Tumgik
#ama çok da güzel yanlış anlaşılmasın
birkackisiyim · 16 days
Text
kadın olmak çok zor başlıklı şiirimi kendi kendime her hafta en az bir kez okuyorum
9 notes · View notes
noirblanchs · 2 years
Text
selamın aleyküm diye bir selam verip başlayım ben konuya baya uzun zamandır buralarda değilim muhtemelen iki üç kişi anca fark etmiştir ya da etmemiştir bilmiyorum derdim de bu değil zaten gecenin güzel aydınlığında ben geldim buralara yine ucu kırılmış kalemim ve son bir kaç damla kalmış mürekkebimle. Fark ettim de kız kardeşim bana yansıtmamaya çalıştığı kadar dağınıkmış farklı hisler tadıyormuş ve ben üstü kapalı biliyormuşum ah bu mesafeler tabi ki aramız açılmadı bunun için sevinecek bir sürü insan var tahmin edebiliyorum ama henüz bu sevinci hak etmiyorsunuz arkadaşlar dknknskndkn neyse çok özledim ve gıkım çıkmıyor kimse de demiyor ki ya noir sen nasıl ayakta durabiliyorsun onca şey yaşıyorsun da neden ağzından bir tek kelime bile çıkmıyor neden avazın çıktığı kadar susuyorsun* nasıl tek bir hıçkırık bile kaçmıyor düğüm düğüm olan boğazından nasıl sesin, dizlerin titremiyor kimseden bunları demesini de beklemiyorum yanlış anlaşılmasın aq kimsenin vicdanına ihtiyacım yok zaten de ne biliyim Beyza sormadan anlardı gelir sarılır saçlarımdan öperdi en kötü delicesine gıdıklar ellerim titrerken tutardı biliyor musun Beyza ben bu kış hiç üşümediğim kadar üşüyorum herkes zayıfladın diye diyor ben Beyza yok diye diyorum. ben ne fark ettim biliyor musun senin ellerin üşümesin diye ben her kış üşümemi kontrol altına alıp vücut sıcaklığımı sabit tutmayı öğrenmişim ve hep sana sarılıp seni ısıtmaya çalışmışım. içim çok dolu çok ama çok dolu ne ağlıyorum ne konuşuyorum bakıyorum sadece Yiğit yerini asla tutamaz ama fark ediyor gözlerimin dolduğunu kalbimin sıkıştığını ne düşündüğümü ne hissettiğimi ve bir şey soruyor "iyi misin?" değilim amına koyim diyip yere çöküp ağlayamıyorum iyiym diyorum sadece iyiyim o da bari yalan olduğunu çaktirma diyor gülüp geçiyoruz bu mesafeler beni çok yoruyor çok korkutuyor içim parça parça Beyza bize uhu lazım bir de sen gelip yapıştırman lazım gelip silmen lazım benim gelip seni görmem lazım çok yorgunum ve bu yorgunluk bana fazla neyse sen yağmuru çok seven küçücük şeyim 4 450 kilometrelere rağmen kalbime dokunduğun için teşekkür ederim yarana tuz basmak değil dağlamak isterdim acısı geçsin diye ama sen ateşten korkarsın kıyamam acır canın kızgın demiri kendime tuzu da yaralarına basayım ki mikrop kapmasın aq etraf pislik dolu püüüü seni seviyorum... @catchifyoucan
7 notes · View notes
Text
Yıldızlar da bizi anlıyor dimi?
Lütfen öyle olsun, yoksa ne sebebim kalır gecenin bu saf güzelliğini izlemeye?
Hayır, yani, yanlış anlaşılmasın; karanlığı izlemek çok güzel ama…
Neyse işte anlarsın ya,
Sahi, anlar mısın ya?
0 notes
1offeryoucantrefuse · 6 months
Text
Spontanenstantaneler 4
‘Benim kendimi emanet edebileceğim kimsem yok, kendimden başka’ diyerek başladı genç kadın cümlesine.
Nasıl da ‘çaresizlik’ bağıran bir cümle. Çığlık çığlığa hem de. Eğer bahsi geçen konu hayati bir mesele ise üstelik, bu sessiz haykırışına bir de ‘muhtaçlık hissi’ nasıl eklenmez? Akabinde ‘acınası’ hissetmemek mümkün mü gerçekten? Soruyorum.
‘Hiçbir zaman sırtımı yaslayıp ‘oh ya, tamam şimdi de burada bir güvendeyim’ diyebileceğim…’ diye devam ediyor bir nefeslik ara verilen ama tamamlanamayan cümle.
Çok derinlerde, çok temelde bir yerlerden onca uzun yolu kat edip yükselerek gün yüzüne çıkabilmeyi başaran o ‘güvensizlik hissi’ tarifi. Bunu ifade edebilmesi bile çok zorlayıcı kimi zaman insanın. Kendine bile. Hatta önce kendine.
Tabi ki hemen ardından ‘vatkalı güçlü görünme ceketimizi’ giyer, takınmak zorunda olduğumuz o ‘muhtaçsız tavır’ oyununu sergileriz her seferinde. Tek perde, kapalı gişe. Bizim içten içe fark ettiğimiz ve hissettiğimiz bu ‘acınası ve çaresizlik’li duygular aman ha karşı tarafa geçmesin diye ve bu düşüncelerle devam ederiz bir nefeslik ara verip tamamlayamadığımız o cümleye tıpkı bu genç kadın gibi:
‘Ben herkessiz de yapabilirim bu arada bu hayatta yani -aman yanlış anlaşılmasın sakın hani- ha evet çok zorlanabilirim, üzülebilirim -ama her şeye rağmen yaparım, yapamadı dedirtmem- herkes olmadan yapabilirim ama kendim olmadan yapamam -çünkü bütün bunları kimsenin yardımı olmadan yanımda kimseler olmadan tek başıma ben kendim kotardım, ne maharet!-
Konuyu ‘canim kendim’li bir alandan ele almak için güzel bir başlangıç noktası, evet ama önemli olan sağlıklı bir bakış açısı ışığında devam edilebilmesi.
‘Dolayısıyla benim sürekli kendimi ayakta tutmam gerekiyor, düşersem kaldırmam falan..’
Ben tamamlayayım cümlenin devamını da:
‘Hatta düşme lüksüm bile yok benim, ya da düştüğüm yerde bir süre öylece kalakalarak kendime toparlanmak için zaman tanımaya bile, vakit kaybetmeye de yok.’
Ne kadar da kendini hırpalayıcı ve yorucu bir süreç gibi geliyor kulağa, başka biri sarf edince, dışarıdan biri olarak dinleyince bu cümleleri. Oysaki hep kurduğum, dilime pelesenk cümlelerim bunlar benim. Göğsümü de gere gere hem de. Bunlar benim cümlelerim.
Bugün gelmiş bulunduğum noktaya ise doğal olarak birtakım sorgulamalarla birlikte vardım.
Peki ‘herkessiz’ yapabilmek, bir yaşam-yalnızca sana ait olsa bile- idame ettirebilmek mümkün mü? Fiziksel yahut somut durumlar için bir yere kadar evet fakat yaşantımızı goz ardi edilemeyecek duygusal tarafından ele aldığımızda aynı şey pek mümkün değil gibi görünüyor.
Güvenilecek birisi şart mı mesela? Kendinden başka yani. Eğer böyle bir şart var ise bu beni ziyadesiyle üzecek gibi görünüyor zira böyle bir şart mevcutken kimseye güvenemiyor olmak asıl 7642-0 yenik başlamaktır bence sanki bu hayata.
Öyle ya da böyle/bir şekilde/hasbelkader/ bi’ ufak ‘tutmasaydım güveniyordum ha’ hali oluşsa, akabinde hemen ‘çaresiz/muhtaç/acınası/güçsüz değilim’ mekanizması devreye giriyor.
