#aileli yetim
Explore tagged Tumblr posts
Text
Aile'li yetim.
#gecenin sözü#gecenin sarkisi#gecenin şiiri#alıntı değil#gecenin hüznü#gecenin karanlığı#sozler#şiirler#spotify#siirsokagi#umut bitti sigara ver#postlarım#günün yazısı#my post#artists on tumlr#tumblr art#text#my art#my text#tumblr postları#text post#kitap kesitleri#aşk#aşk sevgi#aile#aileli yetim#uykusuz geceler#edebiyat#blog#artists on tumblr
43 notes
·
View notes
Text
On yedi yıl evli kalan bir kadın şunları söylüyor:
Erkek, Allah'ın yarattığı en güzel canlıdır.
Eşine, kızına, kız kardeşine, annesine, babasına, torununa sahip olduğu herşeyini feda eder.
Gençliğini ve sağlığını, eşi ve çocukları için feda eder, çünkü sürekli çalışır.
Biraz gezmeye çıksa sorumsuz, evde kalsa, tembel olur.
Hata eden çocuğuna kızınca vahşi baba, kızmasa boşverici ilgisiz baba olur.
Karısının çalışmasına izin vermezse geri kafalı, izin verse karı parası yiyen asalak olur.
Annesinin sözünü dinlerse ana kuzusu, karısının sözünü dinlerse kılıbık olur.
Tüm bunlara rağmen baba şunları yapar:
Çocuklarının her hususta kendisinden daha iyi olmasını ister.
Çocukları küçükken ayağını, büyüyünce yüreğini çiğnediklerinde tahammül eder.
Sahip olduğunun en iyisini, hatta belki hepsini verir.Çocukları gökteki yıldızı istese, o gücü yetse güneşi getirmeye çalışır.
Eğer anne dokuz ay çocukları karnında taşıdı ise, baba da aklında, zihninde, ömrü boyunca taşır.
Aile için, baba iyi olduğu sürece, tüm dünya yaşanılabilir bir yer olur.
Yetim bir çocuğa sorun isterseniz. "Baba" diyecek kimseyi bulamamak ne zor bir şeydir, anlatsın size.
Allah'ım, ana babalarımız bizi merhametle yetiştirdikleri gibi, sende onlara merhametinle muamele et, onları bağışla. Ve bizleri cennetinde buluştur. Amin. Amin. Amin.🤲☝️
39 notes
·
View notes
Text
İyiyim baba. Hiç sormadın biliyorum ama iyiyim. Hiç merak etmedin biliyorum ama toparlayacağım. Hiç tutmadın elimden biliyorum ama üstesinden geleceğim. Ellerim hep üşüdü baba. Hiç alıp da üşümesin diye ceketinin cebine koymadığın ellerim üşüdü, morardı. Ama ben soğuğu sevmeyi öğrendim sayende baba. Hava soğuyunca ellerimi ceketimin cebine sokmam, saç tellerime kadar üşümeyi severim. Dudaklarım soğuktan çatlayana kadar soğukta kalmayı severim. Sana karşı tüm hislerim tekrar tekrar yok olana kadar buz tutmayı severim. Bir kez olsun sevmediğin saçlarımı da severim. Sen taramasan da, koklayıp öpmesen de severim. Sevmeyi benim mücadelem yaptın baba. Sevmediğiniz herşeyimi sevmek ne kadar zamanımı aldı biliyor musunuz? Kaç yılımı aldı, kaç kere içimi acıttı? Bilmiyorsunuz baba, ne sen ne de annem bilmiyorsunuz. Ailemin yanında gurbetteyim ben baba. Ne zaman görecek, ne zaman duyacaksınız? İçimde kaç yılın gurbeti var bilmiyorum ama vuslatım yalnızca toprak olacak baba. Ben, bana vermediğiniz size varamıyorum. Tek başıma aile olamıyorum baba. Daha babam elimden tutmazken kimsenin elimden tutmasını da beklemiyorum, kimseden medet de ummuyorum. Benim umduğum hep siz oldunuz ama bulduğum hiçti baba. Babasızlık zor meslek derdi yetim bir arkadaşım. Benim ondan bir farkım yoktu ki baba. Her gün senin yüzünü görmek dışında yemin ederim bir farkım yoktu. Bana vermediğiniz size kırgınım; bana vermediğiniz sizi affetmeyeceğim.
17 notes
·
View notes
Text
Sahurda ve iftarda asla israfa yol vermeyin
Süfrenuzde gösteri olsun diye çeşit- çeşit yemek olsun diye fazla yemek bişirmeyin. Sizi doyuracak kadar olsun yeter.
Her sofraya oturdugunuzda zalimlerin elinde olan müslümanlar gelsin aklınıza, esarette olan kardeş ve bac��larımızı düşünün, anne babasız kalan yetim çockları, eşi gözlerinin önunde vahşicesine öldürülen dül kadınları, hastalıgı yüzünden evine bir tike ekmek getire bilmeyen aile babasını getirin gözlerinizin önune..🥺
.. Ve israftan kaçının... 😒
".. ALLAH İSRAF EDENLERİ SEVMEZ."
: { Araf/31} :
#İsrafEtme 🚫
#cennetiistiyorsak
73 notes
·
View notes
Text
Mevlid Gecesinde Yapılması Tavsiye Edilen İbadetler
Öncelikle Kur’an-ı Kerim okuyarak, Kur'an okuyanlar dinlenmeli. Kur'an ziyafetleri verilmelidir.
