Tumgik
#açtım kapıyı girdi :)
hosgeldinhuzun · 29 days
Text
Tumblr media
"Özgürlüğün Bedeli" adlı sanatsal çalışmam :)
86 notes · View notes
Text
Çok Hızlı! (7) (Orhan 36 Y., Bursa)
Evime varınca güzelce bir duş aldım, sanki heryerim bal kaymak olmuş gibi yapış yapıştım. Gelirken aldığım mezeleri açtım. 2 kadeh rakı doldurdum balkondaki masaya, fotoğrafını çekip, "İkinci kadeh senin! Evde kimse yok!" deyip Merve'ye yolladım whatsapdan. Az sonra Merve balkona çıkıp gülümseyerek, "Yarım saat sonra!" diye yazdı. Saate baktım 21:30'du. Hava yeni kararmıştı.
Yan komşum emekliydi, yazlığa Mayıs ayında gider Kasımda dönerdi. Yaz olduğu için herkes ya tatilde, ya köyünde, ya yazlığındaydı. Benim blokta tek ışık vardı, o da ikinci katta oturan 75 yaşındaki, gözleri görmeyen, kulakları duymayan teyzenin dairedeydi. Tüm siteye göz gezdirdim. Benim araba dahil 6 tane araç vardı otoparkta, oysa kışın araba koyacak yer kalmazdı. Tüm dairelere baktım, benim balkona doğru ışığı yanan 2 daire vardı. Karşıdaki bloğun ön yüzü, yani otoparka bakmayan yüzü geniş bir caddeye baktığından çoğu kişi o taraftaki balkonlarını kullanıyordu. Yani biraz dikkatli davranırsak Merve'nin gelip gittiğini kimse göremezdi.
Yarım saat sonra Otoparktan başörtülü mantolu birisi geçti ve bizim binaya girdi, ama karanlıkta kim olduğunu seçemedim. Herhalde ikinci kattaki teyzenin kızı veya gelini dedim, birkaç kez görmüştüm gelip gittiklerini. Az sonra kapımdan tırmalanır gibi bir ses geldi. Kalkıp delikten baktım, başörtülü kadın sırtı dönük bizim kapıdaydı. Açtım kapıyı, buyrun diyemeden döndüğünde MERVE gülümsüyordu. İçeri girdi ve "Şaşırdın mı? Kamuflaj!" dedi. Sonra anlattı, meğer bizim doktor iç anadoludaki bir ilin bir kasabasındanmış. Çevresi mutaassıp, hatta sülalede açık kimse yokmuş, aralarında anlaşmışlar, Merve (ki 2 yılda bir falan bayramlarda gidip 1-2 gün kalırmış) oraya kapalı gider, kapalı dönermiş. "İlk kilometrenin sonunda çıkarıyorum!" dedi, gülüştük.
İçerdeki ışıkları da söndürüp onu balkona aldım. Kadehleri kaldırıp, "Bu harika güne!" dedim. "Harika adama!" dedi. Sonra usulca halıya uzanıp elimi uzattım. "Burda mı?" dedi. Görülürüz diye etrafına bakındı. O da kimselerin olmadığını görünce yanıma uzandı. "Bana bugün yaptığını tekrar yapar mısın?" dedi. "Sevdin mi?" dedim. "Bayıldım! O kısacık anda sayamadım, ama ardı ardına kaç kez orgazm oldum bir bilsen!" dedi. Onun bacaklarını dik ama kıvrık konuma getirdim. Gidip içeriden kirli sepetine baktım, bir çarşaf aldım. Getirip altına serdim.
Parmaklarımı daha amcığının dudaklarına değdirdiğimde bir anda kendini saldı. Daha yeni dokunmuş, parmaklarımı içine bile sokmamıştım bile, ama orgazm olduğuna yemin edebilirdim. Parmaklarım içinde piston gibi hareket ederken, diğer elimle ağzını kapatmama rağmen sesi balkonda yankılanıyordu. Öyle fışkırıyordu ki amının suları, parmaklarımı çekip bazen amının dudaklarını tokatlıyordum, daha da fazla fışkırtıyordu sularını. Bu kadar güzel bir kadının kölem gibi parmaklarımın ucunda kıvranışı kendime inanılmaz güvenmeme neden oluyordu. Eliyle elimi tutmaya çalışıyor, ama bunu hem bilinçsiz hem de tam olarak istemeden yapıyordu. Ki eli güçsüz ve amaçsız, sadece yeter der gibi sallanmasına rağmen, ağzından, "Öldürdün beni, ohhh aşkım, öldüm!" lafları dökülüyordu...
Alta, yanına yatıp, hemen üstüme çektim. Sanki son yüz metreye girmiş Gazi koşusundaki jokey gibi üzerime zıplıyor, arkaya uzattığı eliyle taşaklarımı avuçluyor, "Offf, nerdeydin sen aşkım, nerdeydin!" diye orgazm olurken beni de boşaltmıştı. Kalkıp oturduk, karanlıkta kadehlerimizi elimize alıp içmeye devam ettik. 10 dakika geçmeden kapı çaldı. Tırsıp 'Sus!' işareti yaptım Merve'ye. Gidip delikten baktım. Kapının önünde bir kadın duruyordu. En fazla 25'lerindeydi. Tanıyamadım, ama tişört ve şortumla kapıyı açtım.
Kadın, "Merhaba!" dedikten sonra eşimin adını söyleyip, "Çağırır mısınız?" dedi. "Şu an müsait değil, banyoda!" dedim. "Ben ikici kattaki Hacer hanımın geliniyim, görümcemle dönüşümlü olarak anneme yemek yapmaya geliyoruz, bu akşam sıra bendeydi, ama sıvı yağ kalmamış, varsa biraz sıvı yağ isteyecektim." dedi. "Bir saniye..." dedim, gidip mutfaktan getirip verdim. Kadın teşekkür edip, "Peki, selam söyleyin eşinize!" dedi. "Kim diyeyim?" dedim. "Güzin ben, iyi akşamlar!" dedi ve gitti. İçeri geçip, soran gözlerle bakan Merve'ye omuzlarımı silkeledim. Kadeh bitince de, "Aşkım ben gideyim, çocuklar uyanır falan!" deyip öpücüğümü verip gitti. Balkon camını açıp, giden Merve'nin arkasından bakarken, gözüm ikinci kat balkonundan bir yukarı kaydı. Bir giden mantolu kadına, bir bana bakan Güzin ile gözgöze geldik...
Ertesi günü sadece mesajlarla geçirdik, ama Sevgi çok ihmal edildiğini söylüyordu, ki kesinlikle haklıydı. Akşam eşim harika bir yemek yapmış, direkt evdeydim. Yemekte bana, "Aşkım, akşam gelen giden oldu mu?" diye sorunca başımdan kaynar sular döküldü. "Yooo!" dedim, ama bir an aklıma geldi, "Hacer teyzenin gelini mi neymiş, bir kadın yağ istedi, onu verdim!" dedim. "Ben de onu sordum, bana mesaj attı, ışığı yanık görünce yağ kalmamış var mı diye sordu, ben de Orhan evdedir, ben annemdeyim dedim!" dedi.
Karımın evde olmadığını bile bile neden gelmişti ki bu kadın? Yoksa, gördüm sobe mi diyordu? Kadınların bu ayak oyunlarına alışmaya başlamış, her hareketin altında bir şey arar olmuştum. O gece karımla güzel bir sikiş yaşadım, hapsız :) O uykuya dalınca, bir kadeh rakı koyup balkona çıktım. Merve sabırsızca oturduğu koltukta bira şişesini havaya kaldırıp, 3 diye işaret etti parmağıyla. Sonra da hiddetli bakışlarla telefonu işaret etti. Baktım 20 tane mesaj vardı. Sevgi, Fatma ve Merve'den. Kendi kendime, Lan oğlum aldın başına belayı! dedim :)
Öyle bir düzene oturtum ki, haftanın her günü birini sikiyordum. 15 günde bir Hikmet, ben, Fatma ve Seygi 4'lü yapıyor, masalar kuruyorduk. Bazen gün içinde hapımı alıp, akşam üstü Merve ile başlayıp, Sevgi ile devam edip, Fatma ile final yapıp eve geliyor, duştan sonra bir tur da karımı sikiyordum...
Nerdeyse bir ay sonra yaza veda pikniği adı altında bir etkinlik düzenlememiz gerekti. Tam o sırada kaza yapan İK şefi vefat etti. Uzun görüşmeler sonunda benim İK şefi olmama, muhasebeye de başka fabrikadan birinin atanmasına karar verilip, bana teklif edildi. Kabul edip harika bir organizasyon yaptım. Pazar günü fabrika bahçesinde mangallar yanmış, masalar kurulmuş, bira fıçıları dolup dolup boşalırken herkes eşleri ve çocukları ile fabrika dolaşıyor, kadınlar ve erkekler eşleri ve çocuklarına gururla çalıştıkları mekanları ve işlerini, işlerinin önemini anlatıyordu. Herkes mutlu mesut dolaşırken, ben organizasyonun kusursuz olması için uğraşırken, arada birkaç yudum bira içip kağıt bardaklarımı sağa sola soteliyordum.
Her çalışanın getireceği kişi sayısı için listeler asmıştık ve liste serbestti, kişi sınırlaması yoktu. Sevgi listeye 4 kişi yazdırmıştı. Kızı hariç, Fatma da davetliydi. Artık yemek servisi bitmiş, alkol almayanlar aileleri ile yavaş yavaş gidiyor, davul zurna eşliğinde alkol alanlar ortada oynarken, kazan dairesinde çalışan Ümit yanında bir bayanla yanaştı. Kadını bir yerden gözüm ısırıyordu. Selamlaştık. Ümit, "Orhan bey, ben bilmiyordum eşim söyledi, annemin üst kat komşusuymuşsunuz..." dedi. Kadına elimi uzatsam mı, dedim ama ayak bileklerine kadar kapalı, başı da komple bağlıydı. Tokalaşmaz deyip vazgeçtim. Zaten Ümit, "Müsaade istiyoruz biz, güzel organizasyondu, alkol olmasayadı..." diye son kısmı alçaltarak söyledi.
Ama kapıma gece yarısı gelen kadın sanki bu değil gibiydi. O kadın sadece başı yaşmaklı, ama nerdeyse üzerine yapışmış kıyafetler giymiş biriydi. Bir bira alıp karımın yanına oturdum. Karım, "Aşkım, Hacer teyzenin oğlu da burda çalışıyormuş, az önce Güzin'i gördüm, hani geçen yağ almaya gelen komşu gelini!" dedi. O an Sevgi, Hikmet ve Fatma geldi masaya ve "Orhan bey muhteşem bir ortam, teşekkür ederiz!" dedi Hikmet başta, sonra diğerleri sırayla. Herşey bitip 22:00 civarı eve döndüğümüzde, karım, Sevgi ve Fatma'nın bakışlarını sevmediğini, Hikmet'in de kendisine derin derin baktığını söyleyip, "Salak mı, sapık mı anlamadım!" dedi. "Yat hayatım, yorgunum!" dedim, ama aklıma da yazdım.