Sorular sormaya devam ediyorum. Kendime. O ‘ilk an’da cevaplarım. Böyle hissettiğim ilk zamanlarda. Neden, ne olmuş olabilir de bu kadar yalnız bırakılmış olabilirim, her şeyleri kendim halletmek zorunda kalacak ve bu halledişleri kimselere ihtiyaç duymadan bir başıma kendim başarabildiğim için sevinçli, büyük başarılar marifetler olarak kabul edecek kadar? Umursanmadım mı hiç? Çok mu değersizdim ? Ya da yeterli olduğumu mu ispatlamam gerekliydi sürekli? Unutuluyor muydum bunu sürekli hatırlatmazsam?
Hatırlayamıyorum ki.
Belki de bu güne kadar marifet saydığım, göğsümü gere gere ‘ben, kendim, tek başıma, her şeye ve herkese rağmen’ olarak nitelendirmeme sebep bu duruma üzülmem gerek sevineceğime, çünkü bunlar bir/bir çok yoksunluğun ve/veya ihmalin sonucu belli ki. Aksine seviniyorum, sevindim, sevinmişim hatta resmen kıvanç duydum ya, ne aymazlık! Belki de bu nedenlere dayandırabilirim ki ‘Benim …. ihtiyacım var’ cümlesini kurmak çok zor gelir bana. Yine benzetme yapacak olursam Brave Heart-Mel Gibson gibi, türlü işkenceler yapılsa da dökülmeyecek duymak istenilenler dilimden çünkü özgürlüğüm de özgürlüğüm. Pes edip de yılgınlığa teslim olursam uğruna savaştığım her şey başta özgürlüğüm olmak üzere bir anda tüm anlamını yitirecek, tutsağı olacağım karşımdakinin? (İskoçya bile yine de tam bağımsız bir ülke olmadı günümüzde o da ayrı. Ama her zaman mücadelelere sağlık. Dip not olsun diyelim)
Sevilmeye de ihtiyacımız var.
Evet kendimi seviyorum, daha çok sevmek istiyorum, bu konuda da daha tazeyim, yeni başladım ama da fena ilerlemiyorum diyelim,
Ama,
Benim ‘sevilmeye’ ihtiyacım var!
Oh be söyledim işte!
Bir başkası tarafından da hem de.
Kendiliğinden. Ve olduğum halimle.
Bu ihtiyacımın da farkındayım.
Nihayet dile getirebiliyorum bu farkındalığımı belki ama bundan dolayı çaresiz, muhtaçlı, zavallı, acınası,gücünü yitirmiș ve rahatsız hissetmeyeceğim zamanların da geleceğine de inanmak istiyorum artık.
Nisan 2024
1 note · View note
egotangoo · 6 months
Note
Ne güzel anlatmışsın ne güzel bir sevgi bu ilişkinizin içini bilmem ama anlattığına göre gerçektem örnek gösterilmelik maşAllah...
İlişkimizin ilk dönemlerinde tartışmalarımız oluyordu benim çok fazla kırmızı çizgim var ve sıfır hata yapma şansım var gibi davranıyorum onun kendini bunu adapte etme dönemi oldu. Yanlış anlaşılmasın kıskançlık o bu şu gibi bir şey değil bu. İstediğini giyer istediği ile görüşür hiç birine karışmam uyarmam gereken yerde uyanırım elbette ama yapamazsın yapma gibi bir söz çıkmaz ağzımdan bir birey ve ne yapacağını çok iyi biliyor ona güveniyorum. O sorunları ortadan kaldırdıktan sonra hiç kavgamız gürültümüz olmuyor. Ben tartışma sevmiyorum biriyle 3 dakikadan fazla tartışamıyorum. Ya dinlemiyorum artık ya da dalgaya alıyorum ya da çok daha fazla sinirlenip giderim. O yüzden tartışma kavga bana göre değil. Çok anlayışlı ve bende çok iyi bir dinleyici ve gözlemleyiciyim bir bakışından sorun olduğunu anlar sorunu tespit eder benle alakası olmasa bile onu yok etmeye çabalarım o yüzden içeriği de bu şekilde zaten şuan yat işiyle uğraşıyorum biraz uzağız ben urladayım o izmirde 2 hafta olacak hafta sonu görüştük elbette ama onun öncesinde 3 ayın her günü en az 15 saat yan yanaydık son zamanlarda bu 5 gün yan yana 8 saat görüşmüyor sonra tekrar 5 gün yan yana gibi geçiyordu her saniye ve saliseyi paylaşıp bundan inanılmaz keyif ve huzur aldığını görünce mükemmel bir şeye dönüyor. Seneye kadar ilişkiye devam edip biraz daha oturtup işi biraz ciddileştirelim mi diye de konuştuk hatta.
0 notes
kalbimden-kalemime · 1 year
Text
Manakimuycum seninle konuşabilsem sana anlatabilsem böyle acıtmaz gibi. Tek başıma konuşmaktan, anlatamamaktan o kadar yoruldum ki. Anlatınca kızsan kızarak en ağır şekilde konuşsan bile inan hiç yalnız hissetmezdim, halden anlamamak, yaranın anlaşılmaması kadar acıtmazdı herhalde en ağır gerçekçi söz bile. Bilmiyorum ben de içimden geldi kalbimden geldi böyle demek ama seni dertlerime boğmak için değil yanlış anlaşılmasın lütfen. Her şeyi geçtim anlatmasam bile yanımdaki varlığın iyi gelirdi herhalde anlaşılmak ne biliyim öyle bir his var içimde. Ki içimdeki hissin kalbimdeki varlığın bile iyileştiriyor şifa oluyor zaten. Haberin bile yok benden belki de ben öyle içimden kalbimden geldiğinden kafamın içinde konuşmayayım diye yazıyorum. Yazılarını okuyana senin kalbini hissedene kadar hayatımda senin eksik olduğunu bilmiyormuşum. Seni bir kere buldum içimde sarıldım bir daha da içimde hiç kaybetmedim. En zor zamanlarımda bir şekilde senin yazılarınla karşılaşıp okuduğum o gündüz vakti balkonda, okudukça hepsini okuduğum. Yani o güne kadar yaşadığım haksızlık, sahtelik vs. ne varsa demek istediğim her şeyi okuyabildiğim, bilmediklerimi öğrendiğim, güç aldığım, içimin ferahladığı o günden beri hayatımda senin eksikliğini hissediyorum. İnsan haksızlıkların, sahteliklerin, anlayışsızlıkların farkında olup sadece kendini yalnız hisseder sanardım, herkes bunları kabullenmiş susmuş ben durmadan bağırıyorum ama bağırdığımı bağıran yaşayan bir ses bir hakikat bir gerçek kalp yok yalnız olduğumu kabul etmiş yaşıyorum gözyaşıyla, gülüp geçmekle ama bir gün okuduklarımla okudukça hissettiklerimle yalnız değilmişim diyeceğim aklımın ucundan bile geçmiyor. Ama bir gün işte ilk defa yalnız olmadığımı hissediyorum. Sonra da beni hiç bilmeyen seni özledikçe hayatımda hiç hissetmediğim kadar yalnız hissediyorum. Senin acıları yaşayabilme cesaretini sevdim. Dürüstlüğünü, haykırışını sevdim. İnsanlar her şeyi pozitiflik vs hasıraltı edip yüzleşmezken en derinine kadar sorgulayıp en zor zamanlarında acıtmama gayretini sevdim. Yüreğindeki o zamanlardaki acıları yüreğimde hissettim. Hepsi kendiliğinden oldu ya da şöyle söyleyeyim o kadar gerçek bir kalp yazmış ki okuyan gerçek kalpte de böyle etkiler yaptı. Film gibi izledim sanki okurken çünkü olduğu gibi yazılmışlar hiç sahtelik değmemiş güzel bir kalpten çıkmışlar. İzinden hissi o kadar yansımış ki. Yokluğunu bu denli yoğun hissediyorsam yıllarca uyuduğum yalnız senelerimden bir gündüz vakti uyandığım içindir. Sen anlarsın bi sen anlarsın deyip susuyorum bazen. Bazen de işte böyle yüreğim ses olup kafamın içine sığmıyor ve yazmam gerekiyor. Çünkü en çok senle konuşamamak senin yanında olamamak acıtıyor. Yanılacağımı düşünmüyorum. Benim kalbim boşuna inanmaz boşuna sevmez bir anda sımsıcak olmaz böyle birden bir kalbe. Bembeyaz bir his. Çiçek huzurunda bir his. Ama işte bilmiyorum ellerim yetişecek mi sana adımlarım varacak mı sana bilmiyorum. Benim bu hislerim içimdekiler kalbimdekiler zihinsel bir bozukluk mu şizofreni mi bilmiyorum hayali mi yaşıyorum bilmiyorum. Kimseye zarar vermeden sessizce içimde seviyorum içimde konuşuyorum. Yani hissettiğimde sevincimden şımarık şeyler yaptığım ne yapacağımı bilemediğim içimde tutamadığım hatalı zamanlarım olmuş olabilir çok toydum hiçbir kötü niyetim, beklentim olmadan tamamen sevgimin yarattığı anlık sevincimden olmuştu ama sonra çok dikkat ettim sessizleştim. Şimdi artık kimsenin bulamayacağı ama kafamda da belirip kaybolmayacağı yerlere saklıyorum hislerimi. Zaten bulunsa da bu kadar uzun yazıyı kimse okumaz.
