#apaçıklık
Explore tagged Tumblr posts
alorak · 2 years ago
Text
Yeterince karmaşık problemlerin tanımı üzerine
Öncelikle yazının başlığında bulunan "yeterince karmaşık problem" kavramını açıklamak isteyeyim. Neden sadece "karmaşık problem" olmadığını da açıklayacak şekilde öncelikle "karmaşık olmayan" problemden bahsedeyim. Apaçık veya açık seçik olarak tanımlanmış olan, ve bu tanıma göre apaçık şekilde çözülebilecek problemlere karmaşık olmayan problem gözüyle bakabiliriz. Yani ortalama 10 dakikada çözülebilecek bir "havuz problemi" veya "1 milyon kağıda 1'den 1 milyon'a kadar olan sayıları sıra ile yazma problemi" karmaşık olmayan problemdir. Zor veya kolay olması, zaman alıp almaması karmaşıklıktan bağımsızdır. Bilgisayar, bir araç veya insanlardan yararlanarak paralel veya seri olarak daha hızlı veya daha kolay çözme yolları bulunabilir ve bu yazımızın konusu değil. Çünkü "yeterince karmaşık problem" kavramına değineceğiz.
Karmaşık olmayan problemi gördüğümüze göre karmaşık problem de aslında "apaçık tanımlanmamış" ve "apaçık çözülemeyecek" şekilde olmayan problem olarak adlandırılabilir. Bu iki kavramdan daha fazlasını bulamadığımı belirterek bu kapsamda geride kalan 2 ara durumu aktarmak isteyeceğim:
Apaçık tanımlanmamış ama apaçık çözülebilecek
Apaçık tanımlanmış ama apaçık çözülemeyecek
Yukarıdaki iki durumda öncelikle sorun problemin tanımında bilinmezlik olup olmaması ile ilgilidir. Problemin tanımında bilinmezlik varsa bu bilinmezlik oldukça yüksek bir ihtimalle çözümü de etkileyeceği için 2 durumdan düşük ihtimalli olan bir durumu oluşturmakta. Diğer durum ise tanımda bilinmezlik olmaması fakat çözümün apaçık olmayacağını göstermekte ve bu yazıda bahsedilecek "yeterince karmaşık problem"i anlatmaktadır.
0 notes
kelimebahcesi · 11 months ago
Text
"Başıma bir şey geldi, artık kuşkum yok. Herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi belirdi bu. Bir kez yerine yerleşince orada kıpırdamadan kaldı."
21 notes · View notes
kelimeoyunu · 1 year ago
Text
"Patavatsız" sözcüğünün olası kökeni
Patavatsız, Türkçe söz varlığındaki, kökeni bilinmeyen sözcüklerden biri. TDK Güncel Türkçe Sözlükte "Sözlerinin nereye varacağını düşünmeden saygısızca konuşan, davranışlarına dikkat etmeyen (kimse)" olarak tanımlanıyor. Geçenlerde ressam Mustafa Şener "patavat ne demek acaba?" diye merak etmiş. O da nereden çıktı diye düşünürken, bazı çevrim içi sözlüklerde kimi aklıevvellerin İngilizce "tact" kelimesinin Türkçe (!) karşılıklarına "patavat"ı da eklemek suretiyle böyle bir kafa karışıklığına yol açtıklarını fark ettim. Halbuki patavatsız sözcüğünün patavat ve patavatlı biçimleri namevcut. Tam da bu nedenle, ben, ilkin patavatsis veya patapatsis gibi, yekpare, Yunanca bir köken hayal ettim. Ne var ki Dimo Yağcıoğlu ile Quora üzerindeki yazışmalarımız neticesinde "patavatsız"ın kökenini başka bir dilde aramak gerektiğine kani oldum.
Hintçede gevezelik ve homurdanma anlamlarına gelen badabad (बड़बड़) sözcüğü var. Keza, Osmanlı Türkçesinde, Farsçadan alınma herçibâdâbâd (هرچه بادا باد - "Ne olursa olsun") deyişinde de, bâd-â-bâd diye, ayrı yazılıp daha uzun okunmakla birlikte, bir badabad geçiyor. (Başında "her çi" olmaksızın bâd-â-bâd, Farsçada "(öyle) olsun" anlamında). B-p, b-v, d-t ses dönüşümlerini bildiğimiz için, badabad, patavat ile sesçe uyumludur diyebiliriz. Gelgegelim bu "badabad"lara "-sız" eki getirince, artık nasıl getiriyorsak, "patavatsız" anlamına ulaşamıyoruz. Yoksa ulaşabiliyor muyuz? Zorlamadan ulaşılamayacak gibi. Ulaşamıyorsak, ne yazık ki iç çekerek, mükemmel ses uyumunu ve yansımalı kelimeleri terk etmemiz gerekiyor.
