#Ukrayna Suriye Almanya McMaster
Explore tagged Tumblr posts
aakifmucek · 7 years ago
Photo
Tumblr media
ABD-Rusya Geriliminde ‘Stratejik Bir Uzlaşma’ Mümkün Olabilir Mi?
İki emperyalist güç arasındaki çatışma ve gerilimler uzun zamandır gündemde ve dünyadaki tüm politik-ekonomik gelişmelerde izlerini takip etmek mümkün. Elbette sistem yalnızca bu iki güçten ibaret değil ve tüm tarafların katılımlarıyla, muhtelif düzeylerde uzlaşma ve çatışmalarla geleceğin tablosunda herkes en iyi yerde olmanın kıyasıya mücadelesine girmiş durumdadır.
ABD savunma stratejisinde somutlanan “Önce Amerika” yaklaşımıyla çizilen dünya tablosunda açık rekabet halindeki güçler “revizyonist devletler” olarak tanımlamıştı. Bulundukları çeperde “düzeltmeler” isteyen ve buunla yetinmeyecekleri attıkları adımlarla belli olan Çin ve Rusya bu tanımlamanın asıl hedefleriydiler.
Amerikan pozisyonu “uzun süredir belli kurallara dayalı hüküm süren ‘uluslararası sistem’in çöküşüyle karakterize olan ‘küresel düzensizlik’ tesbitine daynıyordu. Gerçi Trump yönetimi artık “kuralların geçerli olmadığını” ilan ettiğinden hiçbir emperyalist gücün kendini aşınmış kurallar dizisiyle sınırlaması beklenemezdi.
Çin’in devasa gücünün oluşturduğu uzun gölgelerin hissedildiği -tabi bu Almanya, Japonya vb. güçlerin ihmal edilebilecekleri sonucunu çıkarmaz- bir ortamda ABD ve Rusya gerilimin sivri uçlarını temsil etmekteler. Ayrıca Trump döneminde Avrupa’nın NATO ve ortak savunma konularındaki eleştirileri, AB ülkelerini, kendi göbeklerini kesmek üzere bir güvenlik alt yapısı oluşturma çabalarını hızlandırdı.
Aslında ABD ve Rusya, bazı durumlarda (“kırmızı telefon diplomasisi”) şaşılacak işbirliklerine girerken, bir çok durumda birbirlerine azami zararı verdirecek her tür girişimin içerisinde yer alıyorlar. Bunlardan ilk örnekler son derece ciddi ve kalıcı hasarlar oluşturan Ukranya meselesi ve 2016 Başkanlık se��imlerinde manipülasyon iddialarıydı.
Buna mukabil geçtiğimiz yıl Vladimir Putin, CIA’nın verdiği istihbaratla St. Petersburg’da cihatçıların bir saldırısını önlediklerinde Donald Trump’a “işbirliği” nedeniyle açık teşekkür yayınlamıştı.
Gerçi bu durumun “bazı konuları gözlerden ırak tutmak amacıyla ‘aşırı teatral jest’olarak” tanımlayanlar olmuştu. Ancak bunda doğruluk payı yüksek olmakla birlikte iki taraf bu türden sınırlı bile olsa “terörizme karşı mücadele” ortak çabalara girebiliyorlar. Gerçi Suriye gibi hassas bir alanda birbirlerinin nüfuz bölgelerini kendileri veya proxy (işbirlikçi) güçler bir kaç metre ihlal ettiklerinde ‘teatral jestler’ geçersiz kalmakta ve yanlış davranışlar çok ağır cezalandırılmaktadır.
Rusya, açıkça görüldüğü ve tanımlandığı üzere, ABD’nin düşmanıdır. Rusya’nın NATO’yu etkisizleştirmeye dönük politikaları ve ABD’nin stratejik amaçları arasında derin bir tezat vardır.
Gerçi ABD “terörle mücadele” çabaları içerisinde, Rusya’yı yanında görmek istemekle birlikte, aynı fotoğraf karesinde yer alması “eşit ilişki” anlamına geleceğinden Rusya’nın “demonize” edilmesi doğrultusundaki çabaları baltalayıcı olabilmektedir. Bu nedenle Amerikan yönetimi açısından Rusya ile ilişkiler zorunlu haller dışında “sürdürülebilir” değildir.
Rusya ve ABD arasındaki gerilimlerin olanca çıplaklığıyla yansıtıldığı platformlardan biri Münih Güvenlik Konferansı oldu. Bu Konferans son yıllarda görüş farklılıklarının altının çizildiği bir platform işlevi görüyordu. Bu son toplantılar esnasında Rusya ve ABD elçileri Washington’daki “seçim maniplüasyonu” dosyası konusunda oldukça yoğun temasta bulundular.
