#Soner Sert
Explore tagged Tumblr posts
Text
61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'Acı Kahve' Filminin Dünya Prömiyeri
61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Dünya Prömiyeri Antalya’da düzenlenen 61. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali, sinemaseverleri bir araya getirmeye devam ediyor. Festivalin önceki gününde, Soner Sert’in yönetmenliğini üstlendiği “Acı Kahve” filmi, büyük bir heyecanla dünya prömiyerini gerçekleştirdi. Film, geleneksel bir kız isteme töreninde damadın yıllar önce…
#Acı Kahve#Altın Portakal Film Festivali#Antalya#dünya prömiyeri#evlilik gelenekleri#film gösterimi#Nazan Kesal#Sinema#sinema sanatı#Soner Sert#toplumsal cinsiyet rolleri
0 notes
Text
📌Soner Yalçın'dan Bahçeli'ye tarihi mektup...
Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır.
Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Ne sandın?...
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor?...
“Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Bak kardeşim !...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
“Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Kızma bana !...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var:
“Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Şöyle...
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet...
Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir...
Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir...
Anlayana...
* Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!..
* 23 Nisan gibi, 19 Mayıs gibi milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Soma katliamını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Doğa katliamlarını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!...
* Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!...
* Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!...
Peki neyi protesto ettin?...
Sadece, bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin !...
Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın ve “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk Milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz” dedin...
Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın, ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!...
Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin?...
Soner YALÇIN
77 notes
·
View notes
Photo
Mhpden Soner Yalçına Sert Tepki Sözcü gazetesi yazarı Soner Yalçın’ın 12 Eylül darbesinde Ülkücü Cengiz Baktemur’un idam edilmesiyle ilgili kaleme aldığı köşe yazısının tamamen yalan olduğunu ifade eden MHP Malatya Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlu, "Böyle bir yazıyı yazarak neyi kastetti?
0 notes
Text
Son Yaz İncelemesi: Sahici Hikâyenin İnandırıcı Karakterleri
Son Yaz incelemesi sizlerle. Başrollerinde Ali Atay, Alperen Duymaz ve Funda Eryiğit’in yer aldığı Fox TV yapımı hakkındaki ilk yorumlar.
Sitare Kanşay Sarayönlü
Başrollerinde Alperen Duymaz, Ali Atay ve Funda Eryigit’in yer aldığı Fox TV dizisi Son Yaz incelemesi ile sizlerleyiz.
Pandemi döneminde evlerinde mahsur kalan seyirciyi ekran karşısına oturtmayı hedefleyen yapımlar arasında yerli diziler başı çekiyor. Hal böyle iken her gün yeni bir yerli dizi fragmanı yayınlanır hale geldi. Rekabetçi piyasa ortamında, yeni dizilerin pek azı uzun soluklu olabiliyorken, birçoğu da reyting kurbanı olup arşivlerin tozlu köşelerine yollanıyor. Yapım ekibi, set ekibi, oyuncular, figüranlar, kostüm ve makyaj ekibi gibi onlarca kişiden oluşan emekçilerin boşa giden emeği ve ekonomik yönü de işin diğer tarafı.
Reyting tablolarının en üst sıralarına yerleşen Son Yaz (Fox TV), özgün içeriğiyle ayrıksı bir yapım olarak dikkat çekiyor. Dizinin başarısının ardındaki faktörleri konu aldığımız Son Yaz dizisiyle ilgili inceleme yazımız karşınızda.
Son Yaz Dizisi: Sahici Hikâye ve Sahici Karakterler
Daha önce Vatanım Sensin dizisine imza atan Burak Arlıel’in yönettiği dizinin senaryosunu Deniz Dargı, Cem Görgeç, Cenk Boğatur üçlüsü ortaklaşa yazıyor. Dizinin başarısının altında yatan sağlam senaryo ve oyunculukların yanı sıra, oyuncuların kimyalarındaki uyum, yan karakterlerin derinliği, müzikalite ve verilmek istenen mesajların tutarlılığı da göz ardı edilmemeli. Tüm bunlar kurgusal bütünlükle birbirini tamamladığında, ağır tempoda ilerleyen diziyi akıcı ve keyifli bir seyir deneyimi haline getiriyor.İdealist, çabuk sinirlenen, dürüst ve adil bir Cumhuriyet Savcısı olan Selim Kara’nın (Ali Atay), eski mafya lideri / yeni itirafçısı Selçuk Taşkın’ın oğlu Akgün’ü (Alperen Duymaz) himayesine alarak Çeşme’ye gelmesi ile gelişiyor olaylar. Savcının Çeşme’deki eşi Canan (Funda Eryiğit) ile arası açık olsa birbirlerine olan duyguları henüz küllenmemiştir. Üstelik kızı Yağmur ve oğlu Altay ile ilişkilerini düzeltmesi ve ilerletmesi için de fırsattır savcının gelişi. Ancak Akgün ile Yağmur (Hafsanur Sancaktutan) arasındaki karşılıklı çekim, olayların daha karmaşık bir hale gelmesine sebep olacaktır.
Masum dizisinde komiser rolüyle izlediğimiz Ali Atay, tepkisel, duygusal ve adil savcı rolüyle gerçekçi bir performans sergiliyor. En son Bir Başkadır dizisinin depresif Ruhiye’sinde oldukça akılda kalıcı bir karakter çizen Funda Eryiğit, Canan rolünde Ali Atay ile karşılıklı, deyim yerindeyse, döktürüyor. Yaşamını çocuklarına adamış, avukat olduğu halde mesleğini yapmaya fırsat bulamamış, meraklı, doğrucu ve atarlı Canan oldukça inandırıcı bir karakter. Sadece Savcı ile Canan karakteri arasında değil; Akgün-Yağmur, Savcı-Akgün rolleri arasında, başka yapımlarda görmeye alışkın olmadığımız- inanılmaz bir kimyasal denge söz konusu. Oyuncu tercihi başarısı dikkat çekici boyutta.