Artık İK bana bağlıydı, Pazartesi sabahı ilk iş Ümit'in kişisel dosyasına bakmak oldu. Acil durumlarda aranacak kişi bölümünde, Eş: Güzin - 05** *** ** ** yazan numarayı aradım. Saat 10:00'du. "Efendim?" dedi Güzin. Nne diyeceğimi bilemeden telefonu kapadım. Numaramı gizlemiş olsam da tedirgindim. Aslında konuya nasıl girecektim ki, Yağ borcunuz var, ne zaman ödeyeceksiniz mi diyecektim? Bir yandan Sevgi'ye, Fatma'ya ve Merve'ye cevap yetiştirip, bir yandan Güzin'e nasıl ulaşırım diye düşünüyordum. Sonra Facede aradım, fotolarına baktım. Genelde aşırı kapalı fotolar, değişik camilerde fotolar falan. Arkadaşlık isteği göndermekten başka çarem yoktu. Yolladım, ne olursa olsun deyip. Saniyesinde kabul edildi.
"Merhaba!" yazdım. "Merhaba Orhan bey!" diye cevap yazdı. O gün akşama dek yazıştık. Saat 16.00'da çıkarken, Güzin bana, "O duyduğum sesleri ben de çıkarmak istiyorum!" diye yazdı. Meğer Merve'yi girerken görmüş, sonrasında eşime yağ ile ilgili mesaj çekmiş, sonra kimsenin olmadığını bildiğinden bizim kapıya kulağını dayayıp dinlemiş, sesler kesilince de kapıyı çalmış. Kendime, Orhan daha belanı mı istiyorsun, elindekiler varken? derken, sıraya Güzin girmişti. Ya bitkisel haptan ölecektim, ya da karıma yakalanıp infaz edilecektim :)
Güzin de whatsap listeme eklenmişti. Ama bu akşam sıra Merve'deydi. Her zamanki saatte onu işyerinden aldım, eve gittik. Merve her zamankinden temkinli girerken eve, elemanı okul arkadaşının hasta olup evde olduğunu söyledi. Sessizce odamıza geçtik, ama parmaklarım harekete geçince Merve sessiz olamıyordu. Onun çok sevdiği iki parmak her harekete geçtiğinde yeri göğü inletiyordu. Bir saat falan sonra sikişimiz bitip odadan çıktığımızda, mutfak tarafındaki harekete gözüm kaydı. İçeride muhteşem bir yaratık vardı: Sapsarı uzun dalgalı saçları sırtında, yemyeşil gözler, muhteşem bir yüz, taş gibi bir vücut. İnanılmaz güzel bir kadındı, burnunu çeker halde lavabo başında su içerek bize bakıyordu.
Merve farketmedi bile, ama ben orada kalıp ona çorbalar yapıp kendi elimle içirmek ister haldeydim :) Kadın yarı buruk, yarı gülümser halde baıyordu. Ama o anda yapacak bir şeyim yoktu, Merve ile birlikte çıktık. Güzin vardı daha, bu kadın da nerden çıktı diye düşündüm. Üstelik adını bile bilmiyordum. Benim kafa da, vücutta zıvanadan çıkmıştı artık :)
[Orhan]
59 notes · View notes
sertsiken0606 · 6 months
Text
Merhaba arkadaşlar ben hasan . Sizlere başımdan geçen bir hikayemi anlatmak istiyorum. Pandemi zamanı evde sıkıntıdan patlarken Ankara ya tayin olan bir akrabam beni aradı polis memuresi bana çok yakın bir ilçede bulunan polis karakoluna atanmış, evde hapis olduğumu biliyordu bana izin alabileceğini birlikte ev bulabilirmiyiz dedi. İzin alırsa herşeyi yapabiliriz dedim izin için bilgileri aldı yaklaşık 1 saat sonra WhatsApp tan izin kağıdını attı hemen dışarı çıktım telefon edip seni bekliyorum dedim , ev çok vardı geldiğinde merhabalaşıp hemen evleri gezmeye başladık. 3 4 ev bakmıştı fiyatta anlaşamamışlar beni araya girmem için çağırdı 2 tarafta beni tanıyordu Fatma hanım Dileğe benim sayemde evi kiraladı kira sözleşmesi imzalandı 2 saat içinde evi halletmiştik eşya gelene kadar bizde kalması için ikna ettim ama sorun büyüktü eşim hemşire olduğu için 15 gün evde 15 gün işyerinde kalıyordu ve 9 gün evde olmayacaktı . Neyse eve gettik odasını gösterdim yemek vs derken akşam olmuştu yakın akraba olduğumuz için ikimizde rahat davranıyorduk biraz TV izleyip 23 30 gibi yatmaya gitti bende Netflix ten film izlemeye devam ediyordum erotik bir sahnede benim aklıma şeytan girdi Dileği izlemek istiyordum kalktım odasının kapısına baktım hafif aralık ve sokak lambasının ışığı odayı aydınlatıyordu hava sıcak olduğu için üzerindeki pikeyi atmıştı geceliği sıyrılmış tam bir seks tanrıçası gibi karşımda uyuyordu sağ bacağı yatakta sol bacağı yerde aşk üçgeni çok belirgindi eşortmanımın üzerinden sikimi okşuyordum kapıyı biraz daha açtım birden doğruldu bana bakarak kaç gündür bir kadın ile birlikte olmadın diye sordu nerdeyse 3 ay dediğimde gülerek gel yanıma abaza gel 3 aydır 31 mi çekiyorsun yani dedi evet dedim elimi tutup memelerini tutmam için sütyeni ni çıkarıp yere attı em hadi bakalım dedi emre itaat edip direk memelerine yumuldum Dilek te eşofmanımı indirip benim bazukamı eline aldı öperek emmeye başladı yatağa uzattım 69 pozisyonuna geçtik bir taraftan birbirimizi emiyor yalıyorduk bir taraftan da soyunmaya devam ediyorduk. Bir ara yeter artık içimde istiyorum seni hadi sik beni dedi bacaklarını ayırıp arasına girdim sikimi amına sürterek fırça attım , ne olur sok artık sen 3 ay olmuş ben 2 yıl oldu sok artık yeterrr diye bağırdı bende emrini yerine getirdim birden içine girdim ahlıyoroff harika erkeğim sik beni doyur yarağa diyordu pozisyon değiştirip domalttım o sırada bana çantasını uzattı kremi sür senin ki biraz kalın zorlanırım bağırmayayım dedi bir an afalladım tamam deyip arko kremi buldum biraz sikime birazda dileğin götüne sürdüm parmağımı götüne sokmaya başladım ilk başta 1 sonra 2 parmak derken bir anda sikimi amına sokmaya başladım kendini geri çekti anal istiyorum onu sabaha kadar sikersin şimdi analdan gir götümü sik dedi bende parmaklarımı çıkarıp sikimi göt deliğine dayadım ve yüklendim hayvan yavaş insanız biz hayvan mı sikiyorsun şerefsiz dedi 3 5 defa gir çık yaptım artık boşalacaktım. Birden kendini çekip içinden beni çıkarttı döndü sikimi eline alıp 31 çekmeye başladı ağzını sikimin başına dayadı ben boşalırken bütün döllerini yuttu 69 pozisyonuna geçtik ama o bacaklarıma yattı bende onun yaptığı gibi onun bacaklarına yattım nasıl beğendin mi dedi çok harikasın dedim . Bana sana birşey itiraf edeyim mi dedi et dedim ben seni hayal edip çok mastürbasyon yapardım evlenmeden önce hep hayalimde sabaha kadar seninle seks yapardım dedi ikimizde birlikte doğrulduk öpüşmeye başladık bir taraftan öpüşüyor bir taraftan birbirimizi okşuyordum beni yatağa uzattı üzerime çıktı sikimi eline aldı amına sürterek oturdu sikime hızlı hızlı oturup kalkmaya başladı birden titreyerek üzerime yığıldı . Orgazm olmuştu saçlarını koklayıp öpüyordum 2 3 dakika hiç ses çıkarmadan yattı üzerimde baktı bana bu gecelik yeter daha uzun uzun sevişiriz dedi banyo ya gitti bende peşinden birlikte duş aldık karımla her gece yattığım yatağa uzandık çırılçıplak bir şekilde uyuduk . Sabah kalktığımda yanımda yoktu . 9 gün birlikte seks yaptık sizlerin beğenisine göre devamını yazacağım. İyi sikişler
54 notes · View notes
sexcxsblog · 1 year
Text
KOCAMIN ARKADAŞI
Ben sexy bir kadınım sexy giyerim kocamın arkadaşları gelince hep beni dikiz ederler bende çok hoşlanırım. Bir gün arkadaşının yaragi bayağı kalkmış pantolonudan belli dikiz ettim oda beni dikiz etti. Sonra bir gün beni aradı hal hatır sordu kocan evde mi dedi yok dedim ora gelsem olur mu dedi niye dedim işte dedi nasıl yani dedim orda söylerim dedi. Anladım gel hadi ne diyeceksen de dedim. Biraz sonra zil çaldı kapıyı açtım. O girer girmez bana sarıldı dur dedim. Ne durması biliyorum sen de beni istiyorsun çünkü o gün çok fena dikizledin senin aradığın bende dedi ve beni baştan asagi soydu heryerimi yaladı. Bir baktım ki yaragi fena kalkmış dayanamadım önce sakso yaptım. Sonra soyundu benim bacak arama girdi kendi elimle amimin icine koydum hadi dibine kadar sok dedim devam etti iki defa geldim tabi oda o hala devam ediyor ben bittim o bir daha boşaldı nihayet seviştik arada buluşuyoruz. Böyle erkek dostlara olsun.
130 notes · View notes
sebperest · 3 months
Text
Kuşlar Bediüzzaman'ı neden heyecanlandırıyor?
Tumblr media
"Acaba, emsalsiz bir tarzda hem serçe kuşu acip bir surette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması (...) hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mı ki bir beşaret-i gaybiye olmasın?" Emirdağ Lahikası'ndan.
Nakış bağlantıları görmekle görülebilen birşeydir. Çünkü nakışta kumaşın tekdüzeliğinden başını çıkarmış ipler/ilgiler vardır. Hikmet okumaları nakışları görünür kılar. Detayları bağlayabilirseniz nakış sahibi olursunuz. Yoksa nakışlar gizlenir. Olmadıklarından değil. Göremediğinizden. Mehirleri dikkattir.
