#Telefonda Konuş
Explore tagged Tumblr posts
Text
Cinsel Sohbet - 7/24 Sınırsız Tutku ve Heyecan
🔥 Hayalindeki kadınla sıcak bir sohbetin içinde kaybolmak ister misin? İşte, tam aradığın yerdesin! Cinsel Sohbet hattımızla her an seni bekleyen tutku dolu anlar var. Kimi zaman cesur, kimi zaman gizemli… Ama hep seni heyecanlandıracak.
Neden Cinsel Sohbet Hattı?
🕒 7/24 Hizmet: Gündüz ya da gece fark etmez. İşte veya evdeyken, istersen gece yarısı, istersen sabahın erken saatlerinde tutkulu bir sohbetin kapısını aralayabilirsin.
💖 Gerçek ve Canlı Sohbet: Bayansı botlarla vakit kaybetmeye son! Gerçek kadınlarla ateşli bir diyalog seni bekliyor.
🛡️ Gizlilik ve Rahatlık: Kimliğin tamamen gizli tutulur. Kendini rahat hissettiğin bir ortamda sınırsızca konuşabilirsin.
🚪 Tutkunun Kapısını Arala Cinsel sohbet, sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da seni tatmin eder. Hayal dünyanın kapılarını aralamaya hazır mısın? Cinsel Sohbet hattımızda, farklı yaş gruplarından, farklı tarzlardan kadınlarla tanışabilir, sınırsız bir deneyime yelken açabilirsin.
📞 Sohbet Hattı Nasıl İşler?
Arayı Bağlat: 7/24 aktif olan hattımızı ara ve seni bekleyen bayanlarla doğrudan bağlan.
Tutkulu ve Sıcak Sohbet: Kısa bir tanışmanın ardından, derin ve tutkulu bir sohbetin içinde kendini bul.
Gizli ve Güvenli: Hiçbir kişisel bilgin paylaşılmaz. Tüm sohbetler tamamen gözlerden uzak ve sana özel bir deneyim sunar.
🌟 Neden Bekliyorsun? Kendine bir iyilik yap ve hayatına heyecan kat. Cinsel sohbetin büyüsüyle tanış, aradığın tutkulu deneyimi şimdi yaşa!
👉 Cinsel Sohbet hattında 7/24 tutku, her an seninle.
#Cinsel Sohbet#Cinsellik#Telefonda Konuş#Bayanlarla Sohbet#Sohbet Et#Telefonda Sanal Yapmak#Cinsel Sohbet Kanalları#Sohbet Cinsel#Cinsel Sohbet Odaları
0 notes
Text
Neden en yakınlarımız bizi kırıp döküyor…
ne yaptık Allah aşkına normal yaşayıp gidelim diyoruz olmuyor
o okul bi bitireme görüşüceğiz seninle
o ehliyet izine gitmeden alınacak
telefonda elinden düşmüyor
ben senin ablanım doğru konuş bana ben bağırırım sen bağıramazsın
bir kere de bir işi sen yap
elbise giymezsin çok kilo aldın hiç yakışmıyor biraz zayıfla
siz benim hayatıma sadece stres siniz ya bir salın abi iyiliğimi böyle yaparak düşünmeyin bende insanım bunaldım yeter siz böyle yapa yapa benim bir şey yapasım gelmiyor
okulu kırdığım günlerde uçuruma gidiyorum bundan bile haberiniz yok düşünüyorum
Kızınız uçurumdan atlasam ne olur diye düşündü
Ama bazen ise çok mutluyum sizinle ama em çok mutsuz hep ağlamak istiyorum ama önünüzde yapmıyorum
aile üyeleri büyüdüm ben
karşınızda size dikbaşlılık yapan kızınız var asi kızınız var ve bu sizin yünüzden
ama teşekkür ederim asi olduğum sayenizde başka bir yerde birisi bana bir şey deyince lafımı da sokuyorum Allah var hakkınızı yiyemem bu konuda
komik ama gerçek
bir gün hayatıma girecek kişi sana söylüyorum paramparça bir kız var iyileştirebileceksen beni gir hayatıma ama yok ben yapamam bu kızı bırakırım diyorsan kapı orda👉🏻
çok mu drama yaptım acaba içimi dökmem lazımdı iyi geldi vallaha :)
28 notes
·
View notes
Text
İŞTE KISACA SİZE HAYAT
•Birisyle tanış.
•Tanımaya başla.
•Huyunu suyunu öğren.
•Takıntılarına alış.
•Arkadaşlarıyla tanış.
•Düşüncelerini benimsemeye çalış.
•Hediyeler al.
•Uzun uzun bolca vakit geçir.
•Saatlerce telefonda konuş.
•Hatta abart iyice binlerce mesaj at.
•Hayallerini dinle.
•Ortak hayaller bulmaya çalış.
•Beraber alışverişe çık.
•bebek kıyafetleri, gelinlik bak.
•Yüzük al, gümüş olsun.
•Marjinal hediyeler bul.
•Konsere götür.
•Yılda en az 1 kere pahalı bir yere yemeğe götür.
•Saçının rengini, değiştirdiği parfümü fark et.
•Tartış.
•Barışmaya çalış.
•Regl olsun onunla uğraş.
•Trip, naz çek.
•Jestler yap.
•Güldürmeye, eğlendirmeye çalış.
•Vıcık vıcık “aşkım” kelimesini kullan.
•Millete anlat.
•Seviş.
•Sabahlara kadar hatta saatlerce seviş.
•Seviştikten sonra hayallerini dinle.
•Kaç çocuk yapacağınıza karar ver.
•Onlara bir de isim bul.
•Ayrıl, efkarlan, rakıya vur kendini.
•Günlerce, aylarca, hatta yıllarca acısını çek
•Hatıraları sakla.
•Sonra onları da at.ayrıl
•Bekle de yeni biri gelsın tek şansımız
… yalnızlığı sevmek olacak .
0 notes
Text
birkaç gündür kajuyu görmüyorum,, bu sabah babam kaju seni özledi konuş hadi hoparlöre aldım sesini diyerek kajuyla telefonda konuşturmaya çalıştı bizi?? hani görüntülü konuşma da değil sadece telefona kaju kajuşumm falan diye bağırmak zorunda kaldım fjdlkf sonra odadan çıktı diyerek telefonu kapadı,,, az önce de annem kaju koyununu alıp senin yatağına yatıp bağırarak ağlıyor diye mesaj attı 🥺🥺 kesin yarın eve gittiğimde beni tanımıyormuş gibi davranıp asla beni takmayacak ama olsun çok üzüldüm........
9 notes
·
View notes
Text
Kaçma bu pişmanlıktan,
Üşüyen bileklerini ısıtmaya çalışma boşuna.
Isınmayacak.
Dizlerini karnına kadar çekip titrediğin gecelerin var, biliyorum...
Kırgınsın köküne kadar,
Boğazına duranların ardında saklı baban,
Seni görmeyen annen; hepsi bir yara gibi ömründe.
Saklama, incir kabuğunu doldurmayacak meselelere çocuk gibi üzülüyorsun,
Ve şekilsiz bir fırtına kopuyor içinde.
Durma, koşmak istiyorsan koş.
Bağırmak istiyorsan bağır...
Konuşmak istiyorsan konuş.
Sığındığın uykularda gördüğün rüyalar gerçek değil,
Ama yaşadıkların gerçek.
Duy beni...
Aklında büyüyen kabuslar senden büyük değil.
Kanepede bacaklarını toplayıp sigarasını yakan kadınla,
Varlığıma sarılan aynı kadın değil.
Birisi kızgın ve hırçın,
Birisi kırgın ve dalgın...
Ürkek bakışlarının ardında ki korku yok artık.
Umutların sen sussan da acabalarının yanında duruyor hala.
Sus ya da konuş, fark etmez.
Atan kalbinin sesini duyuyorum senin.
Bil ya da bilme.
Annene olan öfkeni fısıldıyor gözlerin.
Hem seni göremeyişine hem de bir hiç uğruna tükettiği ömrüne aslında tüm üzülmelerin...
Kozasına sığınan tırtıl gibi sarıl bana.
Yara izlerim var, dokun, kanasın.
Bir kanepe ucunda bunları sana nasıl anlatırım,
Günlerce bunu düşündüm.
Haberin olmadı, an geldi parçalara bölündüm,
Bir mayıs günüydü ölümü düşündüm.
Dayanamadım; kaçtım.
Yanıldım, kalbime yakalandım.
Kaçsak da bir yerde buluşacağımızı bir eylül sabahı,
Üşüyen bacaklarına yatağın ucundaki çarşafı örterken anlayacaktım...
Yemeğinin ortasında, kahvenin bilmem kaçıncı yudumunda,
Aklına bir şeyler geliyor ve duraksıyorsun.
Yaktığın sigarada, açtığın telefonda,
Dilinin ucuna hatıralar takılıyor ve kanıksıyorsun.
İçindeki kırgın çocuğun hırçınlığıyla, kendi hatıralarını yumrukluyorsun.
Sevilmeyişini göstermiştin bana, sevmiştim.
En büyük yara izini söylemişti gözlerin,
Nasıl saracağımı bilememiştim...
Baştan farklıydı her şey,
Benim gibi bir çölde nasıl çiçek açar, tereddüt etmiştin.
Haklıydın, bir şey demedim.
Nihayetinde çölde açan çiçeğin ismini henüz keşfetmemiştin...
Kaçma pişmanlıklarından, bu hayat başkasının değil, senin.
Yenilme kendine, kalk ve yüzleş...
Belki bir trende kar yağarken,
Birbirimize sarıldığımız gecenin sabahına çıkmayacağız.
Ama sen susup kaçtıkça düşüncelerinden daha da sıkışacak kalbin.
Bak aynaya, hala ne kaldı bilmediğin.
Yalan söyleme kendine, çok şey var söylemek isteyip de söyleyemediğin,
Çok soru var sormak isteyip de sormaya cesaret edemediğin...
Kimsin sen, ıstırap uykusunda baharı bekleyen çaresiz deli mi?
Yoksa savaşmaktan yorulunca, pes eden bedevi mi?
Kalk uykundan, yatağın soğusun.
Yastığın omzumda, beni görüp de sarılamayışının pişmanlığını taşıma sırtında.
Susma.
Kırıldığın yanlar hala boğazında,
Kendine bu ıstırabı çektirme yanında olurum da merhem olurum korkularına...
Kalk uykundan.
Bak aynaya...
Boş kahkahalarla avunan çaresiz insanların sofrasındaki bir meze değilsin sen.
Yarını olmayan basit kadınların esprisi değilsin sen.
Çık yatağından, kaldır başını uykudan,
Sil gözündeki makyajı, ağrılarını fısıldayan göz altların,
Ve kimselere anlatmadığın ölümden beter kabusların,
Hepsi kursağımda...
