#Sütlü Türk kahvesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
4 notes
·
View notes
Text
Kimse ile 40 yıla gerek yok herkes yerinde sağolsun 🤎
6 notes
·
View notes
Text
Bana arkadaş zoruyla sütlü türk kahvesi içirdiler.🥴 Bunu hadi bana yaptınız türk kahvesinin suçu neydi? 🤦🏻♀️
12 notes
·
View notes
Text
bütün gece yalın, yalın’ın ürettikleriyle, türk kahvesi ve yanına sütlü çikolatalı akacak...
3 notes
·
View notes
Text
türk kahvesi makinesinde sütlü kahve yapıp makineyi yaktım diye mi
9 notes
·
View notes
Text
Kitapların ortasında yatıyor, hiçbirini elime alamıyor gibi hissettiğim bir vakitteyim. Uzun süreli ilişki kuramıyorum bu sıra kitaplarla. İnce öykü kitaplarına yöneldim bu hafta. Sütlü Türk kahvesi içmeye başladım, evimizin yiyecek-içecek denetleyicisi konuya el attı. Güzel bir gün olsun hepimiz için.
.
#kitap #bookreels #bookblogger #antonçehov #readingtime #kahvezamanı #kahvekitap #öykü #yenikitap #neokuyorum #bookcoffee #canyayınları #kedi #catlover #cat #catbook #kedikitap
7 notes
·
View notes
Text
Neyse onu bunu gecinde sütlü türk kahvesi ne harika bir nimet ya oruç olmasam gece gunduz yapıp yapıp içicem
5 notes
·
View notes
Text
Ekim 23
Uzun süredir görüşmediğin birisinin ölüm haberini almak… Cümle kendi içinde fazlaca hüzün barındırıyor değil mi? Bana bundan oldu bugün ve tahmin edersiniz ki fazlaca hüzünlüyüm. Görüşmediğiniz kişi zamanında sevdiğiniz biri olunca insan garip hissediyor. Bir arkadaş, bir dost değildi ama en az onlar kadar hayatıma dokunmuş biriydi kendisi. Ortaokul dönemimde iki yıllığına dersime giren bir hocaydı kendisi. Kendisinden detaylıca bahsetmeye başlamadan önce başımız sağ olsun; toprağı bol, yattığı yer rahat, mekanı cennet olsun. Sizi özlemeye devam edeceğim hocam.
Ortaokul bir ve ikinci -hatırladığım kadarıyla- sınıflarda solfej dersimize girerdi. Kendisi piyanonun başında, bizler de büyükçe bir toplantı masasının etrafında yere zor değen ayaklarımızı havada sallayarak işlerdik derslerimizi. İlk haftalarda belirlediğimiz -belirlediği diyelim şuna- kurallar listesine uymak zorundaydık. Yoksa… Çikolata mı alıyorduk, sütlaç mı acaba? Tam hatırlamasam da o yoksa cümlesinin sonrasının verdiği gerginliği ve en az kadar gerginliği kadar tatlı olan o heyecanı unutamıyorum. Hata yapmamaya çalışmamız sadece nottan, alacağımız sütlaçlardan dolayı değil de hocanın gözüne girebilmemiz içindi sanki. Bize söz hakkı gelmesinden biraz korkar biraz da bu ihtimalden dolayı heyecanlanırdık. İlk derslerimiz temelden eğitimlerle başlamış basit diktelere doğru evrilmişti. Yapamazdım yalan yok ama hoca bunu bilir bana yardımcı olmaya daha doğrusu sınıfa yardımcı olmaya çalışırdı.
Bir grup vardı ki sınıfımızda o grup hocadan özel dersler alırlardı hocanın odasında. Çok ama çok özendiğimi, kıskandığımı hatırlıyorum onları. Onlar kadar yetenekli değildim belki ama yine de isterdim o grupta olmayı. Bir kere kapıyı dinlemeye çalışırken az daha yakalanacağımı hatırlıyorum. Hemen çalışma odası sıra alma kağıdında yer arıyormuş gibi davranmaya çalıştığımı hatırlıyorum. O zamanlarda bir şeyi çaktırmamak için çok fazla gülerdim daha fazla çaktırdığımı bilmeden. Hocam da anlamamış gibi yapardı ve halimi sorardı. İyi sayılır mıyım bilmiyorum hocam ama sizinle bir kez daha görüşebilseydim iyi olurdum, onu biliyorum.