1 note · View note
korelist · 1 year
Text
Tumblr media
FIND ME IN YOUR MEMORY // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,4 Benim puanım: 7
Drama: Find Me in Your Memory (English title) / Memoir of the Man (literal title)
Hangul: 그 남자의 기억법
Director: Oh Hyun-Jong, Lee Soo-Hyun
Writer: Kim Yoon-Joo
Date: 2020
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Kim Dong-Wook, Mun Ka-Young, Kim Seul-Gi, Jang Young-Nam, Lee Seung-Joon
2020 MBC Drama Awards - December 30, 2020
Excellent Actress (Kim Seul-Gi)
Uzun zamandır listemde olan dizinin sırası geldi. Öncelikle çok fazla elim gitti vazgeçtim derken kendi kendime beklentiyi yükselttiğimi kabul ediyorum. Haliyle bu kadar yükselen beklentimi karşılayamadı. Erkek başrol sevimliydi ama sanki başrol olmasına gerek yok gibiydi.
Dizi ; hipertimezi nedeniyle anılarını sürekli zihninde canlı tutan Lee Jung-Hoon(Kim Dong-Woo) ile gençliğinde geçirdiği bir kazadan dolayı hafızasının bir kısmını kaybetmiş oyuncu Yeo Ha-Jin( Mun Ka-Young) ‘in hikayesini anlatıyor. Hipertimezili kişilerin lanetli bir hafızası vardır. Sıradan şeyleri, günlük konuşmaları dahi unutamazlar. Dizideki karakterimiz Lee Jung-Hoon(Kim Dong-Woo) da sevdiği kadının bir kaza sonucu hayatını kaybetmesini en ince detayına kadar dün gibi hatırlamaktadır. İnsanlar onun bu durumunu bilmediği için iş hayatında bunu lehine kullanmaktadır. Kendisi insanları zekice soruları ile köşeye sıkıştıran ünlü bir haber sunucusudur. En ufak bir aksilikte bile bütün metni ezbere biliyor olması onu daha da başarılı bir noktaya getirir.
Yeo Ha-Jin(Mun Ka-Young) ise naif, kendi halinde ama tanınmış bir oyuncudur. Herkes onun da karanlık bir tarafı olduğunu düşünse de o en iyi bildiği şekilde sakin bir hayat yaşamaktadır. Bir gün konuk olarak Jung-Hoon’un yayınına katılır. Bir şekilde yakınlaşan ikilimiz garip bir ilişki içine girerler. Ha-Jin’in yeni hazırlandığı rol için spikerlik deneyimi kazanması gerekir. Ama aslında arka planda çok daha karmaşık bir hikaye örgüsü vardır.
İkilinin arasındaki kimya güzel olabilirdi ama belki de senaryodan dolayı hiç gözükmüyordu. Dizi genel olarak üç başlık etrafında dönüyordu. Aşık bir adamın bütün anıları capcanlıyken o insanı kaybetmiş olmasının acısı. Naif bir kadının kaybettiği anıları. Ve bu ikisinin arasındaki ilişki. Oyuncuların arasındaki devasa 13 yaş fark çok belli olmasa bile, ikilinin kimyalarının uyduğunu maalesef söyleyemeyeceğim. Onları tanımlayacak kelime sanırım, “sıkıcı” olabilir. Ayrıca ne ara kızın adama aşık olduğunu da anlamadık. Aralarındaki diyalog adamın sürekli terslemesinden ibaretken bir anda sahne ikisinin aşkına bağladı. Yani demem o ki karakter gelişimi kötü denecek kadar bile yoktu. Bunu bize oyunculuğu ile verebilecek başka birileri oynasaydı farklı olur muydu?? Emin değilim, belki olurdu. Ama yanlış anlaşılmasın oyuncuların ikisi de oldukça başarılı oyunculardı. Ama belli ki oyuncunun yakışmadığı roller olabilir.
Dizi ile ödül alan isimden bahsetmek istiyorum; Ha-Jin’in kız kardeşi Yeo Ha-Kyung rolünde oynayan Kim Seul-Gi. Oh My Ghost dizisinin arsız hayaleti. Bu dizide de hem karakteri hem oyunculuğu başrollerin önüne geçiyordu. Jung-Hoon’un patronu Choi Hee-Sang rolündeki Jang Young-Nam da keza oldukça göz doldurucuydu. Onu da “It’s okay to not be okay” dizisinden hemen hatırlayacaksınız.
Toparlamak gerekirse, sonunda gereksiz zaman atlaması olsa da soru işareti kalmaması güzeldi. Yaşandı bitti. Ortalama bir diziydi. Akılda kalır mı zaman gösterecek ama çok büyük beklentiniz olmasın.
OST:
Joo young - Here we are
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
0 notes
civcivciefendi · 5 years
Text
Erotika
Biraz psikoanalizle arama mesafe koyup eskiden olduğum gibi bir romantik olmaya çalışsam ne olur lise yıllarıma döneyim şu an dinlediğim sybille baier parçalarıyla ve burnumda deniz kokuları ve sonbahar rüzgarları tüttürerek
O zamanlar gülüşlere ve ellere yazardım şimdi yürüyüş ve ayaklara yazacağım
Merdivenler ben aşağıda olduğum her zaman bir tanrıçaya çıkıyor ve özellikle bu durum kazara olmadığında. Yukarılardan hakikatin güneşinden bir külot suretinde bir huzmecik gördüğümde adımlarım yavaşlıyor salyangoz benzeri bir şey olup sümüklerimi akıtıyorum gözlerimden. Sonunda merdiven bitince ben yukarıya geri dönüyorum salyangoz anılarımla bir süre takip edip ivedi gitmem gereken yere gecikiyorum.
Merdivenler kazara çıkılınca maruz kaldığım dekolte ve belki bana atılan bir bakış beni yüceltiyor alçaklığımla hele bir de oyun sever bir gülüş şaşkın gözlerimle buluş gör o zaman yok olma isteğimin coşmasını.
