#aşk ve basketbol
Explore tagged Tumblr posts
Text
İSTANBUL'LU OLMAK...
Şimdi bazı genç dostlar gücenecek belki ama, İstanbul'u iyi tanıyan ağabeylerine, babalarına, dedelerine sorduklarında bunların gerçekten önemli olduğunu öğreneceklerdir.
Bir defa, Yani- Taki- Aleko- Yasef- Dikran- Anastas- vs gibi ekaliyet dediğimiz İstanbul dan arkadaşları olmamış, onlarla Kahvede, maçta tavernalarda, okullarda, beraberce ağlayıp gülmemiş dostlarımız
İSTANBUL'LU sayılmaz.
Küçüksu'da kurulan mısır kazanlarından Alibeyköy'ün sütlü kaynamış mısırlarından yemek nasip olmamış,
Çengelköy salatalığını bostanından koparıp tatmamış,
Gülhane Parkı'nda Karagöz Hacivat Oyunu seyredememiş,
Çiçek Pasajı'nın entel Cavit'i ile sohbet edememiş,
Tepebaşı çocuk tiyatrosunun zevkine varamamış,
Sulukule'de Raks evlerine gitmemiş,
Karatrenlerin içinde kovalamaca oynamamış,
Moda'daki Koço'yu bilememiş ve nefis mezelerinden tatmamış dostlarımız İstanbullu'yum diyemez.,
Kapalı Çarşı'nın tüm kapılarından girip çıkmamış,Tahtakale , Sirkeci ve Beyazıt arasında bulunan o gizemli eski iş han' larının en az 10 tanesinin adını ezbere bilemeyen ve o han'larda özellikle hangi esnafın bulunduğunu öğrenmemiş,
Taksim Eftalafos Kahvesi'nde nargile içmemiş veya içenleri seyretmemiş dostlarımız,
Yeşilçam Sokağının eski halini, oraya yakın aportta iş bekleyen Figüran Kahvelerini ve oralardaki sohbetlere şahit olmamışlar,
Tepebaşındaki Müzisyenler Kahvesini ve organizatör Sarı Orhan'ı bilmeyenler,
Sarıyer sahilinde balık, Pendik Hilmi Gazinosu'nda plaki yememiş olanlar,
Süreyya Plajı'nda denize girememiş, Adalar'ın tümünü gezememiş,
Gaskonyalı Tomayı ve Bostancı'da Saksonyalı Vedat'ı tanımamışsan,
Rahmetli sanat güneşimiz Zeki Müren'i Gar gazinosuna izleyememişsen,
Beyoğlundaki Atlantik'de, sosili ve amerikan salatalı sandviç yememişsen,
İmam Sokak'taki meşhur Çağlayan Saz'a gitmemişsen, yine Beyoğlu Rebul Eczanesinden limon kolonyası almamışsan, Bakara'dan İskarpin alıp Gömlekçi Daniş'de ısmarlama gömlek diktirmemişsen, Galatasaray'daki Zara'dan giyim aksesuarı almamış veya o nefis vitrinleri seyredememişsen, Kurbağalı Dere'nin o meşhur kokusunu da duymamışsan, İstanbul'lu sayılmazsın.
Adamo'yu, Peppino di Capriyi ve Luis Alberto Del Parana orkestrası Los Paraguayos'u Kervansaray'da , Roberto Lorano'yu Taksim Belediye Gazinosu'nda dinlemek şansına sahip olamamışlar,Çiroz'u 2 kuruşa Balık Pazarı'ndan alıp yiyememiş veeeeeeee.. Haliç de torik balığı yakalıyıp Lakerda yapmamış olanlar, Beyoğlundaki İnci Pastahanesinde profiterol, Saray Muhallebicisi'nde tavuk göğsü tatmamış ,Taksim İşkembecisi'ni ve de Balat'taki meşhur işkembecileri bilmeyen dostlarımız sadece istanbul'da yaşayanlar diye tanımlanırlar..
Lefter'i,Turgay'ı,Baba Receb'i ..Can'ı ve Metin Oktay'ı Mithatpaşa Stadında seyretmemiş olanlar,para az olunca Duhuliye'den,hiç olmayınca Gazhane sırtlarından maç seyretmiş olmayanlar, Mithatpaşa Stadı'nda kurulan güreş minderlerinde 8 siklette dünya şampiyonu olan serbest güreş milli takımımız aslanlarını Yaşar Doğu.. Hamit Kaplan.. Müzahir Sille, Celal Atik, vs'yi göremeyenler, Harlem Globtroters basketbol takımının gösterisini ve Buz Revüsü'nü Spor ve Sergi Sarayı'nda seyretmemiş olanlar, Tramvay'a asılarak seyehat etmeyen, Beyoğlu'nun o gizemli apartmanlarının içini merak saikası olarak da olsa gezmemiş olanlar, Beyoğluspor Kulübü'nün Rum'lara ait bir lig takımı olduğunu bilmeyenler,
Ramazanlarda oruç tutanın, tutmayanın nasıl kardeşce yaşadığını tatmamış olanlar,
Beyoğlu Ağa Cami'de her hafta Mevlüt okunduğunu ve Mevlüt şekeri almak için rum, ermeni, musevi sınıf arkadaşlarının nasıl da muzipçe oyunlar yaptığını görmeyenler ve bu anlattıklarıma daha binlerce ilave olacak İstanbul'un özelliklerini bilmeyenler
İSTANBUL'LUYUM diyemezler...
Yani kısaca..
Heybeli'de mehtaba çıkmamışsan Kalamış'dan bir tatlı huzur almayı denememişsen, Boğaziçi'nde ki şen gönüllere uzanamamışsan veeee ...
Aşk yuvası Çamlıca'da sevgilinle birlikte bir izbırakmamışsan.
İSTANBUL'LUYUM diyemezsin ..
Sadece İstanbul'da yaşıyorum diyebilirsin….
Alıntı.
3 notes
·
View notes
Text
7 EKİM 2022
Ali için, her zamanki sabah başlıyordu. Dışarıda onu görene kadar... O uçurtmayı...
Ali, daha pijamasını bile değiştirmeden, üstüne incecik bir hırka alarak, ev terlikleriyle koştu dışarı... Kırmızı uçurtmayı takip ederek... Bir yandan da, "Vefa!" diye bağırıyordu. Sokaktan geçenler, sabahın köründe koşan bu deli çocuğa bakıyorlardı... Ali'nin Vefa'nın uçurtması sandığı şey, Ali'yi karakola kadar götürdü.
Ali, şaşkınlıkla kapı önündeki 34 BRK 11111 plakasına bakıyordu...
Delikanlının içeri girdiğini, hiçbir polis fark etmedi. Ali, yine içgüdüleri sayesinde, komiserin odasını bulana kadar da fark etmediler. Kapı aralıktı, komiser konuşuyordu.
"Babamla aile içi şiddetli geçimsizlik yaşadığımız için, bir sinir harbiyle babam Kenan Yağızoğlu'na iftira attığımı bildiririm; polis teşkilatını bu konuda oyaladıysam, saygılarımı kabul buyurunuz... Berk Yağızoğlu, yeni ifadeni doğruluyor musun?"
"Evet," dedi Berk.
"Bu dediğin, babanı hapisten kurtarmayacak, farkındasın değil mi...?"
"Evet, farkındayım, anahtar halen mevcut..."
"Pekâlâ, güle güle."
Ali, kapıdan hemen çekti kendisini. Berk kapıdan çıkınca, komiser hayretle izledi karşılaştığı manzarayı. Berk,
"Ali!" diyordu... "S-Senin burada ne işin var?"
Ali hiçbir cevap vermedi, sadece başını iki yana sallayarak, bir tokat çarptı Berk'in sağ yanağına... Ege'nin, partideki Çağrı'yı bayıltmak için aşk ettirdiğinin bir tık daha hafifiydi. Berk, hayret ve acıyla yanağını tutarken, Ali, "Benim Arap ve Zeyno'dan başka kardeşim yokmuş..." dedi ve çıktı gitti.
*****
"Baba!"
"Çağrı?!"
Delikanlı, notu fazla ciddiye almıştı. "Baba, ben bunu kullanmadan al bunu benden."
Önder, eline tutuşturulan pakete baktı. Dopdoluydu. Çağrı yeni almıştı ama, içkiden kurtulmaya çalışan alkoliklerin bütün şişeleri yere dökmesi gibi, paketi babasına "emanet" ediyordu...
"Sen bunu hangi parayla aldın...?" diye sordu Önder.
"Hiç fark etmedin değil mi..." diye güldü Çağrı. "Gözlerime baksan, görecektin morluklarımı... gözbebeklerimin büyüklüğünün değişip durduğunu falan... Şöyle bir etrafına baksana baba, sence eşyaların halen tam mı...!"
Önder gerçekten etrafına bakındı, ama halen anlayamamıştı. "Aptallığıma ver Çağrı..."
"Evet, aptalsın, aptalsın gerçekten!" diye bağırdı Çağrı. "Hep Vefa, hep cinayet... Hep Yağızoğlu Koleji'nin öğrencileri... bi' tek ben değil! Kerem Tunçeri imzalı basketbol topunu görebiliyor musun, ha?"
"Çağrı, onu sen...?"
"Tebrikler baba, bildin!" diye bağırdı Çağrı, artık iyice saygısızlığın gazına basmıştı. "Çok özür dilerim, muhtemelen imzalı basketbol topundan önemli değilim!"
"Saçmalama Çağrı, sen benim her şeyimsin!"
"Öyleyse neden çığlığımı duymuyorsun?! Baba, sana ihtiyacım var! Sadece benim değil, Leyla'nın da... yardımına ihtiyacımız var! Sen bizim hocamızsın, ama şu anda en çok ilgiye biz, ikimiz ihtiyaç duyuyoruz! Berk kendini kurtarabildi, ama biz... Allah aşkına, bir kere de şu Vefa konusunu kapat da, bana yardım et!" Çağrı ağlamaya başladı.
"Senin için ne yapabilirim oğlum?" diye kekeledi Önder.
"Geliyor, hissediyorum..." dedi Çağrı. "Şimdi n'apacağız biliyor musun, odama geçeceğiz, sen kendime zarar verebileceğim her şeyi ortadan kaldıracaksın. Sonra beni içeriye kilitle, ne kadar bağırırsam bağırayım, beni sakın çıkarma."
"Oğlum, korkutuyorsun beni!"
"Sadece dediğimi yap! Birazdan, 'Yalan söyledim, bak baba, düzeldim, ha'di beni çıkar,' gibi şeyler söyleyebilirim. Hiçbirini dinlemeyeceksin. Hiçbirine inanmayacaksın! N'olursa olsun beni dışarıya çıkarmayacaksın, tamam mı..."
Önder dediği gibi yaptıktan kısa bir süre sonra, Çağrı'nın krizi, tahmin ettiği gibi gerçekleşmeye başladı. Çağrı odasındaki bütün eşyaları kırıp dökmeye başlamıştı bile. "Öldürün beni!" diye bağırıyordu içeriden. "Öldür beni, yaşamak istemiyorum! Allah'ım, bunun başıma nasıl bir ağrı verdiğini bilmiyorsun, beynime...!"
Delikanlı, pencereyi açarak, demirliklerden seslenmeye çalışmıştı: "Bana yardım edin! Babam beni zorla bu odaya kapattı, imdat!"
Önder, dışarıdan bir yanlış anlaşılmayı engellemek için fırladığında, yakınlarında oturan Duru da dâhil olmuştu mahalledeki kalabalığa. İşin magazin kısmındaydı. Canlı yayın açıp, Çağrı'nın krizini sosyal medyaya duyurmaya çalışıyordu...
Bu bildirim, ilk olarak Berk'in telefonuna gitti.
*****
Şaşkınlıklar, Berk'in yakasını bırakmıyordu. Sarışın delikanlı kapıyı açtığında, karşısında Kenan Yağızoğlu'nu buldu. "S-Sen..." diye kekeledi.
"Evet, ben, benim Kabil oğlum, ben, Kenan Yağızoğlu... Ne bu böyle? Hato'dan sonra, bi' de hamster mı almaya karar verdin...?"
"O-Ozan'ın o..."
"Gereksiz detaylarla vakit kaybetmeyelim," diyen Kenan, Berk'i içeri çekerek kapıyı kapattı.
"Na-Nasıl çıktın sen?"
"Firar ettim!" dedi Kenan. "Tıpkı senin yapmaya çalıştığın gibi!"
"Bu doğru olamaz..."
"Sana söylemiştim, Berk... Sana, 'Beni delil yetersizliğinden salıverirler,' demiştim...!"
"Ama o... o anahtarlık sendeymiş..."
"Ömrümde hiç görmediğim bir anahtarlık o!" diye gürledi Kenan. "Senin yüzünden nasıl laflar işittim, biliyor musun? Bana 'tacizci' dediler! Tacizcilere hapishanede ne yaparlar haberin var mı? Gerçek tacizciler beter olsunlar, ama ya benim gibi kader mahkûmları...? Kurunun yanında yaş da yanmasın diye, ne kadar paraya boğdum o koğuştakileri, senin bunlardan hiç haberin var mı Berk...? Ama n'oldu, yalancının mumu yatsıya kadar yandı işte... gerçek katil ortaya çıktı. Vedat Narinses, teslim oldu."
Berk, babasının o adamı çoktan satın aldığını anlamıştı. Vedat, para karşılığında Kenan'ın suçunu üstlenmişti işte. Berk, "Bana n'apacaksın?" diye sordu. "Öldürecek misin beni?"
"Bak evladım..." diyen Kenan, Berk'i elinden tutarak koltuğa götürdü. Berk, yaşadığı şok üstüne şok yüzünden bayılacak gibiydi. "Senin rahmetli deden... askerdi. Çok sert yetiştirilmişti, o da aynı sertliği, benim üzerimde uygulardı... armut dibine düşermiş, ben de sana sert bir baba oldum... ama artık olmayacağım. İçer'de çok düşünme fırsatım oldu. Benim tek bir oğlum var... artık yeni bi' sayfa açalım. Hem zaten... şunun şurasında ne kadar vaktimiz kaldı ki birlikte...?"
"Zeki'nin gösterdiği rapor... doğru muydu?!"
"Sen halen benden şüphe mi duyuyorsun!" diye biraz hiddetlendi Kenan. "İnanmadıysan kanser olduğuma, neden ifadeni değiştirdin?"
Berk için şu anda yapılacak en iyi şey, babasının elini tutmaktı. "Özür dilerim baba..." diye o eli öptü.
"Ben gerçekten de çok hastayım, Berk," dedi Kenan, numarasını daha inanılır kılmak için, "Ama bu, dördümüzün arasında bir sır olarak kalacak..." diye de ekledi.
"Bir sen, bir ben, bir de Avukat Zeki'yle Doktor Cem..."
"Hay ağzın bal yesin... bak Berk, bu bir kanser hastalığı, beni sana karşı daha şefkatli bir baba haline getirmeyecek, ama en azından deneyeceğiz... hayatımızda ilk defa, normal bir baba-oğul olmayı deneyeceğiz..."
Bu birkaç cümle tüylerini diken diken etti. Samimi olup olmadığını bilmiyordu, ama Kenan'ın yüzündeki nemlilik öyle olduğunu söylüyordu. Her ne kadar temkinli davranması gerekse de en azından şimdilik ona, onun istediği gibi sarılabilirdi. Hayır, Berk'in istediği gibi... özlemini çektiği gibi. Gerçek bir baba-oğul gibi sarılabilirdiler... En azından belki de bir daha tekrarlanmayacak birkaç dakikalık bu fırsattan yararlanabilirdi Berk. Sanki hep böyle bir baba-oğul imişler gibi kendini kandırabilirdi.
Şu anda babaya sarılmak hissi gerçekten de çok tuhaftı.
*****
Berk'in bıraktığı notu, Çağrı kadar dikkate almayan Ege, babasıyla konuşurken dünyadan soyutlanırdı. Bütün telefonları uçak moduna almış, bütün perdeleri çekmiş, hatta bütün ışıkları kapatmıştı. Sadece bilgisayarının ekranının ışığı parlıyordu loş olan ortamda. Skype üzerinden, "Canım oğlum," dedi babası. "Nasıl gidiyor?"
"Halen ailem tarafından terk edildiğime inanıyorlar..." diye cevap verdi Ege. "Annemle ayrıldığını bilmiyorlar bile. Baba, sırada ne var?"
"Saati deşifre etmeleri lazım... o işler ne durumda?"
"Ali'nin, en son saati çok güvenilir bir teknoloji uzmanına verdiğini öğrendim... bunun için, borca girmiş annesi. Bu iş uzun sürecek... baba, katili sen bilmiyorsun öyle değil mi?"
"Hayır..." dedi Efe. "Ama son olarak içeri giren Vedat'ın da katil olduğunu düşünmüyorum... Bence Kenan bile değildi... Sen sormadan söyleyeyim... cesedin nereye kaçırıldığına dair bir fikrim de yok."
Efe, Ege'nin bu kadarını bilmesinin yeterli olduğunu düşündü.
Oğlunu daha fazla tehlikeye atamazdı.
"Seni seviyorum baba," diye görüşmeyi sonlandırdı Ege.
Nihayet, diğer bütün teknolojik cihazları açmaya, evin aydınlığını maksimuma ulaştırmaya, vesaire sıra gelmişti. Ege'nin telefonu, uçak modundan çıkarılır çıkarılmaz, tuhaf bir şekilde çalmaya başladı.
"Önder hoca?"
"Ege..." diye telefonda adeta yalvardı Önder. "Çağrı çok kötü durumda, ona ancak sen iyi gelebilirsin!"
Ege koşa koşa çıktı evden.
*****
Kenan, salonda telefonunu karıştırmaya başlamıştı. Öyle özlemişti ki bu teknolojik mereti...
Berk'e de yapacak başka bir şey kalmıyordu. Özellikle de, canlı yayınını izlemesi için davet üzerine davet gönderen Duru varken. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu, sarılmaları yarım saat sürmüş gibi gelmişti ama, gerçekte beş dakikacık bile olabilirdi. Berk, Çağrı'nın krizini, geç de olsa naklen izlerken, Kenan'a bir mesaj geldi:
"Kenan Bey, müsaitseniz evinizde görüşebilir miyiz?"