Şu gizemli -sız ekine yoğunlaşmıştım ki gözüme pertavsız sözcüğü çarptı. "Büyülteç" anlamına gelen pertavsız; Farsça "ışın, ışık" anlamındaki partav sözcüğü ile, yine Farsça “yakan” manasındaki sūz sözcüklerinin bileşiği. Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Paris Sefaretnamesi'nde (1721) pertev-sūz şeklinde geçiyor. Patavatsız sözcüğünü buna benzetirsek şimdi "patavat"ı düşünmemiz gerekiyor. Sondaki -at, Arapça mastar ya da çoğul eki (Cem'-i Mü'ennes-i Sâlim) olabilir mi? Arapça ʿāciz + Farsça -āne bileşimi âcizane örneğinde gördüğümüz gibi, Osmanlıcada sonuna Farsça takı getirilmiş birçok Arapça kelime mevcuttu. İstirâhâtgâh vb. amaca daha uygun başka örnekler de var. Fakat "patavat", Arapçada olmayan "p" harfi ile başlıyor? Bādincān > patlıcan örneğinden hareketle, "p" harfinin orijinalinde "b" olduğunu varsaymak makuldür. Benzer şekilde, nakd > nakit örneğinde olduğu gibi, "t", orijinalinde "d" olabilir.
Bu varsayımlardan yola çıkarak, sözlüklerden "patavat"ın kökeni olmaya aday birkaç kelime derledim: Bedâvet (Bedevilik, göçerlik, çölde oturmak), bedâat (Güzellik, yenilik, özgünlük), bedahet (Bir konuda hazırlıksız konuşabilme yeteneği; ansızın, düşünmeden; açıklık, bellilik; apaçıklık). Bedahet ile patavatsız arasındaki semantik ilinti, belirgin olmasının yanı sıra, çarpıcı. Her ikisi de ansızın, düşünmeden konuşmakla ilgili; fakat bir yetenek sayılan bedahet anlamca olumlu; pot kıran, gaf yapan patavatsız ise olumsuz. O halde patavatsız, kökeninde bedahet-süz veya düpedüz bedahetsiz mi idi acaba? Eh, görünen o ki şimdilik bundan daha patavatsız olacak halim yok!
0 notes
ozgur-beden · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Başıma bir şey geldi; artık kuşkum yok. Herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi be­lirdi bu. Sinsi sinsi, yavaş biraz tedirgin duydum kendimi, o kadar. Yerine oturunca kıpırdamadan kaldı. Hiçbir şeyim olmadığına, evhamlan­dığıma inandırdım kendimi.
62 notes · View notes
adar-mine · 6 years ago
Quote
Başıma bir şey geldi, artık kuşkum yok. Herhangi bir kesinlik ya da apaçıklık gibi değil, bir hastalık gibi belirdi bu. Sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz tuhaf, biraz tedirgin duydum kendimi, o kadar. Bulantı - Jean Paul Sartre
2 notes · View notes
kelimebulmaca · 4 years ago
Text
apaçıklık
apaçıklık ne demek!
Tumblr media
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
apaçıklık ne demek!
apaçıklık anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
belkidebirharfimben · 4 years ago
Text
‘Mealcilik’ diye yazılır, ‘kolaycılık’ diye okunur
"(...) Zaman geçtikçe Kur'ân-ı Hakîmin daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. Yoksa—hâşâ ve kellâ—Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur'âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nasstır, kat'îdir, esastırlar, temeldirler. Kur'ân (‘Bu Kur'an'ın lisanı apaçık Arapçadır...’) fermanıyla, mânâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o mânâlar üzerine döner, takviye eder, bedâhet derecesine getirir. O mensus mânâları kabul etmemekten—hâşâ sümme hâşâ—Cenâb-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar." Mektubat'tan.