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam Efendimize çokça salat ü selamlar getirilmeli. O'nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olabilme şuuru tazelenmelidir. Sünnetleri ihya edilmelidir.
Aile bireyleriyle birlikte bu gecenin mana ve ehemmiyeti hakkında sohbetler edilmelidir.
Allah rızası için namaz kılarak, kaza namazı, nafile namazlar kılınmalı, Kandil gecesi, özü itibariyle ibadetle ve ibadet şuuru ile geçirilmelidir.
Hayatımızın geçmiş günleri ve yılları hakkında muhasebe yapılarak, Geçmişin muhasebesi ve murakabesi yapılmalı, geleceğin plan ve programı çizilmelidir.
Günahlarımızın bağışlanması için Allah’tan af dileyerek, bol bol tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak ettiğimiz bu kandil gecesini son fırsatımız bilerek nedametle çok iyi geçirmeliyiz.
Tefekkürde bulunulmalı. “Ben kimim, nerden geldim, nereye gidiyorum, Yüce Allah'ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere hayati meselelerde derin düşüncelere girilmeli.
Dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua ederek, diğer mümin kardeşlerimize de dualar etmeliyiz.
Yoksul, kimsesiz, öksüz yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilerek, sevgi, şefkat, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli, sevindirilmelidirler.
Eş, dost ve yakınlarımızla tebrikleşerek, hayır dualarını almalıyız.
Dargın ve küskünleri barıştırarak, bu geceyi değerlendirebiliriz. Gönüller alınmalı, kederli yüzler güldürülmelidir. Dargınlıklarımızı gidermeliyiz.
Mü'minlerle helalleşmeli, onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalıdır.
Üzerimize hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlakı yerine getirilmelidir.
Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazlarını cemaatle ve camilerde kılınmalıdır.
Mevlidi Şerif okumak.
Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın, büyüklerimizin ve bizleri okutan hocalarımızın kabirleri ziyaret edilmeli, aziz ruhları için Yasin ve Mülk süreleri okunup hediye edilmelidir.
Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli, manevi iklimlerinde Hakk'a niyazda bulunulmalıdır.
Hayatta olan manevi büyüklerimizin, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın, arkadaşlarımızın kandilleri bizzat gidilerek tebrik edilmeli veya telefon, e-mail çekerek tebrik edilmeli ve duaları istenmelidir.
Dini toplantılar, konferanslar, panel ve sohbetler düzenlenmeli, yapılan vaaz ve nasihatler dinlenmelidir. Bu gibi faaliyetlere iştirak edilmelidir.
Bu Kandil gecelerinde sevdiklerimize, çoluk çocuğumuza hediye ve ikramlarda bulunmalıyız.
'Mevlid nedir, ilk kutlamalar ne zaman başlamıştır, mevlid kandili bidat midir?' gibi suâller, kısa ve öz bir şekilde bu PDF dosyasında toparlanmıştır. (Soru-cevaplar -Dini Fetvalar- adlı telegram kanalından derlemedir.)
24 notes
·
View notes
Text
السلام عليكم ورحمة الله وبركاته
💌Ramazan hatırlatmaları💌
💌Ramazan ayının son günlerinde hangi ibadet ve taatla Kadir gecesini arayalım?..💌
🌄Ramazanı şerifin son on gününü yaşadığımız şu günlerde, herkes Kadir Gecesini idrak etmeye can atıyor.
🌄Ama...onu sadece cami koridorlarında aramayalım lütfen!
👉Ayrıca yaptığınız ibadetlerle birlikte, ana-babanın rızasında, sılai-rahimde (aile bağlarının sürdürülmesi) veya bir fakirin doyurulmasında da aranmalıdır..
🌄Bir hastaya yardım ederken veya bir yetime yardım ederken arayın Kadir gecesini...
🌄Rabbinizin rızasını kazanmakta arayın ve Rabbinizle aranızı düzeltmek için, tevbe-istiğfar ile arayın onu.. Evet onu (Kadir gecesini) vicdanlarınız ve amellerinizde arayın. Hiç kimsenin görmediği yerde, kalbinizin sırf Allah'a olan muhabbet ve haşyetinden dolayı iki damla göz yaşıyla arayın Kadir gecesini.. İşte o zaman, onu mescitlerinizde bulacaksınız inşâAllah.
"اللَّهُمَّ إِنَّكَ عُفُوٌّ كَرِيْمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّا"
🌾Allah'ım sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizi affet
Nilüfer Bozbek
13 notes
·
View notes
Text
Gidişin, abartılı bir özgürlük arzusundan başka bir şey değil aslında. Çünkü sıradanlığın getirdiği açıklık sana her zaman sıkıcı geliyor. Ellerin ve ayakların titriyor mu, yoksa dans mı ediyorsun kimseye göstermeden? Gitmek istemendeki amaç korkuyor olman mi, yoksa zaten gelmeyi bile hiç istememiş olman mı?