Kenan, Ali'nin gelmesini onayladı, ama Berk'i evden şutlamalıydı şimdi. "Berk! Seni böyle görmek istemiyorum. Sen Kenan Yağızoğlu'nun oğlusun... git biraz hava al."
"B-Ben de onu rica edecektim... ama bilemedim ki... sen... izin verir misin..."
Evet, Berk kekeliyordu; çünkü Çağrı'nın yaşadığı kriz, kendisine gözünün önünde duran şeyi fark ettirmişti...
Tıpkı Ege'nin dediği gibi; gözünün önündeydi, iyi bakmamıştı sadece!
Krizler, klinik sorunları olan kişileri bulurdu... Çağrı gibi... Cemre gibi... Fakat Cemre için bile, o mezar başındaki kriz çok fazlaydı... gerçekten, Cemre'nin hiç alakası yoktu Vefa konusu ile...
Cemre, ancak ve ancak Vefa'nın cinayetiyle ilgili bir kişi olabilirse, öyle bir kriz geçirebilirdi.
Ve bir de, o anahtarlık... Berk'in evine, onun tarafından getirilmişti.
Bizzat Cemre tarafından...
"Allah'ım ben çok kötü bir şey yaptım..." diye geçirdi içinden Berk. Babasını ilk görüşünde, Vedat'ı satın alan bir katil olduğunu düşünüyordu, ama şimdi, aynı şeyi yapan bir masum olduğunu görebiliyordu nihayet... "Bir masuma iftira attım... babama iftira attım ben..."
"Baba," dedi, "Annemin de kanserinin türü... aynı mıydı?"
"Evet," dedi Kenan.
"Babacığım, ben annemden sonra seni de kaybetmek istemiyorum!" diyen Berk, ikinci bir sarılma için hazır olup olmadıklarını bilmiyordu. "Bana söz ver! Ölmeyeceksin!"
"Ancak bir şartla Ölüm'e kafayı tutacak gücü kendimde bulabilirim..." dedi Kenan.
"Nedir?"
"Derya Hanım, Berk. Ben ona fena halde abayı yaktım, onu nikâhıma almazsam, gözlerim açık gider..."
*****
Önder'i, bir süredir ses çıkmayan odanın korkusu sarmıştı. Çağrı, bir süredir cevap vermiyordu. Kapıyı acilen kırsa mesela, karşılaşabileceği manzaradan çok korkuyordu genç öğretmen. Müdahale etmesi gerektiğini de biliyordu, ama bacakları harekete geçmiyordu... Bir panik atağa benziyordu yaşadığı durum.
"Hocam?" diye bir ses geldi.
Adamın gözlerinden yaş akmaya başladı.
"Tamam, ben hallederim."
Ege, Önder'den aldığı anahtarla kapıyı açarken, babasının Çağrı'yı bir saniyeliğine görme fırsatı oldu. Yerde yatıyordu oğlan. Kendisine zarar vermediğini biliyordu, bütün kesici ve delici aletleri bizzat kaldırmıştı elleriyle Önder...
Ege hafifçe, "Çağrı," diyerek elini uzattı. Esmer delikanlı, "Çok zor nefes alıyorum Ege..." dese bile, elini kavradı arkadaşının. Ayağa kalktıktan sonra, hayali bir kravatı, çözmeye çalıştı. Ege, halüsinasyon olduğunu anladı bunun.
"Çağrı..." dedi Ege. "Gel şöyle oturalım."
Delikanlı, Ege'nin kendisine o günkü gibi sarılmasına izin verdi.
"Şimdi gözlerini kapa Çağrı... Bak, burada değiliz. İkimiz birlikte, sahilde yürüyoruz. Dalgaların sesini duy... ayak izlerimize bak... dalgaların gelip onları sildiğini görüyor musun? Benim kumlara yazdığım ismi de görüyor musun...? Dalgalar gelip silebilir ismini kumlardan ama kalbimden asla..." *
"Ege..." dedi Çağrı. "Kliniğe gitmek istemiyorum..."
"Ben de seni özlemek istemiyorum..." Ege güldü. "Ama Berk'in bir lafı vardı, hatırladın mı onu?"
"Neydi o?"
"Özlemek iyidir... bazen ilişkilere de ara vermek gerekir..."
Cevap yoktu.
Uyuyakalmıştı Çağrı.
*****
"Geçmiş olsun..." diyerek kapıyı açtı Kenan.
"Asıl si-size geçmiş olsun... Kenan amca..."
Kenan, Ali'ye gülerek baktı ama, delikanlının gözlerinin içine baktığı yoktu. "Katil onca zaman mahallenizdeymiş... yüzünüze bakmış, selam vermiş... Neyse, bunları ofisimde konuşalım. Evimin kurallarını biliyorsun, ayakkabılarını giyebilirsin halen. Dağınıklığın kusuruna bakma, oğlumun işleri... gerçi tahmin ettiğimden daha az dağılmış buldum..."
Ali, hiçbirine cevap veremedi. Yüzü kıpkırmızıydı. Kenan'ı, ofisine kadar takip etti sadece. Kenan'ın gösterdiği koltuğa oturdu, konuşmaya başladı:
"Vedat abi hiç kimsenin görüşüne çıkmıyor... alışkanlıktan Vedat abi diyorum halen. Yaptığı itirafa bakılırsa, o gece Vefa, kendisine dair bir sırrı öğrenmiş. O sır açığa çıkmasın diye... çocuğu okulda köşeye sıkıştırmış. Ondan sonra da... Vefa'yı atmış... o çatıdan..." Ali, Berk gibi kekeliyordu ama, nedenleri farklıydı. "Suç size kalınca, Kenan amca; evinize gizlice girip o anahtarlığı bırakmış. O anahtarlığa ulaşması zor değildi... ama sonra, vicdanı el vermemiş işte. Sizin de bir oğlunuz varmış, suçunu itiraf etmeye karar vermiş Vedat."
"Bütün bunlardan bana ne?"
"Bilmek istersiniz diye düşündüm..."
"Bilmek istediğim şu... neymiş o sır? Buna bir cevabın var mı?"
"Hayır, yok... tahminim var sadece. Arap söyledi. Vedat'ın içeri alınma sürecinde, Arap'ın annesiyle boşandığı ortaya çıkmış... bundan başka da Vefa'nın öğrenebileceği bi' sır yok... bunu neden o kadar büyütmüş gözünde? Neden Vefa'yı öldürecek kadar ileri gitmiş Vedat? Bunlara bir cevabım yok. Ama size bir özür borçluyum."
"Kuru bir özürle geçiştiremezsin," diye kollarını kavuşturdu Kenan. "Senin yüzünden bana 'tacizci' dediler! Kitabı kapağına göre yargıladınız hepiniz..."
"Biliyorum, çok özür dilerim, ve kendimi bir hediyeyle affettirebileceğimi düşündüm, kabul ederseniz..."
"Neymiş o hediye?"
"Hediyem şu..." diyen Ali, başını kaldırdı. İlk kez Kenan'ın gözlerinin içine bakıyordu. "Baba."
"Sen... biliyor musun?! Bile bile mi hapse girmeme göz yumdun!"
"Sen hapse girdikten sonra itiraf etti annem... her şeyi ayrıntılarıyla konuşma fırsatımız olmadı tabi', o kadar üst üste olay yaşandı ki... bu sır, üçümüzün arasında kalabilir mi baba? Vakti geldiğinde... Berk'e ben söylemek istiyorum."
"Sanırım ben de böyle yapardım..." dedi Kenan. "Bak Ali, Berk'in annesiyle evliyken, annen girdi hayatıma. Ben 'Hayır' diyemedim, zaten sizin yaşınızda bile aldatmalar mevcut, bu durumun açıklamasını yapmam zor, hem yıllar da geçti üstünden... Sonra sana hamile kalmış, sakladı benden. Kendini öyle bir kaybetti ki, ikimizi yan yana gören bir şahit bile kalmadı geriye... seni Ahmet Öztürk'ün nüfusuna geçirtmiş, gerisi bildiğin hikâye... ama ne biliyor musun, baban olduğumu öğrendiğin halde, benim hapiste kalmamı öylece seyretmene kızmıyorum şimdi... dediğim gibi, sanırım ben de öyle yapardım..."
"Ben artık kaçayım... Arap'ın yanında olmam gerekiyor..."
Konuşma, tam istediği gibi gitmişti Kenan'ın. Ali'nin yaşadıkları kafasını yormuştu, kalbini yormuştu, aklına bırakın Vefa'nın yaşıyor olma ihtimali, Vefa'nın kendisi bile gelmiyordu... Kenan'ın gençliğinde Derya'yı da ceza odasına kapatması, Bilal'i tehdit etmesi gibi suçlar, maziye karışıyordu... "Gel buraya," dedi Kenan. Kollarını açmıştı Ali'ye. Esmer delikanlı, ona sarılmak için koşmadan önce, gözyaşları aktı. Bütün yorgunluğu o yaşlara karışıyor, Kenan'ın boynuna damlıyordu şimdi... Ali'nin kucakladığı, sadece Kenan değildi. Ahmet'ti aynı zamanda.
"Oğlum..." dedi Kenan. "Sen benim oğlummuşsun Ali... Canımmışsın, oğlummuşsun sen benim..."
*****
Berk, Cemre'yi okulda buldu. Eski bir aplikasyondan ulaşmıştı konumuna. Eksiden, ilişkileri çok "toksikken" kullandığı bir uygulamaydı... Telefonundan kaldırmayı unuttuğu için, şimdi işine yaramıştı.
"Senin ne işin var bur'da?" diye sordu Cemre.
"Sen kimsin?" diye sorusuna soruyla cevap verdi Berk. "Ve benim tanıdığım, sevdiğim Cemre'me n'aptın?"
"Ne saçmalıyorsun Berk!" dedi Cemre. "Sen hangi sıfatla bana karışıyorsun!"
"Her şeyi çözen kişi sıfatıyla," diyen Berk, kollarını kavuşturdu. Cemre, önce Nesrin'in yaptığı gibi inkâra kalkıştı.
"Ne dediğini anlamıyorum. Hiçbir şey anlamıyorum gerçi..."
"O anahtarlığı bizim eve sen koydun..." dedi Berk. "Önce anlamamıştım. Ama sonra, Vefa'nın mezarı başında geçirdiğin krizden sonra... Vefa'yı sen attın çatıdan. Sen, okulun en iyi koşucusu, Denizkızı Cemre Yılmaz... Vefa'yı öldürdüğün gibi, aşağı koşabildin. Konserden hiç ayrılmamışsın gibi oldu. Yüzlerce davetlinin arasına karıştın, ve hepimizin şüpheli listesinin sonuna adını altın harflerle yazdırdın... ama ne biliyor musun... ben halen bunun, sen olmadığına inanıyorum... senin içinde başka bir Cemre var..."
"N'apacaksın?" diye sordu Cemre. "Beni ihbar mı edeceksin?"
"Neden öyle bir şey yapayım Cemre! Ben senin düşmanın mıyım?"
"Değilsen bu ne?" diye elindeki piyano saatini gösterdi Cemre. "Okulda, piyano çaldığını benden başka bilen yok..."
"Okulda piyano çalan tek kişi ben miyim...!"
"Ama Hazal'a, Ege'ye ve Çağrı'ya bazı notlar göndermişsin..."
"O iş farklı!" diyen Berk, Cemre'yi en yakındaki banka oturttu. "Ben kaçacaktım, uzaklaşacaktım bir süre buralardan. Tam o sırada, babamın hapisten çıkmakta olduğunu öğrendim. Suçunu Vedat üstlenmiş. Ona bir şey çaktırmadım ama, şu an bu sırrı bilen iki kişi daha var... senle ben... ve seni de, babamı da koruyacak bir çözüm üretmeye çalışıyorum."
"Peki ya Vedat?"
"O kısmı bir süre ertelemek zorundayım... çünkü merak ediyorum Cemre... neden? Neden Vefa'yı öldürdün?"
"Her şey Hazal'ın suçu..." dedi Cemre. "Önce seni elimden almaya çalıştı, sonra Vefa'yı... ben Vefa'yı sevdim Berk. Senden de, Ali'den de çok onu sevdim!"
Berk, yutkunmakta zorlanıyordu. "Öyleyse neden Hazal'a saldırmadın..." diye sormayı başardı. "Neden öldürdüğün Vefa oldu?"
"Hiçbiriniz anlamıyorsunuz... 'Ya benimsin ya kara toprağın,' lafı, şu Vedat'ın büyük oğlu gibi krolara ne kadar da yakışıyor değil mi... siyah pantolon, beyaz ayakkabı giyen, bir elinde silah, bir elinde gül olan tiplere... Ama ben de Vefa'yı öldüresiye seviyordum. Eğer benim olmayacaksa, hiç kimsenin olmayacaktı."
"Peki ya Ali?" diye sordu Berk. "Ha'di beni geç, ben senin en fazla ikinci yedeğin olabiliyormuşum, Ali'nin yüzüne nasıl bakabiliyorsun? En iyi arkadaşını öldürdükten sonra, onu sevdiğini nasıl itiraf edebiliyorsun kendine? Geceleri nasıl uyuyabiliyorsun?"
"Sen beni aldatmana rağmen, beni sevdiğine nasıl inandırabiliyorsan kendini, öyle Berk..." dedi Cemre. "Başlangıçta her şey bir oyundu! Ona yaklaşacaktım ki, Vefa meselesini fazla kurcalamasın... ama işler çığırından çıktı..."
"Teslim olman lazım," dedi Berk. "Eğer teslim olursan, iyi halden düşer cezan... pişman olduğunu söylersen falan... bak Cemre, bu saati kim, ne amaçla dolabına bıraktı bilmiyorum ama, zaman gerçekten de aleyhine işliyor... halen on sekiz yaşının altındayken, gidip itiraf et... ıslahevine konursun en fazla, hapishaneye gitmezsin..."
"Hayır, olmaz," diye başını iki yana salladı Cemre. "Ben or'da yapamam!"
"Madem ıslahevinden bile bu kadar korkuyorsun, neden işledin böyle bir suçu? Yanlışlıkla mı oldu, ha? Söyle, belki de kazara itmişsindir Vefa'yı..."
"Hayır, bilerek, isteyerek ittim onu!" dedi Cemre. "Onu öldürünce, içim garip bir huzura erdi. Ben kötüyüm belki de! İnsanlar öyle değil midir Berk, bi' iyiler vardır, bi' de kötüler...!"
"Öyleyse ben de kötüyüm!" diye bağırdı Berk. Sonra etrafına baktı, yalnız olduklarına iyice emin olduktan sonra devam etti: "Geç arabama, bunları daha fazla uluorta konuşamayız."
Berk, Cemre'yi arabasına bindirirken, plakasının 11111 oluşuna dikkat etti... en son, o kasetlerden çıkan görüntüler gelince aklına, Vefa konusunda bir kez daha vicdanı sızladı.
Ama onun önem listesi böyleydi, hayatta en sevdiği insan annesi, sonra Cemre, sonra Hato olunca... Vefa, Vedat gibi isimlerin hiçbir ehemmiyeti kalmıyordu.
*****
Serdar adındaki genç adam, dükkânını kapattıktan sonra, oraya gitti, Eskici Niko'ya. Bu yaptığının yanlış ve tehlikeli olduğunu biliyordu, ama başka çare kalmamıştı. Saati kendisine yapması için emanet edenler, binlerce lira döküp saçmıştı... orta halli bir aile oldukları belli oluyordu, bu işi çözemezse, kendisini asla affetmeyeceği kadar dürüst bir teknoloji uzmanıydı Serdar... ama teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, Niko gibi eski emektarlar, teknolojiye üstün gelecekti.
"Geç kaldın bre, kapatmak üzereydim dükkânı Serdar!" dedi adam.
"Abi, bi' bakıversen şuna..." diye cevap verdi Serdar. "Anlamıyorum ki, neyi yanlış yapıyorum!"
"Tamam, ama yarın bakayım," dedi Niko.
"Eğer yapabilirsen, ödemenin yüzde kırkı senin!"
"Yüzde altmış," dedi Niko.
"Kırk beş."
"Elli beş."
"Ellide anlaşalım."
"Dedemle uğraşamazsın," diye sırıtarak biri girdi içeri, "Bence fifty-fifty, çok iyi bir anlaşma dede, kırma Serdar abiyi."
"Kız, Mavi, hoş geldin! Sen de olmasan, keçi gibi inat eder bu yaşlı tilki!"
"O saate bakabilir miyim?" diye sordu Mavi.
"Hayırdır kuzum, sen saatlere merak salmazdın?" dedi Niko.
"Bu çok tanıdık geldi de... Serdar abi, sana kim getirdi bu saati?" diye sordu Mavi Serdar'a.
"Valla meslek sırrıdır Mavicim, söylenmez..."
"Benden de mi? Belki ben de saatçi olacağım? Belki ben, iler'de dedemin mesleğini devralacağım...?"
"Tamam, tamam, gençlere kafa tutulmuyor, sen kazandın..." diye ellerini kaldırdı Serdar. "Senin yaşlarında bir çocuktu aslında... böyle kavruk tenli... 'Hayat-memat meselesi,' dedi... kim bilir ne sırlar var bu saatin içinde."
Mavi'nin aldığı nefes, yemek borusuna kaçtı adeta.
*Gerekli açıklama WP hesabımda var.
1 note
·
View note
Text
Çağla Altunkaya hamile mi? Çağla Altunkaya sevgilisi? Çağla Altunkaya kaç yaşında? Ayça Çağla Altunkaya 1999 yılında Yalova’da dünyaya gelmiştir. Acun Ilıcalı ile aşk yaşayan güzel hanımefendi basketbol ile ilgilenmekte ve hemşirelik bölümü mezunudur. Bir dönem Şeyma Subaşı’na olan benzerliği ile gündeme gelen ve uzun süre tartışmalara sebep olan Altunkaya magazin dünyasından oldukça uzak durmaya çalışmaktadır. İlk olarak Acun Ilıcalı ile sürat teknesinde görülen Altunkaya, dah... https://www.begonya.com/cagla-altunkaya/?feed_id=158743&_unique_id=64fc5de3c5bfc
0 notes
Link
#Airlines#Basketbol#Beko#Bjelica2.#Bologna#Booker5#Calathes#Calathes11#CanliRadyodinle#canliradyodinle45#canliradyodinlefm#canliradyodinleslowtürk#canliyayin#canlı#cinsellik#dakika#Davis#DyshawnPierre#Edwards5#Erkek#EuroLeague#Fenerbahçe#fm#Guduric16#HABER:#Hayes-Davis5#Jekiri2#Johathan#Melih3#Metecan
0 notes
Text
Merhaba. Ben Elif. Bunu okuyorsanız büyük ihtimale bunu biliyorsunuzdur. Bu yazı bu bloga attığım en uzun ikinci yazı olacak, yani tahminlerimce. Çünkü bu yazıda ilk gerçek aşkımdan bahsedeceğiz. Dikkat etmemiz gereken şey ilk aşkımdan değil, ilk gerçek aşkımdan bahsedecek olmamız.