Hocam sütlaca bayılırdı, Türk kahvesine de. Ve sigarayı da çok içerdi. Ama biz ne zaman odasına gelsek o sigarayı ya söndürür ya da bizi odadan kovardı. Kendisi içerdi ama bize de sık sık tembihlerdi ‘Sakın içmeyin!’ diye. Hocam sütlü tatlıları da severdi ama sütlacın yeri onda farklıydı. Yemekhanede sütlacın olduğunu duyar duymaz kalkıp yemekhaneye giderdi. Bizden de isterdi yapmamızı. Elbette zorla değil ama çok severdi işte anlarsınız. Annemi zorlayarak sütlaç yaptığımızı ve o sütlacı hocaya verirken bulutlu suratının nasıl aydınlandığını gördükten sonra hep yapıp getirmeye çalışmıştım. Türk kahvesi de demiştim değil mi? Odasında hep yıkanması gereken fincanlar olurdu diplerinde telveleriyle. Çok içerdi, çok severdi. Sigarayı da çok içerdi, odası da yerin altında olduğundan ve bu nedenle minicik bir camı olduğundan odada o an içilmemiş olsa da yoğun bir sigara kokusu olurdu.
Çok mütevazi, kendiyle övünmeyi sevmeyen biriydi. Ünlü şarkıcılardan birisi onun öğrencisiydi ve bunu bize övünmek için değil, derste dağıldığımız zamanlarda anlatırdı. Elde kalem çevrilmesini sevmezdi dikkatini dağıttığını söyleyerek. Hatta bahsettiğim bu ünlüye de kızmış bu konuda. Çevirmeye devam ettikçe de hoca sinirlenmiş, kalemi çocuğun burnuna sokup o şekilde bantlamıştı. Yani en azından dediğine göre böyle gelişmişti olaylar. Hocamın yalancısıyım, lütfen.
Kendisi ve başkaları bir konser vereceği zaman konserdeki yeri ister şef ister başka bir şey olsun adını yukarı, büyük yazdırmak istemezdi. Sınıfımızdan bir arkadaşımız ve kendisinin sahneye çıkacağı bir konser bölümünde de aynısını yapmıştı. O broşür ve arkadaşımın imzası anı kutumdalar. Hatta arkadaşımız şarkının bir kısmını söylemiş sonrasında seyirciler arasında oturan bizlere bırakmış, devamını biz söylemiştik. Bu fikri veren de bu hocamızdı.
Üzerine düşündükçe başka şeyler de geliyor aklıma ama unutamadığım en büyük şey hocamızın bizi bırakışıydı. Bir gün ansızın hocamız derse on dakika kadar gelmedi. Geç kalan biri değildi diye kalmış aklımda ama o gün kalmıştı işte. Kendi aramızda konuşurken ve bazılarımız da kapıdan dışarı gizlice bakarken gittikçe endişelenmeye başlamıştık. Aklımıza kötü ihtimalleri getirmemeye çalışırken koridorda birinin yürüme sesleri gelmeye başladığında hemen yerlerimize geçip beklemeye başladık. Yürüme sesleri hocamızınki kadar tok değildi, daha hafifti. Birbirimize bakarken birisi içeri girdi ve bizi selamladı. Hocamızın artık o olacağını, eski hocamızın dersimize girmeyeceğini söylediğinde başta şaka zannetsek de en kötü ihtimalleri karşımızdaki yeni hocamıza sormaya başladık. Hocamıza bir şey mi olmuştu? Başına bir iş mi gelmişti? Kendisi iyi miydi? Ne demek bize bir daha gelemeyecekti? Şehir mi değiştirmişti? Ne olmuştu? Ben ve birkaç arkadaşımızın gözleri yaşarmaya başlarken yeni hocamız da detayları bilmediğini sadece artık derslere eski hocamızın girmeyeceğini söyledi.