Allah onu nihayetsiz rahmetiyle sarsın sarmalasın. Mürşidim Bediüzzaman Hazretleri kuşlardan çok ümitleniyor. Hatta heyecanlanıyor. Evet. Aynen öyle. Abartmıyorum. Onları birtür uğur sayıyor. Birnevi müjdeci görüyor. Bununla ilgili Emirdağ Lahikası'nda çok misaller var. Mesela birisinde diyor ki:
"Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, vurdu. Biz, uçurmak için işaret ettik, gitmedi. Mecbur oldum, Ceylan'a dedim: 'Pencereyi aç; o ne diyecek?' Girdi, durdu, tâ bu sabaha kadar... Sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm. Baktım, 'Kuddüs, Kuddüs' zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: 'Bu misafir niçin geldi?' Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir kayboldu."
Başka birisinde de söylüyor:
"Ben, Berat gecesinden az evvel Asâ-yı Mûsâ tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: 'Müjde mi getirdin?' İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Asâ-yı Mûsâ üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allahaısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Mûsâ'yı, hem Berâtımızı tebrik etmek istedi." Üçüncü birisi ise şöyle:
"O mübarek hediyeler odama geldiği zamandan on dakika evvel, serçe kuşuna benzer bir kuş yatağımın ayağı altında gördüm. Halbuki pencereler ve kapı kapalı, hiçbir delik yok ki, o kuş girebilsin. Baktım, benden kaçmıyor. Bir parça ekmek verdim; yemedi. Kalben dedim: Üç dört sene evvel aynı burada kuşların müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor."
Ömrü esarette, sürgünlerde, zindanlarda geçmiş bir ihtiyar âlimin yalnızlığının şiddetinden dolayı kuşlarla bile arkadaşlık etmesi mi dersiniz buna? Alaya mı alırsınız? 'Cık, cık, cık...' mı çekersiniz? Acır mısınız? Fakat sanki fazlası da var. Hatta, ilginçtir, verdiği gıdaları yememelerinden de (önemli bir detaymış gibi) mükerrer bahsediyor. Neden? Niçin? Niye buna ehemmiyet veriyor? Mesela birincide diyor: "Ekmek bıraktım, yemedi." İkincide ekliyor: "Ekmek, pirinç verdim, yemedi." Üçüncü de tekrar altını çiziyor: "Bir parça ekmek verdim; yemedi." Bu mevzuu talebelerine her defada yazmakta acaba ne mana var? Kuşların ekmeği-pirinci yememesi bizler için ne gibi bir hikmet ifade edebilir ki?
Soruları yazdım ama cevabı bende de yoktu arkadaşlar. Ta ki 'İbrahim aleyhisselamla misafir melekleri' kıssasını bu mektuplarla bağlayana kadar. Evet. Kur'an'da Hicr ve Hûd sûrelerinde aktarılan bu kıssada ilginç detaylar var. Mesela: İbrahim aleyhisselam, ziyaretine gelmiş bu mübarek misafirlerin melek olduklarını bilmiyor, en azından başlarda bilmiyor. Ve, o yüce cömertliğine yakışır şekilde, onlara ikramda bulunmaya niyet ediyor. Hâdiseyi ilgili ayetlerin kısacık bir meali üzerinden takip edelim:
“Andolsun ki elçilerimiz İbrahim’e bir müjde ile geldiler ve 'Selam!' dediler. O da 'Selam' dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat ellerinin o buzağıya uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku hissetti. Onlar da: ‘Korkma’ dediler! 'Biz Lût kavmine gönderildik.' O sırada İbrahim’in hanımı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshâk’ı ve İshâk’ın arkasından da Ya’kub’u müjdeledik.” (Hud, 11/69-71)
İşte burada benim dikkatimi çeken incelik: İbrahim aleyhisselamın yaptığı 'kızartılmış buzağı' ikramına meleklerin ellerini uzatmaması. Gerçi İbrahim aleyhisselam bu hareketsizlik karşısında önce endişeleniyor. Zira misafirlerinin dost olmama ihtimali de var. Bir insanın ikramını reddetmek ona karşı duyulan husumetten kaynaklanabilir. Nitekim, enteresandır, bugün de müslümanlar ikramlarının reddedilmesini tuhaf karşılarlar. Hele İbrahim aleyhisselamın hemşehrileri (yani Urfalılar) daha tuhaf karşılar. Redd-i ikramdan hakaret manası çıkaranlar bile vardır. Osmanlı'da ihsan-ı şahaneyi (yani padişahın hediyesini) reddetmek suçtur. Yine mesela: Seferîlikte namazın kasredilmemesi Cenab-ı Hakkın ihsanını reddetmek sayıldığından hoşgörülmez. Hülasa: Nakış gibidir ahlakımız. Her yere uzanır.
Yalnız burada, Allahu a'lem kaydıyla, şöyle bir hikmet okuması da yapılabilir: Firavunlar çağında bakarperestlik o coğrafyada yaygın olduğundan, İbrahim aleyhisselam, ellerini uzatmamalarını muhataplarının 'buzağı ikramını hoşgörmeyecek itikatta olduklarına' yormuş olabilir. (Belki de onlar bakarperesttirler?) Bugün de Hindistan coğrafyasındaki müslümanlar, sırf kurbanda sığır kestiklerinden dolayı, zulümlere maruz kalmaktadırlar. İbrahim aleyhisselamı da endişelendiren belki buna benzerdir.
Mürşidim, 20. Söz'ünde, hayvanlara tapma hastalığının İsrailoğullarına da tesir ettiğini, bunun delillerinden birisinin de 'icl hâdisesi' olduğunu söyler. Yani, Sâmirî'nin, Musa aleyhisselamın yokluğunda, İsrailoğullarından bir kısmını buzağı heykeline taptırabilmesi, onların seciyelerine kadar işlemiş işte bu HAYvanlara TAPma (büyük harfler klavye hatası değil) teolojisinden kaynaklanmaktadır:
"Mısır kıt'ası, kumistan olan Sahrâ-yı Kebirin bir parçası olduğundan, Nil-i mübarekin feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahrâ komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraati, ahalisinde pek mergup bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraati kudsiye ve vasıta-i ziraat olan bakarı ve sevri mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ, o zamandaki Mısır milleti, sevre, bakara, ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte, o zamanda Benî İsrail dahi o kıt'ada neş'et ediyordu; ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, 'icl' meselesinden anlaşılıyor. İşte, Kur'ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhiyle ifham ediyor. İşte şu hadise-i cüz'iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu, ulvî bir i'câz ile beyan eder. Buna kıyasen bil ki, Kur'ân-ı Hakîmde bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz'î hadiseler, küllî düsturların uçlarıdır."
Konuyu dağıttık. Geri dönelim. Ve hemen soralım: Kur'an bize İbrahim aleyhisselamın kıssası üzerinden de başka düsturlar/sırlar öğretiyor olabilir mi? Mesela? Mesela: Melekler başka canlıların, örneğin insanların, sûretlerine girebilirler. Ancak insanlar gibi yeme-içmeleri olmadıklarından ikramları bizim gibi tüketemezler. Peki sadece insanların sûretlerine mi girer melekler? Hayır. Fazlası da var elbette. Mesela: Mürşidim, 15. Söz'ünde, kuşların da meleklerin binekleri olabileceklerini söylüyor:
"Bazı rivâyâtın işârâtıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı seyyare, seyyarattan tut, ta katarâta kadar, bir kısım melâikenin merâkibidirler. Onlar bunlara izn-i İlâhî ile binerler, âlem-i şehadeti seyredip gezerler. Hem denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı hayvaniye, hadiste 'tuyûrun hudrun' tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, ta sineklere kadar, bir cins ervâhın tayyareleridirler. Onlar, bunların içine emr-i Hak ile girerler, âlem-i cismâniyâtı seyran edip o cesetlerdeki hasselerin pencereleriyle cismânî mucizât-ı fıtratı temâşâ ederler." Eh, evet, toparlayalım: İbrahim aleyhisselamın ikramına dokunmayan misafirleri akabinde ona müjdeler getirmişlerdi. İşte bu dersten hareketle diyorum ki: Bediüzzaman da umulmadık şekillerde misafiri olmuş kuşları ikramlarıyla sınıyordu belki. İkramını reddettiklerindeyse umutlanıyordu. Çünkü hayvanlığın seciyesinde ikramı reddetmek yoktur. Melekliğin seciyesinde vardır. Onlar bir haneye teşrif ettiklerinde arkası müjdedir. Mürşidimin böylesi küçük heyecanları bile ne güzeldir. Arkasını tefekkür etmek Kur'an'a götürür. Elhamdülillah. Cenab-ı Hüda ona gökteki kuşlar adedince rahmet eylesin. Kabrinde kıyamete kadar müjdelerle meşgul kılsın. Bizi de şefaatine kabul buyursun. Âmin. Âmin. Âmin.
5 notes · View notes
Text
bugün çok sinirliydim fotoğraf çekilmesem sakinleşemezdim.
sabah iş yerine geldim bana alarm olduğunu söylememişler ben de kapıyı açtım bir ses duydum sonra bir ses patladı 5 dakika boyunca kulaklarım gitti kızın bugün nikahı var aramak zorunda kaldım alarm var söylememişsiniz dedim o da evet unutmuşuz dedi işte şifre şu bunu girer misin dedi giriyorum giriyorum olmuyor sonra apartman görevlisini aradı adam geldi şifreyi girdi oldu yani ben nasıl telaş yaptıysam basamamışım düğmelere çok saçma gerçekten yani bütün aksilikler saçmalıklar beni buluyor hasta potansiyeli de gerçekten harika sabahtan beri sinir krizi geçirmek üzereyim.
ve tek başımayım.
10 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
GÜNÜN HİKAYESİ...
---------BİR ÇUVAL UN-------
1965 Yılının zemheri ayında, duydum ki komşunun evde unu bitmiş, çocukları aç. Çağırdım hanımı durumu anlattım:
” Allaha şükür unumuz fazlasıyla var, komşunun hiç unu kalmamış, beş çocuğu ile perişanmış. Bir çuval un verelim!” dedim.
Eşim her zaman olduğu gibi yine cimriliği tuttu:
” Benim de beş çocuğum var, ne malum ki, gelecek yıl buğday alabileceğim. Kusura bakma vermiyorum!” diye kestirip attı.
Ne yapayım, ne edeyim diye karar kara düşünmeye başladım. Param olsa para vereceğim:”Git un al!” diyeceğim, ama yok!
Ertesi gün komşuyu aldım kahveye gittim.
“Durumun nasıl?” diye sordum, bana çocuklarının aç olduğunu, ununun hiç kalmadığını söyleyemedi. Gururlu bir adamdı : ”Çok şükür!” diye kestirip attı.
“Hiç saklama, zor durumda olduğunu biliyorum.” Dedim. Yüzüme baktı, hiçbir şey demedi ama o bakışlar her şeyi anlatıyordu.