Acı Aşk, Bodrum Masalı ve en son Çukur ile oyunculuk kariyerinde her geçen gün çıtasını yükselten genç oyuncu Alperen Duymaz, Akgün rolü ile artık iyice “olmuş” dedirtiyor. Acımasızlığın kural olduğu bir dünyada yetiştiği halde, özünde tertemiz bir kalp taşıyan, bundadır ki yaşadığı içsel çatışmalarla oradan oraya savrulan Akgün karakteri, Duymaz’ın oyunculuğuyla farklı bir boyut kazanıyor. Yüzündeki mimiklerle dönüştüğü karakterin haliyet’i ruhiyesini anında aktarma başarısının, Duymaz’ı ekranlarımızın ve sinemamızın uzun soluklu aktörlerinden biri yapacağına inanmamak için bir sebep var mı?
Yan Karakterlerin Derinliği
Dizinin başarısı sadece ana karakterlerin başarısı değil şüphesiz. Herkese kendini sevdirmeyi başarmış olduğu halde arka planda mafyanın avukatlığını yapan Fatih karakteriyle Emre Karayel, Canan’ın dominant yapıdaki ablası Emel rolünde Sezer Koç, Emel’in zayıf karakterli ama iyi niyetli kocası Metin rolünde Sinan Tuzcu, Akgün’ün babası ve eski mafya lideri rolünde Arif Pişkin oldukça akılda kalıcı performanslara imza atıyorlar.Burada genç oyuncu Halil Babür’ün, Soner Sancaktar karakterindeki özgün performansının ayrıca altı çizilmeli. Babasının kayırdığı, sevmediği, hep pis işlerinde kullandığı acımasız, sert ama içten içe yaralı Soner karakteri, Babür’ün performansıyla diğer oyunculardan rol çalıyor. Tiyatro kökenli Halil Babür’ün adını belli ki ileride çok duyacağız.
Güçlü Kadın, Güçlü Toplum, Güçlü Dizi
Dizinin kadın karakterleri, kendi kendilerine var olabilen, güçlü, baskın ve bağımsız karakterler. Canan, kızı Yağmur, ablası Emel, tek başına yaşayan kız arkadaşı Serap (Şebnem Dönmez) kendi hayatlarında söz sahibi olan kadınlar olarak karşımıza çıkıyor.Savcı Selim, eski kafalı, idealist ve baskın bir karakter olmasına rağmen kızı ve eski karısıyla tüm meseleleri karşılıklı tartışarak çözmeye çalışıyor. Sınırları belli. Erkek karakterlerin kadın üzerinde tahakkümü yok, kadına şiddet yok. Genç kızlar, geç saatte istedikleri gibi dışarı çıkma özgürlüğüne sahip. Yağmur erkek arkadaşına ayrılmak istediğini söylediğinde, karşı taraf üzülse de kabulleniyor. Kadını sahiplenme yok. Kadın kendi kararlarını veren, kararlarına saygı duyulan, bağımsız bir birey olarak ele alınıyor. Bu anlamda dizinin kadın erkek ilişkilerine, eşitlik çerçevesindeki bakışı oldukça net.
Altı Çizilen Adalet ve Etik Değerler
Dizinin belli başlı mesajları seyircinin gözüne sokmadan verebilmesine şapka çıkartmak lazım. İdealist ve işine bağlı Savcı Selim Kara’da vücut bulan adalet arayışının yansımasını diğer karakterlerde de görmek mümkün. Haksızlıkları kabul etmeyen, etik, sorgulayıcı karakterler dokundukları şeyleri düzeltmeye çabalıyorlar. Hiçbir suç meşrulaştırılmıyor. Hiçbir karakterin ayrıcalığı yok. Adam vuran hapse giriyor. Kabadayılık yapanı polis basıp, sorguluyor. Şiddet sahneleri seyircinin gözü önünde gerçekleşmiyor. Suç dünyası ve şiddet teması özendirilmiyor. Bu açıdan vurdulu kırdılı sahnelerle reyting yapan, gençleri mafyaya özendiren dizilere ciddi bir alternatif oluşturuyor yapım.Dizide güvenlik ve adalet kurumlarında canla, başla, fedak��rca görevlerini yapan insanların hayatı ön planda. Arada işleyişle ilgili sorunlara da değiniliyor. Mafyaya yardım eden avukatlar, suça karışmış emniyetçiler, sistemin işleyişine engel olmaya çalışan “çürük elmalar” olarak ele alınmış. Hukuk fakültelerinin sayılarının artması ve gelecekte mezunları bekleyen işsizlik, gençlerin gelecek kaygısı, kadın istihdamı gibi konulara teğet geçiliyor.
Mütevazı Mekanlar
Yapım son model otomobiller, marka kıyafetler, görkemli mekanlar, şaşalı dekorlar olmadan samimi, küçük, orta halli mekanlarda da dizi çekilebileceğinin timsali. İstanbul’un in mekanları yerine Çeşme’nin kış tenhalığında çekilen dizinin sınırlı sayıda mekânı seyirciyi sıkmak şöyle dursun, sadece samimiyetin dozunu artırıyor o kadar.
Eski kafalı bir adam olan Savcının yetmişli yılların Retro anlayışıyla döşenmiş, az eşyalı, kiralık villası göçebe ruhunu yansıtıyor adeta. Diğer karakterlerin, mütevazi ama modern döşenmiş mekanları, trendleri yansıtmakla birlikte orta halli giyimlerine uygun; zevkli ama iddiasız.
Ailenin Önemi
Son Yaz ailenin öneminin altını oldukça kalın çizgilerle çizen bir yapım. Kuşak çatışması, karı-koca, baba-kız ilişkileri ince ince işlenmiş. Ailelerin dağılmasının çocuklar üzerindeki etkileri, aile ortamına hasret insanların sevgi ve aidiyet arayışı özellikle Akgün ve Babür karakterinde çok net. Sorunlu karakterlerin geçmişlerinde hep dağınık aile teması işlenmiş. Karşılıklı diyaloglarda samimiyet dozu yüksek. Abartılı söylemler, ağdalı konuşmalar, klişe mesajlardan büyük ölçüde kaçınılmış.