2 notes
·
View notes
Note
Konuşmaktan bi şeyim yok ama ben bu çocukla sadece instadan konuşurdum hani telefonla da arayacak kadar yakın görmüyorum ki bi de ben telefonda konuşmayı sevmiyorum pek yani bazen tel geçmişim 1 hafta aynı kalıyo yoksa olayı mesajda paragraf gibi anlatmış bulundum niye içimde tutayım ki djsjajdjjdjsjs
ee konuş işte nolcak en kötü suan müasit değilim sesli mesaj at de
1 note
·
View note
Text
Sabah Batu'nun annesiyle konuştum. Batu ile küs olduğumuz için onunla konuşmadım. Biraz da şikayet ettim Batu'yu. Kuzeni sözlenmiş, "Batu sana söylemiştir." dedi. "Nermin Teyze valla hiç bir şey söylemedi bana. Benimle doğru düzgün konuşmuyor zaten." dedim. "Batu niye kızla konuşmuyorsun?" diye kızdı.
"Samsun'a geleceğim Nermin Teyze. Sizi rahatsız edeceğim bir süre artık." dedim yerimi yaptım. Oohh Nermin Teyzeciğim bana Batu'nun kardeşinin odasını verir, Batu ile muhatap olmasam da olur. Kızgınım hala ona. Telefonda benimle iyice öküz gibi konuştu zaten.
Ay kusura bakma canım. Nermin Teyzenin üzerimde hakkı var. Gelip kalacağım sizde, istersen benimle konuş, istersen konuşma. Samsun'a geldikten sonra salağın bana olan tavrına göre başka bir yer ayarlar, orada kalırım.
Bu sefer inadım inat, popom iki kanat. Haberin olsun. Seninle konuşmayacağım, canım konuşmak isterse de buraya yazacağım. Okursun sen zaten buradan.
Ha bu arada; şu an konuşamadığımız için yazıyorum; arabayı temizledim Mustafa ile. Leş gibi olmuş uzun yolda. Parmaklarım acıdı iyice. Kulaklığımı kaybettim, bulamıyorum. Teyzem nevresimlerle silkelemiş galiba balkondan. Akşam üzeri çay bahçesine gittik, bahçenin ortasına yapay göl yapmışlar, kurbağalar cirit atıyor. Çiftleşenler bile vardı. Annem "Pınar bak bak ne kadar garip!" diye yükseldi. "Anne nesi garip? Ben okulda erkek köpeğe masturbasyon yapıp, spermi alıp dişi köpeğe nakletmeyi uygulamalı görmüşüm, doğal ortamında çiftleşiyor hayvan. Garip değil doğal." dedim. "Teyzem yarın bizim salonun badanasını yapar mısın?" dedi, yarın badana yapıyorum. 10 parmağımda 10 marifet. 😁😁 Annem de yazlığın badanasını yapacakmış. Artık ilk günler pestilim çıkacak Akçay'da. Haydi yat zıbar!! Uyumuşsundur sen zaten. Bok herif!
01.58
06.06.19
6 notes
·
View notes
Note
Güldün mü ?
hayır wlmxkdnadldmans bir şey seçimlerinde oy kullanacak mısınız diye soruyor telefonda arayan kadın adam da hele bir yavaş konuş ratatattaat diyor
0 notes
Note
Sevgilim uzakta şu an aynı şehirde değiliz yani telefonda konuşuyorduk bugün ben aramıştım annem arıyor dedi kapatta konuş dedim buraya kadar sorun yok sonra mesaj attım konuşuyor musun diye dedim yok kapattık dedi müsaitsen arayayım dedim lavaboya gideyim de dedi sonra kardeşim bir şey attı ona bakıyorum dedi daha sonra kardeşim aradı onunla konuşuyorum dedi zoruma gidiyor ya 3 değil 5 değil hep arka plandayım uzun zamandır da ilişkimiz var yani neden hala böyle ki
Bunu onunla konuşsana konuşarak çözersiniz bence
1 note
·
View note
Text
Akatlar’da yürüyordum; kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:
“Oğlum dersleri tamamen bıraktı; ne söylesem hiç fayda etmiyor. Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor. Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?”
“Sohbet ediyor musunuz?”
“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”
“Kaç yaşında?”
“On yedi yaşında.”
“Mesela ne diyorsunuz?”
“Sınavların yaklaştığını söylüyorum; derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum; böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”
“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”
“Evet.”
“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.”
“Valla bilmem; biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”
“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”
Kadın haklı olarak “neden bahsediyorsunuz,” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
İçim burkuldu. Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.
***
Öğrencileri ve ana babaları birlikte çağırdım. Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte ana babalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.
“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. Selim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.
“Adın ne?”
“Selim.”
“Kaç yaşındasın?”
“On iki.”
“Bugün ayın kaçı?”
“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)
“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”
Anladığını belirtmek için başını salladı.
“Lütfen gözünü aç.”
Selim, gözünü açtı.
“Bugünün tarihini söyler misin?”
“24 Aralık 2028.”
“Kaç yaşındasın?”
“Otuz iki.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“İç mimarlık.”
Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
“Nerede çalışıyorsun?”
“New York, Manhattan’da.”
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.
“Evli misin?”
“Hayır.”
“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”
“Kızların hepsi evlendi.”
Gülüşmeler…
“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”
“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. Katında.”
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. Katta indik.
“Burası ‘home office,’” dedi.
İçeri girdikten sonra açıkladı:
“Dubleks daire: aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”
“Selim, salonda neler var?”
“Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var; komodin var, sehpalar var.”
“Duvarlarda ne var?”
“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”
“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”
“Annem var, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim var, ablam var, ben varım.”
“En küçük sen misin?”
“Evet.”
“Selim, bu fotoğrafa baktığında, içinde ‘keşke!” duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”
Hiç beklemeden “Evet,” dedi.
“Haydi, anlat bize,” dedim.
“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu; çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu.”
Baba’ya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.
Selim’e teşekkür ettim. Ve sordum:
“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”
“Hayır!”
“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”
“Olanla ilgili olarak konuştuk.”
“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”
“Yeniden konuşmak isterim; sohbetimizden zevk aldım.”
***
Sohbet özel türden bir konuşma, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.
Korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Türkiye’nin aydınlık geleceğinde anne babaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.
Doğan Cüceloğlu
0 notes
Text
Bugün metrodan inerken arkadaşımla telefonda konuşuyordum yaşli bi amcanın birisi kızımmm ne 2 saat telefonda konusuyorsun metrodan inince konuş seni mi beklicez diye bağırdı hayır sanki önümdeki insanlar indi de ben inmedim insanlar iyice kafayı yedi ha benden size söylemesi.
17 notes
·
View notes
Text
Konstantinos Kavafis / Konuşma dili ile yazı dilini evlendirmeye çalıştım ve bütün deneyimlerimden, şiirsel içgüdümden destek aldım
Yaptıklarıma, söylediklerime bakıp tanımaya kalkışmasınlar beni. Engeller vardı yaşamımı ve eylemlerimi dönüştüren. Engeller vardı, beni durduran, ne zaman konuşmaya kalkışsam. Ancak belli belirsiz davranışlarda ve en örtülü yazılarımda yalnızca bunlarda anlayabilirler beni. Ama gereksiz de olabilir, beni anlamak için katlanılan bunca sıkıntı, bunca çaba. Gelecekte -daha kusursuz bir toplumda- benim gibi yaratılmış biri hiç kuşkusuz ortaya çıkacaktır ve özgürce yaşayacaktır.
Benim için çok önemlidir zaman ve mekân. Kendime ve başkalarına (yazılı ya da sözlü) sık sık sorduğum iki soru vardır Ne zaman, nerede? Kendimi ve "nesne"mi bir zaman ve mekâna yerleştirdim mi gerisi kolay, hemen düşünce ve duygu iletişimi başlar. Konumuz Kavafis olduğuna göre, hemen şu kaçınılmaz soruyu soralım: Konstantinos Kavafis ile, ne zaman ve nerede? Elbette İskenderiye'de, Antiohya'da (Antakya), Edessa'da (Urfa) ya da Magnesia'da (Manisa) değil. Ortadoğu ve Küçük Asya'nın küçük Greko-Makedon krallıklarında da değil. Sevgili ve dünyalar güzeli İoanna Kuçuradi ile A. Turan Oflazoğlu'nun, Türk Dili dergisinin Haziran 1962 sayısında yayınlanan ortak çevirilerinde ve gene o günlerde okumaya başladığım, Lawrence Durrell'ın İskenderiye Dörtlüsü'nde (Justine, Balthazar, Mountolive, Clea). Ama "Yabanlar"ı 10.9-1961 günü Sandıklı'nın berbat bir otel odasında yazdığıma göre "İhtiyar"ın Barbarları Beklerken'ini daha önceden okumuş olmalıyım. (Bir ifşaat!) Demek ki "İskenderiyeli" ile ilk ilişki 1961 yılında. "Barbarlan Beklerken"in ilk çevirisini yoksa Nermin Menemencioğlu mu yapmıştı? Belgelerim arasında bir tek o eksik? Kimi şairler, kimi yazarlar vardır, "aşk" ilişkiniz bir kitaplık sürer, kimileri ile bu ilişki ömür boyu; nereye giderseniz yanınızda götürürsünüz, ya da o peşinizden gelir. Yanınıza kitabını almayı unutsanız da, gittiğiniz yerde, size benzeyen bir tutkunla karşılaşmanız yazgıdır. Kavafis ve Durrell sayesinde (ve yüzünden) kaç dostum var dünyanın dört bir yanında. Bunlardan biri: Jacky (Jacqueline). Yıl 1965, aylardan kasım. İsmet Birkan, ben ve adını bilmediğim bir genç Fransız kadın, Bulgaristan'da ilerleyen, İstanbul-Paris Treni'nin bir kompartmanındayız. Ben pipomu ve "Justine"mi çıkartıyorum. İsmet, "Madam'dan izin aldınız mı?" diye soruyor, dalga geçerek, "pipo içmek için?" Gene kadının yanıtı çok çarpıcı: "Ben, diyor, İskenderiye Dörtlüsü'nü okuyan, Kavafis'i seven ve pipo içen erkeklere bayılırım". Şimdi Almanya'nın neresindesin Jacky, boş koku şişelerini ne yaptın? Sonra Liliane ve Marcel Van de Kerckhove çifti: Ankara'nın karlı kış gecelerinde sabahlara kadar Belçika Sefareti'nde Kavafis okuduğumuzu ve "Justine"den konuştuğumuz. Liliane ve Marcel'in "Justine'in modeli ile dostluktarı. Justine'in modelinin Mısırlı gerçeküstücü Georges Henein'in kansı olduğunu öğrenmem. Adı neydi? Unutmuşum? Ama kitabında "İkbal” adına, "Laik El Alaily" (Leyla El Alaylı) adına şiir adadığına göre, bunlardan biri. Ama daha çok "İkbal". Kavafis'in çevresinde, onunla ve birbirlerine ilişkili bir şairler, yazarlar çevrimi var: Ritsos-Seferis-T.S.Eliot-Henıy Miller-Lawrence Durrell -Aragon-Yossip Brodsky ve kuzeyden güneye, doğudan batıya yüzlerce yazar ve binlerce okur. Tam bir tekke şeyhi.