Bu da ilginç birşey: Ne zaman Kur'an'ı anlamanın bir yetkinlik gerektirdiğini, bir ihtisas alanı olduğunu ve özellikle yolun saff-ı evvelleri olan selef-i salihîn büyüklerinin otoritesinin kabul edilmesinin zaruriyatını belirtseniz; Kur'an müslümanlığı(!) taifesi sizi şu gibi ayetlere aykırı hareket etmekle itham ediyorlar: "Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik." Şaşırmayın. Cidden böyle. Bu arkadaşların kafası bu kadarcık çalışıyor: Yeter ki içinde 'apaçık' ve 'ayet' ifadeleri geçsin, tamam, Ehl-i Sünnet’i çürütmek için kullanılabilir bu ifadeler. Hey yavrum hey. Sırf reçetede yazan ilaçların adlarını şöyle-böyle sökebilmekle tıp ilmini boşa çıkarabildiğini düşünen densiz hasta kadar da cüretkârlar bu hususta.
Soralım o zaman: Neden herhangi ilim/bilim için söylenmesi rahatlıkla mümkün birşeyi Kur'an gibi 'tüm ilimlerin kaynağı' bir kitap için söyleyemiyoruz? Neden sistemi çözülemeyen beyazeşya için bile servisi aranırken Kur’an bu kadar uzmanlığı haketmiyor? Cevapları şu: Çünkü Cenab-ı Hak kendisi ayetlerine 'apaçık' diyor. Apaçık olanı izah etmek için hiç ilim, eğitim, otorite veya yetkinlik aranır mı? Cık, cık, cık...
Tabii bu arkadaşlara 'apaçık' olmasıyla kendilerine şahane bir serbestî kazandırdığını sandıkları Kur'an'ın Arapça olduğunu ve dolayısıyla kendileri için (eğer Arapça bilmiyorlarsa) o kadar da 'apaçık' olmadığını anlatamıyorsunuz. Yani Kur’an ‘herkesin kolaylıkla hüküm çıkarabileceği metin’ anlamında kendisine ‘apaçık’ diyorsa Arap kardeşlerimiz dışındakileri, hâşâ, hesap etmemiş olacak. Onların anadili Arapça değil çünkü. İş sanki biraz ‘apaçık’lıktan uzaklaşıyor.
Sakın Kur'an'ın kendisini, "Anlayasınız diye, biz, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik..." diye andığını hatırlatmayın, işe yaramaz, çünkü onlar arzularındaki 'apaçık'a kapılmış gitmişlerdir. Zaten ihtarlarınızı umursamazlar da. Nihayetinde 'eksik kalmaya mahkum kul sözlerinden' oluşan mealler onlara yeter de artar bile. Edebiyat duayenlerinden birisinin, mesela Cemil Meriç'in, "Tercüme yeni bir teliftir..." cümlesini hatırlatsanız, mutlaka ona da bir cevapları olacaktır.
Lakin iş bu kadarla da kalmaz. İlk taşı yerinden oynatılınca gayrı din artık yerinde durur mu? Kaynamaya/kaymaya başlar herşey. Sarf ve nahiv ilminin de önemi azalır böylece. Dili bilmeye ihtiyaç duymayanlar, o dilin kaidelerine, dolayısıyla o dilde oluşabilecek anlam karmaşalarını gidermeye yarayacak bir ilme, neden ihtiyaç duysunlar artık? TDVİA'da sarf ve nahiv hakkında şöyle bir bölüm olduğunu nakletmenizin de bir anlamı yoktur:
"Kadîm râvi ve müellifler nahiv ilminin ortaya konulmasını gerektiren bazı sebepler zikretmişlerdir. Bir kısım âyetlerin (et-Tevbe 9/3; el-Hâkka 69/37) kıraatinde görülen okuma hataları yahut ana dili Arapça olmayanlardan birinin veya Ebü’l-Esved’in kızının yaptığı bir konuşma hatası üzerine Basra Valisi Ziyâd b. Ebîh’in yahut oğlu Ubeydullah’ın ya da Hz. Ömer’in emriyle, diğer bir rivayete göre ise Hz. Ali’nin bazı temel esasları zikredip yol göstermesiyle Ebü’l-Esved ed-Düelî tarafından nahiv ilminin kurulmuş olduğu kabul edilir (İbn Kuteybe, II, 159; İbn Cinnî, II, 8)."