Konferans’ta Ukrayna’da çatışmalı bölgelere BM Barış Koruma Birlikleri’nin yerleştirilmesi, konusunda olumlu manada çok sınırlı sinyal verildi. Ukrayna’daki “ayrılıkçılar” ile Almanya, Fransa, Rusya ve Ukrayna’dan temsilciler savaşın durdurulması konusu için biraraya gelemediler. Almanya, Ukrayna’daki çatışmaların durdurulması konusunda Rusya’nın önemini teslim ettiğini, Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in “havuç politikasıyla” yeterince gösterdi. Gabriel, BM Barış Misyonu’nun Ukrayna’da insiyatif kullanması karşılığında Rusya’ya dönük “yaptrımların adım adım kaldırılabileceği” sinyalini verdi.
Bu aynı zamanda ABD tarafından Rus yönetici ve şirketlerine karşı alınan son yaptırım kararlarına verilen bir yanıt oldu. Almanya ve ABD’nin bu konulardaki zamanlamaları haliyle manidardı!
Gerçi bu girişimlerin en azından şimdilik kaydıyla sonuçsuz kaldıklarını Ukrayna Dışişleri Bakanı Pavlo Klimkin’in, Sergey Lavrov’la Münih’te yaptıkları toplantıda “barış misyonu” konusunda ilerleme sağlayamadıklarını açıklamasıyla öğrenildi. Keza NATO Genel Sekreteri ve Lavrov arasındaki görüşmede hemen hiç bir konuda kayda değer bir ilerleme olmadı.
NATO Genel Sekreteri, Rusya ile ilişkilerin bozulmasının ana nedeni olarak Ukrayna sorunun gösteriyor ve Doğu Avrupa ve Baltıklardaki askeri varlık ve hareketliliği bununla ilişkilendiriyor.
Rusya daha yakın zamanda Ukrayna konusundaki “barış misyonu” sorununun çözümü için Lugansk ve Donetsk ile Ukraynalı güçlerin bulundukları bölgeyi ayıran bir sınır çizgisinde BM Barış Gücü Misyonu’nun konuşlandırılmasını önermişti.
Gerçi bu öneri Rusya’nın “nüfuz alanını” meşrulaştıracağı ve silah sevkiyatını sürdüreceği düşüncesiyle pek sıcak karşılanmadı. Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, 2014 yılından beri ağır çatışmalara ve insani felakete neden olan savaşın mutlaka bitirilmesi konusunda “tüm seçeneklerin kullanılması” için politik baskı kurmaya çalışırken, Rusya’nın Minsk Anlaşması’nın tüm maddelerinin eksiksiz uygulanması çabalarının “gerçekçi olmadığını” vurguladı.
Ukrayna lideri Poroşenko Rusya’yı “küresel hibrid savaş” sürdürmekle suçlarken, Sergey Lavrov Rusya’nın batıya dair şikayetlerini dile getiren bir dizi başlık sıraladı. Bunlardan biri, artık kimsenin gizlemeye gerek görmediği, AB’nin Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’e yönelik darbeyi desteklediğine dair kanıtlardı.
Tabi bunlar en son Amerikan Başkanlık seçimleri manipülasyonuna karıştıkları iddasıyla 13 Rus üst düzey yöentici ve 3 Rus şirketine yönelik ABD tarafından alınan yasaklama ve yaptırım kararının peşisıra görüşülüyordu.
Sergey Lavrov, manipülasyon iddialarını yalanlarken, Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, FBI tarafından hazırlanan dosyada bu konuya ilişkin herşeyin ayrıntılı olarak yer aldığının “Amerikan seçimlerine Rus müdahalesinin gerçekten tartışılmaz olduğunun” altını çizdi.
McMaster’ın uluslararası medyada gündem yaratan açıklamalarından biri daha İran’la ilgili oldu. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki “etki ağını” güçlendirdiğini, sivil (ulaşım ağı) yatırımlarla birlikte, savaş ve silah kapasitesini arttırdığını vurgulayan McMaster, “artık İran’a karşı harekete geçme zamanının geldiğine inanıyoruz” dedi. Mc Master’ın bir başka çıkışı yine Suriye konsundaydı. McMaster, mevcut raporlara göre Esat yönetiminin “kimyasal silah” kullanmaya devam ettiğini ileri sürdü. Gerçi bunu daha önce Dışişleri bakanı Tillerson açıklamıştı.
Amerikan yönetimi yaptıkları açıklamalarla, Ukrayna, ve Suriye’de savaşın tırmandırılacağı, İran’a karşı açık bir savaşı başlatacaklarına dair son olarak güçlü bir sinyal vermiş oldu. Başkan Trump, daha önce “eski düzenin kurallarını” kastederek, bizzat sarfettiği “artık kuralların geçerli olmadığı” sözlerine paralel Pentagon’un (free hands) “ellerini serbest” bırakmıştı. Bunun anlamı örneğin bombardıman sonucu Suriye genelinde can kayıpları artarken, IŞID'dan alınan Rakka’nın % 80’inin oturulamaz hale gelmesi, öte yandan Yemen ve Somali vb. bir çok ülkede sivil can kayıplarındaki olağanüstü artışlardır. Pentagon şimdilerde kendilerine sunulan bu “free doctrine” tadını çıkarıyor.