Tuna Hizmetli’nin jenerik müziğinden ve Redwolf Soundrocks’ın rock ağırlıklı müziklerinden bahsetmemek de olmaz. Kaliteli müzikalite seyir deneyimin keyfini artırıyor. Dizinin müziklerinin internette aldığı binlerce beğeni bunun en somut göstergesi.Son Yaz, televizyon kanallarında benzerlerine çokça rastladığımız klişelere teslim olmayarak zor yolu seçmiş, ayrıksı bir yapım olmasına rağmen izlenme oranlarında zirveye oynuyor. Şüphesiz, bunu sebebi tüm yazdıklarımızın yanı sıra zenginlikle, para pulla, zora koşmayla, şiddetle değil; sahip olduğumuz bir takım ortak değerlerle başarabileceklerimizi konu alması. Gençleri şiddete değil, okumaya, konuşmaya, tartışmaya özendirmesi. Adaleti, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu sorgulatması. Koronavirüs salgınının bir araya getirdiği aile ortamlarında izlemek için keyifli olduğu kadar, nitelikli bir yapım Son Yaz. Benzerlerine vesile olması dileğiyle.
https://kayiprihtim.com/inceleme/son-yaz-incelemesi/amp/?__twitter_impression=true
1 note
·
View note
Text
2010 Rally of Turkey
2009 yılının sonunda sevgili Suha Büyükoğlu’nun Palio Kit Car yarış otomobilini satın almak için, Pegasus Racing adına Atilla Gökçen ve Murat Altuntaş gelmişlerdi İstanbul'dan. Yeni tanıştığım ve Palio Kit Car’ı satın alan bu iki kişi ile yeni sezonda maceradan maceraya koşacağımızı kim tahmin edebilirdi?
Ankara’dan Pegasus Racing’e satılan Fiat Palio Kit Car
Yeni yıl geldi, yarış takvimi açıklandı. Bir gelenek haline gelen, yarış öncesi kayıtların açılmasına hatta kapanmasına kadar, kiminle ve hangi otomobil ile yarışacak olmanın belirsizliği ile geçiyordu günler. 2009 sezonunda Berkay Şavkay ile çok istediğimiz halde start alamamıştık. Son dakikaya kadar O'nun sponsor ve yarışma durumu netleşmemişti. Durum böyle olunca Berkay Abimin de yönlendirmesi ile Delta Sport takımından gelen teklifi kabul ederek sevgili Cem Özdemiroğlu ile yarışmıştım 2009 sezonunda. 2009 sezonu yarışlarının bir kısmına Fiat Bravo otomobili ile katılmıştı Berkay Abi. Sesine ve çizgilerine hayran olduğum bu güzel otomobil ile denk gelip start almak kısmet olmamıştı. 2010 sezonunda ise, Berkay Abim ile yarışacağım Rally of Turkey yarışı öncesi kesinleşti. Pegasus Racing takımında Fiat Palio Kit Car ile start alacaktık. Yarışa bir kaç hafta kala, sürpriz bir gelişme ile Renault 19 ile start alacağımız şeklinde bir haber gelmişti bana. Arkadaşım Aydoğan Savcıer beni aradı. Büyük bir mutluluk ve heyecanla Renault 19 ile yarışacak olmama çok sevindiğini söyledi. Otomobili telefonda bana anlatırken sesinin titremesini ve yaşadığı heyecanı dün gibi hatırlıyorum. Kendisine sorduğum "Renault 19 mu yoksa Palio Kit Car mı?" sorusuna sesini yükselterek verdiği cevaptan otomobilin ne kadar muhteşem bir otomobil olduğunu tahmin etmem gerekirdi. Söz konusu Fiat Palio Kit Car ile sevgili Bülent Gürkan ve Burak Koçoğlu takım arkadaşımız olarak start aldılar.
Start alacağımız otomobilimiz Nejat Avcı'nın 1997 yılında Avrupa - Balkan Ralli Şampiyonası yarışlarında başarıdan başarıya koştuğu otomobildi. Safkan bir yarış otomobili idi.
youtube
2008 ve 2009 sezonlarında tırmanma yarışlarında start almış, izleyicileri sesi ve gidişi ile büyülemişti. 2009 sezonunun bir yarışında otomobilin yaşadığı yol dışı nedeniyle elektrik tesisatının bir kısmı yanmış, bunun bahanesiyle de üzerindeki 2.0 lt yaklaşık 200 hp gücündeki motor yerine 1.8 lt grup N 160 hp motor takılmıştı. Biz de bu yeni konfigürasyonda full sezon ralli yapacaktık.
Yarış haftası bir sınavım vardı. Nisan ayı olması nedeniyle üniversitede vizeler başlamıştı. Ölçme ve Veri Değerlendirme dersinin vizesine giremeyecektim. Bu sınavın telafisine girebilmek için Tosfed'den bir yazı aldım. Bu yazı ile rektörlük üzerinden onay alarak telafi sınavına girmeye hak kazandım. Fakat yarış sonrası girdiğim telafi sınavında kötü bir muamele ile karşılaştım. Sınavı hazırlayan hoca küçümser şekilde kendince alaycı sorular ile neden sınava girmediğimi sordu. Yarışı anlatınca "sana madalya mı takmamı bekliyorsun?" diyerek soru kağıdını önüme koydu. Ben de sivri dilime hakim olamayarak "teşekkürler hocam, bana madalyayı yarışta taktılar zaten" dedim. Soru kağıdında puanlar yazmıyordu. Yapabildiğim 2 soru bitince kendisine soruların kaç puan olduğunu sordum. Aldığım cevap şok ediciydi. "Puanları bilerek yazmadım, yapamadığın soruya fazla puan vereceğim" dedi. Böylece Ölçme ve Veri Değerlendirme dersinden kaldım.
Yarış haftası geldiğinde otobüs ile Istanbul'a doğru yola çıktım. Ataşehir'de otobüsten indim. Bir süre bekledikten sonra mavi bir Palio belirdi ufukta. Berkay Abi özellikle bu yarış antremanında kullanmak için Delta Sport'un 3 kapı Palio Sporting antreman otomobillerinden birisini satın almıştı.