Sular idaresinin imla takıntılı memuru
Ama kim bu Konstantinos Kavafis? İçimden "Efendi" sözcüğünü de eklemek geçiyor, fotoğraflarına baktıkça, gündelik yaşamının bir bölümüne tanık olan, eski Konstantinos Kavafis iş arkadaşı İbrahim El Kayar'ın anılarını okudukça. Kimdir Kavafıs, El Kayar'a göre: "Sular İdaresi'nde kâtiplikle işe başlayan; daktilo olmadığı için o sıralar mektupları elle çoğaltan; çok iyi İngilizce bildiği için kendini gösterince bölüm şefi olan; Yazıların düzeltilmesi işinde çok titiz davranan, noktalama konusunda işi ukalalığa vardıracak kadar dikkatli olan; yanında çalışanlara "beni görmeniz ricasıyla", "bana telefon etmeniz ricasıyla" diye pusulalar yazan; görevliler yanına gelince, bir virgülün eksik olduğunu söyleyerek insanları çıldırtan; Ama işinde dalga geçen, mesai bitiminde arkasından atlı kovalıyormuş gibi bürodan kaçarcasına çıkan; El Kayar'a göre, "Çok kurnaz, şeytana külahını ters giydiren bir insan" olan; sanki işi başından aşkınmış gibi masanın üzerine dosyalar yığıp bazılarını açan; telefonda her zaman "çok meşgulüm" diyen; bazen odasına kapanıp elini kolunu tiyatrovari sallayarak bir şeyler yazan ve El Kayar'a "İlham geldiği zamanlardı anlaşılan. Pek tabii, bize pek matrak gelirdi, basardık kahkahayı. Hey gidi günler, demek Mösyö Kavafis meşhur olacakmış" dedirten; Sabahlan işe hep geç gelen, işe her zaman vaktinde gelen İngiliz müdürünü atlatmak için terler döken; pek uzakta olmayan evine hep arabayla gidip gelen; işe geç geldiği için yakalanmamak için asansöre binmeyip merdivenlerden çıkan; 'ben buradayım' diyebilmek için şapkasını odacıyla önceden gönderen ve bazen işten sıvışırken şapkasını özellikle askıda bırakan; yanında çalışanlara "İngiliz benden önce gelip beni soracak olursa, Mösyö Kavafis'in burada olduğunu, ama acele bir iş için dışan çıktığını söyleyin. On dakika sonra gene soracak olursa, bunu yarım saatten çıkartıp Mösyö Kavafis'in 20 dakika sonra döneceklerini söyleyin" diyen; belki sağlığını korumak için, belki de cimriliği yüzünden sigaraları ikiye bölerek içen; En küçük alışveriş için bile uşağına özgürlük tanımayan; alınacak pilici Sular İdaresi'nde bizzat inceleyen, kanatlarını, tüylerini inceden inceye tetkik edip hayvanı bol bol gıdaklatan; cimriliği yüzünden para toplamalarına karşı çıkan; Mısırlı arkadaşlarıyla pek konuşmayan ve belki de onları aşağı gören; politikaya karışmayıp, dinlerin zayıf düştüğünü ileri süren; Yaşadığı ülkenin dili Arapça'yı pek bilmeyen; yazarlarla pek ilgilenmeyen; Çalıştığı yerdeki üstlerinden sık sık 'Mösyö Kavafis sizden memnun değilim' tarzında zılgıt yediğinde, ciddi ciddi, 'Sizi memnun etmeye çalışacağım' diyen sevimli bir adam(l).
Gençliğindeki sıradan şiirlere bakılırsa Kavafis’in dönüşümü bir mucizedir
Çok sevimli. Pinti, huysuz, bencil, çağıyla ilgilenmeyen, büyük Hellenci olmasına karşın Yunan ordusunun İzmir'de bozguna uğradığı yıl bundan hiç söz etmeyen, ve öyle biri "Akhalar Birliği İçin Savaşanlar", öteki "Şanlı Antiohos'a" olmak üzere iki tarihsel şiir ile "Eski Bir Kitapta" adlı bir eşcinsel olmak üzere toplam üç şiir yazan; tarihle ilgisini de en fazla 13. yüzyılla sınırlandıran garip bir insan ve şair. 1882 yılında 19 yaşında, "Good-bye to Therapia and joys of the hotel- Good dinners that make you exultingly swell." "Hoşçakal Tarabya ve otelin eğlenceleri İnsanı zevkten coşturan güzel yemekleri” gibi berbat dizelerle berbat manzumeler yazan Kavafis'in "Kavafis" olması gerçek bir mucize. Aynı şeyi, Kavafis'e 12 Şiir adayacak kadar sevip sayan Yannis Ritsos'un bir Kariovassi (Samos Adası) görüşmemizde söylemesi de ilginç. Bu konuda Seferis de şunları yazıyor: "Gençlik şiirlerinde, hatta orta yaşlılık döneminin bazı şiirlerinde sıradan, herhangi bir üstünlükten yoksun olarak görüyoruz onu. Yaşlılık döneminde yazdığı şiirlerinde ise, sürekli olarak yeni ve çok değerli şeyleri bulup çıkardığı izlenimi veriyor. Bir 'yaşlılık dönemi şairi' Kavafis. Ölümünden birkaç ay önce hasta olarak Atina'da bulunurken, anlatılanlara göre, 'Daha yazmam gereken 25 şiir var" diyormuş." (2) Tuhaf, ne 24, ne de 26 şiir, tam 25 şiir. Biz Yaşlılık Dönemi Şairi'nin, bu İskenderiyeli İhtiyar'ın şiirsel kişiliğini şimdilik bir yana bırakıp, "insan” Kavafis'le daha yakın olmak için Ange S.Vlachos'a(3) başvuralım: "Kavafis benim için bir gençlik anısıdır. Akşam yemeğine sık sık bize gelirdi. Büyük bir Kavafis hayranı ve okuru olan, İskenderiye Karma Mahkemesi Danışmanı babam akşamlan çalışma odasında şairin kendisine gönderdiği (ancak "seçkinler"e gönderdiği) şiirleri okurdu bize. Şairin kendi elleriyle yaptığı düzeltmeleri taşıyan bu yazmaları gözüm gibi saklarım." "Kocaman gözlüklü (gözlükleriyle Greco'nun Büyük Engizisyoncu'sunu andırırdı), oldukça çirkin bu yaşlı adamı annemizin sağında oturur görmek biz çocuklar (ablam ve o sırada 16 yaşında olan ben) için çok tuhaftı. Sarkık dudaklıydı, son derece bakımlı gür saçlan vardı. Babamın hayran olduğu şiirleri yazan büyücüydü bu yaşlı adam.” "Biraz dinlenen bir baykuşa benzeyen Kavafîs'in her şeyi durmadan izleyen bakışları vardı; gözlerinde, derin gözlerinde keder ve ironi yan yana dururdu. Yemek masasında ağzını açtığı zaman onu dinlemek için hepimiz susardık. Ağır İngiliz aksanlı (özellikle yapıyordu bunu) bir Yunanca'yla, anılar, öyküler, Yunanistan'dan gelen Yunanlar'la yaptığı konuşmaları aktarırdı. Yunancayı özgürce kullanırdı, insana ve ona ait olan şeylere karşı ironik tavrı, insanın zaaflarına karşı büyük anlayışı, eşcinsel aşkı yazmakta gösterdiği cesaret Yunanistan'ın "entellektüel" yaşamının gelenekçiliğin ince süzgecinde süzülmüş durgun sularını bulandırıyordu. Kendisini çok fazla ciddiye alan Atina, Kavafis'nin garip ve tehlikeli bir olgu oluşturduğunu düşünüyordu; ama bu sapkın mezheplinin büyük bir şair olduğunu, Yunan edebiyatına yadsınmaz bir damga vurup Yunan şair ve yazarlarını bütün yazarlardan, hatta büyük rakibi Palamas'tan da fazla etkileyeceğini hissediyordu."
Kendini sürekli “milli şair” Palamas ile karşılaştırırdı
"İskenderiye'ye Yunanistan'dan bir Yunan gelse ve Kavafis'i ziyaret etse, İskenderiyeli şairin konuğa soracağı soru şu olurdu: "Palamas'ı nasıl buluyorsunuz?” Ziyaretçi Palamas'ın "milli” şair olduğunu söylemesi durumunda, Kavafis ya susar ya da havadan sudan, ıvır zıvırdan konuşmaya başlardı ki, o zaman konuğa yol görünürdü. Ama eğer ziyaretçi Palamas'ın yalnızca hödükleri, askercileri heyecanlandıran milli borazan olduğunu söylerse, o zaman güller açardı Kavafis'in yüzünde, konuğunu destekleyen konuşmalar yapardı. Büyücü sesiyle.” "Bu sesi duyunca ağzımız bir karış açık kalırdı, çatal havada, yemek yemeği unuturduk. Bu anlarda yalnızca babam kesebilirdi konuşmasını. Şairi iğnelemek için. Ve Kavafis, Londra'nın Soho'nun şüpheli mahallelerinde bir gün nasıl kaybolduğunu, bir müzeye yaptığı ziyareti anlatırdı. Ama bu arada önemsiz bir Yunan şairini iğnelemekten geri durmazdı. Derken, Prolemeos dönemi Yahudi toplumu ile İngiliz dönemi Yahudi toplumu arasında bir tarihsel karşılaştırmaya girişirdi uzun uzun. Yaptığı betimlemelerle İngiliz usulü yemek masası adabıyla gırgır geçerdi."