“ Bu gece evin kapısını açık bırakacağım. Gece yarısı içeri gir kilerin kapısı da açık olacak. Bir çuval un al git, sonra ödersin!”dedim.
Yüzüme baktı, gündüzler çuvala mı girdi, dercesine gözlerime baktı.
Ona eşimin vermediğini söyleyemedim. Bir bahane uydurmak istedim: “Senin bizden un aldığını kimse görmesin!” dedim.
Aklına yattı. “Tamam!” dedi. “Ama yazın fazlasıyla vereceğim!” diye kendi gururunu susturdu.
Çayımızı içtik ayrıldık.
Bu gece ben pusu kurup eşimi uyuttuktan sonra kapıyı açıp tekrar yatacaktım.
Geç saatlerde eşim gitti yattı. Biraz bekledim, gidip uykuya dalıp dalmadığını kontrol ettim. Tamam. Uykuya dalmıştı.
Sokağa bakan iki kanatlı kapıyı açtım, geri geldim gaz lambasını söndürdüm, uzandım.
Uzandım ama kulağım kapıda. Bir çıtırtı mutlak gelir diye düşündüm.
Fazla geçmeden kapı hafiften gıcırdadı. “Tamam!” dedim. “Adam geldi.”
Sonrasını bekle bekle bir türlü adam çıkıp gitmiyor. Meraktan patlamak üzereyim. Yardım operasyonu başarısız olacak diye ruhum gidip geliyor.
Yarım saat oldu, adam kilerde bir türlü çıkmadı. Artık dayanamadım, kalkıp gittim, kilere girdim.
Girdim ki, zavallı adam çuvalı sırtına almaya çalışıyor, ama bir türlü başaramıyor.
Beni gördü, gözleri parıldadı:” Şunu sırtıma atamadım komşu!” dedi. Zavallı su içinde kalmış.Alnında boncuk boncuk terler dökülüyor.
Yardım ettim, çuvalı sırtına yükledim. Yavaşça, sessizce kilerden çıktık. Geçtim iki kanatlı kapıyı adama açtım. Tam, bu iş tamam deyip derin bir nefes alacaktım ki, merdiven başında bizim hanım jandarma edasıyla: “Dur!” demez mi?
Aman Allahım, ruhum uçtu sandım. Hanımdan korkmaktan değil, unu götüren adam, unu eşimden gizli verdiğimi anlarsa, gururu kırılır, bir daha benimle konuşmaz, diye korkuyordum.
Yoksa; eşim sonra bana ne derse desin, ben alışkınım.
Adam sırtında ki unla dışarı çıkmadan durdu. Ben ne kadar dua varsa bir çırpıda okudum.
Geldi, adama baktı. Ne yaptı biliyor musunuz?
Eğildi adamın yüzüne baktı:” Yetmezse gel bir daha al İsmail efendi!” demez mi.
Adam teşekkür ederek gitti. Ama ben meydan heykeli gibi anlamsız ve şuursuz bir halde hala hanıma bakıyorum.
Adam gittikten sonra kapıyı örttü, bana döndü:
” Sana bunu yaptırdığım için özür dilerim. Bundan sonra senin yüreğinden geçen benim de yüreğimden geçtiğini farzet ve ona göre davran!” dedi.
O gece; görücü usulü evlendiğim, otuz yıllık eşimi ilk defa kalpten sevdim, sonraki hayatımızda bir dediğini iki etmedim.
Bugün bayram ve eşimi kaybetmemin üzerinden iki yıl geçti. Un verdiğimiz fakir her bayram sabahı olduğu gibi bugün de beni aldı, mezarını ziyarete gittik......
9 notes · View notes
billkill · 1 year
Text
6 EKİM 2022
"Melisa... Melisa...!"
Berk, Hato'yu kendi odasına koyduğu için içi rahat, hamster'ın kafesini açmak istiyordu. Öyle çok istiyordu ki! Sanki bu hareketi, küçük yaratığa sürekli koşup durmanın ama kendini o çarktan çıkaramamanın salaklığını gösterecek, ve özgürlüğün kıymetini anlatacaktı.
"Ben artık özgürüm, bence sen de öyle olmalısın," diye kafesin kapısını açtı, ama farecik beklediğinden hızlı çıktı kafesten. Berk, göz açıp kapayıncaya kadar süratle masadan geçti, "Melisa!" demesine kalmadan, kendini yere atmıştı farecik...
"Allah kahretsin ya, kafama tüküreyim! Ne bok yemeye açtım ki o kafesin kapısını!"
Ozan'dan sonra, o camı şipşak yeniletmeyi akıl etmişti, neyse ki farenin oradan kaçacak bir durumu yoktu. Aksi gibi, zil de çalmaya başladı; kapı aynı zamanda yumruklandığı için, Berk gözleri halen farenin üzerinde, "Patlama be!" diyerek kapıya yöneldi.
"Ne o, artık kapıyı bile sonuna kadar açmıyor musun yüzümü görünce?" diye soran Hazal'dı.
"Geç başımın belası, geç..." diye onu hızlıca içeri çekti Berk. Hazal, bu yaptığına anlam verememişti ama hoşuna da gitmişti. Fakat bu hoşnutluk, yerde dolanıp duran bir fareyi görünceye kadardı...
"Annecim!" diye bağırarak koltuklardan birine çıktı.
"Ya alt tarafı küçük bi' fare!" diyen Berk, dolaptan peynir almaya gitti. "Klasik yöntemler her zaman işe yarar."
"Oğlum, burayı hayvanat bahçesine mi dönüştürmek niyetin!"
"Sana ne! Yahu, ev benim, özgürlük benim, istediğimi yaparım, siz ne karışıyorsunuz!" diyen Berk, peyniri kafese koydu. Kafesi yere indirdikten sonra, Melisa kafesinden içeri girdi. Berk, Melisa'yı Kenan'ın odasına götürdükten sonra, kaşla göz arası bir fare sesi çıkararak Hazal'ı korkuttu.
"Şaka şaka...!" diye kızın karşısındaki koltuğa yayıldı. Hazal, kaşlarını çatarak kendi koltuğundan indi, tedirgin bir şekilde oturdu. "Tozluyaka'da gördüğüm o fare baskınından sonra bir daha asla düzeltemedim bu fobimi!"
Neler söylediğini dehşetle fark eden Hazal, ellerini ağzına götürdü ama, çoktan kaçmıştı kelimeler ağzından...
"Ne dedin ne dedin sen, bir dakika..." diyen Berk doğruldu. "Sen... bir zamanlar Tozluyaka'da mı oturuyordun? Ve evinizi fareler bastı, öyle mi?"
"Baban zaten biliyor... onun gibi tehdit edeceksen, et sen de..." dedi Hazal. "Sen beni ispiyonlasan da ben sana kızmam... Bak Berk, biz seninle aynıyız... sen, bir kızı en büyük sırrıyla tehdit edebilecek kadar kötüysen, ben de bana attığın tokadı affedecek kadar kötüyüm..."
"Birincisi..." dedi Berk. "Benim seni tehdit ettiğim falan yok... onu bırak, babamın seni tehdit ettiğinden haberim bile yok... Şerefsiz ya... ikincisi... saymaktan bıktım gerçi de, sana tek tek anlatıyorum ki, laflarım tek tek o kalın kafandan girsin... Sana son kez söylediğim gibi, bizden ne köy olur Hazalcım, ne de kasaba, ama sen illa kendine hakaret ettirtmek istiyorsun ya! Evimden de, hayatımdan da defol Hazal!"
"Son sözlerin bunlar mı?" diye sordu genç kız.
"Evet."
Hazal, çantasını alarak kapıya doğru yürüdü. Onu açmadan önce, son bir kez döndü, "Bu arada..." dedi. "Başın sağ olsun bir kez daha, Berk. Annenin ölüm yıldönümünü unutmadım."
"Hazal, bak..." diye hızla ayağa kalkan Berk, Hazal'a yetişememişti... yüzüne çarpıldı kapı. Genç kız çıkıp gittikten sonra, "Allah kahretsin!" diye bir tekme savurdu kapıya. "Allah seni kahretsin kayıp çocuk!"
Ve Berk'in bedduaları, hakikaten de tuttu.
Kendisine gelen bir telefon, V.N. adındaki bir kişinin, Vefa Akın'ın cinayetini üstlendiğini söylüyordu.
Berk, babası aleyhinde verdiği ifadeyi gözden geçirmeye çağrılıyordu...
*****
Aynı Gün
Ali, deniz kenarında zorla simidini kemirirken, "Benim yaptığım simitlerden daha güzel mi bari?" diye bir ses duyuldu.
"Hiç kimse senin kadar güzel simit pişiremez anne..."
Derya, oğlunun kafası atınca nereye gittiğini tahmin edebilecek kadar yakından tanıyordu Ali'yi... eh, Ali şanslı bir evlattı. "Yani bana kızgın değilsin?" diye oğlunu öptü Derya.
"Ben sana hiç kızmadım ki... ben, annemi bir kalemde silip atacak biri değilim. Ama ben sana çok, çok kırıldım anne..."
"Belki saçma sapan bir şeyden oldu... ama sonuçta sana ben söyledim Ali. Bu gerçeği, o katilden duymadığına seviniyorum..."
"Neye seviniyorsunuz Derya teyze, söyleyin de ben de sevineyim..." diye bir ses geldi.
"Cemre!" diye kıza sarıldı Derya. "Sen ner'den buldun bizi? Hayır, doğru soru: Daha iyisin ya?"
"Ne diyordu Arap..." diye sırıttı Cemre. "Zıpkın gibi, fişek gibi!"
"Bu kız da iyice Tozluyakalı oldu ha, Ali... Niye öyle dikiliyorsun yalı kazığı gibi oğlum, ben varım diye utanma, ha'di koklaşıverin gayri!"
Annesinin taklidi, nihayet güldürmeyi başarmıştı Ali'yi. Cemre'ye sarıldı. Derya'nın baş başa bıraktığı gençlerden, ilk adımı atan Cemre oldu. "Bu ilk kavgamızdı..."
"Valla, isterdim ki ellerimde çiçekler olsun ama... simit yer misin?"
"Simit mi..." dedi Cemre. "Simide bayılırım!"
Ve simidin çoğunu, gerçekten de büyük bir iştahla yedi. "Cemre..." dedi Ali. "Ne kadar zor hastalıklarla uğraştığını biliyorum. Ama hatırım için, Bulimia ilaçlarını da aksatma..."
"Ötekilerini de aksatmam, anladım Ali," dedi Cemre. "Ben de olan bunca şeyin arasında, bir de beni düşünmeni istemem... yani... Eğer anoreksik bir kızla, bir psikiyatrik ilaç bağımlısıyla falan birlikte olmak istemezsen, seni anlarım..."
"Nasıl yani?"