Hocamız bizi bırakmıştı. Evet yüzüstü bırakılmıştık. Üzücü değil mi? O zamanlar daha üzücüydü. Bir açıklama bile yapmadan bırakmıştı bizi. Küsmüştük ona. Değil mi, küsmüştük?
Bırakılma olayından sonra kendi içimizde bir kırgınlık yaşarken özellikle kendi adıma konuşmak gerekirse baya bir üzülmüşken hocayı bir daha göremedim. Görmeye gitmedim başlarda. Sonrasında görmek istediğimde ise odası değişmişti. Daha sonrasında ise okulumuzdan ayrıldığını öğrenmiştim. Ama asla öleceğine inanmıyordum, hala bir parçam inanmıyor ki duyduklarına. Ama ben hocamı daha mezuniyetime çağıracaktım, eskileri yâd edecektik, sütlaç yapacaktım kendisine. Nereye gittiniz hocam bu kadar erkenden? Bir kez daha mı bırakıldık biz?
Sanırım şimdilik buraya kadar yeterli.
0 notes
Text
İstanbul – İstanbul
✍🏻 Yavuz Kürkçü
https://www.gundemarsivi.com/istanbul-istanbul/
– Alo, Ayten Hanım? Beni hatırladınız mı, Kısmet? Evet, öğretmen Cavit Bey’in eşiyle büyük mağazada alışveriş yaparken tanışmıştık. Neden aradığımı söyleyeyim: Eski tabirle, “bir maniniz yoksa” bugün öğleden sonra sizi ziyaret etmek isterdim… Öyle mi? O zaman yarın görüşelim. İsterseniz Melahat ve Bedriye’ye de haber vereyim. Gerçi ikisini de pek sevmem ya, ne yaparsınız, gurbet elde insan İstanbul’lu diye razı oluyor artık… Saat kaçta buluşalım? … İki uygun mu? … Tamam, saat üçte olsun. Şimdilik, tschüss!
(Ne biçim bir yer burası? Nereden düştüm bunların arasına? Kaçsan kaçamazsın; birlikte olmuyor, ama nasıl ağırlayacağımı da bilemiyorum! Hiç yoktan tuzlu bir şeyler yapmak lazım. Almanlar gibi pastaneden adam başı bir parça pasta alıp yanına kahve koymayı sevmiyorum. Bunlara böylesi bile fazla ama efendilik bizde kalsın. Evde çörek otu kalmamış, pasta unu da almak lazım, gümüşler yine kararmış, parlatma ilacı almak farz oldu. Ne çeşit pasta yapsam? Off, bıktım vallahi!)
– Hoş geldiniz, buyurun, lütfen geçin. Rica ederim, ayakkabılarınızı çıkarmayın.
– Ayten Hanımcığım, dün telefonda bahsetmiştim, bunlar sizinle tanışmak için can atıyorlarmış ama mahallede herkesle görüşmüyorsunuz diye çekiniyorlarmış. Tanıştırayım: Bedriye, Melahat. (Benim zevkim değil ama koltuklar rahat. Haspam, bambudan yemek takımını yerleştirmiş, dost-düşman çatlatmak için. Çin köşesi olmasa olmaz. Nereden aldığını sorayım bakalım. Şu duvar süsleri, çiçekler… Pahalı şeylere benziyorlar. Alman malı olmadığı belli.)