Dönüp dolaşıp lafı Baudelaire ve Poe'ya getirildi
"Fransız ve İngiliz şiirinden belirgin bir hazla konuşur, şaşırtıcı karşılaştırmalar yapmaktan, sıradan insan zekâsının farkına bile varamayacağı benzerlikler bulmaktan hoşlanırdı, iki yemek arasında verdiği küçük konferanslar yüzünden yemek soğurdu. Monoloğu sırasında yaptığı, usta oyunculara özgü tonlamalarla konuşmasını bir diyaloğa dönüştürüldü. Dönüp dolaşıp lafı Baudelaire ve Poe'ya getirildi, temcit pilavı gibi. Bu küçük monologları özenle hazırladığından ve dahası ses duraksamalarını bile pişirdiğinden hep kuşku duymuşumdur." "İçinde korku da bulunan büyük bir kıvançla beklerdik bu yemekleri ve sonunda takma yakalı, kravatı özenle yana kaydırılmış büyücü Kavafis'in ağır ağır, dikkatli adımlarla, bahçeye çıkan büyük merdiveni ineceği zaman geldiğinde, her zaman mutluluk ve şaşkınlık duyardık. "Birinde babam, bazı şiirlerinin yayınlandığı İngilizce bir dergi gördüğünü söyledi ona. - Bu dergi nerede? diye sordu Kavafis. - Kulübün kitaplığında, diye yanıtladı babam. - Al onu, bana getir, dedi Kavafis. - Bu hırsızlık olur, dedi babam. Bunun üzerine Kavafis, "Yahu sen nasıl bir yargıçsın? Bir kitap bile çalamıyorsun?" dedi. "İnsanlar sık sık Kavafis'i tanımlamaya çalışıyorlar. Ben özellikle konunun vitrinine etiketlenip kelebek gibi yapıştırılan tanımlamalara karşıyım... Kavafis'in bir dekadans şairi olduğu, eşcinselliği öğen bir devrimci şair olduğu, tarihsel, romantik, stoacı, düzyazısal, ironik, didaktik bir şair olduğu söylenir. Ama, aldığı ışığı her defasında farklı ve şaşırtıcı yalımlarla yansıtan çok yüzlü bir elmas olduğu söylenmez nedense.” "Bununla birlikte, birini ilginçliği, ikincisini derinliği yüzünden kabul ettiğim iki Kavafis tanımı vardır. Birincisi Foster'ın Passage to India adlı kitabında yaptığı tanımdır: 'Evrenin geri kalan bölümüne göre hafifçe yampiri bir durumda, ayakta, tamamen hareketsiz duran hasır şapkalı bir Yunan Beyefendisi.' Her şey bu tanımda yer alıyor. Hafifçe züppe bir beyefendinin toplumsal durumunun işareti olan hasır şapka, bir seyircinin düşünme durumunun belirtisi olan hareketsizlik ve nihayet en önemli nokta olan yampiri duruş, yani okullardaki eğitim sistemi yüzünden öğrenemediğimiz tarihsel manzarayı ortaya seren şairin düşüncesinin somutlanması. Eşcinsel aşkı mahkûm eden 'genel' ahlak bakımından da yampirilik söz konusu. "İkincisi, Alain Basquet'nin Saint- Johrı Perse adlı kitabının önsözünde yaptığı tanımdır. Böylesine bir tanım yapabilmek için Alain Basquet'in, Yunan şairi çok sevmesi ve onun yapıtında yaşamış olması gerekiyor: '...(Kavafis) zamanı ve mekânı devinimsizleştirir, kendini ideal bir nokraya yerleştirir ve olmuş ile öngörülmüş'ün, ölü diller ile geleceğin dilleri arasında bir yerde bir dil keşfeder." "Kavafis'in kendini yerleştirdiği ideal nokra, betimlediği tarihsel zamana dikeydir. Bizans epigonlarının ya da Vasileus'larının çağdaşıdır ya da kendini Roma istalasının hemen sonrasında İskenderiye, Antiohya ya da Beyrut'un baştan çıkmış gençliği arasında görür ve sanatı o dönemi bütün yoğunluğu ve derinliğiyle yaşar." Ange S.Vlachos'a "teşekkür" edip biz yolumuza devam edelim. Ve özellikle de insanın cebindeki iyi bir şiiri yüz metre uzaklıktan hissetme yeteneğine sahip olan Alain Bosquet'nin yaptığı, müthiş yol gösterici, tansıklı tanıma da teşekkür edelim. Çünkü, Kavafis'in tarihsel zamana dikey bakışı çok önemlidir. Bunu anlamıştır Bosquet. Bu görüş, bu tavır, böylece, ait süremli zamanı eş süremli, yani dikey olanı yatay olarak yazmak yöntemini benimseyen ben fakir'e (4) kadar uzanmış oluyor.
İstanbul’dan Londra ve İskenderiye’ye
Konstantinos Kavafis ailesi iki taraftan da İstanbullu. Pedros Kavafis (Kavafoğlu. Kavaf: Ayakkabıcı esnafı) ile Harikleya Fotiyadis'in dokuzuncu çocuğu. Konstantinos, İskenderiye'nin Avrupalı mahallesinin Şerif adlı sokağında ailenin dokuzuncu çocuğu olarak doğdu. Doğum tarihi eski hesaba göre 17 Nisan, yeni hesaba göre 29 Nisan 1863. Kavafis ailesini "Bosfor" kıyılarından alıp Lagidesler'in kenti İskenderiye'ye sürükleyen dürtü neydi? İlk Grek kolonilerinden bu yana "Grek", "Hellen" ya da "Yunan"ı Akdeniz havzasında daha çok kazanmaya, daha iyi yaşamaya yönlendiren dürtüydü bu. Bu dürtü bu nüfusu sürekli olarak oradan oraya sürüklemiştir: Adalar'dan Konstantinopolis'e, İstanbul'a, İstanbul'dan Mısır'a, Yunanistan'dan Mısır'a, Mısır'dan, İstanbul'dan Yunanistan'a... İki bin yılı aşkın süredir dönen burgaç, savuran rüzgâr. Ama "İngiliz" insanı rahat bırakmaz. Pamuk zenginliğinden payını almak üzere Mısır'a üşüşen İngiliz sermayesi karşısında, kendi çapında bir "Senyör" olan Pedros Kavafis pek bir şey yapamadı ve 1870 yılında gerisinde çocuktan başka çok az şey bırakarak dünyasını değiştirdi. Konstantinos demek ki yedi yaşındaydı babasının ölümünde. Kesinlikle bilinmez (çünkü tarihte "Teyzemin bilmem nesi olsaydı dayım olurdu" gibi "olsaydı... olsaydı" yöntemi geçerli değildir), ama ailenin göçü Konstantinos'un şairliğine yol açmış olabilir. Çünkü, Büyük İskender'in torunlarının başkenti olan İskenderiye Hellenistik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olma özelliğini 20.yy'a kadar sürdürmüştür. O yıllarda İstanbul'da olmayan bir "kültür" yaşamı vardır bir gayri müslim için; evrensel kültürün yanı sıra, Kopt (Kıpti), Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman kültürleri... Bunun yanı sıra Ptolemeos, Eukleides, Kleopatra, Theokritos, Plotinos, İskenderiyeli ya da Yahudi Philon, İamblikhos, Kallimakhos, Rodoslu Apollonius gibi özel adlara da bağlıdır bu kent. Konstantinos'un ailesinde 18 ve 19'uncu yüzyıllarda dikkate değer insanlar görülür. Dedesi Yorgos-Yannis Kavafis (1806-1891), 1788-1805 yıllan arasında İskenderiye Ortodoks Patriği olan Parthenios'un yeğeniyle evlenmişti. Atalarından biri, Yannis Kavafis (1701-1762) uzun yıllar Viyana'da yaşamış ve imparator tarafından kendisine soyluluk payesi verilmişti. Ailenin bir kanadı da 19. yüzyıl içinde Londra'ya yerleşmişti. Şairin emmioğullanndan Yannis-Yorgos Kavafis, Londra'nın Saint-Georges Hastanesi'nde başhekimdi. Kavafis Ailesi'nin öyküsü sürüyor: Aile 1850-1870 yılları arasında iyice zenginleşmiş, Mısır içinde ve Londra, Liverpool, Manchester, Marsilya, İstanbul ve daha bazı kentlerde şubeler açmıştı. Daha önce de belirttiğimiz gibi talihleri 20 yıldan fazla gülmedi. Babanın ölümünden sonra aile İngiltere'ye göçtü. Fakat babadan kalan şirket 187o yılında tamamen batınca aile 1880 yılında İskenderiye'ye dönmek zorunda kaldı. Harikleya ailenin eski toplumsal düzeyini tutturmak için epeyce uğraştı ama köprülerin altından çok sular akmış, İngiliz bankerlerinin "değerli uşakları"nın oluşturduğu yeni bir Yunan toplumsal sınıfı doğmuştu. Artık kolay değildi. Ağabeyleri memur olurken Konstantinos okula başladı. Ağabeylerinden biri Londra'da kalmıştı. Bu ağabey İngilizce, Fransızca şiirler yazacak ve Konstantinos'un şiirlerini Shakespeare'in diline çevirecektir. Koşulların kötüleşmesi burada durmadı: Teker geriye dönmeye başlamasın bir kez!.. Başta İngilizler olmak üzere yabancıların açgöz tutumları, Arabi Paşa önderliğinde bir Mısır devrimine yol açtı. Bir "gözle idare eden İngiliz'e ikinci göz fırsatıydı bu: 1882 yılında İskenderiye'yi işgal ettiler. Zavallı Fenerli Harikleya da bunun üzerine çocuklarını alıp ana baba yurduna sığındı. Londra'da İngilizce öğrenen Konstantinos için yeni bir fırsattı İstanbul serüveni. Teyzesinin Tarabya'da bir evi, büyükbabasının ise Kadıköy'de küçük bir kira evi vardır. Konstantinos 1882-1885 yılları arasında İstanbul'da yaşadı. Bu durumdan yararlanarak Yunan klasiklerini ve Bizans tarihçilerini incelemeye başladı. İlk eşcinsel deneyimlerini bu kentte yaşadı. Şiir yazmaya bu kentte başladı, sıradan şairlere öykünen şiirler. Yazımızın başlarında berbat bir manzume olarak nitelendirdiğimiz, İngilizce olarak kaleme aldığı "Leaving Therapia" adlı parçayı, şiirin altındaki notlardan anladığımıza göre, 18 Temmuz 1882 Pazartesi günü 14.30'da yazdı. 1885 yılında yazdığı Yeniköy adlı şiir de ilginçtir. Kavafis, İstanbul dışında hiçbir yer ve yörenin doğasını anlatmamıştır. Çok sevgili dostum ve ortağım Herkül Milas'ın dediğine bakılırsa, "1885 yılının İstanbul'unu Kavafis'ten, biraz özlemle, biraz kaybolanın acısını duymanın burukluğuyla okumak yalnızca Istanbul'luların(?) -bu soru işareti benim- tadabileceği bir deneydir." Sevgili okurlar! Bu şiiri okumak için Kavafis'in Bütün Şiirleri Varlık Yayınevi tarafından yayınlanmasını (güzün) bekleyeceksiniz. Ama adı Türkçe olan Dünya Güzeli şiirin "ham" çevirisini buraya aktarmamazlık edemeyeceğim. Doğrudur gördüğüm, beni aldatmıyor ayna, yoktur benden güzeli dünyada. Pırlanta gibi parlar gözlerim, mercan rengini edinmiştir dudaklarım, iki sıra inci süsler ağzımı. Diridir bedenim, överler ayaklarımı, eller, boyun bembeyaz, ipektendir saçlar... ama neye yarar? Kapanmışım kin duyduğum bu haremin içine kim görür bu güzelliğimi tüm âlemde’ Yalnız zehirli bakışları kıskanç düşmanların düşer üstüme ya da iğrenç harem ağalarının, donar kanım damarlarımda iğrenç kocam yaklaşınca yanıma. Yüreğim diyorsa, "Ah, Hıristiyan olsaydım!" Affet peygamberim! Hıristiyan olsaydım eğer özgür olurdum herkese görünürdüm ister gece ister gündüz; erkekler hayran, kadınlar imrenerek güzelliğimi dile getirirdi ister istemez. Yaratmamıştır benim gibi bir güzeli doğa, bunu diyecekler gerçekten açık arabada, kalabalıklarla dolacak İstanbul caddeleri görmek için beni”