"Eğer şu anda ayrılırsak, ben hiç üzülmem," dedi. "Çünkü yolun çok başındayız. Arap'la Duru gibi yani... biz de 'toksikleşmeden' ayrılabiliriz... Yani... bu senin için köprüden önceki son çıkış... ama eğer 'Tamam' değil de 'Devam' dersen, işte o zaman ölene kadar benden kurtulamazsın, haberin olsun. Çünkü ben sana gün geçtikçe âşık oluyorum..."
"Yanılıyorsun Cemre..." dedi Ali. "Yolun başını falan çoktan geride bıraktık..." Ona üçüncü öpücüğünü verdi. "Ben de sana çok âşığım, ve bizi ancak ölüm ayırabilir."
*****
Kolejli gençler, sınıflarından içeri girdikten sonra sıralarında notlar buldular. Hazal, hemen gözlerini Ege'ye çevirdi. "Yine mi senin işin!"
"Hayır, kızım ya, saçmalama, ben bıraktım o işleri!"
Genç kız, elindeki kâğıdı açtı. "Seni çok seviyorum," yazıyordu.
"Böyle demiştin bana. Yani, ben sana zorla söyletmiştim... kimden geldiğinin önemi yoktu, sadece üç kelimeye ihtiyacım vardı, 'Seni çok seviyorum...' Ve sen söyledin onları bana Hazal. Bunun için teşekkür ediyorum. Ama sevmemelisin. Sana yaptığım her şey için özür diliyorum... Sırrın bende güvende... Eğer bir gün kim olduğunu kabul edip, bunu dürüstçe itiraf etmeye karar verirsen, seni kucaklayacak kayıp bir dostun olduğunu daima bil..."
Çağrı'ya, "Eğer geriye dönüp de, hayatımda bir günü değiştirme şansım olduğunu söyleseler, tek bir günü seçerdim..." diye yazıyordu. "O uyuşturucuları aldığımız günü. O uyuşturucular yüzünden Cemre'yi aldattım, o uyuşturucular yüzünden bütün bu boktan olaylar zinciri yaşandı, ama bana iyi bir ders oldu... sense o dersi alamadın Çağrı. Annenle babana kızdıkça esrara sarıldın, Leyla'ya kızdıkça kokaine sarıldın... ve daha neler neler... Leyla'nın da yardıma ihtiyacı var Çağrı. İkinizin de var. Onu bilmem ama, sen ailenle yüzleşebilirsin... dikil karşılarına. Tek bir evlatları olduğunu, onu da kaybetmemeleri gerektiğini söyle onlara, yoksa benim gibi kayıp bir çocuk olursun..."
Ege'ye, "Hayatında adrenalin istediğini biliyorum," deniyordu. "Sen gerçekten de bir dâhisin... ama zeki insanlar, çok çabuk sıkılırlar boş işlerden. Seni anlayabiliyorum, ama böyle olmaz... bundan sonra gizli-kapaklı işler çevirme. Sevdiklerini kandırma en azından... tabii bu kayıp çocuğu hiç sevdin mi, onu asla bilemeyeceğim."
"Eee, sana bir not yok mu?" diye sordu Cemre'ye Hazal. Berk ortalıklara görülmediği için, ilk defa ortalığı ayağa kaldırmaması, Cemre de dâhil bütün sınıf ahalisini şaşırtmıştı.
"Hayır, yok."
"Dolabına bakmayı denedin mi? Belki oraya bırakmıştır notunu..."
"Bıraksa da um'rumda olmaz, Cehennem'e kadar yolu var," dedi Cemre.
Fakat Berk'e Melisa'nın kafesini açtırtan merak, Cemre için de geçerliydi. Teneffüste, dayanamayarak dolapların oraya gitti.
"Burada bir şey yok..."
Ama öğrencilerin, bir dolapları daha vardı. Spor salonundaki... yeni yapılmıştı. Spor salonu tadilattan çıktığından beri, öğrenciler oraya kişisel eşyalarını koyabiliyorlardı.
İşte tam da bu dolabın içinden, piyanocuların kullandığı türden bir saat çıktı.
"Berk de piyano çalıyor..." diye fısıldadı Cemre. Korkutucu mesajı, büyük bir sakinlikle karşılamıştı. "O burada mıydı?"
*****
Önder, Nesrin'den duydukları üzerine okulda değildi. Tam bir haftalık izin vermişti kendisine, ne de olsa müdürden sonraki en yetkili kişi oydu. Nesrin, önce inkâra gitmiş, sonra Vefa'yla ilgili bildiklerini anlatmıştı eski kocasına.
"Vefa, zengin bir aileden bursunu alıyordu biliyorsun..." demişti. "Boşuna Vefa dememişler adına... tanışmak istemiş bağışçılarıyla. Adam bir psikologmuş... Vefa da, 'Fırsat bu fırsat,' diye düşünerek, onunla ölüm korkuları üzerine konuşmak istemiş olmalı... Adam, Vefa'yla görüşmelerini kaydetmiş, kendi sesinin asla kayıtlara yansımamasına dikkat ederek..."
"Peki, bu adam sana ner'den değdi?" diye sormuştu Önder. Nesrin'in açıklamalarını yeterli bulmamıştı. "Ege'yi dark web'de bulduğu gibi, seni de orada bulacak hali yok ya!?"
"Yok... elbette yok..." demişti Nesrin. "Önder ben... o psikologun müstakbel eşiyim."
"Ne, sen o adamı tanımakla kalmadığını... bir de onunla evleneceğini mi söylüyorsun?!"
"Önder, kıskançlığın sırası mı şimdi..."
"Asıl şakanın sırası değil Nesrin! Benim Derya'ya âşık olduğumu biliyorsun!"
"Vay, yüksek sesle itiraf edebilecek duruma gelmişsin yani!"
"Nesrinciğim, lütfen konuya dönelim..." dedi Önder. "Ne bu adamın adı? Vefa'nın bağışçısı olan psikolog kim!"
"Sen onu zaten tanıyorsun..." dedi Nesrin. "Tanıdığın en zengin psikolog olur kendisi ..."
Önder şok olmuştu.
Yakından tanıdığı tek bir psikolog vardı.
Çok yakından...
Çok zengin... ve de çok güçlü...
Kenan'dan bile...
"Efe..." diye kekeledi. "Ege'nin babasıyla evleniyorsun sen...!"
*****
Berk, o notların veda notları olup olmadığını anladıklarından emin değildi. Sadece üç kişiye göndermişti, diğerlerine veda etmiyordu.
"Pes ettim, kaçıyorum sanma kayıp çocuk..." dedi portmantodaki aynaya. "Cemre'yle Ali'nin senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum, o yüzden, onlara 'Elveda' demedim... bir tek Hato'yu alıyorum yanıma..."
Ozan'ın emanetini, Önder hocaların kapısına bırakmayı uygun görmüştü.
Kafesi tutmayan eliyle, çantasını sırtlandı. Eli, kapının kulpuna uzandığında, avukatla karşılaşacağını bilmiyordu.
Bizzat Zeki Bey'di gelen.
"Zeki Bey...?" diye elindeki çantayı yere düşürdü. "Hangi rüzgâr attı sizi buraya?"
Berk için, düşmanının dostu düşmanıydı. Bu avukatı hiç sevmezdi. "Berk Bey, size bazı haberlerim var..." dedi Zeki Bey. "Babanızla ilgili..."
12. BÖLÜMÜN SONU...
1 note · View note
2009yazinadonus · 7 months
Text
rüya altmış bir
odamdan tıkırtılar duyduğumda, kapısını aralayıp içine baktım. bilgisayarıma bağlanmış bir projeksiyon aleti, bilgisayarımdaki utandırıcı resimleri duvarıma yansıtıyor, penceremden içeri bakan biri ise kurnazca duvardaki yansımaların fotoğraflarını çekiyordu. çektiklerini azizeye gösterip beni rezil edecekti. bir anda kapıyı açtım kılıcımın olduğu yere koştum, kılıca dokunduğum gibi hiç beklemeden pencereden aşağı atladım. röntgenci hırsız benden kurtulmak üzere uzaklaşırken, son bir hamleyle kılıcımı ileri ittirdim. kaybolmayan kabus, hırsızın tutunduğu ipe takıldı ve ordan gerilip sekerek adamın alnını çizdi ve gözüne girdi. bir gözünü çıkardı. uyadım.
0 notes
mitskikinnies · 9 months
Text
Dry Drowning - Chapter 1 (Türkçe Çeviri)
Kılıç derine inerek sert ete saplandı.Rakip, gözyaşları ve dere gibi kan döküldükçe daha fazla ses çıkarmadı.Mamafih, tekrar havaya kaldırılan kılıç, karanlıkta ışıl ışıl parladı.
“Bu an için çok, çok uzun zaman bekledim.”
Evet, bu onun çok uzun zamandır hazırlandığı bir şeydi.
“Nefesi duran adamın önünde eğilirken gülüyor muydum ağlıyor muydum bilemiyordum.”
“Duygularım yavaş yavaş yok mu oluyordu?”
Diyeceği bir şey kalmamıştı.
“Hala korumam gereken bir itibarım var.”
Örümcek ağına benzeyen bir karmakarışıklık hissi geri gelirken hafifçe gözlerimi açtım.
Adamın vücut sıcaklığının düşmeye başladığı belliydi.
Nefesi tutup dikkatlice dinlemiş olsa da, yaşayan bir insanın kalp atışını duyamıyordu.
“Buna inanamadım, bu yüzden birkaç defa daha kontrol ettim, ama hiçbir şey değişmedi.”
“O gerçekten ölmüştü.”
Aklımda yankılanan gerçek sonunda kazındığında, ağzımdan hiçbir şey çıkmadı. Karışık hislerle solgundum. Rahatlamış mıydım, hor mu görmüştüm, suçlu mu hissediyordum bilmiyordum. Kasvetli dünyanın parçalandığını izledikçe elimin arkasıyla ıslak gözlerimi ovaladım. Gözyaşlarının sızacağını düşünmüştüm ama garip bir şekilde ellerimin arkası kuruydu, kan izleri vardı.
“Senin ölümünün sebebi benim.” diye mırıldandı, daha önce hiç dokunmadığı adamın yanaklarına dokundu ve aşağıdan gelen bir ışık huzmesi belirdi.
O anda atabileceği eski 2G telefonda tek bir numara bile bulunmuyordu. İşlerini bitirdikleri anda ondan kurtulmaları normaldi.
“……”
“O benim gibiydi.”
Hiçbir şey kaydedilmemişti, bir arama olduğunda hiçbir anlamlı numara görünmüyordu.
O yüzden ona hiç bakmadan ayağını hareket ettirdi. Bir cup sesi geldi ve yatağın altına sıkıştırılmış şey kullanılamaz haldeydi. Nasıl bir yüz ifadesine sahip olduğunu bilmeyerek tereddüte düştü, adamın yüzüne tükürdü ve arkasına döndü. Çünkü onun gösterebileceği en büyük hakaret buydu.
