#Oynat Bakalım ne zaman
Explore tagged Tumblr posts
Video
youtube
Sanırım sene 2005 ben orta sonu bitirmişim. Lise sınavlarına girdim ve başka bir şehirde yatılı okuyacağımı öğrendiğimiz için oralarda yurtta kalmaya alışayım diye bizimkiler beni yatılı kuran kursuna gönderdi. Yaklaşık bir iki ay yatılı kuran kursunda askeri nizamda bir koğuşta 30 kişi uyuyarak geçirdik. Tabi orada da üst devreler ve üniversiteliler de vardı bizler gibi olan. Onların okulu daha erken mi başlamıştı yoksa başka bi sebepten mi bilmem ama bizler ayrılmadan bir hafta önce boşalttılar odayı. Geriye yaklaşık 7-9 kişilik bi gurup kaldık. Derken içimizden birisi kalkıp hadi dolaplara bakalım belki unuttukları bir şeyler vardır dedi. Tabi delinin biri taş atar da biz peşinden gitmez miyiz, hepimiz geride bırakılan boş dolapları karıştırmaya başladık. Birisi bitmek üzere olan parfüm şişesi buldu, diğeri kulaklık, bir diğeri güzel ajandaymış diye söyleniyordu. Ben ise kapağını açtığım dolapta özellikle dikine konulmuş şekilde bırakılmış bir kaset buldum. Baya bildiğiniz kaset.Üstelik dolabın ortasına bırakılmış. Şimdi düşününce iki seçenekten başka bişey gelmiyor aklıma. Ya kurcalayacağımızı bildikleri için o kasedi öyle dolabın ortasına dikine koymuştu bırakan, ya da her şeyi topladıktan sonra buruk bir bakışla gözlerini doldurup kasetle bakıştığı, vedalaştığı için son olarak o halde kalmıştı. Ardında nasıl bir hikaye var bilmiyorum. Ama ben de o kasedi aldım.
Derken Erincanı kazandğım için atladık broadwaye babam kullanıyor, arkada ben ve kardeşlerim, beni okula bırakmaya gidiyoruz. Nerden baksan onbeş gündür cebimde hasretle taşıdığım o kasedin içinde ne var meraktan çatlıyorum. Derken tunceli erzincan bağlantı yolunun olduğu yerde (eskiden tehlikeli yerlerdi oralar, kaç terör saldırısı gerçekleşmişti, giderken dualar ede ede gitti annem zaten) o civarlarda radyo yayını kesildi, hışırtıdan başka bişey çıkmadı radyoda. Ben de fırsat bu fırsattır deyip arka cebimdeki kasedi uzattım anneme taksana şunu bakalım ne varmış diye. Içinde ne olduğunu bilmiyorum, eğer utanacağım bişeyler çıkarsa rezil olurum tabi verdikten sonra dank ettiği için vazgeçtim takma da diyemedim. Geriye sadece dua etmek kaldı güzel şarkılar olsun, güzel olmasa da şarkı olsun diyerekten. Derken kaset takıldı, oynat tuşuna basıldı. Müzik çalmaya başladı. Babam -ki normalde yüksek sesli dinlemez asla- beğenmiş olacak ki biraz da sesini açtı. Ben ise ilk defa dinlediğim bu şarkının büyüsüne kapılmış, melodileri hissederek sözleri yorumluyordum hayal dünyamda.
Hayatımın en heyecanlı ve tatlı telaşlarının olduğu anlardan birisiydi. Şimdi ne zaman bu şarkıyı duysam, aklıma hep Erzincan Erzurum yolu üzerindeki tunceli yol ayrımında olan o köprü gelir. Ve hep o arabanın içindeymişim gibi hissettirir.
Iyi geceler ninniniz olsun..
4 notes
·
View notes
Text
Oynat Bakalım izle 12 Aralık 2017
Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 tarihinde TV8 Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini sitemizden donmadan full ve youtubeden son bölüm tekparça izleyebilirsiniz. 12.12.2017 tarihindeki Oynat Bakalım saat kaçta? Ne zaman sorusuna 08:00 diyebilirz. Oynat Bakalım ne zaman,12 Aralık 2017 TV8 tv rehberini yayın akışıdır.
Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini,Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 youtube 1080 hd…
View On WordPress
#Oynat Bakalım 12 Aralık 2017#Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özeti#Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 youtube#Oynat Bakalım ne zaman#Oynat Bakalım saat kaçta#TV8 yayın akışı#TV8 tv rehberi
0 notes
Text
Bu gecenin sorusu; biriyle sohbet ederken sağa sola neden bakar insanlar? Sohbetten mı sıkıldınız? Gidin arkadaşlar. Kalıp konuşmak zorunda değilsiniz. Bahaneniz olmasına gerek yok. Ben sıkıldım diyebilirsiniz. Açık olun. Söyleyecekleriniz şu itici tavırlarınız kadar can sıkıcı olmaz. Ama neden sıkılıyorsunuz onu da anlayamıyorum. Sanki sizi sohbete ben zorlamışım gibi. Dertleşip konuşmak isteyen de sizsiniz, sıkılıp etrafla ilgilenen de. İnternet üzerinde yazarı çok dikkatinizi çeken yazıların bazılarından sıkılıp geç geç muamelesi yapamazsınız bana. Odaklanma sorununuz mu var? Neden? Çünkü anı yaşamaktan, tadını çıkarmaktan bihabersiniz. Sürekli çabucak olsun modundasınız, tüm varlığınıza acele etme işlemiş, durmaya dayanamıyorsunuz. Onu geç bunu geç ileri sar hızlı oynat özet oku betimlemeleri atla ana fikre odaklan sonunu oku özet izle kendisini okumaktansa yorum oku ve daha nicesi. Kısa olan ne varsa, daha çabuk bitmesi için onu arar halde. Sanki çabuk bitince ne oluyor? Sıkılıyor başka arayışlara giriyorsunuz. Sabrınız da yok. Tükenmiş artık ya da acele ederken bir yerde düşürmüş olmalısınız. Düşünmeye cesaretiniz de olmayabilir tabii. Yüzleşmek artık çoğunluğun korktuğu bir durum. Bunun yerine yalanlarla kendinize yabancı yaşamayı tercih ediyorsunuz. Söylediklerimi anlamıyor da olabilirsiniz. Ama sormuyorsunuz. Sormak bu kadar zor mu? Kimse tüm bu bildiklerini anne karnında öğrenmedi. Kimse prof doğmadı. Sonradan öğrendik hepimiz. Öğrenmek de vahiyle olmadı, araştırmalar okumalar izlemeler gerektirdi. Siz de yapabilirsiniz. Sorabilirsiniz. Aslında en kolay cümledir bilmiyorum demek. Sizi çok ağır yüklerden de kurtarabilir. Bilmiyorsunuz işte. Bunu bana söyleyin. Ben salak değilim anlamadığınızı görebiliyorum ama bu durum beni dinlemek yerine etrafa sürekli bakan gözlerinize mazeret olmuyor. Öğrenmeye niyetiniz olmayabilir. O zaman da bir zahmet beni yormak yerine gidebilirsiniz. Ya da bana bakın. Doğrudan. Korkmadan. Karşınızda duran bir canlı. Aynı cins aynı türsünüz işte. İnsanız. Aynı atadan geldik aynı sona doğru gidiyoruz. Sizi benden üstün kılan bir şey olmadığı gibi beni sizden üstün kılan bir şey de yok. Her zaman benimle konuşabilir sorabilir sohbet edebilirsiniz. Ama lütfen karşımdayken bana bakın. Sadece bana da değil aslında, karşınızda duran, karşısında durduğunuz insana bakın. Görün önü. Önünüzdekine kör olmayın. Sizinle duran kişi yerine sürekli etraftan geçenlere bu meyil neden? Düş��nün bakalım. Bunu da sonra tartışırız artık.
