha adam çiçek gibi oldu. Şimdi o dönem girdiğim triplere bakıp gülüyorum. Yolda karşılaşınca birbirimize çak yapıyoruz falan. Son nöbet çok güzel geçti. Eskiden mesela karate filmlerine falan takmıştı, sürekli van dam bilmemne öldürcekler işte, rambo açtırıyor zorla tv saatinde sonra beni afganistana götüremezsiniz diyor. En son şey dedi işte o filmler insanın aklını kontrol ediyor izlememek lazım. Tv’deki Rambo filminden kendisine Afganistan göndermeleri yapıldığını algılaması Erdoğan benimle konuşuyor diyen AKP’li hastadan daha orjinal!
Çok efendi bi bonzaici var sürekli öne eğilip düğme ilikleme modunda hocam nasılsınız iyisinizdir inşallah. Nöbette benle de görüş dedi!(normalde kendi hastalarımı görüyom nöbetlerde). İyi tamam falan bu bi konuşmaya başladı. Allahım dersin ki bu adamın burda ne işi var efendilikten ölcek. Herkes pezevenk kapattınız beni buraya sabah akşam iğne yiyorum taburcu edin modundayken bu adam diyor ki hocam bazen düşünüyorum bu devletimiz ne kadar iyi hiç zorunda değilken getirmiş bize burda yemek veriyor ilaç veriyor. Hocam bakın gırla ilaç alıyoruz bu ilaç bedava değil! sonra sizi getirmiş her gün koşturuyorsunuz bizler için. Hocam bu bonzai zaten hiç iyi bir madde değil geldim buraya böbreklerim karaciğerim rahatladı hissettim resmen. Çok fena bir madde. bakın benim bir sürü şehit arkadaşım var benim fotoğrafım çıktı şehit arkadaşımla habertürkte gastelerde hep türkiyenin her tarafında benim fortoğrafım çıktı bu bi gururdur. Sonra 15 temmuda bayrağımızı indireceklerdi ben o adamı vurdum. Deniz müzesinde heykelim var orda plakette yazıyor bayrağımız indiren adamı vurdu diye. Bunlar hep benim için gurur kaynağı güzel şeyler. İnşallah siz de hocalarımız bana yardımcı olursunuz ve biz bu bonzaiyi yeneriz hocam ne yapabiliriz yardımcı olun bana. Ve çok mutluyum o kadar hasta içinden beni seçip muhatap alıp gelip böyle konuştuğunuz için. HAyır bir kere ben seni seçmedim ki sen kendin tutturdun hocam konuşalım diye. Neyse yani süper adamdı. Bi de bonzaiciler hep böyle bordo bereli özel tim olduklarını sanıyor kıyamam:( serserinin tekisin mahallede ama içinde gerçekten düzgün ve faydalı olmaya yönelik samimi  bi istek var, ben böyle yorumluyorum. Yani o yaşta gencecik madde aldın diye akıl hastası olmak fena bişey. O genç adamlara has bütün hayallerin umutların işte doldurmak isteddiğin şeylerhedefler falan içinde patlıyor. Diyor ki mesela hocam bonzai çok kötü bize mahallede kötü gözle bakıyorlar. Ama şey absürd tabii, e böyle düşünüyosan niye geldin buraya zorla kapatmışlar seni! ama yok sorsan hocam saçmalamayın burdan çıkar çıkmaz bırakıyorum bi daha da işim olmaz ilk iş bbırakıyorum.
Ben de diyorum ki hacı dediğin doğru olsa ben süper bi doktor olurum yani, bonzaicileri yatırıyorum yatırıyorum hepsi iyileşiyor! Mis! bi tane de eroinman abi var hurdacı, o da benim yanımda annesiyle duygusal bi an yaşadılar ağlayıp annesinin ayaklarına kapandı falan. There will be blooddaki sahne aklıma geldi, pederin ayaklarına kapanıyorya yalandan. Belki de tiyatro değildi bilemem. Dursun da çok acaip adam. Bi bonzaicim daha var bordo bereli olduğunu düşünen, ama o daha tetikçi gibi, speşıl forsıs dark opereyşıns tarzı, onun mesleği de gümrükten bilmemne oldu ayapına sahte parfüm satmak. Onu da çok ilginç buluyorum. Yüzü hep böyle çizgiler içinde, yüz çizgisi yaşlılar gibi. o da beni tehdit ediyor şu kadar gğne taburcu olmazsam beni tutamazsınız diye, halbuki efendi, ben de firar riski koymuşum bahçeye çıkarmıyorlar. SOnra unuttum. Bunu çıkarmamışlar kızdı bana hocam burda bizi hayvan gibi hapsediyorlar üstelik sizin isminizin karıştığını duymak buna çok kırdı beni ben her dediğinize uyuyorum burda iğnelerle her gün delik deşik ediyosunuz sesimiz çıkmıyor. Yanlışlık oldu falan dedim de küstü sanırım.