Kanı ve parmak izleriyle dolu kılıcı bırakarak o iğrenç yerden ayrıldı. Sabah havası hala serindi, kirli sokakların yukarlarındaki tiksindirici gürültü…sabahın aksine sessiz bir kasaba biri tarafından öldürülmüş gibiydi.
Dar ayakkabılar bir süreliğine kırmızı bir iz bırakmıştı.
Bu saatte yürüyen insanların her zamanki gibi bir yüz ifadesi yoktu.
Tüm adamlar aynı ırkta diye mi sokakta gezinen kana bulanmış bir adamı görmüyorlarmış gibi davranıyorlardı?
“Bununla ilgili daha fazla kafa yormak istemiyorum.”
Tükenmişliğe benzer bir his ile tüm gücü parmak uçlarına damladı. Geçmişe baktıkça bir masalı andırır bir şekilde arkada izler bırakmışsın gibi görünüyordu.
Dar, berbat kokulu patikayı geçince kavşağı göreceksin.
Geçen sene sönen sokak ışıkları hala tamir edilmemişti.
Uzun zamandır gitmediği bir yer olmasına rağmen yürüyüş hızında hiçbir tereddüt belirtisi yoktu.
İnsan kontrolündeki bir binayı görünce karanlık bir köşede saklanmak normaldi.
Biraz daha yürüdüm, tanıdık bir yere ulaştım ve en sonunda sessizce yüksek duvara tırmandım. 
 
Sessizce vardığında girişe yaklaştı ve boynunun etrafını aradı.
Boynunun çevresindeki zinciri çektiğinde, bir tişörtün içinde saklanmış bir anahtar ortaya çıktı. Gümüş beyaz parlak yüzeye bakarken kapıyı açmak oldukça garipti.
Kapı topuzunu çekti ve hiçbir söz etmeden içeri girdi. Bir parça bile mobilya bulunmayan ve tek bir ışık demeti bile girmeyen iç kısım dışarıdaki karanlıktan daha kasvetli görünüyordu.
Ama ışıkları açmadı.
Oturma odasını geçerken en içteki kapının önünde durdu, yavaşça kapıyı açtı ve yağ kokusu burnuna geldi.
Bir şey yanlıştı, tuhaf bir fikir olduğunu düşünerek içeri girdi. Masadaki boyaya hafifçe dokundu. Tozlu ve pürüzlüydü fakat her şey sükunet içinde görünüyordu.
Suya batırılmış sünger gibi düşen vücuduna zor dayanarak kötü planlanmış stüdyoya baktı.
Yüksek kaliteli yontulmamış odundan yapılan şövalye, kuru bir palet, boş tuval ve tutkallı alçı ile boyanmamış bir odun resim tahtası aracılığıyla tuval bıçağını buldum.
Translator Note: Tuval bıçağı (Canvas knife): Bir sapa yerleştirilen değişken esnekliğe sahip renkleri karıştırmak veya karıştırılan renkleri tuvala aktarmak için kullanılan ince bıçak ağzı.
“Kullandığım tuval bıçağı epeyce keskindi. Materyal kötü olmasına rağmen güzel bükülüyordu ve bu yeterliydi.”
“Yakındaki bir koltuğa otur ve onu yavaşça tut.”
“Kaldırdığım elimle ilgili hiçbir pişmanlığım yok. Nefes al, gözlerini kapat ve sadece bunu yap.”
“Sadece bıçak ağzını al ve içine sok.”
“Ah.”
Tereddütsüzce kendi boynunu bıçakladı ve penceredeki uzak manzaraya hayal meyal baktı.
Özlem sesi bir yerden geliyordu.
Et yayıldıkça akan vücut sıvısı hızlıca kişinin işlediği günahları ölçüyordu.
“Onları unutmamaya söz verdim çünkü çok fazlalardı.”
“Sonra hayatın zor olduğu dank etti.”
Biri kırmızı gözlerini kapatmadan bu tarafa bakıyormuşcasına nefes almak zordu.
Üzgünüm, bugün özür dilemediğimi fark ettim o yüzden dudaklarımı hareket ettirdim ama sadece bir çığlık sesi ortaya çıktı.
Her nefes aldığında oksijen kaybediyor ve çöküyordu.
En sonunda, ceplerini karıştırdı ama zayıflayan vücutu işlevini düzgün yerine getiremiyordu. Birkaç beyhude denemeden sonra, aşağıya baktı ve hiçbir şey göremedi. Ama yine de iyiydi.
“Göremezsem de hala her şeyi hatırlayacağım.”
“Günahlarımı telafi etmemin tek yolu bu.”
Adam yıpranmış, karmakarışık sona karşı kısa süreliğine gülümsedi. Gömülmüş anılarını çağrıştırıyordu, manzara sonsuzdu.
Bununla birlikte tutuk gözleri bir perde gibi kapandı, bundan hiçbir zaman pişman olmayacağını belirtir bir şekilde.
1 note · View note
Text
Çok Hızlı! (5) (Orhan 36 Y., Bursa)
O gece Sevgi'nin evinden çıktıktan sonra, binanın önünde arabama binerken Sevgi'nin alt dairesinin penceresinde bir silüetin bana baktığını gördüm. Ama kim olduğu belli olmuyordu...
Ertesi sabah uyandığımda telefonumda Whatsap ışığı yanıyordu. "Sanki hayatım zevk denizine döndü, iyi ki seni tanımışım!" yazan Sevgi'nin ilk mesajıydı. Hikmet'in sabah uyandığında amını yalıyor olduğunu, aşkım nasıl sikiştik akşam diyerek devam ettiğini, orgazm olup yataktan kalktığında kahvaltının hazır olduğunu, bunca yıllık evlilikte yaşadığı bunca ilki sindiremediğini yazıyordu.
O Cumartesi çalışacağımız için kalkıp işe gittim. Sevgi odamı temizlemeye geldiğinde anlattı. Kahvaltı sonrası Sevgi kocasının kucağına oturup, "Ya bundan sonra?" diye masum yüzüyle sorduğunda, Hikmet, "Gecenin her anından, yat uyu diye emrettiğin an dahil hepsinden hayatımda almadığım kadar zevk aldım, sen nasıl istersen öyle olacak aşkım!" demiş. Sevgi de, "Karının amı götü ağzı yaraksız kalmayacak kocacığım!" demiş. Sevgi'ye, "Alt katınızda kim oturuyor?" diye sordum. Meraklı ifade eşliğinde, "Ne oldu ki?" diye sordu. Ben de gece o saatte çıkınca alt katta gördüğüm silüeti söyledim. "Fatma abladır, kocası geçen yıl vefat etti, yalnız kadın, işi gücü yok, apartmana gireni çıkanı izler!" dedi.
Fabrikada o Cumartesi pek birbirimizi göremedik. Pazar günü öğlen bir mesaj geldi, "Aşkım Fatma ablaya kahve içmeye indim. Kadın çakal!" diye yazmış. İşlerim vardı yazamadım meraktan ölsem de. Pazar akşam yazdım, "Ne kadar çakal?" diye ama cevap gelmedi. Tam yatmaya hazırlanırken mesaj geldi. Fatma abla Sevgi'ye, "Dün akşam çok erken saatte çok ses geldi, ama nereden anlayamadım? Sonra gece yarısı binadan bir adam çıktı, yan daireye yeni taşınan kamyoncunun karısı eve adam mı aldı diye düşündüm, ama 2 erkek sesi, bir de azgın bir kadın sesi vardı!" diye yem atmış, "Ne konuştuklarını anlamadım, ama sevişiyorlardı, sesler öyleydi, sen duymadın mı?" diye sormuş. Sevgi, "Duymadım abla dedim, ama kadın kurnaz kurnaz gülümseyerek gözlerimin içine baktı!" dedi ve "Hikmet'le konuştum, boşver nasıl olsa bişey ispatlayamaz, dedikodusuna da kimse inanmaz!" diye ekledi.
Artık rahattık, Çarşamba akşamüzeri Sevgi'nin eve girmesinden 15 dakika sonra onlardaydım. Hikmet gelemiyordu, ama benim geleceğimden haberi vardı. O kadar rahattık ki, önce neredeyse yarım saate yakın birbirimizi okşayıp öpüşüp tüm vücutlarımızı yaladık sırayla, nasılsa yakalanma korkumuz yoktu. Uzun uzun birbirimizi emdikten sonra bir kez amından sikerek orgazm ettim, bir kez de götünden sikerek boşaldık.
Yaklaşık 1,5 saat sonra çıktım Sevgi'nin evinden. Gevşek ve rahat hareketlerle, Sevgi'nin kontrol edip boş dediği merdivenlerden inerken, aniden alt katın kapısı açıldı ve kalakaldım. Taş çatlasa 40 yaşında, simsiyah saçları omuzlarına dökülmüş, üzerinde askılı bir bady siyah ve daracık iri göğüslerini sımsıkı sarmış, altında da daracık yine siyah bir tayt ve dolgun çıkık kalçalarını ortaya çıkarmış bir hatun çıktı. Kadın kesinlikle 1.70'e yakın boyuna göre en fazla 60 kilo olan bir afetti.
"Merhaba, Sevgi'lerden mi?" dedi alçak sesle. O an aklım bilgisayardan hızlı çalışıyordu, hayır desem kimden diye sorarsa başka kimsenin ismini bilmiyordum. "Hı hı!" diyebildim onun gibi alçak sesle. "Geçen akşamki misafir de sizdiniz, değil mi, giderken görmüştüm! Muhteşem sesler işittim, sordum ama Sevgi söylemedi!" dedi yine duyulmasını istemediğini belli ettiği fısıltı benzeri bir sesle. Artık ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Sadece gülümsedim. "Ben de beklerim!" deyip elime bir kağıt tutuşturdu. Ve çıktığı gibi aniden kapıyı kapatıp içeri girdi.
Binadan çıktığımda, altlı üstlü iki katta, iki kadın tül perde arkasından bana bakıyordu. Arabama oturdum. Kağıdı açtım. "Fatma, 05** 420 ** **" yazan telefon numarası vardı. Arabayı biraz ileride yol kenarına çekip aradım ve "Selam, Orhan ben. Apartmanın merdiven boşluğundaki şaşkınlığım geçti de!" dedim. Karşılıklı gülüştük. Fatma biraz kendinden, ben biraz kendimden bahsettim. Ne zaman istersem beni seve seve misafir edebileceğini, yalnız olduğunu söylediğinde, ben daha kelime konuşamadan, Sevgi'erdeki gibi iyi bir misafir olacağıma emin olduğunu söyledi. Ve şuh bir kahkaha attı. Haber vereceğimi söyleyip eve gittim. Sevgi mesaj atmıştı. "Hikmet geldi, ama yetişemedim diye üzgün :)" yazıyordu. Ona Fatma'dan bahsedip bahsetmeme konusunda kararsızdım.
