#Oğuz Türkçesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kurnazlığıyla meşhur tilkinin şöhreti yedi iklim dört bucağa yayılmış. Bu insanların yakıştırması sananlar aldanırlar. Çünkü ateş olmayan yerden duman çıkmazmış derler. XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkçeye tercüme edildiği tahmin edilen Aca’ibü’l-Mahlukat‘tan bir hikâye dinleyelim: Bir kişi eydür, bir dilküye uġradum, karnı şişmiş ölmiş diyü, kodım geçdüm, gitdüm. Benden soñra bir it dahı geldi derhāl bu…
Yazıyı okumak için tıklayınız
#Aca’ibü’l-Mahlukat#Belagerdan#dil bilimi#etimoloji#filoloji#Garip ile Senem#kaşgarlı mahmud#köken bilgisi#Kitâb-ı Güzîde#lakap#Niccolo Machiavelli#Oğuz Türkçesi#türkçe#tilki kelimesinin etimolojisi#Tuhfetü’l-Mülūk#turkish#İstanbul Türkçesi#historical linguistics#linguistics#language#etymology#kitap
7 notes
·
View notes
Text
Bulgaristan'da Kayı boyu izleri ve Türk tamgaları
Belki bizim kuşak görmeyecek ama Türk tarihinin yeniden yazılacağını bilin. Bulgaristan uzun yıllar Kayı Boyu'nun izlerini saklamıştır. Bulgar arkeologlar 1961 yılında Pliska'da yaptıkları kazılarda, bu yerleşimin kalıntılarına, yapıların duvarlarına ve 1500 yıl öncesine ait kullanılan eşyalara ulaşmışlardır.
Bulgaristan'da kayı boyu izleri Pliska kazısı:
Pliska kazılarının Türk tarihi açısından önemi, duvarlarda ve bazı eşyalarda Orhun yazıtlarını andıran yazılar ile Oğuzların Kayı boyuna ait damgaların keşfedilmesidir. Pliska'da bulunan ve kalıntılar arasında en dikkat çekici ve merak uyandırıcı olan küçük yedi kollu bronz yıldızın merkezinde de Kayı boyunun damgası yer almakta, her bir kol üzerinde ise diğer Oğuz boylarının damgalarını andıran işaretler bulunmaktadır. Bulgaristan, 1961 yılında Pliska'daki kazılarda ortaya çıkarılan Kayı boyu damgalarını 16 yıl boyunca gizli tutmuş ve bu bulgular ilk defa 1977 yılında Bulgar Arkeolog S. Vaklinov tarafından yayımlanmıştır.
Bulgar bilim insanları, yayımlanan damgalar hakkında farklı görüşlere sahip olacak, E.Sachev bunların Çuvaş Türkçesi olduğunu savunurken, Bulgar dilbilimci V. Beshevliev, IYI şeklindeki Kayı boyu damgasını "Tangra" olarak yorumlayıp, bu damganın Hristiyanlık öncesi Bulgarların "göktengri" dilinde bir simge olduğunu ileri sürecektir.
1 note
·
View note
Text
Karışık Dilli Eserler Nelerdir?
Eski Anadolu Türkçesi çalışırken karşınıza karışık dilli eserler çıkmıştır. Bir diğer adı Olga-Bolga dönemi. ÖABT sınavında ÖSYM'nin çok sevdiği karışık dilli eserler nelerdir sorusu için akılda kalıcı bir poster hazırlamak istedim.