Bırak Mumi'nin hikâyesini anlatayım sana. Her şey yıldızlı bir gecede başlamış. Cadıların hüküm sürdüğu, gök yüzünde uçan ejderhaların insanlara korku saldığı bir dönemmiş. Mumi, yetim bir çocukmuş. Büyüdüğü dünyanın ondan nefret ettiğini, ailesini öldüren duman adamlarının sayesinde öğrenmiş. Duman adamlar, cadılardan bile daha tehlikeliymiş. Öyle ki, krallığın çöküşüne sebep olup, kral ve onun soyundan gelen herkesi öldürmüşler. Ülkeyi koruyan aile de gittiğinde, duman adamlar cadılara görev vermiş "Hey!" demişler. Burada kalan insanlara korku salacaksınız. Öyle korkutacaksınız ki onları, bizi öyle bir anlatacaksınız ki, ismimizi duyduklarında zangır zangır titreyecekler. Ailesi duman adamlar tarafından öldürü- len Mumi, on altı yaşına geldiğinde kaçmaya karar vermiş. Duman adamların bir gün onu bulacağından korkarmış hep. Senin yapacağın gibi kaçmış. Aylar süren bir kaçış olmuş bu. Gittiği her köyde, kötülüğün başkahramanı olan duman adamlar varmış. İşte o zaman fark etmiş; nereye giderse gitsin, umutsuzluğu ve korkusu da onunla birlikte geliyormuş. Geride bıraktığı korku ve umutsuzluğu değil, kendisiymiş. Bir şeyleri olması gerektiği yerde halletmek yerine, kaçtığı yerlerde yapmayı tercih eden Mumi, sonunda geri dönmeye karar vermiş. Mecburmuş buna. Çünkü o, yaşadığı yerden kaçtığından beri, ejderhalar insanlara daha çok zarar veriyor, cadılar daha korkunç büyüler yapıyormuş. Kaçmaktan yorulduğu bir gün, ormanlardan birinde bir gezgin ile karşılaşmış. "Sen!" demiş gezgin. "Kaçıyorsun, evladım. Kaçıyorsun ama kendinden." Adam ağaçların arasında kaybolmadan önce, tekrar Mumi'ye dönmüş. "Korktuğun şey aslında kendinken,neden başkalarının seni korkutmasına izin veriyorsun?" Mumi'nin kafasına o zaman dank etmiş. Aylar sürse de geri dönmüş kasabasına. Kendini bulduğu bu yolda, ilk önce cadıların karşısına çıkmış. Cadılarla işi bittiğinde, onları kendine hizmetkâr edip ejderhaları başka diyarlara sürmüş. Sıra duman adamlara geldiğinde, onları kendi dumanlarında boğmak istemiş. Onlara en büyük acıları çektirerek, onlardan üstün olduğunu kanıtlamış. Onların yaptığı gibi kimseyi öldürmemiş ama. Mumi sadece, iyiliğin gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışıyormuş. Saf iyiliğin her zaman üstün olduğunu göstermekmiş amacı. Kasabasından uzakta geçirdiği aylar boyunca korkan Mumi, dönüş yolunda korkmamayı ve umudu öğrenmiş. Her şey bittikten sonra, umudu anlatmış insanlara. Kaçmanın bir işe yaramayacağını, geride bıraktıklarımızın biz gittikten sonra daha kötü bir duruma düşeceğini anlatmış.
Vazgeçmemeyi anlatmış Mumi.
En çok da sevmeyi...
#my post#sebepsizmutsuzluk#yaşamak#umut#mumi#birumutturyaşamak#kötülük#öğretmek#yalnızdeğilsin#gitmek#cadı#ejderha#dumanadam#kaçmayüzleş#kral#hayat yaşamaya değer#iyilik#vazgeçmemek#vazgeçmemeyi öğren#ençoktasevmeyi#akşamsözü
3 notes
·
View notes
Text
kalbim ağırlaştı, bir yetim aile ziyareti, anne babayı öldürmüş, yedi çocuk öylece kalmış, anne cezaevinde, yirmi bir yaşında bir abla evin annesi olmuş... hikaye bünyeme çok fazla geldi, üstüne de taziye ziyareti ve orda da hem annesiz hem babasız kalan dört genç.. kalbimin çevresini acı sardı..
8 notes
·
View notes
Text
On yedi yıl evli kalan ve kocasını trafik kazasında kaybeden bir kadın şunları söylüyor......?!?!?!
“Erkek, Allah'ın yarattığı en güzel canlıdır......
Eşine, kızına, kız kardeşine, annesine, babasına, torununa sahip olduğu herşeyini feda eder.
Gençliğini ve sağlığını, eşi ve çocukları için feda eder, çünkü sürekli çalışır......!
Biraz gezmeye çıksa sorumsuz, evde kalsa, tembel olur......!!
Hata eden çocuğuna kızınca vahşi baba, kızmasa boşverici baba olur......!!!
Karısının çalışmasına izin vermezse geri kafalı, izin verse karı parası yiyen asalak olur....!!!!
Annesinin sözünü dinlerse ana kuzusu, karısının sözünü dinlerse kılıbık olur......!!!!!!
Tüm bunlara rağmen baba şunları yapar......;;;;;
Çocuklarının her hususta kendisinden daha iyi olmasını ister......!
Çocukları küçükken ayağını, büyüyünce yüreğini çiğnediklerinde tahammül eder.....!!
Sahip olduğunun en iyisini, hatta belki hepsini verir. Çocukları gökteki yıldızı istese, o gücü yetse güneşi getirmeye çalışır....!!!
Eğer anne dokuz ay çocukları karnında taşıdı ise, baba da aklında, zihninde, ömrü boyunca taşır......!!!!!!!!!
Aile için, baba iyi olduğu sürece, tüm dünya yaşanılabilir bir yer olur......!!!!
Yetim bir çocuğa sorun isterseniz. "Baba" diyecek kimseyi bulamamak ne zor bir şeydir, anlatsın size......!!!!