Ertesi sabah Sevgi temizliğe geldiğinde, Fatma ile ilgili durumu anlattım. Fazla konuşamadık, temizliği yapıp gitti. Öğlen üzeri, yemekten sonra odasına uğramamı söyleyen bir mesaj attı. Kahveleri yapmıştı. Kahvelerimizi içerken, sanki Sevgi'nin haberi yokmuş gibi benm Fatma ile görüşmemi, durumu kontrol altına almamız gerektiğini, dedikodu yapmasını engelleyecek bir koz elde etmeyi kararlaştırdık.
Saat 15:00 gibi Fatma'ya mesaj attım, 16:30'da gelebileceğimi yazdım. Cevap birkaç dakika sonra geldi. Dışarıda olduğunu, ama o saate kadar eve döneceğini yazıyordu. İş çıkışı arabamla Fatma'ya giderken, Sevgi'den mesaj geldi. "Beline kuvvet :)" yazmıştı. Binaya 5 metre kala kapı otomatına basıldı. Merdivenleri çıktığımda kapı aralıktı. Usulca içeri süzüldüm. Fatma kapının arkasında kırmızı şeffaf bir baybdoll içinde gülümseyerek ellerini uzattı. Kapını arkasına dayayıp dudaklarına yumuldum. Beni biraz uzaklaştırıp, "Zamanımız bol yakışıklım, her ne kadar iki yıldır sevişmemiş olsam da, bunun tadını çıkarmak istiyorum!" dedi. Önümden kırıta kırıta yatak odasına yürüdü.
Beni tutup yatağa oturtarak, dans ede ede tüm giysilerimi çıkardı. Televizyonda bir müzik kanalı açıktı. Ve kadın sürekli kalçalarını çalkalaya çalkalaya yarağımı sıvazlayarak ağzına aldı ve muhteşem bir saksoya yelken açmamı sağladı. Kadın işini gerçekten iyi biliyordu. O ana dek onlarca sakso yaşamıştım, ama böylesi hiç olmamıştı. Haptan aldığıma sevinerek birkaç dakika sonra döllerimi ağzına saldım. "Hızlısın aşkım!" dedi tüm döllerimi yuttuktan sonra yalanarak. "Mmmm, bu tadı almayalı o kadar uzun süre oldu ki!" diye devam etti.
Uzanıp komodinden aldığı iki sigarayı yakıp birini uzattı, sırtıma bir yastık verip yatakta yanıma oturdu. Kocasıyla severek evlendiklerini, yıllarca süper bir seks hayatlarının olduğunu, kocasının iki yıl önce Kanser olup geçen yıl da vefat ettiğini, hem kocasına saygı, hem de çevredekilerden çekincesine onca zamandır kendini frenlediğini, ama geçen gece bizim yukarıda grup sikişimizin bardağı taşıran son damla olduğunu söyleyip, çekmeceye uzandı. En az 25 cm bir vibratörü eline aldı ve "Rahmetli ilk hastalandığında internetten almıştı, iki yıldır bunla idare etmeye çalışıyorum, ama gerçeğinin sıcaklığını istiyorum!" dedi.
Vibratörü elinden alıp, önce dudaklarından boynuna göğüslerine öpücükler kondururken amının dudaklarının arasına sürtmeye başladım. Göğüs uçlarını dişlerimin arasına aldığımda kıvranıyordu. Her iki göğsünü santim santim yaladım, emdim, çekiştirdim, uçlarını dudaklarımın arasında ezdim, somurdum, morarması sorun değildi, kadın yalnızdı. Bu arada vibratörü halen amcığının dudakları arasında yukarıdan aşağı fırçalar gibi sürtüyordum. Vıcık vıcık sesler çıkıyordu amcığından, suları akıyordu. İçine almak için kalçasını oynattıkça aleti geri çekiyordum. Onun eli de boş durmuyor, avuçladığı yarağımı çekiştiriyordu. "Bunu amıma geçir!" dedi yarağımı çekiştirerek.
Yatağa yarı oturur halde onu kucağıma aldım. Yarağımın kafası amına girdiğinde sanki start almış at gibi üstünde zıplamaya kıvıra kıvıra içine almaya inlemeye başladı. Göğüslerine küçük ısırıklar atarken vibratörü arka deliğine bastırdım. "Ahhhh!" diye acıdan çok zevk içeren bir küçük çığlık attı. Vibratörün sadece ucu götünün içindeyken, yarağımla alttan amına pompalıyor, o da üzerinde zıplıyordu. İki eliyle çenemden tutmuş dudaklarımı kemiriyor, "Harikasın, harikasın!" deyip duruyordu. Yarağımı biraz daha geri çekip vibratörü götüne köküne kadar soktuğumda, klitorisini yarağıma sürte sürte üstüste orgazm sarsıntıları geçiriyordu.
Üstümden kalkıp yatağın kenarına ellerini dayayıp domaldı ve "O güzel yarağını götüme sok, hadi sok!" diye yalvarmaya başladı. Arkasına geçip yarağımı götüne gömdüm. Yaklaşık 10 dakika daha götünden sikerken, amcığına sürttüğüm vibratörün etkisiyle defalarca orgazm oldu. En sonunda dayanamadım saldım götüne döllerimi. Yatağa yığıldı, "Offf, sen harikasın!" deyip duruyordu. Yatağa uzanıp saçlarını okşayarak, "Harika olan sensin, beni müthiş azdırdın yavrum!" dedim.
"Sevgi'den de iyi miyim?" dedi gülümseyerek. "Evet, ama aramızda kalsın :)" dedim göz kırparak. "Beni bırakmazsın değil mi?" dedi. "Sen benden bıkana dek!" dedim. "Hiç bir zaman!" dedikten sonra, "Sevgi'yi ne yapacaksın?" diye sordu. "İkinize de yetmez miyim sence?" dedim. "Fazla bile gelirsin!" dedi. "O zaman ikinizi de sikerim!" dedim. "Beraber mi?" dedi elini ayıp der gibi ağzına koyup gülerek. Ben de, "Zamanı gelince!" dedim gülerek. Duşta beni yıkayıp temizlerken bir tur daha amlı götlü siktim. Öperek yolcu etti, "Arayı uzatma!" diyerek...
Binadan çıktığımda, altlı üstlü iki katta iki kadın tül perde arkasından bana bakıyordu, ama bu kez çıktığım daire dünkünün tersiydi :)
[Orhan]
62 notes · View notes
sertsiken0606 · 4 months
Text
dertsiz başa dert gerek
merhaba arkadaşlar ben hasan sizlere anlatacağım olay aslında benim dertsiz başıma dert almamla ilgili. Bundan 10 yıl kadar önce bizim mahallede Zuhal diye bir kadın vardı.1965 doğumlu Mutsuz eşi her gece sarhoş gelen 2 erkek 1 kızı olan 160 boylarında 65 70 kg arasında hafif göbekli tam bir Türk kadını. Babam market işletiyor arada bir yardım ediyordum. Konumuza dönelim Zuhal beni görünce hoşgeldin Hasan ne yapıyorsun burada hayırsız dedi yanağıma makas attı yardıma geldim sen ne yapıyorsun Zuhal abla dedim o sırada 15 16 yaşlarında kızı Esma anne dondurma al Hasan abi bol koyuyor dedi bende ikiletmeden hemen dondurmayı külaha koyup Esma ya verdim Zuhal la oğlum para varmı diye sormuyorsun hemen veriyorsun dedi sende alacağım olsun tahsilata eve gelirim dedim gülüştük birden eğildi ciddimisin dedi sessizce anlamadım önce birden jeton düştü evet dedim telefonu mu istedi numarasını biliyorsun dedim ver şunu deyip telefonu aldı birşeyler yazdı bana geri verdi koşar adım binaya girip yok oldu ne yazmış olduğunu merak edip telefonu açtım 5 dakika bekle evin kapısını açık bırakacağım içeride yatak odasına gel yazmıştı biraz etrafta dolaştım babama seslenip biraz gezip geleceğim merak etme dedim . Hemen yukarı çıktım kapı açıktı içeri girdi arkadan kapıyı kilitledim yatak odasına girdim soyunmuş amını parmaklıyordu bana bakıp hadi kocacığım soyun amım götüm seni bekliyor dedi bir çırpıda soyundum yanına uzanıp elimi amına attım dudaklarımız birleşmiş resmen birbirimizi kemiriyorduk beni omuzlarımdan tutup aşağıya doğru itmeye başladı artık memelerine gelmiştim kısa bir süre memelerini okşuyor emiyordum yine beni bu sefer başımdan iterek amını emdirtmeye zorlar gibi yaptı birden dönüp 69 olduk ağzına aldı çok güzel sakso çekiyordu belki inanmazsınız rahat 20 dakika sakso çekti artık geliyordum başımı kaldırıp geliyorum bırak dedim bu sefer ağzında tuttu dili ile ucunu yalarken birden boşaldım bütün döllerimi yuttu o kadar güzel sakso çeken illa yutar zaten . Bacaklarını ayırıp hadi sok ağzımı siktin şimdi amımı banyo da da götümü sık hadi aşkım benim sik beni dedi emre itaatsizlik olmazdı devamı dertsiz başıma dert almak 2 de
33 notes · View notes
raman1 · 2 years
Text
İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.
İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.
İşte senin gibi apayrı. Canına sokacağın geliyor. İşte gazete okuyor. İşte cıgara paketine imzalar atıyor. İşte portakal yiyor. İşte türkü söylüyor. Bilmediğin dilden bir türkü söylüyor. Arada bildiğin, kanında dolaşan şu Türkçe dilinden “karabuberim buberim buberim!” diyor. Sonra “Asepiya piluti Keton İbrahim!” İşte karşı karşıyasm. Haydi bakalım bil onu. Anla bakalım. Kendini anlat bakalım. İşte sıkılıyor. Geniş geniş nefes alıyor. İşte cıgara paketine sevdiğin parmaklar uzandı. İşte sevdiğin dudağın kıvrıntısından duman çıkıyor. Haydi bakalım. Bil onu bakalım. Kimdir? Senin hakkında ne düşünür? Şu saatte nerede olmayı ister? Senin sevgin umurunda mı?
Haydi bil bakalım. “Karabiberim, karabiberim, biberim nasıl edelim, nasıl edelim, candarmalar geliyor, cızlam edelim.”
İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak.
İşte karşı karşıyasın. Birdenbire kalkar, dudaklarından öpebilirsin. Gözlerini kapar. Ne güzel gözlerini kapar. Belki de seni görmemek içindir. Sen de kaparsın gözlerini. Belki de onu görmemek içindir. Ne sen onu, ne o seni anlıyor. Belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor. “Tanı, tanı, kendini tanı”. İşe başla bir kere bu yönden. Sonra onu da anlayacaksın.