Eğer benimle yeni tanışmış biri olsaydınız büyük bir ihtimalle benimle ilgili ilk düşünceniz ne kadar şıpsevdi olduğumla ilgili olurdu veya belki de bana aşka aşık derdiniz. Fakat gel gör ki ben bunların hiçbiri değilim. İlk aşkım yedi yaşlarımda annemin çocukluk arkadaşının oğlu yani benim de çocukluk arkadaşım olan Doğukan’dı. Hatta Doğukan’a o kadar aşıktım ki anneme bile anlatmıştım! Kimse de beni durdurup dememiş ki ‘Elif sen n’apıyorsun? Kızım daha yedi yaşındasın bir bekle.’ İlk aşkım böyleydi ve çok gariptir ki Doğukan’ı hiçbir karşılık almadan 13 yaşıma kadar sevdim ve vazgeçişim tek bir gecede oldu.
Ve sevgili Ulaş... İlk gerçek aşkım. Son bir buçuk senedir hayatımdaydı. Fakat biz son bir aya kadar konuşmadık bile! Tanışmamız bir sohbet grubunda olmuştu. O İstanbul’da, ben ise İzmir’deydim. Arada ne söylemesi ne de yazılması kolay kilometreler vardı. Ulaşla ilk tanıştığımız zamandan itibaren onunla asla duygusal bir bağ kuracağımı düşünmedim. Fakat sonra bir şeyler oldu ve on sekiz gün önce bir iişkiye başladık. Her şey çok güzeldi. -Buraya kadar bakıldığında ‘Nerede bu aşk?’ diye düşünebilirsiniz. İnanın ben bundan sonrasında bile o bağın hangi sırada, hangi anda oluştuğunu hâlâ anlamıyorum.- Sonra sözler verilmeye başlandı, sonra hayaller kurulmaya, sonra kilometreler sayılmaya... Ve bundan sonrası tam bir hüsran. Bir anda tavırları değişti. Bir anda o kadar soğuk bir insan oldu ki tanıyamadım. Ve bu sabah, saat tam 11:31′de bir mesaj yazdım; bir şey mi oldu? Ve cevap çok gecikmedi, saat 11:47′de bir yeni mesaj; elif, ben yapamıyorum, aklımda başkası varken olmuyor.
İşte tam o an, tam o saniyede fark ettim; ben aşık olmuşum. Ve tam o an, aşk Dünya üzerindeki en acımasız duyguydu. En çok can yakan, en çok içimi yakan o duygu. Ve hayatıma hoş geldin; ‘ellerimi şimdi kim ısıtacak?’ sorusu.
İşte bu benim gerçek aşk hikayem. Şuan tarih 30 Mayıs 2022 · 02:56.
Ve son olarak,
Merhaba Ulaş,
Bu benim sana veda mektubum. Şu hayatta ellerimi ısıtmasını isteyebileceğim tek kişi sendin. Bana basketbol öğretmesini istediğim tek kişi sendin. Sabaha kadar konuşmalarımı dinleyen tek kişi sendin. Babamın kırdığı kalbi toplamayı teklif eden ilk kişi sendin. Kalbime gelip hoş gelen ilk kişi sendin. Yanına yatıp yıldızları izleyecek kadar güvenebileceğim tek kişi sendin. İyi ki vardın, keşke hep var olsaydın. Seni seviyorum. Bu arada seni seviyorum dediğim ilk kişi de sendin. Senden vazgeçişim nasıl olacak bilmiyorum çünkü bana gelişini daha çok yeni anlamıştım.
Başka bir evrende, Kordon’da, çimlerde senin yanında olabilirim. Birlikte yıldızları sayarız. Bitince de ayrılırız. Belki hiç sarılamadık, belki Alsancak sokakları bizi hiç tadamadı fakat bir köşe başında, elinde bir mimoza buketi, her zaman oralarda bir yerlerde olacaksın. Bu evren bizi sevmedi ama başka bir evrende yanımdasın sevgilim.
Ben senden gidemem, sende özle dön olur mu? Daha diyecek çok şeyim var fakat bugünlük bu kadar. Renkli rüyalar sevgilim.
~🦋✨
#spotify#3391km#ay benim gece senin#ay ve gece#geceninbeklentisi#gecesintisi#geceyebirnotbırak#geceyeselam#kelebek#kelebeğin rüyası#egeninışıkları#egeninizmiri#ege ve izmir#egenin izmiri#izmirveege#izmir gibiyiz#izmiregenindir#izmirinegesi#umutbittigezegeniyakin#karantina#edebiyat#yüreğimin zarif acısı#egeizmirindir#egeninincisi#egeveizmir#beyzaalkoc#izmiregededir
9 notes
·
View notes
Text
İstenilen Her Ölçüde Dizaynda Kişiye ve Firmaya Özel Şeker Hamuru Gofret Pasta Baskısı
İstenilen Her Ölçüde Dizaynda Kişiye ve Firmaya Özel Şeker Hamuru Gofret Pasta Baskısı
---------------------------------------------------
Tasarım ücretsizdir
Detaylı bilgi için lütfen iletişime geçiniz
Whastpp ΘƼƼƼ_8Θ9_Θ1_47
Adres: Menderes Mahallesi 154 Sokak No 5A Buca İZMİR
---------------------------------------------------
inkilap izmir buca mahallesi mahalle ili il ilçe merkezi hürriyet inönü izkent kaynaklar cumhuriyet kaynaklar merkez karacaağaç karanfil gaziler göksu güven fırat doğancılar dumlupınar efeler atatürk aydoğdu belenbaşı barış adatepe 29 ekim akıncılar bucakoop çamlık çamlıkule çamlıpınar çaldıran çağdaş cumhuriyet dicle zafer yıldızlar yıldız yiğitler yeşilbağlar yaylacık vali rahmi bey yenigün seyhan ufuk şirinkapı menderes murathan mustafa kemal kozağaç kırklar laleli kuruçeşme yenilebilir pasta resmi üzerine fotoğraf baskı nerede yapılır satılır kağıt izmir resimli üstü gofret plakalar nasıl kağıdı makinesi fiyatlar baskısı buca lover doğum günü pastası pastacıla pastalar pastane saat bas yaş söz düğün pastam siparişi süsü pastacı ölçülü her ölçüde hazırlayan yer dükkan firma maker tasarım süsleme sanatı homemade lovers alman baby for days pastacılık malzemeleri tasarim dijital yazıcı basan çıktı renkli siyah beyaz pastamız malzemesi tasarımı gelin basta çeşitleri pastalarım evi yapımı sanati isimlik kek kalıp kalıbı art photo arcolor pass kalıpları tasarimi friday şeker hamuru kız girl elsa brawl star league of legend dizayn sunum altlığı makers master seviyorum figürü aşkına yazısı love you model keyfi pastalık pastayı market usulü pastahane ustası pastacım pastanecim pastalarımız pastaneleri room video kelime world okulu arabası araba ikonu elif ürünleri pasta101 101 a bim evim biz pastaları burada pastacılar bahçesi yummy zamanı yap çırağı kesimi bizim işimiz fason hobi yapmayı şahane 1001 gıda mürekkep mürekkebi ekipmanı yenilir yenir inlove gönder yapmak organik kokusu kokusuz home 501 menüsü kutuları 2050 pastahanesi trend tattoo jewellery tarifim oykusu gün günler pastahanem el benim işim üzeri dizaynı ekipmanları aşktır kapında iceberg yaptım sana yapıyoruz ve yemek pastakabı içi joker yapıyorum isim ismi resim pleksi yıldızım original uygulaması kraliçesi adı kral çoçuk iş bankası oyun 205 clio reno renault ford mercedes iphone dolar euro 305 seni 301 ferrari çizgi film 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 yaşa 14 şubat sevgilier baskılı fiyatları kutusu harf seti ankara print ilk foto etiket baskıcı hizmetleri dunyası ürunleri çözümleri yok baskılar makinası boya baskimo ürünler baskihane baskımaa işleri alem baskıbascom süs renkleri atölyesi calışması plakası com hizmeti altı çalışmaları baskııı boyası imalatı uygulama sonrası kalitesi ücretsiz baskım çalışması yoktur sistemleri etiketi madeni adına herşey reklam boyama baskıda modelleri hediyelik baskıhane imalat işlemleri ucretsiz ucreti baskıya hazır hastane çıkışı adam ofisi gelsin ustaları işi plus baskio devam baskıyı uygun firması uygulanabilir yaptır baskı aşkı atölye hızı hızlı örnekleri ver varsa sevgi dair üretim yurdu hediyeler için ürün fabrikası imkanı ücreti bizden yazı baskızone i̇şleme i̇şleri öğrenciler online yaptırmak faaliyeti hat işlerinizde çözüm ortağınız volarant figür grafik hediyelikler işlemi ile yedirme işleriniz odası ortamı ofis maskeliler pijama pelerin uygulamaları baski ürünü yazma pdf fotograf fırsatı farkı güzel olmuş günlüğü baskıhanem hizmet odasi kursu hakkında uyguluyorum ilanları uzmanı ürünlerimizden var modeller ideal lol oner pijamaskeliler makinasi unicorn çizimi çubuğu çubuk kolay easy kurabiye öğren jeli jel jelleri aşk öner ölçüleri öğrenci şablonları şablonu şablon şikayet şeridi zinciri evde aparatı ameliyatı ciğeri jelibon önerileri öncesi şekilli şekilleri temizleme corel photoshop illustratör temizliği üretimi videoları zayıflama zararları basket basketbol futbol tavuk mix orjinal vegan vejeteryan youtube baskıları acil imalatçıları özel has şahsi kısa birinci üretici ana satılık kişiye sayı yayın hemen yakın şimdi hususi harika mükemmel çılgın parlak müthiş görkemli dehşet kişisel nerde en temiz çalışıyor çalışan getir ihtiyaç arıyorum bulunur neresi zaman tamamen süper benzer hesaplı maliyet zarar düzgün dayanıklı çabuk sürede kaliteli gönderim ehli güvenilir fena şık basım oldukça an aniden fırsat kampanya kampanyalı kullanılır aceleci acilen derhal süratli acele açık geçikmeden dakika saniye teslim dakik çabucak hoppadak vakit kaybetmeden şipşak şıpdiye sadece tam anında birazdan dakikasında çarçabuk ivedik sağlamak sırf yakında sağlam doğru doğdudan satıcı hala henüz halihazırda ancak yeni daha nereye istek ucuza makul düşük masrafsız indirimli
#sağlam#doğru#doğdudan#satıcı#hala#henüz#halihazırda#yeni#ancak#daha#nereye#istek#ucuza#makul#kolay#düşük#masrafsız
2 notes
·
View notes
Text
Maxon Brendon Landon, 6 ocak 1995 doğumluyum ve New York beyefendisi. basketbol oyuncusu ve dj'lik ile uğraşıyorum. üniversitede de spor okuyup haylazlığım yüzünden geç mezun oldum. lisede de akıllı bir çocuk sayılmazdım, hele ki müdür babanız olunca dayak kaçınılmaz oluyordu. okuldan kaçınca babam önce arkadaşlarımı sonra beni ayrı döverdi. ama inanın zevk alıyorsunuz bir süre sonra bu dayaklardan. sonraki yıllarda kendimi müzikte, bestelerle daha iyi anlaştığımı buldum. başarılı olduğumu ve yakın çevremin desteğini gördükçe bu işe olan aşkımı artırıyor.
beni tanımaya başladığınız andan itibaren hayatınız her saniyesi Disney ile geçer. 25 yaşında birine göre fazla düşkünüm. çocukça gibi düşünenler varsa terk etsin burayı.
favorim tüm filmler lakin Aslan Kral, Oyuncak Hikayesi ve Bambiyi izlerken ayrı bir heyecanlanıyorum. bu gördüğünüz koleksiyonumun ve sahip olduğumun figürlerin bir kaçı. bunlarla dolu ayrı özel odam var. bir diğer sevdiğim Avatar dizisidir. bu seriyi izleyen kişiler benim için bir adım önde ve sohbet etmekten hoşlandığım kişiler olur.
ve hayatımın biriciği ile tanışın koca bebeğim Riko... onu o kadar seviyorum ki, oda beni aynı şekilde sevdiğinden eminim. sadece bu görüntülere bakın ve sevgimi hissedin.
25 yaşımda başıma gelen en güzel, en özel şeye bakın... o olmasaydı sanırım kurduğum hayaller adı üstünde hayal olarak kalacaktı. aşk bana göre değil diyen bir adamı buna inandırdı. şu an birlikte oğlumuzu bekliyoruz. kucağıma alıp oynayacağımız günleri sabırsızlıkla bekliyorum. seni çok seviyorum sevgilim Autumn. o güzel kalbinde yerim hiç değişmesin. 🤍
13 notes
·
View notes
Text
73.7
evet şu an siktimin tumblr ına döndüm. yaklaşık 10 kilo alarak. hem de yalnızca 1 ayda. ve bu dev başarı için alkış istiyorum.
bu amk lisesindeki komik, kafa, zeki kız olmak ama asla bir kız olarak ciddiye alınmamak canımı sıkmaya başladı. aslında asla diğer kızlar gibi erkekleri düşünüp platonik takılan bir insan değilim. hayatım boyunca ne birinden hoşlandım ne de biri benden hoşlandı. ilgim de yok açıkçası. hala umrumda değil ama eskiye nazaran bu biraz beni garip hissettiriyor. evet belki zayıf olunca kimseye ilgi duymamaya devam ederim ama belki birileri bana duyar ya da buna layık olduğuma emin olurum.
her şeyi bir kenara bırakalım. ben aynadaki aksel i sevmiyorum ki. evet potansiyel bir güzelliğim var. bunun farkındayım. ama kiloluyum. hem de çok. ayrıca sivilcelerim var. diğer kızlara oranla daha tüylüyüm. ama yapacak bir şey yok. seneye lazere gideceğim ve bunu çözmüş olacağım. fakat kilo öyle kolay giden bir şey değil.
moralim biraz bozuk. çünkü 52 ye kadar düşmüş bir insan olarak 74 olmak garip hissettiriyor. ama benim problemlerle baş etme şeklim yemek yemek. ve temel problem bu.
toplum içinde, arkadaşlarımın arasında vs. beni tanıyan herkes yemeyi ne kadar sevdiğimi bilir. dalgası geçer, ben asla alınmam ve ben de dalga geçerim. ama çok sıkıldım anlıyor musun? sıkıldım. artık bu olmak istemiyorum. ben artık eski aksel değilim.
157 yim. kısa. ama beni mutlu etmek için yeterli. yani beden kompleksli biri değilim. kendimi olduğum gibi seviyorum, sevebiliyorum. ama kendimi seviyorum demek tüm bu yağlarımla seviyorum demek değil. çünkü bu benim maksimum sınırım değil. ben bu değilim. üstümde bana ait olmayan onlarca kilo yağ var. sağlıklıyken bedenimi sevebilirim, omurgam sağlıklıysa boyumu sevebilirim, yüzüm en fazla bu kadar güzelleşiyorsa aynamı sevebilirim, dişlerim en fazla bu kadar beyazlıyorsa kendimi böyle severim, kimse beni sevmiyorsa ben kendimi severim. ama potansiyelimin farkındayım.
geçen gün okulda yan sınıftan, 2 senedir hiç konuşmadığım ama göz aşinalığımın olduğu bir çocuk- ki kendisi en yakın erkek arkadaşımın en yakınlarından biridir- konferanstayken bana bir cümle söyledi. üstümde bu kadar etki bırakan çok az cümle duydum. arkadaşıma sataşmak için arkamı dönmüştüm ve yanyana oturuyorlardı. bir anda bana baktı ve dedi ki ‘’ saçların siyah olsa tamamiyle hun prenseslerine benzerdin’’. o an mavi saçlarımı düşünüp acaba eski haline mi döndürsem diye düşündüğüm ilk andı. bir şey söyleyemedim. gülümseyip önüme döndüm. ama biliyordum ki ikimizin de bildiği bir şey vardı. o cümle de eksik kelimeler... ‘’ saçların siyah olsa, daha zayıf olsan ve sivilcelerin olmasa tamamiyle hun prenseslerine benzerdin.’’ ikimiz de önümüze döndük ve hayatlarımıza devam ettik. ama ben haftalardır bunu düşünüp duruyorum, belki onun da aklından geçmiştir. o andan sonra 2 defa merhabalaştık ve 1 defa korona için eline dalin kolonyamdan sıktım. açık sözlü olmak gerekirse sırf eline kolonya sıkmak içimden geldiği için sınıfının önünden geçiyordum ve etrafa kolonya sıkıyordum, sonra bilerek gözgöze geldim ve ister misin diye sordum. kafasını salladı. bir iki cümle ettik işte salgınla ilgili, öyle basit ve herkesle kurulabilecek bir diyalogtu. sonra arkamı dönüp sınıftan çıktım ve birkaç gündür aklıma sınıftan çıkış anımı döndürüp duruyorum. kalın ve birbirine sürtünen bacaklarım, büyük sırtım aklıma gelip duruyor ve ister istemez kötü hissediyorum. hayır ona karşı hiçbir his beslemiyorum. sadece bana o kadar iz bırakan bir cümle söyledi ki aklımdan çıkaramıyorum. zaten sorunlarım var. klasik bir ergenden tonlarca yüklü sorunlarım...
