Tumgik
#Türkçe Sözlük
tdksozluk · 3 months
Text
Mukavemet Ne Demek? Anlamı ve Açıklaması
0 notes
menemennpastirma · 2 months
Text
Tumblr media
İmla ne işe yarar?
Odamı yeşile boyamış.
O damı yeşile boyamış.
O, damı yeşile boyamış.
O da mı yeşile boyamış?
Dilimizi bilmek hepimizin görevi.
Kanak: https://www.instagram.com/p/C63OkamsQFu/
13 notes · View notes
nergiscem · 2 years
Text
İnsiyak: 1. Bir kuvvetin etkisiyle çekilip gitmek. 2. İçgüdü: sevk-i tabii.
27 notes · View notes
lcnpo · 1 year
Text
Extraction 2 Filmi Altyazılı izle | Netflix izle
Extraction 2 cast, Extraction 2 ekşi sözlük, Extraction 2 HD Film cehennemini, Extraction 2 imdb puanı, Extraction 2 incelemesi, Extraction 2 izle, Extraction 2 izle Netflix, Extraction 2 karakterleri, Extraction 2 konusu, Extraction 2 ne zaman çıkacak, Extraction 2 olacak mı, Extraction 2 oyuncuları, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle Jet film, Extraction 2 Türkçe Dublaj izle Netflix, Extraction 2 yorum, Extraction 2 yorumları, Extraction 3 var mı, Watch extraction 2
0 notes
yasamsallik · 4 months
Text
Tumblr media
Deniz’e ait eşyalar, infazdan sonra, siyah bir
torba içinde babasına teslim edildi.
Torbada 31 kalem malzeme vardı: Yeni açılmış
Birinci sigarası… İki tükenmez kalem.. Askılı
atlet, fanila ve yün başlık… Kahverengi ceket
ve pantolon… Haki renk bir yün gömlek…
Füme terilen pantolon… Kendi yeşil, yakası
beyaz, fermuarlı kazak… Bir küçük, bir büyük
İngilizce lügat… Türkçe-Almanca sözlük…
Brecht, Ahmet Arif, Mehmet Fuat’ın kitapları
Babasından gelen mektuplar… Bir cep aynası,
bir cep defteri…
"Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
sunmayacak mıyım
insanlara
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
deniz. .
insanlara"
Deniz Gezmiş
40 notes · View notes
reiralea · 8 months
Text
Sevgili tumblr sakinleri,
Benim İngilizce-Türkçe sözlüğe ihtiyacım var. İngilizce seviyemi şu an bilemiyorum ama A1 kabul edelim ajdhajs.
1) Bu durumda önerebileceğiniz sözlük hangisidir?
2) İngilizce-İngilizce-Türkçe bir sözlük almak daha mı iyi olur? Öyleyse hangi sözlüğü almalıyım?
3) Yabancı dil çalışma metodunuz var mı? Varsa benimle paylaşmak ister misiniz? 🙈
Bu konularda öneride bulunarak yardımcı olursanız çok sevinirim. Şimdiden teşekkür ederiiim. 💖
25 notes · View notes
ruhumdasavas · 7 months
Note
Ebrar abla ben psikoloji okuyan anonim. Kaç ortalamayla mezun oldun bi de nasıl çalıştın anlatır mısın teşekkür ederim cevabın için
Bir tık uzun bir cevap olacak hem cevaplamadığım eski sorularını telafi olur.
3,88 ortalamayla mezun oldum. Açık konuşmak gerekirse çok iyi bir ortalama olduğunu söyleyemeyeceğim. Psikoloji rekabetin çok olduğu bir alan çünkü anlaşılabilir ve zevkli bir alan. İnsanlar bakıyorlar ki çalıştıkça karşılığı alınıyor, e okuması da zevkli, asılıyorlar ortalamaya. En az 3,90 olmalıydı mesela bence ortalamam. O zaman "çok iyi" derdim. Aklında bulunsun. Mutlaka ortalamana asıl, psikolojiden ilerlemek istiyorsan.
Tekrar, Tekrar ve Tekrar
Çok önemli. Psikolojide bilgiler fazlasıyla kümülatif ilerler. İlk sene aldığın Psikolojiye Giriş dersi birçok alanın temelidir. İhmal etmezsen alanı daha sağlam anlarsın.
Sadece İngilizce Olmaz
Söz konusu alan hukuk olsaydı Türkçe okuma tarafında olurdum fakat psikoloji Almanca ve İngilizce temelli bir alan dolayısıyla dünyayı takip etmek için İngilizce okumayı daha mantıklı buluyorum fakat Türkçe kaynakları da takip ederek. Çünkü çok iyi İngilizce bilinse bile insanın kendi dili her zaman daha anlaşılırdır. Ben İngilizce ders kitaplarımın yanında aynı zamanda 2-3 tane Türkçe kaynak takip ederdim. PDF olarak da olsa faydalı olurdu. İngilizce bilgini arttırmaya çalış. Zaman geçtikçe daha fazlasına ihtiyaç duyacaksın çünkü. Mevcut olan yetmeyecek sana.
Ekşi Sözlük Kullanmak
Kulağa ilginç geliyor biliyorum ama... Ekşi Sözlük yazarları sosyal bilimler alanında çok güzel örnekler yazıyorlar başlıkların altında. Bilime boğuluyoruz, gerçek hayattan örneklerle öğrenince daha sağlam oturuyor her şey. Ben öğrendiğim kavramlarla ilgili yazılar okurdum Ekşi Sözlük'te, hatta aklımda kalırsa sınavda yazardım bile. Faydalı, tavsiyedir.
Çalışma Grupları
Lisans hayatım boyunca birbirimize eşlik ettiğimiz bir arkadaş grubum vardı. Hepimiz ders çalışmaya önem veren insanlardık, onlarla ders çalışmak benim için hep eğiticiydi. Alanda okuyan ve farklı bakış açılarına sahip insanlarla takılmak insanın ufkunu genişletiyor.
Farklı Üniversitelerden Arkadaşlar
Alan aynı olsa da üniversitelerin ekolleri, hocaların başka yaklaşımları oluyor. Başka üniversitelerden arkadaşlar edinmek daha iyi bir psikoloji bilgisi sağlıyor. Lisans hayatım boyunca (özellikle pandemide) bir sürü üniversitenin psikoloji derslerine katıldım hocalara e-posta gönderip. Bir sürü üniversiteden arkadaşım vardı mesela ben Freud'u kendi hocalarımdan değil direkt İstanbul Üniversitesinin ünlendiği psikanaliz ekolüyle ve psikanaliz çalışan hocalarından, öğrencilerinden öğrendim. Çok daha derindi.
Sadece Ders Çalışmamak
Psikoloji odağında insan olan bir bölüm. Kulağa başta saçma geliyor ama insanlarla bir arada olunca insanların çeşitliliğini daha iyi kavrıyorsun. Birçok öğrenci kulübünde bulundum, etkinliklere girdim çıktım. Ne kadar insan tanırsam o kadar iyiydi, ağım genişledi ve işime de yaradı sahiden. Bu da önemli tavsiyedir. Psikoloji gibi bir bölümü ev okul arasında okuma derim.
Araştırmalar, Stajlar
Kısacık bir başlıkta incelenemeyecek kadar uzun mesele. Hocaların kapısına kaç kez gittim bilmiyorum araştırmalara girmek için. Psikoloji büyük oranda deney üzerinden yürüyor artık teoriden çok. Bilimsel araştırmalara katıl derim. Staj yap mutlaka, hangi alanlarda istiyorsan ama klinik için SAKIN para verme staj yaptığın yere. Sana çay, kahve yaptırmak istiyorlar ve klinikle ilgili bir şey vermiyorlarsa da kaç oradan. Araştırmalar ve stajlar ileride yöneleceğin psikoloji alanı için bir ışık olur sana. "Çocuklarla çalışmak istiyorum." dersin, bir staj yaparsan çocuk kliniğinde, canından bezersin (yaşandı). "İK ne ya, sıkıcı." dersin, mezun olunca şaaak İK'da başlarsın (yine yaşandı). İK, hastane ve laboratuvar stajı için konuşmak istersen buradayım.
SPSS (Genel Olarak İstatistik)
SPSS 90'lardan kaldı. Kullanışı, verdiği grafiklerin güncelliği gittikçe düşüyor ama bizim okullar SPSS öğretmekte direniyor. SPSS öğren mutlaka, işe yarıyor çünkü ama daha çok R'ı tercih ederim mesela. Kullanımı daha kolay ve daha teknolojik. İstatistik hep işine yarayacak. Zor olsa da öğren zaten program üzerinde yapınca işlevselliği ortaya çıkıyor. O matematiksel hesap kısmını boşver, mezun olunca onlarla uğraşmayacaksın.
Programlama Dilleri
Kulağa garip geliyor ve "Bu mühendislerin işi değil mi ya?" diyor olabilirsin ama bir Python öğren mesela. Ufkumu açmıştı ya, hiç unutmuyorum, beynim nefes almıştı sanki. Psikolojide teoriye çok boğuluyoruz halbuki matematiksel kısım da oldukça işlevsel. Programlamayı bu çağda bilen psikolog birkaç adım öndedir. Ben unuttum, sen öğrenip de unutma benim gibi...
Kendine Nazik Davran
En önemlisi bu dolayısıyla en sonda. Lisans boyunca öğrendiğin her şey senin kendini tanımanı sağlayacak ama aynı zamanda kendini tanımana da sebep olacak. :) İnsanın kendini anlaması çok kötü. Öğrendiklerin sana ağır gelecek ve çocuk kendine üzüleceksin ama fark etmek biraz da iyileşmenin ilk adımıdır. Öğrendiklerinin altında ezilme.