Allah'ım, babalarımız bizi merhametle yetiştirdikleri gibi, sende onlara merhametinle muamele et, onları bağışla....!!!...””
Böyle,bir baba,vardıda bizemi rast gelmedi acaba..??😳
2 notes
·
View notes
Text
Bazen öyle şeyler yaşarsın ki anlatamazsın, anlatsan hissettiremezsin. Biri çeker gider ve sen yetim kadar kimsesiz kalırsın, kader dersinde bilirsin. Zaman geçer dersin, acıyı hesaba katmazsın. Bir dostluk, bir arkadaşlık, bir aile, bir aşk yıkılır bazen ama tek çığlığın susmaktır.
#kitapkurdu#kitapsözleri#kitap alıntıları#siir#siirheryerde#siirsayfasi#aşka dair#kalbi kırık#ruhumda sızı#ruhsal#ruhsuzunbirisi#kimsesiz
4 notes
·
View notes
Text
Evdeki Düşman:Başlangıç
Bir kaçış öyküsü
Kendinden dünyadan kaçmak içindi bütün çabası. Saklandığı ev aslında onun esir kambın olacaktı.
Tam “dinsizin hakkından imansız gelir” lafının filmi gibi
Korku severler her daim ayrı bir duruş ile sevdiği filmlerden . Bunun bir özelliği tabii ki filmden sonra aynı buna benzer bir gerçek bir olayın yaşanması. Yapımcılar olayın birinci perdesini çekmeye ikna etmiş gözüküyor.
Ve filme geçelim.
Akıl hastanesinden kaçarak zengin bir ailenin kaybolan çocuğunun yerine geçen bir kızın hikayesini konu ediyor. Rusya’da bir psikiyatri kliniğinde yatan Leena Klammer, uzun süredir kaçmayı planlar. Sonunda amacına ulaşan Leena’nın önündeki hedef yeni bir kurban aile. Amerikalı varlıklı bir ailenin kayıp kızı rolüne bürünerek oyununa başlar. Ancak Leena’nın artık "Esther" olduğu yeni hayatında planlamadığı bir durum vardır. Anne Tricia, çocuklarını korumak için Esther’in karşısına dikilen her şeyi göze alan biridir.
Bir yetim olan Esther yine kendinden nefret ettiriyor ama bu kez büyük bir farkla: Ondan daha nefretlik bir aileyle birlikte.... Filmin aile kavramıyla alakalı bazı dertleri olduğunu görüyoruz. Yer yer donu ifadeler her an patlamaya hazır bir bomba izlenimi yaratıyor.
Ailenin de yozlaşmış ve sevgi değil mecburiyetten birbirine katlanan bir grup insanın. Dengelerini korumak için neler yapabileceğine tanık oluyoruz . Her ailenin bir sırrı vardır . Esther ise sırlarını ile gelen bir yabancıydı . Sırlar ortak hedef uğruna aynı masada toplanmalarına sahne mi olacak? Yoksa savaş çok daha sert mi geçecek ? Seyircinin gerilmesine ,izlemesine ve beklentiyi yüksek tutan bir film karşınızda. Bazen bir aileye dahil olmak yalnızlıktan çok daha kötüdür .
#orphan#orphan first kill#william brent bell#david coggeshall#alex mace#david leslie#johnson mcgoldrick#kyle ırving#hal sadoff#ısabella fuhman#julia stiles#rossif sutherland#hiro kanagawa#stephanie sy#jade michael#lauren cochrane#matthew finlan#erik athavale#marina stephenson kerr#sharon bajer
3 notes
·
View notes
Text
Bazen hava soğuk olsa bile içiniz sıçaktır bi şekilde.Bunu ya sevinciniz yapar ya da üzüntünüz içinize bir ateş düşürür.
Tıpkı bu günlerdeki gibi Dışarısı çok soğuk ama içimiz alev-alev yanıyor dışardaki soğuk bile hayrete geliyor bu halimize...
Yüzlerle çoçuğun cansız bedeni çikiyor enkaz altından,Yüzlerle aile Babasız kaliyor,Yüzlerle çoçuk yetim kaliyor,Yüzlerle Anne evlatsız kalıyor,Yüzlerle hayat sönüyor mahv oluyor gözlerimizin önünde...
Babaların,Annelerin İsyanlarını dinliyor Dua dan başka edecek bir şey bulamıyoruz...
Bu yüzden yaşadığınız saniyelerin bile değerini bilin.Ne zaman öleceğimizin belli olmadığı dünyada içinizi nefretle değil de sevgiyle ısıtın...
3 notes
·
View notes
Text
SENİN MUCİZE DEDİĞİN FELAKETİN KENDİSİ
"Mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay"
"Kahramanmaraş depreminde özellikle çocuklarımızın, bebeklerimizin kurtuluşu manevi bir mesaj, metafizik bir sembol değil midir?" -Devlet Bahçeli -
Bakalım bu mucizeler nelermiş, bize hangi manevi mesajlar ve metafizik semboller gönderilmiş.
"Ekrandan depremin yaptıklarını izliyorduk. Sahneler yürek parçalayıcıydı. Sanki hiç var olmamış gibi yıkılan köyler. Sakinleri hakkında ölüm cezasını infaz eden binalar.
Zamana karşı kazanmaya çalışan ve çoğunlukla zamanın yendiği enkaz altından gelen imdat çağrıları.
Enkaza dışarıdan bakanlar için zaman uzun ve zor. Enkaz altında kalanlar içinse bir katil.