beni şüpheye düşürmeyecek, sonsuzca beni sevecek, şefkat duyacak, gece yatmadan beni düşünecek, sevdiğini hissettirecek ama cıvık cıvık da olmayacak, benimle oturup müzik dinleyebilecek, benimle bilgisayar oyunu oynayacak, futbol, basketbol oynayabileceğim, benimle nereye gittiğimizi bilmediğimiz sokaklara girecek, kaybolacak, yolu bulacak, denenmemiş lezzetler deneyecek, en pahalı şeyden tadacak, en ucuz şeyle doyacak, ne kadar mutsuz olursa olsun terslemeyecek, beni iki uçlu duygu durumlarımla kabul edecek, hislerimle hareket etmek istediğim anlarda beni garipsemeyecek, travmalarım beni dibe çektiğinde sıkıca sarılacak, kıyamıyormuşçasına öpecek, öpmeyi, sevmeyi, sevilmeyi, sarılmayı, saçlarıyla oynanmasını, ikinci bir anne şefkatini, baba güvenini, en yakın arkadaş olabilmeyi, omzunda uyumayı,eğlenmeyi, ağlamayı, hıçkırıklarla ağlayan küçük bir kızı sakinleştirmeyi, bir oğlan çocuğunu dizlerinde uyutmayı, saç örmeyi, film izlemeyi, fotoğraf çekmeyi, video çekmeyi, anı biriktirmeyi, seni çok seviyorum diyen gözlere sahip olmayı, benim sevdiklerimi ısırmamı veya sebepsizce koklamamı, bir anda otururken bacağımı üstüne atmamı, insanlarını umursamamamı, alışverişten sıkılmamı ama yeni şeyler almayı çok sevmemi, otobüste boyum tutamaçlara yetişmediğinde beline sarılmamı ya da koluna maymum gibi asılmamı, yolda gördüğüm kedilere miyavlayıp her gördüğüm kediyi ve köpeği sevmeye çalışmamı, köpeklere elimi uzatırken koklamalarından ne kadar mutlu olduğumu, yolda yürürken çiçekleri selamlamamı, yaprakları okşamamı, olur olmadık yerlerde kahkaha atmamı, durmadan sıkılmamı, garip yerlere bağlanmamı ve oralara gidince huzur dolmamı, kötü bir gençlik geçirmiş ve bunları yazarken ve yüksek ihtimalle sonrasında da geçirmeye devam edecek olmamı, kronik depresif olmamı, eskiden onlarca sorunla baş etmiş olmamı, hastanelerin müdavimi olmamı, aylarca delik deşik halde hastane koridorlarında gezmiş olmamı, çılgın giyim ve makyaj tarzımı, bir anda dilimle koluna, boynuna ya da yanağına dokunmamı, saçlarıyla oynamaya bayılmamı ve saçlarımla oynanmasına bayılmamı, karga sesimle şarkı söylememi, hiperaktif olmamı, ensesini öpmemi, utanmamı, aşırı rahat olmamı, kitap okurken kendimden geçmemi ama bazen kitap okumaktan nefret etmemi, tiyatroya olan derin sevgimi, konserlere bayılmamı ama hiç gitmemiş olmamı, para harcamayı sevmediğimi ve bu yüzden ikinci el ya da vintage kıyafetler için şehrin öteki ucuna gitmemi, kaykay aşkımı, dalin bağımlılığımı, sevgiye aç oluşumu, ama aynı zamanda soğuk bir insan oluşumu, bir anda bir hikaye yaratmamı, dalıp gitmemi, ona şiirler yazmamı, hayatımın merkezine koymamı, ilgiden hoşlandığımı ama insanların içinde cıvık olmaktan hoşlanmadığımı, müziksiz yaşayamayacağımı, mutsuzluk ataklarımda bana kaba davranamayacağını, yoksa daha kötü olduğumu ve umutsuzluğa kapıldığımı, benimle hayvan beslemek için sokak sokak gezmek zorunda olacağını, geçiciymişiz gibi görüyorsa siktirip gitmesi gerektiğini bilen, amacı cinsellik olmayan, kendine gerçek bir dost arayan ama şefkatli bir sevgi besleyen, bana aşık olan, aşık olduğum, mutsuzluk ataklarımda sarılınca huzur bulduğum, sinir krizlerimde elimden tutan, düşündüğüm anlarda oturup benimle düşünen, kişiliğine, davranışlarına, kalbine, beynine ve tüm benliğine saygı ve sevgi ve en önemlisi aşk duyduğum ve bana aşık olan birine ihtiyacım var. fakat şu an bir umutsuz vaka olduğumu biliyorum.
15.3.2020 19.20
2 notes
·
View notes
Text
Sevgililer Gününde İzlenecek Romantik Filmler http://www.sevgilisevgili.com/sevgililer-gununde-izlenecek-romantik-filmler/
http://www.sevgilisevgili.com/sevgililer-gununde-izlenecek-romantik-filmler/
Sevgililer Gününde İzlenecek Romantik Filmler
14 Şubat Sevgililer Günü kimi sevgililer için bol bol kutlamayla geçer kimi sevgililer içinde “Zaten doğum günü var, çıkma yıl dönümü var, yılbaşısı var” düşüncesi ile pekte kutlanmadan geçer. Ama ne var ki o günün anlam ve önemi sevgililer için bir gün olması. Yani kutlama yapmasanız hediye almasanız bile sevgi, sarılmak, mutluluk gibi şeylerin daha çok yaşanması için harika bir gündür. Bu yazımızda Sevgililer Günü’nü hem deli gibi kutlayanlar için hem de kutlamayanlar için hazırladık. Bu günde hediye alsanız da almasanız da sevgilinizle birazcık romantik bir gün geçirmemeniz için önünüzde hiç bir engel yok. Bir battaniye biraz mum ışığı ve çikolata isterseniz de yanında kırmızı şarapla romantik bir film açıp birbirinize sarılarak izleyebilirsiniz. Sevgililer Günü’nde izleyebileceğiniz romantik filmler:
20 – Aşk ve Basketbol (2000)
Oyuncuları: Sanaa Lathan, Omar Epps, Dennis Haysbert, Alfre Woodard
1981 yılnda Los Angeles de geçen bu hikayede Quincy ve Monica isimli iki çocuğun basketbola olan aşk derecesindeki ilgilerinin aralarında nasıl bir bağ kurduğuna değiniyor. , Quincy’nin en büyük hayali bir NBA oyuncusu olmak. Monica ise basketbola aşırı derecede ilgi duymaktadır ve bu konuda çok yeteneklidir. Başta birbirlerinden nefret etselerde zamanla bu durum farklı bir hal alacaktır.
Süresi: 2 saat 4 dakika
19 – Kaktüs Çiçeği (1969)
Oyuncular: Goldie Hawn, Ingrid Bergman, Walter Matthau
Dişçilik yapan bir adam genç sevgilisini elinde tutabilmek için ona 3 çocuğu ve karısı olduğunu söyler. Oysaki kendisi bekardır. Tartışmaya başlayıp ilişkileri çıkmaza girdiğinde genç sevgilisi onunla evlenmek istediğini söyler. Dişçi bunu kabul eder fakat kız adama bir şart koyar. Bu şartta önce onun karısıyla tanışmak olur. Yalanı ortaya çıkmasın diye acaba bu dişçi neler yapacaktır?
Süresi: 1 saat 43 dakika
18 – Çeviride Kayıp (2003)
Oyuncular: Bill Murray, Scarlett Johansson, Giovanni Ribisi
Bob orta yaşı geçmiş, evli ve çocukları olan bir aktördür. Bir reklam çekimi için Tokyo’da kaldığı bir otelde başka bir kişiyle tanışır. Bu kişi fotoğrafçı sevgilisinin peşinden Tokyo’ya gelmiş Charlotte. Fraklı bir ülkede oldukları için yabancı bir kültüre uyum sağlama çabası ve başkaları ile iletişim kuramadıkları için zamanla birbirlerine yakınlaşırlar.
Süresi: 1 saat 42 dakika
17 – Hayalet (1990)
Oyuncular: Patrick Swayze, Demi Moore, Whoopi Goldberg
Birbirini çok seven Sam ve Molly yeni bir apartmana taşınırlar. Ama yolda serseriler tarafından bir saldırıya uğrarlar ve maalesef Sam kavga sırasında öldürülür. Ancak inanılmaz bir şekilde Sam bir hayalet olarak yaşamayı sürdürür. Hayalet olarak sevgilisini tehlikelerden uzak tutmaya ve kendi ölümünü planlayanları bulmaya çalışır. Bunları yapmaya çalışırken de insanlarla bir falcı aracılığıyla iletişim kurmayı başarır.
Süresi: 2 saat 9 dakika
16 – 50 İlk Öpücük (2004)
Oyuncular: Adam Sandler, Drew Barrymore, Rob Schneider
Filmde Henry Roth soğuk deniz canlıları veterinerdir. Bütün geleceğini planlamış olan Henry Hawai’de bulunan Deniz Yaşamı Parkı’ nda deniz hayvanlarına bakmadığı zamanlarda, tatil aşkı arayışında olan turistlerin kalbini çalmaktadır. Henry için uzun süreli bir ilişki söz konusu değildir. Ancak uzun zamandır planladığı morsların su altı yaşamını incelemek için Alaska’ya tekneyle gitmesi bu düşüncesini değiştirecektir.
Süresi: 1 saat 39 dakika
15 – Karışık Aile (2014)
Oyuncular: Adam Sandler, Drew Barrymore, Bella Thorne
Romantik komedi tarzında bu filmde yine başrol oyuncuları arasında Adam Sandler veDrew Barrymore oynamaktadır. Filmde eşlerinden boşanmış ve çocukları ile yaşan Lauren ve Jim bekar ebeveynlerdir. Bu bekar insanın yolları bir akşam yemeğinde kesişir. Fakat bu buluşma biraz kötü biter ve birbirlerinden nefret ederler. Ancak bu düşünceleri birbirlerinden habersiz çocukları ile gidecekleri Afrika tatilinde değişecektir.
Süresi: 1 saat 57 dakika
14 – Aşk Hikâyesi (1970)
Oyuncular: Ali MacGraw, Ryan O’Neal, Tommy Lee Jones, John Marley
Oliver Barrett köklü ve zengin bir ailenin çocuğudur. Aile geleneğini olduğu için kendisinden öncekiler gibi Harvard Üniversitesi’nde hukuk okumaktadır. Radcliffe Kolejinde müzik öğrencisi olan Jennifer Cavalleri’ye aşık olur. Çift evlenmeye karar verir, ancak Oliver’ın babası bu evliliğin olmasını istemez ve oğlunun harçlığını keser. Harçlığını kesmekle kalmayıp bir de mirasından da mahrum eder. Oliver’ın babasının maddi desteği olmadan Harvard’a devam etmesi çok zordur. Hayata yeniden başlamak zorunda kalan bu çift Oliver’ın okulunun yarattığı masrafları karşılamak için değişik işlerde çalışmaya başlarlar. Bu arada çocuk istedikleri halde bir türlü hamile kalamayan Jennifer’in lösemi hastası olduğu anlaşılır.
Süresi: 1 saat 40 dakika
13 – Turist (2010)
Oyuncular: Angelina Jolie, Johnny Depp, Paul Bettany
Aş acısı çeken Frank soluğu İtalya’da alır. Kendisi bu aşk acısını unutmak için gezinirken tüm güzelliği ile Elise karşısına çıkar. Ancak Elise’nin onunla karşılaşması aslında küçük bir tesadüften ibaret değildir. Frank Venedik’te gezinirken yolunda gitmeyen tuhaf şeyler yaşandığını yavaş yavaş hissetmeye başlar.
Süresi: 1 saat 43 dakika
12 – Kasımda Aşk Başkadır (2001)
Oyuncular: Charlize Theron, Keanu Reeves, Jason Isaacs
Nelson Moss çok çalışan ve çalışmayı seven iş adamıdır. Ehhliyet almak için girdiği sınavda Sara ile tanışır. Sara uzun ilişkilere girmeyen her ay kalbini ve evini problemli bir adamla paylaşır. Sara, kasım ayı boyunca Nelson’a onunla yaşamasını teklif eder. Nelson bu teklife evet der ve aynı evde yaşamaya başlarlar ve sonucunda birbirlerine aşık olurlar. Sara hayatında ilk kez bir erkeğe aşık olmuştur. Aslında Sara kanser hastasırdır. Bunu Nelson’la paylaşamaz. Nelson Sara’nın kanser olduğunu öğrendiğinde Sara ondan ayrılmak ister.
Süresi: 2 saat
11 – Aşkın (500) Günü (2009)
Oyuncular: Zooey Deschanel, Joseph Gordon-Levitt, Chloë Grace Moretz
Tom Hansen Mimarlık öğrencisidir. Fakat tebrik kartı şirketinde yazar olarak çalışmaktadır. 8 Ocak’ta patronunun yeni asistanı olan Summer Finn’le tanışır. Bir gün bir karaoke gecesinde, Tom’un iş arkadaşı olan McKenzie Tom’un Summer’dan hoşlandığını ağzından kaçırır. Aylar geçtikçe, Tom ve Summer yakınlaşır; fakat Summer Tom’a her fırsatta gerçek aşka inanmadığını ve ciddi bir ilişki istemediğini hatırlatmaktadır.
Süresi: 1 saat 37 dakika
10 – Walk the Line (2005)
Oyuncular: Reese Witherspoon, Joaquin Phoenix, Ginnifer Goodwin, Robert Patrick
1955’te Sun Stüdtolarına ünlü olmak için Johnny Cash adında bir gitarist gelir. Ünlü olduğu ilk günlerde farklı karakteri ile pek çok insanın üzerinde etki bırakmış. Rock, country, punk, folk ve rap şarkılarına kadar pek çok yeteneğin ortaya çıkmasında ön ayak olmuştur.
Süresi: 2 saat 33 dakika
9 -Ghost Town (2008)
Oyuncuları: Ricky Gervais, Téa Leoni, Greg Kinnear
Herkesin çok sevdiği Bertram Pincus aniden yaşamını yitirir. Fakat Pincus’un bu ölüm durumu 7 dakika sürmüştür. Bu 7 dakikada öteki tarafa yapılan kısa ziyaret sonrasında yaşamına kaldığı yerden devam etmek zorundadır. Ancak Pincus, eskisi gibi değildir. Yaşamına artık hayaletleri ve daha önce ölen herkesi görebilme gibi bir yeteneğe sahip bir şekilde devam etmelidir. Ancak bu yetenek sandığının aksine ona faydadan çok bela getirecektir. Çünkü tüm ölüler Pincus’dan bir şeyler talep etmeye başlayacaktır. Bu durum onu ölülerle hayattakiler arasında absürt bir elçi haline dönüştürür.
Süresi: 1 saat 42 dakika
8 – Shrek (2001)
Karakterler: Şrek(Mike Myers), Prenses Fiona(Cameron Diaz), Eşek (Eddie Murphy)
Korkunç bir görünüme sahip yeşil canavar Shrek, kendisi için ideal bir eş bulmak amacıyla yollara düşmüştür. Bir büyücünün kehanetine göre, güzel prenses Fiona ile Şrek arasında çok romantik bir ilişki gelişeceğidir. Daha sonra başka masallardan tanıdığımız karakterlerin de yoluna çıkması üzerine, Şrek’in hayatı garip ve hareketli bir hal alır birdenbire.
Süresi: 1 saat 35 dakika
7 -Seems Lıke Old Tımes (1980)
Oyuncular: Goldie Hawn, Chevy Chase, charles grodin
Chevy Chase ve Goldie Hawn boşanmış bir çifttir. Ancak bir banka soygununa katılmak zorunda kaldıkları için Chase Hawn’un evinde saklanırlar.
Süresi: 1 saat 42 dakika
6 – Bir Erkek Hakkında (2002)
Oyuncular: Nicholas Hoult, Hugh Grant, Toni Collette
Londralı, yakışıklı, zengin ve sorumsuz bir Will isminde adam. Boşanmış anne babaların katıldığı toplantılara kadınlarla tanışmak için güzel bi yer düşüncesi için gider. Eşinden boşanmış ve çocuk sahibi biri gibi gittiği toplantılardan birinde Marcus isminde bir çocuk ile tanışır.
Süresi: 1 saat 45 dakika
5 – Çılgın Romantik(1993)
Oyuncular: Patricia Arquette, Christian Slater, Brad Pitt
Doğum gününde Sonny Chiba’nın üçlemesini izlemekte olan Clarence Worley sinemada Alabama Whitman ile tanışır. Daha sonra birlikte yemeğe giderler ve flörtleşirler. Clarence’ın dairesinde birlikte olurlar. Bunun üzerine Alabama, Clarence birşey itiraf eder. İkili birbirlerine aşklarını itiraf eder, evlenir ve birbirlerine olan aşklarını vücutlarına yaptıkları birer dövmeyle somutlaştırırlar.
Süresi: 2 saat
4 – Titanic (1997)
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Billy Zane
1996 yılında “Okyanusun Kalbi” isimli elmas bir kolyeyi aramak amacıyla hazine avcısı Brock Lovett ve ekibi batmış durumdaki Titanik enkazında araştırmalar yapmaktadır. Ekip Okyanusun Kalbi’nin Caledon Hockley’in kasasında olduğuna inanırlar ve bu kasaya ulaşırlar. Ancak buldukları şey Titanik’in battığı gece 14 Nisan 1912 tarihine ait kolyeyi takan çıplak bir kadın resmi bulunur. Resmin bulunduğu haberini alan Rose adlı yaşlı bir kadın Lovett’ı arar ve resimdeki kolyeyi takan kadının kendisi olduğunu iddia eder.
Süresi: 3 saat 15 dakika
3 – Gelinim Olur musun? (2004)
Oyuncular: Aishwarya Rai, martin henderson, Daniel Gillies
Bakshi, güzeller güzeli dört kızına da koca bulmak istemektedir. Bunun için de elinden ne geliryorsa yapmaya hazır durumdadır. Ama Bakshi’nin kızları arasından Lalita, o muhteşem aşkı bulmadan evlenmemek de inatçıdır. Lalita bir gün Will Darcy ile tanışır. Ancak Lalita, onu Kaliforniya’lı bir serseri olarak görmektedir. Will ise Lalita’yı güzel ama cahil bir kız olarak görmektedir.
Süresi: 2 saat
2 – Aşk Her Yerde (2003)
Oyuncuları: Hugh Grant, Emma Thompson, Liam Neeson
Aşk Her Yerde filminde Noel zamanı yaklaşırken Londra’da yaşanan 10 tane ayrı çiftin aşk hikâyelerini anlatmaktadır.