Bu cevabı silmeyeceğim. Konuşmak istersen buradayım. <3
5 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Otoriteyi Kutsallaştırma Eğitimi ve Ritüel “Kutsal, kendini her zaman doğal gerçeklerden tamamen farklı bir gerçek olarak gösteren tamamen farklı bir şeyin, bizim dünyamıza ait olmayan bir gerçeğin, ayrılmaz bir parçası olan nesneler içinde açığa çıkmasıdır. Sözlük anlamından başlayacak olursak Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe sözlükte kutsala: “Güçlü bir saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kudsi, mukaddes; tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen; bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen, Tanrı’ya adanmış ve ilahi olan anlamları verilmiştir. Rudolf Otto’ya göre kutsal, “büyük sır, muhteşem sır, büyüleyici sır”dır. Otto, kutsal olanı akıl-dışına bağlar ve kutsalın tanımını şu şekilde yapar; “Düşünce dünyasında etkili olan ve şuur altında varlığını bildiğimiz ancak ne ‘tecrübe’ edebileceğimiz, ne de duyularımızla algılayabildiğimiz bir gerçektir. Dinin bu konudaki ikna gücü, ne sadece iç alemden gelen seslere, ne ruhun küçük ve devamlı dürtüleriyle, ne de fertlerin sürekli olarak olaylarda başına gelen insiyaki (içgüdüsel) bir ilhamdır; bilakis dış alemdeki ilahi yapının eseridir. Zaman zaman ilk çağ dinlerine varıncaya kadar bütün dinlerde kutsallık duygusu, etrafındaki sembollere (ya da sembollerle) tezahür etmiş, fonksiyonunu sürdürmüştür. Dolayısıyla kutsal simge/ nesne bu şekilde tamamıyla kendine has büyüleyici bir güce sahip olur, günah ve borçluluk gibi kavramlar da bu kutsal duygunun çevresinde toplanır. Özellikle ilahi dinlerde kutsalı ve kutsallığı insan üretmez, o mevcuttur.Bu inanıştan yola çıkarak, daha sonra kutsal denen simge/nesne’lere “değerin icadı” diyebiliriz. Çok eski kültürlerde halkların ve özellikle ilkel kültürlerin dindar insanlarının kutsala bakışı konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, onun, varlığa duyduğu özlem sonucu “ona katılma” isteğidir. “Varlık, hakiki yani kutsal olursa varlıktır.”Bu yüzden kişinin bir zamanı veya mekanı kutsal kabul etme sebeplerinden biri de ‘kutsala yakın olma arzusu’dur. Dolayısıyla dindar insanlara göre zaman ve mekan ya kutsaldır, ya da kutsal hale getirilebilir. Bir toprak parçasına sahip olmak ancak onun ‘yeniden yaratılmasıyla’ yani ‘kutsallaştırılmasıyla’ mümkündür. E. Durkheim’a göre de “dinin temel fikri” kutsallıktır. Kutsal, “kaynağını toplumdan alan kolektif değerler manzumesi”dir. Hiçbir şey; taş, ağaç, kaya, mezar, türbe, vb.. “kendiliğinden kutsal değil”dir. Onlara kutsallık kazandıran “mana” diye adlandırılan ve yayılmacı bir karaktere sahip olan, görünmeyen güçtür. Ona göre, tüm dini inançlar, kutsal, kutsal olmayan (profan) hadiseler şeklinde tasnif edilirler. Kutsal; olağan üstü, aşkın ve gündelik olayların dışında görülen ve o şekilde tecrübe edilen olayları kapsar. Buna göre dinin esaslı mefhumlarından yasaklar ile kutsal dışı (profan) olandan ayrılan nesneler, düşünceler ve düşünceler düzenine kutsal denir. Kutsal ve kutsal olmayan nesneler arasındaki ayrımı ise ritüeller belirler. Durkheim bu yüzden ritüeller için “kişinin nesneler arasındaki ayrımı belirleyen davranış kurallarıdır”der. Bu bakımdan ritüeller insanların bireyler ve gruplar arasındaki toplumsal olarak onaylanmış ‘uygun’ ilişkiler sistemini simgeleştirmektedir. Bu morfolojik karakteristik özellikleri nedeniyle ‘aşkın’ ve ‘nihai önem taşıyan’ ve ‘tartışılmaz’ kavramlarıyla doğaüstü varlıklar olarak tavır takınarak kutsal atmosfer yaratmaya neden olurlar. Ritüeller en ilkel toplumdan, en modern topluma kadar geçen süre içinde, toplumsal yapıyı şekillendirir ve bu toplum üyelerini birbirine bağlama işlevi olan çimento görevi görür. Sistemi kutsallaştırıp/meşrulaştırır, toplumsal dayanışmayı sağlar, düzeni devam ettirme işlevi vardır. Toplumun birlikteliğinin sağlanması, pekiştirilmesi sonucu bu beraberlik duygularının kuşaktan kuşağa aktarımı ritüelin asal görevleri arasındadır. Kutsal olan ve olmayan arasındaki ayrım sıklıkla dini ve dünyevi arasındaki farkla karıştırılır.
4 notes · View notes
lechatdenuit · 2 years
Text
Napoléon & Maria Walewska / 4 (Son)
Maria, bir gün sevdiği adam ile evlenebilmenin umuduyla yaşıyordu.
Fakat herşeyde olduğu gibi kadınlar konusunda da sıkılgan olan Napoléon (Joséphine istisnadır), Maria'ya olan ilgisini kaybetmişti.
Artık onu eskisi gibi şımartmıyordu, hatta neredeyse sevmiyormuş gibi davranıyordu.
Bu durumu fark eden Maria'nın kocası Kont Kollonel, Alexandre'yi kendi oğlu gibi gösterdi. Alexandre de büyüdüğünde gerçeği değiştirmese de Napoléon'un oğlu olduğunu reddetti.
Fakat, çoğu kişi imparator ile olan benzerliklerini göz önünde bulundurunca onun oğlu olduğunu onaylıyor.
(Alexandre Walewski)
Tumblr media
Napoléon, artık kesin bir karara varmıştı. Avusturyalı prenses Marie Louise ile evlenecekti. Maria Walewska bunu duyduğunda büyük bir kedere boğuldu.
Napoléon artık Walewska ile görüşmüyor, ona güzel mektuplar yazmıyordu. Joséphine'i boşadı ve Avusturya imparatorunun kızı ile evlendi. Henüz 20 yaşındaki bu genç kızdan bir oğlu oldu. Bu ikinci Napoléon'du.
Josephine'den imparatoriçe ünvanını almadı. Ona güzel bir yerde büyük bir ev tuttu.
Walewska ise, imparatorun favori metresi olarak akıllara kazınmıştı artık.
Maria Walewska, görevinde kısmen başarısız olmuştu fakat artık Napoléon'un hayatına en çok etki eden üç kadından biriydi. Ayrıca Napoléon onun sayesinde Varşova Dükalığını kurmuştu. Maria, Fransız imparatorunun aşkıyla yaşamıştı ve onu asla unutmadı. Napoléon Elba adasında sürgündeyken bile onu ziyaret eden tek sevgilisiydi. Fakat Napoléon kişisel kaygılarından dolayı ne eski aşkına, ne de ondan olan oğluna ilgi göstermişti. Aksine hala ilk karısı olan Josephine'in bir tutam saçını saklıyordu. Bu sırada Joséphine 52 yaşında diftiriden dolayı öldü. İkinci eşi Marie Louise, oğlu ikinci Napoléon ile Avusturyalılar tarafından alıkoyuldu. Marie Louise, Sonradan Napoléon'un büyük bir rakibi olan Albert Von Neipperg'in sevgilisi olmuştu. Oğlu ikinci Napoléon ise büyükbabasının yanında depresif, keder dolu bir hayat yaşadı ve henüz 21 yaşındayken öldü.
Napoléon'un eski sevgilisi Maria Walewska ise, Napoléon'un en sadık subaylarından olan Phillip D'Ornano ile evlendi. Napoléon'u hiç unutmasa da Phillip ile uyumlu bir evlilik sürdüler. Phillip'den bir çocuğu oldu fakat, yalnızca üç ay sonra 30'unda iken Maria, genç bir yaşta öldü. Maria'nın vücudu Polonya'daki Kiernozia kilisesinde iken kalbi D'Ornano aile mezarlığına gömüldü.
Maria Walewska oldukça kısa bir hayat yaşadı. Pek çok noktası üzücüdüydü fakat hala onu tanıyan bazı insanlar var. Joséphine kadar olmasa da, Napoléon'un büyük aşkı olarak tarihe geçmişti. Ayrıca, Maria'nın Napoléon'dan olan oğlunun soy ağacından gelen kişiler, Napoléon'un tek direkt varisleri olarak biliniyorlar. İkinci Napoléon'un çok genç bir yaşta ölmesi ve bir varis bırakmaması, Count Alexandre Walewski'yi Napoléon'un şahsi soyunu devam ettiren tek kişi yapıyor. Bunun dışında hala imparatorun kardeşlerinin soyundan gelen Prince Charles Napoléon gibi kişiler var.
Maria Walewska'nın hikayesini anlatmak istedim çünkü masalsı yönüyle beni çok etkilemişti. Tabi ki bazı kısımları oldukça rahatsız edici ve sinir bozucu fakat başta sıradan görünen bir Polonyalı Kontesin tüm Avrupa'nın tanıdığı bir imparator ile olan aşkı gerçekten ilginç ve etkileyici bir hikayeye konu olmuş. Türkçe kaynaklarda, ekşi sözlük dışında Maria Walewska hakkında neredeyse hiçbir şey bulamadım. Sadece İngilizceden Türkçeye çevrilmiş bir sitedeki yazı vardı. Benim bloğum pek okunmasa da yine de en azından bir kaç insanın görebileceği bir yerde kalsın istedim. Belki ileride bu yazıyı başka yerlerde de yayımlarım.....
(Maria Walewska)
Tumblr media
3 notes · View notes
menemennpastirma · 4 months
Text
Tumblr media
Mültefit İlgi ve güler yüz gösteren, iltifat eden kimse.
Kaynak: https://www.instagram.com/p/C1MrDxeogjx/
3 notes · View notes
zahirevliyasi · 14 days
Text
Görmek isteyen herkes için Türkçe sözlük aynı zamanda Antika Kelimeler Müzesi görevi görebilir, eskiye meraklı olmak ve karıştırmayı bilmek kâfi. Yazıyı okumak için tıklayınız
0 notes
lcnpo · 1 year
Text
Zamanda Tutsak Filmi | Konusu | Oyuncuları | Netflix
Denize giren yaşlanıyor filmi Netflix, Zamanda Tutsak 2 olacak mı, Zamanda Tutsak cast, Zamanda Tutsak ekşi, Zamanda Tutsak ekşi sözlük, Zamanda Tutsak filmi Full HD izle, Zamanda Tutsak imdb puanı, Zamanda Tutsak incelemesi, Zamanda Tutsak izle, Zamanda Tutsak izle Beyazperde, Zamanda Tutsak izle YouTube, Zamanda Tutsak izleyenler, Zamanda Tutsak kaç yaş üstü, Zamanda Tutsak karakterleri, Zamanda Tutsak konusu, Zamanda Tutsak Netflix, Zamanda Tutsak oyuncuları, Zamanda Tutsak Türkçe Dublaj izle, Zamanda Tutsak Türkçe Dublaj izle Jet film, Zamanda Tutsak var mı, Zamanda Tutsak yorum, Zamanda Tutsak yorumları
0 notes
pazaryerigundem · 26 days
Text
AİLEM 98 bin 319 çağrıya çeviri desteği sağladı
https://pazaryerigundem.com/haber/175874/ailem-98-bin-319-cagriya-ceviri-destegi-sagladi/
AİLEM 98 bin 319 çağrıya çeviri desteği sağladı
Tumblr media
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, işitme engelli vatandaşlar için kurulan İşitme Engelliler Engelsiz İletişim Merkezi (AİLEM)’nin bugün 18 bin 684 kullanıcı tarafından aktif olarak kullanıldığını söyledi.