Ölüm borsası deli gibi yükseliyor. On binlerce aile kalan gözyaşlarını döküyor.
Evlerin evlatlarına ihanet etmesi ne kadar zor. Sığınak iken bir mezara dönüşmesi, koruyucu olan tavanın bir düşmana dönüşmesi ne kadar zor.
Binalar dağılmış. Balkonlar artık yok. Pencereler bir zamanlar vardı. Binalar dehşete kapılmış, içi dışına çıkmış, kendilerini koruduklarını düşünen insanların üzerine kapaklanmış yığınlar halindeydi" diyor Şarkul Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil
"Çöken evler, yiten hayatlar, yetim kalan çocuklar, kimsesiz kalan babalar, yüreği yanmış anneler, uykuya dalıp uyanamayan masum yavrular.."
"İnsanların, gözlerinin önünde yok olan yitip giden sokakları, mahalleleri, semtleri, köyleri, şehirleri ve iliklerine kadar hissettikleri sahipsizlik ve yalnızlık duygusu." diyen, uzakta da olsa, acıyı yüreğinde hisseden yurdum insanları.
Bazılarının bir, bazılarının beş, bazılarının on yedi hatta otuz beş yakınını toprağa verdiği, acısının ağırlığından ağlayamayan, yaşadığına sevinemeyen çocuklar, analar, babalar...
"Hiç tanımadığım 8 yaşındaki Azra ve annesi… babasına doyamamış kız çocuğumuz… günlerce bekledik canlı çıkacaklar diye. Azra annesine sarılı çıktı yerin dibinden. Odasındaki topları enkazdan dışarı döküldü. Babası mı? Vedalaşamadılar… diyerek acılara, ölümlere şahitlik eden insanlar..
Elleri, kolları, bacakları kopmuş ölü insanlar...
Enkazdan ellerini, kollarını, bacaklarını kaybetmiş olarak çıkan bebekler..
Acının ortasına doğmayı bekleyen 220 bin bebek.
Ve cenazeleri için kefen bile bulamayan yüzbinler.
Ey Bahçeli, işte senin içinde sır olan mucizeler, manevi mesajlar, metafizik semboller gördüğün afetin gerçek yüzü.
Gel o mucizeyi az önce gelen ve Hatay'da 17 yakınını toprağa gömerken bağıra bağıra, çığlık çığlığa öldüler derken hala o anları ruhunda iliklerine kadar yaşayan komşuma anlat.
Gel o mucizeyi, hatıralarını, hayallerini, aşklarını, sevdalarını, umutlarını toprağa gömmüş, doğup büyüdüğü toprakları terk ederek, evsiz, yurtsuz, şehir şehir dolaşan afetzedeye anlat.
Gel o mucizeyi bu babaya, bu bebeğe anlat.
21 Şubat 2023 - 13:29 Mehmet Gürel
1 note
·
View note
Text
Sosyal korumaya 2,7 milyar TL harcadık
https://pazaryerigundem.com/haber/195873/sosyal-korumaya-27-milyar-tl-harcadik/
Sosyal korumaya 2,7 milyar TL harcadık
Türkiye’de 2023 yılında sosyal korumaya 2 trilyon 693 milyar 497 milyon TL harcandı.
ANKARA (İGFA) – TÜİK, 2023 yılına ilişkin Sosyal Koruma İstatistikleri’ni yayımladı.
Sosyal koruma harcaması 2023 yılında bir önceki yıla göre yüzde 108,6 artış göstererek 2 trilyon 693 milyar 497 milyon TL oldu. Bu harcamanın yüzde 98,2’sini 2 trilyon 645 milyar 267 milyon TL ile sosyal koruma yardımları oluşturdu. Sosyal koruma yardımlarında ise en büyük harcama 1 trilyon 175 milyar 190 milyon TL ile emekli/yaşlılara yapılan harcamalar oldu. Bunu 809 milyar 343 milyon TL ile hastalık/sağlık bakımı harcamaları takip etti.
Sosyal koruma harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) içindeki payı 2023 yılında yüzde 10,1 oldu.
Sosyal koruma yardımlarının GSYH içindeki payı ise yüzde 10,0 olarak gerçekleşti. Risk/ihtiyaç grupları bazında bakıldığında, emekli/yaşlılara yapılan harcamaların yüzde 4,4 ile en büyük paya sahip olduğu görüldü. Bunu, yüzde 3,0 ile hastalık/sağlık bakımı harcamaları ve yüzde 1,0 ile dul/yetim harcamaları takip etti.
SOSYAL KORUMA YARDIMLARININ YÜZDE 13,3’Ü ŞARTLI OLARAK VERİLDİ
Şartlı yardımlar içinde en büyük payı yüzde 51,2 ile aile/çocuk yardımları oluşturdu. Bunu yüzde 17,7 ile engelli/malul yardımları ve yüzde 13,4 ile hastalık/sağlık bakımı yardımları takip etti.
Nakdi yardımlarda en büyük payı yüzde 70,1 ile emekli/yaşlılara yapılan yardımlar oluşturdu. Bunu yüzde 15,4 ile dul/yetim yardımları ve yüzde 5,4 ile aile/çocuk yardımları takip etti.
SOSYAL KORUMA GELİRLERİNİN YÜZDE 39,6’SINI DEVLET KATKILARI OLUŞTURDU
Sosyal koruma gelirlerinin yüzde 39,6’sını devlet katkıları, yüzde 29,7’sini işveren sosyal katkıları ve yüzde 23,9’unu koruma kapsamındaki bireyler tarafından yapılan sosyal katkılar oluşturdu. Sosyal koruma kapsamında maaş alan kişi sayısı 16 milyon 893 bin kişi oldu.