Bu konularda karşılarındaki başlıca muhatap Rusya ve arkasından Çin olurken, ABD tarafından Güney Çin Denizi dahil egemenlik alanlarında fazlasıyla rahatsız edilen Çin’in bundan böyle daha fazla öne çıkması pek sürpriz olmayacaktır. Bunu yaparken yangına körükle gitme değil, öncelikle şimdiye kadar olduğu gibi “yumuşak güç” olarak devreye girmek isteyecektir. Ancak sertlik politikası izlemesi gerektiği noktalarda elinde çok fazla seçenek olduğu bilinmektedir.
Yukarıdaki açıklama ve gelişmelerin yanısıra, ABD’nin saldırganlık politikalarını hızlandıracağının işaretleri Suriye’de kısa bir süre önce medyaya yansımıştı. Irak’ta IŞID’ın “teritoryal egemenliğinin sona ermesi” gerekçesiyle Amerikan birlikleri, Suriye’ye geçmeye başladıkları medyaya yansımıştı. Bunun dışında ABD’nin bir süredenberi YPG vasıtasıyla 30 bin kişilik “sınır koruma birlikleri” oluşturma projesi asıl olarak İran’a yönelik bir hamle olarak geliştirildi.
İran’daki ayaklanma dalgasından ve “sınır birlikleri” konusundaki açıklamalar yapılmadan önce PKK'nin İran’ı “IŞID’dan daha tehlikeli rejim” diye suçlaması böylesi bir göreve hazırlık yaptıklarının politik düzlemdeki ipuçlarından biriydi.
ABD Savunma Bakanı Jim Mattis aslında tüm yaldızlı diplomatik sözcükler yerine gerçekte neyin olup-bittiğini özetlemişti: “Birleşik Devletler Ulusal Güvenliğinin önceliği, terörizm değil, büyük güçler arasındaki rekabettir”.
Dolayısıyla, etnik, dinsel, mezhepsel, aşiret veya başka çelişkilerin Orta Doğu’da maskelediği tek şey emperyalist rekabet ve gerici-faşist rejimlerin işbirlikçi tutumları olmaktadır. Cenevre, Astana, Soçi vb. görüşme, toplantılar, paneller bunların tümü başarıları/başarısızlıklarıyla, Orta Doğu özelinde tarafların mevcut dengeleri bir miktar dahi olsa kendi lehlerine dönüştürme amacıyla değerlendirilmektedir.
Huffington Post’ta yer alan bir haberde ABD’nin Suriye’deki devasa varlığına atıfta bulunularak, “stratejik üslerde bir kaç bin askerin konuşlandırıldığını, ve bu bölgenin Suriye’nin en zengin üçte birini temsil ettiği” vurgulanmaktaydı. Yani stratejik meseleler söz konusu olduğunda kimsenin PKK/PYD gibi bir sorun üzerinden hareket etmediği bir kez daha vurgulanacak olursa, açıkça anlaşılmaktadır.
ABD Suriye’de dezavantajlı konumunu, Suriye’yi bölerek, Kuzey Doğu kesimini stabilize ederek, PYD üzerinden kendini “davet ettirme” suretiyle, buradaki “hukuk-dışı” konumunu değiştirme, legalize etme, buradaki bir oluşum üzerine uzun vadeli tutunma ve “İran’a karşı harekete geçme zamanı” sözlerini gerçekleştirmek üzere karşı strateji oluşturma çabalarını güçlendirmenin arayışındadır.
ABD’nin attığı adımlar ve bir çok gözlemcinin değerlendirmeleri –Türkiye’nin ‘kürt tehdidi’ paranoyaları bir kenara- bu hususun doğruluğunu kanıtlayıcıdır.
Sonuç olarak emperyalistler arası çatışmalar özellikle ABD ve Rusya ekseninde yoğunlaşmaktadır. Her iki güç açısından ilişki ve ittifaklar, uzlaşma ve gerilimlerdeki tırmanmalar gerçek manadaki düşmanlıkları ortadan kaldırıcı bir nitelikte değildir. Küçük uzlaşma ve işbirlikleri, çatışma hallerinde olduğu gibi, toplamda büyük bir uzlaşma anlamına gelmedi bugüne kadar. Ancak stratejik manada bir arada yaşamaları, varlıklarını sürdürmeleri, meselesine vakıflar, bu nedenle gerilimin yine hiç eksik olmayacağı ateşkesler, nüfuz alanları ve paylaşım konularında tatmin olma/edilme düzeylerine bağlıdır. Mesele Jim Mattis’in dediğigibi “terörizmle mücadele değil rekabettir.” Dolayısıyla stratejik anlamda bir yakınlaşma emperyalistler arasında çok şiddetli sarsıntılar ve yer/saf değiştirmeler sonucu olabilir ki, böylesi bir durum şu an kaf dağının ardındadır.
Ahmet Akif Mücek 2018-02-18
0 notes