– Ayten Hanımcığım, bir şey rica edeceğim. Duvardaki tahta tabak hangi mağazadan acaba? Melahat söylemeden önce ben sorayım dedim. Cavit Bey’in eşi de anlatmıştır belki. Mağazaları ben açarım sabahları. Nasıl mı? Yani, sabahın köründe çıkarım dışarı. Büyük oğlanın işi kolaylaştı sayılır. Bu yıl üçüncü sınıfta. Kendi işini kendi görüyor. Küçüğü çocuk arabasına atarım, bir gün Nippes Pazarı’na, ertesi gün Beyaz Çarşı’ya giderim. Her gün mutlaka bir şey alırım. Kimde bir şey görsem, hemen sorarım nereden aldığını, kaç para verdiğini. Bir başka huyum da, her aldığımı bir süre kullanıp iade etmemdir. Kasa fişlerini mutlaka saklarım. Bakın, portföyümde en az otuz tane kasa fişi bulursunuz. Tabak nereden dediniz? Amerika’dan mı? (Rüküş, söylemese ölürdü Amerika’ya gittiğini. Şu Vecihi olacak moruk, paraları bakkallıkta batırmasaydı, dünyayı dolaşmıştım. Japonya’yı ve Hawai’yi çok görmek istiyorum; Elvis’in filmlerinden tanımak yetmiyor. Amerika’ya giden adam neden orada kalmaz ki? Adı batası Almanya’ya niye gelirsin be kadın?)
– Ne marka sigara içtiğinizi bilemediğim için… Bundan bir tane alır mısınız?
– Alırım tabii. Şekerim, bakın, ben sigarayı kaç kere bıraktım; o beni bırakmıyor. Önce püf püfle başladım. Türkiye’deyken de yabancı sigara içerdim. Anlarsınız ya, fiyakamız tam olacak. Vecihi’yi her hafta sonu Belçika’ya gönderiyorum, sırf sigara alması için. Onun da canına minnet, “Brüksel’de istakoz yiyesim geldi” diye tutturur. (Fazla kurcalamamak lazım. İki kere gitti, her hafta diyorum ama olsun. Bülbülün çektiği dilinden!)
– Çay mı alırsınız, kahve mi? Yoksa önce bir Türk kahvesi mi?
– Hiç alışamadım kahveye. Varsa yoksa çay. İyi demlenmiş çay gibisi var mı? Hele Earl Grey…
– Biz de öyle.
– Kısmet Hanım, ben eskiden bu kadar sık çay içmezdim. Alt katta İskoç komşularımız var. Her dakika bizdeler. Kızcağız biraz sıkıntılı, kendini bu yüzden çay içmeye vermiş; ondan alıştım bu uyuşturucuya. (Mary de Avrupalı göçmenlerden. Anlayamıyorum doğrusu. İşsizlik sigortası desen, kendi ülkende de var. Burada çalışarak alacağın parayı, orada neredeyse çalışmadan alırsın. Kızcağıza yabancı olduğu için kimse hakaret etmiyor; üstelik sarışın ama gene rahatsız. Mahallede herkesle görüşür. Bütün iş köpekte herhalde. Öğrenmemekte inat ettiği Almancasıyla köpekler üzerine kapı önlerinde konuşur da konuşur. Mary ile sabah akşam çay içeriz, o sütlü, ben limonlu. Bizimkilere benzemez. Dedikodusu yoktur, kimsenin kötülüğünü istemez. Bakalım, bunların kirli çamaşırları ne zaman çıkacak ortaya?)
– Bedriye Hanım, bir parça daha pasta alır mısınız? Poğaçaların tadına bakmanızı tavsiye ederim, Melahat Hanım. Bu sefer her şey tam denk geldi, güzel kabardı. Tarifini veririm tabii, çok kolaydır. Sizinle hiç karşılaşmadık galiba, değil mi?
– Çarşıda, pazarda karşılaşıyoruz ama siz çevrenize dikkat etmiyorsunuz herhalde. İnsan tanımayınca durup dururken… Biz de İstanbulluyuz, Ziverbey’den. Hayatım, ben geleli beş yıl oldu. Alışamadım buralara. Hele bizim gibi büyük şehirden gelenler için Almanya pek küçük. Siz neresindensiniz İstanbul’umuzun, Aytenciğim?