ANKARA (İGFA) – Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, yüzde 100 erişilebilirlik hedefiyle engellilerin sunulan hizmetlere erişimleri için gerekli dijital dönüşüm ve engelsiz iletişime yönelik çalışmalar yürüttüklerini belirterek, bu kapsamda işitme engelli bireylere yönelik iletişim engelinden kaynaklanan sorunları ortadan kaldırmak ve yaşamlarını kolaylaştırmak üzere gerçekleştirdikleri projelerle ilgili bilgi verdi.
Bakan Göktaş, işitme engelli vatandaşların, kamuda, özel sektörde ve sosyal hayatlarında iletişim ihtiyaçlarını karşılayabilmek için İşitme Engelliler Engelsiz İletişim Merkezi’ni (AİLEM) kurduklarını anımsatarak, “Türk işaret dilini kullanan herkes için ortak bir iletişim merkezi haline dönüşen iletişim merkezimize hem bakanlığımızın internet sitesi hem de mobil uygulama üzerinden erişilebildiğini kaydetti.
Vatandaşların tek tuşla Türk İşaret Dili Tercümanlarına ulaşılabiliyor. İletişim merkezimiz bugün 18 bin 684 kullanıcı tarafından aktif olarak kullandığını ifade eden Bakan Göktaş, “Günde ortalama 150 çağrıya alışverişten, aile içi iletişime, öğretmen veli görüşmesinden, hasta doktor iletişimine kadar birçok konuda çeviri hizmeti sağlıyoruz. Yaklaşık 2 yıldır hizmet veren merkezimizde bugüne kadar Türk İşaret Dili çevirmenlerimiz tarafından 98 bin 319 çağrıya çeviri desteği sağlandı. AİLEM Engelsiz İletişim Merkezimizin sunduğu hizmetlerle, Türk İşaret Dili kullanan bütün işitme engelli vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmayı hedefliyoruz.” diye konuştu.
Bakan Göktaş, AİLEM dışında ayrıca şu an Bakanlık merkez ve taşra teşkilatında 52 ilde toplam 77 Türk işaret dili tercümanıyla hizmet verdiklerini hatırlatarak, tercümanların son 3 yılda, tapu, belediye, valilik, noter, banka, sağlık gibi alanlarda işitme engellilere yaklaşık 6 bin 871 çeviri hizmeti sağladığını aktardı.
SÖZLÜĞE 150 ÜLKEDEN 4.5 MİLYONDAN FAZLA ERİŞİM SAĞLANDI”
Bakan Göktaş, dünya dilleri arasında doğal bir dil olarak kabul edilen Türk İşaret Dilinin yapısal ve pragmatik özelliklerinin derlenerek kayıtlı hale getirilebilmesi ve bir derlemin oluşturulması amacıyla 2015-2017 yılları arasında Türk İşaret Dili Araştırma Projesi’nin yürütüldüğünü hatırlattı. Proje kapsamında toplanan veriler çerçevesinde en fazla kullanım sıklığına sahip olan 2 bin sözcükten oluşan Güncel Türk İşaret Dili Sözlüğü’nün oluşturulduğunu kaydeden Göktaş, ““Bakanlığımız tarafından 2017’de https://tidsozluk.aile.gov.tr/ internet adresinden kullanıcıların hizmetine sunulan Güncel Türk İşaret Dili Sözlüğü, Türkiye’nin 26 ilinden ve 113 Türk İşaret Dili anadili konuşucusundan elde edilen Türk İşaret Dili derlemine dayanıyor. Sözlükte işaret, anlam ve örnek olmak üzere üç farklı tür ve türlerine göre farklı arka plan rengi ile hazırlanan toplam 11 bin 428 video yer alıyor.” dedi.
Bakan Göktaş, video tabanlı olarak çevrim içi ortamda tasarlanan sözlük içeriklerinin Türk İşaret Dili ve Türkçe olarak sunulduğunu da sözlerine ekledi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
selimugurlu · 2 months
Text
BOOK OF HOURS Game Türkçe Yama BOOK OF HOURS oyunu, Orta Çağ dönemini konu alan bir rol yapma oyunu olarak oyunculara benzersiz bir deneyim sunuyor. Ancak, oyunun orijinal hali İngilizce olarak piyasaya sürüldüğünden, Türkçe bilmeyen oyuncular için bazı zorluklar yaratabilir. Tam da bu noktada, Türkçe yama devreye giriyor. Türkçe yamanın amacı, oyunun dilini Türkçe'ye çevirerek oyunculara daha kolay bir oyun deneyimi sunmaktır. Türkçe yamanın avantajları nelerdir? İlk olarak, Türkçe yama kullanarak oyunu daha iyi anlama şansınız olacak. Oyun içindeki görevleri daha kolay anlayacak ve hikayeyi daha akıcı bir şekilde takip edebileceksiniz. Ayriyetten, oyunun menülerindeki seçenekleri daha rahat kullanabileceksiniz. Türkçe yama sayesinde, oyunu anlamak için sürekli olarak sözlük kullanma zorunluluğunuz ortadan kalkacak. Türkçe yamayı nasıl yükleyebilirim? Türkçe yamayı yüklemek oldukça basittir. İlk olarak, yama dosyasını indirin ve ardından oyunun kurulu olduğu dizine kopyalayın. Daha sonra, oyunu başlatırken dil seçeneklerinde Türkçe'yi seçebilirsiniz. Böylece, yamayı başarıyla uygulamış olacaksınız. Oyunu Türkçe olarak oynarken keyif alacağınıza emin olabilirsiniz. BOOK OF HOURS Türkçe Yama Nasıl İndirilir? BOOK OF HOURS Türkçe Yama Nasıl Kurulur? İnternet üzerinde "BOOK OF HOURS Türkçe yama indir" şeklinde bir arama yapın.Güvenilir bir kaynaktan Türkçe yama dosyasını indirin.İndirme işlemi tamamlandıktan sonra yama dosyasını açın.Oyunun kurulu olduğu dizine yama dosyasını kopyalayın. Oyunu açın ve dil seçeneklerinde Türkçe'yi seçin.Yama uygulanıp oyun Türkçe olarak başlayacaktır.Artık BOOK OF HOURS oyununu Türkçe olarak oynayabilirsiniz. BOOK OF HOURS Game Kullanıcı Deneyimleri BOOK OF HOURS Game, son dönemde popüler olan bir bilgisayar oyunudur. Oyun, oyunculara Orta Çağ'da bir manastırda geçen mistik bir macerayı deneyimleme fırsatı sunmaktadır. Bu yazıda, BOOK OF HOURS Game'i oynayan kullanıcıların deneyimlerine odaklanacağız. Oyunun Atmosferi ve Grafikleri Birçok oyuncu, BOOK OF HOURS Game'in atmosferinin etkileyici ve gerçekçi olduğunu vurgulamaktadır. Oyunun Orta Çağ manastırını yansıtan detaylı grafikleri ve dikkatli tasarlanmış ortamları, oyunculara derinlemesine bir deneyim sunmaktadır. Oyunun atmosferi, oyunculara kendilerini oyun dünyasında kaybolmuş hissettirecek kadar etkileyici ve sürükleyicidir. Oynanış ve Zorluk Seviyesi BOOK OF HOURS Game, hem geleneksel bulmacalar hem de gizli nesne bulma unsurları içeren bir oynanış sunmaktadır. Oyun, karmaşık zekâ oyunları ve meydan okuyucu bulmacalarla doludur. Birçok oyuncu, oyunun zorluk seviyesinin mükemmel bir dengeye sahip olduğunu ve sürekli bir meydan okuma sunduğunu belirtmektedir. Oyunda ilerledikçe, bulmacaların ve zorlukların artması, oyuncuları daha fazla bağlamakta ve heyecanlarını artırmaktadır. Hikaye ve Karakterler BOOK OF HOURS Game'in ilgi çekici bir hikayesi vardır ve oyuncuları büyüler. Oyun, Orta Çağ manastırından esinlenerek epik bir hikaye sunmaktadır. Oyuncular, çeşitli karakterlerle etkileşimde bulunurken gizemleri çözmeye ve hikayeyi ilerletmeye çalışır. Karakterlerin derinliği ve hoş diyalogları, oyuncuların hikayeye bağlanmasını sağlıyor ve oyun deneyimini daha da tatmin edici hale getiriyor. Oyunda Öne Çıkan Özellikler Başlıca Özellikler Açıklama Gerçekçi Grafikler Detaylı ve etkileyici görsellerle oyuncuları büyüler. Zorluk Seviyesi Hem bulmacalar hem de zekâ oyunlarıyla oyunculara meydan okur. Etkileyici Hikaye Orta Çağ manastırından esinlenen epik bir hikaye sunar. Karakterler Derinlikli ve ilgi çekici karakterlerden oluşur. BOOK OF HOURS Game Sistem Gereksinimleri BOOK OF HOURS oyunu, oyun severler arasında giderek popüler hale gelmiştir. Bu macera dolu oyun, oyunculara farklı bir deneyim sunmaktadır. Ancak, oyuna başlamadan önce sisteminizin gereksinimlerini karşılaması gerekmektedir. İşte BOOK OF HOURS oyununun sistem gereksinimleri: Minimum Sistem Gereksinimleri: İşletim Sistemi: Windows 7 veya üzeri İşlemci: Intel Core i5 2.5 GHz veya AMD eşdeğeri
Bellek: 8 GB RAM Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 660 veya AMD Radeon HD 7850 Depolama: 20 GB boş alan Önerilen Sistem Gereksinimleri: İşletim Sistemi: Windows 10 İşlemci: Intel Core i7 3.0 GHz veya AMD eşdeğeri Bellek: 16 GB RAM Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 1060 veya AMD Radeon RX 580 Depolama: 30 GB boş alan Oyun Performansı İçin İpuçları: Oyun performansını artırmak için grafik ayarlarını düşürebilirsiniz. Arkaplanda çalışan diğer uygulamaları kapatmak oyunun daha sorunsuz çalışmasını sağlayabilir. Son güncellemeleri ve sürücüleri yüklediğinizden emin olun. Minimum Önerilen İşletim Sistemi Windows 7 veya üzeri Windows 10 İşlemci Intel Core i5 2.5 GHz veya AMD eşdeğeri Intel Core i7 3.0 GHz veya AMD eşdeğeri Bellek 8 GB RAM 16 GB RAM Ekran Kartı NVIDIA GeForce GTX 660 veya AMD Radeon HD 7850 NVIDIA GeForce GTX 1060 veya AMD Radeon RX 580 Depolama 20 GB boş alan 30 GB boş alan
0 notes
ahmetcadirci · 4 months
Photo
Tumblr media
Sözlükler, dil öğrenmek veya bir dilde iletişim kurmak isteyenler için vazgeçilmez kaynaklardır. Ancak, çoğu zaman karmaşık veya yanıltıcı olabilirler. İşte bu noktada Türkçe İngilizce Sözlük devreye giriyor! 🎉 Bu sözlük, sadece bir kelimenin anlamını değil, aynı zamanda farklı bağlamlarda nasıl kullanıldığını da gösterir. Böylece, kelimenin gerçek anlamını öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda onu doğru bir şekilde cümlenize entegre etmenin yollarını da keşfedersiniz. 💡 Hem öğrenciler hem de dil profesyonelleri için gerçekten değerli bir araç olduğunu düşünüyorum. 🚀 tureng.ahmetcadirci.com Türkçe İngilizce Sözlük, dilin sınırlarını aşmanıza ve iletişim becerilerinizi geliştirmenize yardımcı olabilir. Ayrıca, farklı meslek gruplarından insanlar için de son derece faydalıdır. Örneğin, uluslararası iş ilişkileri yürüten bir profesyonel veya çeviri ve tercüme alanında çalışan biri için vazgeçilmez bir kaynak olabilir. 🌍 Yazar: Ahmet Çadırcı
0 notes
hetesiya · 4 months
Text
İsyan ve devrimler tarihi - Kaldıraç
İsyan ve devrimler tarihi
Giriş
Çalışmalarımıza başlarken, sık kullanacağımız kelime kökenleri üzerine derlemelerde bulunmayı faydalı görüyoruz. Dilbilimci Leo Weisberger’in de ifade ettiği gibi, dili birbirinden bağımsız metaforlar havuzu değil, “Dünyanın zihne mal oluşunun neticesi” olarak ele alıyoruz. Dil kullanımımız böylece hem dünya algımızı yansıtır, hem de değiştirir. Buradan yola çıkarak, bu yazı dizimizde kullanacağımız kelimelerin kökenini incelemek, yazı dizisi boyunca tariflerimizi hangi bakış açısı ile kaleme aldığımızı da daha somut ifade etmek istiyoruz.