Ülkemizde sosyal koruma kapsamında emekli/yaşlı, dul/yetim ve engelli/malul maaşı alan kişi sayısı 2022 yılında 14 milyon 851 bin iken, yüzde 13,8 artarak 2023 yılında 16 milyon 893 bin kişiye yükseldi. Sosyal koruma kapsamında maaş yardımı sayısı 2022 yılında 15 milyon 630 bin iken, 2023 yılında 17 milyon 719 bine yükseldi.
0 notes
Text
Üç Remziye | Agos
Üç Remziye
Hulusi Üstün
Yazar Hulusi Üstün bir aile hikâyesi anlatıyor. 1915’lere dayanan, Erzurum’a uzanan bir hikâye. Ermeni yetim bir kızın, Remziye’nin çarpıcı, iç burkan hikâyesi bu. Fazla söze gerek yok, sizi Hulusi Üstün’ün satırlarıyla baş başa bırakıyoruz.
İnsan neden Ermeni olur Sevan? Bir asırdır yenilen, muhtemelen birkaç nesil sonra esamesi okunmayacak bir halka mensup olmanın anlamı nedir? diye sordular...
-İnattır, dedi.
Sonrasında söyledikleri sadece bu soruya verilmiş bir cevap değil bütün bir insanlık tarihinin yenilmişlerine, yok olmuşlarına ve çaresizce varlığını sürdürmek için uğraşan topluluklarına adanmış bir oratoryo idi. Öyle ki bir daha dinlemeye yüreğimin dayanmayacağından korkarım.
***
“Neden Çerkessin?” diyene verilecek en isabetli cevap bu. Daha önce neden aklıma gelmedi? Bir sürü tarih bilgisi aktarmaktan daha kestirme, daha çarpıcı, daha isabetli bir gerekçe bu. ‘İnattan…’ Öyle ya, bir acının tazmini için Çerkes değilim. Yamçımı sırtıma alıp, kalpağımı başıma takıp yeniden at sürmek için Çerkes değilim. Ne bağımsız bir siyasi yapı, ne güçlü bir literatür, ne sağlam bir ekonomi oluşturmak, ne de yüz elli yıl önce dağılmış insanları yeniden anayurduna toplamak imkanı var artık. O halde neden Çerkessin sorusuna verilecek yegâne akılcı cevap bu. ‘İnattan…’
Ermeni olmanın gerekçesi değil bu. Yenilmişlerin davasını sürdüren herkesin hatta belki bütün insanlığın ayakta durmak için dayanacağı son derece geçerli, son derece insani, son derece ahlaki bir gerekçe.
Öyle ya… Yunan Historya ciltlerinde üç beş paragrafla geçiştirilir beş asırlık Turkokratya dönemi. Oysa beş asır ezan sesi çınlamıştır Yunan yarımadasının taşlık zirvelerinde. Bulgar tarihinde, Rumen tarihinde, Sırp tarihinde Osmanlı çağları def edilmiş bir hastalık salgını gibi anlatılır. Oysa Tuna’ya söylenmiş Türkçe türküler vardır, Yıldız Dağı’na, Vardar Irmağına söylenmiş türküler.
İspanya tarihinin Mağribileri o toprakların sekiz asır hâkimi… Sicilya adıyla Arap, Malta adıyla Arap… Kırım, meyvaları bal ile şerbet bir bahçe… Soçi’de kayak yapılan Krasnaya Polyanna çayırının altında on beş bin Çerkes sivilin kanı var.
Aynı yaşlı adamın sırtından çıkarıp attığı kirli gömleklere benzer insanın etnik, dinsel ve linguistik aidiyetleri. Biri sırtından çıkartır, diğeri sırtına alır.
İnat, o kirli gömleği bir kenarda saklamaya benzer.
***
Bir de acıları saklarız. Saklar ve başkasına aktarmayız. Son zamanlarda aslında sakladığımız acıları tıpkı kanımız, yüzümüz, ellerimiz, hastalıklarımız gibi bizden sonrakilere genlerimiz aracılığıyla devrettiğimizi konu eden bir sürü metin okudum. Aslında hepimiz kişiliklerimizi bizden öncekilerin yaslarıyla, korkularıyla, endişeleriyle oluştururmuşuz. Tabii ki aynı zamanda sevinçleriyle, ümitleriyle, coşkularıyla da…
Benim ailem yüz yıl önce yaşanmış böylesi bir acıyı dördüncü kuşağa aktarmış olmalı ki oğlum bu yaz bir bahçe kahvaltısında anlattı rüyasını.
Eski bir evin loş aydınlığı içinde küçük bir kız çocuğu ağlıyordu. 'Beni bıraktın'
‘Hayır seni ben bırakmadım’ diyorum ona.
‘Beni burada bıraktın!’ diyor küçük kız.
***
‘Onu ben bırakmadım,’ dermiş büyükbabam. Sarhoş olduğunda onu anlatırmış hep. ‘Onu ben bırakmadım. İki at vardı, dört de can… Onu ben bırakmadım.’