Antreman otomobilimiz Palio Sporting
Bu güzelim otomobiller o yıllarda homologe olmadığı için yarışlara katılamıyorlardı. Gecenin karanlığında hiç bilmediğim dağ ve orman yollarında gazlaya gazlaya gidiyorduk. Yokuş aşağı bol virajlı bir yere geldik. Buralarda limitlerde cayır cayır giderken içten içe endişelenmiyor değildim. Sonradan öğrendim ki bu harika virajlar efsanevi Mahmutşevketpaşa etabına aitmiş. Bu etap yolu da insanın evinin yolu olunca bir baska keyifli olmuyormuş. Iniş bitti. Köy içinden geçtikten sonra karanlık ve uzun bir düzlükte giderken Berkay Abi birden yolun ters tarafına doğru pandül verdi. El frenini çekerek otomobili yolun ters tarafına çevirip, sağ tarafındaki bankete fırlattı. Bu esnada indiğimiz yerde bulunan elektrikli bahçe kapısı yarısına kadar açılmıştı ve otomobilin burnu tek hamlede açılan kapıdan silme geçerek bahçeye girmişti. Tek kelimeyle büyülenmiştim bu hareket karşısında. Bu şekilde adrenalinle başlayan WRC macerası antreman hazırlıkları ile devam etti. O gece uyumadan önce düşük bütçeli Peltor kulaklık imal ettik. Kulak koruması olarak kullanılan Peltor kulaklıklar içine, eski kasklardan söktüğümüz mikrofon ve kulaklıkları yerleştirdik. Böylece normal etapta kullanabileceğimiz harika Peltor setimiz olmuştu.
Yarışın en zorlu kısmı antremandı. Uzun ve zorlu etaplarda zamanın gerisinde kalmadan notlarımızı yetiştirmeye çalışıyorduk. Normalde disiplinli bir şekilde rahatlıkla yetiyordu zaman. Fakat bir aksilik çıkması durumunda işler zora giriyordu. Seraların olduğu bölgede bir etaptan çıktık, normal etapta giderken resmen bir hendeğin içine girip çıktı Palio. Bir süre sonra şanzımanın yağ eksilttigini farkettik. Mecburen bu şekilde devam ettik. Şanzımandan yanık kokuları geliyordu artık. Hal böyle olunca Berkay Abinin gündelik kullandığı jip ile Palio yu değiştirmek durumunda kaldık etap arasında. Palio tamire gitti, biz Nissan Patrol ile antremana devam ettik. Bu koşturmaca arasında Berkay Abi gözüne kestirdiği bir tepeye jiple tırmanıp tam 5 dk uyuyup enerji topluyor ve hemen yola devam ediyordu. Ertesi gün şanzımanı değişmiş Palio ile antremana devam ettik. Hatırlamadığım bir problem nedeniyle son etabın son geçişine geç kaldık. Sanırım bu yarışta yarışmacılarla ilişkiler sorumlusu sevgili Serhan Acar idi. Kendisini arayıp durumu izah ederek organizasyonun bilgisi dahilinde son etabı tamamlamak istediğimizi belirttik. İznimizi aldıktan sonra aceleyle başladık etapta yol almaya. Etabın sonunda FF noktasını geçince yokuş aşağı sert 2 tane viraj vardı ve bu virajlarda hem sağ taraf hem de sol taraf düzgünce dizilmiş kütükler ile dar hale getirilmişti. Bu iki kombine virajı pandül ile keyifle dönmüştük. Unutmadığım güzel anılardan birisidir. Antreman bitti. Yorgun geçen koca günün sonunda Berkay Abi evde muhteşem bir pizza yaparak ödüllendirdi bizi. Hamur açtı, malzemeleri tek tek hazırladı. Koca bir tepsi pizzayı gömdük gitti. Hayatımda yediğim en güzel pizzalardan birisiydi bu pizza kesinlikle.
Yarışın seremonik startı için vapur iskelesine gittik yarış otomobilimiz ile. Koca bir arabalı vapur ve vapurun içinde sadece ralli otomobilleri. Dünyanın en iyi ralli pilotları ve son teknoloji ralli otomobilleri ile bir aradaydık.
Dostum Soner Tamer ile muhteşem manzara eşliğinde plastik kadehlerimizden şaraplarımızı yudumlarken, Ünsal Deniz'in objektifinden bu harika anlar ölümsüzleşti.
Arabalı vapurda yemek faslı bittikten sonra Galip Bilgin Abimizle sohbete başladık. Kendisi Renault 19 ile ilgili tecrübelerini paylaştı bizimle. Yanlış hatırlamıyorsam bu muhteşem otomobili zamanında tam 120.000 isviçre Frangı 'na satın aldığını söylemişti.
Otomobil ile birlikte bir fabrika takımına yakışır şekilde çok ciddi yedek parçaları olduğunu da sözlerine eklemişti. Renault 19 ile ilgili anlattıklarını nefesimizi tutmuş şekilde dinliyorduk. Edindiğim her bir bilgi ile içimdeki heyecan ve otomobili tecrübe edecek olmanın verdiği mutluluk kat kat artıyordu.
Bu güzel ortamda Ken Block ile tanışma fırsatı yakaladık. Tanışmadan önce kendisine karşı ön yargılı olduğumu itiraf edeyim. Dillere destan olan videolarını defalarca yapılan çekimlerle ve montajlarla piyasaya sürdüğünü bilmeyen dostlarım kendisinin muhteşem bir yetenek olduğunu söyleyip beni kızdırmayı başarıyorlardı. Yaptığımız kısacık sohbette kendisinin şovmen olduğunu belirterek ve üstadlara saygıda küsür etmeyerek kalbimi kazandı Ken Abi. Zaten o sezon yarışlarda elde ettiği sonuçlar da bunu kanıtlar nitelikteydi.
Ken Block ile net olmayan hatıra fotoğrafımız :)
Seremonik start muhteşemdi. Sultanahmet Meydanı'nda canlı yayın eşliğinde start aldık. Normalde trafikte bunalıp nefes alamayacağın yolların bomboş olması ve bu boş yollarda gazlamak çok değişik bir tecrübeydi.
WRC çok uzun soluklu bir yarış olduğu için Tosfed bu yarışı Türkiye Ralli Şampiyonası için 3 parçaya bölmüştü. Her gün 1 yarış sayılacak ve kazanılan puanlar bir katsayı ile çarpılarak Şampiyona hesabı icin kullanılacaktı.