Giyilen merdivenler -onlar da var tabi ayakkabı suretinde- adımları büyütüp cilveleştiriyor, bütün yüksekliğinin farkında bel ve kalçalar cehennem ateşini kasıklarıma taşıyor. O merdivenleri ne kadar çıkmak isterdim! Önümdeki bacakların kasları kaburgalarımı kıracak kadar tamamlanmış buralarda dünyada daha tamamlanmış başka pek bir şey olamayacağını düşünüyorum kendi kendime. Ayakları tamamlayan gözler oluyor arkasını dönüp beni yoklayan bakışlar demek sen de bakıyorsun diyorlar bana bir devirme ve kırpmayla yoluna geri dönüyor sonra o gözler beni topuklularsızlığımla bırakarak varoluşumu küçültüyorlar. Bu kadar huzur ve huzursuzluk bulmamıştım hiç, diye düşünüyorum kendi kendime.
Gülüşlere dönmek gerek ama lise zorcanın aksine gülüşlerdeki güzellik değil de gülüşlerdeki çirkinlikler mevzu. Bütün parıltıları taşıyan çirkin gülüşler çapkınca düşünceleri taşıtan çirkin gülüşler. Kötü boyalı saçlar ve yanlış renk etek seçimi ve göbeği üşüten bir krop tek kelimem var bu çapkınlığa: CIRTLAK uykularımı süsleyen koku ve renk budur.
Şimdi yan masamda kaba yüzlü bir kadın saçını kötü bir sarıya boyamış ve bacakları oldukça iri oturuyor güzel yüzlü erkek bir erkeğin karşısında. biralarla oturmayı yeni deniyor gibi görünüyor ikisi de montlar sandalyede arkalarında asılı küllükler dolu ve ısıtıcı yakın kokoreçler az önce yenmiş. Bana şimdi ne kadar uzak bütün bu şeylerle heyecanlılaşan düşler. Sadece o kadına baktığım anlaşılmasın diye midyeci süleymana kasadaki şenere ve rakı masasındaki tuğrana da bakıyorum ama sadece o kadına bakmak için elbet bütün bu zahmet bakışlarımın kaydının tutulmadığı bu uzak ve soğuk gecede.
Ellere de dönmek gerek. En etken organımız ve kadınların penisleri İki parmak arasında tutup kaldırabilirler beni dev burunlarıyla koklarlar toprak toz ve izmarit koktuğumu fark edip memnuniyetsiz bir somurtuş kondururlar dev dudaklarına kottan ceplerine atmaya karar verirlerse ne güzel olur bana alem yok yere atıp izmarit gibi döndüre döndüre ezerlerse o da güzel akşamına gidip güzel bir otuzbir çeker ve kendimi de öyle yok ederim.
Ben de mi yok ettirmek isterim birisini böyle Kendi varlığımla mümkünsüz gözüküyor iki tarafın karşılıklı mahvı biri yücelen olacaktır illa mı acaba gerçekten sahiden? Evet, diyorum karşı taraf bana mahvolursa ben o zaman merdiveni çıkan olurum ve ayaklarıma merdivenler giyerim ve dönüp bakarım çirkinlikle dolu bir gülüşle sonra unuturdum onun da yapacağı gibi. .
Madem bu kadar bitirmek istiyorsun bitir o zaman amına koyayım sen şüphe ediyorsun evet şüphe edince bitiren bir insansın çok güzel ya da bu da büyük bir yalan evet büyük büyük bir tanesinden ama olay senin şüphen değil karşı tarafın şüphesi sen sevmek için elinden geleni yapıyorsun ateşli sevişiyorsun yaşlıysa eğer yanakları sıkıyorsun kırıksa ayak parmakları öpüyorsun (kucağıma dev bi' kedi oturdu) üzgünse kedileri okşuyorsun ya da fotoğraflarına bakıp sevdiğini söylüyorsun (seviyorsun da kedisini) ama sonra her zaman her zaman her seferinde bir beni artık sevmiyor musun geliyor gelecek gerçek çatlakları seviyor
10.3.2020
0 notes
uranustein · 1 year
Text
ya abi hiçbir şeyi zamanında yapamıyorum. nolur yani dün quizi çözüp gönderseydim, şimdi hem düşük alıcam puanım kırıldı hem de güzel de olmadı yani. 
geçen hafta da böyle uğraştığım ödevi sumbitlemedim o da kaldı. ondan da kırıldı puanım. 
yarın desen sınavım var ama dönem boyunca hiç bakmadığım bölüm dersim. konuların yetişmesi imkansız gibi ve ben hala saçmasapan bi quizle uğraşıp duruyorum ve obsesif davranışlarımdan onu da erken bitiremiyorum ve şu an sınıfta o kadar sorumsuz insanlar da olmasına rağmen tek sumbitlemeyen benmişim. 
zaten ilk dönemki olaylardan sonra ortalamam berbat, yanlış anlaşılmasın bahane sunmak değil amacım. ne olduysa benim hatam.
ya ben derece yaptım, çok istediğim bi yerdeyim ve abi ben çok başarılıydım. sözde bölümü de ingilizce okusam uluslararası bir akademik kariyer falan elde edecektim, hatta yeni diller de ekleyecektim üstüne. şu an ingilizce olan her şeyi okumak öyle zor geliyor ki. nasıl bu kadar çökebildim?
 aslında sebebi önceden de çalışmıyor oluşum. hiçbir zaman çalışkan bi insan olmadım. her zaman sınav öncesi bakmak falan yetti de arttı, kafii dedim köşeme çekildim. daha önce hiç başarısızlık görmemiştim ama ben şu an başarısızım ve bi adım atmadıkça da böyle kalacağım. 
ve artık eve gitmek istiyorum ama o işler de sıkıntı :( hem özledim hem de yakın olunca kalbim çok kırılıyor, çok acayip bi terazi.,
ben artık quize dönmeliyim, daha sınava çalışacağım..
0 notes
hayalpereste · 2 years
Text
Yarın olacaklardan korkuyorum…
Biri bizi sorsa ve o bizim hakkımızda sadece arkadaş ve bizde öyle bir şey olmaz vb şeyler söyler mi diye
Off neden bu kadar zor arkadaş olmak
Onu unutmaya çalışırken sürekli kendini bana hatırlatıyor ama bi kademe ilerleme de yok.
Ben seninle şu sıralar arkadaş olmak hiç istemiyorum arkadaşlığın bana ağır geliyor ben seninle ilgili Farklı hayaller kurarken.
Kendi kurduğum hayalleri bile hakkım yok diyip susuyor arka plana atıyorum
Offfff düşünmekten yoruldum birine bu kadar ilgi duymak beni çok yoruyor.
En zoru da doğru insan senmiş gibi hissederken bunu senden hiç hissetmemek ve adım atamamak
Komik olan ne biliyor musun hayallerimdeki insanın çok zıttısın yanlış anlaşılmasın tip olarak ben kumral renkli gözlüğü aşığıyken sana nasıl tutuldum diyorum bazen ama karakterini sevdiğimi hatırlıyorum tabi bana gösterdiğin kadarını seni tamamen tanımadığım için büyük tereddütlerim de yok değil.
Bizden olur mu olmaz mı bilmiyorum ama denemek istiyorum ama beni o şekilde görmediğine o kadar emin gibiyim ki dilim bağlanıyor.
Çünkü arkadaştan biraz fazla değer veren biri senin gibi davranmaz diyorum çoğu yerde ve bunu hissetmek beni çok kırıyor ve benim susma sebebin oluyor.çünkü bana hissettirmediklerin çok ağır bana.
Bazen diyorum bi ihtimal ama basende diyorum benim gibi hissetse bu kadar da davranmaz yaa
Bu kadar da standart olmaz sorun şu ki senin normal hayattaki arkadaşlarına davranışlarını pek bilmediğimin farkında olmam sadece çok sradan davranman bana ümitlerimi yele bir etmesi. T. Bana olur sizden diyor bir umut ışığı doğuyor ama sürekli çürütüyorum söylediği güzel şeyleri.