O bırakmamış gerçekten de. Zorunda kalmışlar belli ki, anlaşılabilir gerekçeleri varmış. Fakat sabah olmuş, tandır sönmüş, oda soğumuş, küçük kız ve ayağının ucunda uyuyan köpek yavrusu uyanmış. Küçük kız seslenmiş, cevap veren olmamış. Küçük kız minik adımlarla dolaşmış boş evi. Küçük kız hiç kimseyi bulamamış.
***
Devlet Arşivleri’ndeki memuriyet siciline göre Hicri 1275 Asitane doğumlu büyük dedem Halis Efendi Osmanlı Telgraf Mektebi’nin ilk mezunlarından. Rusçuk, Varna ve Selanik’te telgraf memuru olarak görev yaptıktan sonra sağlık sorunlarından ötürü İstanbul’a dönmüş. İlk eşinin vefatı üzerine ikinci evliliğini Cevriye Hanımla yapmış. Bu evliliğinden iki oğlu dünyaya gelmiş. İkinci oğul benim büyükbabam.
İlk evliliğinden olan kızı Remziye’yi İstanbullu bir askerle evlendirmiş ve Erzurum merkez muhabere memurluğu göreviyle Erzurum’a tayin olunmuş. O, 1915’te Erzurum Merkez Posta Müdürlüğü vazifesi icra ederken büyükbabam on beş yaşında. Büyükbabamın anlattığına göre birkaç gün içinde gerçekleştirilen tehcir günlerinde babası bir gün eve dört beş yaşlarında bir kız çocuğu getirir. Kız, Halis Efendinin tanıdığı, dostluk ettiği bir Ermeni eşraf ailenin kızıdır. Ailesi sürgüne gönderilirken alıkonulan çocuk, Halis Efendi’nin bacaklarına tutunup ağlayınca dayanamayıp ve onu eve getirdiğini söyler.
‘İstanbul’da bıraktığım kızımın yerini doldursun. Adını Remziye koyalım. Günü gelir ailesi arayacak olursa bizde bulsun’ der.
Cevriye Hanım, belli ki eşinin ilk evliliğinden olan kızını hatırlatan bu küçük çocuğu istemez. ‘Ya o gitsin ya ben’ diye tutturur. Büyükbabam ve ağabeyi de çocuğun kalmasını rica edince çaresiz kabul eder. O yılarda on beş yaşlarını süren büyükbabam küçük Remziye’yi çok sever.
Kış, savaş…
Erzurum halkı yaklaşan Rus Ordusunun önünden kaçıp şehri boşaltırken muhabere görevlisi Halis Efendi’ye şehri terk etme emri gelinceye dek görevinin başında kalması gerektiği bildirilir. Güvenliklerini sağlamak üzere iki asker görevlendirilir ve iki at tahsis olunur. Rus toplarının sesi gece şehirden duyulurken büyükbabam, iki genç asker ve küçük Remziye odanın ortasındaki tandıra ayaklarını uzatarak sohbetler ederler.
1916 Şubat’ında bir gece vakti Halis Efendi görev yerini terk edip gitmesi yönünde emir içeren telgrafı alır. Cevriye Hanım oğullarını uyandırır, daha önce yüklenip hazır edilmiş olan atlara binmelerini ister. Büyükbabam tandırın yanına serilmiş birkaç koyun postundan ibaret yatağında uyuyan küçük Remziye’yi kucağına almak istediğinde annesi kolunu tutar.
-İki at var, dört can var. Onu götüremeyiz, der.
Büyükbabam ısrar eder, Halis Efendi rica eder ama Cevriye Hanım keser atar.
-Rus geldiğinde ailesi buraya döner, burada kalırsa bulurlar onu. Ben gittiğim yere onu taşıyamam, der.
Ayağının ucunda bir köpek yavrusu ile birlikte uyuyan Remziye’yi bırakıp kapıyı çekerler.
***
Kar, kış, tipi altında birkaç gün yol yürüdükten sonra Erzincan’a yaklaşırken askerler atları alıp terk eder onları bir mezrada. Halis Efendi İstanbul’a bir telgraf çekip Erzincan’a vasıl olduğunu, refakatçi askerlerin atları ve eşyaları alıp kaçtıklarını bildirir, maaşının Erzincan Valiliği’ne gönderilmesini ister. Savaş sonunda görev yerine gönderilmek üzere Nahiye Müdürü olarak geçici memuriyete atandığı Sulusaray’da vefat eder. Cevriye Hanım, eşinin mezarının olduğu köyü terk etmez ve orada ölümü bekler.
Yıllar geçer aradan. Savaş biter, cumhuriyet ilan olunur. Büyükbabam önce ablası Remziye’yi arar. ‘Saltanat lağvedilince eşi onu alıp Şam’a hicret etti’ derler. Gidiş o gidiş, büyükbabam ablasının izini bulamaz. Yıllar sonra yolunun düştüğü Erzurum’da küçük Remziye’yi arar ama oturdukları Sultaniye Mahallesi’ndeki evlerini tespit etmek bile mümkün olmaz.
Evlenir, ilk çocuğu kız olur. Ona da Remziye adını koyar. Remziye büyür, babasına sofra hazırlar. Babası akşamları bir kadeh rakı içer, sarhoş olmasa da efkarlanır.
-Tandır sönmüş, oda soğumuş, küçük kız uyanmış, bizi aramıştır. Ah annem ne var idi atın terkisinde ona da bir yer bulsaydık. Çorbaya bir kase su da onun için koysaydık. Ah annem ne var idi Remziye’yi bırakmasaydık, der.