İlk gün servis çıkışında Berkay Abiyle lastiklerimiz ile ilgili endişelerimiz vardı. Lastikler kullanılmamıştı fakat eski tarihliydi ve ne zaman imal edildiği konusunda net bir bilgi yoktu. Hatta bu konu ile ilgili kendi aramızda Nejat Abi zamanlarından kalmıştır diye şakalaşmıştık. Büyük zaman geldi ve Pendik'te bulunan servis alanından İstanbul Park'a doğru yola çıktık. Özel etaba yaklaştıkça heyecanım giderek artıyordu. İstanbul Park'ın yanından geçtik, köy merkezine doğru yaklaştık. Sapaktan sola döneceğimiz direktifini verdikten hemen sonra Berkay Abi yavaşladığı sırada sağ ön lastiğimiz bir anda patladı. Otomobilden indiğimizde lastiğin tabanının çember şeklinde yanaktan ayrılıp özgürlüğünü ilan ettiğini gördük. Zaman kontrol noktasına yaklaşık 3 km yol vardı. Süre olarak da 10 dakika zaman kalmıştı. Etaba kıl payı yetişip ceza almadan start aldık. Fakat start almadan önce tahmin ettiğimiz şekilde etabın içinde diğer lastik de patladı ve ciddi zaman kaybı yaşamamıza yol açtı. İlk gün Türkiye Şampiyonası kovalayanlar için resmen yaprak dökümü olmuştu. Mekanik arızalar, yol dışı kalanlar derken finiş gören sayısı çok azalmıştı.
Değişen yol notu
Etabın birisinde start aldık. Uzun düzlükler olan ve biraz kırıcı zemine sahip olan bir kısmına geldiğimizde çok ilginç bir şey oldu. Yol notu tutmuyordu. Verdiğim virajlar resmen kaybolmuştu. Hızlı kısımların sonunda bir virajdan tekrar yakaladım yol notunu. Meğer bir gece önce organizasyon bu kısımlar kırıcı diye greyder sokmuş etaba. Greyder de virajları silmiş süpürmüş yok etmiş. Bir baktık ki WRC ekipleri demeçler veriyor, herkes şikayet ediyor durumdan. Neyse ki bir sıkıntı yaşamadan atlattık bu durumu.
Bu yarışın en güzel yanlarından birisi doya doya yarışmaktı. Sabah 6'da kalkıp yollara düşmek ve gece yarısına doğru servis alanına ulaşmak. Servis alanı girişinde yorgunluktan otomobilin kaputu üzerinde uyumak. Çok güzeldi.
Yarışta önümüzde sevgili Ali Gülan vardı. Ahmet Yörük'le birlikte Citroen Saxo ile yarışıyordu. Refueling alanında Berkay Abi'nin başlattığı tatlı atışma hepimizi kahkahalara boğmuştu. Her etap sonunda birbirimizin zamanlarına bakarak tatlı bir rekabet de başlatmıştı farklı klasmanlarda olmamıza rağmen. Ertesi gün arkamızdan start alıyorlardı, stop noktasının çıkışında bekleyip zamanlarımızı değerlendiriyorduk. Berkay Abi şakaları ile gaza getirmeye çalışıyordu Ali Abiyi. Ikinci günün son etabı yol dışı yaşayıp gelememişlerdi. Çok üzülmüştük.
Hallı Jump
Start almadan önce arkadaşım Soner büyük bir iştahla sormuştu bana "Hallı nasıl? Beğendin mi?" diye. O zamanlar revaçta olan Richard Burns Rally simülasyonunda yer alan, adını hatırlamadığım zıplama noktası gibiydi burası. Fazla uçmak otomobili kıracağı gibi zaman kaybına da sebep olacaktı. Berkay’ı buralarda yavaşlatmam gerekiyordu. Çünkü bu noktalarda çok fazla gazlayacağı konusunda endişelerim vardı. Zamanı geldi ve bu etapta start aldık. Zıplama noktasına geldiğimizde yavaşladık ve neredeyse durma kıvamında geçtik burayı. Hatta bu noktada bulunan arkadaşlarımızdan bazıları zıplamadığımız için kızdılar bize. İkinci geçişte etapta tam atak yapıp gazlama kararı almıştık. Zıplama noktasına kadar çok iyi geldik. Tam yokuşun başında Berkay Abi "Atlayayım mı?" diye sordu. Ben de "Düzgün atlayacaksan atla" diye cevap verdim. Zıplama noktasına 4. viteste tırmanırken sonlara doğru fren ile 3. vitese düştük. Tam zıpladığımız anda resmen zaman durdu.
Masmavi gökyüzünden başka hiç bir şey gözükmüyordu. Derin bir sessizlik vardı otomobilin içinde. Sonra bir anda ön camda toprak gördük sadece. Tam bu anda bir korku sardı içimi, acaba yanlış yere mi iniyoruz diye. Büyük bir gürültü ile otomobil yere indi. Tam istediğimiz yere atlamıştık, yoldaydık.
Aldığımız darbe ile otomobilin hidrolik direksiyon pompası patlamıştı. İğne deliği kadar bir noktadan yağ fışkırıyordu pompa üzerinden.
Beşiktaş Nevzat Ayaz tesisleri önü buluşma noktasıydı. Burada trafik polisleri bekliyordu bizi. Tam bu noktadan Kadıköy özel seyirci etabına kadar olan yolun sol şeridi trafik polisleri tarafından kapatılmış ve yarışmacılara tahsis edilmişti. Trafikte mahsur kalan vatandaşların tepkileri eşliğinde polis eskortu ile inanılmaz hızlı bir şekilde özel seyirci etabına ulaştık. Fakat seyirci etabına girdiğimizde direksiyonumuz çok sert hale gelmişti.
Bu nedenle seyirci etabını çok düşük tempoda tamamlamıştık. Aynı etabın startında takım arkadaşlarımız Bülent Gürkan ve Burak Koçoğlu ikilisi aks kırılması ile yarışa veda etmişlerdi. Etap bitince sahil yolundan servis alanına doğru yol almaya başladık. Bu sırada Fıat 500 kullanan bir arkadaş gaza gelip makas ata ata bizimle servis alanına kadar gelmişti.
Gün sonunda etapta yaşadığımız problemler harici büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Hallı zıplama noktasının ikinci geçişinde nasıl olsa zıplamıyoruz diye hiç fotoğrafcı kalmamış, herkes seyirci etabına gitmişti. Nasıl zıpladığımızı anlattığımız arkadaşlar abartıyorsunuzdur diyorlardı. Neyse ki yarıştan bir kaç ay sonra birileri 2 adet zıplama fotosunu paylaştılar da bu efsanevi zıplama anının hatırası kaldı bende.