emine ablayla elazığlı bi abiyi gördük ilginç şeyler anlattı onda not  almışı: (Adıyaman’da türk petrol ofisinde çalışıyor. Bir süredir iş yaptırmıyor ofiste öyle oturuyor. HAstalığı var diye iş yaptırmıyorlar zaten yakında malulen emeklilik için günü dolacak.KArısından ayrılmış tek başına pansiyonda kalıyor adıyamanda zaten bi bok yokmuş bütün gün işte otur eve gel otur arada parka çık çok daralıyormuş) (işyer,nde saldırganlık oluyormuş işte komplolar var falan sanyor) Muhbirlik ağı çalışmamıziı internette ne yaptığımızı takip ediyor bilgi işlem. 24 yıllık personelim iş yaptırmıyorlar, oda vermiyorlar, ötekileştirme. (burda emine abla e niye böyle diye soruyor) Sol elimle cam kırdım askerde kimyasal uyguluyorlar diye (e ne alaka işyerinle diye soruyor abla. ) Aynı devletin şirketi. Eli temiz değil geçmişte TPO çalışanları kaybolmuşlar. FIrın gibi bir yer var mesela iş eyrinde, Orada herhalde insan öldürmüşler yakmışllar ki şimdi ziyaret gibi bir yer olmuş. Kadınlar gelip ekmek bırakıyor (sonra galba cam kırmasını biraz daha anlattı falan derken bi anda başka bişeye geçti)
Karaköyde duvardan atladım kadın böbreğime şiş saplaardı. SAbunun üstü insan derisi gibi epitel gibiydi onu merak ettim arkadaşlarım vardı laboratuvarda onlara göstermek için şapkamda sabunla gidiyordum. Alman bayrağı olan bi bina almanların falan herhalde yani laboratuvar. Oraya giderken peşime biri düştü kerhaneye gireyim de kendimi kurtarayım dedim duvardan atlöym artvinli bi kadın çıktı karşıma yani ben artvinli olduğunu düşündüm gel gel dedi şişle örgü örüyordu normalde 200 marksa ben iki kere yaparız diye 400 verdim şişle böbreğimden şişledi yangın olmuş yine kaçtım duvardan atladım ablamın evine döndüm. Göz hastanesinde gözüme HCL damlatmaya kalkıştılar. Orda yanlış isim verdim abdurrahmna dedim ölmüş birinin ismi(gülüyor. Bi kaç kere daha güldü de güldüğü yerleri yazmadım)
BEn bu hastayı da baya seviyorum. Sonrasında kızıyla tanıştım 20 yaşında hoş bir hanımdı. Tabii etik açıdan öyle bişi yapmam ama bütün gün adam gördükten sonra kafamda oo kadın geldi tarzı düşünceler oluşmadı diyemem bir taraftan da kız ağlıyor falan duygusal bişeyin içindesin. Ama süslü topuklu giyen parlak kırmızı bi üstü vardı kırmızı ojeler tabi elazığlı oldukları için esmer bi de yüzü de işte kemikli falan babasının hatları. Kız ağlıyordu işte babam hiç olmadı hep çocuğum gibiydi bakıyorduk ona diyor. Babamın hiç olmamasına değil ama onun hiçbi zaman normal bir insan gibi olamayacak olmasına üzülüyorum dedi. babayı boşamış anne adamı kaderineterk etmişler. Kardeşleri de eh işte. Manyak anneisnin yanına köye geri yollıycaklarmış. KArdeşleri karısının adamın parasını falan kullandığını söyledi pek bişeye kafası basmazdı o kadının bizim adamın ilgi alanları vardı falan dedi. KArıya kıskançlık da var buarada(belki gerçektir ne bileyim.) Kız da bi şehirde okuyormuş işte şimdi. Babasını ararmış eskiden sık sık artık pek konuşmuyorlarmış. ZAten konuşcak şey bulmakta güçlük oluyormuş(şizofrenlerde oluyor böyle benle de bissürü awkward silence oluyor paso. Muhabbet etmeye çalışıyorum olmuyor falan.), restorana falan gidince de herkese sinirleniyormuş herkese kızıyoromuş utanıyormuş kız. Ama artık kendimi ön plana koyuyorum kendi hedeflerimi şey yapıyorum falan diyordu.(aferin amk.).