– Ben İstanbullu değilim. Babam bakanlıktaki memuriyetinden emekli olunca (yüksek mühendis olduğunu söylesem “kasılıyor” derler, söylemesem herhangi bir memur parçası sanırlar) Nişantaşı’ndan bir daire aldılar. Annemin vefatından sonra o evde duramadı, sattı. Şimdi Suadiye’de oturuyor. Kadıköy tarafından birkaç semti, karşı taraftan da Beyoğlu, Şişli, Osmanbey taraflarını biraz bilirim.
– Biz az daha içerdeyiz. Bostancı’dan demiryoluna doğru giderseniz, Kızıltoprak, sonra Ziverbey. Apartmanın inşaatı devam ediyor. Söylemesi ayıp, 35 milyona mal olacak. Hayırlısıyla içine girip bir otursak, Allah’tan başka dileğim yok. Benim Mahmut işini bilir, maşallah. Esas mesleği demircilik ama lokal işletiyor Duisburg’da. (Niye Köln’de değil deseler, polis sürekli kapatır. Yok kumar oynatılıyormuş, yok bilmem neler. Bizim aslımız Erzurum, Dadaşız. Bazıları Kürt der, yalan. Asıl lokallerimizi basanlar Kürt, hepsi solcu. Polis onlara dokunmuyor, olan bize oluyor. Mahmut’umun işi zor. Lokal çalıştırma izni yok. Alman kadınların üstünden işlettiği için kadınlar böyle işlerle uğraşan erkekleri rahat bırakmazlarmış. Mahmut, “İstanbul’daki evin uğruna biraz göz yumacaksın” diyor. Ele-güne belli etmem. İçim razı olmasa da sesimi çıkarmam. Ama canıma tak etti. İki yılda bir beraber oluruz, o zaman da hamile kalırım. Bu ay gene gecikti. Ne yapsam, kimlere gitsem? Ah, bir mesleğim olsa! Basar giderim. Nereye gidersin, aptal kadın, dört çocukla; beşincisi belki karnında?)
– Merakımı bağışlayın Ayten Hanım. Sizi her gün akşamüstü durağa giderken görüyorum. Akşam işinde mi çalışıyorsunuz? (Böyledir bunlar. Zavallı köylülere, kasabalılara fiyaka yapar, sonra Alman’ın bürolarına temizliğe giderler. Kocası öğretmen parçası. Şu oturdukları sosyal konutların kirasını bile zor ödüyorlardır. Mobilyaya bakarsan, çabuk öğrenmişler sigortaları çarpmayı. Bizimkini elâleme dişçi diye yutturuyorum, protezcilikten ne kazanılır ki! Ama yirmi yıldır yemeyip içmeyip biriktirmiş. O sayede alabildik deri oda takımlarını. Annemi sevmem etmem, bir yanı hoşuma gider: Kız kardeşimle benim üzerimde bu kadar titremeseydi, bizi bu kadar sıkmasaydı bizim dişçi bozuntusuna zor giderdim kız oğlan kız. Gerçi bu yaşamın da ahım şahım bir yanı yok ama… Gene de adamın hakkını yemeyeyim. Benden beklediği, akşamları iki kap yemekle… Yenirmiş, içilirmiş karışmaz. İyi insan ya, aramızdaki yaş farkı olmasa!)
– Biz geleli çok olmadı, Melahat Hanım. Henüz iki yıldır Almanya’dayız. Üniversiteden arkadaşlar çeldi aklımızı, öğrenimimizi geliştirmeye kalkıştık. Neyse ki, eşim hemen iş buldu. O kadar yıl çalışıp okuduktan sonra evde oturmak zor geldiği için üniversitenin dil kurslarına devam ediyorum. Şaka maka dört kurs tamamladım. Biliyorsunuz, öğrenmenin yaşı yok. Gidip geliyorum işte. Bir çay daha alırsınız, değil mi? (Varsa yoksa çay, kahve, dedikodu. O ne giymiş, öbürü ne almış? Sonu yok mu bu garip yaşamın? Dil bilmezler, öğrenmeye niyetleri yoktur. İstanbullu oldukları için tafralarından geçilmez. Geçen gün büyük mağazada kasiyere derdini anlatamadığı için pala bıyıklı bir vatandaşını arayan ya Melahat’tır, ya Bedriye veya Pakize. Hepsi üç aşağı beş yukarı birbirinin kopyası. Zemin kattaki Fadik kadın gibi mektuplarını yazdırmayı bilirler. “Gel, okuma yazma öğreteyim” dediğinde binbir türlü bahane.)