İsyan: En genel hâliyle bir otoriteye karşı gelmek olarak tariflenen isyan, anlatım olarak da başkaldırı kelimesi ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Arapça kökenli bir kelime olan isyan kelimesinin kökleri, asi olma durumunu ifade eder. Tarihte ilk isyan kelimesinin bu minvalde kullanımına tanık olduğumuz yazılı kaynak ise 1360 yılında yazılmış olan Danişmendname’dir. Asi olma hâlinin kökeninin, eski çağlarda sık kullanılan ve eş zamanlı bilgelik alâmeti olarak görünen asa kökeninden geldiği ve asa kaldırma, asi olma türevlerinden türetildiği rivayet edilmektedir. Başkaldırı ve itaat etme gibi semantik anlamlar içeren bu sözcüğü, yazı dizimiz boyunca, ezilenlerin otorite karşısında itaat etmedikleri toplumsal bir araya gelişler için kullanıyor olacağız.
Direnmek: Direniş kökünden gelen bir sözcük olmak ile birlikte, karşı koymak ve göğüs germek anlamları taşımaktadır. Hayat akışında her canlının karşısına çıkan zorluklar ve güçlükler karşısında dirayet gücünü de ifade eden bu sözcük için, bizler toplumsal bir kullanımı ele alacağız. Otorite, saldırı ve zulüm gibi egemenlerin mezalimi karşısında, ezilenlerin karşı koyabilme gücünü ifade etmek için kullandığımız direnmek sözcüğü ile yazı dizimizde sıklıkla karşılaşacaksınız.
Köken olarak Latincede resistance “direnç” sözcüğünden türeyen direnmek, resistere, restat fiillerinden türeyen “sıkı durmak, dikilmek” anlamlarına sahip, güç karşısında dirayet gösterme ve karşı koyma ifadesini anlatmaktadır.
Ayaklanma: Arapçada “kıyam” ayağa kalkma sözcüğünün semantik anlatımıdır, kıyamet sözcüğünün de kökeni olan “kıyam” sözcüğü ayaklanma işteş eki ile birlikte toplumsal bir anlatıma sahiptir. İsyan, başkaldırı, direnmek gibi sözcükler için tekil bir durumu tariflemek mümkün iken, ayaklanma sözcüğü toplumsal bir anlatımı ifade etmektedir. Toplumsallığı üzerinden de, aynı zamanda bir topluluğun, tepki geliştirmesine yol açacak bir etmene, bu etmene karşı da bir plan ve hedefi de içermektedir. Türevi diğer sözcüklerden ayrım noktalarının en temelinde bu etmen yer almaktadır.
Devrim: İngilizce sözcük kökeni revolution olan devrim, ilk olarak astronomide, yıldızların düzenli ve belirli bir kurala göre döngüsel hareketlerini imgelemek için kullanılmıştır. Türkçe kullanımı ile devrim ise dönme, değme, çevirme manalarında “devir” kökünden +im ekiyle türetilmiştir. “Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik” sözlük anlamını ifade etmektedir.
Arapça kökeni ise, helâl kökünden türetilen ihtilal ise; “toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, başka bir duruma geçiş, dönüşüm” tariflemelerine sahiptir. Devrim sözcüğünün Türkçe kökeninde yer alan devir kökü ile Arapça devir, dönüş manasındaki devr mastarıyla olan benzerliği, sözcük anlatımının toplumsal bir dönüşümü, devirme ve dönüşümünü tariflediği ifade edilmektedir.
Yazı dizimizde bu sözcüklerden bahsederken, ezilen ve egemen ilişkisindeki dönüşüm ve egemenlerin hâkimiyet alanlarına yönelik devirmeye ilişkin toplumsal ve sınıfsal hareketleri ele alıyor olacağız.
Burjuva: Burjuva sözcüğünün kökeni, Latince “burgus (kale burcu)” sözcüğünün köküne dayanır. Orta Çağ’da kentlerin surlar ile çevrili olmasından kaynaklı, emekçiler surların dışarısında hayatlarını sürmekte idi, buradan bir kullanım ifadesi ile surların içerisinde kentlerde yaşamını süren sınıf için kullanılan burgus, surların arkasında daha korunaklı ve müreffeh bir yaşam süren topluluğu ifade etmek için kullanılan bir ifadedir.
Eski Fransızcada Burgeois sözcüğü olarak kullanılan, aynı kökene sahip sözcük ise, Türkçede kentsoylu olarak karşılık bulan 1560’larda ortaya çıkan orta sınıf ve şehir yaşamını süren halk kitlesini ifade eder. O dönem itibariyle burjuva sözcüğü, surların dışarısında yaşayan emekçi halkın, daha iyi yaşam koşullarına sahip zengin sınıf için kullanmış olduğu bir tarif iken, şehir içerisinde yaşayan aristokratların da, şehirlileri kendilerinden ayırmak için kullandığı bir ifadedir yine.
Proletarya: Marksist teoride, üretim araçlarına sahip olmayan sınıfın adıdır. Emek gücünü belirli bir ücret karşılığında satarak geçimini sağlayan, emekçi, işçi sınıfı için kullanılan bu tarif, Latince proles kökeninden gelmektedir. Tarihte ilk defa ise, 1760’ta J. J. Rousseau tarafından kullanılmıştır. Çoğalmak, yavrulamak, yavrulayıcı gibi üretmek kökenli proletarius, prolescere, prolet sözcüklerinden gelişen tanım, günümüze de üreten sınıfın tarifi olarak taşınmıştır.
Burjuva kelime kökeninde yer alan bakış ve tarif ihtiyacına ilişkin konuyu somut ele aldığımızda, tarihin sınıfsal farklılıklar üzerinden şekillendiğini, sözcük kökenlerinin de oluşumunda toplumun üretim ilişkileri ve ekonomik koşullarının üzerinden günümüze taşınan bağlantılı bir akışı tespit edebilmek gayet mümkün.
Tarihe yaklaşımımız
Tarih yazımının egemen sınıf tekelinde betonlaşmasına karşı, sınıf eksenli bir bakış geliştirme gayesi ile yola çıkıyoruz. Akademik bir tarih çalışmasından ziyade, devrimci pratiğin tarih döngüsünden beslendiği, sınıfın tarihini bütünlüklü bir tablo olarak ele almak hedeflenecektir. Bu amaç ile İzmir Kaldıraç Temsilciliğinde gerçekleştirilen, İsyanlar ve Devrimler Tarihi dersleri, ezilen sınıfların, halkların, egemenlere karşı mücadelesini ezilenlerin perspektifinden ele alarak tartışmalar yürütmeyi hedeflemiştir.
Tarih akademik bir tanım ile geçmiş zamanın incelenmesi bilimi olarak ele alınıyor. Yer ve zaman aralığının kesinleştirildiği, bir zaman dilimine ilişkin sebep ve sonuç ilişkisini bulgular eşliğinde irdeleyen disiplindir. Grek kökenli historia kelimesinden evrilen tarih, soruşturma anlamını da içermektedir. Tarih yazımı ifadesi ise, etimolojik olarak “tarihsel gerçekliğin, yapısını, koşullarını ve yasalarını” belirleme çalışması olarak karşımıza çıkıyor.
Bizler bu çalışma boyunca da karşılaştığımız olaylarda, sebep-sonuç ilişkisi ve tarihsel-toplumsal gerçekliğin somut olarak egemenler tarafından ele alınarak önümüze çıkartılışının, bilimsel bir disiplin üzerinden nesnel sonuçlar vermediğini biliyoruz. Sınıflar savaşımı, tüm sınıflı toplumların tarihine damgasını vurmuştur. Köleci toplumdan beri bu böyledir. Çalışmamız boyunca, köleci toplumdan günümüze, tarihi, yaşanan toplumsal olaylar üzerinden somut, ezen-ezilen arasındaki sınıf savaşımının örnekleri ile ele alıyor olacağız. Bu yazı dizisi boyunca dünyanın pek çok coğrafyasında da göreceğimiz gibi, egemen ideolojisi ile kaleme alınan tarih biliminin toplumsal olaylara karşı bakış açısındaki taraflılığı da bir turnusol olarak ele alınıyor olacak.
Tarih sahnesinde toplumsal ve ekonomik şekillenmeleri sıralarken, sınıflı toplumların ilki olan köleci toplumdan başlıyoruz. Ezen-ezilen sınıf ilişkisinde ilk basamağımız köleci toplum ve öne çıkan köle isyanları olacaktır. Feodal dönemde, sömürgeciliğin genişlemesi ve belirginleşmesiyle denizaşırı bölgelerden geliştirilen köle ticareti ve ilk köle devrimi olan Haiti devrimi de ikinci basamağımız olacaktır. Yine tarihin en büyük köle isyanlarından biri olan Zenc isyanına da değinmeden geçmeyeceğiz.