Süresi: 2 saat 16 dakika
1 – Pretty Woman (1990)
Oyuncular: Julia Roberts, Richard Gere, Laura San Giacomo
Çok şanssız bir sokak kadını olan Vivian Ward ona bu kötü şansın getireceğinden habersizdir. Karşısına çok yakışıklı, başarılı ve ünlü bir işadamı olan Edward Lewis isimli biri ile karşılaştırır. İkili beraber çok güzel günler yaşamaya başlarlr.
Süresi: 2 saat 5 dakika
#14 Şubat#14 Şubat Sevgililer Günü#50 ilk öpücük#Aishwarya Rai#aşk hikayesi#aşk ve basketbol#atricia Arquette#Brad Pitt#Christian Slater#Çılgın Romantik#Daniel Gillies#Emma Thompson#hayalet#Hugh Grant#Julia Roberts#kaktüs çiçeği#karışık aile#kasımda aşk başkadır#Laura San Giacomo#Liam Neeson#martin henderson#Pretty Woman#Richard Gere#Romantik Filmler#Sevgililer Günü#titanic
0 notes
Photo
‘Çarpışma’ dizisinin ilk bölümündeki çarpışmadan çok sevilen bir ekran çifti doğdu. Birbirinden çok farklı iki coğrafyada yetişmiş olan Melisa Aslı Pamuk (28) ve Alperen Duymaz (27), tesadüflerle de olsa hayatta ne yapmak istediklerini kendileri belirlemiş iki yıldız. Her ne kadar ışıltılı bir dünyanın içine girmiş olsalar da, ikisi de sahiciliğe, doğallığa ve pozitif enerjiye çok önem veriyor. Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve hayattaki seçimlerinin onları getirdiği bugünkü noktadan hem geriye hem de ileriye doğru baktık.
Show TV’nin Ay Yapım imzalı dizisi ‘Çarpışma’da dört karakterin hayatlarının ve kaderlerinin bir trafik kazasıyla birlikte kesişmesinin ardından yaşanan olayları izliyoruz. Diziyle birlikte kariyerlerinde yeni bir dönemece giren iki genç ve yetenekli oyuncu Melisa Aslı Pamuk ve Alperen Duymaz ile Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve merak ettiklerimizi sorduk.
HELLO!: Sen galiba Ankara’da büyüdün, seninki nasıl bir çocukluktu?
Alperen Duymaz: Babam öğretmen olduğu için çok şehir gezdik, beş yılda dört tane okul değiştirdim. Ama hep Ankara’ya döndük, zaten tüm akrabalarımız da hep oradaydı. Ben liseyi bitirdikten sonra Ankara’da kaldım, tüm arkadaş çevrem de oradaydı. Dört-beş sene önce İstanbul’a gelene kadar. Evin en küçüğü ve tek erkek çocuğu olarak biraz dağınık ve şımarık bir hayatım vardı. En küçüğü benden beş yaş büyük olan üç ablamla, yani üç çiçekle birlikte büyüdüm. Şimdi onlar benim küçük kardeşlerim gibiler; fakat o zamanlar hepsinin ilgisi benim üzerimdeydi. Pek eve girmezdim, üzerime düşmelerinden sıkılıp kaçardım. Aslında kendimi bildim bileli bir arayıştaydım ben; o zamanlar fark etmesem de hep ya müzik ya resim ya başka bir şeyin peşinden koşmuşum; kendimi aramışım.
HELLO!: Buldun mu peki? Mutlu musun?
A. Duymaz: Mutluyum. Ama arayış ölene kadar sürecek, aksi takdirde gelişemeyiz. Neyi arıyorsun diye sorarsan, gerçek olanı derim... Gerçek sevgi, gerçek muhabbet, gerçek eğlence... Her şeyde gerçek olanı arıyorum ben. Gerçek olmayanları da hayatımdan çıkarıyorum.
HELLO!: Oyunculuk başından beri var mıydı aklında?
A. Duymaz: Hiç yoktu. Çocukken pilot olmak istiyordum, yani diğer çocuklardan pek bir farkım, öne çıkan özelliğim yoktu. Meslek lisesinden mezun olduktan sonraki üç senem ne yapacağımı, ne edeceğimi düşünerek geçti; çünkü yine bir arayıştaydım. Hemen hemen aklıma gelen her işi yaptım ve yapamadım... Neyi seveceğimi bulamadım ama neyin uygun olmadığını açıkça gördüm. Restoranda, barda, hastanelerde çalıştım ama doğruyu bulamamıştım. Ajansa kayıtlıydım; Potanın Perileri kadın milli basketbol takımımız için işler yapıyorduk. Bir gün en küçük ablamın bir arkadaşı evde sohbet ederken beni sanat merkezine davet etti. “Dans ediyoruz, tiyatro derslerimiz var, kurslarımız var, sen de gel, bir bak” dedi. Ertesi gün gittim, bir daha da çıkmadım oradan. Sınıfta 15 kişi vardı. Onların önünde beni ilk sahneye çıkarıp komutlar vermeye başladığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. Aklımın ucundan bile geçmemişti oyunculuk...
HELLO!: Ne yaptın sahnede?
A. Duymaz: Sahnenin her köşesinde farklı duyguları çıkarmamı istedi; dediği şeyleri yaptım, kendimce aralarında bir olay örgüsü yarattım ve onları düşünerek farkında olmadan o duyguları oynadım. Öfke köşesinde ergenliğe girişimle ilgili duygularımı; ağlama köşesinde ergenlikten çıktığımda aşık olmamı ve ayrılmamızı düşündüm. Korku köşesinde kapıyı açtığımı ve kötü bir posta geldiğini tasarladım. Sabah 8 akşam 5 çalışacağım bir işim olamayacağını anlamıştım. Yaşıtlarımdan farklı şeyler sorguladığımın farkındaydım. Ben bitirdiğimde dersin sonuna çok vardı ama ara verdi ve beni odasına çağırarak konservatuar sınavlarına hazırlayacağını söyledi. “Seni sınavlara hazırlayacağım çocuk, bana karşı gelme, önce bir konservatuarı kazan, sonra ne istiyorsan onu yap” dedi. Bir sonraki sene Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencisiydim.
HELLO!: Bir ara ‘Bodrum Masalı’ dizisinin çekimleri için Bodrum’da yaşadın; zor muydu?
A. Duymaz: Evet, ‘Bodrum Masalı’ zamanında Ateş karakterini canlandırırken Bodrum’da otelde yaşadım; tüm ekip birlikte kalıyorduk. Hiç zorluk çekmedik. Bodrum halkı bizi bağrına basmıştı o zaman. Aile bağlarını anlattığımız çok güzel bir diziydi, seyircisi de çoktu. Üç köpeğimden en büyüğü olan Efe’yi, Bodrum’da sete giderken sokaktan aldım; otelde o da benimle kalıyordu. Ben aynı yerde stabil kalmaktan sıkılırım; yenilik lazım, o yüzden farklı yerlerde yaşayabilirim. Şehir değişikliklerinin bazısı benim isteğim dışında gelişti ama yine de zevk almasını bildim. Aslında iş sende bitiyor; sen hayatı nasıl görüyorsun, hangi açıdan bakıyorsun, penceren nasıl, kulpu var mı? Nerede olduğun değil, nasıl baktığın mühim.
HELLO!: Ankara’dan İstanbul’a, oradan Bodrum’a... En çok nerede yaşamak isterdin?
A. Duymaz: Urla ya da Bodrum... Bir de Salda Gölü tarafları, mesela Fethiye olabilir. Yurtdışında ise en çok Norveç’i merak ediyorum, belgesellerde hep izliyorum. O kuzey ışıkları bambaşka... Mesela orada doğanın içinde küçücük ahşap bir evim olsun, içinde şöminesi olsun, yaşarım orada senelerce...
HELLO!: İstanbul’a gelmek hayatını ve seni nasıl değiştirdi? Kolay bir karar mıydı?
A. Duymaz: Asla kolay bir karar değildi. Hatta cahil cesaretiydi de diyebilirim. 22 yaşındaydım, bir anda tek başına atlayıp geldim. İstanbul’da hayat çok hızlıydı, kafalar farklıydı, çok zor adapte oldum. Ankara’da her şey kurallarına uygundur, aynen uygulanır, biraz farklı düşünsen kendini istisna sanırsın. İstanbul’un dinamikleri çok farklı... Yeni bir şehirde yalnız başıma kalınca kendimi buldum. Bulmak için ara sıra gitmek ve tek kalmak lazım.
HELLO!: Kendini yetenekli buluyor musun?
A. Duymaz: Yetenekli demeyelim de uygun diyelim. Bu işi yaptığımda görüyorum ki, ben bu mesleğe uygunmuşum. Türkiye’de genelde önüne bir şey veriyorlar, sen de yapıyorsun ya da yapmıyorsun. Senin ne istediğine, ne yapmaya hevesli olduğuna önem veren yok. Mesela ben müzik okumak istedim, güzel sanatlar sınavlarını da kazandım. Ama benim önüme başka şeyler koydular; 18 yaşında değildim ve benim yerime karar veren başka bireyler vardı. İçimde ukde kaldı. Şu anda evde deli gibi müzik yapıyorum. Ama tabii eğitimini almadığım için hep yarım yarım, sadece hevesimi gidermek için... ‘Çukur’ dizisindeki Emrah Amir karakterim için piyano çalmayı öğrenmiştim; ‘-mış gibi yapmak’ istemedim, hakkını vererek çalmak istedim. Ondan sonra iyice keyif almaya başladım.
HELLO!: Diziyi kabul etmenizde ne etkili oldu?
A. Duymaz: Okuduğumda gerçek bir karakter olduğunu gördüm. Beni en çok etkileyen buydu...
HELLO!: Ali’den (Acı Aşk) Ateş’e (Bodrum Masalı) geçmek için uğraştığını anlatmışsın. Yeni bir karaktere nasıl çalışırsın? Kerem’i (Çarpışma) nasıl tasarladın? Temeline ne koydun?
A. Duymaz: Ateş’in mimarı Mehmet Ada Öztekin’dir, ona bir kere daha teşekkür etmek isterim. Temel oyunculuk eğitimi haricinde, o karakteri çıkarmak için ses tonumdan artikülasyona, diksiyona kadar çok uğraştı. Bana tanıdık bir karakter değildi; onunla birlikte yapılandırabildim. Ali yaşında ergen bir tipleme gerekiyordu. Kerem ise hayatta hep karşılıksız kalmış, şanssız bir adamdı. Onun temeline merhameti koydum. Cezaevlerine girdim, mahkumları izledim; çünkü Kerem’in beş senesi tutuklu geçiyor. Annesiyle arasındaki çok kuvvetli bir bağ var; zaten babasından değil anne hamurundan almış; onu yansıtabilmek için annemle normalden fazla zaman geçirdim. Kerem’i çok anlık, doğal tepkilerle yoğurmaya çalıştık. Mesela yolda yürürken biriyle çarpışsa nasıl tepki verir diye düşündük; dönüp vurur mu, küfür mü eder, özür mü diler, yürür gider mi? Reaksiyonlarını ne alfa, ne pasif yaptık. Çünkü karşılıksız kalmış insanlar tepki vermezler, veremiyorlar. Önce karşıdan bir tepki alması lazım. Aslında sokakta büyümüş cins köpek gibi Kerem... Sokağa atılmış bir ev köpeği... Önce görüyor, yaşıyor, ondan sonra anlıyor. Önce parçalanıyor, sonra parçalıyor.
HELLO!: Kerem’in mevcut gidişatı değiştirmek için en önemli ihtiyacı ne? Aile kurmayı başarabilecek mi?
A. Duymaz: Öncelikle mevcut sorunlarına odaklanması lazım. Bunları çözerse, aile kurmayı tabii ki başarabilecek.
HELLO!: Kerem ile Alperen’in benzer yanları var mı?
A. Duymaz: Çok var, mesela aile bağlarımız hemen hemen aynı. Çok özlüyorum ailemi; ben gidemiyorum ama onlar sık sık geliyorlar buraya. İstanbul’a geldiğimden beri hiç durmadım, hep çalıştım. Bu yaz üç ay boşluğum vardı, onun yarısında da karakter çalıştım. Onlar gelip benimle ilgilenince benim başka türlü hoşuma gidiyor! Beni çok güldüren kişi annemdir; doğal bir komikliği var. Bana fazlasıyla düşkündür; annemi soy, Taksim’in ortasına çırılçıplak bırak, oğlum üşümesin der. Babam eskiden daha mesafeliydi, erkek çocuğum kendi halinde büyüsün, ayaklarının üstünde dursun falan derdi; şimdi o da annem gibi oldu. Kerem’den çok farklı olarak, benim babam hayatımda çok önemli bir yerdedir. Sırtımdaki pusula dövmesinin ortasında babamın imzası var.
HELLO!: İlk bölümde Kadir Adalı, “Çarpışan aslında kaderlerimizdi” diyordu. Kadere inanır mısınız, karakterlerinizin kaderinde neler var?
A. Duymaz: Ben de kadere inanırım. Kerem’in kaderi senaristimiz Ali Aydın’ın kaleminde!
HELLO!: Son bölümde haksız yere tutuklandığın halde Cemre’ye, “Masumiyetime sen inanıyorsan o bana yeter” dedin; gerçekten yetecek mi? Senin haksızlığa tepkin nasıl olurdu?
A. Duymaz: Zaten başka ne diyebilirdi ki? Durumu anlatması ve reel açıklamalar yapması bir yere kadar... İç rahatlığı başka... Onun dışındaki açıklamalar boş çünkü.
HELLO!: ‘Çarpışma’ dizisinin set ortamının başarıda payı var mı? Sahneniz olmasa da birlikte vakit geçiriyor musunuz?
A. Duymaz: Özellikle son 2.5 yıldır çok güzel insanlara denk geliyorum. Şu anda da şahane bir setimiz var; Melisa ile sahnemiz olduğunda sette sürekli beraberiz. Set dışında bazen toplaşıp bölümü birlikte izliyoruz; onun dışında görüşmeye pek vakit olmuyor. Set ekibinin hepsiyle bir iletişimim var aslında; beni çeken, oyunumu yöneten insanla bir iletişimim olmazsa nasıl olacak o iş? Ya da mesela gece 2’ye kadar sahnem var diyelim, set ekibini gerçekten tanımak, göz teması kurmak, hatta dertleşmek çok doğal. O anı değerli kılmak önemli. Ekibe yeni birisi katıldığında onunla tanışmak, şans dilemek önemli... Onlara Alperen değil de ‘X’ bir kişi olarak yaklaşmaya çalışıyorum ki insanlar daha rahat açılsınlar, sıkıntılarını paylaşabilsinler... Ne veriyorsanız size de o geliyor ve bu yakınlıklar, samimiyetler ekranın öteki tarafından da bir şekilde hissediliyor.
HELLO!: Sizin için mesleğinizin en büyülü yönü ne? Hiç karakterlerinizin sizi değiştirdiği oldu mu?
A. Duymaz: İçimde kalan ama farkında olmadığım şeyleri bağırabiliyor olmak diyebilirim. Bir sürü şey yaşıyoruz, bazılarını yaşarken o anda çok da farkında olmuyoruz. Ama bir oyuncu olarak bir duyguya girmek için bazı anları 10 yıl sonra bile bulup çıkarıyoruz içimizden. Benim oynayabilmem için o sahneye hayatımın bir yerinden temas etmem, gerçek hissetmem lazım. Bir bardağa da aşkımı ilan edebilirim; ama inanmam lazım. Şekilden şekle girebilmek için cam gibi sert değil, plastik gibi esnek olmamız gerekiyor. Her şey olabilme ihtimali... Oyunculuğun en cezbedici yanı bu.
HELLO!: Dizi çekerken çok yoğun bir tempodasınız. Rahatlamak için ne yaparsınız?
A. Duymaz: Ben en çok doğayla şarj oluyorum. O yüzden bu çekimi böyle bir yerde yapmamız çok hoşuma gitti. Ağaç görmek, yeşil görmek çok rahatlatıyor beni. Ev ve aile ortamını da çok severim. Evde sürekli aktif haldeyim; bir bakıyorlar baterinin başına oturmuşum; oradan kalkıyorum piyanonun başına geçiyorum, piyanodan kalkıp PlayStation oynamaya başlıyorum. Kitap okuyorum, köpeklerimle oynuyorum. Üç tane köpeğim var, üçü de en çok kendisiyle oynayayım, en çok onu seveyim istiyor. Sürekli yanımda, gölgem gibiler; ben nereye onlar oraya. Seti de ne kadar evime benzetirsem kameranın önünde o kadar rahat ediyorum. Bir de ateş yakmak müthiş bir terapi oluyor bana, çok dinlendiriyor... Gece saat kaç olursa olsun eve gittiğimde hemen şömineyi yakıyorum, onun çıtırtısıyla uyumak eşsiz bir duygu... Özellikle yalnız yaşamaya başladığımdan beri su sesi, ateş sesi, yani doğadan bir ses istiyorum. Mum ya da tütsü de yakıyorum ve koklaya koklaya uyuyorum.
HELLO!: Eve dert götürmüyorsun galiba?
A. Duymaz: Hayır, onları ‘an’da bırakıyorum. Baskılamayınca, saklamayınca, ertelemeyince, sorunu ‘an’da çözünce, geriye eve getirecek dert kalmıyor ki... Başını yastığa koyduğunda düşünmen gereken şeyler olmuyor, kolayca uykuya dalıyorsun ve günün fiziksel yorgunluğunu atıyorsun sadece. Sıkıntıları ‘an’da çözebilen, sevgisini de kızgınlığını da ‘an’da gösterebilen bir insan değilsen, rahata eremezsin. Ağacı kesmek yerine evi az öteye taşımak lazım; tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi.
HELLO!: Çok iyi isimlerle çalışma imkanın oldu, şanslı hissediyor musun kendini?