Öyle yani. Bi de dokunma muhabbeti var arkadaşlar dokunulmayı seviyor. Paso el sıkışıyoruz. Ben de oo samimiyet şeklinde fena alıştım, herkesin omzuna dokunup duruyprum. Omuzları elleyip söyle abi diyorum yanıma gelene. Öyle alıştım ki bi kere hasta yattı daha muhabbetimiz yok bişeyimiz yok hemen tamam takma kafana diye attım eli omza. Noluyor lan dedi adeta. Ters tepti! Ama onra o adamla da kanka oldum! kendisyle risperdal dozu tartışıp duruyordum! risperdal süper ilaç obama çıktı söyledi ama yerli risperdal tayyibindir tayyip çıktı bunu alın dedi diyordu. Dozu da ben kuran okudum bu kuran okuyan insan bilir bu doz olayını diye azaltıyor. İki hafta falan doz tartıştık! sonra amerikan kitabında risperdli bi okudum 4 olur diiyor! tamam ulan dedim bak sana sekiz yazdılar ama anlaşalım 4 al! ve anlaştık! sonracıma bi tane de panik ataklı abi vardı bu da işte tam annesi yaptı beni, yani hep yapmış poliklinik notları da öyle, fenalaşınca bana geliyor gözüm sizi arıyor hocam diye, fenalaşınca elimi sıkıyor bacağımı okşuyor! temas olayı orda iyice coştu! bunu da karısı boşamış panik ataktan çalışamıyor diye, üzülüyor ben napıcam yapamıyor olmuyor karım benle barışmak istiyor ama ben de o cesaret yok. O adama noldu acaba?
Doktor arkadaş yapamadım pek, kantine çıktım mesela baktım konuşmadan kenarda duruyorum döndüm hasta dinledim anasını satayım. Çünkü gerçekten güzel bir günde bizim servis tam bir kankalar kulubü! tamam taşak geçeni samimiyetsizi de var ama hastalar olmasa cidden sıkılmış istifa etmiştim çoktan . Bizim servise şizofren diil de anksiyeteli falan yattığında çok mutlu. O kadar hasta adamın arasında sen azcık normal olunca star gibi takılıyorsun. Belki bi anksiyeteli olarak bu hoşuma gidiyodur, akranlarımın arasında tutunamazken hastalar arasında hep konumumun iyi olması. Bi kere doktorusun en basiti. Hoşuma giden o üstünlükse kötü:( yani özgüvensizliğimi şey yapmak için burayıı seviyorsam.) NE hoca var ne bişi yine hastalardan öğreniyon yine onlar sahip çıkıyor sana aferin iyi doktorsun falan dediğinde kalasın oluyor ve mesela haftasonu nöbetinde bahçelerin ağaçların arasında servisinde tamamen başbaşa kalmışsın işte elemanlarla uzayın ortasında unutulmuş bir binada sonra eve dönerken düşünüyorsun lan ne acaip adamlardı.
17 notes · View notes
ozgurceyaziyorum · 6 years ago
Text
bahtsız bedevi olmak zor bana hiç sordunuz mu sen ne yaşadın diye
Eveeet!! Bir milyon yıl sonra buraya yazıyor olmak ne kadar da ilginç... Yine benim küçük kitlemin asla umrunda olmayan ama benim hayatımı siken insanlardan, olaylardan ve düşüncelerimden bahsedeceğim size. Bu yazıyı okumak size ne katar bilemem ama ben bunları yaşarken baya bi tecrübe kazandım. Okurken bence eğlenirsiniz. Çünkü ben yaklaşık bir saattir geçmişteki yazılarımı okuyup okuyup kendime gülüyorum, ne güzel sövmüşüm, ne güzel laf sokmuşum diye kendimle gurur duyuyorum. Ay amaaaaan naparsanız yapın bee anlatması benden es geçmesi sizden.
