#Zühd 53)
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyâmet günü: “Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim” buyurur.
@zurafa 🤍✨💐🦒🌟☕🐥
66 notes
·
View notes
Text
KİTABÜ'Z ZÜHD (BEYHAKI)
ZAHİDLERİN KISIMLARI
48. Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir.
"Zühd ehli iki kısımdır.
Birinci kısımdakiler dünyadan uzaklaşırlar ancak ahiretin måna âleminin kapısı kendilerine açılmaz.
Bunlar dünyada azla yetinirler, nefisleri dünyevi lezzetlerden ümitlerini kesmiştir.
Ahiret åleminin mâna kapısı bunlara açılmadığından, en çok arzuladıkları helal şey ölümdür,
zira ölümle âhiretin mâna åleminin kapılarının kendilerine açılacağını ümit ederler.
İkinci kısımdakiler de, dünyadan uzaklaşırlar ancak ahiretin kapısı onlara açılmıştır.
Bu kimseler Allah'ın zikriyle mânen gıdalandıklarından, onlar için dünyada kalmaktan daha sevimli bir şey yoktur. Nitekim âlemlerin rabbi de şöyle buyurmaktadır:
"İyi bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. Onlar Allah Teâlā'yı zikretmek için dünyada kalmayı isterler, çünkü yüce Allah'ı zikredip andıkları zaman rabbü'l-âlemin de onları zikredip anar.
Vefat edenin ameli ise artık biter.
Nitekim Allah Teâlâ da Kur'an'ında şöyle buyurmaktadır:
"Beni anın ki, ben de sizi anayım. 40
Bu âyetin mânası şudur: "Bana itaat etmek suretiyle beni anın ki, ben de sizleri rahmetim ve sevabım ile anayım."
#ZAHİDLERİN #AHLÂKI
49. Seri-i Sakatî den:
"Beş şey zâhidlerin ahlâkındandır.
Helâle şükretmek,
harama karşı sabretmek,
ne zaman vefat edeceğini önemsememek,
dünyayı kimin elde edip yediğine kulak asmamak,
fakirle zenginin yanında aynı olması." 50
#TASAVVUF #NEDİR?
50. Ebû Sehl Muhammed b. Süleyman'a, "Tasavvuf nedir?" diye soruldu.
"Rabbe itirazdan yüz çevirmektir" cevabını verdi.
51. Ebü'l-Hasan-ı Büşencî de şöyle demiştir.
"Tasavvuf bana göre,
Allah dışındaki şeylerden kalbi temizlemek,
eldekileri dağıtmak ve başkalarının değerlendirmelerine fazla önem vermemektir.
Kalbi mâsivadan temizlemeye
gelince, yüce Allah fakir muhacirler için buyurduğu kavlinde bu husus geçmektedir.
"Yurtlarından ve mallarından (sürülüp) çıkarılmışlardır. " 51
Eldekileri çıkarmaya gelince, âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:
"Mallarını 52 gece gündüz, gizli ve açık Allah yolunda infak edenler.
" Başkalarının değerlendirmelerine önem vermemeye gelince, âyette şöyle geçmektedir:
"Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar, "53
#SÛFÎLERE #BU #ADIN #VERİLMESİNİN #NEDENİ
52. Bir kişi Ebû Bekir-i Şiblî’ye, “Sûfîlere niçin Sûfiyye denildi?”
diye sordu.
Ona şu cevabı verdi: “Rableri katından kendilerine
gösterilen yakın dostlukla saf oldular.
Saf olan insan da sûfîdir
(saftır).
#İLİM #TALEP #ЕТМЕК
53. Sa'd b. Ebû Vakkâs'tan: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular: "Ben, ilmi ibadetten daha fazileti tutarım. Dininizin en hayırlı durumu vera'lı olmaktır." 50
54. Ebû Hüreyre'den: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
"Bir kimse bir müminden dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da ondan kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Bir kimse bir müslümanın bir günahını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun günahını örter. Bir kimse sıkıntıda olan bir mümine kolaylık gösterirse, Allah da dünya
ve âhirette ona kolaylık ihsan eder.
Kul din kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardım eder.
Her kim ilim talep ederek bir yol tutarsa, Allah ona cennete götüren bir yol nasip eder.
Bir topluluk Allah'ın mescidlerinden bir mescidde toplanarak Allah'ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, melekler onları kuşatır ve üzerlerine sekînet iner,
Allah'ın rahmeti onları kaplar. Allah onları kendi nezdindekilere anar.
Amelinin yavaşlattığı kişiyi nesebi hızlandıramaz (Ameli az olanı, nesebi amel yapanların katına 55 çıkarmaz)."
55. Amr b. Abese-i Sülemî'den: Resûlullah'a (s.a.v) geldim ve,
"Bu din için size kimler biat ediyor?" diye sordum.
"Hür ve köleler" buyurdu. "Hangi ameller daha faziletlidir?" diye sordum.
"Sabretmek,
müsamaha göstermek,
güzel ahlaklı olmak" buyurdular.
"İslâm'da hangi şeyler daha faziletlidir?" diye sordum.
"Allah'ın dininde bilgi sahibi olmak,
Allah'a itaat ederek amel etmek,
Allah'a karşı hep hüsnüzanda bulunmak" buyurdu.
"Hangi müslüman daha faziletlidir?" diye sordum.
"Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu
kimse" cevabını verdiler.
"Allah'ın en hoşlandığı amel hangisidir?" diye 57
sordum.
"Yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel kelâm etmektir" buyurdular.
"Hangi namaz daha faziletlidir?" diye sordum. "Vaktinde kılınan,
kıyamı uzun olan,
rükü ve secdesi güzel yapılan namazdır" cevabını verdiler.50
"Hangi hicret daha faziletlidir?" diye sordum.
"Allah'ın kerih gördüklerinden uzaklaşmandır" buyurdular.
"Gecenin hangi saati daha faziletlidir?" diye sordum.
"Son kısmı, çünkü Allah o vakit semanın kapılarını açmakta, mahlūkatına nazar etmekte ve dualara icabet etmektedir" buyurdular.
Amellerle ilgili soruları, muhtemelen, kabilesinin yanına vardıktan ve İslâm 60
yayılıp ahkâmı nazil olmaya başladıktan sonra gelerek tekrar sormuştur.
Inayet Allah'tandır.
56.Seri-i Sakati den:
"Beş şey hariç dünyanın tamamı fuzulidir:
İnsanın karnını doyurduğu ekmek,
kandığı su,
giydiği elbise,
sığındığı ev, faydalandığı ilim."61
57. Rebi' b. Huseym şöyle demiştir:
"Önce fıkıh bilgisini öğren, ondan sonra uzlete çekil," 62
58. Muhammed b. Ali Kettånî diyor ki:
"Tehlikelerle dolu bu yola giren insanın dört şeye ihtiyacı vardır.
Onu koruyacak kemālāta,
yönlendirecek ilme, haramlardan elini çektirecek vera'ya,
ünsiyet edeceği zikre."
#İMAM #BEYHAKI
#KİTABÜ'Z #ZÜHD
[#ALLAH #İÇİN #YAŞAMAK]
3 notes
·
View notes
Text
Enes bin Malik (radıyallahu anh) anlatıyor.
Rasulullah ﷺ'e bir adam geldi ve:
–Yâ Rasulallah! Kıyâmet ne zamandır?” dedi.
Rasulullah ﷺ Kıyamet için ne hazırladın?” diye sorunca o da:
“Allah ve Rasûlu’nün muhabbetini…” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah ﷺ
–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.