Olga-Bolga Sorunu
Olga-bolga sorunu, 12.-14. yüzyıl arasında hem Batı Oğuz, hem de Doğu Orta Türkçesi özellikleri gösteren karışık dilli eserlerin varlığını tanımlar. Olga-bolga dili ile yazılmış tespit edilmiş ilk metni, 1233 yılında istinsah edilmiş Kul Ali'nin eseri Kıssa-i Yûsuf oluşturmaktadır. 1270-1286 yıllarında yazıya geçirildiği düşünülen Behçetü’l-Hada’ik fî Mev’izeti’l-Halayık ve Mevlana'nın Farsça olarak kaleme almış olduğu eserlerindeki Türkçe mısralar diğer olga-bolga örneklerini teşkil etmektedir. https://tr.wikipedia.org/
Ben ders çalışırken bu tarz görsel ve sözel şablonlar aklımda çok kaldığı için ufak ufak böyle notlar hazırlayıp blogumda paylaşmak istedim. Bu görselleri kolayca kaydedebilirsiniz. Karışık dilli eserlerin isimleri soruluyor peki ama karışık dilli eserlerin özellikleri konusu da önemli mi derseniz cevabı Kuban hocaya bırakıyorum. Dr. Kuban Seçkin'i Edebiyat TV'den Eski Yeni Türk Dili derslerinden dinleme fırsatı buldum. Bu konuda kendisinin çok güzel bir videosu var. Karışık dilli eserlerin özelliklerini anlattığı bu youtube videosunu da eklemek istiyorum. Linkten ulaşabilirsiniz. Yeni haberler için bu siteyi Google News’ten takip etmeye devam edebilirsiniz. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Bu yazıyı daha sonra okumak için yazıdaki görseli Pin’leyebilirsiniz! Read the full article
0 notes
Text
ANMA:
BUGÜN 06 OCAK (1995)
TÜRK EDEBİYATININ VE İLİM DÜNYASININ
ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN
PROF.DR. MUHARREM ERGİN’İN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
MUHARREM ERGİN
Muharrem Ergin (1923, Ahıska - 6 Ocak 1995, İstanbul), Türk Türkologdur.
Ahıska'da Karapapak (Terekeme) [Türkiye'de "Mesket Türkleri" olarak bilinir][2] kökenli bir ailede dünyaya geldi.[1] 1925 yılında ailesiyle Türkiye'ye göç ederek Muş'a bağlı Bulanık kazâsına yerleştiler. Bulanık'ta başladığı eğitimini, 1943 yılında Balıkesir Lisesi'nde yatılı okuyarak sürdüren Ergin; 1945 yılındaki Tan gazetesi baskınına katılan ve göstericileri yönlendirenler arasında yer almıştır.[3] 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Reşit Rahmeti Arat'ın asistanı olarak, mezun olduğu üniversitede akademik çalışmalarına başladı. 1963'te doçent, 1971 yılında profesör unvanı aldı ve 1986-1990 yılları arasında ise üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığını yaptı. Orhun Âbideleri'nin günümüz Türkçesine birebir çevirisini de yapan Ergin, 1990 yılında emekli oldu.[1]
Hayatının son yıllarını parkinson hastalığı ile mücadele ederek geçiren Ergin, zatürreye yakalandıktan bir hafta sonra, 6 Ocak 1995 tarihinde öldü. Mezarı Hasdal Mezarlığı'ndadır.[1][4]
Eserleri
Kitapları
Azerî Türkçesi (1970, 1981)
Dede Korkut Hikâyeleri - Dede Korkut kitabı (1969, 1971, 1980, 1983, 1988, 1991, 1992, 1999)
Dede Korkut kitabı: (inceleme) (1958, 1963, 1966, 1981)
Dede Korkut kitabı: Metin-Sözlük (1964?)
Ebülgazi Bahadır Han: Türklerin Soy Kütüğü (1974?)
Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı (1988, 1989)
Kadı Burhaneddin Dîvânı (Hazırlayan?) (1980)
Oğuz Kağan Destanı (Yayına hazırlayan?) (1988)
Orhan Şâik'e Cevap: Biz Şaşmadık (1964)
Orhun Âbideleri (1970, 1973, 1980, 1983, 1984, 1998, 1999, 1988, 1999)
Osmanlıca Dersleri (1958, 1962, 1980, 1981, 1982, 1986, 1987, 1989)
Sovyet Emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (1974?)
Türk Dil Bilgisi (1958, 1962, 1967, 1972, 1977, 1980, 1981, 1984, 1985, 2001, 2002)
Türk Dili (1986, 2002)
Türk Dili: Lise I (1976)
Ahmet ve Dedesi (1999)
Türk Dili Kompozisyon: Lise I, II, III, IV. Dönemler (1994, 1995)
Türk Dili ve Edebiyatı : Edebiyat - Kompozisyon - Türk Dili (1992)
Türk Dili: Lise 1 (1991)
Türk Dili: Lise II. Dönem (1992?)
Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri (1975)
Türkoloji Tezleri 1922-1961 (1962)
Üniversiteler İçin Türk Dili
0 notes
Text
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
New Post has been published on https://eserozetleri.com/dede-korkut-hikayelerini-kim-yazmistir/
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır? – Türk kültürünün önemli eserleri arasında kabul edilen dede korkut hikayeleri özellikle Türklerin yaşayışları hakkında toplum bilgisi vermesi aynı zamanda epik veya dese hanımını hikayelerden oluşması ile halk edebiyatının önemli eserleri arasında yer almaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede korkut hikayelerini kim yazdı? Sorusu bu noktada özellikle birçok kişi tarafından merak edilmekte olup kaç hikayeden oluştuğu veya ne zaman yazıya geçirildiği de sıkça araştırılan konular içerisinde yer almaktadır.
Dede korkut hikayeleri Türk edebiyatının sözlü gelenek kapsamı içerisinde ortaya çıkmış önemli bir ürün olması nedeniyle halk edebiyatında oldukça önemli bir konuma sahiptir. Buradan anlaşıldığı üzere ilk ortaya çıktığı dönemlerde yazılı halde bulunmayan bu eser daha sonra kaybedilmemesi için kaleme geçirilmiştir.
Halkın ürünü olan anonim eser özelliği gösteren dede korkut hikayeleri bunda özellikle Türk toplumlarını yansıtıcı özelliği sayesinde Türk milleti için oldukça önemlidir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Ne Zaman Yazıya Geçirilmiştir?
Dede korkut hikayeleri ne zaman yazıya geçirilmiştir? sorusuna yönelik olarak aslında eserin anonim bir halk ürünü olması nedeniyle ilk ortaya çıktığında yazılı bir eser olarak bulunmamakta olup 15 yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Dede korkut hikayeleri özellikleri genel olarak şöyledir;
Epik destanlara benzerler,
Halk hikayeciliğine geçiş dönemi eseridir,
Sözlü geleneğin bir ürünüdür,
Destanımsı özellikler içerir,
Olağanüstü ögeler barındırır,
İçeriğinde Türklerin eski yaşayışlarına dair bilgiler barındırır,
Anonimdir,
Nazım ile nesir iç içe bir dille yazılmıştır,
Arı bir dile sahip olup, yalındır,
Dede Korkut hikayeleri konuları içerisinde aşk, savaş ve kahramanlık yer almaktadır,
Azeri Türkçesi ile oluşturulmuştur.
Dede korkut hikayesi oğuz Türkçesi ile kaleme alınmış olup genel olarak Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan ülkelerinin anonim eseri olarak kabul edilmektedir.
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Kaç Hikayeden Oluşur?