Atina’da ameliyat olduğunda hayranları kapısında kuyruk olmuştu
Birçok bakımdan ilginç, ama bir çağdaşıyla ilgili olması bakımından da ilginç bir şiir. İstanbul'da yazdığım bildiğimiz üç şiir de "gün"üyle ilgili, zamandaş. İstanbul'da yaşasaydı, belki bu kadar "tarihçi" şair olmazdı. Bu da bilinemez. Konstantinos erginlik çağına gelince, ağabeylerinden biriyle birlikte babasının ayrılmış olduğu Yunan vatandaşlığına girdi ve 1885 yılında İskenderiye'ye döndü. Annesi de kendisiyle birlikte geldi. Savaş kenti tepeden tırnağa değiştirmiş, işgal ise canına okumuştu; gelenekler, ahlak değerleri umarsanmıyordu, ticaret hayatının durgunluğu ise bir çöküş döneminin başlangıcım haber veriyordu. İçinde bulunduğu koşullar, ücretsiz bir staj döneminden sonra 1892 yılında (29 yaşında) Bayındırlık Bakanlığı'na girmek zorunda bıraktı şairi. İngilizlerin yönetip denetlediği bir Mısır kuruluşunda çalışan bir Yunan vatandaşıydı. Bu yüzden önemli bir yer edinemedi. Belki de istemedi. Sular Idaresi'ndeki yaşamını iş arkadaşı İbrahim El Kayar'ın anılarından biliyoruz. Ama yaşamındaki devinim ve serüven sona erdi. Bu işte tam 30 yıl çalıştı, demek ki 1922'ye kadar. Artık yaşamı, evi, işi ve Athineos Kahvesi arasında geçecektir. Ölümünden (29 Nisan 1933) pek az önce yaptığı Yunanistan yolculuğu dışında bir daha İskenderiye'den ayrılmayacaktır. Tabii 1901,1903,1905 yıllarında Yunanistan'da yaptığı tatiller dışında. Ama gene de uzun, tam 27 yıl. Başlangıçta Atina'lı meslektaşları tarafından alaya alınan İskenderiyeli şair, 1932 yılında Yunanistan'a yaptığı yolculuk sırasında ünlendiğine bile tanık oldu: Gırtlak kanseri ameliyatı geçirdiği hastanedeki odasının önünde uzun ziyaretçi kuyrukları oluştu. Kavafis Ailesi'nin son erkek temsilcisi, İskenderiye'ye döndükten kısa süre sonra öldü(5). Şimdi ben, 1990 yılının boğucu haziran sıcağında, onun atalarının kentinde ona çalışıyorum.
Neden dekadans dönemine ilgi duymuştur?
Kavafis ruh ve düşünce olarak ne "Grek" ne de "Yunan"dır; o bir "Hellen"dir. Ama Hellenizm'in övgücü borazanı değildir, onun derinlikli bir hayranıdır. Hellenizm'i tanımlamak güç bile olsa, Atina'dan başlayarak ve özellikle Büyük İskender'in fetihleriyle kurulan "site"lerin oluşturduğu dünyayı düşünebiliriz. Kavafis'in Hellenizminin geri planını özellikle Ortadoğu oluşturur. Bunların arasında da İskenderiye ve Antiohya (Antakya) öne çıkarlar. Ama Kavafis'in ilgilendiği dönem Hellenizm'in Büyük İskender dönemindeki yükselişi değildir. Onu ilgilendiren Roma'nın egemenliğine girmiş olan ardıllar ("Epigonlar") çağıdır. Bu çokuluslu, kozmopolit imparatorlukta "Grekçe" daha doğrusu "Hellence" bir birleştirme öğesidir. Kavafis, Hellenizm tarihinin değişik dönemlerine eğilir ve Grek soyunun kişiliğinin en önemli yönlerini çizer: Yazgıya boyun eğme, kutsal ve tanrısalla senli benlilik, kendine hayranlık (narcissisme), yepyeni koşullara uyum yeteneği, yaşama inadı, duyguların mantığa egemenliği, özsaygının (izzetinefis) çılgınlıklan; insanın saygınlığını korumak için, kaçınılmaz olanın karşısında sertlikten kaçınmaması, sonucu önceden bilinse de yitirilen şeye karşı duyulan aşın duygusal bağlılık, olayları vaktinde görüp anlayamamaktan ileri gelen acı; bunlara ek olarak da Hellenizm'in karşısında boyun eğdiği iki güç: Roma istilası ve Hıristiyanlığın yayılışı. Bunun ikisine Bizans'ın çöküşünü de ekleyebiliriz. Düşünelim: Kavafis neden bu dekadans dönemlerine ilgi(ler) duymuştur? Bu dönemlerde kendi ailesinin, kendi soyunun çöküşünü mü görmüştür? O tüyler ürpertici "Tanrısal Antonius'a Sırt Çeviriyor" adlı şiirlere bakalım: "Çoktandır bekleyen biri gibi, bir yiğit olarak/veda et ona, bu giden İskenderiye'ye." Bu dizelerde Hellen kişiliğinin yazgıya boyun eğme kalarak veda etmemiş midir? Yalnızca İskenderiye mi? İstanbul, Londra, Paris, Tarabya... Ve yalnızca bunlar mı? Ya Kral Dimitrios? Makedonyalı askerler kendisini değil de Pirros'u seçtiklerini belli ettikleri zaman ne yapmıştı? Bir kral gibi mi davranmıştı? Hayır! Sırmalı giysilerini, eflatun ayakkabılarını çıkarıp atmış ve oyundan sonra oyun kostümlerini çıkartıp gündelik giysilerini giyerek tiyatrodan ayrılan bir trajedi oyuncusu gibi yapmış. Bunda da bir kıssadan hisse var.
///Kavafis okumanın belalı keyfine müptela, metinler arası ilişkiye düşkün bir şairdir.
Yok mu? Ya çocukken Kapadokya'dan kovulan, atalarının büyük sarayından kovulan ve büyüsün diye lyonya'ya gönderilen, unutulsun diye yabancıların içine gönderilen Prens Orofemis neyi, simgelemektedir? Kavafıs'in 1891 yılında Baudelaire'in "Correspondances" adlı şiirlerini çevirip yayınlaması, onun Coleridge'nin simgeler kuramı ile Baudelaire'in sembolizmine yakın olduğunu gösterir. Hiç değilse başlangıçta benimsemiştir bu estetiği. Ama onun simgeciliği Baudelaire'de olduğu gibi nesneler ve duygular arasındaki uygunluklardan (correspondance) doğan simgesel iletişim değil, tarihsel zaman, mekân ve kişilerin'in somutlukların başka somutluklara ve duygulara yaptığı göndermelerdir. Kavafis tarihsel gerçeklerden ya da kendisinin yarattığı gerçeksiliklerden yola çıkarak duygular ve şiirsel düşünceler (kıssadan hisseler) yaratmaktadır. Tarihle ilgisinde kendi duruşunu ve bakış noktasını güncele yerleştirmemesinin nedeni tarihsel zamanın sürekliliği, süreçselliği olabilir; tarihsel zaman kesintisizdir: İzmir bozgunundan söz etmek için ondan yola çıkmak gerekmez, örneğin bir Magnesia bozgunu 1922 bozgununa gönderme yapabilir. Bunun yanı sıra Mumlar (1893), Kent (1894), Surlar (1896), Pencereler (1897), Yaşlı Adam ve Tekdüzelik (1898), Termopiller (1901) başlıklı şiirlerinde ele aldığı izlekler onun saplantılarını, takınaklarını da eleverir: Yaşlanma, boşa harcanmış yaşam, ayrıksı ve toplumdan uzak yaşam tarzı, her ne pahasına olursa olsun içinde bulunduğu durumdan kurtulma arzusu, insanların ve tanrıların yolsuz davranışlan, yitik bir davaya umutsuz bağlanış. Tarihsel çerçeve kimi zaman belirsiz, dahası dekoratif bile olsa Med Savaşları, Truva, Neron Dönemi Roma'sı ya da Barbarlar Zamanı Bizans'ı söz konusudur. Homeros, Theokritos, Plutaridıos, Lukianos ve Dante'nin her zaman "sözleri ve gölgeleri vardır. Bu çerçeve içinde Kavafis tam bir "Hellen Dünyası" yorumcusudur. Kavafis'in 1891 yılından başlayarak günü gününe tuttuğu ve yakınlarda ortaya çıkan zaman dizinsel liste, kendini "İtaki" ve Tanrı Antonius'a Sırt Çeviriyor"a yönlendiren şairin, yönelimi için 1910 yılının önemli bir tarih olduğunu kanıtlamaktadır. Belki de Schliemann'ın kazıları, Truva ve Miken uygarlıklarından ortaya çıkan bilgilerin homerik destanları doğrulaması, Kavafis'in dünyasında 1910 yılında iyiyce belirginleşmiştir. Kendisinin saydığı ama üzerinde bir yabancı gibi yaşadığı topraklarda (Hellen dünyasında) Hellenizm'i yeniden kurmaya mı yönelecektir? "Bu yeni Odisseus, bu yeni Antonius, yaşamın gerçek anlamının bir şiirsel yanıtı olduğunu göstermektedir. Aradığı toplumsal başarı belki de gelecektir ama bu arayış sırasında tattığı zevkler, yaptığı aşırılıklar, edindiği bilgi, zenginliklerin çok üzerindedir; bütün bunlar şiirsel alanını sınırlandıran ve verimli kılan şeylerdir. Tarihsel çarpışmanın bütün kaynaklarını keşfeder. Kendine benzeyen kişileri ya da bugünün olaylarına benzeyen olayları dile getirirken, heyecanını yoğunlaştırmaya, onu düzenlemeye çalışır. Odisseus'un bilgeliği, Antonius'un saygınlığı, şairin bilgeliği ve saygınlığı, aynı heyecanı, aynı düşünü, aynı duyguyu uyandırmak için birleşirler. Şairin dünün ve bugünün Hellen dünyasından hazırladığı imge kendini bu yolla gerçekleştirir: Vatansızlık; güçsüz bir ulusal düşünce, bağlayıcı geleneklerin yokluğu; insanlann göreneksel ve etiksel özgürlükleri. Böylece, derleyicilerin, dil bilginlerinin, tarihçilerin, solistlerin, Hıristiyan vaizlerinin ve Vekanüis imparatorların çağlar boyu biriktirdiği