Enes (radıyallahu anh) bu rivâyetin devâmında der ki:
“İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi Allâh’ın Elçi'sinin “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i seviyorum ve her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadıysam da onlarla beraber olmayı umuyorum.”
||Sahih-i Muslim, Birr, 163
Abese Suresi 34-37. O gün kişi, kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün, onlardan her birinin, kendisine yetecek derdi vardır.
Bir gün Rasulullah ﷺ;
“İnsanlar kıyamet günü yalın ayak, çırılçıplak, sünnetsiz olarak haşrolunurlar” buyurmuştu. Bunun üzerine Aişe annemiz:
– Ya Rasulallah! Kadın ve erkekler bir arada olup birbirlerine bakacaklar mı? dedi. Rasulullah ﷺ:
– “Ya Aişe! Durum birbirlerine bakamayacakları kadar kötüdür” buyurdular.
Sahih-i Muslim, Cennet 56
O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.
Sahih-i Müslim, Cennet 62;
Tirmizî, Kıyamet 2, 6
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teâlâ bazı kimselere özel ikrâmda bulunacak; onları Arş’ının gölgesinde dinlendirecektir.
Bu bahtiyar insanlar:
Ebû Hureyre (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah ﷺ şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Adil imam (yönetici)
Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”
Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2
#islam#din#iman#allah#tevhid#hakikat#şeriat#tevhid ehli#hadis#şirk#cennet#cehennem#mahşer#hesap günü#kıyamet#kıyamet günü#sorgu#rasulullah#resulullah#ramazan#kadir gecesi#kandil
4 notes
·
View notes
Text
Özgüven ve Manevi Hastalıklar
Özgüven, insanın iradesini güçlü tutarak hadiselere karşı sağlam ve kararlı durması, yani ümitsizliğe düşmemesidir. Başarılı olmanın neticesinde de bu başarıyı kendinden değil Allah'tan bilmelidir. Zaten hakiki özgüven de budur.
Özgüvenli olmak güzeldir lakin bu esnada şu manevi hastalıklar olan yeis, ucb ve kibirden uzak durmak gerekir. Şimdi bu hastalıkları tek tek özetleyelim.
1. Yeis (Ümitsizlik)
Sâlih amellerde ve ibâdetlerde bir türlü istediği gibi başarılı olamayan ve bu vazifelerini yerine getiremeyen insan, karşılaşacağı cehennem azabından korkar. Ümitsizliğe düşer. Oysa Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘Ey nefisleri aleyhinde (günah işlemekle) ömürlerini israf eden kullarım! (Günahlara bulaştık diye) Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar.’ Doğrusu, Gafûr (çok bağışlayan), Rahîm (kullarına merhamet eden) ancak O’dur.” (Zümer, 39/53)
2. Ucb (Amellere güvenmek):
İbadetlerde muvaffak olamayıp da ümitsizliğe düşen adam, azaptan korktuğu için kendisini kurtaracak dayanak noktaları aramaya başlar. Bakar ki; bazı iyilikleri ve hayırlı amelleri var, hemen onlara yapışır. Bu amellerinin kurtulması için yeterli olacağını zanneder, rahatlar. Hâlbuki bu hâl “ucb”dur, yani amele güvenmektir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Ey mü’minler! Amel ve ibadetlerinizi) İtidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir.’ Sahabiler, ‘Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah’ın Resûlü!’ dediler. Aleyhissalatu vesselâm, ‘Beni de!..’ buyurdular. ‘Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa, beni de amelim kurtarmaz!’ buyurdular.” (Kütüb-i Sitte, Zühd Bölümü, 1299)
3.Kibir
Kibir, insanlara karşı büyüklenmektir. Kibir, aynı zamanda hakkı kabul etmemek ve reddetmek için olur. Kibir harâmdır.
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez” buyurm
3 notes
·
View notes
Photo
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mescid’in kıble duvarında bir tükürük gördü. Buna pek üzüldüğü yüzünden belli oldu. Hemen kalkıp onu eline aldığı bir çakıl taşıyla kazıdı. Sonra da şunları söyledi: “İnsan namaza durduğu zaman Rabbine yönelmiş olur. Rabbi ise kendisiyle kıble arasındadır. O halde hiçbiriniz kıbleye karşı tükürmesin. Mecbur kalınca (cami dışında iken) sol tarafına veya ayağının altına tükürsün.” Sonra cübbesinin bir ucunu tuttu, içine tükürüp kumaşı katladı “Veya böyle yapsın” buyurdu.
(Buhârî, Salât 34-36, 39, Ezân 94, el-Amel fi’s-salât 12, Edeb 75; Müslim, Mesâcid 50-53, Zühd 74)
11 notes
·
View notes
Text
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iki kişi hapşırdı. Efendimiz onlardan birine yerhamükellah (Allah sana merhamet etsin) dedi, diğerine ise söylemedi. Kendisine yerhamükellah demediği kişi:
-Filan kişi hapşırdı, ona yerhamükellah dedin; ben hapşırdım, bana ise demedin, deyince Peygamberimiz:
-“O kişi elhamdulillah dedi, sen ise demedin” buyurdular.
(Kaynak: Buhârî, Edeb; 127 - Müslim, Zühd; 53)
32 notes
·
View notes
Text
Eyyüp Ay:
Tanrının etkinliklerini, insanla olan ilişkilerini ve vahyin insana ulaşma sürec ve biçimleri yazı öncesi animistik-totemistik toplumlarda gelişen ve dipte bazı mistik meditasyonlar (çile-zühd) sürecinde ortaya çıkan ve bu bağlamda insana ve onun içgüdelerine, insanın içgüdüsel etkinlik alanı olan doğaya yabancılaşmış esrimeler formunda psişik tecrübeler ile malüldur. Malüldur diyorum çünkü içinde bulunduğumuz dünya hayatından kopuk transandantal bir seyru-süluk betimler. Böyle bir yabancılaşma sonucunda ancak müteal olana muttasıl olunur, onun inayetine muttali olunur. Bu, daha çok kent yaşamı öncesi şaman geleneğin yani avcı-toplayıcıların ve çoban halkların inançsal etkinlikleridir. Yerleşik tarımcı köylülerin ise ekip-biçme ile mevsimsel değişim ve ona bağlı gelişen (bitki-ağaç yeşerip ölmesi, ürün elde etme süreçleri ile hayvanların üreme ve süt mahsülleri gibi) doğal süreçler, insanın beslenmesi-barınması, ölüm ve doğum fenomenleri ile bu etkinliklere egemen olan, idare eden doğa içinde (yeryüzünde) ve doğa üstünde (semada) yaşadıkları varsayılan ölümsüz tanrılar olduklarına inanç geliştirmişler ve bu bağlamda mevsimsel tehavvüller ile dişi olanın bir tür yaratma performansı olan doğum etkinliği üzerinden bir bereket kültü icrası geliştirilmiş ve bu etkinliği tanrısal etkinlik haline getiren bir dil (ibadet formu) oluşturulmuştur. Kent devrimiyle birlikte toplu ibadetleri ve tanrısal temasları koordine eden, icra eden ruhban sınıfı ortaya çıkmış, bu ruhban sınıfı kendilerinin ve tevarüs ettikleri tanrıların anlayabileceği bir teolojik dil ve ibadet formları tedeyyün etmişlerdir. İlginç olan bu pagan tasavvur hz. Muhammed dahil Kuran'da adı geçen bütün peygamberlerin kıssalarında anlatılan peygamberlik süreç ve etkinlikleri de bu dil ve tedeyyün formu içinde ortaya çıkmış ve bize intikal etmiş olmasıdır. Bu bağlamda teolojinin oluşum süreci bir insan etkinliği olarak, formel antropolojiktir, bir müteal ile, doğa üstü ile temas etme etkinliği olarak metafiziktir. Dahası Allah ancak bu tasavvur ve tedeyyün içinde insan ile iletişim kurmuş kendi varlığını ve etkinliğini bu çok katmanlı dille ifade edebilmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda tanrı hakkındaki bilgimiz hem antropomorfiktir hemde insanın evrimsel sürecinin bir parçası olarak mütekamildir. Allah hakkındaki bildiklerimiz onu olduğu gibi anlama ve bilme imkanı vermez. Ancak iman edebiliriz. Dolayısıyla Allahı ve onun dolayımında oluşup gelişen onun dinini de bir dönemimizin "peygamberler dahil insan anlayışının" içine hapsedip mutlaklaştırmak hem Allah'a bühtan olur, hem de insana ve doğaya zulüm yapmış oluruz.