“Sömürgecilik, sınıflı toplumların oluşumu ile başlar. Dünya çapına yayılan sınıflı toplumlar, kendi iç çelişkilerini tüm yeryüzüne de yayarlar. Böylece köle halklar, sömürge halklar ve efendiler oluşmaya başlar. Feodal sistem içinde sömürgecilik daha da belirginleşir.” (Deniz Adalı, Anadolu; Dün, Bugün, Yarın, Tarih ve Devrim, Kaldıraç Yayınevi, s. 15)
“Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans’ta?”
Bertold Brecht, Okumuş bir işçi soruyor.
İnsanlık tarihine dair, yazılı kaynakların ele aldığı ilk dönemden bu yana ele alarak tartışmalar yürüttüğümüz bu derslerimiz, konulara ilişkin teorik veya siyasi değerlendirmeler yapmayı temel dikkat noktaları arasına almamıştır. Dersler, egemen ideoloji ve pragramatizmi ile üstü örtülen tarihi, ezilenlerin cephesinden, devrimci bir göz ile ele almayı ve bugünün mücadelesine deneyimler çıkarmayı amaçlamıştır. Bu ele alışın başlı başlına ideolojik bir yaklaşım olduğu ise aşikâr olup, kaçınılmazdır. Çünkü sınıf savaşımının bir tarafındayız. Ezilenlerin, sömürülenlerin ve bunu değiştirecek olanların cephesindeyiz.
Köleci dönem ve köle isyanları
“Kapitalist toplumda özgürlük, her zaman eski Yunan devletlerinde olduğu gibi kalır; köle sahipleri için özgürlük!” diyordu Lenin, Devlet ve Devrim adlı çalışmasında.
Kölelik en genel tanımı ile bir insanın, bir başka insanın “metası” olmasıdır. Köleciliğe dair kanun ve yasalar ilk kez, Babil Kralı Hammurabi tarafından MÖ 1750 yılında ortaya atılmıştır. Köleler Antik ve Orta Çağ’da borcunu ödeyemeyen, savaş esiri, suçlu ve kimsesiz çocuklardan oluşsa da, Yeni ve Yakın Çağ’da, halklar da köle olarak kullanılmıştır. Bir berberin köle sahibinin izni olmadan kölenin işaretini silmesinin cezası, berberin kolunun kesilmesidir. Yargı önünde köleler eşit haklara sahip değildir. Bir kölenin sahibine “sen benim efendim değilsin” demesinin yargı önündeki cezası, efendisi tarafından kulağının kesilmesidir. Bu ve benzeri cezalar, dönem koşullarında, egemenlerin köleler üzerinde güçlerini ne seviyede gaddarca kullandıklarının bariz örnekleridir.
Kapital’in bir taslağında şöyle diyor Marx: “Kölecilik en nefret edilesi formuna değişim değerinin, üretimin belirleyici unsuru olduğu kapitalist üretimde ulaşmıştır.”
Kölelik tarihi, yazılı tarihten çok daha eskiye dayanmaktadır. Pek çok farklı kültürde, insanları köleleştirmeye yönelik yasaların, işleyişlerin bulgularına rastlanmaktadır. Hammurabi Kanunlarını ele aldığımızda, toplumun hür ve köle ayrımında ele alındığını, temel hakların köleler için mümkün dahi görünmediğini, mülkiyet edinimlerinde dahi ölümle cezalandırıldıklarını görebiliyoruz. Günümüz hukukunun temellerinden biri olarak ele alınan Roma Hukuku maddelerinde köleler, bir dava açma hak ehliyetine dahi sahip değillerdir.
Bizler insanın köleleşme sürecini, toplumsal olgulardan bağımsız ele almayacağız, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet, üretim ilişkileri ele alınmadan salt insanın köleliği üzerinden ele alındığında, egemen tarih anlatımının bizlere sunduğu ardışık olay örgülerinden ve toplumun diyalektik gelişiminden uzak bir çalışma ortaya çıkartmış oluruz kanısındayız.
Lenin’den alıntı olarak kullandığımız cümlede olduğu gibi, üretim ilişkilerini, üretim araçlarının özel mülkiyetini devrimci bir bakışla ele almadığımızda, özgürlük ve toplum dinamiklerini halklar için doğru bir perspektifte ele almış olmayacağımızı düşünüyoruz. Günümüzde insanın insana kulluğunu kölelik diye adlandırmıyoruz, bu durum fiilî olarak toplumda köleliğin kalkmasından ziyade, durumu ifade ederken kullandığımız etimoloji değişimidir. Yazı dizisinin bu bölümünde, tarihin kölelik döneminde emek gücü ile hayatını sürdüren ezilenlerin, halkların düzen karşısındaki isyan ve dönüşümlerini ele alıyor olacağız.
Köle sözcüğünün etimolojik incelenmesinde net bir köken ile karşılaşmıyoruz. Nişanyan Sözlük, Arapçadaki ġulām, Farsçadaki piç manasındaki köle veya Türkçedeki kul sözcüğün, köle kelimesinin kökenini oluşturabileceğini belirtir.
Aristonikos ayaklanması ve Güneş Ülkesi
Aristonikos ayaklanmasını anlamak için öncelikle ayaklanmanın doğduğu Pergamon Krallığında yaşayan halkın, sosyoekonomik koşullarına göz atmamızda fayda var. İÖ 280 yılında kurulup, Aristonokos ayaklanmasıyla İÖ 129 yılında son bulan Pergamon Krallığı, kent ve kent toprakları dışarısında kalan polis ve Khora’lardan oluşmaktadır. Polis, bugün Yunanistan adıyla andığımız topraklarda bir krallığa bağlı, şehir ve şehir devletleri için kullanılan bir sözcük olup, Latincesi “civitas”tır. Bölgenin dağlık ve birbirinden bağımsız olmaları, farklı dinamik ve lehçelere sahip olmaları nedeniyle oluşturulan bu yapı, bir krallık çatısında yönetimlerini kolaylaştırmak adına özerk şehir yapıları olan polis adı altında şehir devletlerini ifade etmektedir.
Polis şehir devletlerinde yaşayanlar, özgür yurttaşlar, yabancılar, asker kökenliler, azatlı köleler ve köleler olarak ayrılmışlardır. Merkezî bir krallık otoritesine entegre bu yapılar, siyasal ve sınıfsal ayrışmaları oluşturan sistemin temel yapı taşlarıdır. Yerel halk, vergilerini ikamet ettikleri şehirlere ödemekte, şehirler ise yerel vergiler üzerinden daha ağır vergi yükleri ile krallığa tabi tutulmaktadır. Bağımlı şehirlerin ekonomik yapıları da, krallık tarafından yönetilmekte ve düzenli olarak kısılmaktadır. Bu ise köle ve alt tabakadaki halk için yaşamın sürekli olarak kötüye gitmesi demek idi.
Helenistik döneme dair çalışmalar yapan tarihçi Rostovtzeff, bölgede siyasi olarak üstün bir konuma sahip olan Pergamon aristokrasisi ile halk arasında ciddi bir uçurumun var olduğunu belirtmektedir.
Bugün Bergama olarak adlandırdığımız topraklarda varlığını sürdüren Pergamon Krallığının son hâkimi Kral III. Attalos’tur. Kral Attalos’un ölmeden bırakmış olduğu “Populus Romanus bonorum meorum heres esto”, “Roma halkı benim mülklerimin varisi olacaktır.” vasiyeti, kralın niyetinden bağımsız, antik dünyada özgürlükçü ve eşitlikçi bir düşüncenin beslenmesine yol açmıştır. Anadolu tarihinin en büyük köle ayaklanması olarak adlandırılacak olan Aristonikos ayaklanması bu zemin üzerinden ortaya çıkar. Vasiyet, taht üzerinde hak iddialarına sebep olsa da hızlıca “Güneş Ülkesi” gibi köleliğin olmadığı toplum hayaline dönüşen bir ayaklanmanın da dinamiği olur. Ayaklanmanın öncü karakterlerinden Aristonikos, İÖ 130’lu yıllarda çoğunluğu kölelerden oluşan ordusuyla Roma’nın Anadolu topraklarındaki egemenliğine karşı ayaklanmayla tarih sahnesinde çıkar.
III. Attalos, Pergamon halkı tarafından zorbalık ve mezalimi ile anılan bir hükümdardır. Ölümü ise, vasiyetini imzaladıktan hemen sonra güneş çarpması sonucu, kuşkulu bir şekilde gerçekleşir. Bu ölümün gerçekleştiği yıllarda Pergamon Krallığı, bugünkü İstanbul’dan Adana’ya düz bir çizgi çizildiğinde çizginin batı tarafında kalan tüm toprakları kapsamaktadır. Akdeniz ve Ege’nin kıyı şeridi ile iç kısımları kapsayan bir krallıktır Pergamon Krallığı.
III Attalos’un ölümü üzerine, Aristonikos, II. Eumenes’in oğlu olduğunu iddia ederek, III. Eumenes olarak Pergamon Krallığını ilan eder.
Aristonikos, stoacı bir filozof olan Blossios’un etkisi ile “Güneş Ülkesi Vatandaşları” anlamına gelen Heliopolitai düşüncesini ortaya atar. Buna göre kurulacak yeni devlette kölelik kaldırılacak ve herkes özgür birer vatandaş olacaktır. Nasıl ki güneş zengin-fakir, güçlü-güçsüz, kadın-erkek hiç kimseyi ayırt etmeden, herkesin üzerine doğruyor ve parlıyorsa, Aristinokos’un ışığı da öyle parlayacaktır.
Sonradan Tommaso Campanella’nın ‘’Güneş Ülkesi’’ adlı kitabına da esin kaynağı olan Heliopolitai fikriyle, Bergamalı kölelerin ve en alttaki yoksulların bu topluma duydukları özlem üzerinden ayaklanmaya katılmaları gerçekleşir.
Mevcut kaynaklar, ayaklanmanın önderliğine, kölelerin ve alt tabakadaki diğer kesimlerin katılımlarını genel itibariyle bu biçimde aktarmaktadırlar. Birçok yönünün hâlâ tarihin karanlığında beklediği, gün ışığına çıkanların ise ne kadar nesnel ortaya konduğunun belirsizliği, elbette temkinli yaklaşımları zorunlu kılmaktadır.
Aristonikos’un gayesi taht mıdır yoksa Güneş Ülkesini kurmak mıdır, bu bilinmese de, ayaklanmaya katılan köleler ve diğer kesimler özgürlükleri için savaşmışlardır. Özgürlük için savaşacak olanların sayıca fazla oluşları, Aristonikos’un yüzünü kölelere dönmesini de sağlamış olabilir. Böylece Güneş Ülkesi düşü bir ayaklanmaya dönüşür ve kölelerin, en alttakilerin mülkiyet sahiplerine karşı savaşı başlar.