Ve şunu da biliyorum aşırı kıskanıyorum be adam seni sır bu yüzden hikayelerini bile görmüyorum seni kıskanmamak için çünkü hakkım yok bende bu yetki yok. Yetkisiz topraklarda filizlenip yeşermek istemiyorum çünkü sahibi fark edince kökümden yolabilir ezebilir beni kök saldığım topraklardan kovabilir belkide sular bakar daha da büyütür ama fazla umut edip hayal kırıklığım daha fazla olmasındansa fazla hayal etmemeli ve umut etmemeliyim.
Kendimi negatiflerimde boğuyorum farkındayım ama elimde değil be gerçekler acıdır. Ve ben bu acıyı daha şiddetli çekmektense tüm olumsuzluklara alıştırıp daha az acı çekmek istiyorum. Çünkü içimden yanıldığımı görmek istememde biliyor hissediyor gibiyim sende benim için herkes gibi hissediyorsun. Seni bilmeden yargılamak gibi oluyor ama kabul etmek istemediğim hislerimsin sanki beni sadece… işte öyle.
Bazen öyle kırıcı düşünceler geliyor ki aklıma inşallah böyle bir şey olmaz yoksa yakılırım diyorum.
Güçlüyüyüm toparlarım buna eminin ama kırık da olurum bunu da biliyorum
O yüzden… içimdeki seslerin hangisin be adam
Sana yılların Hesabını bile sorasım var da diyorum yaa hiç bir şeye hakkım yok …
1 note · View note
tozpembehayat-blog · 2 years
Text
Baktığım Bütün Yüzler Aynı!
Geçenlerde çok sevdiğim bir influencer’ın talihsiz bir youtube videosuna denk geldim ve oldukça öfkelendim. Bu öfkemden beslenerek yazıyorum bu satırları bakalım bizi nereye götürecek… 
Konumuz ‘’estetik’’ . Youtube videosunda bu ablamız estetiğin normal bir şey olduğundan, kendisinde olan ‘’n’’ çeşit estetiğin detaylarından mizahlı bir tonla bahsediyor. Estetik yaptırma konusunu da ‘’kadınların üzerinde zaten güzellik baskısı var, bırakın istediğimizi yapalım’’ şeklinde meşrulaştırıyor. Bunun artık 21.YY’da normal karşılanmasını gerektiğini ve kendinizi beğenmiyorsanız istediğiniz estetikleri yaptırma konusunda kötü hissetmemenizi söyleyip bir yandan da cesaret veriyor. Yanlış anlaşılmasın kimsenin estetiğine karşı değilim, zerre umrumda da değil insanların bedenlerine yaptıkları. Ancak umrumda olan başka bir şeyler var… Bu güzellik algılarını kim pompalıyor be kuzum? Yani şuan herkesin deliler gibi aynı suratları yaptırmaya çalışmasının sebebi kim? Eskiden bir laf vardı, eskiden diyorum çünkü artık anlamını kaybetmiş gibi; ‘’zevkler ve renkler tartışılmaz’’. Şuan güzel bir kadın olarak kabul gören tüm beden ve suratlar bize dayatılan algılar üzerine kurgulanmış değil mi? Yani zevklerimiz ve renklerimiz aynılaştı. Allah aşkına çıkın sokağa tüm kadınlar birbirine benziyor. Aynı makyaj sitilleri, aynı şişirilmiş dudaklar, yok efendim bişektomi ile belirginleştirilmiş elmacık kemikleri, herkesin de burunlar hokka maşallah… Bir insan kendi bedeni ile mutlu değil ise tabii ki mutlu olacağı halde yaşamak hakkıdır, istediğini yapar. Hele biz kadınları cidden rahat bıraksınlar, istediğimizi giyelim, istediğimiz gibi var olalım değil mi? Ama bu bir varoluş gibi gelmiyor bana. Gitseniz sorsanız bu kişi kendisini patriyarkaya karşı, feminist birisi olarak tarifleyebilir, peki patriarki tarafından üzerimize dayatılan güzellik tanımlamalarına boyun eğince, ve hepimiz birbirimize benzemeye çalışınca gerçek irademize ve gerçekten kendimizi nasıl algıladığımıza ne oluyor? İşte ben burada ipin ucunu kaçırıyorum. Kadınların üzerinde güzel olmak için fazla baskı var, e hadi o zaman bıçak altına yatmayı normalleştirelim her orasından burasından mutsuz olan gitsin estetik olsun. Bunun bir sonu var mı gerçekten? Nerede biter? Bugün çıkık elmacık kemikleri moda, 5 yıl sonra farklı bir şey daha güzel ve moda olarak karşımıza çıktığında hoppaa şimdi bu yüz de beni mutlu etmiyor hadi gideyim bunu da mı değiştireyim diyecekler? Üstelik bu kişi 25 yaşından beri botoks yaptırdığını da söylüyor. Kusura bakmayın ama cidden anlam veremiyorum. İnsanlar birbirlerinin niyetlerini yüz ifadelerinden okurlar. Yani yüzdeki surat ifadelerini çözümleme yeteneği olan beynimiz sayesinde karşımızdaki kişinin bir tehdit oluşturup oluşturmadığını anlayabiliyoruz. Bu botokslu suratlara baktıkça karşımdaki insan şuan mutlu mu, mutsuz mu, kızgın mı, saldırgan bir ifadesi mi var anlamak mümkün değil. Bir insanı gerçekten güzel yapan ifadeler, onu o yapan bütün özellikleri kaybolmuş, baktığım tüm yüzler bana birbirini hatırlatıyor. Şimdi size soruyorum peki sizce bu pompalamasyonlardan genç kızlar, küçük kız çocukları nasıl etkileniyor? Düşünün 16 yaşında bir kız çocuğunu, diyelim ki burnu biraz kemikli, üst dudağı instada gördüğü ablaları gibi şişik değil, elmacık kemikleri de o kadar çıkık değil şimdi bu kız çocuğu kendisini yetersiz mi hissetmeli? Ya da biz gidip bu çocuğa evet sen çirkinsin, üzülme estetik olursun mu diyelim? Büyük bir insan grubunu etkileme gücü olan sevgili influencerlar, ünlüler gözünüzü seveyim bir düşünün konuşurken ya, hele hayatı boyunca sizin markette sanki bedava dağıtıyorlar gibi anlattığınız bu estetik işlemlerini olamayacak, ekonomik gücü buna hiçbir zaman izin vermeyecek insanlara nasıl hissettiriyorsunuz oraya girmedim bile. Bir de bu kişi dalga geçer gibi param olmasa herhalde olduğum hal ile bir şekilde mutlu olurdum’a benzer bir yorum yapıyor, çüşünüz demek dışında bir şey diyemiyorum… Kusurlardır insanı güzel yapan şey bence. Bırakın kalın olmayan dudaklarınız, yeterince büyük olmayan göğüslerinizle uğraşmayı. Kime, neye göre çirkin, kime neye göre küçük? Kendi güzellik algılarımızın peşinden koşalım. Bugün bizi zerre düşünmeyen sosyal medyanın dayattığı kavramları bırakalım bir kenara. İnsanların öznellikleri ile önde olduğu, her bir bireyin biricikliğinin ne kadar özel olduğunun farkında olunduğu günlere ulaşma ümidiyle…
0 notes
birsebepten · 2 years
Text
Yıllar sonra...
Yıllar sonra kuvvetli bir şekilde gelen yazma dürtüsü...Yazmadığım bu süreçte oraya buraya, toplantı defterlerinin arkasına, telefonun notlar kısmına içimi döktüğüm çok oldu ama eskisi kadar uzun uzun yazdığım veya içimi döktüğüm hiç olmadı, olamadı neredeyse. Ama şimdi bilmiyorum neden, tekrar o gücü buldum içimde. O güç, yazma gücü!