Not: görüş ve eleştiriniz olursa sevinirim.
[30/10 11:53] +90 533 749 13 44: Vahyin/peygamberliğin antropolojik backgraundunu/arkaplanını ayağı yere basacak şekilde izah etmişsiniz.teşeklürler Eyüp hocam. Dogmatikler,anlamayabilir,itiraz edebilir.Bu bağlamda Abraham Lesding'in "İnsan Soyunun Eğitimi" adlı kitabı, vahiy/peygamberliği pedagojik açıdan ele almaktadır.Müellif Yahudi kökenli nir peotestan olduğu için,süreci Hz, İsa'da bitirmiş.Hasan Hanefi, bu kitabı Arapçaya çevirip şerheferek eğitim sürecini Hz. Muhammed'de bitiriyor.
[30/10 11:59] +90 532 327 53 33: Eyvallah İlhami hocam. Açıkçası hazreti muhammedin dönemini de aşan ve kıyamete (tarihin sonuna) kadar sürecek olan bir anlama ve öğrenme sürecinin daha adil olacağını düşünüyorum.
🔸🔸🔸
[31/10 17:09] +90 536 339 71 29: Eyüp bey, metninizde, insan vahiy ilişkisini de psişik tecrübe bağlamında ele alıyorsunuz. Bu tecrübeyi, antropoloji disiplini içerisinde kalıplayıp evrimsel bir sürece tabi kılıyorsunuz. İlkel toplum, avcı- toplayıcı toplum, tarım toplumu, sanayi- kent toplumu şablonlarını kabul ediyorsunuz. Bunun, bambaşka bir epistemoloji ( bilgi sistemi) üzerinden, doğru bir Allah- insan, din- insan ilişkisi kuramayacağını düşünüyorum.
[31/10 17:22] +90 532 327 53 33: Kısmen haklı olabilirsiniz. Ancak zaten ben bu çözümleme ile ilahi olan ile insani/Antropomırfik olanın arasındaki farkı, kopmaz ilişkiyi ve birbirine olan muhtaçlığı açıklamaya çalıştım. Adem'den başlayarak, Kuran'daki Allah/ilah ile insan ilişkisini ve ilişki biçimi/dilini incelerseniz insani olan ile ilahi olan arasında kolayca bir ayrım yapamayacağınızı anlarsınız. Bu bağlamda ilişkiye baktığınızda Antropolojik olanı Allah kullanıyor. İlahi olana insan başvuruyor. Böyle bir süreç var. Misal Adem'in oğulları kıssasına, İbrahimin kıssasına bakın, insan kökenli, insan biçimli bir inanç/tedeyyün ortaya çıkıyor, Allah'da süreç içinde buna katılıp, süreci devam ettiriyor. Hz. Peygamberin durumu da pek farklı değil.
[31/10 17:29] +90 536 339 71 29: İnsan biçimli (antropomorfik) inanç, vurgunuzu anlayamadım.
0 notes
Photo
955. Hz.İbni Ömer’den (R.A.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (S.A.V.) Semûd kavminin ülkesi olan Hıcr denilen yere varınca şöyle hitap etti: "Siz Azaba uğrayan bu kavmin yurdundan çabucak ağlayarak geçin. Ağlamayacaksanız girmeyiniz de onların başına gelen azab size de gelmesin.” (Buhari, Salat 53, Müslim, Zühd 39) #islam #hadis #hzmuhammed #hzmuhammedsav #buhari #muslim #peygamber #peygamberefendimiz #peygamberimiz #azap #azab #kavim #semud #medyen #firavun #salih https://www.instagram.com/p/CTeBszqDuPh/?utm_medium=tumblr
#islam#hadis#hzmuhammed#hzmuhammedsav#buhari#muslim#peygamber#peygamberefendimiz#peygamberimiz#azap#azab#kavim#semud#medyen#firavun#salih
0 notes
Text
Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim” buyurur.
Müslim, Birr 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53
1 note
·
View note
Text
Yetimler ile İlgili Ayetler ve Hadisler
https://www.kardesder.com/yetimler-ile-ilgili-ayetler-ve-hadisler-49668.html
Yetimler ile İlgili Ayetler ve Hadisler
– “Yalnızca Allah’a kulluk edin ve O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, muhtaçlara kendi çevrenizde olan yakın komşulara ve uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi ve işçilere iyilik yapın iyi davranın.” (Nisa 36) – “… Mü’minlere kol kanat ger, alçak gönüllü ol ve onları koru.” (Hıcr 88) – “Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah akşam O’na yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine kapılarak gözlerini onlardan ayırma” (Kehf 28) – “Doğrusu yetimlerin mallarını haksızca yiyip bitirenler, karınlarına sadece ateşle doldurmuş olurlar. Onlar öteki dünyada da çılgın bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa 10) – “Erginlik çağına erişinceye kadar, yetimin mal varlığına onun iyiliği ve faydası için olmadıkça dokunmayın.” (Enam 152) – “O halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü ekşitme, yardım isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme…” (Duha 9-10) – “… Yetimlere nasıl davranacağınız hakkında sana sorarlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek onları iyi yetiştirmek en hayırlı olandır.” Ve onların hayatlarını paylaşırsanız unutmayın ki, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgunculuk yapanları da düzeltmeye çalışanları da en iyi bilir.” (Bakara 220) – “Allah’a olan sevgileri için veya mala olan sevgilerine rağmen yemeklerini, yoksula, yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar.” (İnsan 8) – “Gördün mü şu dini veya ahiretteki ceza ve mükafatı yalan sayanı. İşte o tip kimseler yetimi itip kakarlar. Fakir ve muhtaçları doyurmaya çalışmadığı bir yana başkalarına bu iş için ön ayak bile olmazlar.” (Maun 1-3)
HADİSLER
– Hz. Sa’d ibni Ebi Vakkas (R.A) şöyle demiştir: Biz altı kişi Rasulullah (S.A.V)’in yanında oturuyorduk. Bu durumu gören müşrikler: Şunları yanından kov bize karşı saygısızlık etmeye kalkışmasınlar, dediler. Orada benden başka Abdullah ibni Mes’ud, Hüzeyl kabilesinden biri, Bilal ve şu anda isimlerini veremeyeceğim iki kişi daha vardı. Nihayet Rasulullah’ın kalbine Kureyş büyüklerinin kalblerini islama ısındırmak için bizleri huzurundan uzaklaştırmak geçmişti ki Allah hemen 6 Enam 52 ayetini indiriverdi: (Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah ve akşam ona yalvarıp yakaranları kovma).” (Müslim, Fezailüssahabe 46) – Beyat-ür Rıdvan’a katılan sahabilerden Ebu Hübeyre Aiz ibni Amr el Müzeni (R.A)’den rivayet edildiğine göre bir gün Ebu Süfyan, Selman-ı Farisi, Suheybi Rumi, Bilal-ı Habeşi’nin bulunduğu bir grup müslümanın yanından geçti. Onu gören bu zayıf ve fakir müslümanlar: -Allah’ın kılıçları Allah düşmanından hakkını alamamıştır, dediler. Bunu duyan Ebubekir (R.A) bu sözü Kureyşin büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz, dedi. Sonra da Rasulullah’ın yanına vararak olayı anlattı. O zaman peygamber (S.A.V): -Ey Ebubekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen Rabbını da gücendirmiş ve gazabını çekmiş oldun”, buyurdu. Hz. Ebubekir hemen o yoksul müslümanların yanına gelerek: -Kardeşlerim, sizi gücendirip kırdım mı? Diye sordu. Onlar da: Hayır, bizi gücendirmedin, Allah seni bağışlasın ey kardeşimiz, dediler. (Müslim, Fezailüssahabe 170) – Hz. Sehl İbni Sad (R.A)’dan rivayete göre Rasulullah (S.A.V): “Ben ve yetimi kollayıp gözetleyen kimse cennette şöyle beraberce bulunacağız”, buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını biraz açarak işaret etti. (Buhari, talak 25) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuşlardır: “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi gözetip kollayan kimseyle ben cennette şöyle yanyana bulunacağız.” Hadisi bize aktaran Malik bin Enes peygamber (S.A.V)’in yaptığı gibi işaret parmağıyle orta parmağını gösterdi. (Müslim, Zühd 42) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuşlardır: “Bir iki lokma ve bir iki hurmayla kapılardan savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul muhtaç olduğu halde iffetinden dolayı dilenmeyen kimsedir.” (Buhari, tefsiru Sure-i Bakara 48, Müslim, Zekat 102) Buhari ve Müslim’in diğer bir rivayetlerinde ise şöyledir: “Kapı kapı dolaşıp birkaç lokma birkaç hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Belki hakiki yoksul kendisini geçindirebilecek mala sahip olmayan, muhtaç olduğu bilinip te kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.” (Buhari, Zekat 53, Müslim, Zekat 101) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Dul kadınlarla muhtaç ve yoksulların işlerine yardım eden kimse Allah yolunda cihad eden gibi sevap kazanır.” Ravi: “O kimse bıkmadan gece ibadet eden iftar etmeden gündüzleri oruç tutan kimse gibidir, buyurduklarını zannediyorum.” Diyor. – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Yemeklerin (davetlerin) en şerlisi fakirlerden esirgenip zenginlerin çağrıldığı düğün yemekleridir. Mazeretsiz ve canı istemediği için düğün yemeğine gitmeyen kimse Allah ve peygamberine isyan etmiş sayılır.” Müslim, Nikah 110) Yine Buhari ve Müslim’in değişik bir rivayetinde Ebu Hüreyre’den şöyle bildirilmiştir: “Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.” (Buhari, Nikah 72, Müslim, Nikah 107) – Hz. Enes ibni Malik (R.A)’den aktarıldığına göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Her kim iki kız çocuğuna ergenlik çağına gelinceye kadar islâmî eğitimle eğitir ve yetiştirirse, kıyamet günü ben ve o kimse şöylece yanyana bulunuruz,” buyurmuşlar ve parmaklarını birbirine bitiştirmişlerdir. (Müslim, Birr 149) – Hz. Aişe (R.Anhu)’nın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir gün beraberinde iki kız çocuğu olduğu halde bir kadın gelmiş birşeyler istiyordu. Yanımda da tek hurmadan başka bir şey yoktu. Onu kadına verdim. Kendisi hiç tatmadan çocukları arasında bölüştürüp kalkıp gitti. Bu sırada peygamber (S.A.V) yanımıza geldi. Olup bitenleri haber verince şöyle buyurdu: “Her kime Allah kız çocuklarından verir de o da onlara iyi davranarak islami bir terbiye ile yetiştirirse o kız çocukları o kimse için cehenneme karşı perde olurlar.” (Buhari, Zekat 10, Müslim, Birr 147) – Hz. Aişe R.Anhu) şöyle demiştir: Sırtına iki çocuğunu yüklemiş bir kadın bir şeyler istemek üzere çıkageldi. Ona üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi, öteki hurmayı da kendisi yemek üzere ağzına götürmüştü ki çocuklar onu da istediler. Kadın hurmayı ikiye böldü ve onlara verdi. Kadının bu davranışına hayran kaldım ve olup biteni Rasulullah (S.A.V)’e anlattım. O da şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Allah bu şefkat ve acıması sebebiyle o kadına cennetini vermiş veya bu sebeple onu cehennemden kurtarmıştır.” (Müslim, Birr 148) – Hz. Ebu Şüreyh Huveylid ibni Amr el Huzai (R.A)’den bildirildiğine göre peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: “Ey Allahım iki zayıfın, kadın ve yetimin haklarının yenmesinden insanları şiddetle sakındırıyorum.” (Nesai, Sünen İşretün nisa 64) – Hz. Sa’d ibni Ebu Vakkas’ın oğlu Mus’ab (Allah R.A) şöyle demiştir: Babam Sa’d şecaat ve başka sebeplerle kendisinin üstün olduğunu düşünürmüş. Bunun üzerine Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuş: “Allah size yardım edip rızık veriyorsa aranızdaki zayıflar sebebiyle değilmidir.” – Hz. Ebu’d Derda Uveymir (R.A) şöyle demiştir: Ben Rasulullah (S.A.V)’i şöyle buyururken işittim: “Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklanırsınız.” (Ebu Davut, Cihad 710) – “Yalnızca Allah’a kulluk edin ve O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, muhtaçlara kendi çevrenizde olan yakın komşulara ve uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi ve işçilere iyilik yapın iyi davranın.” (Nisa 36) – “… Mü’minlere kol kanat ger, alçak gönüllü ol ve onları koru.” (Hıcr 88) – “Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah akşam O’na yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine kapılarak gözlerini onlardan ayırma” (Kehf 28) – “Doğrusu yetimlerin mallarını haksızca yiyip bitirenler, karınlarına sadece ateşle doldurmuş olurlar. Onlar öteki dünyada da çılgın bir ateşe gireceklerdir.” (Nisa 10) – “Erginlik çağına erişinceye kadar, yetimin mal varlığına onun iyiliği ve faydası için olmadıkça dokunmayın.” (Enam 152) – “O halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü ekşitme, yardım isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme…” (Duha 9-10) – “… Yetimlere nasıl davranacağınız hakkında sana sorarlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek onları iyi yetiştirmek en hayırlı olandır.” Ve onların hayatlarını paylaşırsanız unutmayın ki, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgunculuk yapanları da düzeltmeye çalışanları da en iyi bilir.” (Bakara 220) – “Allah’a olan sevgileri için veya mala olan sevgilerine rağmen yemeklerini, yoksula, yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar.” (İnsan 8) – “Gördün mü şu dini veya ahiretteki ceza ve mükafatı yalan sayanı. İşte o tip kimseler yetimi itip kakarlar. Fakir ve muhtaçları doyurmaya çalışmadığı bir yana başkalarına bu iş için ön ayak bile olmazlar.” (Maun 1-3)
HADİSLER
– Hz. Sa’d ibni Ebi Vakkas (R.A) şöyle demiştir: Biz altı kişi Rasulullah (S.A.V)’in yanında oturuyorduk. Bu durumu gören müşrikler: Şunları yanından kov bize karşı saygısızlık etmeye kalkışmasınlar, dediler. Orada benden başka Abdullah ibni Mes’ud, Hüzeyl kabilesinden biri, Bilal ve şu anda isimlerini veremeyeceğim iki kişi daha vardı. Nihayet Rasulullah’ın kalbine Kureyş büyüklerinin kalblerini islama ısındırmak için bizleri huzurundan uzaklaştırmak geçmişti ki Allah hemen 6 Enam 52 ayetini indiriverdi: (Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah ve akşam ona yalvarıp yakaranları kovma).” (Müslim, Fezailüssahabe 46) – Beyat-ür Rıdvan’a katılan sahabilerden Ebu Hübeyre Aiz ibni Amr el Müzeni (R.A)’den rivayet edildiğine göre bir gün Ebu Süfyan, Selman-ı Farisi, Suheybi Rumi, Bilal-ı Habeşi’nin bulunduğu bir grup müslümanın yanından geçti. Onu gören bu zayıf ve fakir müslümanlar: -Allah’ın kılıçları Allah düşmanından hakkını alamamıştır, dediler. Bunu duyan Ebubekir (R.A) bu sözü Kureyşin büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz, dedi. Sonra da Rasulullah’ın yanına vararak olayı anlattı. O zaman peygamber (S.A.V): -Ey Ebubekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen Rabbını da gücendirmiş ve gazabını çekmiş oldun”, buyurdu. Hz. Ebubekir hemen o yoksul müslümanların yanına gelerek: -Kardeşlerim, sizi gücendirip kırdım mı? Diye sordu. Onlar da: Hayır, bizi gücendirmedin, Allah seni bağışlasın ey kardeşimiz, dediler. (Müslim, Fezailüssahabe 170) – Hz. Sehl İbni Sad (R.A)’dan rivayete göre Rasulullah (S.A.V): “Ben ve yetimi kollayıp gözetleyen kimse cennette şöyle beraberce bulunacağız”, buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını biraz açarak işaret etti. (Buhari, talak 25) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuşlardır: “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi gözetip kollayan kimseyle ben cennette şöyle yanyana bulunacağız.” Hadisi bize aktaran Malik bin Enes peygamber (S.A.V)’in yaptığı gibi işaret parmağıyle orta parmağını gösterdi. (Müslim, Zühd 42) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuşlardır: “Bir iki lokma ve bir iki hurmayla kapılardan savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul muhtaç olduğu halde iffetinden dolayı dilenmeyen kimsedir.” (Buhari, tefsiru Sure-i Bakara 48, Müslim, Zekat 102) Buhari ve Müslim’in diğer bir rivayetlerinde ise şöyledir: “Kapı kapı dolaşıp birkaç lokma birkaç hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Belki hakiki yoksul kendisini geçindirebilecek mala sahip olmayan, muhtaç olduğu bilinip te kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.” (Buhari, Zekat 53, Müslim, Zekat 101) – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Dul kadınlarla muhtaç ve yoksulların işlerine yardım eden kimse Allah yolunda cihad eden gibi sevap kazanır.” Ravi: “O kimse bıkmadan gece ibadet eden iftar etmeden gündüzleri oruç tutan kimse gibidir, buyurduklarını zannediyorum.” Diyor. – Hz. Ebu Hüreyre (R.A)’dan bildirildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Yemeklerin (davetlerin) en şerlisi fakirlerden esirgenip zenginlerin çağrıldığı düğün yemekleridir. Mazeretsiz ve canı istemediği için düğün yemeğine gitmeyen kimse Allah ve peygamberine isyan etmiş sayılır.” Müslim, Nikah 110) Yine Buhari ve Müslim’in değişik bir rivayetinde Ebu Hüreyre’den şöyle bildirilmiştir: “Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağrılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.” (Buhari, Nikah 72, Müslim, Nikah 107) – Hz. Enes ibni Malik (R.A)’den aktarıldığına göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: “Her kim iki kız çocuğuna ergenlik çağına gelinceye kadar islâmî eğitimle eğitir ve yetiştirirse, kıyamet günü ben ve o kimse şöylece yanyana bulunuruz,” buyurmuşlar ve parmaklarını birbirine bitiştirmişlerdir. (Müslim, Birr 149) – Hz. Aişe (R.Anhu)’nın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir gün beraberinde iki kız çocuğu olduğu halde bir kadın gelmiş birşeyler istiyordu. Yanımda da tek hurmadan başka bir şey yoktu. Onu kadına verdim. Kendisi hiç tatmadan çocukları arasında bölüştürüp kalkıp gitti. Bu sırada peygamber (S.A.V) yanımıza geldi. Olup bitenleri haber verince şöyle buyurdu: “Her kime Allah kız çocuklarından verir de o da onlara iyi davranarak islami bir terbiye ile yetiştirirse o kız çocukları o kimse için cehenneme karşı perde olurlar.” (Buhari, Zekat 10, Müslim, Birr 147) – Hz. Aişe R.Anhu) şöyle demiştir: Sırtına iki çocuğunu yüklemiş bir kadın bir şeyler istemek üzere çıkageldi. Ona üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi, öteki hurmayı da kendisi yemek üzere ağzına götürmüştü ki çocuklar onu da istediler. Kadın hurmayı ikiye böldü ve onlara verdi. Kadının bu davranışına hayran kaldım ve olup biteni Rasulullah (S.A.V)’e anlattım. O da şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Allah bu şefkat ve acıması sebebiyle o kadına cennetini vermiş veya bu sebeple onu cehennemden kurtarmıştır.” (Müslim, Birr 148) – Hz. Ebu Şüreyh Huveylid ibni Amr el Huzai (R.A)’den bildirildiğine göre peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: “Ey Allahım iki zayıfın, kadın ve yetimin haklarının yenmesinden insanları şiddetle sakındırıyorum.” (Nesai, Sünen İşretün nisa 64) – Hz. Sa’d ibni Ebu Vakkas’ın oğlu Mus’ab (Allah R.A) şöyle demiştir: Babam Sa’d şecaat ve başka sebeplerle kendisinin üstün olduğunu düşünürmüş. Bunun üzerine Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurmuş: “Allah size yardım edip rızık veriyorsa aranızdaki zayıflar sebebiyle değilmidir.” – Hz. Ebu’d Derda Uveymir (R.A) şöyle demiştir: Ben Rasulullah (S.A.V)’i şöyle buyururken işittim: “Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklanırsınız.” (Ebu Davut, Cihad 710)
0 notes
Text
Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikâs etmek, şe’nidir. Ve ondandır ki, “Dostun dostu dosttur” sözü durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, “Bir göz hatırı için çok gözler sevilir” sözü umumun lisanında gezer. Hakikat nazarında sebeb-i adâvet ve şer olan fenalıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in’ikâs etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat olduğunu, hakikatbîn isen anlarsın. (Mektubat, 22.Mektub, 1.Mebhas, 3.Vecih) Allah için Sevmek veya Buğz etmek, beşeri muhabbetlerde kalbi bir ölçü olmalıdır. Zira Efendimiz(s.a.v); “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Sünnet 3) Ebu Hüreyre(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: “Nefsim yed-i kudretinde olan zâta yemin ederim ki, imân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!” (Müslim, İmân 93; Ebû Dâvud, Edeb 142; Tirmizî, İsti’zân 1) Hz.Mu’az İbnu Cebel(r.a) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri buyuruyor ki: Benim celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler bile onlara gıbta ederler.” (Tirmizî, Zühd 53)
7 notes
·
View notes
Photo
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teala, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır: - Adil devlet başkanı, - Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç, - Kalbi mescitlere bağlı Müslüman, - Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan, - Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine "Ben Allah'tan korkarım" diye yaklaşmayan yiğit, -Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse, - Tenhada Allah'ı anıp göz yaşı döken kişi."(Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikak 24, Hudüd 19; Müslim, Zekat 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesaî, Kudat 2) #güzel #ahiret #cennet #gölge #hadis #müjde #ilmisuffa
28 notes
·
View notes
Photo
Muâz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
Allah Teâlâ; “Benim rızâm uğrunda birbirlerini sevenler için peygamberlerin ve şehidlerin bile imreneceği nurdan minberler vardır” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 53)
9 notes
·
View notes
Note
Biri dunya icin adem aleyhisselamin ceza olarak indigi yer olark belirtmis boyle bir tabir sizcede hoş degil degilmi
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, istediğiniz yerinden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara-35)
Şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için orada yerleşecek bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” dedik. (Bakara-36)
Bunun üzerine Âdem rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır. (Bakara-37)
Âdem aleyhisselâm ve Hz. Havvâ Cennet’ten çıkarılıp yeryüzüne ayrı yerlere indirildikten sonra senelerce ayrı kaldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan’da, Hz. Havvâ vâlidemiz de Arabistan‘da kaldı. Dünyânın dert ve sıkıntılarına katlandılar. Mihnet içinde uzun yıllar ağlayıp gözyaşı dökerek tövbe ettiler.