Birdenbire bulunduğumuz odanın kapısı açılıverdi. İçeriye rüzgâr girdi. Soğukla beraber yapraklarını dökmüş bir ağaç girdi. Ağacın arkasından duman, dumanın arkasından bir kuş, kuşun arkasından bir bulut girdi.
Sonra… Sonra kar yağmaya başladı. Kütüphanenin camı buz tutmaya başladı. Ampulün ışığı buza girip çıktı. Üşüyerek yine tavandaki şişesine girdi. Elbiselerimin cepleri buzdan kaskatı kesilmişti. Elimi cebime de sokamıyordum. Soba harıl harıl yanıyordu. Sobanın üstünde buzlar eriyordu. Demin yanımda olan şimdi yandaki odaya geçmişti. İki odayı birbirinden ayıran kapıyı açmış, bana bakıyordu. Kuş ağaca tünemiş, kabarmış oturuyordu. O kuşa ıslık çaldı. Kuş cevap vermedi. Bana döndü. “Buz kestin orda, dedi, bu odaya gelsene!” “O oda sıcak mı?” diye sormuşum gibi “sıcak ya, dedi, bu oda ısındı” “senden mi?” diye sormuşum gibi “benden ya, dedi”. Sobaya baktım. Harıl harıl yanıyordu. Herhalde sobada bir bozukluk olacak diye boruya elimi sürmemle çekmem bir oldu.
O içeriki odadan sanki beni görüyormuş gibi: “Sobada iş yok!” dedi.
İçeriki odaya geçtim. Yatak hazırdı. O ta köşeye büzülmüştü. Yanına sokuldum. Sıcacıktı. Hamam gibi idi. “Dondum sobalı odada yapayalnız,” dedim, “burası ne iyi imiş!…” “Kuş ne oldu?” dedi. “Ağaçta,” dedim. “Donacak zavallı,” dedi, “buraya al onu da.” “Bırak şimdi kuşu,” dedim. İçime bir şeyler doğmuştu. Birdenbire yine garipsemiştim her şeyi. Onun yanı sıcacıktı. İçeriki sobalı odada soba harıl harıl yanıyordu. Ama kütüphanenin camı buz tutmuştu. Sonra içeride kuru dallarına kar birikmiş bir ağaç vardı. Ağacın üstünde kuş. Kuş soğuktan kabarmıştı. Sabaha ya çıkar ya çıkmazdı. Yine “Kuşu buraya al! Kuşu buraya al!” dedi. İstemeye istemeye kalktım. Sobalı odaya girdim. Kuşu aldım ağaçtan. Kütüphanenin camındaki buzu tırnağımla kazıdım. Sobaya baktım, sönmek üzere idi. Bir iki odun attım. Döndüm geldim ki, yatak bomboş. Yatağın kenarındaki komodinin üzerine bir kâğıt bırakmıştı. Aldım. İkiye katlamıştı. Açtım; bomboş. Kuşu komodinin üzerine bıraktım. Ötmeye başladı. Bu oda hâlâ sıcacıktı. Hâlâ dudağının kıvrımı, hâlâ kaşının yaramaz çocukluğundan kalma tüysüz yara çizgisi odanın içinde çocukların mütalaa saatlerinde yapıp attıkları kâğıttan uçaklar gibi başıma düşüyorlardı.
.
.
yılan uykusu - s,f,a
0 notes
zarifkaktus · 2 years
Text
Bela
Hikayenin devamında anne kedi cimcime hanım çocukları bırakıp gitti demiştim ya, mutfağa girdim ciyak ciyak bağırıyor balkona çıktım ne var dedim yalvaran bakışlar ağlamalar. Yahu kafam yarık sağım solum ezik sabahı bekle açamam kapıyı dedim içeri geldim. İki dk sonra yine baktım bizim balkona bakıp ağlıyor 🤦🏻‍♀️ Tabi ki inip kapıyı açtım içeri girdi, bebeği ayrı bağırıyor kendisi ayrı bağırıyor, dışarı çıkmak istiyor ama bebeğini bırakamıyor. Bana çağırıyor 🤦🏻‍♀️ onları kömürlüğe sokup eve geldim. Nasılsa kapıyı da öğrenmiş acil bir şey olursa çağırır 🤦🏻‍♀️
21 notes · View notes
perdiolacabeza · 3 years
Text
Tumblr media
ait olduğum yeri bulunca döneceğim. 17mart22-12.40
ekleme-20.01:
bugün hayatımın en çok ağlamak istediğim günü olmasına rağmen bir damla yaşın bile beni terk etmesine izin vermedim.
rehberimi açtım ve 400 küsür numarayı dolaştım. eskisiyle yenisiyle bir sürü insan vardı ve içimdeki bu berbat hissi anlatabileceğim bir numara yoktu.
hayatımda daha yalnız hissettiğim bir an olmamıştı.
elimi yüzümü yıkadım. gelen tüm gözyaşlarını geri gönderdim. masama geldim. yanımda oturan biri var. zorla yutkunduğumu fark etmiyor. nefes alırken acı çektiğimi de görmüyor. saat 20.02
kitaplarıma baktım birkaç dakika. beş dakika önce iki arkadaşıma bakmaya gitmiştim. artık insanların hayatından çekilmek istediğimi düşünmüş ve onlarla olabildiğince az sohbet etmiştim gün boyu. şimdi içime batan cümleler duyuyorum kendimden. onlarla da arama duvar örmüşüm. yıkılırsa altında kalırım.
midemde bir ağrı var, annem hep stresten olduğunu söyler. ezelden beri çekiyorum. olsun içim daha çok acıyor. ya öyle ya böyle bir şekilde acıdan öleceğim.
bugün düşündüm yine. bir insan çok kötü durumdayken bana gelir miydi diye. gelmezlerdi herhalde. değersiz hissettim. çok değersiz hissettim ve kaybolmayı diledim.
içimdeki o her şeyden bıkmış bana baktım. günlerdir balkonda oturuyor. bugün kapıyı çarpıp içeri girdi. artık gökyüzüne bakmak da istemiyormuş ama son bir kez daha orada sabahlayacağımıza söz verdi. belki her şey düzelirse son olmazmış.
acı çekiyorum. günlerdir insanlara iyiyim diyor ve gülümsemeler saçıyorum. ama bu etiketten de yoruldum. zerre mutlu değilim. her şeyden sıkıldım ve tarihe karışmak istiyorum.
içimde bir sıkıntı var asla çözemediğim. bunu yazarken de vardı, dün artemisle konuşurken de vardı ve aylardır da var. hatırlıyorum 3 ay önce her gün yurda çıkıp zırıl zırıl ağlarken düşündüklerimi. günlerce ağlamak da fayda etmiyordu. sıkıntı sanki yapıştı yakama and içti ve ebediyen orada kalacak.
hevesim yok. nefes almaya, kedilerin başını okşamaya, karı izlemeye hiçbirine hevesim yok. günde bir kitabı devirirken haftalardır on sayfa bile kitap okumadım. şarkılardan tiksiniyorum. hiçbir şey istemiyorum.
annemi düşündüm. beni böyle görse günlerce ağlardı. bu beni daha da kahretti. gözlerim dolu ama ağlamayacağım. saat 20.13
gün boyu sohbet ettiğim bütün arkadaşlarımdan bir bahane bulup ayrıldım. ders çalışacağım, ağlayamam, sonra konuşuruz, başım ağrıyor, etütten sonra yapalım, günü erken kapatacağım, sıkıldım.. vs vs.. sonuç, masamda bu aptal yazıyı yazıyorum.
öldür ışıkları diye bir şarkı çalıyor kulaklığımda. tumblrda birinde görmüştüm. güzel parça. yine de kafamdaki gürültüleri bastıramadı.
hayatıma dönüp bakarsam ne zaman içten güldüm en son, arayıp bulamam. çok geride kaldı. üzerine çok üzüntü devirdim. çok hayal kırıklığı yığıldı üstüne.
sonuçlandırmaya başlarsam yavaş yavaş, hiç iyi olmadığımı belirtebilirim. en kötü günlerimi geçiriyorum şimdiye kadarkiler arasında. rezil haldeyim. kendimden bıktım. bu düzenden bıktım. çabalamaktan bıktım. insanlar için kendimi mahvetmekten bıktım. bıkmaktan bıktım. bıktım.
ağlamak istiyorum. ağlamayacağım. saat 20.18
yksye bilmem kaç gün kala diye bir seriye başlamıştım. bırakıyorum. umrumda da değil. bu yazıyı paylaştıktan sonra uygulamayı sileceğim. geri dönmem çok uzun sürecek. artık yazmak da istemiyorum çünkü.
kalemime ihanet ettim.
ölümü bekleyeceğim. mutlu rolü yapmaya devam edeceğim. ağlamayacağım. insanlarla iletişim kurmayacağım. o kadar sıkıldım ki artık boğuluyorum.
ölümü hiç bu kadar çok istememiştim.
dünyada tutunacak dalım kalmadı.
yeterli. gidiyorum. hepiniz kendinize dikkat edin. selametle kalın. mutlu olun, değilseniz mutlu rolü yapmayın. ne olursa olsun kendinizi bu role inandıramazsınız.
kulübemi boyasam da içerden nemlenmeye devam edip çürüyecek. şimdi fark ettim. o yüzden uğraşmaya gerek yok. bir gün orayı da yakacağım. günlüklerimi yaktığım gibi.
ve ağlayın. ağlamak bir lütuftur. kendinize ağlamayı yasaklamayın. içinizdeki sizi sevin. kendiniz olun. insanları umursamayın. ne yapınca huzur buluyorsanız onu yapın. bir gün hiçbiri eskisi gibi hissettirmeyebilir.
bitiriyorum. saat 20.27
11 notes · View notes
rouse344 · 4 years
Text
SAMAN SARISI
Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Biristol Oteli'nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
oysa karyolası tahtaydı dardı
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
oysa karyolalar tahtaydı dardı
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmuş yine
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
yudum şehirlerimizin hasretini
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli mi olur çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
bir fırancala gibi
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
girdim büyük salona genç bir kadınla
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi
ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakıt hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dola-
şıyor
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynu-
yor Katolik öğrencilerle
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece
yarısını çaldı
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
borazan iç rahatlığıyla öldü
ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını
düşündüm
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur
iskelesi gibi arkada kaldı
seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
yağmurlar içindeydi Pırağ
bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
kapağını açtım
içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Pırağ
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
sü'nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı
vakıtları yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
duman basmış Leh toprağını
Birest'i de basmış
iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
garson kız tanıdı beni
iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni
asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
bulvarlar karlı
seninkiler yok ayak izleri arasında
botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç
mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına sesleneme-
dim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı
yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
ve yalnız kadınlara soruyorum
yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan
bana ne
güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Pırağ'da aldı
görmedik
vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
kopuyor
ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni
tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Nazım Hikmet
17 notes · View notes