10 notes
·
View notes
Text
Blog Ödevi - VIII. Blog
Biraz da içimizi dökmeyelim mi?
Bu hafta derste bir şey öğrenmedik çünkü bloglarımızın vize için olan kısmının teslim haftasıydı. Bu sebeple dersimizin bir konusu yoktu. Fakat hiçbir şey mi öğrenmedin Betül diyecek olanlarınız varsa eğer öğrendim tabii. Kendim hakkında öyle bir şey öğrendim ki kendime hayretlerle baktım birkaç dakika. O kadar sorun ve on dört dersin her biri için ayrı ayrı yapmam gereken sorumlulukların içinde tüm kaygılarıma ve yetiştirememe korkularıma rağmen yine de boş boş yatabiliyormuşum. Evet siz de şaşırdınız değil mi? Sanırım insan böyle bir şey işte. Kafası atıp ruhu daralınca i̇leride sıkışacağını bilse dahi kolunu kıpırdatası bile gelmiyor. Bakalım BAU final haftasında öhöm öhöm pardon final ayında ne kadar sıkışıp bu günlerde yattığım için dizlerimi döveceğim görelim. Ee o zaman ne duruyorsun oynat bakalım, oynat uğurcuğum. 🥲
Kapağa da koydum gerçi ama olsun buraya da ekleyeyim bu da benim içim içimi yerken ödev teslimlerim yaklaşırken itslearning'in task kısmı dopdoluyken elimde telefon keşfette takılıp yattığım sırada attığım bir tweet idi. Aylar geçse de ben hala aynı yerdeyim. Şimdi bir de hobi olarak hava ile kuruyan kilden bir şeyler yapma işine sardım artık tüm kaygılarla yalnızca yatarak değil beni kaygılanmaya iten etkenleri yok sayıp bir şeyler üreterek başa çıkmaya çalışacağım. Bu yöntemin de işe yaramayacağından çok eminim maksat anı kurtarmak olsun :)
0 notes
Text
Saçlarını dün boyatmış daha, birazcık da kestirmiş, yine kat kat, kakülleri gözünün hemen üstünde… Her zaman ki gibi geç kalmıştım ama o çoktan alışmış gibiydi… Bi’şey demeden yanına oturdum. Saçım dağılmıştı rüzgardan. Sol elini kaldırıp düzeltti... “sigarayı çok içiyorum (artık)” diyerek gülümsedi ve sigara yaktı… Galiba bu sefer gerçekten başlamıştı. Bi duman aldı; “Hatta senden daha çok… Senden önce ölürsem şaşırma…” dedi.
Kaç kadeh içmişti kendi de bilmiyordu, bende sormadım. O alerjim başladı diyordu ama ağlamıştı, anlamak zor değildi… Rimeli akmış, gözleri yine boncuk boncuk… “eee” dedi, ’‘anlat bakalım hoşgeldin!“ ’'n'olsun aynı işte” dedim. sigarasını bitirmişti bile… Kültablası doluydu… Belli ki saatlerdir ordaydı… Yere attı izmariti, postallarımın tam önüne… “Söndürür müsün?” dedi, “ateşi” ve gülümsedi… “yakmayı seven söndürmeyi de bilmeli…” izmaritin üstüne basarken bende gülümsedim… belli belirsiz “doğru!” dedim. aslında utanmamıştım ama, beni çözebilen birinin karşısında zırhım çok da kalın olmazdı… O, kelime oyunlarında çok iyiydi… Hatta benden bile iyi… Bu durum zaman zaman beni korkutsa da çok şey öğrenmiştim… inkar edemezdim… “kim kuyruğuna bastı yine?” dedi ve kendine bi bira söyledi… işten çıktığımı öğrendiğini anlamıştım. sadece gülümsedim. garson bi 50'lik getirip masaya koydu.. paketine uzanıp sigarasını yaktı… ciddiyet ve dalga geçer arası garsona döndü, “sor bakalım arkadaşa ne içermiş” dedi garson kibar bi çocuktu, kurt cobain kazağına benzer bi kazak vardı üstünde. kollarını sıvayıp “ne içersiniz?” diye