Hâkim, “Müstedrek’inde Hz. Ömer’den şöyle rivâyet etmiştir. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Âdem aleyhisselâm zellesi sebebiyle Cennet’ten çıkarılınca; “ Yâ Rabbî!, Beni Muhammed’in hürmetine affet” dedi. Allahü teâlâ: “ Yâ Âdem! Sen Muhammed’i nasıl bildin. Daha ben onu yaratmadım?” buyurdu. Âdem aleyhisselâm dedi ki: “Yâ Rabbî! Beni yaratıp, bana rûh verdiğin zaman gözümü açıp baktığımda arşın kenarında “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlallah” yazılı gördüm. İsmini isminle yazdığından yarattıklarından en çok sevdiğin O’dur.” Allahü teâlâ; “ Doğru söyledin ey Âdem. Mahlûkâtımdan en çok sevdiğim O’dur. O’nun hürmetine af dilediğin için seni affettim buyurdu.”
Cennete, ahirete nisbetle dünya sıkıntı diyarıdır, ceza hükmündedir. Allahu Teala Adem (aleyhisselamın) işlediği zelle sebebiyle cennetten çıkarılmıştır. Ama sadece cezadır deyip arkasındaki hikmetleri görmezsek bu yanlış olur. Peygamberlere iman konusunda şunu bilmemiz gerekir; Zelle: Peygamberlerin hata ile veya unutarak yaptıklara kusurları, ifade eden bir terimdir. (Aliyyü'l-Karî, Şerhu Fıkhı'l-Ekber, Mısır 1323, 51, 53). Peygamberler aslında günah işlemezler. Onlar ismet sıfatına sahiptirler. Ancak, istemeden bazı kusurlar işlemeleri de mümkündür. Şu kadar var ki böyle bir hata işleyen peygamber hatasına devam etmez. Allah onu derhal uyararak hatadan uzaklaştırır, yanlışını düzeltir. Zelle, efdal (en üstün) olanı terkedip, fadıl (üstün) olanı yapmaktır şeklinde de izah edilir (Ebu'l-Berekât Abdullah en-Nesefî, Tefsir, IV, 365). Bu izaha göre, zelle bir kusur olmaz. Fakat peygamberlere yakışan daima en üstün olan davranışta bulunmak olduğu için, zelle işleyen Peygamber'in dikkati çekilir.
Adem ve Musa (aleyhimesselam)’ın kıssasını şöyle aktarmıştır Efendimiz (aleyhisselam) :
" احْتَجَّ آدَمُ وَمُوسَى، فَقَالَ لَهُ مُوسَى يَا آدَمُ أَنْتَ أَبُونَا خَيَّبْتَنَا وَأَخْرَجْتَنَا مِنَ الْجَنَّةِ. قَالَ لَهُ آدَمُ يَا مُوسَى اصْطَفَاكَ اللَّهُ بِكَلاَمِهِ، وَخَطَّ لَكَ بِيَدِهِ، أَتَلُومُنِي عَلَى أَمْرٍ قَدَّرَ اللَّهُ عَلَىَّ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَنِي بِأَرْبَعِينَ سَنَةً. فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى، فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى "
"Adem ile Musa münakaşa ettiler. Musa :
Ey Adem! Sen bizim babamızsın. Sen bizi mahrumiyete düşürdün ve Cennetten çıkarttın! dedi. Adem de ona :
Sen, Allah'ın kelamı ile seçip mümtaz kıldığı ve eliyle yazdığı Musa'sın. Öyle iken sen, Allah'ın beni yaratmasından kırk sene evvel üzerime takdir buyurduğu bir işten dolayı mı beni kınıyorsun? dedi.
Bunun üzerine Peygamber : "Böylece Adem, Musa'ya galip geldi. Adem, Musa'ya galip geldi, dedi."
Hadis-i şeriften ilk olarak anlaşılana göre; Musa (aleyhisselam), Adem (aleyhisselam)’ın yasak meyveden yiyerek zürriyetini Cennet’ten mahrum etmesi hususunda eleştiriyor.
Adem (aleyhisselam) da, ‘Allah’ın takdir ettiği şey için mi beni sorumlu tutuyorsun?’ derken; yasak meyveden yemeyi Allah kaderime yazmışken mi beni eleştiriyorsun diye bir savunma yapmış gibi görünmektedir.
Buradan da; kulların yaptığı hatalardan mesul olmaması gibi bir mana çıkmaktadır. Oysaki Efendimiz (aleyhisselam)’ın da takdir edip beğendiği savunma böyle değildir.
Adem (aleyhisselam) sanki şöyle demektedir :
‘Sizi Cennet’ten ben değil; benim yasak ağaçtan yememin akabinde benim ve sizlerin Dünya’da yaşamanızı, daha beni yaratmadan evvel murad eden Rabbiniz çıkardı.’
Musa (aleyhisselam), Adem (aleyhisselam)’ın yasak ağaçtan yemesini sorguluyor gibi bir manaya kapılanlar; kaderin kulu cebren bir fiili yapmaya zorlamasını sanmaktadırlar. Halbuki; öyle olsa idi Adem (aleyhisselam)’ın, kendi hatasını sorgulayan Musa (aleyhisselam)’a sende adam öldürdün, ne diye beni sorguluyorsun demesi gerekirdi.
Böyle yapmayıp; Allah’ın, insanoğlunun dünyada yaşayacağını ezelde murad ettiğine vurgu yapmıştır. İnsan ırkının başlaması bu olay neticesinde gerçekleşmiştir, birçok hikmeti vardır....
Ravi: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: "Dünya, mü'mine hapishane, kafire cennettir." (Müslim, Zühd 1, (2956), Tirmizi, Zühd 16, (2325)
Hadiste dünya, mü'minler için bir hapishane olarak değerlendirilmiştir. Âlimler, bu hükmün âhirete nisbetle verildiğini, yani, mü'mine Rabblerinin âhirette hazırladığı cennete nisbetle, dünya hayatının bir hapishane hükmünde kaldığını belirtirler. Dünyanın kâfir için cennet olması da, yine âhirette karşılaşacağı cehennem azâbına nisbetledir
3 notes
·
View notes
Note
selamun aleyküm,bi şey sormak istiyorum ve aklıma sen geldin Allah rızası için cevap ver çünkü aklımı kurcalıyor.Bir sürü günah işliyoruz ya Allah bizi sevmezse.Ya bizden vazgeçerse?
Ve aleyküm selam kardeşim..
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde;
"Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı." (Müslim, Tevbe, 9) buyurmuştur.