Dede korkut hikayeleri kaç hikâyeden oluşur? Sorusu bu noktada oldukça merak edilen konular içerisinde yer almaktadır. Toplamda 3 nüshaya sahip olan bu eserin dresden nüshasında toplam 12 hikâye bulunmaktadır. Dede korkut hikaye isimleri ise şöyledir;
Dirse Han Oğlu Boğaç Han,
Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek,
Basat’ın Tepegözü Öldürmesi Hikayesi,
Kazan Beyin Oğlu Uruz Beyin Tutsak Olması Hikayesi,
Salur Kazanın Evinin Yağmalanması,
Koca Duha Oğlu Deli Dumrul Hikayesi,
Kazıcık Koca Oğlu Yiğenek Hikayesi,
Begil Oğlu Emren’in Hikayesi,
Uşun Koca Oğlu Seğrek Hikâyesi,
Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Hikayesi,
İç Oğuz Dış Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü
Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruzun Çıkardığı Hikayesi,
Bazı kaynaklarda eserin 14 hikâyeden oluştuğu söylenirse de elimizde bulunan Dresden nüshasında toplamda 12 hikaye bulunmaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Vatikan yazmasında ise toplamda 6 öykü bulunmakta olup bu öykülerin isimleri ise şöyledir;
Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur
Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı
Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
Hikayet-i Bamsı Beyrek
Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
0 notes
Link
Suriye'de Türkçe eğitim yapan okullar olmadığı gibi. Türkmenler bir arada tutan her hangi bir teşkilat da yoktur. Köy ve kasabalarda yaşayan Türkmenler kendi aralarında Türkçe konuşmayı sürdürürler. Yüksek eğitim yapan Türkmenler'in sayısı çok azdır ve tamamına yakını Türkiye'deki okullarda okumuştur.Türkçe çıkan yayın organları, 1922'den 1937'ye kadar, sürgündeki Refik Halit'in de katkılarıyla renklendirdiği, "Doğru Yol" ve "Vahdet"'tir.Suriye Türkmenleri, şiveleri ve edebiyatları bakımından Türkiye'nin bir uzantısı gibidirler. Suriye'de konuşulan ağız da, Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir devamı niteliğindedir.hama ve humus Türkmenlerinin şivesi eski Osmanlı diline daha yakın. Ve bazı ülkelerde Azerbaycan diline yakın olunmaktadır.
Dr. Muhtar F Beydili
___ Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note
·
View note
Text
Özbekistan’dan Kerkük’e Akrabalık Ve Hitap Kelimelerimiz
Özbekistan’dan Kerkük’e Akrabalık Ve Hitap Kelimelerimiz
Kerkük ağzı ile Özbek Türkçesi arasında gözlemlediğimiz akrabalık ve hitap kelimelerinin benzerliklerini ve ortaklıklarım ele alarak millî varlığımızın temeli olan dilimizin, kültürümüzün birliğini gözler önüne sermeye çalışacağız. Bu çalışmamızda ele aldığımız Kerkük ağzı, bilindiği gibi, Oğuz Türkçesi içinde, Azerbaycan Türkçesinin bir ağzı olarak ele alınmaktadır (Ercila- sun 1993b, 114-115;…
View On WordPress
#Azerbaycan Türkçesi#Karluk Türk¬leri#Kerkük ağzı#Kerkük Türkleri#Oğuz Türkçesi#Özbek Türkçesi#Türkiye Türkçesi
1 note
·
View note
Text
Bugünkü biz Türkler’in nereden doğduğu hep bilmek istediğimiz konudur. Bu konuda ayrıntılı antropolojik, ayrıca arkeolojik araştırmalar yapan değerli bilgin Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan’a göre, Türkler tüm diğer ulusların çoğu gibi Orta Asyalıdır, yaklaşık bundan 10 bin yıl önce doğmuşlardır. Ancak, hangi ulusun hangi ulusla bağı, karışımı, uzantısı vardır, ona bir bakalım.
Bundan aşağı yukarı 30 bin yıl önce, yeryüzünde bulunan taşıllara(fosil) göre, yalnızca 3-4 anasoy vardı. Bu, Yontmataş (Paleolitik) Çağı’nda, biz Türkler yoktuk.
Binlerce yıl bu anasoylar karıştı, bir sürü kırma Türler çıktı, sonra gelenler yerli yerine oturunca, belli özellikli 8-10 anasoy oluştu. Bunlardan yalnızca ikisi biz Türkleri ilgilendirir: Avrasya’da Ural Dağları’nda yaşayan Ak Brakisefal soyla (ki yanlışlıkla “Alp-Alpin” adı takılmıştır), bir de Asya’nın Sibirya ucundan Baykal Gölü ile Tanrıdağları’na doğru uzanan geniş bölgede yaşayan Amerindler. Diğer bir deyişle, Asya’da yaşayan Kızılderili soyu, bakır tenli, biraz çekik gözlü, orta başlı (mezosofal) kişiler.
Amerika Anakarasında bugüne değin 20-30 bin yıl öncelerine ilişkin güvenilir hiçbir kişi taşılı (fosili) bulunmadı. Şimdiki Kızılderililer’in ataları (Amerindler) o çağlarda Doğu Asya ile Sibirya’da yaşıyorlardı. Kalan izlere göre ancak D.Ö. 22 000- 17 000 yıllarında Bering Boğazı yoluyla Amerika’ya göçler başladı[2].