sordu hala montumu çıkartmamıştım, içerisi yeterince soğuktu “kahve” dedim, “sade bi kahve” garson çocuk kafasıyla onayladı ve gitti garson uzaklaşınca, “kahve mi?” dedi “kahve?” “beyoğlu serserileri kahveyle mi ısınıyolar artık?” diye gülümsedi “paşam, burası Ankara, üşüdüyseniz kalkalım hasta olmayın sakın” keyfi yerinde gibi gözükse de biliyordum ki içinde fırtınalar kopuyordu… “hala cevap vermedin? Kim bastı yine kuyruğuna?” diye yeniledi. “kimse” dedim gerçekten de bu sefer kayda değer bir olayım olmamıştı… daha uslu, daha sakin ve daha umursamaz bi şekilde istifa etmiştim. hatta kendimle gurur bile duyuyorum aslında… birasını yudumladı, “şımarıklık ve melankoli dönemim geldi diyorsun yani” dedi Haklı sayılırdı… Galiba öyleydi… kahvem gelmiş, soğumaya bile başlamıştı… bi yudum aldım, tadı berbattı… sade kahve… berbat… üstelik şekersiz… yüzümü ekşiterek kafamı kaldırdığımda beni izliyordu… bakışında, göz kırpışında bile sitem vardı… öyle güzel anlatırdı ki bakışı içinden geçenleri, karşımda konuşmasına gerek yoktu… “beğenmedin mi?” diye sordu “yo aslında güzel” dedim, “sadece ben sütlü ve şekerliye alışığım” birasının son yudumunu içmeden, “sevdiğin şeylere çok alışma” dedi “çünkü sonunda hep acı bir tat bırakırlar ağzında” birasını bitirip, bardağı masaya koydu ve dedi ki; “su içsen de, başkasını öpsen de geçmez oğlum!” “nasıl yani?” dedim… anlamamazlıktan gelip, salağa yatmak her zaman kaçış yolumdu… açıklama bekleyip karşımdaki tam açıklarken, istediğim konuyu istediğim yere bağlıyabiliyordum çünkü… bir tür savunma mekanizması… ama artık galiba yaşlanıyodum… “ooohoo öğretmenim ya” dedi, “müfredatın dışarısına çıktınız galiba artık, öğrettiklerinizi hatırlamıyosunuz!” gülümsedim… “artık kendimin öğrenme vakti” dedim aslında pişkinlik yapmak için falan dememiştim ama konunun uzamasını istemiyordum… yeniden bir bira söyleyip sigarasına sarıldı… “bulabildin mi senin gibi bi öğretmen?” dedi “gerçi bulsan da dinlemezsin ki… Nasıl da kaçarsın hemen…” dudağının yanıyla gülümsedi ve uzun uzun baktı… Gerçekleri duymak, bilmek ve en önemlisi hissetmek bıçaklanmak gibiydi… Soğuk ve kilitlenircesine… Üstelik bıçaklanmanın ne olduğunu bilmezken… Ben de gözlerimi kaçırmadan, “Öğretmenleri sevmem” dedim, “okulları da, dersleri de” elimi kaldırıp, çok da sessiz olmayan bara yüksek gelen bi sesle garson çocuğa; “bi vodka-bull” diye seslendim. “ayrıca” dedim “ayrıca okullarda huzur evlerinden daha çok insan ölüyor” konuyu biraz olsun dağıtabilmiştim… o da farkındaydı… “sen nasıl bi ölüm tercih ederdin?” dedi “hala ses getirecek bi ölüm mü istiyorsun, yoksa her dibe vurdum dediğinde anlattığın gibi sabaha karşı bir bar çıkışında en sevdiğin sokak çocuklarının yanında sızarak mı?” yüzüme doğru uzandı eli, yanağıma dokundu… giydiği borda siyah kazağı el bileklerine kadar çekmişti ama buz gibiydi yine de elleri… “nasıl gelirse gelsin hoşgelsin, yeter ki azrailim dişi olsun ölümle de sevişiyim” dedim ve gülümsedim.. cümlemi bitirmeden ne dicemi tahmin etmiş ve çoktan gülmeye başlamıştı… birden