Zıplama noktasını izleyen arkadaşlar, en çok zıplayan 3. ekip olduğumuzu söylediler. 1. Saluk, 2. Ferhat Tanrıbilir idi dediklerine göre. Fotoğrafta poz veren gözetmen arkadaşın, fotoğrafı çeken kişinin verdiği tepki ile poz vermeyi bırakıp arkasını dönmesi ve fotoğrafın böyle çıkması ise bunu kanıtlar nitelikteydi. Bu fotografları çeken arkadaşlara tekrar teşekkür ederim.
Ikinci gün yağmur vardı. Efsanevi Bozhane etabı bana hep ürpertici gelmiştir. Bu etabı toprak lastiği ile ıslak zeminde geçecektik. Nitekim etabın içinde bir kaç aksiyon yaşadık. Dar kesimlerde hızlı gitmeye çalıştıkça bariyerlere daha çok yanaşıyorduk. Tek parça halinde sorunsuz finiş görebilmek güzeldi.
Yarışın son günü son etap olan Ballıca'ya geldik. Seremonik starttan yarışın son etabına kadar otomobili her çalıştırmada Berkay Abi garip bir şekilde "marş motoru gidici" deyip durdu. Işin ilginci bana gayet normal geliyordu marş motorunun sesi. "Bir şey yok abi" diyordum ve içimden kızıyordum her defasında. Son etaba yaklaşık 15 dakika varken otomobili Alparslan - Soner'in Citroen Saxo otomobillerinin arkasına çektik. Etap zamanı yaklaşınca herkes gitti, biz kaldık sadece orada. Güzelce giyindik, arabaya bindik. Berkay Abi marşa bastı, marş yoktu. "Bak ben sana demistim" dedi Berkay Abi. Ben de "diye diye bozdun abi" dedim. Indik ve otomobili vurdurarak çalıştırmayı denedik. Bulunduğumuz yer çukur şeklindeydi ve otomobili ileri - geri hareket ettirmek mümkün değildi. Berkay Abi tam pes edecekken bana garip bir rahatlık geldi bir anda. Çözümü bilmeden "dur sakin ol, halledeceğiz" dedim nedense. Kafamı kaldırdığımda arka taraftan gri bir Doblo'nun geldiğini gördüm. Içinde de 5 kişi vardı inanılmaz şekilde. Bu kahraman vatandaşlar sayesinde otomobili tekrar çalıştırmayı başardık ve tapa gaz etaba doğru yol almaya başladık. Yaklaşık 3 km yol vardı ama zaman kalmamıştı. Zaman kontrol noktasına ulaştığımızda tam 10 sn zaman kala karnemi vermeyi başardım ve ceza almadan etaba girdik. Bu curcuna içerisinde bagajda bulunan sırt çantası açık kalmış. Çantanın içinde alet takımları, yedek yağlar ve malzemeler vardı. Son etapta start aldık. Bir süre sonra sert bir frende çantanın ağzı öne doğru devrildi ve içindeki her şey arka taban sacına döküldü. Berkay Abi fren yaptığında pedalların altına çekiç, yağ kabı, tornavida, pense ve benzer aletler doluyordu. Gaza bastığı esnada sol ayağı ile pedalların altındaki malzemeleri geriye savuruyordu fakat ilk frende hepsi tekrar geri geliyordu buraya. Etabın sonuna geldiğimizde derin bir nefes aldık. Kazasız belasız güzel de bir zamanla etabı tamamlamayı başarmıştık. Geriye sadece otomobili stop ettirmeden servis alanına ulaşmak kalmıştı.
Yarışı başarıyla tamamlamıştık. Tarif edilemez bir tecrübe edindik. Pendik sahilde bulunan finiş tagından geçtikten sonra otomobilimizi kapalı park alanına bıraktık. Renault kendini kanıtlamıştı. Gerçekten muhteşem bir otomobildi. Kapalı park sonrası Ralli Merkezde organize edilen ödül töreninde madalyalarımızı aldık.
Işte heyecanlı ve unutulmaz Rally of Turkey 2010 yarışının hikayesi bu şekildeydi.
youtube
#berkaysavkay#rallyofturkey#rallyofturkey2010#tosfed#rally#renault1916s#2010#canherguner#pegasusracing#turkiyerallisampiyonasi#istanbul
2 notes
·
View notes
Photo
SONER YALÇIN'IN GÜZEL BİR YAZISI Bak sana ne anlatacağım..? Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü… Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır. Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir… Altaylar, Tengrici’dir. Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır. Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir. Azeri Türk’ü ya da İran Türk’ü Şii‘dir. Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir. Ne sandın? “Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor? “Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun? Bak kardeşim! Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı. Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu. Macar Türklerini bilir misin? Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun? Bugün…Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz Gabor Vona‘yı da bileceksin! Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun; oysa Attila Jozsef‘i okumalısın! Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin? Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu? Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor? Evet sen kardeşim!.. “Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun? Kızma bana… Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım. Aytmatov uyarısı Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü… Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem… 1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel” Okudun mu? Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır. Şöyle…. Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş..! Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar: - Tutsak kişinin saçları iyice kazınıyor, - Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçiriliyor, - Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanıyor, - Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılıyor, - Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülüyor ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırıyor, - Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlıyor, - Fakat, deri kafaya o kadar yapışıyor ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşiyor ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemiyor, - Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlıyor, - Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak büyük acılar çekiyor, - Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölüyor, - Sağ kalan tutsak zamanla kendine geliyor; yiyip içerek gücünü toparlıyor. - Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. Artık hafızası yoktur… Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale geliyor. Düşünememektedir… İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur; kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle… Evet… Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir… Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır. Anadolu’da “mankafa” derler!.. Kimbilir… Belki de… Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir… Anlayana… Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi? Hayır!.. Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi? Hayır!.. Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi? Hayır!.. Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi? Hayır!.. Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!.. Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!.. 23 Nisan, 19 Mayıs milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi? Hayır!.. Soma katliamını protesto ettin mi? Hayır!.. Doğa katliamlarını protesto ettin mi? Hayır!… Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!.. Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!.. Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi? Hayır!.. Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!… Peki neyi protesto ettin? Sadece… Bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin..! Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın! “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz.” Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın- ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!.. Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin!.. Bir kardeş mektubudur bu… Soner Yalçın
49 notes
·
View notes
Text
Soner Sert Dursaliye Şahan Röportajı
Soner Sert Dursaliye Şahan Röportajı
Soner Sert’in, Tottenham Çocukları Roman Yazarı Dursaliye Şahan ile Gazte Duvar Röportajı
Soner Sert
Gazeteci-Yazar Dursaliye Şahan ile geçtiğimiz yılın sonunda çıkan romanını konuştuk. Sinema ve dizi projeleri de yapan Şahan, yazım serüvenini anlatarak, sorularımızı yanıtladı.