***
Tandır sönmüş, oda soğumuş, küçük kız uyanmıştır. Evi dolaşıp kendisine İstanbul’u anlatan büyükbabamı, bacağına sarılıp ağladığı Halis Efendi’yi, büyüyüp aileme karışır endişesi ile yüzüne gülmeyen Cevriye Hanım’ı aramıştır. Sonra ne olmuştur? Birileri gelip almış mıdır küçük kızı. Bakıp büyütmüş, gelin etmiş midir? İhramlı atkılı bir Erzurumlu kadın olarak yaşayıp, Ermeni adını hakaret yerine kullanan oğullar doğurmuş mudur? Yoksa soğuktan donmuş mudur, kurda kuşa yem olmuş mudur? Alıp götürmüşler midir onu gelen Rus askerleri, acep yakınları onu bulmuş mudur? Belki savaşın galiplerinin Ermenilere yurt olarak belirlediği Erivan Rezervasyonuna kapağı atmıştır. Saçları ağarana kadar yaşamış ‘Hayastan bostan, sirun Yerevan’ şarkısını söylemiştir torunlarına. Belki Erzurum’u, belki büyükbabamı, belki o evde kendisine verilen Remziye adını unutmuştur.
***
Ama biz unutmadık. O kış gecesinden yüz sekiz yıl sonra bir yaz günü bahçeye kurulu kahvaltı masasında hatırladık Remziye’yi. On beş yaşını süren oğlumun rüyasının hatırlattığı bu acıyı eski bir elbiseyi sakladığımız yerden çıkarıp güneşlendirir gibi…
O bizim elbisemiz Sevan… Ermeni’nin, Çerkes’in, Türk’ün, Kürdün. Bu toprakta var olmuş, bu toprakta doymuş herkesin elbisesi. Bunu anlaşılır kıldığın için sağ ol.
0 notes
Text
Aile en büyük kamburdur.
"Aile" vakitlerimde fark ediyorum ki ne kadar fazla şeyi onlardan almışım.Sinirimi,telaşımı,overthinklememi,anksiyetemi,körlüğümü,hastalıklarımı ve belki de en önemlisi nefretimi.Kendimi bazen kontrolsüzce ne kadar onlara benzediğimi ve hareketlerimin ne kadar onlar olduğunu fark ediyorum.Kendimi haklı çıkartma çabamın yada kaostan beslenmemin.Duygularımı bastırmak yerine kusma ihtiyacımın yıkıcılığını.
Her geçen gün ikna olduğum şey birbirini sevmeyen iki insanın birbirine "katlanmak" zorunda kalması.Ve bir aşk meyvesi olmadığım kesin.İstenmediğimi öğrendim.Yada planlanmadığımı.
Bu açıklıyor sanırım aile dinamiğimi.Hayatımdaki en büyük yalancı ailemken beni en çok sevdiklerini söyleyebiliyorlardı.Yüzümdeki morluklara rağmen yada geceleri kafamdan atamadığım kavgalarına rağmen.Sevginin bu olduğunu sanarak insanları parçalamak benim suçum mu? Belki de.Belki de bunları görebilecek kadar yetim varsa kontrol de etmeliydim.Yalpalıyorum hemde fazlasıyla.Ailemin nefreti ve şiddetini aldığım için kendimden nefret etsem de sanırım en çok nefret sebebim bunları durduramayacak kadar kırık ve güçsüz olmam.
Eskileri hatırlıyorum da ne zaman kendimi toparlamaya çalışsam aileme çok takılıyordum.Kaçmaya çalıştıkça içine girdiğim bir bataklıktan farksız.Olan her şeyi yutmaktandır belki de kusmam.Yada daha fazla yutamadığım için bu kadar nefret doluyumdur.
Ama.
Tüm bunlara rağmen ailemi suçlamak doğru mu? Bunların farkında olup çözmem gerekmez miydi? Daha güçlü ve daha kontrollü olmam gerekmez miydi? Gerekirdi. Bahanelerimde ailemi kullanıyor olsamda beni kırmasına izin vermek benim suçum.Daha güçlü olamamak benim suçum.
Ve belki de tüm hayatım boyunca sebepler gösterdiğim suçladığım her şeyin ve herkesin asıl suçlusu benimdir.Yaptığım hatalara bahane uydurmak ve kendime çok güzel yamamış olmak benim suçumdur.
Ve hala yaptığım şeylere sebepler uydursam da sadece yaptım.
"Şayet melek kanatlarını
Boyayacağım kanının kızılına"
Bunun üzerinden 4 yıl geçti.Ve fark ediyorum ki onun kanına boyamadım kanatlarımı.Kendi kanımda boğuldum.İntikam almak için melek kanatlarını saf tutmalıydım acının bir sembolü olmalarına izin vermeliydim.Acı çektiğim için yıkmamalıydım.Bundan sonra kanatlarımdaki kanı çıkartamam artık sadece boyanmadılar, kesiklerinden ve yaralarından olup olup kan akıyor.Sanki yeteri kadar yokmuş gibi ben de daldırdım o nefret dolu çukura.Sadece kızıl değiller .Siyahlar artık.
"Siyah kanatlarımı açacağım gökyüzüne
tanrı şahidim olsun ki boyadım kızılına
ancak ben yaktım kanı nefretimde
daldırdım kandan denizine
kaldırdım ateşler içindeki nefretime
kustum katran siyahı kalbimi en dibine
ve ben şeytanımın şeytanı
kaburgalarıma yazılmış nefretimin mimarı
gurur duy benimle
en büyük eserinle"
0 notes