Yine başka bir hadis-i şerifde;
“Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30)buyurmuştur.
De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Zümer, 53) bu ayet-i kerimede de Cenab-ı Allah biz aciz, günahkar kullarına ne kadar affedici ve bağışlayıcı olduğunu bildirmiştir.
Sen sana düşeni yap hakiki bir mü’min gibi kendini günahlardan muhafaza etmeye çalış.ve kendini Cenab-ı Allah’ın mağfiretine bırak.
23 notes
·
View notes
Photo
‘Nefsin isteklerini kesmek, asgarîye indirmek ve nefse zor gelen şeyleri ona yaptırmak’ şeklinde târif edilen riyâzet konusu üzerinde sûfîler detaylı bir şekilde durmuşlardır. Mânevî hassâsiyetlere sâhip maddî bir bedene ulaşma arzusu sûfîlerin bu konuda hedefleri olmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de ifâde edildiği gibi nefs dâimâ kötülüğü emretmektedir1 ve sûfîler de nefsin bu tasallutundan kurtulup en azından ‘nefs-i mutmainne’2 makâmına ulaşmış bir hâl ile yaratıcılarına kavuşmayı arzulamaktadırlar. Bir dönüşüm ve değişimin sembolü olan riyâzet sürecinde sâlikin/dervişin nelere dikkat etmesi gerektiği, meselâ beslenmesi, konuşması, uyuması ve ibâdet yoğunluğu gibi konular farklı tarîkatlarda farklı miktarlar/oranlar dile getirilerek uygulanmıştır. Hepsinin temelde hedeflediği husus ise Hz. Peygamber’in (sav) tavsiye ettiği yeme, konuşma ve uyuma ile alâkalı âdâblara riâyet ederek rûhu canlı hâle getirerek nefsi rûhun emrine verebilmektir.3 Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de nefsini arındıran kimsenin yâni nefsini rûhunun emrine veren kimsenin temizlenip kurtulabileceği ifâde edilmiştir.4 Riyâzetle nefsini dize getiren birçok isim bu sürecin önemini vurgulamıştır. Örneğin Feridüddin Attar, ‘On iki yıl riyâzetle meşgûl oldum. Ve uzun yıllar riyâzetim sürdü. Nefsimle savaşı netîce itibâriyle kazandım ve nefsin cenâze namazını kılarak onun tasallutlarından kurtuldum’5 demiştir. Peşpeşe kırk erbain çıkaran Abdülehad Nûrî-i Sivasî6 ve kırk yıl riyâzetle ömrünü geçiren Abdülkâdir-i Geylanî de, riyâzet netîcesinde toprağa giren bir tohumun çürüyüp yeşillenmesi veya kozası içerisindeki bir tırtılın netîcede rengârenk bir kelebeğe dönüşmesi gibi dervişin de riyâzet netîcesinde ilâhî lütuflara ulaşabileceğini vurgulamışlardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı ise talebesi Avnikli Molla Halil’e ‘Ve daḫî riyâzet ve tehzīb-i aḫlāḳ itmege cidd ü cehd idesin. Yanī nefis muḳtezāsın virmeyüp açlıġa ve ṣusuzluġa ve uyḳusuzluġa ve sāir mekkāre-i bedeniyyeye taḥammül ḳılasın. Zīrā abdal abdāl olmadılar. İllā ki cū ve seher ve uzletle olmışlardur. Beyt: Riyāżet-i āb [u] hevā ṣafāsını bulsun Göŋül küdūretini hep cilā idersin sen’ tavsiyesinde bulunmuştur.7 Hacı Bektaş-ı Velî, Horasan’dan Anadolu’ya gelişi esnâsında uğradığı yerlerde halvete girip çile çıkarmış, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî altmış üç yaşından sonra yeraltında kendine bir mezar kazdırıp ömrünün sonuna kadar burada çile ile meşgûl olmuş ve İmam Gazâlî içerisine düştüğü entelektüel krizden halvetle yâni riyâzet uygulamalarıyla kurtulmuştur.8 Sûfîlerin düşünce sistemine göre dünyâ lezzetinden/zevkinden Allah rızâsı için vazgeçen kimseye Allah Teâlâ daha kıymetli nimetlerin kapısını aralamakta ve onları rabbânî ilimlerle desteklemektedir.9 Mutasavvıfların bedenleriyle ilgili bu egzersizleri sâdece Allah rızâsı içindir10 ve netîcede ‘firâset’ ve ‘keşf’ denilen nimetlere kavuşma durumu söz konusudur.11 Sûfîler, keşfin ve gaybî tecrübelerin korunmuş olmadığını da ifâde etmiş ve istikâmeti tesis için Kur’ân ve Sünnet’e uymanın şart olduğunu belirtmişlerdir.12 RİYÂZET UYGULAMASININ FORMÜLÜ: ‘Kıllet-i Taâm, Kıllet-i Menâm ve Kıllet-i Kelâm’ Tasavvuf yolunda sâlikin/tâlibin, özelde belli bir süre genelde ise bütün hayâtını kuşatacak riyâzet sürecinde bir kontrol mekanizması geliştirebilmesi, bir başka ifâdeyle nefsine dur diyebilme alışkanlığı kazanabilmesi için çeşitli antrenmanlarla nefsinin terbiye edilebileceği vurgulanmıştır. Sûfîler nefisle mücâhedeyi/mücâdeleyi ifâde eden bu süreci ‘cihâd-ı ekber’ olarak görmüşlerdir.13 Sürecin önemini bu tesbitleriyle ortaya koyan sûfîler, bu süreçte sâlikin az yeme, az konuşma ve az uyuma ile ibâdetlere yoğunlaşmasını tavsiye etmişlerdir. Bu süreçte tefekkür ve tezekkür süreçlerini ihmâl etmemesini sâlike tavsiye eden sûfîler, bununla sâlikin kulluk şuurunun zirve noktasına ulaşmasını hedeflemişlerdir. İbrahim b. Edhem, sâlikin bu süreçte şu hususlara riâyet etmesi gerektiğini dile getirmiştir: ‘Sâlik ilk olarak nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmalıdır. İkinci olarak izzet (şan ve şöhret) kapısını kapatıp zillet kapısını açmalıdır. Üçüncü olarak rahatlık kapısını kapatıp cehd ve gayret kapısını açmalıdır. Dördüncü olarak uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını, beşinci olarak zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını, altıncı olarak ise emel (tûl-ı emel) kapısını kapatıp ölüme hazır olma kapısını açmalıdır.’14 ‘İnsanoğlu karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter’15 hadîs-i şerîfi gereğince sûfîlerin genel olarak az yemelerinin yanısıra uzlet/halvet süreçlerinde karınlarını doyurma konusunda daha da az miktarla yetindiklerine şâhit oluruz. İşrakî felsefenin önemli temsilcilerinden birisi olarak kabûl edilen Şeyh Sühreverdî’nin haftada bir gün yemek yemesi sûfîlerin bu konudaki tavrını yansıtan dikkat çekici bir örnektir.16 Hz. Mevlânâ’nın oruç tutmaktan renginin sarardığı ve ağzının suyundaki tadın midesine ulaşmaması için helile çiğnediği nakledilmiştir.17 Hz. Mevlânâ’nın ilk hocası Seyyid Burhâneddin Muhakkik-ı Tirmizî ise açlığın önemini şu cümlelerle dile getirmiştir: ‘Oruçtaki riyâzetler hepsinden de daha büyüktür. Geri kalan öteki