Sanırım bu arada büyümekle meşguldüm. Hala tam anlamıyla becerebildiğimi söyleyebilir miyiz büyümek konusunda, pek sanmıyorum. Yetişkin olmak, tatsız ama kaçınılmaz süreç. Öyle ya da böyle yetişkin olduk içimizdeki çocukla. Sancılarım ve kaygılarım hala yaşıyor içimde bir yerlerde. Sadece daha az umursayan, daha az depresif bir çocuğa dönüştüm sanki. Daha az umursayan derken, aman ha yanlış anlaşılmasın! Hala ortalamaya göre fazla umursayan ve kaygılı bir bireyim. Of! Kafamın içi gerçekten çok yorucu. Sanırım bu duruma bağlı olarak da hafızam kötüleşti. Bazen 3 saniye önce söylenen şeyi hatırlayamıyorum. İnanılmaz! Bazen güzel ama çoğu zaman kötü. Hatta bu durum bence yazmamı bile etkilemiş çünkü yazarken yazdığım şeyleri de unutuyorum. Bu durumda yazılan tuğla gibi kitaplar beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklüyor...Muhtemelen artık yazdığım yazılarda bir şeyleri bağlamak çok zor olacak ama olsun. Düşünce akışımı olduğu gibi yansıtmayı da seviyorum. Darmadağın. Bence daha gerçekçi ve daha içten. Öyle olmasını umuyorum en azından.
Her neyse! Bir noel tatili sonrası yarın iş başı ve kaygılar başlıyor! Hatta başladı bile diyebiliriz. Aman salakça bir soru mu sordum?! Neeee neden böyle şeyler söyledim? Ahhh aptal kafam, nasıl hatırlayamadım?! Bu kadar hızlı konuşamıyorum, kesin buradaki herkes benden daha zeki! Şimdi ne söylemeliyim? Ne yapmalıyım? Çok çalışmalıyım! Daha çok çalışmalıyım! Sosyallik çok zor :( Kültürler çok farklı kesin dediğimi çok farklı anladı...
Vee günler, aylar sonra unutulan kaygılar bütünü...Çoğu şeyin kaygılandığım şekilde olmayışı...Boşa giden zaman ve enerji...
En azından yıllar sonra bir farkındalık oluşmuş. Bu iş sıfırlanmaz, çok zor. Ama kontrol altına almak da bir marifet sanki. Anksiyetemizi dizginleyeceğiz. Biz bu yola baş koyduk!
İşte böyle sevgili hiç kimse, tekrar merhaba!
0 notes
yurekbali · 3 years
Text
Tumblr media
Kayıp Defter / Haydar Ergülen (...) Haziran başıydı, Antalya’dan Ahmet Tüzün aradı, şiirle, Altın Portakal şiir ödülüyle ilgili olarak Antalya’ya yolu düşen herkesin tanıdığı sevgili dostumuz. ANSAN’ın (Antalya Sanatçılar Birliği) her yıl düzenlediği şiir günlerine, 5-6-7 Haziran’da konuk olmamı rica ediyordu. Hem üniversitedeki finaller hem yazı atölyesi, gidecek durumda değildim... (Parantez içinde yazarsam belki pek fazla okuyan olmaz, böylece asıl gitme sebebimi ya da mecburiyetimi gizlemiş olurum: ‘Onur konuğu’ olarak çağırıyorlardı, öyle kararlaştırılmıştı, gitmemek olmazdı.) Cuma sabahı gidip Cumartesi sabahı dönmek üzere kabul ettim, şiirlerimle ilgili panel de öne alınıp Cuma akşamı yapılacaktı. Ertesi gün kadim dostum, şairim, kardeşim, arkadaşım, yani hak’katen onunla ilgili hislerim böyle olduğu için sıralıyorum bu sıfatları ard arda, Engin Turgut aradı, “Antalya’ya beraber gidiyoruz” dedi, “Beraber gidemeyiz, çünkü ben uçakla gidiyorum!” dedim. Aman yanlış anlaşılmasın, Engin Turgut yükseklerden uçmayı pek sevmez de onun için böyle yazıyorum. “İyi ya” dedi, “sen olduğun için uçakla gideceğim ben de”, “tamam” dedim, “bak havadayken kimseyi indirmiyorlar ona göre!” Böyle kötünün kötüsü bir espri de... (Yani hatırlamıyorum ama herhâlde Engin ve uçak mevzusu olunca) yapmış olmalıyım! 5 Haziran Cuma sabah 11.30 THY uçağıyla Antalya’ya uçtuk... 1 saatlik rötarı saymazsak tabii. Yerimiz ‘exit’ti, yani çıkış, oradaki 2 kişilik rahat yer. Ben böyle giderse yakında şairlerin uçak refakatçisi olarak anılabilirim: Ahmet Erhan, Baki Asiltürk, Engin Turgut. Baki’yle de 5 yıl kadar önce yine Antalya’ya gitmiştik, onun da ilk uçak yolculuğuydu, yine aynı koltuklardaydık. Engin’e dedim ki ‘şimdi senin oturduğun koltukta 5 yıl önce Baki oturuyordu!’ Engin, İsmet Paşa gibidir, bazen duyar, bazen duymaz! İkisinin durumu farklı tabii, Baki’nin uçak sıkıntısı yoktu, Engin’se yıllardır uçağa beraber bineceğimiz anı beklemişti! Uçak daha yerdeyken Engin lavaboyu sordu, yerini gösterdim, biraz sonra geldi, ‘Haydarcım inanamazsın çok güzel bir hostesle tanıştım, adı Merve’ dedi, güldüm ‘otur yerine, ne arada tanıştın ki?’ diye de inanmamazlık ettim. Uçak havalandı, ben Engin’e durmadan anlatıyorum ki o kendini dinleyip korkmasın! Korku ne kelime, ön koltuk cebindeki sarı kâğıt torbayı aldı ve o güzel el yazısıyla Merve için bir akrostiş yazmaya başladı. Kalkıştan bir süre sonra da gerçekten güzel bir hostes yanımıza geldi, ‘nasılsınız Engin bey?’ diye sordu, o da ‘sağ olun Merve hanım, sizin varlığınız beni iyi ediyor’ gibi bir yanıt verdi. Ben yalnızca şaşkınlık içindeydim. Engin akrostişini yazarken ben de biraz gazete okudum, sonra da çok sevdiğim genç reklam yazarı Ebru Ayaz ve kocası Yekta’nın armağanları olan siyah uzun cep defterime, 1,5 yıldır kullanıyordum, uçaktaki bu hoşluğu yazdım. Sandviç ve içecek dağıtımı sırasında Merve hanım yine geldi, Engin akrostişi bitirmişti, iki de şiir kitabını imzaladı ve armağan etti, birkaç dakika süren ve ‘akide şekeri tadında’ bir tören eşliğinde, e-posta adresini filan da yazdı sanıyorum. Uçak indi... (...) Engin dönüşte sanki 40 yıllık uçak yolcusu gibi hem çok rahattı hem de çok keyifliydi. Oysa daha dün bir, bugün iki... İstanbul’a geldik, ben derse hazırlanmak üzere hemen eve geldim, Cumartesi, Pazar, Pazartesi dersler, finaller geçti, bitti...Pazartesi gecesi, 2009’un 17 Haziran şiirini yazmak üzere defterime bakındım... bakındım... bakındım! Ya çantamda olurdu ya ceketimin cebinde ya da masanın üstünde, üçünde de yoktu, ‘panik yapma’ diyordum ama, bir yandan da kaybolduğunu dehşetli, şiddetli ve ağır bir biçimde hissediyordum! Yavaş yavaş, hızlı hızlı, ağır ağır, deli deli bütün gece defteri aradım, yoktu. Sonraki günlerde havalimanı, kayıp eşya büroları, taksiler, Ahmet Tüzün, Ninova Pansiyon aramadığım yer kalmadı, onlar da aradılar, yoktu! Üstünde ismim ve cep telefonum yazılıydı, fakat sanırım uçaktaki koltuk cebinde gazetelerin arasında kaldı ve öylece atıldı! (...) Engin’in bu işte bir suçu yok elbette. O benim yerime daha önce şiir yazmış birisi, Üzgün Kediler Gazeli kitabımın hem isim abisi, hem de aynı adı taşıyan şiiri