Dursaliye Şahan kimdir?
Anne. Aklıma ilk gelen sıfatım ve zenginliğim bu. Edebiyatla tanışmış şanslı…
View On WordPress
#Dursaliye Şahan#Gazete#Gazte Duvar#kitap#Röportajı#Soner Sert#Soner Sert&039;in#Tottenham Çocukları#Tottenham Çocukları Roman Yazarı Dursaliye Şahan ile Gazte Duvar Röportajı
0 notes
Text
Yaşlı adamı öldürüp kuyuya atan şüpheliler, adliyeye sevk edildi
Yaşlı adamı öldürüp kuyuya atan şüpheliler, adliyeye sevk edildi
Soner AYDIN/MERSİN, (DHA)MERSİN’de Remzi Kuzal’ı (76), başına sert bir cisimle vurup öldürdüğü iddia edilen H.B. ile cesedi birlikte su kuyusuna attığı belirtilen Y.Ö. ve M.N.E. adliyeye sevk edildi.Olay, merkez Yenişehir ilçesi Emirler Mahallesi’nde meydana geldi. Mezitli ilçesinde yalnız yaşayan Remzi Kuzal’dan 2 gündür haber alamayan yakınları, durumu polise bildirdi. İhbar üzerine Asayiş Şube…
View On WordPress
0 notes
Text
Soner Yalçın'dan Bahçeli'ye tarihi mektup...
***
Bak sana ne anlatacağım..?
Bu yazacaklarımı MHP’nin “parti okulu“nda bulamazsın. Unutturdular sana çünkü…
Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır...
Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…
Altaylar, Tengrici’dir...
Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır...
Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir...
Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir...
Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir...
Ne sandın?...
“Türk milliyetçisi” denilince aklına sadece Müslüman Sünni mi geliyor?...
“Türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Bak kardeşim !...
Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu...
Macar Türklerini bilir misin?...
Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?...
Bugün...
Sadece Devlet Bahçeli‘yi bilmekle olmaz...
Gabor Vona‘yı da bileceksin!...
Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?...
Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!...
Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?...
Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?...
Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?...
Evet sen kardeşim!...
“Türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını kime dayatıyorsun?...
Kızma bana !...
Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım...
Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü...
Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem...
1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”.
Okudun mu?...
Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.
Şöyle...
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !...
Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,
- Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,
- Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,
- Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,
- Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,
- Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,
- Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,
- Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,
- Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,
- Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,
- Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.
- Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.
Artık hafızası yoktur...
Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.
Artık düşünemez...
İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle...
Evet... Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir...
Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır...
Anadolu’da “mankafa” derler !...
Kimbilir... Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir... Anlayana...
***
* Türk Bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Atatürk heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Türk kimliğinin-kavramının Anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
Hayır!...
* Devlet nişanından, devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!..
* 23 Nisan gibi, 19 Mayıs gibi milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Soma katliamını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Doğa katliamlarını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Kaçak Sarayı protesto ettin mi? Hayır!...
* Kuzey Irak’ta Türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi? Hayır!...
* Süleyman Şah Türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi?
Hayır!...
* Ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi? Hayır!...
Peki neyi protesto ettin?...
Sadece, bu ülkenin yüz akı sanatçısı Bedri Baykam‘ı protesto ettin !...
Beyoğlu Piramid Sanat Galerisi’nde Almanya, Fransa, Japonya ve ABD’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “Çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup Taksim‘e sokağa çıktın ve “Bizler; Türk Milliyetçileri, Türk İslam Ülkücüleri, Türk Milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz” dedin...
Demek: Türk kavramının yok edilmesi, Türk bayrağının yakılması, Atatürk heykelinin parçalanması, Andımız’ın, ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!...
Türklüğün sadece “bacak arasına” indirgendiğinin farkında değil misin?...