A. Duymaz: Çok! Erkan Can ve Hüseyin Avni Danyal gibi çok usta isimlerle oynayıp karşılarında tir tir titremiştim, benim jenerasyonuma yakın güçlü isimlerle oynadığımda ne olacağını merak ediyordum. Aras Bulut İynemli ile bizi birbirimize benzetiyorlardı, bunu bana söylediklerinde inşallah bir gün beraber oynarız demiştim. İlk karşılaştığımızda o konuşurken ben konuşuyormuşum gibi geldi. ‘Çukur’ dizisindeki 17 bölümüm boyunca, Aras beni hem seyirci hem oyuncu olarak çok iyi hissettirmiştir. ‘Çarpışma’ ise benim şimdiye kadar en rahat hissettiğim set oldu. Kıvanç Ağabey’le (Tatlıtuğ) ilk buluştuğumuzda ona “İnsanı ne güzel hissettiriyorsun” demiştim. Onunla karşılıklı oynamanın nasıl olacağını hep merak etmiştim, şu anda bu şansı yakaladığım için çok mutluyum. Bana hep destek oluyor, alan tanıyor, yeni şeyler keşfetmeme ışık tutuyor. Gerçek ağabeyim gibi... “Buyur kardeşim, sen de oyna” diyen biri o, başkasına müsaade eden bir aktör; benim en vefa duyduğum şey. O da akrep burcu, çok benzer noktalarımız var. Hayatımın sonuna kadar hiç unutmayacağım bir insan.
HELLO!: Dizide Kerem’in idolü Kadir Adalı. Senin örnek aldığın biri var mı?
A. Duymaz: Örnek aldığım biri yok ama örnek aldığım davranışlar ve dürtüler var. Kafamda tartmam için işe yarayacak fikirleri ya da bana ilham verecek hayat senaryolarını farklı farklı kişilerden, ihtiyacım olduğu zaman ihtiyacım olduğu kadar topluyorum. Daha öznel ve kendime özgü kalmak istiyorum; ama elbette hayatın akışı için de farkında olmadan bazılarından bir şeyler alıyor, bazılarına da bir şeyler veriyorum. Bu karşılıklı alma verme halini seviyorum ben. En önemli şey iletişim; iletişim evrensel bir dildir; ırkı, cinsiyeti ya da bedensel özellikleri yoktur. Ama örnek alma konusunda düşüncem net: Hiçbir şey olma, kendin ol!
HELLO!: Hayran kitlen arttıkça sosyal hayatta zorlanıyor musun?
A. Duymaz: Tanındıkça daha izole yaşamaya meyilli oluyoruz galiba. İlk başlarda korku ve sorumluluk hissettim; çünkü insanlar seni idealize ediyorlar. Daha dikkatli davranman, inanmadığın şeyleri yapmıyor olman lazım, zira ne olursa olsun senin arkandan gelecek bir kitle olduğunu görüyorsun. ‘Çukur’ dizisine girdiğimde bunu çok güçlü hissettim, dizi fenomendi, karakterim absürt bir karakterdi; artık herkes beni tanımaya başlamıştı; o yüzden de daha fazla dikkat etmek zorunda kaldım.
HELLO!: Senin hayatında, yakınında çok insan var mı?
A. Duymaz: Yok, artık yok. Arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir arayışa girdikten sonra farkındalığın artıyor, uyanmaya başlıyorsun. Bana zarar verenleri geçtim, olumlu bir şeyler katmayan insanlardan bile uzak duruyorum. Bana ne katıyor, benden ne alıyor... Bunlar önemli. Arkadaşlıklarda gerekiyorsa parantez açabilirim; mantığımı devreye sokabilirim. Sadece aşkta olmaz... Duygusal anlamda bir şeyler hissettiğinde, uzak durmak pek mümkün değil. Mantık devre dışı kalıyor. Aşkta karşı taraftan tek beklentim gerçeklik ve samimiyet. Gerçek olan bir şey zarar vermez çünkü.
HELLO!: Akrep burcusun, her şeyi çok derin mi düşünürsün?
A. Duymaz: Hem burcum hem yükselenim Akrep. Galiba yaş ilerledikçe burcumun özellikleri daha çok çıktı ortaya. Okuduğumda tüm klişelerini kendimde görüyorum. Mesela artık kabullendim, kıskancım. Derinliklerim, kaygılarım, soru işaretlerim hep var. Fevriyim, çabuk sinirleniyorum ve sinirlendiğimde aslında kendime zarar veriyorum. Hemen kapatırım kendimi bir odaya. Ya da sakinleşmek için alır başımı giderim. Bazen beş dakikada, bazen beş yılda sakinleşiyorum, duruma bağlı...
HELLO!: Mükemmeliyetçi misindir?
A. Duymaz: Kim değil ki? Bence herkes mükemmeliyetçi. Hem mükemmeliyetçiyim hem de bir sürü şeye, bilgiye, duyguya, yeniliklere açım.
HELLO!: Aşkı nasıl tanımlarsınız?
A. Duymaz: Aşk, çok ihtiyaç duyduğun anda, senin kontrolün altında olmayan bir şeyin sana temas etmesi herhalde. Her şeyinle birine ihtiyaç duyma, teslim olma hali... Denk gelişlerle alakalı bir zamanlama meselesi... Aşkın gelip geçici olduğunu düşünmüyorum. Belki ertelersin, belki bastırırsın ama gerçek aşk kalıcıdır... Karışır; ama kalır... Ki zaten ben de kalması taraftarıyım; kalmazsa niye yaşıyoruz ki? Niye zaman diye bir şey var, niye geçmiş var, niye gelecek var, niye şu an var? Geçecek bir şeyse sevmenin de anlamı olmuyor o zaman.
HELLO!: Şu an aşık mısın?
A. Duymaz: Evet.
HELLO!: Ne tip kadınlar çeker seni?
A. Duymaz: Öyle herhangi bir formül ya da tanımlama yok kafamda. İşin içine aşk girince kural koymalar bana saçma geliyor. Bana nasıl baktığı ve ilgisi önemli... Ne yaptığının, kim olduğunun, ne dil konuştuğunun önemi yok, gerçek olsun yeter. Hayat mottom önce sev, sonra saygı duy! Önce sevince ne kendine ne de başkasına zarar veriyorsun; bunu bizzat tattım, gördüm, denedim, yaşadım.
HELLO!: Bir kadınla flört ederken en güçlü silahın ne?
A. Duymaz: Aşkta silah olur mu?
HELLO!: Evlilik uzak mı geliyor, yakın mı?
A. Duymaz: Düşüncesi geçiyor aklımdan. Yakın bir şey değil; ama çok uzakta da değil. Galiba bu soruya verecek çok net bir cevabım yok.
HELLO!: Ne hayaller kuruyorsun? Gelecekte neler yapacaksın?
A. Duymaz: Arayışım hiç bitmeyecektir diye düşünüyorum. Alaska’ya gitmek istiyorum. Ve huzur hayal ediyorum. En önemlisi huzur. Bir de heyecan. Huzur ve heyecanı iki el gibi düşünelim... Sağ elim koparsa heyecan gitmiş olacak, sol elim koparsa huzur gitmiş olacak; ikisi olursa mutlu olacağım.
hello reportage via : https://www.showtv.com.tr/dizi/haber/2428864-kariyerimiz-ve-kaderimiz-iyi-ki-carpisti-/19
2 notes
·
View notes
Photo
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/basrolu-istanbulla-paylasiyor-41037796?fbclid=IwAR28z8eec6fdn_8lPnsVg4dhQMI8dgz7NokBXAwEKHVQPZ-DngLGxTHn1FE
.
BENİM RUHUM YAŞLI
28 yaşında olup 128 yaşındaki bir insan olgunluğunda nasıl davranıyorsun?
- (Gülüyor) Ruhum yaşlı! Yaşadığım hayatı görsen, “Emekli olmuş, işi bitirmiş!” falan dersin. İstanbul’da da, Los Angeles’ta da öyle yaşıyorum. Los Angeles genelde insanların kafasında bir partileme yeri, benim alakam yok.
Sen ne yapıyorsun?
- Bir kere kalabalık sevmiyorum. Gittiğim çok az yer var, görüştüğüm çok az insan var. Evime giren 3-5 arkadaşım var, o kadar. Ben kendime yatırım yapıyorum. Los Angeles’ta oyunculuk eğitimi alıyorum. Dil eğitimi, aksan eğitimi. Esas olarak da hobilerime para harcıyorum. Orada ailemden kimse yok, kendi kendimeyim.
Annenle baban nerede?
- Çanakkale’de yaşıyorlar. Emekli olduktan sonra köyden bir ev aldılar. Yedi-sekiz senedir Saroz Körfezi’ndeler. Arada ziyarete gidiyorum. Çok huzurlular. Ben de ilerisi için onlarınki gibi, kendimle baş başa olabileceğim bir hayat istiyorum. Yalnızlığı çok seviyorum. Bir de alıştım, 18 yaşında evden ayrıldım ben.
HAYATLA İNATLAŞMIYORUM KENDİMİ AKIŞA BIRAKIYORUM
Doğal yaşamı seven biri olarak bu dünyaya nasıl düştün?
- Bilmiyorum.
Best Model yarışmasına girme fikri nereden çıktı?
- Valla aklımın ucunda bile yoktu. Ben uzun yıllar profesyonel olarak basketbol oynadım. O yönde kariyer yapmak istiyordum. Hasbelkader fiziğim iyiydi o dönem. Arkadaşlarımın “Ya sen niye mankenlik yapmıyorsun?” gazıyla, “İyi, deneyeyim bari” dedim. Aslında meşhur olmak için kendini yırtan bir tip değildim. Yırtık bir tip de değilim. Konuşulmayı, göz önünde olmayı sevmem. Ama o kadar ısrar etti ki çevremdekiler, “Bir bildikleri var herhalde” dedim, kendimi denemek için girdim. Hiç aklımda yokken de kazandım. Hatta ismimi anons ettiklerinde arka tarafa bakıyordum, “Kim çıkacak?” diye. Arkadaşlarım dürttü. Çok komikti. O kadar ani oldu ki her şey...
Nasıl açıklıyorsun her şeyi, tesadüfle mi?
- O kadar çok tesadüf var ki benim hayatımda... “Madem bu yola gönderiyor hayat beni, yürüyeyim bari” dedim. Meğer ‘Adını Feriha Koydum’ dizisini çekenlerin bir tek erkek başrolü eksikmiş. O akşam da ben Best Model’da birinci oluyorum, görüyorlar, arıyorlar. “Dizimizde oynar mısın?” diye...
Demedin mi peki “Ben oyuncu değilim, nasıl yapacağım?”
- Dedim. “Yaparsın” dediler. “Peki denerim” dedim. Ben hayatla inatlaşmıyorum, kendimi akışa bırakıyorum. “Madem benden böyle bir şey istiyorlar. Ben de bunun için elimden ne geliyorsa yaparım!” dedim.
Oyunculuk alanında en çok kimden, ne öğrendin?
- Çok şanslıyım ben bu konuda. Çalıştığım işlerin hepsi gerçekten okul gibiydi. İlk işimde Vahide Perçin, Metin Çekmez ve Hazal Kaya vardı. Hepsi de çok tecrübeli oyuncular. Çok destek oldular. Sonra ‘Medcezir’i çektik, Barış Falay acayip yardımcı oldu. Bugüne kadar birlikte çalıştığım herkes bana bir şeyler kattı. İnsanlar sana bir şey veriyor ama önemli olan sen almasını biliyor musun? Ben alabildiğimi düşünüyorum.
BÜTÜN DÜNYA ONU İZLEYECEK!
Dizinin fragmanı, 1 milyonun üzerinde izlendi. Türkiye’de izlenme olasılığı yüksek. Dünya çapında umutlu musun? Aynı tarzda olmasa da, ‘La Casa Del Papel’ etkisi yaratır mı?
- Olabilir de olmayabilir de... Ama sonuç ne olursa olsun, biz bir imza iş yaptık. İlk defa yapılan bir iş ve çok emek harcandı. Bir buçuk-iki senedir çalışılıyor üzerinde. O yüzden içim rahat.
Dizide İstanbul’un muhafızısın. Bize biraz karakterini anlatır mısın? Kimdir Hakan?
- Hakan İstanbul’un koruyucusu. Genç, normal bir adam aslında. Üniversite okumuş mu okumamış mı bilmiyoruz. Senarist de bilmiyor ne olduğunu. Neşet Babası -yani üvey babası- tarafından büyütülmüş. Kapalıçarşı’da antika işi yapıyor. Babasının dükkânında çalışıyor. Riskler almak, yeni atılımlar yapmak isteyen bir karakter. Kendi ayaklarının üzerinde durmak istiyor. Sıradan bir çocuk ama aynı zamanda özel. Geçmişten gelen bir sırla, atalarından kalan tılsımlı bir gömleğin görevini devralacağını öğrendiği zaman ikilemde kalıyor. Çünkü İstanbul’un koruyucusu olmak, bunu yüklenmek çok büyük bir sorumluluk. Tamamen başka bir hayata geçiyor.
Başrolü İstanbul’la paylaşıyorsun. Biz bu arada İstanbul’un hem modern hem tarihi yüzünü görüyoruz. Kendini İstanbul elçisi gibi hissediyor musun?
- Bütün dünya izleyeceği için ve bizden çıkan bir hikâye olduğu için evet, bir sorumluluk hissediyorum. Doğru, başrolü İstanbul’la paylaşıyorum.
‘Muhafız’ın İstanbul’un tanıtımına bir katkısı olur mu?
- Kesin! Bu bir takım işi. Ben de o takımın bir parçasıyım. İzleyici gerçekten İstanbul’un birçok medeniyetin beşiği olduğunu görecek.
Sen bu şehri ne kadar seviyorsun?
- Burada doğdum, büyüdüm. Çok seviyorum. Evet, eski, yaşlı bir ruhu var bu şehrin. Hatta mistik. İnsanı büyülüyor. Ama ben şehrin içinde vakit geçirmeyi sevmiyorum.
Sokağa çıkıp kalabalıklara karıştığında...
- Fotoğraf çektiriyorum gittiğimiz yerlerde. Çok çıkmıyorum zaten. Ama meşhur olmadan önce de böyleydim. Ormanda kamp yapardım, doğanın içinde vakit geçiren bir insandım. Öyle büyüdüm çünkü. Küçüklüğümden beri balık tutuyorum. Balık tutabilmek için tekne aldım. Benim için doğanın içinde olmak meditasyon.
12-13 YAŞ BÜYÜK SEVGİLİM OLDU!
Ayça Ayşin Turan’la çok ateşli bir sevişme sahneniz var. Bence çok ses getirecek. Sen ne diyorsun?
- Evet, ses getirecektir. Olması gereken bir sahneydi zaten. İki genç insanın arasında gerçek hayatta her an yaşanabilecek bir şey. Biz de onu yansıtmaya çalıştık. Çok da abartılacak bir sahne değil.
Sevişme sahneleri seni zorluyor mu?
- Yooo gayet rahattık. Ayça da işinde çok profesyonel. İşimizi yaptık.
Yemeyi seviyorum, tutamıyorum
Sevgilin alınır mı, kıskanır mı?
- Sonuçta işimiz bu. Yaptığımız işler ve onların gereği konusunda birbirimize saygı duymamız lazım. Hiç bu konuda sorun yaşamadım. Bakalım buna ne diyecek. Kısmet...
Daha önceki işlerinde laf etmişler, “Bu adam öpüşmeyi bilmiyor” diye. Ne diyorsun?
- Dışarıdan nasıl gözüktüğünü bilmiyorum.
Her şeyine takıyorlar. “Tombik oldu... Kilo aldı... Çirkinleşti... Şişti... Tipsizleşti... Kilosunu kapatmak için kirli sakal bırakıyor...” Kadınlara yapılan acımasız eleştiriler sana da yapıldı, yapılıyor. Üzülüyor musun?
- Ben şişman halime de okeyim. Mutluyum çünkü öyle. Yemeyi çok severim, bazen tutamıyorum kendimi. Özellikle yoğun çalışırken gece acıkıyoruz, karbonhidrat istiyor canım. Yiyorum. Ben rahatsız değilim bu durumumdan. Görsel olarak belki hoş olmayabilir ama yiyeceğim, kime ne!
Sana bir kota koyuyorlar mı, “Şu kadar kiloda kalacaksın!” filan diye?
- Karakter devamlılığı açısından sabit kiloyu korumak gerekiyor. Şu anda 82-83’üm. Dizi çekerken genelde paket söylüyorum eve. Diyet programı yani. Akşam 19.00’dan sonra yemiyorum. Ama bozduğum da oluyor.
“Bir James Dean hüznü var bu çocukta” diyenler var, ne diyeceksin?
- Aaa öyle mi demişler? Hüzünlü mü duruyorum gerçekten? Benim küçüklükten beri hep yaşımdan büyük arkadaşlarım oldu. Yaşımdan büyük sevgililerim de oldu. Belki o yüzden ağırbaşlı bir havam vardır.
En büyük sevgilin kaç yaş büyüktü senden?
- 12-13 yaş vardı aramızda.
“Kapıcı kızıyla bile evlenirim çok seversem” gibi bir açıklaman oldu mu yıllar evvel? Ne kadar samimiydin?
- Yüzde yüz! Aynı samimiyetteyim. O zaman kapıcı kızıyla zengin çocuğu oynuyorduk, aşk yaşıyorduk, farklı dünyalara rağmen. Soru, o dönem yöneltildi. Ben de samimiyetle “Çok seversem tabii ki evlenirim!” dedim. Cevabım hâlâ geçerli.
O DÖNEMİ HAYATIMDAN ÇIKARDIM!
Bir de talihsiz bir şey yaşadın. Uyuşturucu madde kullanmak ve temin etmek suçlarından yargılandın. Mahkeme sana 4 yıl 2 ay hapis cezası verdi. Yargıtay, mahkeme kararını onarsa, 1 yıl 9 ay hapis yatacaksın. Ne diyorsun?
- Ailem ve çok yakın arkadaşlarım dışında başka hiç kimseye bir şey anlatma zorunluluğu hissetmiyorum.
Haklısın. Böyle bir zorunluluğun yok. Soruyorum sadece... Ünlü olmasaydın bu kadar üstüne gelinir miydi sence?
Ünlü olmasam kimsenin haberi bile olmayacaktı bu durumdan. Neyse, önemli olan benim ailemin psikolojisi.
Üzüldüler mi çok?
- Elbette. Annem kötü oldu. O duygusal. Babam daha güçlüdür. Ama bir sıkıntı yok şu an. Devam ediyor dava. Ben de 5-6 senedir alacağım bütün dersleri almış bulunuyorum. Varsayımlar üzerinden düşünmedim hiç. “Yatarsam n’olur” demiyorum. Hayat bu, sonuçta bir şeyler yaşanacaksa yaşanacaktır! Yapacak bir şey yok, onun önüne geçemezsin. Önemli olan öyle bir şey geldiği zaman, bundan gerekli dersi çıkarmak. Bununla yüzleşmem gerekiyorsa yüzleşirim, sıkıntı yok.