zenginlikler, İskenderiye, Yunan-Roma ve Bizans mirasları, bütün bu bilgiler, şairin duyarlığından süzülerek, birbirinden ayrılmaz geçmiş ve şimdi'nin nabız atışları oluyorlar. Magnesia ve Pydna, Korent'in yağmalanması, Hellenliğin eski bozgunlan, Bizans ve Edirne'nin düşüşü, İzmir felaketinin yaşadığı acılı halk gelenekleri bir yerde özdeşleşmektedir." (6) (Stratis Tsirkas) Bu izleklerin bazen geri planında, bazen de vitrininde toplu ya da bireysel zayıflıklar ve zaaflar vardır. Kavafis bunlara hoşgörü ve anlayışla bakar. Bunların karşısında eski çağların, eski erdemli çağların çığırtkanı değildir. Tatlı romantizme de başvurmaz. Erotik şiirlerinde biraz romantizm, acı, boyun eğmeme ve bunların yanı sıra isyan da vardır; eski duygu ve nesnelerin kaçınılmaz değişimleri de vardır. Kavafis tarihin ve gerçeklerinin içinde bir yontucu gibidir. Ya yontuyu yaptığı kazılarda bulmuş ve ona "kıssaden hisseli" bir öykü uydurmuştur; ya da var olan bir öyküye bir yontu yapmıştır. Kendi uydurduğu öykülere de yontu yaptığı görülür. Kavafis okumanın belalı keyfine müptela, metinler arası ilişkiye düşkün bir şairdir. Şiirlerinin konu ve izleklerini yalnızca Grek klasiklerinden değil "Altın Çağ"ın Latin ozanlarından da alır. Horatius, Plutarkhos, Samsatlı Lukianos'tan alır. Kavafis'in, temelde aynı yöntem olan ama bir başka bir yöntemmiş gibi görünen yollara başvurduğu da görülür: Kendi duygularını gerçek ya da yapıntı kişilere mal etmek. Gerçekte, tarihsel "tebdil-i kıyafet" ya da "travesti"nin altında her zaman konuşan Kavafis'tir, aşklarından, acılarından, eşcinsel ilişkilerden, şiir sanatından ve ün arzusundan söz eden. İsa'dan sonra 400 yılında Emonidis için şiir yazan Antiohyalı Temetos, Kavafis'in kendisidir; (Antiohyalı Temetos, İ.S.400); gençliğine dönmeyi bekleyen Myrtias'tır; kocaman bir tapınakta bulunan kilden bir yontuya altın ve fildişinden bir yontuyu yeğleyen Tianialı Apollonios (Rodos'ta) da odur; sokakta ağır ağır yürüyen, yıllann ve azgın yaşamın belini büktüğü güçsüz ve bitkin ihtiyar da Kavafis'tir. Özellikle duygusal ve eşcinsel şiirlerinde gerçek ve tarihsel ile yapıntı yan yana, iç içedir. Neredeyse 23 yaşında olan cana yakın genç Klitos da, "Suriye'den Ayrılan Sofist" adlı şiirdeki Mevis de, Kimon da, Kleandros oğlu İason da, hepsi, birer tarihsel zaman ve mekâna oturturmuş yapıntısal kişilerdir ve şairle ilgili bir gerçeği temsil etmektedirler, imparator Aleksios Komnios'un "yaptıklarıyla, ahlakıyla çok değerli olan, akıllı ve saygıdeğer annesi Anna Dalassini, Kavafis'in son derece güzel, savurgan ve tutkulu annesiyle örtüşmektedir.
Kendine uygun dili 40 yaşında buldu
Kavafis çok az yazdı, yazdığından da azını yayınladı. Kendi varlığından ağır ağır damıtarak yazdığı şiirlerin bir bölümünü atar, atmadıklarını da durmadan düzeltirdi. Belli bir düzeye geldiğine inandığı şiirlerini tek yaprak halinde (feuille vollente) dostlarına gönderirdi. 50 yaşından sonra, dostlarına daha önce göndermiş olduğu tek tek şiirleri geri almak için çok ter dökmüş olduğu bilinir. Ölümünden önce bu yöntemle yayınladığı ve Bütün Şiirleri olarak bilinen tam 154 şiiri var. Ama ölümünden sonra "Bulunan Şiirler", "Yayınlanmamış Şiirler" başlığı altında yayınlanan şiirlerinin sayısı ise 75. Bu 75 şiir arasında son derece kötüler de var. Ama sonuç olarak Kavafis'in toplam olarak 154+75=229 şiiri var. (Herkül Millas'la birlikte hazırlamakta olduğumuz Bütün Şiirler'de 154 şiirin tümü ile 75 şiirden yapılan seçmeler, belki de hepsi yer atacak, alıyor.) Çok erken yazmaya başlayan Kavafis çeşitli akımların-romantik, parnasyen, sembolist- söyleyiş teknikleri aldı ama kendi şiirsel düşüncesine uygun dili ancak 40 yaşında buldu. Yaradılışı ve oluşumu gereği her zaman eksiltili (elliptique) şiir yazdı; Kostis Palamas'ın çoşkulu lirizmi yerine gösterişsiz ve düz- yazısal bir duyguyu yeğledi. Halk dilinin ateşli yandaşı otan Kavafis, "Söz sanatçısının görevi güzel ile yaşayanı birleştirmektir" derdi. Dilinde, İskenderiye ve İstanbul Rumları'nın dilsel özellikleri vardır. Örneğin Yunanlar gibi "biraz ay" demek, İstanbul Rumlan gibi "bir parça ay” der. Bir şiirinde de “maraz” sözcüğünü Türkçedeki gibi kullanmıştır. Şair olarak, yapmacık sözü değil, esinlendirici, açık-seçik sözü aramıştır. Eski yazarlardan aldığı sözcükler, bir çağı, bir atmosferi, bir anlayışı kısa ve özlü bir şekilde dile getirmesine yardımcı olur. Fiillerin egemen olduğu aşırı yalın, bileşik sözcüklere yer vermeyen, imge ve sıfat bakımından cimri -ama en yıpranmışlarını bile gençleştiren- bir dil. Öykülünmesi olanaksız bir dil. Dil'le ilgili olarak Perikles Anasthasiades adlı bir dostuna yazdığı mektupta şunları söyler: "Konuşma dili ile yazı dilini evlendirmeye çalıştım ve bütün deneyimlerimden, şiirsel içgüdümden destek aldım.” Yunanistan'ın yaşadığı yazı dili konuşma dili kavgasını bilenler bu cümlenin anlamını kolayca kavrar. Bu kavga Osmanlıca ile sade Türkçe'nin kavgası gibidir. Kavafis, Bizans çağını ele alan (örneğin "Barbarlan Beklerken") o çağda kullanılan eski sözcüklerden hiç duraksamadan yararlanır. Ama aldığı eski sözcüklerin çağdaş okurlar tarafından okunur ve anlaşılır olmasına özellikle dikkat eder. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kavafis'i tanımış olan İngiliz romancı E.M.Forster'ın belirttiğine göre, şair ne zaman böyle bir sözcükten yararlanmaya karar verse, hemşerilerine ve hatta yabancı dostlarına sorarmış. Şiiri her derde deva bir ilaç olarak gören Kavafis, bir tek mutlak'a inanırdı: Güzel, Güzellik. Geriye kalan şey onun için yanılsamaydı. Haz anının belleği (anısı) olduğu için, her acıya karşı ilaçtı şiir onun için. George Cattaui'nin yazdıklarına bakılırsa, tam bir münzevi bu bizim ihtiyar şair. Bir gün, edebiyat ve sanata pek az ilgi duyulan İskenderiye kentinde yaşadığı entelektüel yalnızlıktan söz etmiş Cattaui'ye. Şevki Bey, Halil Mutran gibi Fransızca konuşan birçok yazarla Kavafis'in hiçbir ilişki kurmamış olduğunu söylüyor Cattaui. Bir gün Arap dünyasında çok tanınmış olan Mutran ile Kavafis'i Cafe Athineos'ta buluşturmuş. Ama bu buluşmadan sürekli bir dostluk ilişkisi doğmamış. Bu Hellenizm vurgunu, bu neo- grek ve aşın yurtsever şair, 1912 Balkan Savaşları'yla, 1914-1918 Dünya Savaşı'yla, İyonya hayallerine son veren Anadolu bozgunuyla hiç ilgilenmemiş, hatta en küçük anıştırmada bile bulunmamıştır. Sanki bu çağın dışında doğmuş gibidir, ama bununla birlikte sahip olduğu kültürel miras insan manzaraları çizmesine olanak sağlamıştır.
Şiirde süslemenin her türüne karşıydı
Kavafis'in şiiriyle ilgili olarak şunları yazıyor Yorgo Seferis: "Bir sanatçı, işini her şeyden üstün tuttuğuna göre, sanatı uğruna kendini yok etmelidir... Eleştirmenlerden birinin açıkladığına göre böyle düşünürmüş Kavafis. Bir sanatçının kişisel hayatını incelemek için iki yol var: Biri hikâyeler, şaşırtıcı olaylar, fıkralar, doktor raporları; öbürü ise şairin geçici hayatını eserine nasıl döktüğünü sabırla görmeye çalışmak. Birinci yolu yeğleyenler için benim söylediklerimin bu yüzden de, şiirin dışında, Kavafis'in bizi pek ilgilendirmediği kanısındayım. Fakat, diye sorabilir biri, eğer Kavafis duyarlığını aktarıyorsa şiirine neden kendisi bu kadar kuru? Neden onun dizeleri, bazılarının da yalandığı gibi, "bir ilahinin yankısından yoksun, neden şakımaz, neden nabzı tutkuyla atmaz bu dizelerin? Neden aklın dizelere dökülmesidir bu şiir? "Gerçekten de doğrudur Kavafis'in şakımadığı, nabzının tutkuyla atmadığı; üstelik o da farkındadır kendine özgü bu durumun, yani duygularıyla düşündüğünün. Eleştirmenlere göre, "Kavafis'in yöntemi şiirsel düşüncelerini her zaman en yalın, en şiir-dışı sözlerle dile getirmektedir." "Her türlü süsün amansız düşmanıdır o."(7) Kavafıs'in şiiri düzyazının sınırında durur, usturanın keskin ağzında durur gibi. Bu yeni bir şiirdir, çağdaş şiirin, devrimsel gelişimi hâlâ sürmekte olan bir yenilgidir. Ölçü ve uyaktan kurtulan, "Parçalanan Şiir", bazı şairlerde yüzey yapının süssel öğelerinden de kopmakta, yüzey yapı alabildiğine yalınlaşırken şiirsel söylem, şiirsel töz metnin derin yapısında alabildiğine zenginleşmektedir. Bu tür şiir edilgenliğe alışmış okur için zor bir şiirdir (bu okur onu şiir bile kabul etmeyebilir). Şiirsel haz, dilden, yüzey yapıdan ve şiir sanatlarının ustalıkla kullanılmasından değil, şiirin semantik yapısından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan Kavafis'in şiiri, bugün bile, geleceğin şiiridir. Ama, okur için, tarihsel ve bilgisel katkı, şiirsel dönüştürüm, yeniden üretim gerektirmektedir. Şiir okurun gördüğü metin değildir, bir "travesti" olarak belleklerde ve yüreklerde dolaşmaktadır.