'Apaçıktır' ya! Sahabenin, hatta sahabenin en büyüklerinin, hatta Hz. Ömer'in veya Hz. Ali'nin (radyallahu anhum ecmain) gerekli gördükleri bir ilmin gerekli olmasına ne gerek vardır? Düpedüz boş işlerdir bunlar(!). Mealler her sorunu çözer. Ve bir de çılgın yorum gücümüz. Nurcu olsanız, hatta Senai Demirci olsanız, şöyle diyebilirsiniz: '(...) sarf-nahiv’in çetrefilli konusu ola ola hayattan uzaklaşmış Kur’ân dili...' Bediüzzaman'ın 'tefsir mukaddemesi' olarak kaleme aldığı Muhakemat'ta kaç kere Arapça hakkında 'lisan-ı nahvi' dediğini hatırlamaz o da. Hatta şöyle demesi bile önemsizdir Bediüzzaman'ın artık: "Demek muhakkak oldu ki, âyâtın delâil-i i'câzının miftahı ve esrar-ı belâğatın keşşafı, yalnız belâğat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir."
Ne kadar tuhaf değil mi? 1400 yıldan fazla bir zamandır, her nedense, ümmet ayet-i kerimelerdeki 'apaçık' ifadelerini anlayamamış ve Kur'an'ı anlamak için bazı ihtisas dallarına/ilimlere ihtiyaç duymuştur. Bu aynı zamanda 'apaçık' olanın, hâşâ, kendisiyle düşülen bir çelişkidir. Öyle ya: Eğer Kur'an apaçık ise, neden muhteşem(!) zekalardan mürekkep Kur'an müslümanları(!) ilim dünyamıza teşrif edene kadar bu apaçıklık anlaşılamamıştır?
Apaçık olanın '1400 yıldır yanlış anlaşıldığını' iddia etmek de yine o apaçıkla düşülen bir tezat değil midir? (Hem de, ne acayip, dil ve sosyoloji olarak nüzulünün daha yakın olduğu dönemlerde yanlış anlaşılmıştır.) Demek ki iş başkadır. Hatta herhalde şöyledir: Kur'an müslümanlarının anladığı şekilde anlaşılmadığı sürece Kur'an 'apaçık' değildir. Yahut da bu apaçıklık yalnız bu zamanın Kur'an müslümanları(!) için geçerlidir. Eğer onların anladığı gibi anlarsanız artık apaçıktır. Bu da sözde Kur'an müslümanlarının size fikir özgürlüğü başlığı altında yutturdukları kendi şahane diktatöryalarıdır.
Yerseniz.
Yemezseniz, ki inşaallah yemezsiniz, Ehl-i Sünnet bahçesinde öten ne bülbüller var. Her zamanı sesleriyle renklendirmişler onlar. Hem hepsi de kulaklarını Andelib-i Zîşan aleyhissalatuvesselamın hoşsedasına bağlamışlar. Seslerini sesiyle akortlamışlar. Ahengiyle güzelleştirmişler. Ona uymuşlar. Cenab-ı Hak o müfessirîn-i kiramın seslerini k��yamete kadar kulağımızdan eksiltmesin. Âmin. Âmin. Âmin.
0 notes
kitapindiroku · 8 years ago
Text
Apakçıklığı İmgelemek Kitabı pdf indir pdf indir
Apakçıklığı İmgelemek Álvaro Siza kendi çizimleri ile kendi projelerini anlatıyor. 1992 “Pritzker Mimarlık Ödülü” sahibi, çağımızın önde gelen mimarlarından Portekizli Álvaro Siza çevremizde “yeni” gibi gelene fazla odaklanmadan gözlem yapmayı öğretiyor. Amacı mimar olarak kendisine verilen alanı, varolan apaçıklığın içinde, saygıyla ele alarak daha doğru bir yere getirmektir: Siza’nın mimarlığı kalıcı olmayı amaçlar; hızla tüketilmeyecek, gelecekte değişikliklere uğrayarak yaşayacaktır. Hiçbir şeyin bulunmadığı bir yerde değiliz, etrafımızda hep bir şeyler var, bir apaçıklığın ortasındayız. Mimar da bu apaçıklığı sindirerek, reddetmeden yeni imgeler oluşturmaya çabalar. Siza’ya göre imgelemek, geçmişin bize bıraktıklarını kavramak ve bunları farklı biçimde düzenlemektir.
“Günümüzde apaçık şeylerin tikelliğini ve sihirli tuhaflığını yeniden keşfetmemiz gerekiyor.” Álvaro Siza, 1983.
“İmgelemden söz ettiğimizde, bunun bir kaçış ya da olağanüstü şeyler üretmek olduğu düşünülebilir. Oysa apaçıklık bizi gerçekliği olduğu gibi ele almaya
götürür.” Álvaro Siza, 2011.
Apakçıklığı İmgelemek Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes