#altın ne olur
Explore tagged Tumblr posts
Video
youtube
Dolar'da Film Kopar! Dr. Filiz Yağcı Anlattı!
#Dolar'da Film Kopar!Peki #Faiz, #Altın ve #Borsa ne olur? Ekonomist Dr. Filiz Yağcı Anlattı!.. Tıklayın, İzleyin, Abone Olun...📺⬇️⬇️⬇️
0 notes
Text
Nasıl Yani? (1) (Kerim 31 Y., İzmir)
İsmim Kerim. 31 yaşında, İzmir'in Torbalı ilçesinde yaşayan, 1.80 cm boyunda, 85 kiloda biriyim. Uzun yıllar özel şirketlerde çalıştıktan sonra, iktisat eğitimini aldığım iş üzerine kanalize oldum. Hem şirkette çalışıp, hem de yatırım danışmanlığı yapıp, son üç yılda kripto para borsası, İstanbul borsası, Dow Jones, Nikkei gibi borsaları takip ederek hatırı sayılır bir servet yaptım. Şirketten istifa edip, evime yakın bir büro tutup, düzenimi kurdum. Karıma, "Çalışma!" dememe rağmen, devlet memuru olduğu için işine devam etti. Oğlumuz ortaokula gidiyordu. Geceleri geç saatlere kadar dünya borsalarını izliyor, yatırımlar yapıyor, sonra da neredeyse borsa açılana dek uyuyor, ama muazzam kazanıyordum.
Bir sene sonra, karıma, bir müstakil ev yada villa yaptırmak istediğimi söylediğimde, işlerin o kadar iyi gittiğini bilmediğinden sapıttı. Yeniköy yolunda havuzlu bir villa yaptırıp taşındık. Sırf evden çıkmak için büroyu elimde tuttum. Bu arada karıma işe gidip gelsin diye sıfır bir araba alıp, kendime de son model bir arazi aracı aldım. Taşındıktan sanırım 2 hafta sonra bir Salı günü büronun zili çaldı. Oturduğum yerden kameralara baktım. Bu ani zenginleşme karşısında kanunsuz birilerinin haraç istemesini engellemek için apartman girişinden büronun her odasına kadar gizli kameralar döşetmiştim.
Laptop ekranından baktığımda, kafası önünde bir kadın vardı kapıda. Kim acaba deyip otomata bastım oturduğum yerden. İçeri girip, "Merhaba?" deyince tanıdım. Çıktığımız evin üst dairesinde oturan Elif'ti. "Hoşgeldin Elf!" dedim. Oturttum, soda ikram ettim, çayla falan uğraşamazdım. Sadece bir kez eşimle balkonda alkol alırken yukarıdan kafasını uzatıp, "Afiyet olsun!" dediğinde eşim davet etmiş, bir fabrikada bakım sorumlusu olduğunu öğrendiğim kocasıyla gelip birer kadeh şarap içip gitmişlerdi.
Kısa bir hoşbeşten sonra, Elif ağzındaki baklayı çıkardı, "Senin borsaya yatırım yaptığını duymuştum eşinden, benim biraz babamdan kalan param var, onları Cumhuriyet altını yaptım. Fakat uzun süredir yerinde sayıyor. Bozdurup Dolar aldım, sana versem benim için de yatırım yapar mısın?" dedi. Bugüne dek kimseye bunu yapmamıştım. Akrabalara, yakın arkadaşlara kendimce tüyolar verirdim, ama kimsenin parasını alıp o riske girmemiştim. Uzun süre gözlerim duvardaki dev ekranlarda, zaman zaman masadaki 3 adet (biri özel) laptopta, bu işin risklerini, bir gecede zengin olup bir gecede batanları, bu vebalin altına giremeyeceğimi anlattım.
İşte o an, kocasının kumar sorunu olduğunu, sürekli ganyan ve sayısal oynadığını, çok borçlarının olduğunu anlattı. Zaten taşınmadan önce birkaç kez postacının getirdiği icra tebligatlarına denk gelmiştim. Lanet olsun içimdeki insan sevgisine deyip, "Tamam, getir! Ama kazanç kadar kayıp ta olasılık, unutma!" diye de tembihledim. Gidip yarım saat sonra geldi ve 3.750 Doları masaya koyup, "Aslında 50 tane altın vardı, ama Mehmet'ten ancak bu kadar kaçırabildim, diğerlerini satıp satıp kumarda kaybetti!" dedi ağlamaklı bir sesle...
"Nasıl haber vereceğim sana?" dediğimde, telefon numarasını söyledi, "Whatsaptan yazarsın, olur mu?" diye. "Bak Elif, yarın öbürgün kocan duyar, görür, okur, ne deriz evdekilere?" dedim. "Ne yapalım, açıklarım o zaman gelirse, kötü bir şey yapmıyoruz ki Kerim! Ben sadece hayatımı kurtarmaya, çocuğuma gelecek sağlamaya çalışıyorum!" dedi...
Kadın şanslıydı. Yumurtaları ayrı sepete koyma yoluna gidip, Borsa ve kripto paraya yatırdığım parası, Cuma akşamı piyasaların kapanışında, dört kat değer kazandı. Mesaj attım, "Müsaitsen ara!" diye. İki dakika sonra arayıp, kısık sesle, "Mehmet gece vardiyasına gidecek, içerde uyuyor, ne oldu?" dedi. "Hiiiç, paran dörde katlandı, 15.625 Dolar oldu da onu söylemek istedim!" dedim. "Ciddi olamazsın, 3 günde mi?" dedi, ama sesi titriyordu. Kazanmanın verdiği zafer hissi ve adrenalin iyi bilirdim bu duyguyu...
Eve gittim. Karımla yedik içtik, sohbet, muhabbet, güzel bir sevişme sonrası çalışma odama geçtim. Elif'ten mesaj geldi. "Uyudun mu?" yazmış. Yarım saatten fazla yazıştık. En son Elif, "Hadi ben seni tutmayayım, sen paralarımıza para kat! Öptüm!" yazdı. "Ben de seni öptüm!" yazdım. "Pardon alışkanlık :)" yazdı. Ben de, "Herkesi öpüyor musun böyle :)" yazdım. "Aşk olsun, benden bekler misin?" yazdı. Ben de, "Haa, bana özel öpücükse sorun yok :)" yazdım. "Evet sana özeldi, iyi geceler :) yazdı. Ertesi gün 11:00'de uyandım. Kahvaltı vs. derken, karım oğlana kıyafet alacaklarını, baldızlarımla beraber Gaziemir'e AVM'ye gideceklerini söyledi ve "Beraber gidelim!" dedi. İşlerim olduğunu biliyordu. "Siz halledin!" dedim.
Saat 13:00 gibi Elif'ten mesaj geldi. "Büroda mısın?" diye. Cumartesileri gitmezdim, ama, "Geleceksen giderim!" yazdım. "Geleyim mi?" dedi. "Gel!" yazdım. Yarım saat sonra bürodaydım. Pastaneden birşeyler aldım, tatlı tuzlu. Çay makinasını çalıştırdım. Saat 14:00'de Elif geldi. Tarifim üzerine gidip iki çay koydu. Birşeyler atıştırdık. "Mehmet nerde?" dedim. "Sabah iş çıkışı ganyana gider. İddiasını, sayısalını, ganyanını oynar. 12:00 gibi eve gelir, yemek yer, yatar. Akşam 20:00 gibi uyanır. 23:00'e kadar küfrede küfrede sonuçlara bakar. Bazen üç beş kuruş kazanır havaya girer, ertesi gün iki katını kaybeder küfrede küfrede servise gider!" dedi.
"Eee, bu anlattığın sürelerde ne sana ne de oğluna ayırdığı bir zaman yok?" dedim. "3 yıl önce bu işe girmeden önce öyle değildi. Ama artık maalesef öyle!" dedi. "Ne olacak böyle?" dedim. "Bilmiyorum, ben de bıraktım artık ucunu!" dedi, sonra da, "Eee, ekranlar kapalı?" dedi. "Bugün borsa kapalı, Coinlerde de zaten herşey anlık, istediğimde bakarım, şimdi dikkatim sende! Amaaaaa..." dedim, Kripto para laptopuma bakıp, "Biz burda sohbet ederken 1.875 Dolar daha kazandın!" dedim. Elif, "NASIL YANİ? Ciddi misin?" deyip kalkıp masanın benden tarafına geldi. Ekranı görmek için masaya dirseklerini koyup çenesini avuçlarına koydu.
O an ekrandan ona portfoyünü anlatıyordum. Elimi beline koydum. Kafayı çevirip gülümseyerek bana baktı ben anlatmaya devam ederken. İnce yazlık rengarenk çiçeklerle dolu bol bir etek giymişti. Elimi eteğin altına sokup bacaklarından yukarıya doğru okşadım. "Yapma..." dedi, ama (Devam et!) der gibi. "Pardon!" deyip elimi çektim. Ama pozisyonunu bozmayıp, "Anlatsana biraz daha!" dedi. Anlatmaya başladım yine, ama içimden bir ses (Devam et!) diyordu. Kalçalarına ulaştığımda kalçası istemdışı titredi. Eteğini beline kadar sıyırıp, kalçalarını okşamaya başladım. Normal siyah bir külot vardı. Ben birkaç dakika hafif hafif okşadıktan sonra birden doğruldu ve "Yapma dedim sana!" deyip, çantasını kaptığı gibi kapıyı çarpıp gitti. Hiç endişelenmedim. Kimseye anlatamazdı nasılsa :)
Pazar günü ailemle Güzelbahçe'de muhteşem bir yemek yedik. Pazartesi piyasalar kötü açıldı. Ama yaptığım küçük hamlelerle kayıpları başka kanallarla kapatıp günlük harçlığımı kaptım :) Öğleden sonra saat 15:30 gibi kapının zili çaldı. Elif gelmişti. Açtım kapıyı. "Merhaba!" deyip şirinlik yapıyordu. Bu kez trip sırası bendeydi, "Bak, böyle habersiz gelme, bazen nadiren de olsa iş çıkışı karım uğruyor!" dedim. Suratını asıp, "İstemezsen bir daha gelmem! Mehmet 16:00 - 24:00 çalışıyor da, o servise çıkınca bir uğrayayım dedim!" dedi. "Öyle mi? Ne zaman istersen gel, ama habersiz gelme!" dedim, sonra da, "Bugün haberler kötü!" dedim. "Ciddi misin?" dedi. "Evet!" dedim. "Ne kadar kayıp var?" dedi. "Gel!" dedim. Gelip ekrana bakmaya başladı. Yine aynı pozisyondaydı, yine bol ince siyah fırfırlı bir etek giymişti diz hizasında.
Şaka yaptığımı, küçük de olsa kazancı olduğunu söyledim. Bir elimle ekrandan gösterirken, diğer elimi yine etek altına kaydırdım. Kalçalarını okşayarak ekranda anlatıyordum. İki parmağımı amına doğru indirdim külodunun üstünden. Çok hafif bir, "Immmhhh!" çıktı dudaklarının arasından. Bir dakika kadar külot üstünden okşadıktan sonra parmaklarımla ağ kısmını yana çekip, parmaklarım tenine değdiğinde, parmaklarını prize sokmuş gibi titredi. Sırılsıklamdı amcığı, parmaklarımı hiç içine sokmadan sadece okşuyordum. Elif arada ekrandan birşey gösterip, "Bu ne? Şu ne?" diyordu dudaklarını ısırarak. Anlatıyordum kısaca.
Orta parmağımı amının içine kaydırdığımda gözlerini kapatmış, dudaklarını ısırıyor, burun deliklerinden derin derin soluyordu. Koltuğumu geriye doğru çekip tam arkasına getirdim, eğilip amcığına dilimi sürtüp içine kaydırdım dilimi, parmaklarımla am dudaklarını ayırıp, amını yalamaya başladım. Daha dilim girer girmez titreyerek kasılmaya, "Evet, evet, eveet!" diye inleyerek orgazm olmaya başladı. Hiç kesmeden yalayıp dilimle sikerek, akan am sularını içmeye devam ettim...
Öne çekilip eteğini indirdi ve "Kusura bakma çok doluydum!" dedi. "Önemi yok! Neden doluydun o kadar?" dedim. "Evelki gün kalçalarıma dokunduğun an ıslandım, o andan beri de hiç kurumadı desem yeri var!" dedi. Elinden tutup kucağıma oturttum. Dudaklarını dudaklarıma alıp, kıvırcık kendinden kızıl saçlarını koklayarak, eteğinin altından dizlerinden kalçalarına kadar okşamaya başladım. Tişörtünü çıkartıp, kulak memelerinden yanaklarından boynundan sütyenine kadar indim. Bacaklarını açtırıp, bu kez külodunun içine soktum elimi, amcığını parmaklamaya başladım. Kendi eliyle sütyenini çözdü ve çıkarıp attı. Göğüs uçlarını dilim ve dudaklarımla ezerken, kolumla belinden kavramıştım, iki parmağım amına yarak gibi girip çıkıyordu...
Elif göğüslerini avuçlayıp daha fazla ağzıma bastırarak, "Isır!" dedi. Uçlarından başlayıp altına kadar her santimine küçük ısırıklar atarken, yine kasılıp, "Evet, evet, eveet!" diye inleyerek amcığını parmaklarıma daha çok bastırıyordu. Kafasını geriye doğru atmış, "Ohhh, evet, ohhh, evet!" diyor, her ısırığımda sesi daha çok yükseliyordu. Ardı ardına orgazm oluyordu parmaklarımla...
Birkaç dakika boynuma yattı, boynumu öpüyordu küçük küçük. Ben parmaklarımı çekmemiştim, amı vıcık vıcıktı. Elif ayağa kalkıp eteğiyle külodunu çıkardı ve "Şimdi sikini içimde istiyorum!" dedi. Ben de kalkıp pantolonumu ve boxerimi çıkardım. Masaya ellerini dayayıp, sırtı bana dönük şekilde kucağıma oturdu. Hiç dokunmadan, götünü kıvıra kıvıra amına aldı yarağımı. "Ohhh, çok büyük, ohhh, çok kalın, doldurdun içimi!" diyor, masadan aldığı kuvvetle kalçaları kasıklarıma vura vura oturup kalkıyordu kucağımda...
Ellerimi öne uzatıp göğüslerini avuçladım. Isır dediğine göre acıdan hoşlanıyor, sert sikişmeyi seviyordu. Göğüs uçlarını parmaklarımla eziyor, çekiştiriyordum. "Ohhh, acıyor, ohhh!" diyerek daha hızlı oturup kalkmaya başladı. Bir elimi göğsünden çekip kalçalarını sertçe tokatlamaya başladım. Diğer elim göğüs ucunu koparacakmış gibi çekiştirirken, "Canımı yak, ohhh, canımı yak!" diye diye orgazm oluyordu. Kalçalarında elimin izi çıkmış, resmen parmak uçlarımın değdiği yerlere kan oturmuştu...
Sonunda ben de dayanamadım ve "Geliyorum!" dedim. Hemen yarağımdan inip, "Üzerine boşalacağın bir şey var mı?" dedi. Çekmecede, masanın tozunu silmek için falan bulundurduğum bir rulo kağıt havlu vardı, birkaç yaprak koparıp serdim bacaklarıma. Elif de yarağıma otuzbir çektirip kağıt havlunun üzerine boşalttı döllerimi. İkimiz de temizlendikten sonra kucağıma oturup, "Ben hayatım boyunca toplam bu kadar orgazm olmadım!" dedi ve beni öpücüklere boğdu.
Sonra, "Yakalanmadan gideyim mi ben?" dedi. Ona götünü gösterip, "Moraracak, nasıl açıklayacaksın kocana?" dedim. "Açıklamak zorunda değilim, 6 aydır eli elime değmedi!" dedi giyinirken. Giderken de, "Sabah 9:00'da oğlanı okuluna bırakıyorum, 9:30 gibi burda olurum, gelip sana Çay demlememi ister misin?" dedi. "Tamam!" dedim.
[Kerim]
180 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎ Hurdacı Ölümsüz Ve Kızıl Cübbeli Hayalet hakkındaki halk hikayesi
"Orta dünyada şöyle derler, bir zamanlar hurdacı bir ölümsüz varmış.
Ona Hurdacı ölümsüz deseler de bu ölümsüzün kutsadığı hurda toplayıcılar değildi, ölümlüler diyarının huzuruydu. Çünkü aynı zamanda o en güçlü savaş tanrısıydı.
O'nun yenemeyeceği hiçbir kötülük, öldüremeyeceği hiçbir hayalet yoktur. O, dünyayı yok edecek güce sahip olsa da çiçeğe değer verecek yürekten yoksun değildi.
Ancak bir tanrıya ibadet etmek için birtakım kurallar ve tabular vardır. Eğer biri bu ölümsüze tapılan bir tapınağa uğrarsa asla öylesine gelişigüzel secde edilmemelidir.
Ancak bu hurdacı ölümsüzün özel bir yapısı var ve şanssızlığı çağırır. İnanmıyor musun? Bir zar hazırla, ölümsüzün ilahi heykelinin elini ovalayıp zar at, gel gör ki şansın kesinlikle en kötüsü olacak.
Yani, bu Hurdacı ölümsüzün tozlu beyaz heykeline dua eden bir kişi ne kadar çok dua ederse heykelin o kadar çok kötü şans getirebileceğini söylenir. Suyun bile dişlerin arasına sıkışabileceği noktadan Taocu cübbe giyerken hayaletleri görmeye kadar."
.
"Orta dünyada bir de şundan bahsedilir, öyle bir Kızıl Cübbeli Hayalet Kral varmış ki.
Her ne kadar bu Hayalet Kral'ın insan dışı bir varlık olduğu düşünülse de muazzam sayıda inananlara sahipti. Kendi meskenlerinde Hayalet Kral’ın türbesini gizlice kuranlar sıklıkla bulunur, gündüz ve gece ibadet edip iyi şans için dua ederlerdi.
Bunun nedeni, yalnızca bu Hayalet Kral’ın yenilmez olması değil, görünüşe göre tek bir yenilgiyi bile tatmamıştı ve şansı kıyaslanabilir derecede güçlüydü.
İnanmıyor musun? Zarları atmadan önce onun önünde secdeye kapan. Eğer sana yardım etmeyi isterse o zaman bir sonraki atışınız kesinlikle olağanüstü olacak.
Ancak hayaletler tanrılar gibi değil yani doğal olarak daha fazla tabular var. Hayalet kral çok güçlü olsa da kişiliği tuhaf ve aşırıdır.
Eğer mutluysa sen dua etmesen bile sana yardım edecektir; eğer mutsuzsa sen bin altın versen bile geri çevirir; eğer aşırı mutsuzsa kim bilir belki bir gün canını bile alabilir.
Yani aynı mantıkla, saygınızı göstermek en iyisi ama yine de uzak durun."
.
"Ancak eğer insanlar hem bu tanrının hem de bu hayaletin ilahi heykellerine beraber ibadet ederse işte o zaman bir mucize olur.
O Kızıl Cübbeli Hayalet Kral, Hurdacı Ölümsüz'ü saran tüm talihsizlikleri kovacak ve onun gerçek görünüşünü ortaya çıkarmasına izin verecek.
İnsanlar bunu şok edici bir şekilde keşfedecekler, görünüşe göre o Hurdacı ölümsüzün rengi tozlu bir beyaz değil, parıl parıl parlayan altın rengiymiş."
.
"Efsaneler genellikle gerçeklere dayanır. Ancak bu masal muhtemelen çok çok uzun zaman önce belki de sekiz yüz yıl öncesinden başlayarak anlatılması bile gerekebilirdi ve bunu anlatmak çok çok uzun bir hikaye olurdu. İnsanlar dinleme sabrına sahip olmayabilir.
Ancak kesin olan şu ki her ikisinin de en güçlü güçlerini sergilemesine sahip olmak için ikisine birlikte tapınılmalıdır.
Bu şekilde kişi iki kat servet ve iki kat yenilmezlik elde edebilir.
Cennetin kutsamasıyla, hiçbir yol çıkmaz değildir."
"天官赐福 百无禁忌"
#heaven official's blessing#hua cheng#xie lian#hualian#tian guan ci fu#heavenlyblessing#feng xin#ling wen#jun wu#jian lan#mu qing#nan yang#xuan zhen#hexuan#shi wudu#shi qingxuan#quan yizhen#yin yu#pei su#peiming#pei ming#ban yue#yushi huang#hong hong er#mei nianqing
38 notes
·
View notes
Text
Yavuz Sultan Selim Han zamanında, çok fakir bir adam borçlarını ödeyemeyince zora düşmüş ve sabah soluğu Yavuz Sultan Selim'in yanında almış demiş ki:
Sultanım, bana bir kese altın verecekmişsiniz.
Selim han : Vereyim vermesine de bir neden söyleyecek misiniz? Der.
Fakir adam : "Ben 63 yaşında istanbul eşrafından Mehmet, ben çoook zengindim sultanım, lakin bir süre önce başıma gelen bir musibet sonucu, malımı, mülkümü, neyim varsa kaybettim ve ne yaptıysam, ne ettiysem kurtulamıyorum borç batağından.
Dün gece herkesin yattığı, o mukaddes teheccüd saatinde kalktım, iki rekat namaz kıldım, sonra koydum alnımı secdeye"Ya Rabbi beni eşime, çocuklarıma ve dostlarıma mahçup etme, derdi veren de sensin, dermanı veren de sen"dedim ve yattım.
Rüyama Resûlullâh Efendimiz Sallallâhu âleyhî ve sellem geldi, dedi ki ;Ey Mehmet niye hüzünlenirsin evladım? Yarın ilk işin saraya git. Selim'ime selâm söyle, sana bir kese altın versin, eğer sebebini sorarsa, her gece okuduğu, benim ruhuma hediye ettiği 100 Salavat-ı dün gece okumayı unuttu, okumadığı Salavatlar hürmetine,seni mutlu etsin", dedi, der demez.
Selim han : Hemen bir kese altın çıkartıp vermiş adama, ve demiş ki; "Ne olur tekrar söyleeee, ne dedi Habibullâh".
Mehmet amca tekrarlamış "Selim'ime selâm söyle,sana bir kese altın versin, her gece okuduğu 100 Salavat-ı dün gece okumayı unuttu, okumadığı Salâvatlar hürmetine seni mutlu etsin".dedi demiş.
Çıkartır adama bir kese daha vermiş ama durmamış Yavuz Selim, "söyleeee ne olur, ne dedi Resûlullâh".(sallallâhu aleyhi vesellem)
Mehmet amca tekrar etmiş, "Selim'ime selâm söyle diyerek tekrardan söylemiş Resûlullâh'ın ( Sallallâhu aleyhi vesellem ) söylediklerini,
çıkarır bir kese altın daha vermiş ama durmamış Yavuz Selim.
"Ne olur bi daha söyleeee, ne dedi Muhammed Mustafa Sallallâhu âleyhî ve sellem",
adam tekrar etmiş yine, Yavuz Selim bir kese altın daha vermiş, her kesede 100 altın var, tam on yedi kese altın ederince tekrarlatmış.
Mehmet amcanın kucağında 17.000 altın, bir servet, ama Yavuz Selim Han kendini kaybetmişçesine, durmuyor.
"Ne olur söyleeee ne dedi Kâinatın efendisi" ......
Selim Hanin başveziri Hasancan bunu fark etmiş ve Sultanım Mehmet amca getirdiği heber vesilesi ile mesut oldu, aldığınız haberle sizde mesut oldunuz, isterseniz Mehmet amcayı gönderelim, başı sıkıştığında tekrar gelsin, ne dersiniz"
deyip adamı göndermiş.
Başvezir Hasancan döndüğünde, Yavuz Selim'i secdede görünce, bişey oldu düşüncesiyle omzuna dokunur.
Yavuz Sultan Selim başını kaldırır ki gözleri kan çanağına dönmüş, " Duydun mu! Hasancan,Resûlullâh benim için "Selim'im demiş duydun mu...!
Duydun mu Hasancan, Habibullâh benim için Selim'im demiş duydun mu"... binlerce şükür olsun bizi bu şerefe nail etti, Rabbime Hamd olsun "ve devam etmiş Yavuz Selim
"Ey Hasancan eğer sen o amcayı göndermeseydin, değil malımı, mülkümü, tacımı, tahtımı, sarayımı
Resûlullâh'ın bana Selim'im demesine feda edecektim!
(lütfen sıkılmadan okuyun)
82 notes
·
View notes
Text
YOLCULUK ÇOK KISA
İhtiyar bir hanım otobüse bindi, koltuğuna oturdu. Sonraki durakta genç, hareketli ve biraz da asabi bir kadın bindi otobüse ve yaşlı kadının yanına oturdu. Torbaları elinde çok yer kaplıyordu. İstemeden yol boyunca torbalar ihtiyar kadına çarptı.
Canı yanan ihtiyarın sessiz kaldığını görünce genç kadın, yaşlı kadına bu kadar sakin kalabilmesine şaşırdığını söyledi.
İhtiyar kadın gülümseyerek “Kaba olmaya ya da ehemmiyetsiz bir şey için münakaşaya, kalp kırmaya değer mi ? Çünkü senin yanındaki yolculuğum çok kısa...
Bir sonraki durakta zaten ineceğim..." dedi.
Bu cevap altın harflerle yazılmayı hak ediyor:
*′′ BU KADAR EHEMMİYETSİZ BİR ŞEY HAKKINDA TARTIŞMAYA LÜZUM YOK, ÇÜNKÜ BERABER SEYAHATİMİZ ÇOK KISA..."*
Her birimiz, bu dünyadaki zamanımızın ne kadar kısa olduğunu anlamalıyız ki kavgaların, yersiz tartışmaların, kıskançlıkların, başkalarını affetmemenin, memnuniyetsizliğin ve devamlı şikâyet etmenin boş zaman ve enerji kaybı olduğunu anlayalım.
Birisi kalbini mi kırdı? Sakin ol. “Yolculuk çok kısa...” de.
Birisi sana ihanet mi etti, korkuttu mu, aldattı mı ya da aşağıladı mı ya da sebepsiz yere hakaret mi etti..? Sakin ol. Bir şey kaybetmezsin. Yolculuk çok kısa.
Meslektaşlarınız sohbette beğenmediğiniz bir yorum mu yaptı? Sakin ol. Duyma dediklerini. Onu affet. Yolculuk çok kısa.
Demem o ki karşımızdaki insan bize ne mesele çıkarırsa çıkarsın, beraber seyahatimizin çok kısa olduğunu hatırlayarak hareket et...
Kimse bu yolculuğun süresini bilmiyor. Kimse son durağının ne zaman geleceğini de bilmiyor. Bildiğimiz tek şey, birlikte seyahatimizin çok kısa olduğu...
Arkadaşlarımızın, dostlarımızın kıymetini bilelim. Hürmetkârlığın, nezaketin, affetmenin, şükretmenin, güler yüzlü olmanın büyük bir erdem olduğunu unutmayalım ve bu bilinçle yaşayalım. Neticede birlikte seyahatimiz çok kısa!
Ümidim odur ki bu dünyada yolculuk yaparken geçtiğimiz istasyonlarda selamlaşıp kucaklaştıklarımız, hayatına dokunduklarımız, dostluk kurduklarımız, ayrılırken arkamızdan sevgiyle el sallayanlarımız çok olur...
Tebessüm et ve daima gülümse...
Çünkü, YOLCULUK ÇOK KISA..!
AlıntıdırYOLCULUK ÇOK KISA
İhtiyar bir hanım otobüse bindi, koltuğuna oturdu. Sonraki durakta genç, hareketli ve biraz da asabi bir kadın bindi otobüse ve yaşlı kadının yanına oturdu. Torbaları elinde çok yer kaplıyordu. İstemeden yol boyunca torbalar ihtiyar kadına çarptı.
Canı yanan ihtiyarın sessiz kaldığını görünce genç kadın, yaşlı kadına bu kadar sakin kalabilmesine şaşırdığını söyledi.
İhtiyar kadın gülümseyerek “Kaba olmaya ya da ehemmiyetsiz bir şey için münakaşaya, kalp kırmaya değer mi ? Çünkü senin yanındaki yolculuğum çok kısa...
Bir sonraki durakta zaten ineceğim..." dedi.
Bu cevap altın harflerle yazılmayı hak ediyor:
*′′ BU KADAR EHEMMİYETSİZ BİR ŞEY HAKKINDA TARTIŞMAYA LÜZUM YOK, ÇÜNKÜ BERABER SEYAHATİMİZ ÇOK KISA..."*
Her birimiz, bu dünyadaki zamanımızın ne kadar kısa olduğunu anlamalıyız ki kavgaların, yersiz tartışmaların, kıskançlıkların, başkalarını affetmemenin, memnuniyetsizliğin ve devamlı şikâyet etmenin boş zaman ve enerji kaybı olduğunu anlayalım.
Birisi kalbini mi kırdı? Sakin ol. “Yolculuk çok kısa...” de.
Birisi sana ihanet mi etti, korkuttu mu, aldattı mı ya da aşağıladı mı ya da sebepsiz yere hakaret mi etti..? Sakin ol. Bir şey kaybetmezsin. Yolculuk çok kısa.
Meslektaşlarınız sohbette beğenmediğiniz bir yorum mu yaptı? Sakin ol. Duyma dediklerini. Onu affet. Yolculuk çok kısa.
Demem o ki karşımızdaki insan bize ne mesele çıkarırsa çıkarsın, beraber seyahatimizin çok kısa olduğunu hatırlayarak hareket et...
Kimse bu yolculuğun süresini bilmiyor. Kimse son durağının ne zaman geleceğini de bilmiyor. Bildiğimiz tek şey, birlikte seyahatimizin çok kısa olduğu...
Arkadaşlarımızın, dostlarımızın kıymetini bilelim. Hürmetkârlığın, nezaketin, affetmenin, şükretmenin, güler yüzlü olmanın büyük bir erdem olduğunu unutmayalım ve bu bilinçle yaşayalım. Neticede birlikte seyahatimiz çok kısa!
Ümidim odur ki bu dünyada yolculuk yaparken geçtiğimiz istasyonlarda selamlaşıp kucaklaştıklarımız, hayatına dokunduklarımız, dostluk kurduklarımız, ayrılırken arkamızdan sevgiyle el sallayanlarımız çok olur...
Tebessüm et ve daima gülümse...
Çünkü, YOLCULUK ÇOK KISA..!
Alıntıdır
Not: Çoğu insan gibi bende uzun yazıları okurken sıkılırım. Ama bazı yazılar var sonunu getirmeden rahat edemiyorsun. Buda öyle bir şey.. Çünkü gerçekten yolculuk çok kısa..😊
Gününüz aydın olsun🌞
39 notes
·
View notes
Text
‘Ben’ illetine karşı tek bir gerçekle karşı durulur; Ölüm!
Ölüme övgü -I-
İnsan olmak bir gerçektir! Tıpkı bazı şeylerin gerçek olması gibi; biz inansak da inanmasak da. Bu hayatta çok mecnun dertleri olan bir insan olarak sanırım şunu söylemeye hakkım var; insan gibi ölüm de bir gerçektir. Ve ölen yalnızca daha ölmemiş olanın anılarında yaşar. Bu, ölen için cehennemden daha büyük bir azaptır. Zira ölen artık söz söyleme, konuşma hakkı elinden alınmış olandır. Artık onun için başkaları konuşacak, söylenmesi gerekenleri ya da daha vahim haliyle hiç söylenmemesi gerekenleri başkaları söyleyecek. Bence asıl ölüm budur! İnsanlar o kadar zorbadır ki ‘o hep hafızamızda yaşayacak’ ya da ‘hep kalbimde olacaksın’ diyebilecek kadar ileri gidebiliyor. Yani, ‘ben hiç ölmeyecek, sonsuza kadar yaşayacağım. Sen, ölü olan artık senin sahibin benim’ demek istiyorlar.
Ölen için bu kaosun varlığı, belki de yaşayanın en büyük sığınağı, tesellisidir. İnsanların çoktan ölmüş olmasına ya da bir gün gerçekten ölecek olmalarına rağmen, cenneti vaadeden tanrı gibi kendini aşan sözler vermesi bir zamanlar kimsenin kaldıramadığı sözün hafifliğinden doğmakta. Yazılmış olan ‘önce söz vardı’ diyebilir ya da ‘söz hayat ağacının köküdür’ de diyebilir, aslolan her zaman sözün değeri olmuştur. Kaç külçe ya da akçe ettiği değil, değer gerçeğin ne taşıdığıyla ilgilidir. Gerçeğin değeri taşıdığıyla ölçülür. Sevgi bir gerçekten öte, hakikate yakın bir anlamı barındırsa bile, değeri taşıyanın içtenliğiyle ölçülür. Say ki 2 bin altını bir katıra yüklemiş ve uzun bir yoldasın. Katır için altın da yüktür tunç da. Neyin ne olduğunun bilincinde olmadıktan sonra altının da tuncun da ne ederi olur katır için, katır gibi insan için...
Velhasıl-ı kelam, sözü taşımaya yeltenen insandır sorunun kendisi. İnsanın kendisiyle ilgili bir şeyden bahsediyorum ben; Marks’ın ‘kendinde şey’ dediği ya da romantiklerin ‘ben bir başkasıdır’ dediği şeyden!
Kimilerine göre gerçek ‘ben’dir ve algıladığımızdan da ötedir. Kimi ‘gerçek’lere göreyse ‘ben’ yalnızca bir yanılsamadır. Ve aslolan biz’dir. Ben gerçeği ne ben’de ne de biz’de buldum; gerçek başkada, başka olandadır; yani kendinde şey olabilendedir...
Kendinde şey olmayanın oluş hali, olura dönüşmüş olanıdır.
Belki de olmayan ve olura dönüşebilen tek şey insanın kendisidir. Ve bu kendilik; insan olmak kadar gerçektir!
Şimdi eskiden sahip olduğum bilinçten giderek uzaklaşıyor ve şunu söyleme cüretinde bulunuyorum; en büyük gerçeklik hala söylenmedi ve herhalde söylenemez de. Zira tek dediğimiz sezgilerin uzak anısıyla geliyor ve bu anıda ölmüş olanın sonsuza dek susturulmuş olması yatıyor. O sonsuza dek susturulmuşken, biz pervasızlığımızı onun adına konuşma cüretinde bulunarak dışa vuruyoruz.
Bu nedenle büyük bir öfkeyle şunu söylüyorum dinlemesini bilene ya da dinlediğini bildiğini bilene;
Ölümden ötesi yok ve bu yokluğu ölenler adına konuşarak süreklileştirme! Bunu bir sürek kılma; öleni, aslında ölerek özneleşmiş olanı hiçliğe gark eder. Bu hiçlik daha ölenin ilk an’larından itibaren çevresinde örülmeye başlanır. Misal mi? Cenaze törenlerine bakın! O törenler ölenler için değildir, biz yaşayanlar, daha doğrusu yaşadığını sananlar için yapılır. Hala yaşadığımızı göstermek, ölenin biz olmadığını ısrarla dile getirmek içindir tüm ayinler. Ve bu yolla yalnızca kendi egomuzu tatmin etmekle kalmaz, hiçliğe sürüklenme korkumuzu da yatıştırmış oluruz. Bilcümle kendimizi teselli etmek, bir yalana inandırmak dışında bir şey yapmayız...
O nedenle gerçekten sapış ölümden değil, yaşamın kendisinden doğmuştur. Çünkü ölüm belki de tek mutlak gerçektir. Ama yaşam, hala anlayamadığımız şu sefil yaşam kaypak ve bir o kadar düzlemsizdir...
Öyleyse ne diyelim?
Yaşamın sahteliğine karşın ölümün hakikati mi savunulmalı? Yoksa ölümün gerçeğinden, yaşamın gerçek değerini taşıyan anlamını mı doğurtmalı? Ya da yaşam, kendinde şey’(l)e mi dön(üş)meli?!
Ne dersiniz, yaşam ne ki insan ne olsun...
Hele ölüm, o KİM?
(…)
28 notes
·
View notes
Text
Nikahını kıydığım gelin hanıma sordum:
Mehir olarak eşinden istediğin şey nedir?
10 gram altın, dedi.
Bu benim daha önce hiç duymadığım bir rakamdı. Çok hoşuma gitmekle beraber bir miktar da şaşırmıştım. Sordum o şaşkınlıkla.
Az değil mi?
Neye göre az, dedi.
Ne bileyim, şimdiye kadar bir çok nikah kıydım ama böyle düşük rakam söyleyene hiç denk gelmedim, dedim.
Evet, etrafta çok farklı rakamların telaffuz edildiğini biliyorum. Ama bunların yanında benim bildiğim bir şey daha var. Hani Peygamberimiz (s.a.v); "Nikahın en hayırlısı kolay ve külfetsiz olanıdır." buyurmuyor mu? Benim ölçüm bu. Başkalarının ne yaptığı beni ilgilendirmez, dedi (Şaşkınlığıma bir de hayranlığım eklenmişti.)
Geleceğe dair bir kaygın yok mu? Elinde bir sağlamlık olsa fena mı olur, diye sordum mahsustan.
Hocam, benim eşim sağlam olsun. O sağlam olmadıktan sonra bu tür şeylerin bana göre hiçbir kıymeti yoktur. Ben Allah'a güveniyorum. Benim tevekkülüm O'na dır.
Ben eşime de güveniyorum. Ben eşimi mağazadan kıyafet alır gibi seçmedim çünkü. Öyle bir takım yaldızlı sözlerine kanarak "tamam, kabulümsün" de demedim.
Soyunu sopunu biliyorum. Nasıl bir ailede büyüdüğünü biliyorum. Dahası bu işe bir başıma da karar vermedim. Büyüklerimin görüşlerinden, tecrübelerinden ve tavsiyelerinden de yararlandım, dedi...
Şu an çocuklarını evlendirmek isteyip de uygun aday bulamayan velilerin "keşke, böyle bir gelin de bize denk gelse" diye iç geçirdiklerini tahmin edebiliyorum.
Fakat bu arzu ve beklenti içerisinde olanlara şunu hatırlatmak isterim.
Bu bilinçte çocuklar istemekle olmuyor, yetiştirmekle oluyor.
Bu kalitede çocuklar 'çocuktur, çok da üzerine gitmemek lazım' demekle olmuyor.
Bu tür çocuklar emek istiyorlar, sabır istiyorlar ve en önemlisi de dertli bir yürek istiyorlar.
11 notes
·
View notes
Text
Fiziksel Görünüş Her Şeydir kardeşim.
Herkes, "kişilik her şeydir" diye geveleyip durur. Güzel laflar, tatlı gülümsemeler, ruhun güzelliği falan filan.
Siktir oradan,
Gerçek, gözümüzün önünde: fiziksel görünüş her şeydir.
İlk izlenimler, ardında bıraktığımız tüm izlerin temelini oluşturur.
Gözlerimiz, zihinlerimizin kapı bekçileridir.
Kimi seçeceklerini, kimi dışlayacaklarını, kimi yücelteceklerini sadece birkaç saniyede belirlerler.
Kıyafetler, saç stilleri, yüz hatları , göğüs , kalça ölçüleri
Bunlar, modern dünyanın yargılayıcı bakışlarının terazisinde tartıya çıkarken önem kazanan unsurlar.
Güzel bir yüz, düzgün bir fizik,dik göğüsler , kalkık bir kalça
pahalı kıyafetler, telefonlar, takılar; bunlar insanları etkileyen, onların dikkatini çeken unsurlar.
"Kişilik karakter önemlidir" diyenler bile, bir insanın dış görünüşüne kapılmadan onu tanıma zahmetine girmekte zorlanır.
Hepsi hikaye, hepsi yalan dolan.
Ama işte burada, toplumun mide bulandıran yüzeyselliği devreye giriyor.
Şişmansan, kilo almışsan, kusursuz bir fiziğin yoksa, bu acımasız toplum seni çabucak yargılar. Sanki değerini ölçen tek şey, bedenindeki yağ oranıymış gibi.
Herkesin dilinde o klişe laflar: "İç güzellik önemli", "Karakter her şeydir."
Ama gerçekte, ilk bakışta gördükleri şey kiloların ve görünüşün olur.
Bir bakmışsın, dışlanmışsın, alay konusu olmuşsun, dedikodun dönmüş filan.
İlk izlenimlerin kalıcı olduğunu biliriz.
İnsanlar, fiziksel görünüşlerinden ötürü sınıflandırılır, önyargılarla dolu kutulara yerleştirilir. Göz alıcı bir güzelliğe sahip olanlar, sosyal merdivenleri daha hızlı tırmanır, kapılar onlara daha çabuk açılır.
Çekici olmayanlar ise, içlerindeki hazineleri keşfetmek için sabırsızlanan nadir ruhlar dışında, genellikle dışlanır.
Toplum, bu sığ değerlere dayanarak, insanlığın gerçek potansiyelini ve derinliğini görmezden gelmeye devam eder.
Bu durum, değişmesi gereken acımasız bir gerçektir.
Elbette, karakterin ve kişiliğin derin bir önemi vardır.
Ama bu derinlik, genellikle yüzeyin altına dalmayı göze alacak cesareti olanlara açıktır.
Toplum, yüzeyde olanı değerlendirir.
Güzel bir yüz, pürüzsüz bir cilt, kusursuz bir giyim tarzı...
Bunlar, sosyal onay ve kabulün altın anahtarlarıdır. Ancak, bu yüzeysellik, insan ilişkilerinde derin bir boşluk yaratır.
İnsanlar, gerçek bağlantıları ve anlamlı ilişkileri yüzeyde ararken, içsel zenginlikleri göz ardı ederler.
Sonuç olarak, fiziksel görünüş her şeydir.
İnsanlar kişiliğinizden önce görünüşünüze bakar. Gerçek dünya, ne yazık ki, yüzeyde olanı yüceltir.
Eğer böyle olmasaydı, Victoria secret podyumunda iyi fizigi ve güzelliği olanlar değil, karakteri iyi olanlar yürürdü.
Bu yüzden, gerçek olanın görüntünüz olduğunu unutmayın.
12 notes
·
View notes
Text
Yaşanmış En Güzel Aşk Hikayesi-Hz.Muhammed s.a.v Hz.Hatice r.a hikayesi öyküleri ve masalları
Ne Leyla .ne . Mecnun, ne Ferhat, ne Romeo vs. vs.
En güzel aşk hikayesi
Efendimiz s.a.v. ile
Hatice Validemiz’in hikayesidir..
Sanır mısınız ki Leyla ile Mecnun evlenseydi,
ya da digerleri. .
Aşklar dillere destan olur, günümüze kadar ulaşırdı?
Hayır tabii ki! Belki bir kaç sene sonra bitecekti..
Yaşanmadığından, kavuşulmadığından hep bunlar
Ama siz bir bakın efendimizle,
Hatice Validemiz’in aşkına ALLAH .için!
Bu, yaşanmış hem de uzun yıllar boyu yaşanmış bir aşk..
Şimdi gönül penceresinden, Efendimizden sonra insanlığın en yücesi, mübarek annemizi seyretmeye çalışalım:
Efendimiz 24 yaşında idi.
Hatice annemiz ise, 39 yaşında dul, nâzenin bir hanımefendi idi.
Aynı zamanda Efendimizin akrabası idi. Merhamet dolu kalbi kadar derin bir güzelliğe sahipti. Fizik çizgileri ardında bakışlarındaki mânâ dolu güzellik hemen fark edilirdi. Yüzlerce evlenme teklifini:
— Evlenmeyi kesinlikle düşünmüyorum, beyanı ile reddediyordu.
Herkes ona hayrandı.
Fakat kimse onun gönül kalesi önünde hayranlıktan öte geçemiyordu.
Efendimiz, kısa bir sürede Hatice annemizin itimad ve takdirini kazandı.
Hatice annemizin tüm dünya güzelliklerine kapalı olan gönlünü Efendimizin aşkı ile dolduruverdi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Şam’a kervanları götürünce,
Hatice annemiz dama çıkar, o gelene kadar hasret şarkıları okurdu.
Mânâ ilimlerinde Allah’ın çok sevdiği üç beste nakledilir.
Bunlardan biri, Şeyma annemizin Efendimize bestelediği
Muhammed kasidesi, ikincisi Hicret’te Efendimiz beklenirken, Medineliler’in söylediği ünlü Hicret şarkısıdır.