ciddileşti. elini yanağımdan çekti… bakışlarına çelik yelek giydirip; “birgün, bir kadın eğer seni büyütebilirse içindeki çocuğa değiştirmeye çalışmadan” dedi ve sustu… sigarasını söndürdü… sandalyesinden hafif kalkarak ruju ve ojeleriyle aynı renk olan eteğini düzeltti… yeniden sandalyesine oturdu… ve devam etti… “o kadına sarıl ve bırakma… aynı sigarayı sevdiğin gibi… ama bu defa kaçış bahanelerin olmadan…” daha da soğumuştu içerisi… elim, içim, dilim, dudaklarım, bakışım… üstü tamamiyle buz dolu bardağımdan bir yudum aldım… barın kırmızı neon ışıkları bardağa o kadar güzel yansımıştı ki biran şarap içer gibi hissettim kendimi…
uzun bi süre konuşmadık…
bar iyice kalabalıklaşmıştı…
barın kalabalıklığından çok çalan şarkılar yormuştu beni…
“haberin yok ben ölüyorum, sen giderken ben içiyorum”
cümlesi hep paramparça etmiştir beni…
öylesine derin, öylesine ağır… birde hep şarkıların hikayesini merak etmişimdir… gerçekten hikayesi olan şarkılar için söylüyorum tabiki… o küçücük satırların nasıl yazıldığını, beğenilmeyen cümlelerin üstünün çizilip nasıl yerine farklı cümle seçildiğini… ve kimi anlattığını…
ben bunlara dalıp, düşünürken,
“tiyatroya mı geldin oğlum?” dedi
“hangi kırığını düşünüyorsun, hangi cesedini?”
işi geyiğe vurmanın tam sırasıydı
“ölüler öldüremez!” dedim…
“siktir lan!” diyerek boş sigara paketini yüzüme fırlattı.
“dirinden ne hayır gördük oğlum senin, sakın ölme benden önce” dedi.
sigara paketi bitmişti, benim paketimden bi sigara çıkartıp yaktı.
“ee n'apmayı düşünüosun küçükbey, krallığınız ne alemde? fetihler, savaşlar, haremler…”
dalga geçmediğini biliyordum bu yüzden söylediği hiç bir şeye alınmazdım asla…
sancılı bi hırsı kalmıştı bana, biraz mahsun biraz da tutku…
“motor alıcam” dedim.
gülümsedi…
“beyoğlu'nda motordan başka neye binebilirsin ki zaten?” dedi
o motordan nefret ediyordu ve ciddi konuşmak istemediğinin farkındaydım.
ama ben ciddiydim ve o bu isteğimden nefret etse bile benim yapmak istediğimi anlamıştı.
“bu normal motor” dedim,
“ayakları olmayanlardan tekerlekli hani, iki tekerli modellerden”
kahkaha atarak;
“farklı bi pozisyon buldun da bu onun adı mı? deri eldivenin, kelepçen ve kırbacın benden o zaman” dedi
“randevu defterine beni de yaz, yaşlanmadan sıra gelirse eğer…”
böyle konuşmayı, gülmeyi severdi… onun için doğal ve tutkulu şeylerdi çünkü…
bende ona çok yakıştırırdım, pot yapmazdı üzerinde bu cümleler…
’'kaybedenler kulübü'nü tekrar çekmeye mi karar verdin?“ dedi
’'bari sen oynat beni”
“filmde de siktir git dersin, aynı ses tonuyla,bakışla… Rol olduğu için bak ona kızmam hem…”
tiyatro oyuncusuydu… Ankara sanat tiyatrosunda çalışıyordu… bence iyi de bir oyuncuydu… hatta sahne çalışırken bir tek o mikrofon kullanmıyordu… yetenekliydi, farkındaydı ama umudu yoktu… çünkü her seferinde gururundan yara almıştı… bir tek yeteneğin yetmediğini defalarca görmüştük…
“saçmalama!’' dedim… sustum…
insan önce kendisini affetmeli ki karşısındakini suçlamayı bırakabilsin dedim kendime, içimden…
affetmişmiydim kendimi bilmiyorum ama bu konuyu çok da düşünmüodum.