Yani gerçekten bahtsız bir bedeviyim. Çölde kutup ayısına rastlayan o salak kişi benim. Üzerimdeki şanssızlığı şöyle anlatayım sizlere. Şemsiyenizi yanınızdan hiç ayırmazsınız şöyle 3-5 ay falan ama havanın 89 derece hissedildiği günde evde bırakırsınız ya hani. O gün yağmur yağar mucizevi bir şekilde ve ben it gibi ıslanırım sokakta. Bendeki öyle bir şanssızlık öyle bir bahtsızlık.
Geçmiş yazıları okudum dedim ya hep aynı olaylar abi hepppp... Yani kaç yıl geçti hala aynı kazıkları yiyorum. İyi insan olmak çok zor annecim napıcaksın....
Yaşadığım azıcık olaylardan bahsedicem bu bir milyon yıl görüşmediğimiz süre içinde. 
Öncelikle birçok kız türü gördüm. Bakın arkadaşlar bir erkek arkadaşınız varsa- normal bir arkadaş. flört değil, manit hiç değil, just friend- NEDEN ONU OTTAN BOKTAN KISKANIYORSUNUZ YA????????? Geçtiğimiz aylarda bir çocuk girdi hayatıma. Normal bir arkadaşım. Bakın normal diyorum ya flörtüm değil hoşlandığım değil sevgilim zaten değil. Kız arkadaşları bir saldırdı üzerime. Sürekli laf sokmalar, göz devirmeler, kıskançlık krizleri. Peki ben naptım? HİÇBİR ŞEY. Dua edin ki duygusal bir boşluktaydım kızlar. Ailevi problemlerim vardı, hastam vardı, ölüm haberi almıştım, okulum bok gibiydi, bilmem kaçıncı yıla uzuyordu artık. Cidden dua edin yani. Yoksa bitmiştiniz siz...... Sinsiler sizi. Siz yılansanız ben çift başlı yılanım. Hepinizi ayrı sokarım ruhunuz duymaz. Arkadaş arkadaşı kıskanır mı? İnsan insanı kıskanır mı? Gavatlık varken kıskançlık niye? Amaaaan hepimiz geniş olalım ayol. Hanımcılıkmış oymuş buymuş boşverin. 
Şaka bir yana cidden neden arkadaşınızı kıskanırsınız anlamıyorum. Abi size ne ya? Siz kim oluyorsunuz da ortada fol yok yumurta yok kıskanıyorsunuz? Böyle çocukluklara cidden gerek var mı? Belli bir yaşa geldik neden el ele verip medenice davranamıyoruz? Neden problemlerimizi konuşarak halledemiyoruz? Neden bu kadar kin, nefret, öfke...
Başka bir konuya değinecek olursam. Hayatta inanmadığım nadir şeyler vardır. Neden nadir diye soracak olursanız hemen anlatayım onu da. Hayat bu yani, ne zaman ne olacağını bilemezsin. Olmaz dersin olur, kesin olur dersin valla olmayıverir kalırsın ortada göt gibi. O yüzden olmaz deme, hayırlısı de geç. Ama inanmadığım şeyi hemen söyleyim şimdi. Bu güne kadar hangi erkek arkadaşım bana gelip ‘’Bir kız için seninle aramı bozmam!’’ dediyse valla bozdu. Böyle beni geliş fiyatımın altına BATIYORUZ başlığı altında satıverdi. İnanmam yani bu lafa artık. 
Sevmenin bokunu çıkaranlar var mı aranızda benim gibi? Ben cidden birini sevince işin tadı kaçana kadar seviyorum. Karşımdakini ilgi manyağı, ruh hastası, sevgi yumağına döndürüyorum. İçim titriyor artık bakarken. Üzülecek diye aklım çıkıyor. Canımı onun canına katasım geliyor. Kafayı yiyorum ve her şeyin farkında olarak yapıyorum, asla kendimi durduramıyorum. Bu durumdan dolayı da korkuyorum. O kadar uzun zamandır sevgilim yok ki... Sırf bu korkularımdan dolayı. Ya onu üzersem, ya onu kırarsam, ya biri ona bir şey yaparsa diye ne zaman biriyle sevgili olacak olsak ben hooop kaçıyorum. Bahaneler bahaneler. Gözünün üstünde kaşı var diyip hayatımdan silip atıyorum. Sonra acımdan kahroluyorum ama diyorum ki ona bir şey olmasın ben kendi acımda kavrulurum. 