İfaden de çok konuşuldu. Kimseye uyuşturucu temin etmediğini ama çevrendeki birçok insan gibi uyuşturucu kullandığını, sadece kullanıcı olduğunu söylemiştin. Şimdi o döneme bakınca neler geçiyor aklından?
- Çok uzun zaman önceydi. Altı yıl oldu neredeyse. O yüzden hayatımın o dönemini çıkardım ben. Çok düşünmüyorum. Dava da erteleniyor yıllardır.
13 notes
·
View notes
Photo
İlk Aşkım
Hayatım oldukça karmaşıktı, hala daha öyle. Asıl karmaşıklığın kaynağı duygusal geçişler ve kendimi keşfetmeye olan heyecanımdı. Daha ilkokul 1. sınıfa giderken, pipimi sadece işemek için kullandığım dönemlerde sınıfta Miray diye bir kız vardı. Saçları çok güzeldi. Yüzü saçlarına göre o kadarda güzel değildi. Daha o yaşta sivilceleri vardı ama sempatik bir kızdı. 5 yaşından itibaren ileride yaşayacağım evlilik ve yetiştireceğim çocukların planlarını yapıyordum. Ne zaman ne öğreteceğimi ve nasıl bir baba olacağım konusunda sürekli bir şeyler düşünüyordum. Hayalimdeki eşe Miray çok yakındı. Fakat ne varki sınıfın popüler kızıydı ve benim gibi bir yavru ayıyla ilgilenmezdi. Bir önceki yazıda anlattığım gibi onlar doğaları gereği müptezel ve it kopuklarla ilgilenirdi.
3. sınıfa kadar kız beni pek siklemedi. Hoş bende peşinden koşmuyordum. Sadece göz göze geldiğimizde "Akşam gelirken ne alayım?" gibi babamdan kalma cümleler aklımdan geçiyordu. 3. sınıftan sonrada pek değişen bir şey olmamıştı aslında. Fakat benimle daha çok konuşmaya başlamıştı. Aptal aşık modunda değil, büyümüşte küçülmüş modundaydım.
5. sınıftan sonra sınıflarımız dağıtılmadan okulun içerisindeki başka bir binada orta okulu okumaya devam ettik. 7. sınıfta iletişimimiz biraz daha gelişti. Yanımda osuruyordu mesela. Tamam böyle pek romantik gibi durmuyor ama yanlışlıkla kaçırdığında ağzından osuruğa benzer ses çıkartıyordu. Hani "ben osurmadım salak ağzımla yapıyorum o sesi" gibi bir algı operasyonu. Yer mi bunu anadolu çocuuu...
Miray Nil Karaibrahimgil'in küçük haliydi. Hayır o bir ayı değildi. İnşallah ilk çocuktan sonra kilo almazdı. (Almış) Neyse işte siz hayal edin. Kalçası çok güzeldi. Ne gariptir ki kalçasına bakmak gerçekten çok geç aklıma gelmişti. Sanırım 6. sınıfa kadar götüne bakmamıştım kızın. 31 çekerken onu hayal edersem ayıp olacağı düşüncesiyle porno izlemeye başlamıştım. Aşkımıza zarar gelmesin maksat işte.
8. sınıfın sonuna doğru bizim sınıfın en eziği Zübeyir'den bir atak geldi. Miray ortalık malı değildi. Onu ne sınıftan nede okuldan biriyle ne gördüm nede duydum. Bir beden dersi için soyunurken Zübeyir salağı (varyemez oç hiç sevmem) "size bir şey söyleyeceğim beyler bi dinleyin" dedi o çatlak ciyak çiyan ses tonuyla. (Mahallede sürekli dayak yiyip en ince sesiyle "ne vuruyon ogluum" diyen bastı bacaklar vardır ya. Sesi aynı öyleydi. Hala daha öyle, bizim mahallede taklılıyor. Millet buna baktı tabi "ne söyleyecek acaba bu mal" edasıyla. "Ben Miraya aşığım olm hepiniz bilin ondan uzak durun" dedi. Millet güldü tabi. Bense sinirliydim. Daha kimse bir şey demeden "sen önce boklu donunu temizle amk ne aşkı sikerim senin aşkını" dedim. Ben de kendimden böyle bir şey beklemiyordum aslen ama teknik olarak yanlış bir şey söylemedim. Evet, beden dersi için soyunduğunda donunda hep bi bok lekesi vardı. (Götçülüğüm daha küçük yaştan belliymiş) Evet, sikerdim onun aşkısını.
Neyse işte orta okul öyle bitti gitti zaten Mirayda taşındı ne oldu bilmiyorum.
Şimdi facebook'tan baktım. "Koleje gidecek, öğretmen olacak" diyorlardı. Koleje gidememiş, öğretmen olamamış, bankacılık okumuş ama çalışmamış. Koca bulmuş Amerigaya gitmiş. Hep "Miray kilo aldı ayı gibi oldu çocuğu var" diye söylentiler oluyordu ara sıra. Hayır, hala fit bir kız, hala götü büyük. (Çocuğuyla kartopu oynamış)
Ameriga büyük atılım. Benle evlense ne olacaktı amk eşini başka erkeklerle paylaşmak zorunda kalmasından iyidir. Mutluluklar Miray...
Liseden
Lisede oldukça aktif bir öğrencilik hayatım vardı. Allah kahretmesin her şeyim aktif. Neyse. Mirayı unutmam çok zor olmadı, hayali bir şeydi neticede. Önüme sevişmek için 4-5 fırsat çıkmıştı o tipime rağmen. Elimin tersiyle itmiştim. İdeolojim var, hayallerim vardı çünkü. (Bkz. önceki blog yazısı)
Lise birin ortalarında eve dönerken yoldaki dükkanın tabelasını asan bir amca gördüm. Merdiveni yaslamışlar duvara pantolonu çatalına kadar inmiş ağızında sigara tipik trucker beardı. Bir kaç saniye o mükemmel göte kitlendim içim eridi. Oha dedim, "sen nabıyon!.." Hemen kafamı çevirip gittim. İlk defa gerçek anlamda bir erkeğe işte bu zamanlarda hallenmiştim. Elimle münasebet yaşadığım ileriki bir vakitte yine birden aklıma o mükemmel göt geldi ve aklıma gelir gelmez boşaldım. Biraz utanmayla "noluyoz amk" dedim. O utançla bir daha böyle bir şey düşünmemeliyim diyerek daha çok hetero pornosuyla zihnimi dolduruyordum.
İlk Fort
Her zamanki gibi bir sabah okula toplu taşımayla gidiyorum ve geç kalıyorum tabi. Allah kahretmesin her şeyim geç. Neyse. Araç tıklım tıklım. Liseye başladığımdan beri o saatte o araç hep sıkışık. Fakat bir taraftanda rahat. Zira hiç tutunmaya gerek kalmadan götümü kapıya yaslayıp gidebiliyorum. "Pardon ya çarptım" derdi yok. Çarpmamak mümkün değil. Önümde taş gibi bi hatun var. Sağda solda her yerde insanlar. Tam o sırada sikimde bir el hissettim. Kadının ellerine baktım göremiyorum. Amk göbek var, üniforma ceket gömlek çanta palto bir sürü şey var. Mememden aşağısını göremiyorum sıkışıklıktan. Bende bu hanımefendinin beni fortladığını düşündüm. Biraz geri kaçmaya çalışamadım bile. Yer yok ki. ¯\_(ツ)_/¯ İneceğim durağa daha 15-16 dakika var. Bende "iyi madem" diyerek bıraktım. Anında erekte oldum. Bu yaşlarda ve bu tarz durumlarda default ereksiyon geliyor bilirsiniz işte. Kadın öyle bir profesyönel ki "Allahım bunu nasıl yapabilir" diyorum. İnmem gereken duraktan 1 durak kadar önce fermuarımı açmaya çalışınca dedim "hüoppp!..". "Sikimi çıkartıp beni orada fortçu durumuna düşürecek zaar." düşüncesiyle elimi fermuarıma götürüp elini ittim. "Allahım bu ne biçim el!.. Bu kadının eli olamaz" diye düşünürken el yukarı doğru çıktı ve bana arkası dönük bir ayı amcanın eli olduğunu anladım. O arada bana gülümseyerek göz kırptı ve inmem gereken duraktan bir durak önce indi. Kapının önünde benim de inmemi bekledi ama yok öyle yağma. Böbreğimi mi çalacak ne yapacak nereden bileyim!!
İlk fort korkutucuydu. İstediğim bir şey değildi ama hoşuma da gitmedi değildi hani. Alan razı veren razıysa neden olmasındı? Haftada en az 1 kez pipime masaj yapılmasıyla devam eden bir lise hayatım oldu. Artık her akşam boşalmaya çalışıyordum duşta ki yarın ellerlerse falan pantolonuma boşalmayayım. Kaldı ki evet, lise hayatım boyunca 2-3 kere pantolonuma boşalmıştım. Altıma boşaldığım durumlarda çok basit bir yöntemim vardı. Okula gittiğinde arkadaşları bul > kantine git > su al ve yanlışlıkla üstüne dök. Dalga geçen oluyor fakat paltonu çıkarttığında oluşan izi görmelerinden daha çekilir bir durum.
Önemli bir detay vermem lazım ki yaşım olmuş kaç... Bu yaşıma kadar bir kere bile "birinin orasına deydireyim, birinin şurasına sürteyim" gibi bir eylemim asla olmadı, olamaz. Ama isteyen ellesin ben ok'im. Götüme taciz hayatım boyunca hiç başıma gelmedi. Nedeni ise şu; her zaman toplu taşımaya bindiğimde götümü düz bir yere dayarım. Eğer çok sıkışıksa ve kontrol edemiyorsam mutlaka arkamda bir kadın olur. Taciz ederse o etsin straponla sikecek hali yok ya!.. (Sikti ahahafgshs)
Böylelikle ilk eşcinsel deneyimlerimi farkında olarak ya da olmayarak yaşamaya başlamıştım. Artık porno izlerken gruplu hetero videolarda erkeklerin sevişmesine "eh işte normal ne var yani oyuncu bunlar" gözüyle bakabilme yeteneği de geliştirmiştim.
Göktuğ Case
Lise kinci sınıftayken kültür derslerini birlikte aldığımız başka bir sınıfa Göktuğ diye biri gelmişti. İlk arka bahçede karşılaşmıştım. Görür görmez sikim kalkmıştı. Haftada bir zaten erkeğin biri sikimle oynuyor. Erkeğe hallenmek bu fiziksel durum karşısında çokta anormal değildi. Anormal olan yüzlerce insanın içinde sikimin okşanmasıydı. Buna karşın düşünsel olarak asla bir erkekle yatabilmeyi düşünemiyordum. "Erkeğiz biz hamığa" düşüncesiyle değil. Hayallerime tersti. Daha sonra Göktuğ ile muhabbeti ilerlettik. Kafa çocuktu aslında. Konuşmanın ilk 5 dakikası oldukça iyiyken sonrasında zeka seviyesi oldukça belli olduğundan ötürü yanından kaçasın geliyordu. Nedendir bilinmez bu çocuğu kimse lisenin sonuna kadar sevemedi. Evet ayıydı ama ben ayının zeki, çevik, koca götlü ve akıllısını severim. Bunda koca göt dışındakilerin hiçbiri yoktu. Bir süre sonra selamımı kestim. Yapıştımı bırakmıyordu amk. Bide sürekli dokunmalar itmeler ne bileyim. Zekasına uygun hareketler...
Bu olaydan hemen sonra hayatım boyunca kime "oha amk bu süper" diye iç geçirsem ve bir şekilde kader ağlarını örse malın önde gideni çıktı. Şimdiye kadar hiç şaşmadı. Ya da benim beklentim çok farklı. Bilemiyorum altan.
O zamanlar Kanal D'de Yaprak Dökümü var. Halil Ergün ^_^. Nasıl bir chubby. Nasıl maskülen. Nasıl babacan. Oy yerim ben onu. Her salı akşamı mutlaka çekirdek kola eşliğinde "Yeter Hayriye Yeter!!!" demesini izliyorum. Ama sorsanız gay değilim öyle bir kafa. Bu platonik aşkın bitmesi biraz uzun sürdü. Dizinin bitmesine yakın Halil Ergün'ü bir sabah programında okula gitmeden önce görmüştüm. Şu kadar söyleyeyim: Fular, ses tonu ve el hareketleri. :/ :'(
Lise bitti. Ben hala kontrollü olarak bakirim. Flörtöz kızlarla karşılaşıyorum ama olmaz, ben aşk adamıyım bikere taam mı? Toplu taşımadaki olayları saymazsak seks hayatım otuzbirden ibaret. Gayet mutlu ve huzurluyum aslında, kendime yetiyorum daha ne olsun.
Üniversite
Üniversite için şehir dışına gittim. Aklımda nasıl şeyler var anlatamam. Hiçbiri cinsellikle değil saf özgürlükle alakalı. Üniversitenin tiyatro topluluğuna giriyorum, basketbol sahasında sabahlıyorum nasıl aktifim nasıl. (Allah kahretmesin yine aktifim) Şehir dışına okumaya aynı sınıftan bir chubby'le gidiyorum. Ailem, şehir dışına taşınan chubby arkadaşımın ailesiyle sikimsonik bir yerde yaşamama hükmettiler. Neyse sorun değil eve uyumadan uyumaya gideceğim nasılsa. O zamanlar hayaller uçakken gerçekler yük kamyonun arkası oldu.
Bu kısım asla heyecanlandıklarım kapsamında değil sadece başıma gelenler kapsamında anlatıyorum. Zira evet chubby severim ama yaşıtım olanları değil. Olgun chubby lav ben. Yüz yuvarlaklığı, sevecenliği, sakalı falan detaylar var sonra anlatırım onlarıda bir ara.
Kamyonun arkasında üçlü koltuk üstünde adını bile zikretmek istemediğim chubby var. Eşcinsel olduğundan %500 eminim. İtici ötesi bir tipi var. İlk başlarda evet sempatik geliyordu ama o da Göktuğ gibi kabak oldu kısa zamanda. Beyin konusunda da Göktuğyla yarışır. Embesil.
Yolculuk kaç saat sürüyordu hatırlamıyorum ama 14-15 saat gibi bir şeydi sanırım. O koltuğun ben fren yapmasam nelere şahit olacağını düşünmek bile istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: "Şöyle kucağına doğru yatsam sorun olur mu ya?"
İşte böyle gittik üniversiteye. Hayallerimi gerçekleştirdiğim tek dönem sanırım oydu. Kısa sürede "Şişme bebek alıp birlikte sikelim mi?"lerden kurtulup başka bir eve çıktım ve iki sene su gibi okul kulüplerinde aktı geçti. Basketbol yüzünden neredeyse muscle olacaktım. Sokakta bile neredeyse sevişilen bir ilimizde (EVET İZMİR) eşcinsellikle alakalı bir ibare ne gördüm nede aklıma geldi. Aklım fikrim özgürlüğümdeydi.
Konu dışında ama İzmirlilerin kendisini İstanbulla karşılaştırıp durmasından nefret ettiğim kadar başka hiç bir şeyden etmedim. Lafım sana koca götlü kız!.. :/
"Ben Askere Gidecem"
Üniversiteden sonra İstanbula dönünce tabi yapacak ne var diye boşlukta kalıyorsun. Askere mi gitsem? Yok yea napıcam askerde falan derken zaman aktı geçti. Küçüklüğümden beri vatan millet sakarya düşünen biri olarak askere gitmek benim için önemliydi. Gidecektimde. Ama şans eseri mesleğimle hiç alakası olmayan bir işe girdim ve Türkiye'nin sektöründe en bilindik ve en büyük şirketinde çok önemli pozisyonlara kadar yükseldim. Askerlik yalan oldu tabi... Bedelliden de yararlanamadım. Fakirim ya. 15.000 kişi 1 lira verseydi hallederdim halbuki. Neyse.
Filmlerle Aram Hep İyi Olmuştur
Gerçek yaşantılar dışında mental yaşantılarıma da kısacık bir giriş yapayım istiyorum. İlk okul döneminde Ghost Busters'a televizyonda ilk denk geldiğimde kilitlenip kalmıştım. Tabelacı ayıcık olayından sonra olduğuna eminim sadece. Oldukça fazla film izleyen birisiyimdir ama Bill Murray gibisini görmedim. Bir dönem sürekli bu film oynatıldı. Belki 20 belki 30 kere izlemişimdir. Film hakkında bir şey sorsanız hiç bir şey hatırlamıyorum. Hayalet kovalıyorlar falan. Ama Bill'e kitaplar yazabilirim. '_'
Konumuzdan ufak bir sapmayla Hulusi Kentmen dedemize büyük büyük kalpler gönderiyorum. ^_^
2000'lerin başında yayınlanmaya başlamış ve sonradan bir kült olmuş 7 numara ekibine de buradan büyük selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Volkan Girgin (Recep) dizide oldukça itici bir tipe sahipken günümüz Volkanı açılmış saçılmış güzel bir ayı olmuş. Sevgiler kendisine. Ama asıl oskar goz tu Engin Alkan. Engin Alkan'ı bir kenara bırakırsak dizi gerçekten en başarılı TRT dizilerinden biri. Fakat Engini kenara bırakamıyorum. O hep ortada olsun galp galp.
Fatih Terim Galatasaray camiasına kazandırdığı başarılar nedeniyle kalplerimize taht kurmuştur shshs.
Ümit sana noolmuş yağ? galp.
Ahmet Mümtaz Taylan çok sevdiğimiz bir oyuncudur oldukça başarılı diğ miy? (:
Fikret Kuşkan'ın son hali de oldukça başarılı bir oyunc... Bi dakka ya ne orosbuymuşum böyle ben. Konuyu kapatıyorum. Resmen orosbuluğum tuttu.