yerime yazmıştı, acaba diyorum şimdi şu 2010’da çıkarmayı düşündüğüm ama artık ‘kayıp defterim dolu/ şiir defterim boş’ diye ağıt yaktığım kitabı, Aşk Şiirleri Antolojisi’ni yerime yazar mı? Tamam suçu yok ama, ne bileyim, hostes, benim şaşkınlığım, bunu yazmak üzere defteri çıkarışım, sonra da duruma iyice şaşırıp defteri gazetelerin arasında unutmam filan, hani bir arkadaşlık daha yapar belki bana Engin! Ben ona epey arkadaşlık yapmış sayılırım ne de olsa, mahallede ‘arkadaşlığın kralı’ diyorlar buna, aldım uçağa bindirdim, Antalya’ya götürdüm getirdim, arada da siyah defterimi kayıp ettim! (...) Bir defter kolay mı doluyor sanıyorsunuz? Hele oradaki kelimelerin çoktan hamur olduğunu düşündükçe, yokluğuna daha çok yanıyorum. Atölyedeki yazı öğrencilerinden biri ‘o kadar üzülmeyin hocam’ dedi ‘sizi daha büyük bir kayıptan engellemiştir’, galiba böyle bir cümleye ihtiyacım varmış ki hemen sarıldım bu fikre. Evet, defterim kendini benim için feda etmişti, canım, siyah defterim, senin için dolu benimse gözlerim... (...) Uçağa biraz küstüm galiba, defterimi aldı ve geri vermedi. Ee, her şey bu kadar hızlı olunca, kaybetmek de hızlı oluyormuş meğer! Kaybolan hemen kayboluyormuş, bir daha da izine rastlanmıyormuş! Sonra sonra şöyle düşündüm: Eğer defterimi bir trende unutmuş olsaydım, o ne yapar eder geri gelirdi, beni mutlaka bulurdu, biraz dolaşmış, yorulmuş da olsa beni özlerdi diye düşünüyorum. Belki de defterim o yolculuğu trenle değil uçakla yaptığım için, son zamanlarda uçağa çok bindiğim için bana biraz gücenmişti, gitgide şiirden uzaklaştığımı düşünüyordu belki de. Öyle ya sen hem o defterin içini tren yolculuklarına benzer bir yolculukla, şiirle doldur, hem de onunla durmadan uçağa bin! Olacağı buymuş! Bir çağrı da burdan yapayım dedim kayıp defterime, belki özür dilediğimi, pişman olduğumu anlar da çıkar gelir artık diye! - Haydar Ergülen, Kayıp Defter (Trenler de Ahşaptır) - Fotoğraf: Engin Turgut, Haydar Ergülen
16 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Merhabalar :) öncelikle vaktinizi alacağım ve biraz uzun olacağı için şimdiden çok özür dilerim.Cevabını bilemediğim ve bir türlü bulamadığım bir konu hakkında fikrinize çok ihtiyacım var.Bir insanla anlaşabilmek onu sevebilmek için en önce yıldızların mı uyuşması gerekir? Yıldız uyuşması (enerjilerin tutması) gibi bir şey gerçekten var mı? Veya çok güzel/yakışıklı mı olmak gerekir? Olabildiğince kısa bir örnek vermek istiyorum.Ortaokuldayken aynı sınıftan bir kız arkadaşım vardı arkadaşım diyorum ama bir yandan değil gibiydik de.Mesela bir gün facebookta resmen benim karakterimde benim gibi bir arkadaşı olmasını çok istediğini,öyle bir arkadaşı olursa her şeyi onunla yapacağını en iyi dostunun o olacağı onu her şeyden çok seveceğini falan yazmıştı.(eğlenceli,sır tutan,sevgi dolu,çılgın vs) Ee kendime bakıyorum anlattığı kişi resmen benim? Ama arkadaşlık ilişkimize bakıyorum çok saçma.Durduk yere benimle iletişimini kestiği oluyor kavga ediyor bi barışıyor bi küsüyor falan.Kilolu ve güzel bir kız olmadığım için pek arkadaşım da yoktu doğrusu dalga geçiyorlardı genelde.O yüzden onu kaybetmek de istemiyordum ama arkadaşlığımız koptu sonra.Yine buna benzer bir kız arkadaşım daha olmuştu onunla da görüşmüyoruz artık.Dolmuşta otobüste birinin çantasını açık görsem uyarıyorum ne bileyim bazen birilerine saçınız ne güzel kombininiz çok hoş diyip gülümsüyorum ayıp olmasın diye cevap veriyorlar gibi ya da bön bön bakıp teşekkür bile etmedikleri oluyor.Başka insanların arkadaşlıklarına bakıyorum birbirlerine çok bağlılar,ufak detaylara önem veriyorlar,doğum günleri ne güzel geçiyor kendime bakıyorum doğum günüm olduğunu gördüğü halde kutlamayan (aralarında kendilerine zamanında birçok kez hediye verdiğim çok kişi vardı),çiçeklere aşık olduğumu sağır sultan bilmesine rağmen sen seversin diye bir dal çiçek bile vermeyen arkadaşlarım var.Arkadaş olmayı çok istediğim takipleştiğimiz biri vardı ona mesaj atmıştım çok sevindi tabi ki görüşürüz falan dedi sonra mesajlaşmadık bile. Lütfen yanlış anlaşılmasın kimse beni sevmek zorunda değil,birileri beni sevsin bütün ilgi bende olsun gibi bir isteğim yok yanlış anlaşılmak istemem sadece asla anlam veremiyorum bu duruma.Enayi derecesinde iyi miyim uyanık ve sinsi mi olmak gerekiyor insanların benimle enerjisi mi tutmuyor yoksa her şey sosyal medyada göz boyamak için mi kimse kimseyi pek umursamıyor mu 22 yaşındayım bunu halen çözemedim.Durum biraz böyle olunca iyice içime kapanıyorum haliyle.Tekrardan vaktinizi aldığım için kusura bakmayın lütfen.Umarım yorumunuz aydınlatıcı olur şimdiden teşekkür ederim. :)
Yıldızlara ya da enerjilere inanmıyorum, insanların öncelikle baktığı şeyler de değişebilir kimisi için ortak ilgi alanları ön plandayken kimisi için ilgisini çeken fenotipler birincil bir seçilime tabi olabilir. Herkes için nihai bir insan seçme biçimi olduğunu sanmıyorum, varsa da bunun mentoru ben olamam kanımca.
2 notes · View notes
kilometrelerolmasa · 4 years
Text
Hepinize selam. Rahatsız olduğum bir durum var birkaç cümle ile açıklamaya çalışacağım.
Öncelikle, mesafe ilişkisi reklam edilecek ne bileyim özenilecek bir durum değil. Birçok tumblr blogu genelleme yapmıyorum fakat 3391 kilometre kitabını okuduktan sonra mesafe ilişkisine özenmeye başladı özellikle egenin incisi gelmemeye giden bilmem ne hesapları. Tabii ki beni hiç alakadar etmez gayet haklısınız fakat o tarz hesaplar yüzünden genellemenin içine eklenmekten bıktım.
3391 kilometre kitabını enesle tanıştıktan çok çok sonra bana arkadaş çevrem " böyle böyle bir kitap var ordaki ege ve izmir gibi hikayeniz çok benziyor" tarzı cümleler kurdular ve merak edip kitabı aldım. Beyza alkoç hayranı değilim wattpad kitaplarını da okumuyorum. Ayrıca şahsi fikrim beyza alkoçun sadece 3391 kilometre kitabını okudum ve abartılacak kadar bir yeteneği olmadığını düşünüyorum sadece konu ilgi çekici olduğu için okunduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi sadece 3391 kilometre kitabı için konuşuyorum belki diğer kitaplarında anlatımı çok daha iyidir bilemem. Her neyse.