Başta köleler olmak üzere, aşağı tabakadan yoksul halkın Roma ve Pergamon aristokrasisine açtığı bu savaşı, ayaklanma olarak tarif etmenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Birçok kaynakta bu başkaldırı isyan olarak tariflenir. Ancak yukarıda da ayrımları koyarken hedef ve planın toplumsal boyuttaki varlığı ayaklanma tarifini işaret etmektedir. Güneş Ülkesi hedefi ve Pergamon Krallığının ele geçirilmesi planı Aristonikos’tan bağımsız, kölelerin katılımdaki temel etkendir.
Ayaklanmayı başlatan Aristonikos, önceliğini Batı Anadolu’nun şehirlerini ele geçirmeye verir. Phokaia, Kolophon ve Samos adasını ele geçiren Aristonikos, Smyrna ve Ephesos’un üzerine yürür. Ancak Roma taraftarı olan bu şehirler Aristonikos’a karşı şehirlerini korur ve Ephesos’ta bulunan kraliyet donanması tarafından Aristonikos’un deniz kuvvetleri yenilir. Bunun üzerine Aristonikos, III. Attalos’un ölümü üzerine başlayan huzursuzluğun ve kargaşanın merkezi olan, krallığın iç bölgelerine yönelir.
Burada askerî gücünü artırmak için, kölelere ve toplumun alt kesimindekilere yönelik felsefî görüşü olan Güneş Ülkesi Vatandaşlığı çağrısını artırır. Heliopolitai taraftarlarının artması üzerine, moral toplayan Aristonikos, Thyateira (Akhisar), Apollonis’i (Palamut) ele geçirir. Bu başarılar, Propontis (Marmara Denizi) kıyılarındaki Grek şehirlerine yönelik saldırıların yolunu açar. Ancak Grek şehirleri aldıkları desteklerle şehirlerini korumayı başarır.
Pergamon kralının vasiyetini gerçekleştirmek ve ayaklanmayı bastırmak üzere, Roma tarafından Konsül Crassus görevlendirilir. Küçük Asya’da Roma’ya bağlı krallıkların desteği ile toplanan ordu, Leukai’yi, (bugünkü Çiğli’ye bağlı Sasalı köyü ile Gediz Irmağı arasındaki alanda, kuş cenneti olarak da bilinir) kuşatır. Aristonikos, ani bir baskınla Roma ordusunu bozguna uğratır. Savaşı kaybeden Crassus, Pergamon’a yani kuzeye doğru kaçarken yakalanır. Yenilgiyi ve esir alınmayı aşağılama olarak gören Crassus, kendisini esir alan Trakyalı bir askere değneği ile saldırır ve gözünü çıkartır. Acı ile gözü dönen askerin öldürdüğü Crassus’un kafası önce Aristonikos’a götürülür, ardında Roma’ya gönderilir.
Aristonikos’un bu başarısı karşısında Pergamon’da yaşayan köleler ve alt tabakadakilerin umutları iyice büyür. Ancak şehri korumakla görevli olanlarca Aristonikos taraftarları öldürülür.
Roma ordusu bir kez yenilmiştir. Ordusu ve donanması bozguna uğramıştır. Ancak, Pergamon Krallığından, hazinesinden ve bunun önünde engel olarak duran ayaklanmayı bastırmaktan vazgeçmemiştir.
Daha büyük bir ordu toplayan Roma, Leukai yakınlarına gelir. Marcus Perperna komutasındaki Roma ordusu saldırı yerine kuşatmayı ve ayaklanmayı bölmeyi taktik olarak uygular ve bunda başarılı da olur. Ayaklanmaya katılanların saflarındaki azalma ve karışıklıktan kaynaklı, savunma savaşına hazırlık yapan Aristonikos saldırmaya karar verir. Ancak kuvvetlerin eşitsizliği sonucu saldırı başarısızlığa uğrar ve Aristonikos Yukarı Bakırçay vadisindeki Stratonikeia şehrine sığınır. Buraya kadar Aristonikos’u takip eden Roma ordusu, kenti kuşatıp aç bırakır ve en sonunda Aristonikos’u canlı ele geçirir. Pergamon Krallığının hazinesi ile birlikte Roma’ya götürülen ve 26 yaşında olduğu düşünülen Aristonikos’un, bundan sonraki akıbeti ise bilinmemektedir. Öldürüldüğü ya da intihar ettiği iddiaları ise henüz kesinliğe kavuşmuş değildir.
Aristonikos isyanı, kendisinden yaklaşık 60 yıl sonra gerçekleşecek ve tüm Roma’yı sarsacak olan Spartaküs önderliğindeki köle isyanı öncesinde, Anadolu’da yaşanmış ilk büyük köle ayaklanması olarak tarihe geçer.
Spartaküs isyanı
Eski Çağ uygarlıklarının en gelişmiş ve en ihtişamlı devleti olan Roma İmparatorluğu, farklı tarihlerde gerçekleşen köle isyanlarını bastırdığı gibi Spartaküs isyanını da bastırmış olmasına rağmen adeta sarsılır.
Elbette kölelik yalnız Roma’da var olan, toplumsal ve ekonomik bir olgu değildi. Diğer uygarlıklara baktığımızda, kölelik sisteminin, gelişkin ve ekonomi başta olmak üzere yaşamın pek çok alanında da başat olduğunu görebiliyoruz.
Tarımda ihtiyaç duyulan emeğin nasıl karşılanacağı, savaşlarda ele geçirilen esirlerin ne yapılacağı ve tahsil edilemeyen borçların nasıl tahsil edileceği soruları ve bu sorulara bulunan cevaplar, köleliğin ortaya çıkışı kadar, yayılması ve ekonominin temeli hâline gelişini de açıklamaktadır. Elbette köleliğin ortaya çıkışında ve ekonomik yaşamın temeli hâline gelmesinde başka etmenler de vardır. Korsanlar eliyle gerçekleştirilen kaçırma olayları, özellikle Afrika coğrafyasında gelişen köle ticareti bu etmenlerden önemli olanlarıdır.
Gelişimin ve ihtişamın doruğunda olan Roma’da, temel üretici güç kölelerdir. Köleler, çoğunlukla tarım arazilerinde ve madenlerde ağır koşullarda çalıştırılırlardı. Efendilerin ev içi hizmetlerini karşılar, zevk-eğlence ihtiyaçlarını giderir ve çocuklarının eğitiminde rol alırlardı. Ekonomik ve sosyal hayattaki rollerinin yanında zamanla başka halkları köleleştirmek üzere, toprakları fethetmek için gerçekleştirilen savaşlarda yedek ordu olarak da yer alırlardı.
Roma’da, bir dönem köleleri, özgür vatandaşlardan ayırmak için düşünülen tek tip elbiseden, kölelerin sayılarının efendilerden ve özgür vatandaşlardan fazla olduğunun ortaya çıkacağı düşüncesiyle vazgeçilir. Sahip olunan köle sayısı efendiler arasında ihtişamın göstergesi olurken, kölesi olmayan Roma vatandaşlarına “beyaz çöp” denirdi.
Güçten düşüreceği için evlenmesi yasak olan köle kırbaç zoru ile çalıştırılır, bedeni efendisinin damgası ile dağlanırdı.
Efendilerinin eğlence ihtiyaçları için kullanılan köleler, arenalarda vahşi hayvanlarla dövüştürülür ve at arabaları üzerinde yarıştırılırlardı. Köle sahiplerinin bir diğer eğlencesi ise gadyatör dövüşleriydi. Öldürülme cezası alan köleler, yaşama şansı için, belirli sayıda dövüşü halka açık yerlerde gerçekleştirmek zorunda bırakılırlardı. Bu köleler, bazen vahşi hayvanlarla, bazen de aynı cezayı alan diğer kölelerle dövüştürülürlerdi. Zamanla, Roma halkını askerliğe, dövüşe ve savaşlara hazırlamak için (bazı kaynaklarda ise cenaze törenlerinde ölenleri onurlandırmak adına düzenlendiği ifade edilmektedir) gerçekleştirilen gladyatör dövüşleri, Roma’nın köklü ve yaygın bir geleneği hâline gelir ve efendiler eliyle meslekleşerek kurumsallaşır.
Dövüşlerin yaygınlaşmasıyla birlikte, gladyatör okulları açılmaya başlanır. Özellikle dövüş yeteneği iyi olan köleler bu okullara satılırlardı. Bu okullarda sıkı bir eğitim alan gladyatörler, arenalarda vahşice dövüştürülürlerdi.
Trakyalı olduğu düşünülen Spartaküs, Roma ordusunca esir alınıp, Capua’daki Batiatus’un gladyatör okuluna satılır. Savaş zekâsı ve becerilerinin yanı sıra, aldığı sıkı eğitimle savaşçılığı daha da gelişen Spartaküs, aynı zamanda güçlü bir lider karakterine de sahiptir. Galyalı Crixus ve eğitmenleri Onenomaus’un başında olduğu gladyatörler ile diğer köleler, efendilerini ve Romalı askerleri öldürerek kaçmayı başarırlar. Yıl İÖ 73’tür.
İlk olarak güneye doğru, Vezüv eteklerine ilerleyen Spartaküs ve beraberindeki köleler, Capua’dan üzerlerine gönderilen bir Roma birliğini yenerler. Vezüv eteklerine doğru ilerleyişleri sırasında yolları üstündeki Romalı efendilere saldırılar düzenleyerek köleleri özgürleştirirler. İsyanı ve zafer haberlerini alan köleler ise efendilerini öldürerek isyana katılırlar.
Daha önce birçok köle isyanını bastıran Roma, bu isyanı da büyümeden bastırması için, Glaber komutasında bir birliği bölgeye gönderir. Olayı bir isyan değil de, asayiş sorunu olarak görüp küçümseyen Glaber ve 3 bin kişilik milis gücü, Spartaküs’ün savaş stratejisi karşısında ani bir baskına uğrayarak bozguna uğrar.
Bu kez Spartaküs ve isyana katılan kölelerin üzerine, Praetor Publius Varinius komutasındaki Roma ordusu gönderilir. Varinius bu savaşta canını zor kurtarırken, yenilen Roma ordusundan kalan teçhizatla isyan ordusu daha da güçlenir.
Spartaküs’ün başında olduğu köle isyanının zafer haberleri yayıldıkça, köleler akın akın isyana katılmaya devem ederler. Kısa süre içinde 70 bini bulur köle isyanına katılanların sayısı. Ancak bu dönem Spartaküs ile Crixus arasında isyanın yönü konusunda fikir ayrılığı ortaya çıkar. Spartaküs özgürlüklerine kavuşan köleleri kuzeyden Roma sınırları dışına çıkarmayı ve özgürlüklerini tamamen kazanmayı başa koyarken, Crixus ise Roma’ya doğru ilerlemeyi başa koymuştur. Bu fikir ayrılığı isyanı ikiye böler ve Crixus 30 bin kişiyle Roma’ya doğru hareket eder.