Büyük Şirketteki Ayla
Evet, şimdi kafalardaki büyük soru işaretini kaldırıyorum. "Bu biseksüel mi yoksa götünden mi sallıyo?" diye sorularınızı hissedebiliyorum. Ben de bu konuyu çok ama çok düşündüm. Hatta ne olduğum ve ne olmadığımla alakalı geceleri gözüme uyku girmedi. En sonunda huzurun cehalette olduğuna karar verdim ve içinden çıkamadığım sorulara "neyse odur işte" demeyi öğrendim.
Bu şirkete girdiğimin birinci senesi henüz dolmak üzereydi ki hiç görülmemiş, tamamen torpilsiz şekilde şirketin çok ciddi bir noktasına terfi ettim. Bu pozisyon gereği çok ciddi sayıda çalışanla muhattap olup herkesin derdini dinliyordum. İşe alımları da bana kitlemişlerdi. Bir gün Ayla diye bir kızı işe aldım. Çok sevecen çıtı pıtı kendi halinde paraya ihtiyacı olan bir üniversite öğrencisiydi. Yine tamamen işim gereği Ayla'yla 1 hafta boyunca ilgilenmem gerekiyordu. Her işe giren personelle bu şekilde zaman geçirmek görev tanımımda vardı. Zaman geçirdikçe çok sevdim, çok sevdikçe daha çok vakit geçirdim. Ama bu bir aşk değildi. "Olsa çok güzel olur be"ydi. Ama kendi koyduğum kuralı çiğneyemez, aynı şirkette olduğum birisiyle ne cinsel ne duygusal nede ikisi birden bir ilişkim olabilirdi. Her yaz 3'er ay bizim şirkette çalıştı. Ona hiç bir zaman bir şey söyleyemedim. İletişimimiz daha sonra çok güzel bir arkadaşlığa döndü. Fakat bende şirketten ayrıldıktan sonra bir ilişkisi başladı ve bana hiç bir neden yokken "tacizci" tavırları sergiledi. Engelledim. :/
Şirkette 4 yıl kadar çalıştıktan sonra kendi mesleğime geri döndüm. Ve asıl meselede zaten bundan sonra başlıyor.
Alın cipsleri, kapatın Growlr'ı, Tekyöne gitmeyiverin, Paşam (Durak) zaten ölü... Hayatınızın en karmaşık ilişkiler dizisine hazırlanın.
Yazıyı hazırlayana kadar beğenin, paylaşın, yorum yapın ve beni özleyin anacım...
baaaaayyyy
#eşcinsel blog#türkiyede eşcinsellik#eşcinsel#gay#gay bear#türk gay hikayeler#growlr#tekyön#paşam#durak#ayı
3 notes
·
View notes
Text
Çağla Altunkaya hamile mi? Çağla Altunkaya sevgilisi? Çağla Altunkaya kaç yaşında? Ayça Çağla Altunkaya 1999 yılında Yalova’da dünyaya gelmiştir. Acun Ilıcalı ile aşk yaşayan güzel hanımefendi basketbol ile ilgilenmekte ve hemşirelik bölümü mezunudur. Bir dönem Şeyma Subaşı’na olan benzerliği ile gündeme gelen ve uzun süre tartışmalara sebep olan Altunkaya magazin dünyasından oldukça uzak durmaya çalışmaktadır. İlk olarak Acun Ilıcalı ile sürat teknesinde görülen Altunkaya, dah... https://www.begonya.com/cagla-altunkaya/?feed_id=72728&_unique_id=62f624499b63a
0 notes
Text
Fenerbahçe Beko 104-72 Virtus Bologna
Fenerbahçe Fenerbahçe Beko 104-72 Virtus Bologna Basketbol Turkish Airlines EuroLeague 2022-2023 sezonunun 26. gününde Fenerbahçe Beko Erkek Basketbol Takımı, Virtus Bologna'yı konuk edecek. Takımımız 12 kişilik karşılaşmayı 104-72 kazanarak 16. galibiyetini aldı. Ülker Spor ve Etkinlik Salonu 'te gerçekleşen karşılaşmayı başkanımız Ali Y. Koç ve yönetim kurulu üyelerimiz Sertaç Komsuoğlu, Mehmet Dereli ve İlker Dinçay izledi. Fenerbahçe'nin yeni transferi Beko Tyler Dorsey maçı tribünlerden izlerken, Nemanja Bjelica uzun bir sakatlık döneminin ardından fu sezonunda ilk kez forma giydi Fenerbahçe Beko Virtus Bologn. Fenerbahçe Beko, karşılaşmaya "siyah" formayla çıktı. Maça Nick Calathes, Scottie Wilbekin, Dyshawn Pierre, Nigel Hayes Davis ve Johathan Motley ile başlayan takımımız ilk periyodu 31-1 ve 18-0 önde tamamladı. İkinci çeyrekte de etkili savunmasını ve iyi hücumunu sürdüren ekibimiz farkı daha da genişletti ve soyunma odasına 58-29 önde girdi. Muhteşem oyununu sürdüren takımımız üçüncü çeyreğe 85:52 önde girerek maçı 10 :72 kazandı. Puan dağılımımız: Pierre 20, Motley 16, Guduric 16, Wilbekin 15, Calathes 11, Hayes-Davis 5, Edwards 5, Booker 5, Metecan , Melih 3, Jekiri 2, Bjelica 2. - POWER Türk - Radyo Fenomen - aLem Fm - Radyo 7 - Kral Pop - slow Türk - radyo Alaturka - Joy Tuk - - Alem FM - Ankara Radyo Banko - Aşk Fm Avrasya Türk 107.1 Ankara - Baba Radyo 105.6 - Bayram FM - Best Fm - Damar FM - Diyanet Radyo - Efkar FM - Gebze FM - Habertürk Radyo - İstanbul Radyo Seymen - İzmir İmbat Fm - Joy FM - Joy Türk Akustik - Joy Türk Fm - Kafa Radyo - Karadeniz Fm 98.2 - Kral Fm - Kral Pop Radyo - Lig Radyo - Metro Fm - Ntv Radyo - Number 1 Fm - Number One Türk - Number One Türk Doksanlar - Pal Doğa - Pal FM - - Pal Station - Park FM - Polis Radyosu - Power FM - Power Love Fm - Power Pop - Power Türk Fm - Radio Mydonose - Radyo 2000 - Radyo 45lik - Radyo 7 - Radyo 7 Nostalji - Radyo 7 Türkü - Radyo Alaturka - Radyo Arabesk - Radyo CNN Türk - Radyo D - Radyo Ekin - Radyo Fenomen - Radyo Megasite - Radyo Ostim - Radyo Spor - Radyo Viva - Radyo Voyage - Show Radyo - Slow 7 - Slow Türk - Süper Fm - TGRT FM - Virgin Radio Türkiye Günün Beğenilen Radyoları - Rado Virgin - - - - - - - - pal doğa https://www.gurbetyeri.com.tr https://www.radyom.org.tr/ethereum-kurucusu-vitalikin-ahbapa-deprem-yardimi-turk-kriptoculari-ayaga-kaldirdi103-2 https://www.turkuradyo.com.tr/canli-izle-tv.html/genel/01/ https://www.radyom.org.tr/super-fm-dinle https://www.radyom.org.tr/ https://www.radyom.org.tr/tag/goruldu https://www.radyom.org.tr/tag/turkiye https://www.kolaysohbet.com.tr https://www.radyom.org.tr/istek https://www.radyom.org.tr/mersin-deprem.html?preview_id=216&preview_nonce=4e74d23491&_thumbnail_id=120&preview=true https://www.radyom.org.tr/ https://www.radyom.org.tr/CanliRadyo https://www.radyom.org.tr/tag/ilcesindeki https://www.radyom.org.tr/tag/turkuaz https://www.sohbetici.com.tr https://www.radyom.org.tr/javascriptte-nasil-http-istegi-yapabilirim.html https://www.radyom.org.tr/mersin-deprem.html https://www.radyom.org.tr/radyo-dinle https://www.radyom.org.tr/dj-ol https://www.radyom.org.tr/tag/istanbul https://www.radyom.org.tr/tag/yayin https://www.sohbetcio.com https://www.radyom.org.tr/istanbul-depremi-ne-zaman-oldu.html https://www.radyom.org.tr/mersin-deprem.html/ https://www.radyom.org.tr/CanliRadyo https://www.radyom.org.tr/hakkimizda https://www.turkuradyo.com.tr/feed https://www.radyom.org.tr/tag/zaman https://www.ecift.com.tr https://www.radyom.org.tr/deprem-nasil-oluyor-neden-oluyor-nedir.html https://www.radyom.org.tr/canli-radyo-power-turk-fm https://www.radyom.org.tr/dj-ol https://www.radyom.org.tr/iletisim https://www.turkuradyo.com.tr/ https://www.radyom.org.tr/tag/ozel https://www.Sohbetche.com.tr https://www.radyom.org.tr/son-dakika-bahceli-ile-zelzele-bolgesine-giden-erdogan-kizilay-nerde-diyenleri-hedef-aldi-yuzsuz-iffetsiz-alcak.html https://www.radyom.org.tr/gizlilik-politikasi https://www.radyom.org.tr/hakkimizda https://www.radyom.org.tr/sohbet https://www.turkuradyo.com.tr/dj-ol/ https://www.radyom.org.tr/tag/ucretsiz https://www.radyosohbet.com.tr https://www.radyom.org.tr/kandilli-gozlem-evi-ve-zelzele-arastirma-enstitusu-nedir.html https://www.radyom.org.tr/canakakale-canli-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/iletisim https://www.radyom.org.tr/radyo-dinle https://www.turkuradyo.com.tr/istek https://www.radyom.org.tr/ethereum-kurucusu-vitalikin-ahbapa-deprem-yardimi-turk-kriptoculari-ayaga-kaldirdi103-2 https://www.renkfm.com.tr https://www.radyom.org.tr/ic-anadoluda-okullarda-ucretsiz-yemek-uygulamasi-basladi.html https://www.radyom.org.tr/bursa-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/sohbet https://www.radyom.org.tr/kral-fm https://www.turkuradyo.com.tr/hakkimizda/ https://www.radyom.org.tr/iletisim https://www.canliradyo.cc https://www.radyom.org.tr/son-dakika-hatay-da-deprem-6-4-5-8-en-son.html https://www.radyom.org.tr/bolu-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/kral-fm https://www.radyom.org.tr/power-turk-fm https://www.turkuradyo.com.tr/iletisim/ https://www.radyom.org.tr/kral-fm https://www.canliradyo.name.tr https://www.radyom.org.tr/abd-disisleri-bakani-blinken-turkiyeye-incirlik-ussune-destek-mesaji-verdi.html https://www.radyom.org.tr/burdur-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/canli-radyo-power-turk-fm https://www.radyom.org.tr/super-fm-dinle https://www.turkuradyo.com.tr/canliradyo.html/genel/02/ https://www.radyom.org.tr/canli-radyo-power-turk-fm https://www.canliradyo.pro https://www.radyom.org.tr/page/2 https://www.radyom.org.tr/bingol-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/super-fm-dinle https://www.radyom.org.tr/slow-turk-fm-canli-dinle https://www.turkuradyo.com.tr/agri-tv-chat-sohbet-gizli-iliski-radyo-dinle.html/canli-radyo-sohbet/01/ https://www.radyom.org.tr/radyo-dinle https://www.canliradyo.tv https://www.radyom.org.tr/page/3 https://www.radyom.org.tr/bilecik-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/slow-turk-fm-canli-dinle https://www.radyom.org.tr/son-dakika-haber-canli-dinle https://www.turkuradyo.com.tr/adana-chat-sohbet-canli-radyo-ve-yasak-iliski.html/adana-sohbet-ve-yasak-iliski/01/ https://www.radyom.org.tr/slow-turk-fm-canli-dinle https://www.radyom.org.tr https://www.radyom.org.tr/category/djlerimiz https://www.radyom.org.tr/balikesir-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/son-dakika-haber-canli-dinle https://www.radyom.org.tr/category/genel https://www.turkuradyo.com.tr/dul-kadin-sicak-sohbet-et-uyeliksiz.html/dul-kadin-sohbet/01/ https://www.radyom.org.tr/sohbet https://www.turkuradyo.com.tr https://www.radyom.org.tr/tag/7-4-luk https://www.radyom.org.tr/aydin-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/category/genel https://www.turkuradyo.com.tr/ankara-sohbet-ve-arkadaslik.html/genel/01/ https://www.radyom.org.tr/son-dakika-haber-canli-dinle https://www.turkuradyo.net.tr https://www.radyom.org.tr/tag/abd https://www.radyom.org.tr/artvin-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/category/genel https://www.canliradyo.tv/javascriptte-nasil-http-istegi-yapabilirim.html https://www.radyom.org.tr/tag/dag https://www.radyom.org.tr/tag/arkadaslik https://www.radyom.org.tr/balikesir-radyo-dinle.html https://www.turkishchat.com.tr https://www.radyom.org.tr/tag/afad-depremzede-kayit-nedir https://www.radyom.org.tr/antalya-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/ethereum-kurucusu-vitalikin-ahbapa-deprem-yardimi-turk-kriptoculari-ayaga-kaldirdi103-2 https://www.canliradyo.tv/deprem-nedir.html https://www.radyom.org.tr/tag/dagdan https://www.radyom.org.tr/tag/aciklama https://www.radyom.org.tr/aydin-radyo-dinle.html https://www.avrupachat.com.tr https://www.radyom.org.tr/tag/asagiya https://www.radyom.org.tr/ankara-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/gizlilik-politikasi https://www.canliradyo.tv/rapci-maestro-berk-karadas-33-yasinda-hayatini-kaybetti.html https://www.radyom.org.tr/tag/dagindan https://www.radyom.org.tr/tag/canli-radyo-dinle https://www.radyom.org.tr/artvin-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/kahramanmaras-depreminde-son-durum-afad-guncellemesini-acikladi.html https://www.radyom.org.tr/tag/bakani https://www.radyom.org.tr/amasya-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/mersin-deprem.html https://www.canliradyo.tv/psg-bayern-munih-maci-hangi-kanalda-saat-kacta-sampiyonlar-ligi-psg-bayern-munih-maci-canli-izle.html https://www.radyom.org.tr/tag/deprem https://www.radyom.org.tr/tag/oldu https://www.radyom.org.tr/antalya-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/bakan-cavusoglu-ve-amerikali-mevkidasi-deprem-bolgesini-ziyaret-etti.html https://www.radyom.org.tr/tag/basladi https://www.radyom.org.tr/agri-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/mersin-deprem.html https://www.canliradyo.tv/kilicdaroglu-sermaye-piyasasi-kurulu-onune-gitti.html https://www.radyom.org.tr/tag/depremden https://www.radyom.org.tr/tag/radyo https://www.radyom.org.tr/ankara-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/feed https://www.radyom.org.tr/tag/benzer https://www.radyom.org.tr/afyonkarahisar-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/canakakale-canli-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/adiyaman-chat-sohbet-gizli-iliski-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/tag/depremdeprem https://www.radyom.org.tr/tag/radyo7 https://www.radyom.org.tr/amasya-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/ https://www.radyom.org.tr/tag/bir https://www.radyom.org.tr/adana-radyo.html https://www.radyom.org.tr/bursa-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/dul-kadin-ile-sohbet-muhabbet-et-ucretsiz-blog.html https://www.radyom.org.tr/tag/depremistanbul https://www.radyom.org.tr/tag/simdi https://www.radyom.org.tr/agri-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/dj-ol https://www.radyom.org.tr/tag/da https://www.radyom.org.tr/adiyaman-radyo.html https://www.radyom.org.tr/bolu-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/ankara-sohbet-siteleri.html https://www.radyom.org.tr/tag/depremlerin https://www.radyom.org.tr/tag/sohbet https://www.radyom.org.tr/afyonkarahisar-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/istek https://www.radyom.org.tr/tag/dakika https://www.radyom.org.tr/seker-hastaligi-nedir.html https://www.radyom.org.tr/burdur-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/canliradyo.html https://www.radyom.org.tr/tag/dumanlar https://www.radyom.org.tr/tag/son https://www.radyom.org.tr/adana-radyo.html https://www.canliradyo.tv/hakkimizda https://www.radyom.org.tr/tag/dakikadeprem https://www.radyom.org.tr/page/4 https://www.radyom.org.tr/bingol-radyo-dinle.html https://www.canliradyo.tv/category/djlerimiz https://www.radyom.org.tr/tag/galatasaraygstrabzonsporgalatasaray https://www.radyom.org.tr/tag/son-dakika https://www.radyom.org.tr/adiyaman-radyo.html https://www.canliradyo.tv/iletisim https://www.radyom.org.tr/tag/dakikaistanbulda https://www.radyom.org.tr/page/5 https://www.radyom.org.tr/bilecik-radyo-dinle.html https://www.radyom.org.tr/feed https://www.radyom.org.tr/tag/gelen https://www.radyom.org.tr/tag/trend https://www.radyom.org.tr Read the full article
0 notes
Photo
Dünyanın en uzun bacaklarına sahip olan modeli Ekaterina Lisina, Guinness Dünya Rekoru’nu elinde tutuyor. Profesyonel basketbol kariyerinden emekli olduktan sonra mankenlik yapmaya başlayan Lisina, boy uzunluğunun aşk hayatında olumsuz bir etki yarattığını söyledi ve itirafı gündem yarattı. Kendi ülkesinden Los Angeles’a taşındığında ikili ilişkilerde kendisini bir çıkmazda hissettiğini belirtti. Lisina, “Ben parti insanı değilim, dışarı çıkmayı da çok sevmiyorum. Pek çok insanla tanıştığımı söyleyemem. Bu yüzden bir flört uygulaması kullanmak zorunda kaldım” ifadelerini kullandı.
0 notes
Photo
Dünyanın en uzun bacaklarına sahip olan modeli Ekaterina Lisina, Guinness Dünya Rekoru’nu elinde tutuyor. Profesyonel basketbol kariyerinden emekli olduktan sonra mankenlik yapmaya başlayan Lisina, boy uzunluğunun aşk hayatında olumsuz bir etki yarattığını söyledi ve itirafı gündem yarattı. Kendi ülkesinden Los Angeles’a taşındığında ikili ilişkilerde kendisini bir çıkmazda hissettiğini belirtti. Lisina, “Ben parti insanı değilim, dışarı çıkmayı da çok sevmiyorum. Pek çok insanla tanıştığımı söyleyemem. Bu yüzden bir flört uygulaması kullanmak zorunda kaldım” ifadelerini kullandı.
0 notes