Mesafe ilişkisi sandığınız gibi değil arkadaşlar. Okuduğunuz kitaplardaki gibi değil hiçbir şey. Bizzat içindeyim durumun yani kulaktan dolma şeyler değil bizzat yaşıyorum bu durumu.
Enesle kitaplardaki ve filmlerdekinden daha gerçekçi ve güzel bir aşk yaşadık. Mesafe ilişkisi yaşadığım için pişman değilim yani. O ayrı bir konu enesi çok ama çok seviyorum. Ben pişman değilim ancak sizin pişman olmayacağınız ne malum?
Mesafe ilişkisi havalı değil, her mesafe ilişkisi ege ve izmirde olduğu gibi veya enes ve benim ilişkim gibi değil. 5 yıllık mesafe ilişkisi olan arkadaşım bir kere bile sevgilisiyle buluşamadı çünkü sevgilisi onu kandırıp başkasının fotoğraflarını atmış. Bakın gerçekten sırf mesafe ilişkisi yapmak için her önünüze gelen uzaktaki kişiye aşıkmış gibi yapanlar var biliyorum. Bunu okuyan kişiler, siz öyle olmayabilirsiniz ama emin olun ki gördüm. Gerçekten var. Bizzat tanıdığım da var. Sonra terk edildikten sonra "zaten sevmemiştim onu" demişti hem de. Çünkü gerçekten sevmedi. Sadece adı mesafe ilişkisi olsun diye. Aralarında yalnızca 70-80 kilometre vardı üstelik. (Isim ve blog vermeyeceğim bunu okuyorsa anlar zaten.)
Kendi ilişkimi üstün görmüyorum gerçekten yanlış anlaşılmasın, yarası olan gocunur zaten üzerine alınmaması gerekenler alınmasın lütfen. Çok harika ilişkiler de var burda bildiğim gördüğüm.
Gerçekten sevgilinizi mi seviyorsunuz, yoksa "mesafe ilişkisi" kavramını mı seviyorsunuz buna bir karar verin. Çünkü gerçekten mesafe ilişkisi fazlasıyla yoran ve can yakan bir şey. Güzel yanları da var ama eğer gerçekten seviyorsanız çok can acıtıyor. Kitaplarda okuduğunuz gibi uçağa bin atla gel olmuyor yani. Her şey gül gülistan değil.
Kitaplardaki gibi filmlerdeki gibi olmuyor gerçekten bu yazıyı sizi eleştirmek için değil uyarmak için yazıyorum. Harika bir bağımız var birbirimize çok aşığız dediğiniz kişi gerçek hayatta 70 kişiyle birden flörtleşiyor olabilir veya ne bileyim sizi cinsellik için kullanıyor olabilir. Sanal seks seven bir sürü insan var bunları zaten eminim ki biliyorsunuzdur. (Dediğim gibi genelleme değil yalnızca çok belirgin olan karakteri belirgin ve göze batan kişilerden bahsediyorum herkes öyle diye bir kaide yok.) Sadece söylemek istediğim şey bunları göze alıp mesafe ilişkisi yapın. Mesafeler aşılır fakat birisi size çok derin yaralar açarsa işte bu kolay kolay aşılmaz. Özellikle 13-14 yaşındaki kardeşlerim, arkadaşlarım. Sizin için yazıyorum bu yazıyı en çok da. Bu konuda daha dikkatli olun. Kitabı okuduktan sonra gelip burda egenin şuyu izmirin bilmemnesi diye blog açıp biri artık uyu yazsa da onla sevgili olsam diye bekleyen var gerçekten. Lütfen yapmayın. Kullanılmanızı istemiyorum. Herkese inanmayın burası sanal bir ortam.
Sizleri önemsediğim ve üzülmenizi istemediğim için yazıyorum. Ve gerçekten beyza alkoç hayranı değilim wattpad kitaplar��nı da okumuyorum. Dediğim gibi sadece 3391 kilometreyi okudum -ki kitabın sonunu bile bilmiyorum yarım bıraktım- Kötü bir şey de demiyorum yani evet güzel umut verici bir kitap. Ama yemin ederim ki o kitapta yazılan her şey sizin başınıza gelmeyecek. Perdenin arka tarafını görebilmeniz için yazıyorum bu yazıyı. Umarım dikkatli olursunuz. Ve beni yanlış anlamazsınız. Genelleme yapmıyorum yalnızca gördüğüm birkaç kişiden bahsediyorum. Rahatsız ediciydi ve sizlerle paylaşmak istedim umarım anlatabilmişimdir sormak istediğiniz bir şey varsa sorabilirsiniz anlamadığınız size ters gelen bir cümle ettiysem açıklamaya çalışırım. Okuduğunuz için çokça teşekkür ederim kendinize iyi bakın ❤
90 notes · View notes
hznesli · 3 years
Text
Biraz içimi dökmek istedim bu yüzden yazıyorum. Yazmak benim için her zaman; unutmak istemediğin bir yüzü çizmek gibi, çok sevdiğin bir müziğe kulak vermek gibi, en güzel manzarayı seyretmek gibi rahatlatıcı ve huzur verici bir eylem olmuştur. Yazmayı en az okumak kadar seviyorum. Edebiyatımın güçlü olduğundan değil, yanlış anlaşılmasın, duygularımı böyle dökmek istedim bu defa. Sinirlenince çizerim, hüzünlenince müzik dinlerim, mutlu olduğumda kitap okurum ve ben en çok sevdiğimde yazarım. Evet, çok sevmek, mutlu olmak veya da üzülmek gibi ana bir terim olmalı. Çok sevmeyi anlatmak zor, mutluluğu anlatmak gibi. Bunun üstüne milyonlarca roman milyarlarca şiir yazılmış, kimse durdurmamış yazanları, yazsınlar ki çok sevmeyi, başkaları da çok sevsin. Çok sevsinler ki çok sevişsinler. Sevişmek fiziksel bir eylem olarak kalıyor çok sevmeyenlerde. Çok sevenler sevişmeyi tadıyor. Tadan ölmeli, ölmeli ki aşkından, çok sevdiğinden öldü desinler, roman olsun sevişmeleri. Anıları biriktirmek ve onlarla dağlar denizler kıskandırmak gerek. Kıskansınlar ki dağlar karlarına kavuşsun, denizler balıklarına. Kıskansın ki gökler çok sevmeyi, çaksın şimşekler, bulutlar da sevişsin bizim gibi. Bulut da çok sevmeyi içinde tutamıyor, ben yazıyorum bulut yağıyor. Ben sevişiyorum bulut şimşekler çakıyor. Ben ağlıyorum bulut gökleri gürletiyor. Benziyoruz bulutla ben. Seninle seviştiğimiz gecenin sabahında selamlıyor beni güneşin köşesinden. Geceyi daha çok seviyormuş bulut ama ona hiç sormamışlar geceyi seviyor musun diye. Çok sevmeyi anlatamamış çünkü benim gibi, geceye aşkını, güneşe anlatmaya çalışmış. Geceleri köşesine çekilmiş bulut, arada bir iyi mi diye bakmak geliyormuş içinden. Güneş de buluta aşkını anlatamamış. Çok sevmeyi güneş, bulutun geceye aşkından öğrenmiş. Bulutun geceyi çok sevmesini sevmiş. Ne anlattığımı bilmiyorum. Çok sevmek işte böyle karışık bir şey. Kolay ve anlaşılabilir olsaydı bu kadar roman ve şiir boşa yazılmış olacaktı. Şimdi ne yazarlarımız ne de şairlerimiz işsiz kalsın. Hepsi anlatsın çok sevmeyi. Hepiniz çok sevmeyi öğrenin. Çok sevmeyi buluttan, güneşten öğrenin. Çok sevmeyi şairlerden, yazarlardan öğrenin. Ama çok sevmek sizden bir şeyler alır, beni anlayacaksın.
5 notes · View notes