elini kaldırdı ve arkası dönük bi kıza seslendi… adını tam duyamadım… kızı masaya çağırdı…
’'bak!” dedi kıza
“bu barış… motorcu barış”
kız gülümseyerek
’'geldin mi sonunda, e hoşgeldin o zaman’’ dedi
kız çok güzeldi…
küt kesilmiş saçları, Hepburn tarzı göz makyajı, elle çizilmiş gibi bi burnu ve boynunda deri zincirli barış işareti kolyesi vardı.
“eyw hoşbuldum” dedim
cevabımı beklemeden o, kıza dönerek;
“küçükbey motor alıcakmış… lütfen ona motor alırsa, bigün biyerde bi çöp konteynırına girip ölüceğini söyler misin?” dedi
kız
“hızla aran nasıl?” diye sordu bana
yine cevabımı beklemeden o atladı;
“ohhooo her konuda çok hızlıdır barış, anlatamam… denemelisin bence’' dedi
iyice sarhoş olmuştu ve artık pek de ne dediğini bilmiyordu…
kız, onun sarhoş olduğunun farkında olmalıydı ki sadece gülümsemekle yetindi…
kızın bu tepkisi hoşuna gitmemiş olucaktı ki; kıza
’'neyse sonra konuşursunuz…’' diyerek geri yolladı…
komik bi durumdu ve gülmek için yeterince bahanemiz olmuştu…
dakikalarca saçma sapan güldük…
paketimden bi sigara daha aldı…
’'bende mi bundan içsem artık?” dedi
elleri ve sesi titremeye başlamıştı…
çok fazla içtiğinden mi soğuktan mı anlayamamıştım…
çakmağı sigarasına götürdü ama yakamadı…
sinirlenip çakmağı fırlatıp attı…
masada duran diğer çakmağı alıp sigarasını yaktım…
gözlerini kapattı, derin bi nefes…
sanki son sigarası gibi…
’'çektiğin fotoğrafları gördüm’’ dedi,
“herşeyi bırakıp keyif aldığın şeyleri yapıcağını biliyodum”
diğer fotoğrafları nerden gördüğünü bilmiyodum. ama eğer bulmak istediyse zorlanmayacağına adım gibi emindim. onun da fotoğraflarını çekmiştim… siyah beyaz… bir oyunda bile kullanılmıştı… en az benim kadar o da mutlu olmuştu…
“peki merak ettiğim bişey var” dedi,
“seviştikten sonra mı çekiosun fotoğrafları yoksa önce mi?”
“yada dur tahmin ediyim, hala sevdiğin şarkı çalmaya başlayınca dimi?”
çok ince çizgileri vardı… ince, keskin ve düşündürücü…
oysa insanlara karşı çizgileri kalındı… kırmızı, kalın ve aşılmaz… perdelerim gibi… güneş ışığının girmesine asla izin vermediğim oda gibi… bu yüzden bu kadar rahat anlayabilmişti beni…
“şarkılar” dedim, “iyiki varlar…”
“hayır!” dedi
“yanlış söyledin yine!”