İşte, bu iki anasoy, biz Türkler’in “ana ile babası”dır.
Söz konusu iki anasoy, 6000 yıl arayla iki kez karışmıştır; biri doğuya, diğeri batıya göçleri sırasında. İlki Tunç Çağı’nda olmuş, D.Ö.(M.Ö) 8000’ler. Urallı Alp’ler olasılıkla çoğunluktaymış ve karşılaşma, Aral gölü dolaylarında gerçekleşmiş. Yeni doğan üren (kuşak), heryerde olduğu gibi, kırmaydı. Ancak binlerce yıl iç evlenmeler sonucu genler durulmuş, sonuçta yepyeni bir soy oluşmuş: ÖN-TÜRKler ortaya çıkmış. Sonraları Ön Türkler eyge(dünya) uygarlığında çığır açacak bir kuşak oluşturmuştur.
İkinci karşılaşma, D.Ö. 2000’lerde. Bu kez Asyalı Kızılderililer çoğunlukta olmak üzere, Baykal Gölü ile Tanrıdağları’na dek göçen Urallı Alp’lerle birleşmişler. Bu çağdaki karışmadan doğanların, sonradan genleri durulunca, ötkene(tarihe)“İLK-TÜRK”ler olarak geçmişlerdir.Sonraları, bunlara Hunlar, Uygurlar, Aparlardır (Avarlar) denmiştir.
Moğolların ise, özgün adları “Şevey”dir, ayrı bir soydurlar. Gerçi bir soyları (anaları?, babaları?) Asya Kızılderilidir ancak, evlenmeleri Alplerle değil, Çinde’ki SİNİD sarı ırktan budunlarla olmuştur. Karışma ile göçler sonucu Asya’da Kızılderili kalmayınca Sibirya ormanlarını bu “Moğol”, diğer bir adla Şeveyler doldurmuş, Türklere komşu olarak giyinişlerini, savutlarını (silahlarını), birçok geleneklerini Türkler’den almışlardır. Ötesi, soykırımın suçlularından biri Şeveyler olmasına karşın, Ergenekon Destanı’nı da benimseyip kendilerini yulunmuş(kurban edilmiş) budun gibi görmüşlerdir! Uygur-Şato Türk soyundan olan Börütegin evgili(sülalesi) başlarına geçirince bu oluşmuştur. Cengiz Han bu uruktandır(hanedandandır).
Ön Türkler, Orta Doğu’ya, Mezepotamya’ya göçüp, insanlığın ilk gerçek uygarlığını kuruyorlar: Sümerler, Elamlar (D.Ö. 4500-2700). Bir kolları Anadolu’ya giriyor. Olasılıkla Kafkaslardan gelen Ön Hititler (D.Ö 2700-2000), Nezik-Hititler 2000 yılında Anadolu’yu alıyorlar. Bunlar Türk değil, Ön Germen (Almanların Atası) Ön-Hitit Uygarlığı’nı üstleniyorlar. D.Ö. 1000’de bir karmaşa: Budunlar Göçü başlıyor. Anadolu’ya Sümer’den göçüp de Ege’ye yerleşmiş olan Lidler/Turskalar denizci oluyor. Bir kol Kuzey İtalya’ya yerleşiyor: E-Türksler. Bir başka Turska kolu Atlas Okyanusu’na açılıyor, Meksika’nın Vera-Cruz körfezine çıkıyor. Orada, Ulmek Uygarlığı’nı kuruyorlar. Maya, Aztek, İnka, bunun süreği olabilir.