– Vallahi, ben şimdiye kadar hiç çalışmadım. Bazen çalışanlara gıpta ederim fakat büro temizliğine ölürüm de gitmem. Başka işleri de bizlere vermiyorlar.
– Namusuyla yaşamını kazandıktan sonra insan gerekirse onu da yapar. Oraya varmadan yapılabilecek işleri aramak şart. (Yalana bak, iki yıldır aramadığım yer kalmadı. Melahat’ın dediği pek yanlış değil. Hizmetçiliğe kadar düşemem artık. Ben ki, Türkiye’de yıllarca hizmetçi çalıştırmışım. Aradığım yerlere de torpil bulmalı ama nereden? Dört yıl oturmadan çalışma izni yok. Başıma ağrılar giriyor. Bu kadınlar anlayamaz beni, ne de ben onları.)
Bizim çalışanımız geliyor galiba. Ayak sesinden tanırım.
– Merhaba canım, hello Mary.
– Yanıldın bu kez. Gel tanıştırayım komşularımızı: Melahat Hanım, Bedriye Hanım, Kısmet Hanım. Eşim Ercan.
– Hoş geldiniz. Ne iyi etmiş gelmişsiniz. Nasılsınız efendim?
– Teşekkür ederim, siz nasılsınız?
– Sağ olun. Ya siz hanımefendi?
– Mersi. Sizi sormalı?
– Siz efendim?
– Mersi, beyefendi.
– Ercan Bey, az önce eşinize söyleyecektim. Bizimki 20 yıldır Köln’de dişçi. Pek öyle kimselerle görüşmez ama sizinle tanışmak isteyecektir.
– Biz de memnun oluruz hanımefendi. (Aman, eksik olsun. Gümrük Bakanlığı ithal izni vermediği için kullanılmış dişçi ünitelerini Türkiye’deki meslektaşlarına kazıklayamadığından dem vuracaktır. Ne kadar iyi Almanca bildiğini, onu burada kapıştıklarını da anlatmasa duramaz. Kesin dönüş yapınca kendini bir halt sandığı için mutlaka seçimlerde adaylığını koyup memleketi düzeltmeyi tasarlıyordur.)
– Almanlarla ortak çalışıyor. (Anladı mı acaba?)
– İyi, iyi. Anlaşabildikten sonra. (Atma, din kardeşiyiz; insan 20 yılda ne yapar eder kendi muayenehanesini açar. Öğünme hastalığını tedavi edecek doktor daha gelmedi dünyaya. “Öğün, çalış, güven” sözünün bunlar öğünme dersindeler. Ömürleri vefa ederse belki ötekilere sıra gelir.)
– Biz izninizi rica etsek.
– Zengin kalkışı oldu. Israr etmeyeyim, herhalde sizlerin eşleri de yoldadır.
– Tanıştığımıza memnun oldum. Bize de bekleriz.
– Eşlerinize selamlar. İyi günler.
Yavuz Kürkçü
0 notes
Text
6 eylul
Kahvaltı 10.00
Bir yumurta haslamasi, peynir , 5 zeytin, salatalık, üç dört çatal patatles
15.00
Sütlü türk kahvesi
16.45
Dört yk kuru fasulye ,3 yk bulgur pilavı, 3 kaşık et haşlama, bir bardak ayran
20.30 ayran
0 notes
Text
ARZUM OKKA RICH SPIN M TÜRK KAHVE MAKİNESİ OK0012
Arzum OK0012 Okka Rich Spın M bakır karıştırıcılı cezvesiyle sade veya sütlü türkkahvenizi sizin yerinize karıştırarak pişirir tam kıvamına ve lezzetine ulaştırır.