Soner YALÇIN
3 notes
·
View notes
Text
İstanbulspor - Hatayspor maç sonucu: 2-2
TFF 1. Lig’in 29. haftasında İstanbulspor, sahasında Hatayspor ile 2-2 berabere kaldı.Maçtan dakikalar9. dakikada Eslem’in pasında ceza yayı üzerinde topla buluşan Papa’nın yerden yaptığı vuruşta meşin yuvarlak direğin yanından auta gitti.18. dakikada Popov’un pasıyla ceza sahası dışı sağ çaprazında topla buluşan Selim Ilgaz’ın sert şutunda meşin yuvarlak üst direğin dibinden auta gitti.36. dakikada sağ taraftan son çizgiye inen Eslem’in içeri yerden çevirdiği topa kale önünde Papa Diouf’un yaptığı dokunuşta meşin yuvarlak ağlara gitti. 0-155. dakikada ceza sahası içi sağ çaprazından Kağan Miray’ın yaptığı sert vuruşta meşin yuvarlağı kaleci Akın sektirdi. Arka direkte topu önünde bulan Papa’nın vuruşu ağlarla buluştu. 2-069. dakikada sağ taraftan atılan yerden pasta meşin yuvarlak sol tarafta Caner Hüseyin Bağ’ın önünde kaldı. Caner Hüseyin sert vuruşla topu filelere gönderdi. 2-188. dakikada Yusuf’un içeri çevirdiği topa kale önünde Soner, kafayla meşin yuvarlağı ağlara yolladı. 2-290+6. dakikada sarı kartı bulunan Issah’ın rakibi Barbosa’ya yaptığı hareketi hakem Alper Çetin sarı kart olarak değerlendirdi ve Issah ikinci sarıdan kırmızı kartla oyundan atıldı.Stat: Necmi KadıoğluHakemler: Alper Çetin xx, Gökmen Baltacı xx, Cem Özbay xxİstanbulspor: Alperen Uysal xx, Oğuzhan xx, Atchom xx, Ali Aytemur xx, Rıdvan Şimşek xx (Zafer Şensoy dk. 65 x), Issah xx, Eslem Öztürk xxx (Uygar Mert Zeybek dk. 81 ?), Cajic xx, Ali Dere xx, Kağan Miray Bağış xx (Muhammed Enes Durmuş dk. Read the full article
0 notes
Link
2 notes
·
View notes
Photo
Soner Yalcin'dan ; GDO’lu Türkler Mennonit, Protestan bir mezhep. Alman etnik-dini bir grup olarak da bilinir; bozuk Almanca'yla konuşurlar. Hollanda'da doğdu, dünyaya yayıldı. Yayılmasının tek nedeni mukaddes kitap'taki bilgiyi insanlara öğretmek değildi; din baskısından da kaçtılar. Örneğin… Ortodoks Rusların baskılarından bıktılar; 1880'den itibaren Kuzey Amerika'ya göç ettiler. Kırım, Kars gibi bölgelerden ABD'ye giden 9 bin Mennonit, Rusya'daki arazi ve iklime benzer yerler aradılar; ve bunları Kansas ve Nebraska'da buldular. Yanlarında altın değerinde hazineleri vardı; buğday! Her aile yanında, birkaç kilo arasında değişen tohumluk buğday getirmişti. Bu; kışa-kuraklığa dayanıklı, mevsim ortasında olgunlaşan, başakları tüylü, rengi kırmızı olup, tanesi kabuğundan zor ayrılan sert dokuya sahip tahıla ABD'de, “Türk buğdayı” adı verildi. Bu; dünyanın en eski kavılca/kabulca buğdayı idi. ABD'de 1896-1897 kışı çok sert geçti; ve sadece Türk, Big Frame ve Currell buğdayları hayatta kalabildi. Bu; Türk buğdayı kavılca'nın ABD'de tanınmasına yol açtı. Amerikalı tarım uzmanları 1902'de test edilen türler arasında Türk buğdayı/kavılca'nın rekolte, soğuğa, genel hastalıklara karşı dayanıklı, kalite açısından en iyi tür olduğunu belirlediler. Fakat. Bir sorun vardı; altın değerindeki kavılca'nın yeterli tohumluk buğdayı yoktu. Bunun üzerine ABD'de, Türk buğdayı ıslah çalışmaları başladı. Altın değerinde İlk güvenilir 1919 mahsulü ölçümlerine göre; Nebraska'da buğday ekilen alanların yüzde 83'ünde, Kansas'ta yüzde 82'sinde, Colorado'da yüzde 67'sinde, Oklahoma'da yüzde 69'unda ve Teksas'ta yüzde 34'ünde Türk buğdayı ekildiği belirlendi. 33 eyalette ekiliydi. Bu, önemli bir rekordu. 1939'da yapılan bir araştırma; soy seleksiyonu ile Türk buğdayından elde edilen 16 yeni tür oluşturuldu. Ancak… Nebraska'da dağıtımına başlanan 60 No'lu Nebraska, Türk buğdayı ile benzerlik göstermesine karşın daha geç olgunlaşıyordu. Keza… Cheyenne, Türk buğdayına göre daha kısaydı ve samanı sertti. Vs. Uzatmayayım… Amerika'daki Nebred, Blackhull, Scout, Centurk gibi melez buğdayların soy kütüğü Türk buğdayına dayanıyordu. Bitmedi… Japon bilim insanları, Daruma adlı yerel buğday çeşitlerin (at Ayazma Garden) https://www.instagram.com/p/B1fn6dTgwc5/?igshid=14qiciw818ilj
0 notes
Note
Güzel kalpli olduğuna inanmadığın aşikar belli oluyor. Bunun sebebi olarak geçmişinde ki yaşadığın şeyleri düşünüyorum. Burada sana, karanlık olduğunu, sert olduğunu veya kötü olduğunu söyleyenler de oldu. Bir şeyler yaptın, ve bunu kötü insanlarla paylaştın. Onlar da sana karşı bunu burada kullandılar. Her neyse, Soner sen çok güzel bir adamsın bunu bil. Sırf ilişkilerinde sorunlar çıktı ve yürümedi diye de senden hayır gelmeyeceğini zannetme lütfen. Diğerlerinden çok farklısın
Ne desem hafif kalır, o yüzden sadece teşekkür ederim
1 note
·
View note
Text
Adana Hüsamettin Özkan Ablasını Kaybetti
Adana Hüsamettin Özkan Ablasını Kaybetti
Dün vefat eden, Eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın ablası, Kurmeller Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Kurmel’in eşi 85 yaşındaki Servet Kurmel, Adana toprağa verildi.
Buruk Mezarlığı’nda düzenlenen cenaze törenine Hüsamettin Özkan, Çukurova İlçe Belediye Başkanı Soner Çetin, eski Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, çeşitli kuruluşların temsilcileri,Kurmel Ailesi…
View On WordPress
#Ablasını#Adana#Buruk Mezarlığı#Çukurova İlçe Belediye Başkanı#Eski Başbakan Yardımcısı#Hüsamettin#Hüsamettin Özkan#kaybetti#Kurmel Asi#Kurmeller Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Kurmel#Mustafa Kurmel#Mustafa Sarıgül#Özkan#Sert Kurmel#Şişli Belediye Başkanı#Soner Çetin
0 notes
Text
'Çocuk gelinler sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın sorunu'
‘Çocuk gelinler sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın sorunu’
“Tottenham Çocukları” isimli romanın yazarı Dursaliye Şahan ile kitabını konuştuk. Yazar, yazım serüvenini anlatarak, kitabıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Soner Sert [email protected]
Film senaryosu ve öyküler de yazan Dursaliye Şahan, “Eskiden öykülerimden bir türlü emin olamaz, hep bir şeyleri eksik hissederdim. Son yıllarda özgün yazmanın çok da kolay olmadığına tanık olunca,…
View On WordPress
#Dursaliye Şahan#gazete duvar#Hikaye Hırsızı#intihal#küçük gelinler#Röportaj:#sıla dizisi#Soner Sert#Tottenham Çocukları#yazı atölyesi
0 notes