Herkesin vardır dimi hayalinde biri? Şöyle olsun, şu huyu olsun, şöyle davranan biri olsun gibi gibi. İnkar etmeyin biliyorum doğrusunu. Benim de vardı. Küçük beklentiler. Hayatıma böyle biri girdi. Birlikte vakit geçirdik, eğlendik... Sonra bir şeyi farkettim. Hayattan yanlış şeyler istemişim. Evrene gönderdiğim mesajlar olmamış, becerememişim. Önemli olan yanındayken huzurlu olabilmekmiş, mutlu olabilmekmiş, ona öyle güvenmek istiyormuşum ki o yanımdayken bize kimse bir şey yapamasınmış. Gözüm kapalı güvenmek istiyormuşum ben birine. Kafa yapımız uysun istiyormuşum. 
Her zaman derdim ki zıt karakterler daha iyi ilişki yürütür. Hayat bana ne gösterir bilemem. Yani şu hayata o kadar güvenmiyorum ki görüyorsunuz hep aklımda diye konuşuyorum artık... Yok arkadaş zıt karakterle olmazmış be... Kavga oluyor, kalpler kırılıyor, canlar sıkılıyor, huzursuzluk oluyor. Kafa yapın uyacakmış önce. Hayattan beklentilerin aynı olmalı önce. Beraber paylaşmak lazım bu hayatı. Ben zaten tek başıma yıllarca yaşadım, yaşayacağım. Birliktelik istiyorum artık. Her dönemi yaşamak istiyorum. Her olayı yaşamak istiyorum. Beraber gezelim, kaybolalım şehrin sokaklarında istiyorum. Kaybolalım birbirimizde. Neyse ya. Bu konu beni üzer. Bu üzüntü de zaten bana yeter.
Ölüm var bu hayatta arkadaşlar. Ölüm var ve hep olacak. Ne zaman yarınım yokmuşçasına yaşasam hooop bir ölüm haberi. Üzüntü, keder, yıkılış, mahvoluş, dualar, depresyon, hayat devam ediyor kafası, istiklal marşı, kapanış. Bu hayat bana bunu öğretti. Ölümü unutarak yaşamaya başladığım an ölümün hep yakınımda olduğunu hatırlattı. Ne diyebilirim ki. Allah’ın vardır bir bildiği...
Çok dolmuştum çok. Daha da yazacak çok şeyim var ama anlatacak kelimelerim tükendi. 
Kimse sizin iyi olduğunuz kadar iyi olmak zorunda değilmiş, saygı duyduğunuz kadar saygı göremeyecekmişsiniz, sevildiğiniz kadar sevilmeyecekmişsiniz. 
Biri demiş ki -artık kim dedi hatırlamıyorum- ‘’Bazı insanlar istese de iyi olamaz, bazı insanlar istese de kötü olamaz.’’ 
Bence her şeyi yazın ya. Yazmak kadar rahatlatıcı başka bir şey olamaz. Ciddi söylüyorum. Etrafımdaki insanlar beni sigaraya alkole başlattı ben de bir salak olduğum için hemen başladım. Ruhumda varmış demek ki. Bense onları yazmaya başlatıyorum. İki kişiyi başlatmışlığım vardır diyim şimdiden. Çünkü her şeye rağmen çok güzel ve hep bir macera aksiyon... Benimkisi en azından öyle. Mahşer günü izlersiniz artık. Ve ben hiçbir detayı unutmak istemiyorum. Okuma yazmayı öğrendiğim ilk günden beri yazıyorum her şeyi. Nasıl büyüdüğümü , fikirlerimin nasıl olgunlaştığını görmek beni mutlu ediyor. Arada kendime notlar bırakıyorum. Canım sıkkınken okuduğumda gaza gelip modumu yükseltecek yazılar. 
Mesela her okuduğumda etkilendiğim bir sözü buraya bırakayım. 
Gecenin zifiri karanlığı, gün doğumuna en yakın olduğu vakittir. 
Ne zaman yere düştüğümde okusam ayağa kalkarım hemen. Umarım siz de benim kadar etkilenirsiniz de havam olur accık. 
Sizden önemli mi bee amaaaan. Koy göte. 
Neyse beş on yıl sonra yine yazarım ben. Ve sizin yine umurunda olmaz. Zaten umursamadığınız için yazıyorum. Sıfır beklentili hayat kadar güzeli yok çünkü. 
Kendinize iyi bakın. Ama bakın yani. Ciddi ciddi. 
Bir başka belalı olayımda görüşmek üzere.
2 notes · View notes