Güç : 700 WKarıştırıcılı Paslanmaz Çelik Cezve : VarSütlü Türk Kahvesi Yapma Özelliği : VarKözde Kahve Özelliği : VarKlasik veya Sert Türk Kahvesi Yapma Seçeneği : VarEmniyet Sistemi : VarFincan Kapasitesi : 5 ( Sütlü Modda 4)Taşma Önleyici Sensör : VarSesli Uyarı Sistemi : VarIşıklı Uyarı Sistemi : VarKaynama Noktası Ayarlama Teknolojisi :VarRenk : Bakır
Diğer elden taksitle kahve makinesi çeşitlerini görmek için tıklayınız.
Evshop Ürünleri: Mobilyadan Elektroniğe Aradığınız Her Şey
Evshop'ta eviniz için A'dan Z'ye aradığınız tüm ürünleri bulmanız mümkün. Eğer evlilik planları yapıyorsanız ve evinizi döşemek üzereyseniz, Evshop'ta yer alan mobilyalara ve koltuk takımlarına göz atabilir, en popüler beyaz eşya markalarının beyaz eşyalarını ve ankastre setlerini inceleyebilirsiniz. Çalışma masasından genç ve bebek odalarına, köşe koltuk takımlarından televizyon ünitelerine, yemek odalarından kitaplıklara bir evin tüm mobilya demirbaşlarını Evshop mağazalarında ve online alışveriş sitesinde bulmak mümkün. Evshop, geniş bir televizyon yelpazesi de sunarak farklı TV izleme alışkanlıklarına hitap edecek çeşitlilikte bir model ve marka seçeneği sunuyor. 24 inçten 70 inçe uzanan farklı ekran boyutları ve birbirinden güzel televizyon markaları Evshop alışveriş merkezi fırsatları ile ayağınıza geliyor. Evshop alışveriş merkezinde yer alan son model cep telefonu modellerini inceleyebilir, birbirinden sevimli ve kullanışlı züccaciye ürünleri arasından zevkinize uygun seçimler yaparak mutfağınızı ve banyonuzu süsleyebilirsiniz. Bilgisayar, fotoğraf makinesi, bisiklet, oyun konsolu ve ses sistemi gibi ürünler de yine Evshop mağazalarında bulabileceğiniz çeşitler arasında. Tüm bunlara ek olarak Evshop telefon üzerinden ve online web sitesi üzerinden elden taksitle alışveriş yapmanıza imkan sunmakta, peşinatsız ve kredi kartsız ödeme imkanları ile rahat ve bütçe dostu bir alışveriş deneyimi sunmaktadır. Tüm Evshop ürünlerini yakından incelemek ve ihtiyaçlarınızı hemen karşılamak için markanın resmi internet sitesini ziyaret edebilir ya da size en yakın Evshop mağazasını tespit ederek ufak bir gezintiye çıkabilirsiniz.
www.evshop.com.tr
0 notes
Text
Kahve
Kahve, Coffea cinsinden bir ağaçtan elde edilen çekirdeklerin öğütülmesi ile elde edilen bir içecek türüdür. Türkiye’de ve Dünya’da en çok tercih edilen ürünlerden biri olan bu içecek her gün binlerce kişi tarafından tüketilmektedir.
Ürün Türleri
Kahve farklı çeşitleri bulunan ve kırk yıl hatırı olduğu söylenen bir içecek türüdür. Keyifli anların en tatlı ortağı olan bu içecek, günde belli bir ölçüde içilmesi halinde sağlığa da yararlıdır. Dünyanın her yerinde farklı şekillerde hazırlanan bu içeceğin espresso, americano, mocha ve latte türleri çokça tercih edilmektedir. Ülkemizde ise Türk kahvesi bu içeceğin en çok tüketilen türüdür. Türk kahvesi sütlü ve damla sakızlı olabileceği gibi menengiç ve dibek gibi yöresel şekillerde de kullanılmaktadır.
0 notes