“kadınlar! iyiki varlar…”
bir çok şeyi unutmamıştı… unutsa da unutmazdı o… çünkü hayat o'nun için sadece an'lardan ibaretti… an'ların ve anı'ların ayrımını en iyi yapabilenlerdendi…
hep ben anlatmıştım kendimi…
“nasılsın?’' diye sormaya cesaretim yoktu…
aslında çoğu şeyi biliodum…
o hiç iyi değildi…
hastalıklar, ölümler, vazgeçişler, yanlış aşkları… yanlış arkadaşlıkları…
geçen iki yıl o'nun ruhundan geçmişti…
buna artık emin olmuştum…
’'sen?” diyebildim…
“ben…” dedi,
“bilmem ki beni sen nerde bıraktın…”
“herkes mutsuz oğlum! herkes…”
“bu siktiğimin kentinin her sokağı artık ölüm kokuyo…”
“ya gidiyolar yada içimde ölüyolar… ben, sen, o, herkes…”
bi süre yine sustu…
önünde ki bardağın sapını bi sağ bi sola döndürerek;
“ne zaman İstanbul’a döneceksin?” diye sordu…
“bilmiyorum” dedim… “nasılsa artık işsizim”
“aa doğru” dedi,
“işsiz ve bi o kadar da ıssızsınız artık küçükbey…”
gülümsedim…
o filmi hiç sevmemişti… fazla basit der dururdu hep…
çok olgunlaşmış bir kadın vardı karşımda…
son gördüğümden bu güne o deli dolu kahkahalarını yitirmiş bi kadın…
“dikkat et kendine… lütfen” dedim…
“hoşçakal” sözcüğünün yerine bunu mu kullanıosun artık’' dedi
“hayır” dedim… “onun veda değil elveda sözcüğü olduğunu öğrendim…sadece artık sevmiyorum”
gerçekten de anlamsız bir kelimeydi… geride kalan kimse hoş kalamamıştı… bundan sonra da kalmıcaktı…
hepimiz emindik o bahsedilen “hoş’'luk sadece kafamız güzelken geçerliydi…
gitmem gerektiğini biliodu… en az benim kadar…
’'yine gel” dedi,
“daha uzun, uyuyabileceğimiz kadar, yanında ölebileceğim kadar”
sadece kafamı salladım…
sarıldık…
gözümün üstüne düşen saçlarımı düzeltti… yanağıma dokundu…
“istediğin şeylerin peşinden git” dedi,
“kaybediceğin bişey yok… burda olduğumu bil…”
“biliyorum…” dedim,
“biliyorum… teşekkür ederim…”
göğsümden destek alıp kendini geriye doğru itti…
gülümsedi…
“küçükbey'in gitme vakti” dedi…
ben de gülümsedim… Arkama bakmadım… Bakamadım…
Sadece kapşonumu kafama çektim ve sigaramı yaktım…
barın kapısından çıkarken çalan şarkıyı istemsiz söylediğimi o an farkettim…
“yine yol var falımda hepsi sana bu gece Ankara…” 2012 Ankara Sakarya/Lost Bar Barış Şahingöz
#deneme#şiir#barış#barışşahingöz#ankara#diyalog#eski#arkadaş#aşk#anlık#edebiyat#fotoğraf#kalem#istanbul#beyoğlu#cihangir
0 notes
Text
Oynat Bakalım izle 12 Aralık 2017
Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 tarihinde TV8 Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini sitemizden donmadan full ve youtubeden son bölüm tekparça izleyebilirsiniz. 12.12.2017 tarihindeki Oynat Bakalım saat kaçta? Ne zaman sorusuna 08:00 diyebilirz. Oynat Bakalım ne zaman,12 Aralık 2017 TV8 tv rehberini yayın akışıdır.
Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini,Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 youtube 1080 hd…
View On WordPress
0 notes
Text
Oynat Bakalım izle 12 Aralık 2017
Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 tarihinde TV8 Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini sitemizden donmadan full ve youtubeden son bölüm tekparça izleyebilirsiniz. 12.12.2017 tarihindeki Oynat Bakalım saat kaçta? Ne zaman sorusuna 08:00 diyebilirz. Oynat Bakalım ne zaman,12 Aralık 2017 TV8 tv rehberini yayın akışıdır. Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 özetini,Oynat Bakalım 12 Aralık 2017 youtube 1080 hd…
View On WordPress
0 notes