Bu besteler, yüzyıllar sonra mânâ ehlinin zaman perdesinden yakalayıp bize naklettiği ve öğrettiği şarkılardır.
Üçüncü beste ise, Hatice annemizin Efendimize sunduğu hasret şarkısıdır ki, Allah’ın gayp âleminde gözlenmiş, Efendimizden başkası onu dinleyip duymamıştır.
Ve birgün Hatice annemizin yüreği bu sevdaya dayanamadı. Efendimizi, Hz. Ebû Talib’den istemeye karar verdi. Hz. Hatice annemiz, arkadaşı Münye kızı Nefise’ye durumu açınca, Nefise:
— Aman ya Hatice, bu tarz bir evlenme teklifi ne Arap âleminde, ne de dünyada görülmüş olay değildir, elâlem bize ne der? diye mani olmak istedi.
Fakat güzeller güzeli, nazlılar nazlısı Hatice annemiz:
— Herkes ne derse desin, benim bu aşka tahammülüm kalmadı, buyurdu.
Tüm mânâ ilmine altın çivilerle bir yeni mânevi yasa böylece yazılmış oldu. Mânâ ilimlerinin temeline geçen bu kural aynen şöyle ifade edilmektedir:
«Allah ve O’nun sevgilisi Fahr-i Kâinat adına yapılacak fedakârlıklarda sınır yoktur. Hele çevrenin yargılarından çekinmek kesinlikle yasaktır.
Formül: elâlem ne derse desin, yasasıdır.»
Allah, Hz. Hatice’nin sevgisine uygun bu davranışını öyle sevdi ki, yeryüzünün en mutlu ve muhteşem yuvasını takdir edip kurdu. Böylece Kâinatın Fahr-i Ebedîsi, Hatice annemizle evlendi.
Bu olay İslâm Dîni’nin temel dayanaklarının en önemli temelini teşkil etti. Yeryüzünün en şerefli siyasi ve sosyal hareketi olan İslâmiyet böylece bir yandan büyük bir maddi dayanağa sahip olurken, daha önemlisi Hatice annemizin
Efendimiz üzerindeki akıl almaz ihtimam ve şefkati ile güçlendi.
Hatice annemiz Efendimize karşı öylesine sevda dolu bir duygu beslerdi ki: Fahr-i Kâinat Efendimiz dîni telkin için Mekke sokaklarına çıktığı zaman, Hatice annemiz de:
— O güneşte dolaşırken ben gölgede oturamam, diyerek evin avlusuna çıkardı.
Efendimizin her soluduğu nefesi izleyerek âdeta
o nefeste var olmak isterdi.
Eliyle hazırladığı yemeklerde büyük îtina gösterir,
her şeyin en güzelini ona sunmak için çırpınır dururdu.
Fakat daha önemlisi Efendimizin kalbi ile olan âhengi idi.
Hatice annemiz,
Fahr-i Kâinat Efendimizin en ufak bir üzüntüsünü anında hisseder,
bir yandan onu gidermek için çaba sarf ederken, bir yandan da
gönül güzelliği ile o üzüntüyü yok ederdi. ..
Yine ilk vahiy geldiğinde
O’na nasıl destek olduğuna, yüreğini,malını,canını nasıl
serdiğine bakın..
Ve Efendimiz’in yüreğindeki Hatice Validemizin yerini düşünün,
cok hadislerde geçer
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Kur’ân’ın gelişine mukaddem günlerde
Nur Mağarası’nda murakabeye çekildiği zaman;
Hatice Validemiz’e bakın; Her gün O en sevgili’ye yiyecek taşıyor!
Her gün gidiyor ve O’nunla biraz oturuyor..
sonra dönüp gidiyormuş gibi uzaklaşırdı.
Kısa bir süre sonra dönüp bir taşın ardına gizlenerek saatlerce Efendimizi beklerdi. Buradaki incelik,
Efendimizi, hiç rahatsız etmeden, onun muhteşem
huzurunu bozmadan Efendimizi koruma zevki idi.
Ve Yaşı 55 civarı idi
Hira Magarasını bilir misiniz siz?
Ne kadar yüksektir çıkması ne kadar zordur?
heleki o zamanın şartlarında
Bugün gençler bile çıkarken ter içinde kalırlar, çok yorulurlar..
Mekkefethinin ilk günü, o karışıklık, o heyecan esnasında
Efendimiz yaslı bir hanımla karşılasıyor,
O’nun yanına gelmesini önlemek isteyenlere
“Bırakın” diyor gelsin..
Sırtından abayasını çıkarıp, hanımın altına seriyor ve birlikte oturup
1 saat kadar sohbet ediyorlar.
Aise Validemiz merak ediyor ve sonrasında;
“Kimdi o? Neler konuştunuz?” soruyor
Cevaba bakar mısınız;
” O, Hatice’nin arkadaşı idi, eski günleri yad ettik”
Hatice Validemiz vefat etmiş, aradan yıllar geçmiş,
vefayı, sevgiyi, özlemi görüyor musunuz?
Ve o hengamede. Yine bakınız ki o asil hanıma,
Efendimiz’den daha yaşlı oldugu için
O’na üstüne evlenmesini teklif ediyor!
Düşünebiliyor musunuz?
O’nu öylesine seviyor ki, sadece
O’nu mutlu edeceğini düşündüğü için
“Evlen” diyor!Ama O, reddediyor, asla O’nu incitmek istemiyor.Hanım’a bakın!
Vesevgisine..
Yine Validemiz’in vefatından çok uzun yıllar sonra
kız kardesi Hale Efendimiz’in evine gelir ve kapıyı çalar..
Öylesine heyecanlanır ki O, kapıya koşar, eli ayağı dolaşır
“Neden” derler..“Hatice’nin calışı bu” buyururlar.
.Ve “Sanırım Hale’dir gelen”derler..
Hz. Hatice annemizden söze başladıktan sonra
satırların sınırına bağlı kalmak gerçekten çok zor .
Ne çare ki,
Hatice annemizin Efendimiz üzerindeki şefkat ve ihtim***** örnekler vermemize sayfamız sınırlı
kelimeler kifayetsiz kaldı
inşallah sizlerinde bu konuda araştırma yapmanıza vesile olur En güzel Aşk hikayesi
budur!
Yasanmış ama eskimemis,
yepyenidir..
Bizlerin muhterem Validemiz’den alacağı cok dersler var..
O’na, ve Onlar’a benzeyenlere selam olsun..
31 notes
·
View notes
Text
BIR KADIN ANCAK BU KADAR GUZEL ANLATILABILIR... ❤
KADIN ELEMENTİNİN ÖZELLİKLERİ BİLİMSEL İNCELEME:
Element : Kadın
Sembolü : Ka
İdeal Atom ağırlığı : 51,6 kg olarak kabul edilmiştir.
Alternatif ağırlıkları (izotopları) : 35 - 130kg
Bulunduğu yerler : Gezegendeki tüm kırsal ve kentsel alanlar
FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ:
1- Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır.
2- Değişik sıcaklıklarda kaynar.
3- Bilinen bir sebep olmaksızın donar.
4- Özel ilgi gördüğünde erir.
5- Yanlış kullanımlarda ısırır.
6- İşlenmemişinden sıradan maden filizine kadar pek çok halde bulunur.
7- Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir.
8- Standart ölçüleri varsa da kolay bulunmaz.
9- Çekici özelliğine aldanılıp fazla yaklaşılmaması önerilir.
10- Her zaman bir uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.
KİMYASAL ÖZELLİKLERİ:
1- Altın,gümüş, platin ve diğer kıymetli madenlerle yakın
akrabalığı vardır.
2- Büyük miktarlardaki pahalı maddeleri ve değerli tasları absorblayabilir.
3- Belli bir sebebe bağlı olmaksızın patlayabilir.
4- Sebepsiz yere çıkıp gidebilir, çıkıp gelebilir.
5- Sıvılarda çözünürlüğü yoktur.
6- Alkolle doyurulduğunda aktivitesi büyük oranda artar.
7- Dünyada bilinen en büyük servet indirgeyicidir.
8- Kapalı alanlarda bir arada tutulmaları tehlikelidir.
9- Çok sayıda bir arada olmaları merkezi sinir sistemini etkiler.
10- Belli bir sistemi çökertmek için kullanılabilir.
11- Hiç işlenmeden son derece etkin maddeye sahip olabilir.
12- Bir tanesi bile nefes kesilmesi hafıza kaybı yaratabilir.
GENEL KULLANIM ALANLARI:
1- Genelde süs olarak.
2- Üretimde
3- Belli dozda kullanılması halinde rahatlamada büyük yardımcı özelliği vardır.
4- Çok etkili temizleyici özelliği vardır.
TESTLER:
1- Saf numunesi doğal halde bulunabilirse rengi parlak pembeye döner.
2- Daha iyi bir numunesiyle kıyaslandığında rengi yeşile döner.
3- Kulağa zarar verdiği tespit edilmiştir.
POTANSİYEL TEHLİKELERİ:
1-Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir.
2- Birden fazlasıyla ilgilenmek yasal olarak engellenmiştir.
3- Ancak değişik mekanlarda ve birbirleriyle direkt temas
etmelerini engellemek koşuluyla bunu yapanlar bulunmaktadır.
4- Aynı mekanda, uzun süre bir arada olmak, çeşitli sakıncalar
oluşturmaktadır.
5- Bağımlılık yapabilir ve tedavisi yoktur.
6- Bir çok efsanede ve gerçek hikayede tehlikeleri anlatılmıştır.
……………….
Ah kadınlar ahhhh.
*Öperseniz beyefendi değilsinizdir, öpmezseniz adam değilsiniz.
*İltifat edersiniz yalan der, etmezseniz bırakır gider.
*Her isteğine evet derseniz karaktersiz olursunuz, karşı çıkarsanız anlayışsız.
*Çok yanına giderseniz sıkıldım der, az giderseniz küser.
*İyi giyinirseniz çapkınsın der, dikkat etmezseniz zevksizlikle suçlar.
*Kıskanırsınız huyun kötü der, kıskanmazsınız sevmiyorsun der.
*Siz bir dakika geç kalın kıyamet kopar, kendisi bir saat gecikirse
bunda ne var.
*Arkadaşınızla buluşursunuz adı ihmal olur, o buluşur 'Bizim kızlar' olur.
*Siz başka kadına bakacak olsanız gözleriniz oyulur, başka bir adam ona baktığında adı hayranlık konur.
*Konuştuğunuz anda dinlemenizi ister, dinlediğiniz anda 'Neden konuşmuyorsun?' der
Kısacası..
*Sade ama çok karışık.
*Zayıf gibi ama çok güçlü.
*Akıl karıştıran ama hayranlık uyandıran.
*İnsanı çıldırtan ama mükemmel!
*Çok güzelse nadiren sadıktır.
*Çok sadıksa da nadiren güzel
25 notes
·
View notes
Text
Arkadaşımla nişanlısı geldi oturmaya. Çocuk balkondaki cam kurulumunu görünce sordu ne olduğunu, açıkladım. Hemen “e girelim cam işine” dedi. Ne tür şeyler yapabildiğimi tam anlamadığını düşünerek “incik boncuk yapabiliyorum ya ben takı toka falan” dedim. Tamam zaten öyle olacak, bijuteri, ama lüks dedi. Sen uçları yapacaksın ben kuyumcuyla konuşurum aparatları altın gümüş yaparız dedi.
Çok yorum yapmadım ama fikir beni çok heyecanlandırdı?!
Çıkarken de geniş bi zamanda cam işini konuşalım diye tekrarladı. Ay yani gerçekten ben üretsem işin ticari kısmıyla başkası ilgilense ne güzel olur. Olur mu lan acaba böyle bişi?
17 notes
·
View notes
Text
Annem bugün bana evlilik hazırlığı yapan bir çiftten bahsetti, son zamanlarda çok gördüğümüz ama buralarda bahsetmedigimiz klasikleşen bir durum var ve her duyduğumda ifrit oluyorum.
Çocuk 23 yaşında ve babası yok, annesi çalışmıyor (kira ile geçiniyor), müstakbel partnerinin yaşını bilmiyorum. Kız ve ailesi nişanda set takılmasını talep etmişler, düğünde tekrar takmaları için nişan sonrası yine çocuğa verilecekmiş. Düğün biraz lüks standartlarda olsun istiyorlarmış. Çocuk da kıza demiş ki "ben bunları yapayım ama düğünden sonra takılara ihtiyacım olur", kız da kabul etmiş.
Özetle yeter ki millet biraz altın, biraz lüks, biraz şuursuz tüketim, imitasyon zenginlik görsün geriye kalan ilişki dinamikleri, yaşam huzuru, sevgi, saygı, şefkat vs çok da önemli değil. Instagram'a atılacak caka satmalık mutluluk, kimi zaman sosyal medya diliyle harmanlanır kimi zaman yapay zenginlik öğeleriyle harmanlanır ve adına güzel ilişki denir.
Böyle bir yüzeysellik, böyle bir aldatmaca yalnızca huzursuzluk, mutsuzluk, memnuniyetsizlik getirir, sürekli bir şeyler arar yetişmeye çalışır ama yetişemezsiniz, kendinizle bile aranız açılır. Zaten şartlar ruh sağlığını korumayı zorlaştırıyorken değer mi? Tamam güncel etkileşim alanlarından kopmamak da yabancılaşıp yalnizlaşmamak adına önemli fakat bu böyle bir şey değil ya.
En yakınındaki insanı bile tüketim işlevselliğiyle yanında tutan kişinin kendiyle nasıl bir ilişkisi olabilir ki...
Anlayamıyorum şu dünyada en azından bir kişiyi saymak, sevmek, merhametli, şefkatli olmak ne kadar zor olabilir?
22 notes
·
View notes
Text
Ey sevgili bak bir kere candan pek az bir şey kaldı
Bugün biraz daha derdimi çek!
Ancak bir şafak vakti kaldı
Güzel yanağının renginden gül fidanı gibi boyundan,sanki
Gül ter içinde kaldı, ay da sıkıntı içinde...
Artık altınım gümüşüm kalmadı, bizden ne götürebilirsin?
Aşkımdan hatıra ancak kapında bir altın tabak kaldı.
Gönlümü dava ettin ama, yolunda canımı da feda ettim.
Bundan daha büyük söz olur mu?
Üzerimizde bir hakkın kaldı.
Şu bir kaç gün de bari bizim zahmetimizi çek!
Çünkü ömrümüzün defterinden tek bir yaprak kaldı!
Şems-i tebrizi
70 notes
·
View notes
Text
Yaklaşık 34 yıldır Kanada’da yaşıyorum. Burada bahar geç gelir. Ağaçlar Mayıs ayının sonunda çiçek açarlar. Yalnız bir ağaç vardır, bizdeki kardelen gibi… Nisanın sonunda çiçek açar. Eksi derecede bile zamanı gelince çiçeğinin açar.
Bundan yaklaşık 25 yıl öncebir Cumartesi günü öğle yemeği için bir restorana gidiyorum. Hava güzel artı 14 derece.. Mayıs ayının ilk haftası… Şehir içinde çoktur, kısa boylu geniş saçaklı bir ağaç. Çiçekleri o kadar güzel açmış ki.. Ağaçtan bir dal kırdım, elimde restorana götürdüm. Sık gittiğim bir restorandı. Cumartesi günleri tavuk kanadıyla bira günleri olur. Ben de iki haftada bir uğrardım. Garson kızlar beni tanırlar, her gidişimde tebessümle karşılarlardı. Üniversite öğrencisi kızlar çiçeği elimde görünce tebessümle karşılamadılar. Dışarda balkonda oturdum. Bira ve tavuk kanadı söyledim. Balkonda oturanlar da çiçeğe doğru baktılar, anlayamadım. Garsonlardan biri ya da müşterilerden biri telefon etmiş olacak ki 20 dakika geçti, çiçek masanın üzerinde. Belediyeye ait çevre koruma arabası geldi, park etti. İçinden 35 yaşlarında bir adam çıktı, gülümseyerek bana doğru geldi. Masadaki çiçeğe baktı. Nezaketli bir şekilde “O çiçeği alıp arabama gelir misiniz?” dedi. O zaman anladım. Bu çiçeği dalıyla kırmak yasak. “Mahkemeye mi gitmek istiyorsun, yoksa para cezası mı vereyim” dedi. “Ne kadar para cezası” dedim. Bir metre çıkardı ve dalın boyunu ölçtü. Yaklaşık 40 cm. “40 dolar yazacağım” dedi ve yazdı. Pazartesi günü 40 doları belediyeye ödedim.
Kendi ağacının dalına dokundurmayan Kanadalı bizim Kaz Dağlarını dümdüz ediyor. Hem doğayı katlediyor. Hem de siyanürle altın arıyor, insan sağlığını tehdit ediyor. Bunlar 40 cm ağaç dalı için ceza kesiyor. Ya bizim dağlarımız!
Ozbay Melanie
#Çanakkale
Paylaşın çoğalsın farkındalık
Yazık ülkem çok yazık 😔😔😔😔😔😔
13 notes
·
View notes
Text
Rivayete göre Şam valisi Esat paşa sıfırı tüketir ve hazine boşalır.
Büyük sıkıntıya düşer.
Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye eder.
Bu tavsiye üzerine Esat paşa danışmanlarına Böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz?
der.
"Elli veya atmış kese altın elde ederiz"
derler.
Bunun üzerine Esat Paşa :
"Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor.
Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?"
diye sorar.
"Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam”
diye cevap verirler.
Esat Paşa :
“ Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?”
diye sorar.
Danışmanları sessizliğe bürünür.
Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek gece gizlice buluşalım der.
Müftü gece paşanın yanına gelir.
Paşa :
"Müftü efendi!
Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davanıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun.
Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek.
Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim"
der.
Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar.
İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder.
Paşa kabul etmez.
Müftü iki katını teklif eder.
Paşa yine kabul etmez.
Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Sonraki gün Esat paşa Kadı efendiyi davet eder.
"Kadı efendi!
Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı"
der.
Bu sefer Kadı efendi paşaya yalvarmaya başlar.
"Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek müftü efendi gibi Esat paşa ile pazarlığa başlar.
Kadı ile de 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder.
Bu operasyonun sonunda Esat paşa tam 200 kese mecidiye altını toplar.
Arkasından danışmanlarını çağırır :
"Şam halkına vergi koyduğumu falan duydunuz mu?"
diye sorar.
"Hayır paşam duymadık"
derler.
"Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım"
der.
"Bunu nasıl yaptınız Paşam?"
diye sorduklarında :
“Kuzuların derilerini yüzmektense ;
Koçların yünlerini kırkmak daha iyidir”
der.
.......
According to the rumor, Esat Pasha, the governor of Damascus, consumes zero and the treasury becomes empty.
He gets into big trouble.
As a remedy, his advisers recommend levying an extra tax on the weavers in Damascus.
On this recommendation, Esat Pasha advises how much income will we get if we impose such a tax?
says.
"We get fifty or sixty bags of gold"
they say.
Thereupon Esat Pasha said:
“These people are barely standing anyway.
How will they pay this tax?"
he asks.
"They sell the gold and jewelery in their houses, Pasha"
they answer.
Esat Pasha:
“How would it be if I could get this amount in a better way?”
he asks.
His advisers fall into silence.
The next day, Pasha sends an invitation to the mufti and says to meet secretly at night.
The mufti comes to the pasha at night.
Pasha :
"My lord, the mufti!
According to the information we received, you were suing against the Sharia in your private life and were secretly drinking alcohol at home.
I need to report this situation to Istanbul.
But I thought I'd let you know in advance."
says.
Hearing this, the mufti starts begging the pasha.
He offers to give 1000 mecidiyes to the pasha so that he does not inform Istanbul.
Pasha does not accept.
The mufti offers twice as much.
Pasha still refuses.
In the end, they agree on 6 thousand mecidiyes.
The next day, Esat Pasha invites Kadı Efendi.
"The caliph!
We have received information from reliable sources that you took a bribe and used your position for your personal benefit.
says.
This time, Kadi Efendi begins to beg the Pasha.
He starts negotiating with Esat Pasha like the mufti, saying, "Oh my lord, don't take me from my job, I'll be disgraced to people".
They agree with the kadi on 6 thousand mecidiyes.
Then he invites the treasurer, the police station commander, the shopkeeper and the rich people one by one.
At the end of this operation, Esat Pasha collects 200 bags of mecidiye gold.
Then he calls his advisers:
"Did you hear that I taxed the people of Damascus or something?"
he asks.
"No, pasha, we did not hear"
they say.
"Look, even though I didn't impose any taxes, I collected 200 bags of mecidiye gold instead of 50"
says.
"How did you do that, Pasha?"
when they ask:
“Rather than skinning the lambs;
It is better to shear the wool of the rams”
says.
#syria#esat pasha#türkiye#doğa#travel photography#travel destinations#travel#manzara#view#natural#europe#africa#vergi#kuzu#koç#yün#Spotify
32 notes
·
View notes
Text
HAK YOLUN ESASLARI(GAZALİ)
TASAVVUF NEDİR?
Tasavvuf, nefsi kulluk alanında koşturmak ve kalbi yüce rabbe bağlamaktır.
Denilmiştir ki, tasavvuf, halktan ihtiyaçları gizlemek ve sıkıntılara göğüs germektir.
Sehl b. Abdullah et-Tüsteri (rah) demiştir ki: "Süfi, bozuk düşünce ve işlerden temiz, içi güzel fikirle dolu, gözünde altın ile toprağın eşit olduğu kimsedir."
Şöyle de denilmiştir: "Tasavvuf, kalbi halk ile beraber olma arzusundan
temizlemek, tablattan gelen kötü ahlâkları terketmek, beşeri sıfatların zararlı
etkilerini söndürmek, nefse ait boş dava ve iddialardan uzak durmak, ruhani
sıfatlarla elde edilecek yüksek makamlara yükselmek, hakikat ilimlerine sarılmak
ve dinde Hz. Resůlullah'a (s.a.v) uymaktır."
Bir diğer tarif:
"Süfi, devamlı temizlik ve arınma içindedir.
O, kalbini nefsin bozuk düşünce ve ahlâklarından temizleme işiyle uğraşarak bütün vakitlerini kötü işlerden temizlenmekle geçirir. Devamlı yüce Rabbine boyun büküp ihtiyacını arzetmesi, kendisine bu işte yardımcı olur;
bu hale devam etmenin bereketiyle bozuk ve kötü İşlerini farkeder.
Her ne zaman nefis harekete geçip herhangi bir kötü sıfatını ortaya çıkarınca, onu derin basireti ile anlar ve ondan rabbine kaçar, sığınır.
Demek ki süfi, kalbini temizleme işine devam ettiği sürece kalbi Hak'ta toplanır; nefsin hareket etmesiyle kalp dağılır; hali karışır.
Süfi, Rabbi ile kalbini ihya eder; kalbiyle de nefsinin işlerini kontrol ve ıslah eder.
Bir ayette Allahu Teälä şöyle buyurmuştur:
"Allah için hakkı ayakta tutan adaletli şahitler olun." el-Mäide 5/8
Bu, Allah için nefse karşı adaletli olmaktır; bunu yapan kimse tasavvufun hakikatine ulaşmış olur.
TASAVVUFUN ESASLARI
Tasavvuf terbiyesinin temel esasları, helâl yemek ve Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) ahlakına, fiillerine, emirlerine ve sünnetine uymaktır.
Cüneyd-i Bağdadi (rah) der ki: "Kim, yeterince Kur'an'ı ezberlemez ve sünneti bilmezse, bu terbiye işinde kendisine uyulmaz; çünkü bizim bütün ilmimiz Kur'an ve sünnete bağlıdır.
Bu yol, boş dava ve sözde kalan iddia ile değil, takvaya uyarak ve şüpheli işlerden kaçarak elde edilir."
Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu da ilâhî ihsanlardır.
İlimle, kuldan ne İstendiği anlaşılır; amel, insanın istediğine ulaşmasına yardımcı olur; manevi ihsanlara ise, en son noktada ulaşılır.
Manevi terbiye yoluna girenler üç gruptur:
İşin başında olup bu terbiyeyi almak isteyene mürid denir.
İşin içine girip terbiyeye devam edene şair (hak yolda giden kimse) denir.
İşin sonuna gelene de vâsıl (Hakka ulaşmış kimse) denir.
Mürid, içinde bulunduğu vaktin hakkını korumakla meşgul olur.
Terbiye yolunda ilerleyen, hal sahibidir.
Terbiyenin sonuna gelen kimse ise, yakini iman ve ilim sahibidir.
Velilerin yolunda en faziletli iş, nefeslerini sayacak kadar vaktini uyanık geçirmektir.
Müridlik makamında olan kimsenin yapacağı iş; nefsiyle bir sürü mücahede, bu uğurda pek çok zorluğa göğüs germek, acıları yudumlamak, boş heves ve arzularını terketmek ve nefsin meylettiği şeylere karşı dayanmaktır.
Manevi yolda seyreden kimseye gerekenler; muradını elde etme yolunda karşılaşacağı tehlikelere sabretmek, her halde doğru ve samimi olmaya dikkat etmek, bütün makamlarda edebi korumaktır.
Bu durumda olan kimseden her makamda edep istenir.
O, telvin sahibidir; yani devamlı bir halden diğerine geçer; sürekli ilerleme ve yükselme halindedir.
Terbiyede son noktaya gelen kimse ise, manen uyanıktır, halinde sabittir, Allahu Teâlânın davet edip yapılmasını istediği her şeye koşar, her emre uyar, makamları bir bir geçer, temkin halindedir; sıkıntılar onu değiştirmez, farklı haller onda aksi bir etki yapmaz.
O zorluk, rahatlık, darlık, bolluk, cefa ve vefa anlarında hep aynı güzel haldedir. Yemesi, açlığı gibi olur (yiyince karnını fazla doyurmaz), uykusu ise uyanıklığı gibi geçer (uyurken bile kalbi uyanıktır).
Bu makamdaki kimse bütün kötü arzuların yok edip, üzerine düşen hakları yerine getirmekle meşguldür.
Onun zahiri (dışı) halkla, bâtını (içi) ise Cenab-ı Hakla beraberdir.
Bütün bu anlattıklarımız, Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) güzel hallerinden bazılarıdır.
Denilmiştir ki: Bu yola girenlere sûfi denmesinin sebebi şudur:
Onlar, himmet ve azimlerini çok yüksek tutarak kalpleriyle Allahu Teâlâya yönetip sırlarıyla devamlı O'nun huzurunda ilk safta durdukları için kendilerine sûfi ismi verildi.
#HAK #YOLUN #ESASLARI
#TASAVVUF #NEDİR?
#TASAVVUFUN #ESASLARI
#İMAM-I #GAZÂLÎ
2 notes
·
View notes