riyâzetler buna nisbetle bir oyuncaktır. Burada, oruç husûsunda anlatılması îcâb eden şeyler var. Ama yavaş yavaş, hem de nefsin duymaması için hırsızlamaca anlatmak gerek. Her gün yenmesi âdet olan yemekten bir dirhemceğiz yahut biraz daha fazla, azar azar yiyeceği kısmakla mide boşalır, riyâzet meydana gelir. (Böylece) Allah için, hakkıyla savaşın hükmüne uyulmuş olur.’18 Uykuyu büyük ölçüde terkedip sâdece bedenin galebe çaldığı durumlarda uykuya teslîm olunması gerektiğini belirten sûfîlere göre uyuyarak Mevlâ’yı bulmak mümkün değildir. Sûfîlerin bu konudaki genel tavrını Nakşi Ali Akkirmânî’nin şu ifâdelerinde görmekteyiz: ‘Yatup hayvân gibi tâ subh olunca Görünmez Hak nûru zâhid yatana.’19 Seriyyü’s-Sakatî ise bu konuda şu tesbitleriyle görüşlerini ifâde etmiştir: ‘Sûfî, hasta insanlar gibi yemek yer, suya batan kimseler gibi uyur ve mahcup kişiler gibi konuşur.’20 Şihabüddin es-Sivasî ise halvet/uzlet içerisinde bir anlayışı yaşam tarzı hâline getirmesi gereken tâlibe/sâlike bu süreçte şu hususlara riâyet etmesi gerektiğini söylemiştir: ‘a- Sâlik, bedeninin tamâmını guslü gerektiren şeylerden, âzâları hadesi gidermeyi gerektiren hususlardan ve nefsi isyân içeren günahlardan temizlemelidir. b- Halvete devâm edilmeli. c- Tâlib, Allâh’ı zikretmenin dışında konuşmayı terketmeli. d- Sâlik, sürekli oruç tutmalı. e –Tâlib, kalp huzûruyla güçlü bir şekilde dil ile Allah Teâlâ’yı zikre devâm etmeli. f- Sâlik, Allâh’a teslîm olmalı. g – Sâlik, bu süreçte kalbine gelen düşüncelere asla değer vermemeli. h- Tâlib, uykuyu terketmeli. k- Sâlik, helâlinden yemeyi azaltmalıdır.’21 Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse sûfîler, mânevî inşâ için maddî boyutta hassas dengeler gözetilerek hareket edilmesi gerektiği fikrinden hareketle riyâzet uygulamalarına önem vermişlerdir. Onlara göre, Allah Teâlâ kişinin/sâlikin/tâlibin halktan uzak kaldığı ölçüde açılacak gönlünü nurlarıyla ödüllendirilecektir. Yine sûfîlere göre sâlik, ilâhî lütuflara ulaşacağı bu riyâzet süreçlerini ibâdet, zikir, tefekkür, az yeme, az uyku, az konuşma ve ilmî faaliyetlerle daha etkili bir şekilde değerlendirmelidir. Bu usûlle birçok insanın maddenin esâretinden âzâde kılınıp mânâ âlemlerinin güvenli limanlarına ulaştırılmasına vesîle olan sûfîlerin bu hâllerinden günümüz insanının da çıkaracağı birçok ders olduğu kanaatindeyiz. Kişisel ve toplumsal anlamda gerçek bir huzur hâline ulaşmak isteniyorsa maddeye değil mânâya, sırf aklın değil kalbin de hoşnutluğunu ifâde eden îmâna, dünyevî beklentiler değil uhrevî hesaplar üzerine inşâ edilen bir anlayışın ifâdesi olan riyâzet sürecine ve bu süreçte Allâh’ın lütfettiği güzelliklere bir kez daha dikkatler çevrilmelidir.22 Çalışmamızı Eşrefoğlu Rûmî’nin sûfîlerin riyâzetle ilgili görüşlerini özetleyen şu çarpıcı ifâdeleriyle noktalayalım: Nefsi zindan eylegil dâim riyâzethânede Kim halâs olup gidesin sen dahi ol hânede Tak riyâzet zencirin boynuna nefsin aşk ile Tâ ki nefsin devlerin getiresin îmâne de Bend edip nefsi bırak açlık susuzluk çâhına Zikr kılıcın ele al gir yola merdâne de Evliyâ vü enbiyâ Hak yola böyle girdiler Nefslerin kahrettiler kıydılar hem câne de Çünkü câne kıydılar küllî hevesden geçtiler Lâ mekândan da ileri gittiler seyrânede Bend edip salmaz isen nefsi riyâzet çâhına Sen anın bendindesin hiç düşmegil gümâne de Kim ki nefsi bağlayıp kılmadı kendüye mutî Nefse firkatte giriftâr oldu ol şeytâne de23 Dipnotlar: [1] Yusuf 12/53. 2 Fecr 89/27. 3 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 2004, s.11, 22. 4 Şems 91/9. 5 Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, Çeviren: Süleyman Uludağ, Mavi Yay., İstanbul 2002, s.177. 6 Abdülehad Nûrî, Mir’âtü’l-Vücûd ve Mirkâtü’ş-Şühûd, Süleymâniye Ktp. Hacı Mahmud Ef., Böl., nr., 2341, vr. 2a. 7 Ekrem Bektaş, ‘Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan Talebesi Molla Halil’e Öğütler’, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: VI, Sayı: XV (Aralık 2013), s.111. 8 Komisyon, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.233. 9 Aziz Nesefi, Hakikatlerin Özü, Çeviren: M. Murat Tamar, İstanbul 1997, s.103. 10 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili I, Mavi Yay., İstanbul 2006, s.205-206. 12 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Z. Kadiri Ugan, İstanbul 1990, c.I, s.271-273. 13 Muhammed Halim Şarkpuri, İmam-ı Rabbani, Konya 1978, Çeviren: Ali Genceli, s. I0. 14 Kuşeyrî, Risale, s.193. 15 Kuşeyrî, Risale, s.194. 16 Tirmizî, Zühd 47. 17 Molla Câmî, Nefâhâtü’l-Üns, Tercüme: Lâmiî Çelebi, Marifet Yay., İstanbul 1980, s.659; Yusuf Ziya Yörükan, Şihabeddîn Sühreverdî ve Nur Heykelleri, Çeviren: A. Kamil Cihan, İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 119-120. 18 Mustafa Kaval, ‘Mesnevî’deki Nefis Kavramının Freud ve Din Psikolojisi Bağlamında Değerlendirilmesi,’ Kırgız-Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü Akademik Bakış Dergisi, Sayı: XXXVI, (Mayıs – Haziran 2013), s.9. 19 Seyyid Burhanettin Tirmizî, Maârif, Konya Mevlânâ Müzesi, Nu: 2118, s. 50. 20 Nakşî Ali Akkirmânî, Dîvân, (haz. Hikmet Atik), Ankara 2003, s. 149. 21 el-Kelâbâzî, et-Taarruf li-Mezhebi Ehli‟t-Tasavvuf, (tah. Mahmud Emin en-Nevevi), el-Mektebetu‟l-Ezheriyyetuli‟t-Turas, Kahire 1992, s. 28. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Öncel Demirbaş, ‘Riyâzet Eğitimi İle Gerçekleşen Mânevî Olgunluk’, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c: XI, Sayı: I, s.79 -90. 22 Şihâbüddin Sivasî, Risâletü’n-necât min şerri’s-sıfât, Süleymaniye Şehit Ali Paşa, No: 1391, 88b- 100a. 23 Zafer Erginli, ‘İç Dünyadan Hayata: Tasavvuf Günümüz İnsanına Ne Söylüyor?’, II. Bursa Tasavvuf Sempozyumu (Sempozyum Bildirileri), Bursa 2003, s. 91-110.
6 notes
·
View notes