Roma tarafından isyanı bastırmakla görevli 2 lejyonla savaşa giren Crixus önderliğindeki köle ordusu yenilir ve Crixus savaş meydanında hayatını kaybeder. Spartaküs’ün üzerine gönderilen ordular ise yenilir. İsyanın devam ediyor olması başta Roma olmak üzere, tüm İtalya yarımadasını baştan başa sarsar. Bunun üzerine Roma senatosu, birçok lejyonu Marcus Licinius Crassus komutası altında görevlendirir.
50 bin kişilik iyi eğitimli ve disiplinli Roma ordusuyla gerçekleşen savaş sonunda kölelerin büyük bir kısmı hayatını kaybeder. Esir alınan 6 bin köle, Roma-Capua arasındaki Appian yolu boyunca çarmıha gerilirken, Spartaküs’ün cesedi ise bulunamaz.
Spartaküs ve köle ordusu özgürlük hayallerini gerçekleştirememiş ve kölelik düzenine son verememiş olsa da, düzene karşı isyanlara, direnişlere ve mücadelelere esin kaynağı olur. Ekim Devrimi yıllarında Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve yoldaşlarının, Alman Sosyal Demokrat Parti’den ayrılarak, Spartakist Birlik adını almalarında ilham kaynağı olacak kadar önemli bir yer edinmiştir tarihte Spartaküs isyanı.
“Siyah Öfke” – Zenc isyanı
749-1258 yılları arasında hüküm süren Abbasi devleti, İslam tarihinin en büyük isyanlarından biri olan Zenc isyanına tanıklık eder. Tarihte önemli köle isyanlarından biri olan zenc isyanının ağırlık merkezi bugünkü Irak toprakları içinde yer alan Basra’dır.
Emevi hanedanlığını yıkarak bölgede hüküm süren Abbasiler, kendilerine El-Seffah “Kan Dökücü” lakabını uygun görecek kadar zalimliği içselleştirmiş bir hükümdarlığın sahibidir de aynı zamanda. Kuzey Afrika’dan İran’a, İran’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada hüküm süren Abbasi devletinin en büyük geçim kaynağı ise tarımdır. Ticaret “dikhan” adı verilen toprak ağaları üzerinden yürütülmektedir. Bataklık arazilerini kontrol altında bulunduran Abbasi devleti, burada pirinç üretimi yapmıştır. Burada üretilen pirinç Basra körfezinde bekleyen gemilere yüklenirken gemilerden de Sudan, Etiyopya ve Zengibar gibi Afrika ülkelerinden getirilen köleler alınıp bataklıklara götürülürlerdi.
Köle ticaretini gerçekleştirenler, bölgedeki Müslümanların “dürüst” olmalarına övgü dizerken, dikhanlar da, Müslümanlığın köle ticaretine karşı olmaması ile ne kadar “hoşgörülü” bir din olduğu yönünde övgüler diziyor olsa gerek. Kölelerin pek azı kuh adı verilen kulübelerde kalırken, büyük çoğunluk ise açık alanlarda dışarıda yatıp kalkmaktadır. Aşırı yağmurlu havalardan dolayı, veba ve sıtma kapan kölelerden ötürü, hastalıklara Zenc hastalığı adını dahi veriyor dikhanlar. Kaynaklara göre bölgede 300-500 bin arasında köle nüfusu mevcuttur.
Abbasi diline göre zenc (bugünkü zenci kelimesinin de kökenini oluşturur), zang, zeng gibi Farsça kökenlidir. Paslı, siyahî gibi anlam kökenlerine sahip bu sözcük için ayrıca İslam Ansiklopedisi’nde, uzun boyunlu, dayanıklı, güçlü gibi tanımlarla da karşılaşabiliyoruz.
Ali B. Muhammed isimli bir gezgin şairin, Abbasi topraklarında yazdığı şiirlerin ve söylevlerinin isyanda etkili olduğu söylenir. Ali B. Muhammed, “Allah, müminlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır…” ayetinin şehirde yayılmasını sağlar.
Kölelerin, özgürlüğü akıllarında canlandırmasına vesile olur bu ayet. İklim ve barınma sorunları nedeniyle hastalanan, çalışma ve yaşam koşulları daha da kötüye giden kölelerin dikhanlara karşı isyanı kaçınılmaz hâle gelir.
10 Ağustos 869’da rivayete göre ramazan ayının birinci günü, Ali B. Muhammed isimli şairin ayetleri yazarken kullandığı kırmızı-yeşil bezi bayrak olarak çekerek isyanı başlatıyor kara derili köleler. 15 yıl süren isyanda, ayaklanan kölelerin sayısı sürekli artarak 300 bine ulaşır. Ali B. Muhammed’e isyanı durdurması için, Abbasi devleti, servet ve devlet makamlarını teklif eder. Ancak Ali B. Muhammed bu teklifi kendisine getiren toprak sahibi ağaları artık özgürleşmiş zencilere dövdürtür.
Basra bataklığında başlayan isyan, Irak’ın büyük kentlerini ele geçirir. İlk etapta silahsız bir şekilde ayaklanan köleler, ele geçirdikleri şehirlerdeki silah depolarına ulaşarak silahlanmayı da başarırlar. Bu isyan Irak’ın güneyi ile bugünkü İran’ın bir eyaleti olan Huzistan’ı da etkisi altına alır ve yoksul köylüler de isyana katılırlar.
İsyan büyüdükçe bataklığa yeni bir şehir kurup adını da “seçkin” anlamında Muhtara koyarlar. Para basıp, bayrak çeken ve hutbe okutan bu isyan adeta devletleşir. Ancak Abbasi zulmü enselerindedir. İsyanın on beşinci yılında, Halife’nin paralı orduları şehri kuşatarak, abluka altında köleleri açlığa mahkûm ederek isyanı bastırmayı başarır. Kurulan şehri yıkıp, halifenin önüne kesik başlar üst üste yığılır. Büyük bir katliamın ardından, kurulan zenci devleti de böylece yıkılır.
Zenc isyanı bölgede Abbasi zulmüne karşı, Karmati mücadelesinin yükseldiği, Hallac-ı Mansur’un En-el Hak düşüncelerini yaydığı bir dönemde gerçekleşir. Yoksulların, kölelerin, ezilenlerin mücadelesinin birbirinden etkilendiği ve iç içe geçtiği bir dönemdir bu dönem aynı zamanda. Hatta zenc isyanından sağ kalanlar, Abbasi ve Selçuklu zulmüne karşı, eşitlikçi, ortakçı düşüncedeki hareketlerin içine girer ve zulme karşı mücadelenin bir parçası olmaya devam ederler.
Haiti Devrimi – “Siyah Adamın Beyaz Adama Tokadı”
Köleliliğin kaldırılmasının tarihi 1926’dır. Bu karar Milletler Cemiyetince alınır. Hatta öncesinde tek tek ABD, İngiltere ve diğer Batı ülkelerince de kölelik yasaklanır. İnsan haklarından, demokrasiden dem vuran egemen pragmatizmi, nedense, köleliliğin kaldırılıp, yasaklandığı 1804’ün Haiti’sinden pek bahsetmez. 13 yıllık bir mücadelenin ardından özgürlüğünü kazanan ve cumhuriyeti ilan eden, tarihteki ilk köle devrimi olan, Haiti Devrimi karartılmak istenir.
Haiti sömürgecilerin ilk keşfettiği sömürge coğrafyalardan biridir. Kristof Kolomb 1492 yılında adaya çıktığında buraya, “Hispaniola” (Küçük İspanya) adını verir. 1 milyon insana sahip ada nüfusu, kısa süre içinde birkaç bine düşer. Adada üretim için duyulan emek gücü ise Afrika kıtasından getirtilen kölelerle karşılanmaya başlanır. Yaklaşık 200 yıl sonra ise adanın batı kısmında, Fransızlar egemen olmaya başlar. Böylece ada hem İspanyol hem de Fransız sömürgesi hâline gelir.
Buradaki şeker ve kahve plantasyonlarında üretilen şeker ve kahve tüm Avrupa’da pazarlanmaya başlanır. Kahve günlük hayatın bir parçası olurken, şeker de lüks bir yaşamın göstergesi olarak fazlaca rağbet görür. Tarihler 1802 yılını gösterdiğinde, Haiti’deki plantasyon sayısı 800’e ulaşırken, bu plantasyonlarda köle emeği ile dünyanın tükettiği şekerin yüzde 60’ı, kahvenin ise yarısı üretilir bir noktaya ulaşılır.
Adadaki hiyerarşik düzenin ilk grubunu beyaz toprak sahipleri, ikinci grubunu ise özgür zenciler oluşturur. Özgür zenciler, melez olarak tarif edilip, beyaz çiftlik sahiplerinin köle kadınlardan doğan çocuklarıdır çoğunlukla. Üçüncü grup ise nüfusun çok büyük çoğunluğunu oluşturan Afrika kökenli kölelerdir. Kendi aralarında Fransızca ve Batı Afrika dillerinin karışımı olan Creole dilini konuşurlar. Adada yüksek olan ölüm oranı, sürekli yeni kölelerin de bölgeye taşınmasını gerektirir. Afrika kıtasından Karayiplere uzanan köle ticaretine dair kayıtlar, köle ticaretinin, insanlık tarihinin gördüğü en büyük vahşetlerden biri olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
1580 yılı öncesinde 68 bin köle Afrika kıtasından Karayipler ve Güney Amerika’ya, plantasyonlarda çalıştırılmak üzere taşınırken, 1580-1640 yılları arasında 607 bin köle, 1640-1700 yılları arasında 809 bin, 1700-1760 yılları arasında ise 2846 bin köle taşınır. 45-60 gün süren bu yolculuklarda, her bir köle, yüksekliği 50 cm, genişliği ½ metrekarelik bir alanda, el ve ayak bileklerinden zincirli bir şekilde taşınırdı. Günde bir kez zincirli bir şekilde gün ışığına çıkartılardı. Amaç bedenlerin gün ışığı görmeleri ve uzun süreli hareketsizlikten kas rahatsızlıklarının gelişmesini önlemekti. Hatta uzun süreli hareketsizlikten sonra hareketi zayıflayan köleler güvertede kırbaçlanarak hareket ettirilirlerdi. Yaklaşık 300 yıllık köle ticareti boyunca, yük gemilerine yaklaşık 12 milyon kölenin bindirildiği, ancak yaklaşık 2 milyonunun okyanusta hastalıktan, açlıktan hayatını kaybettiği kaydedilmektedir. Bazen gemilerin daha hızlı yol alması, bazen de gıda kıtlığından kölelerin bir kısmı canlı olarak okyanusa atılırdı. Afrika’dan 3-4 pounda alınan bu köleler, plantasyon sahiplerine 25-30 pounda satılırlardı.