Ayrıksı tutumu nedeniyle saldırıları önceden sezmesi, önlem alması gerekiyordu
"Yaptıklarıma, söylediklerime bakıp tanımaya kalkışmasınlar beni. Engeller vardı yaşamımı ve eylemlerimi dönüştüren. Engeller vardı, beni durduran, ne zaman konuşmaya kalkışsam. Ancak belli belirsiz davranışlarda ve en örtülü yazılarımda yalnızca bunlarda anlayabilirler beni. Ama gereksiz de olabilir, beni anlamak için katlanılan bunca sıkıntı, bunca çaba. Gelecekte -daha kusursuz bir toplumda benim gibi yaratılmış biri hiç kuşkusuz ortaya çıkacaktır ve özgürce yaşayacaktır." Her zaman "Deniz İhtiyarı Proteus"(8) olarak düşündüğüm Konstantinos Kavafis bu yürekler acısı, hem bağışlanma dileyen, hem de meydan okuyan Gizli adlı şiiri 1908 yılında 45 yaşında yazmış. Sürekli ayrılıkçı konumu yüzünden -aşkta, politikada, sanat anlayışında- Kavafis, saldın hamlelerini önceden sezmek, kendisini savunmak için silahlar üretmek zorunda kaldı her zaman. Yapıtında sürekli olarak anlam gizlemek gereksinimini bu yüzden duymuş olmalı. Bununla birlikte, kendinin ve yapıtının sadık bir imgesini vermeye özen göstermiştir. Bu yüzden şiirlerinin kapalı kalan bölümlerini bir tarih, bir başlık -gerektiğinde yeni bir şiirle aydınlatarak bu imgeyi korumaya dikkat etmiştir. Yunan dilinin bir başka büyük ozanı Yannis Ritsos ona adadığı 12 şiirin ilkinde, son iki dizede şöyle diyor: "Günahların bağışlanması değilse şiir, diye mırıldandı / kendi kendine, başka hiçbir yerden bağışlanma beklememeli.'' Doğru ya, eğer gerçekten günahların bağışlanması değilse şiir, o zaman nereden bağış (mağfiret) bekleyecek şair? Hiçbir yerden, hiçbir şeyden! Kurtuluş yok! Kurtulmak için ruhunu, kalbini, varlığım daha da derinlerden kazacak, daha derinden, daha derinden, daha... Tıpkı bu İskenderiyeli Yaşlı Şair'in yaptığı gibi. (Özdemir İnce / İstanbul, 16 Haziran 1990 / Argos Dergisi / Ağustos 1990)
(1) M. Halvatsakis, Kavafis'in Memurluk Hayatı, (Yunanca) Atina 1967, in Robert Liddell, Cavafy. A Crttical Biography, London, p.127-130. (2) Yorgo Seferis, Üç Kırmızı Güvercin, Çev: Cevat Çapan, Altın Kitaplar, 1971, S.139-140. (3) Ange S.Vlachos, Poemes, Constantin Cavafy, Editions Icaros, Athenes, pp.9-11. (4) Enver Ercan, Şair Çünkü Onlar, Kavram Yayınlan, 1990. S.216. (5) Stratis Tsirkas, Encyclopedia Universalis, Kavafis maddesi. (6) Stratis Tsirkas, Encyclopedia Universalis, Kavafis maddesi. (7) Yorgo Seferis, Üç Kırmızı Güvercin, Çev.: C. Çapan, Altın Kitaplar, 1971. S.158-159. (8) Proteus: Mısır'da Nil ırmağının ağzındaki Pharos Adası'na yerleşmiş tanrı; "her kılığa giren "Deniz İhtiyarı."
Kaynakça
(1) Georges Cattaui, Constantin Cavafy, Pofetes d'aujourd'hui, Pierre Seghers Edlteur, Paris, 1964. (2) Margueri Yourcenar, Presentation Critique de Constantin Cavafy, NRF, Poesie/Gallimard, 1958 et 1978. (3) Ange S.Vlachos, Poemes, Constantin Cavafy, Editions Icaros, Athenes. (4) Edmund Keeley + Philip Sherraıd, C.P. Cavafy. Collected Poems, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, 1975.
0 notes
Text
08.05.19
inan, anlatacak hiçbir şeyim yok. zaman mefhumu olmadan dur sana klasik bir günümü özetleyeyim. (not: ramazan özel)
uyan.
elini yüzünü yıka.
telefonda günlük yoklamanı yap.
aralarda ayşe(2) ile oyna ve yiğit(9) ile uğraş.
dışardan bir şey lazımsa onu al gel.
bir şeyler izle, bir şeyler oku. boş şeylere bak.
biraz ders çalış, biraz soru çöz.
aralarda diğerleri(18,20,22) ile uğraş.
iftar.
çay-püsküt faslı.
dışardan bir şey lazımsa onu al gel.
aralarda hepsi ile uğraş. ayşe ile oyna.
bir şeyler izle, bir şeyler oku. boş şeylere bak.
çay demle, yemekleri ısıt, tepsiyi hazırla.
sahur.
aralarda diğerleri ile uğraş, tartış, konuş.
son sigarayı, son suyu iç. dişini fırçala.
bir şeyler izle, bir şeyler oku, bir şeyler yaz.
uyu.
evet, işte böyle. ne kadar da boş, sıradan ve işe yaramaz bir rutin değil mi? bir o kadar da rahat ve güzel gibi. ama değil. çünkü maalesef hiçbir şey göründüğü gibi değil. arkasında zibilyon tane dert, tasa, sıkıntı var. 5 aydır buna benzer bir yaşam(!) sürdürüyorum ki ben nefret ediyorum artık. çünkü insan boğuluyor, daralıyor sürekli aynı şeylerden.
ulan yastığı bile 10 dk'da on kere ters çevirdim be soğuk gelsin diye. e nasıl sıkılmayayım ben her gün ama her gün aynı şeylerden. yeter ulan artık.
08.05.19
0 notes
Photo
Stajyerlik avukatlık 101 - Birkaç anı
Hukuk ülkemizde en çok tercih edilen bölümlerden biri, belki de ilki. Özellikle son zamanlarda çok fazla hukuk fakültesi açılmasıyla beraber bence en çok tercih edilen bölüm diyebiliriz. Hukuk okumak, stajyer avukatlık ve avukatlık hakkında binlerce yazı yazıldı, video çekildi o yüzden ben bu yazımda teorik bilgilerden ya da “huhuh ohumak beyledir” demekten ziyade stajyerlik dönemimde başıma gelen birkaç ilginç anılarımdan bahsedeceğim.
Öncelikle ben iki ayrı ofiste staj yaptım. İkinci ofisimde uzun bir süre kaldım, öğrendiğim çoğu şeyin neredeyse hepsini orada öğrendim. İlk ofiste yanında çalıştığım avukat yaşlıydı ve UYAP kullanmayı bile bilmiyordu maalesef. Çok az işi vardı, bu nedenle gün içerisinde dizi izleyip öğle uykusu uyuduğumuz, öğleden sonra eve gittiğimiz bile oluyordu. Ama dediğim gibi hiçbir şey öğrenemiyordum yanında, genelde oturup sohbet ediyorduk bana hayatını anlatıyordu ve başkasının hayatı avukatlık mesleğinde işinize yaramaz ne yazık ki sohbet ne kadar hoş olsa da.
İkinci ofisimde genç avukatlarla çalıştım ve bana pek çok şey öğrettiler. Öğrendiğim şeyler bahsetmeyeceğim tabi ki, aklımda kalan birkaç anıdan bahsedeceğim.
Bir ceza davası için bir bilgi almamız gerekiyordu ve bu bilgiyi almamız gerçekten zordu. Yine de şansımı denemek için savcılığa gitmiştim. Beni bilen bilir, biraz cazgır biriyimdir. Cazgırlık eder bir şekilde alırım diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Savcının baş katibi, bu bilgiyi bana vermelerinin imkansız olduğunu söyledi ve yüzüme bakmadı bile… Ben de odadan çıkıp kapının önünde oturup düşündüm ne yapabilirim diye. Çünkü cidden elimde bir iş varsa onu halletmeden ofise dönmekten nefret ediyorum, ne olursa olsun yeter ki o iş hallolsun istiyorum. Sonra dedim ki “Kızım Hil��l, sen burada çirkeflik yapsan ters teper işi yine yapamazsın gerek yok”. Sonra tekrar odaya girdim. Gözüme gençten bir memur kestirip, sanki ilk defa ona geliyormuşum gibi olayı anlattım. Bana yine aynı cevabı verdi, “Bu bilgiyi sizle paylaşmamız imkansız.” Bilgi de, öyle gizlilik kararlı bir dosya hakkında falan değil, dava dosyası açıldığında zaten öğreneceğimiz ama savcılığın vermediği bilgilerden biri işte. İşte tam bu aşamada, bana içten bir gaz geldi, ben başladım ağlamaya. Müdür duymasın diye çok ses de çıkarmıyorum ama katibe şey diyorum “NOLUR MEMUR BEY PATRONUM BENİ İŞTEN ATACAK BU BİLGİYİ GÖTÜREMEZSEM LÜFFEN YHA” adam birkaç hayır falan dedi, sonra göz ucuyla müdürü yoklayıp masanın altından bir kağıda yazıp gizlice uzattı ve ben işimi halletmiş oldum.