Köle tacirlerine büyük kazançlar sağlayan köle ticareti, başkaca kazançlar da sağlıyordu. Karayipler ve Güney Amerika’ya bırakılan kölelerin yerine, buralarda üretilen şeker, kahve, rom, tütün, kereste gibi mallar yüklenir Avrupa ülkelerine götürülürdü. Avrupa ülkelerinde malları indirilen yük gemilerine bu kez ise ateşli silahlar ve tekstil malları yüklenerek tekrar Afrika kıyılarına yol alınırdı. Aralıksız süren köle ticareti sayesinde bölgenin ihtiyaç duyduğu köle emeği sürekli kılınıyordu.
Fransız Devrimi’nin yaşandığı yıllarda Haiti’deki plantasyonlarda 465 bin köle ve 30 bin melez, 28 bin beyaz bulunuyordu. Ancak köle sahiplerinin, köle başına verdikleri vergi kayıtları dikkate alındığında adada en az 800 bin kölenin olması gerektiğine dair kayıtlar da mevcuttur. Bu sayı tüm Karayiplerdeki toplam köle sayısının yarısı kadardır neredeyse.
Haiti’nin sömürgeleşme sürecine tekrar dönersek; ada Fransızlardan sonra bu kez 1793 yılında İngilizler tarafından işgal edilmeye başlanır. Haiti tarihinde de görüleceği üzere tarih sahnesi çıkan her yeni güçle birlikte sömürgeler yeniden şekilleniyor. Bu yıllar İngiltere’nin sömürgeci büyük bir güç olarak tarih sahnesine çıktığı yıllardır aynı zamanda. 1. Paylaşım Savaşı sonrasında bayrağı ABD’ye devredene kadar da sürecektir bu gücün sömürgeci egemenliği. Sömürgelerin el değiştirmesi, savaşlar demek olduğu kadar, halklar için de büyük katliamlar ve yıkımlar demektir aynı zamanda.
Sömürü ve zorbalığın hâkim olduğu plantasyonlarda, köleler ile egemen beyazlar arasında sıklıkla çatışmalar baş gösterir. Köleler, egemenlere karşı o dönemlerde öfkelerini açığa çıkartmakta, egemen beyazlara karşı örgütlü olmayan, birbirlerinden bağımsız direnişler sergilerler.
Bir Vudu rahibi olan Mackandal, zencilerin, dağınık ve örgütsüz olan direnişlerini bir araya getirmeyi başarır. Topraklarından koparılıp getirilen ve köle olarak çalıştırılan zencilerin büyük bir çoğunluğu Afrika doğumludur. Haiti doğumlu köleye pek rastlanmaz. Çünkü yaşam yeni bir neslin doğmasına izin verecek kadar uzun değildir.
Pek az olan serbest zamanlarında, Voodo denilen dinsel ayinlerini gerçekleştiren köleler, bu ayinler aracılığıyla hem topraklarına olan özlemlerini hem de özgürlüklerini kazanacakları günlerin umudunu canlı tutarlar. Plantasyonlarda zorla tutulmanın, kölece çalıştırılmanın ötesini işaret eden bu ayinler, aynı zamanda farklı plantasyonlarda çalışan köleler için bir iletişim ağı olur. Plantasyon sahiplerinin, “Voodo kadar tehlikeli başka bir kült yok” sözleri isyanın örgütlenmesinde Voodo’nun etkisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Mackandal önderliğinde 1751 ve 1757 yılları arasında isyanlar gerçekleşir, ancak başarıya ulaşamaz. Bu isyanlar nedeniyle 1758 yılında François Mackandal yakalanıp diri diri yakılır.
Devamındaki yıllarda, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik söylemiyle gerçekleşen Fransız Devrimi ve ilan edilen İnsan Hakları Beyannamesi adada geniş bir yankı bulur. Ancak bunun köle olan zencilere nasıl yansıyacağı belirsizdir. Önce melez olan özgür zenciler arasında bağımsızlık fikirleri gelişmeye ve dillendirilmeye başlar. Zengin ve özgür zenciler arasındaki bağımsızlık fikri, onları beyaz köle sahipleri ve sömürgeci devletler ile karşı karşıya getirirken, zenci köleler ise adeta süreci izler hâldedirler. Ta ki tarihler 1791 yılını gösterene kadar. O ana kadar, beyazların durumunu, Fransız bir yazar olan Mirabeau, “Vezüv yanardağının eteklerinde uyuyorlar” sözleriyle resmeder.
22 Ağustos 1791 tarihinde zenci köleler isyana kalkışır. Yaşadıkları acıların intikamını almak ve özgürlüklerini kazanmak için plantasyonları ateşe vermeye ve sahiplerini öldürmeye başlarlar. İsyanın ikinci ayının sonuna gelindiğinde, 2000 beyaz öldürülüp, 280 şeker plantasyonu yakılmış olur. Kuzeyden başlayan isyan bir yıl içinde adanın batı kısmının tamamına yayılır.
1792 yılına gelindiğinde ise, isyan Fransız Dominguesinin 3’te 1’inde kontrolü ele geçirir. Bunun üzerine Fransa hükümeti adanın kuzeyinde köleliği kaldırdığını ilan eder ve melez zencilere siyasi haklar verir. Bu karar İngiltere’nin tepkisini çeker. 1793 yılında Avrupa coğrafyasında İngiltere ile Fransa arasında başlayan savaşla birlikte, adadaki beyaz köle sahipleri İngiltere’den asker isterler. İngiltere’nin adaya asker göndermesi üzerine adanın doğu kısmını elinde tutan İspanyol sömürgeciliği adanın tamamını işgale başlar. Fransız Dominguesindeki 3500 kişilik Fransız birlikleri adaya çıkan 60 bin kişilik İngiliz birliklerine teslim olurken, Fransızların kontrol ettiği bölgeler İngilizlerin denetimine geçer.
Bunun üzerine Fransız hükümeti, kölelerin Fransa adına İngilizlere ve İspanyollara karşı savaşması durumunda tüm kölelere özgürlüklerinin ve vatandaşlık haklarının verileceği sözünü verir. Alınan bu söz üzerine köleler 1794 Mayısı’ndan itibaren, Fransızlar adına savaşmaya başlarlar ve bu savaş sonunda İngilizler ve İspanyollar yenilir.
Bu yenilgiler üzerine İngiltere’den 30 bin kişilik bir kuvvet, tüm Domingue’yi ele geçirmek üzere yola çıkar. Mart 1796’da adayı ele geçirmeye çalışan İngilizler sonradan gelen 10 bin kişilik takviye kuvvete rağmen adayı ele geçiremez ve 30 bin kayıp verip ve geri çekilmeye başlarlar.
Fransız Dominguesinde kuzey ile güney arasında adeta ikili bir yönetim ve gerilim başlar. Güneydeki Toussaint ile kuzeydeki L’Ouverture arasında gerilim, 1998 yılında çarpışmalara yol açar ve Toussaint Fransa’ya kaçmak zorunda kalır. L’Ouverture 1801 yılında hazırladığı anayasa ile Fransız Dominguesinin özerkliğini ve kendisinin de ömür boyu yöneticiliğini ilan eder. Gelişmeler üzerine Napolyon Bonapart büyük bir savaş filosu göndererek, egemenliği yeniden tesis etmek ister. İspanyol Dominguesinden adaya giren Fransız ordusu kısa sürede tüm adanın hâkimiyetini ele geçirir. Kendi birliğindeki komutanların, Fransa’nın saflarına geçmesiyle yenilgiyi gören L’Ouverture, Fransa’nın oyununa gelir ve teslim olarak hayatını kaybedeceği Fransa’ya gönderilir.
Adanın tamamında egemenlik kuran Fransızlar, kölelik sistemini tekrar tesis etmek isteyince L’Ouverture’nin saf değiştiren komutanları, tekrar saf değiştirerek, Ekim 1802 tarihinde, Fransız ordusuna karşı saldırılara başlarlar. Adanın özellikle kırsal bölgelerinde gelişen gerilla savaşı karşısında Fransız ordusu özgür ve köle zencileri topluca asarak, ateş kuyularında yakarak infaz etmeye, Jamaika’dan getirttiği 15 bin saldırı köpeğini sokaklara salarak ada halkına karşı katliama girişir.
Savaşın birinci ayının sonunda, 5 bin Fransız askeri sarıhumma hastalığından ölürken, büyük bir kısmı ise hastalık ve yorgunluktan savaşamayacak duruma gelir. Napolyon Bonapart tarafından takviye olarak gönderilen Polonyalılardan oluşan 5 bin kişilik bir lejyon ise, saf değiştirerek ada halkının yanında savaşmaya başlar.
Coğrafyayı iyi bilmenin de avantajını kullanarak saldırılarını artıran özgür ve zenci köle ordusu 18 Kasım 1803 tarihinde yapılan son muharebede Fransız ordusunu yener ve adadan çıkartır. 1 Ocak 1804 tarihinde de bağımsızlığı, ülkenin adını da Arawak diliyle Haiti olarak ilan ederler.
Tarihte başarıya ulaşan tek köle ayaklanması olan Haiti Devrimi, içinde birçok farklı ekonomik ve toplumsal çıkar sahibi kesimi ve yer yer onların önderliğini kabul etmiş olsa da sömürge ülkelerde kölelik karşıtı mücadelelere ilham olurlar aynı zamanda. o
* Bu yazı dizisi, Kaldıraç dergisi İzmir Temsilciliğinde “İsyanlar ve Devrimler Tarihi” üst başlığında yapılan derslerdeki sunumların derleme çalışmasıdır.
Kaynaklar:
Adalı, Deniz, Anadolu; Dün, Bugün, Yarın Tarih ve Devrim, Kaldıraç Yayınevi.
Brockelmann, Carl, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Çev. Neşet Çağatay, T.T.K.
Cline, Eric H. ve Mark W. Graham, (Çev.: Ekin Duru) Antikçağ İmparatorlukları – Mezopotamya’dan İslamiyet’in Doğuşuna Kadar, Say Yayınları, İstanbul, 2017.
Demirci, Mustafa, Siyah Öfke Ortaçağ İslam Dünyasında Zenci Kölelerin İsyanı (869-883), Çizgi Kitabevi
İslam Ansiklopedisi, Abbasiler.
Malay, Hasan, “Batı Anadolu’da Aristonokos Ayaklanması”, Tarih İncelemeleri dergisi Cilt: 3 Sayı: 1 Yıl: 1987.
Özgürel, Derya, “Gladyatörler”, Akdeniz Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü, Lisans Bitirme Tezi, Antalya, 2005.
Uzunaslan, Abdurrahman, “Antik Roma’da Gladyatör Oyunları”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 12, Isparta, 20.
Williams, Eric, Kölelik ve Kapitalizm.
0 notes