Bir keresinde de icra dairesine gittim, yine çok işimin olduğu günlerden biriydi. Ha bir de oruçluydum tabi sinir de var. Takip açacağım, bilmeyenler için takip için bir flasha o dosyanın bilgisi yüklenir ve memura onu veririz, fiziki dosyadan hariç olarak. Dairede memura flashı ve dosyayı verdim, flash okunmuyor dedi. Bir daha deneyin az önce attım dedim, yok okumuyor dedi ama o kadar eminim ki adam gibi bakmadığına yani 1 saat önce atmışım dosyayı flasha, bir saat önce açmışım sen nasıl açamıyorsun işgüzarlık işte. İcra memurları böyledir, asla iş halledemediğiniz, sabır zorlayan bir güruh. Sonra yandaki memura gittim, adam çat diye açtı flashı çat çat açtı takibi. Döndüm bu önceki memura “Bak açılıyormuş dimi, triplendiğine değdi mi” tarzında bir şey söyledim, trip kelimeli bir şeydi ondan emindim. Bu da döndü bana “Ne tribi ya sen benle nasıl konuşuyorsun?” dedi Neyse dedim içimden uzatmayayım falan ama bu susmuyor, yok efendim onla nasıl konuşuyormuşum da nasıl böyle dermişim da bana neden trip atsınmış ki falan boş boş konuşuyor. En son dedi ki “Sen benimle böyle konuşamazsın kardeşim.” Ya sanki bir süredir bu kardeşim kelimesini bekliyormuş gibi bir bağırdım yemin ediyorum boğazım acıdı bağırırken öyle bir bağırdım yani. “BEN SENİN NEREDEN KARDEŞİN OLUYORUM YA SEN KİMSİN DÜZGÜN KONUŞ” diye ama umumi bir alanda en çok ses çıkardığım an olabilir yani. Bu bir duraladı önce, dumur oldu, bir saniye önce yüzüne bakmıyordum çünkü öyle yükselmemi beklemedi sanırım. Müdürler falan ayaklandı, “Avukat hanım biraz dışarda sakinleşin” falan diyor, Hala bağırıyorum ama yüzüme kan bastı yani yüzün kıpkırmızı yani hissediyorum. “YOK YA,” dedim “İŞİM BİTSİN TEBLİGATLAR ÇIKSIN ÖYLE GİDERİM İŞİMİ HALLEDİN ÖNCE” ama hala yaşlı teyzeler gibi mır mır söyleniyorum. Sonra o dairedeki 6 memurdan 4 üyle kavga ettim, birinin yerine yenisi geldi küs olduklarım ve barıştıklarım eşit sayıya indi, geçenlerde ruhsatı yeni almışken küs olduklarımdan biri bana “sen ruhsatı aldın mı?” dedi evet dedim hayırlı olsun dedi onla da barıştık ( bağrıştığım değil onla hala birbirimizden nefret ediyoruz lol) ama o daireye artık hiç işim düşmüyorum anca görünce kafa selamı veriyorum müdürlere memurlara falan.
Demem o ki, bunu okuyan stajyer avukat ya da hukuk öğrencisi varsa, sakın sakın sakın ama sakıııııın kendinizi ezdirmeyin, adliye çalışanları böyledir azcık iyi niyet, güler yüz göster hemen gevşer, işini yapmaz, kanka ayağı çekip seni ciddiye almaz. Asla arkadaşlık kurmaya çalışmayın, gerçekten iyi niyetli olanları dışında. Ha bir de kadınsanız bu tavrınıza karşılık size yürümeye çalışırlar….
Bir keresinde de, bir sanayi sitesine hacze gittim. Borç çok yüklü bir meblağ değildi 8-10 bin civarı bir paraydı. Gittim patron yok, 2 tane Suriyeli işçi Türkçe de anlamıyorlar anlaşamıyoruz, memurla oturduk patronlarını aradım geliyorum dedi biz de memurla çay içiyoruz. Neyse geldi bu, telefonda bana mülayim mülayim konuşan adam bana parmak sallayıp senle muhattap olmuyorum dedi asdfghjk Borcu ödeyeceğim demedim mi dedi, e ödeseydin ne demek sen benle muhattap olmuyorsun ya kaldırıyorum lan mallarını dedim ama nasıl sinirliyim. Kaldır kaldırabiliyorsan dedi, görürüz dedim ama koydum kafaya. Aradım nakliyeciyi hamalı, gelin dedim mal kaldıracağım. Koşup geldiler hemen. Bu hala işin ciddiyetinde değil, memura gidip diyor ki ödeyeceğim dedim kaldırmayın malı, memur ne yapsın ben kaldır dedikten sonra kaldırmak zorunda. Ama ben başta memura “ yok ya beş dakka konuşup çıkacağım benim işim kısa” deyip de mal kaldırmaya çalıştığım için adam da bana tripli. Neyse bur borçlu öteki taraftan bana bir şeyler diyor bağıra bağıra hala ben iyice sinirleniyorum. Baktım kaynak makineleri var 10 tane falan. Ama sadece ikisi alanda, yani belli ki diğerleri çok kullanılmıyorlar, ya da bozuk falanlar. Dedim şu makineleri alalım önce, adam dedi arkadakileri alın onlar olmaz. “Yok ya “ dedim “Durdursana beni?” o kadar sinirliyim ki elim ayağım hatta sesim bile titriyor. Makineleri yüklettim araca, içlerinde bakır bir tel bobini gibi bir şey var onu almaya çalıştı borçlu onu bile aldırmadım. Sonra ofis tarafına çıkmaya başladım, bilgisayar alacağımı anladı, bu sefer de “3 bin vereyim 5 bin vereyim” e getirdi olayı, yok dedim ya çıkar hepsini say şuan elime, telefona kadar alacağım yukarıda. Telefon bilgisayar bunlar haciz satışında aşırı ucuza gider ama maksat adamın işini kitlemek. Sen bana gelip insan gibi konuşsan, ben zaten o malları kaldırmak istemiyordum çok mu meraklıyım bir başıma te Ümraniye sanayide kaynak makinesi haczetmeye?? Tabi ki yaptım haczi, çünkü neden yapmayayım?
Velhasıl kelam, bu meslekte sinir hastası oldum, tanıdığım herkes de aynı şey oldu. Hayat enerjim sömürüldü, sabrım zorlanmaktan patladı, sabır taşı oldum desem kırıldım arkadaşlar. Valla zor yani gerçekten istemiyorsanız yapabileceğiniz bir iş değil. Ama seviyoruz işte yapacak bir şey yok. Daha çok çok böyle saçma anım var da, aklıma gelmedi, gelince paylaşırım.
(İmla ve kelime seçimi açısından pek iyi bir yazı olmadı ama biraz daha sohbet havasında olduğu için böyle oldu sanırım.)
0 notes
Photo
İlginç ikna: “Kaymakam telefonda bekliyor ayıp olmasın” Muğla’nın Menteşe ilçesinde bir inşaata çıkarak intihar girişiminde bulunan kişi, ilçe emniyet müdürünün ’Kaymakam telefonda seni bekliyor, ayıp olmasın gel konuş" demesi ile ikna edildi.
0 notes
Text
Ascom dect telefon devrimi
Technews blogta yeni bir yazı var: http://technews.ateksis.com/genel/ascom-dect-telefon-devrimi.html
Ascom dect telefon devrimi
Ascom 2015 yılı sonu itibariyle geliştirmeye başladığı Dect Telefon ailesinin yeni iki üyesi d43 ve d63 kablosuz telefonlarını ilk olarak Haziran sonu itibariyle dünyaya tanıttı. Bu iki yeni dect 2017 yılı itibariyle kullanıcıların beğenisine sunulacak. Bu yeni dect telefonlarla Ascom, daha önce d41 ve d62 olarak bilinen ve aynı zamanda bu telefonların muadillerini diğer santral üreticilerine de ürettiği, on yıla aşkın süredir dect piyasasını domine ettiği bu iki telefonun yerine, oldukça iddialı yeni iki tasarımıyla sistemini de yenilemiş oldu.
Dünyanın en büyük dect üreticisi olan Ascom, dect sisteminin amiralleri olarak adlandırılan iki önemli dect telefonunda “devrim” niteliğinde değişikliklere gitti. Toplam çalışan sayısının %50’si AR-GE de istihdam olan Ascom, bu yeni iki ürünle piyasadaki yerini sağlamlaştırmayı hedefliyor.
Ascom 2015 yılı sonu itibariyle geliştirmeye başladığı Dect Telefon ailesinin yeni iki üyesi d43 ve d63 kablosuz telefonlarını ilk olarak Haziran sonu itibariyle dünyaya tanıttı. Bu iki yeni dect 2017 yılı itibariyle kullanıcıların beğenisine sunulacak. Bu yeni dect telefonlarla Ascom, daha önce d41 ve d62 olarak bilinen ve aynı zamanda bu telefonların muadillerini diğer santral üreticilerine de ürettiği, on yıla aşkın süredir dect piyasasını domine ettiği bu iki telefonun yerine, oldukça iddalı yeni iki tasarımıyla sistemini de yenilemiş oldu.
d43 ve d63 ürünlerinin yenilikçi dış tasarımı dışında, ürünün içersinde de birçok değişikliğe ve yeniliğe gitti. Özellikle ses konusunda oldukça hassas olan Ascom “wideband auido” “geniş-bant ses” teknolojisi ile 50hz’den 7000hz yüksek ses kalitesi ile eşine zor rastlanır ve dünyadaki birçok kablosuz dect üreticisini etkileyecek olan bu özelliği, d43 ve d63 modellerinin içerisine yerleştirdi. Ascom aynı zamanda bu iki ürünün içersinde birçok yenilikçi fiziksel değişikliğe de gitti. Artık yeni dectlerin ekranları darbe emişli renkli, LCD televizyonlarda da kullanılan renkli “TFT” ekran oldu. Her iki tür dect telefonda da daha az enerji harcayan özel üretilmiş entegre panel kullanıldı. Aynı zamanda telefonda bulunan tuş panelinin hem ön yüzünü hem de iç yüzünü mono (tek parça) bir panelle darbeye dayanıklı hale getirdi ve tuş takımını bu sayede güçlendirmiş oldu. d43 ve d63 Dect Telefonlarını, Ascom DECT Sistemine tanıtmak artık çok daha kolay. Özellikle eskiye nazaran, değiştirdiği kolay ulaşılabilir ara yüzü ile DECT telefonların toplu tanıtılmasında devrimci değişiklikler yaptı. Ascom “dayanıklı DECT üreticisi” namına yakışır bir yeniliğe daha gitti yeni telefonlarında. Eski ürün d41’in karşılığı olan d43’de artık aynı, eski d62 ve yeni d63 gibi IEC 600068-2-32 serbest düşme testinden geçti ve sertifikalandı. Yeni d43’ler de d63’ler gibi 12 kere 1 metreden darbe emiş özelliğine sahip. d63’de piyasaya iki renk seçeneği ile sunuluyor, beyaz ve siyah olarak. Özellikle hastanelerdeki pazar liderliğine istinaden Ascom aynı zamanda masaj alıp verebilen bas konuş yapabilen bir dect telefon olan d63’ü beyaz olarak ta üretmeye karar verdi. Bunun dışında iletişim kolaylığı sağlayan “bluetooth” özelliği artık opsiyonel olmaktan çıktı ve d63’ün standart özelliği haline geldi.
Ateksis olarak bizler, Ascom’un devrimci bu iki yeni telefonuyla sizleri 2017 yılına karşılamaya hazırlanıyoruz. Sizi d43 ve d63’le tanışmaya davet ediyoruz…
1 note
·
View note