Mezopotamya’daki Ön-Türk Sümerler ne oluyor? D.Ö. 2000’lerden sonra, Güney’den akın akın gelen Sami (Semitik) göçleri altında bozulup, siliniyorlar. Yalnızca bir bölümü göçüyor, SU-K adıyla Kuzey’e, Kafkaslar’a, Karadeniz’in kuzeyine yayılıyorlar: Saka-İskitler adıyla. Bir başka kol Orta Asya’ya Türkmenistan’a, ötesi Tanrı Dağları’na oradan da Çin’e uzanıyorlar! Sakalar İranlılarla çatışıp duruyor. Bunlar “İran-Turan Savaşları” diye bilinir(Şehname, Efrasiyab/Alper-Tunga). Orta Asya’nın içlerine çekilenler ŞU Krallığı’nı kuruyorlar. Büyük İskender’le savaşıyorlar. Bunların bir kolu Çin’e giriyor, “Çu-Çu” adındaki ilk Çin uruğu oluşturuyorlar.
Tanrı Dağları bölgesindeki Ön-Türkler, kuzeylerdeki İlk Türk/Şevey Birliği olan Apar İlkutu’na başkaldırıyor, onları yeniyorlar. İlk kez Ön Türk / İlk Türk birlikteliğinden, Göktürk İlkutu doğuyor.
Özet ile bakacak olursak, Türklerin geçmişte ilk
görünüşleri, bundan 8 – 10 bin yıl öncedir. Kızılderililer bizim büyük büyük atalarımızdan biri. Ancak yaklaşık 22 bin yıl önce Amerika anakarasına geçenler bizi pek bilmiyorlar. Onların kullandığı Türkçe dili 22 bin yıl öncenin Türkçe dili olabilir. Bu süre içinde dil değişmiş olabilir. Ancak gelenekler saklı kalır. Sözgelimi Altay Türkleri, kişinin onuru ile gücünün saçında olduğuna inanırlardı. O nedenle yağısını (düşmanını) öldürdüğünde, “İşte senin güç ile onurunu elime aldım. “ anlamında kafa derisini yüzerlerdi. Çocuk doğduğunda bozüye(çadıra) ilk gelenin adı ona konulurdu. Bu gibi gelenekler Amerika Kızılderilileri arasında süre gitmiştir.
Bizim büyük atalarımız Alplerle – Kızılderililerin karışımı olan Ön Türkler ile İlk Türklerdir. Sümerler – Elamlar İlk Türklerden kopup gelme, Uygurlar – Hunlar ile Avarlar ise Orta Asya’dan kalan Ön Türklerle, Alp ile Kızılderililer’in karışımıdır. Sümerlerle, Uygurların aralarında 2500 yıllık çağ ayrılığı vardır. Sümer Türkçesi, Orta Asya Türkçesi’nde uzun yıllar ayrı kalmıştır. Kendi içinde ayrıca gelişmiştir. Anadolu’da Grek, İtalya’da Roma Uygarlığı’na katkıda bulunan Turskalar ile E-Türksler; Ön Türk soyudur. Avrupalılar’dan önce Atlas Okyanusu’nu geçip Meksika ile Orta Amerika’da Ulmek ile belki de İnka, Maya, Aztek Uygarlığı’nı kuran çekik gözlü, bakır tenli topluluklar Turskalar, diğer bir deyimle bizim büyük atalarımız olabilirler.
Bugün ABD’nin kırıp geçirdiği Mezopotamya (Irak – Suriye)
Sümer – Arap karışımı Türk kırmasıdır. Tungazlar (Kore, Japonya) Kızılderili – Altay kökenli bizim yakınlarımızdır. Çinliler de; Türk karışımı. Bulgarlar; Türk – Slav karışımıdır. Ruslar; Alan Türkü, Slav, İskandinav karışımıdır.
D.S 1071’de Anadolu gelen Oğuz Türkleri ile Sümerler arasında 5500 yıllık bir süre ayrılığı vardır. Oğuzlar 14. yüzyılda Avrupa geçmeden önce Avrupa’ya ilk Türkler, onlardan 2500 yıl önce oraya göçmüş, yerleşmiş, ilkutlar kurmuş, bir Tanrılı inancı, yeni abeceleri almışlardı. Kısacası daha Osmanlı gelmeden Avrupa, çok önceden bir Ön ile İlk Türk Yurdu idi... Özet ile anlatımı böyle toparlayabiliriz.
Onun içindir ki, Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra Orta
ile Güney Amerika’daki Aztek kazılarını “Onlar Türklerin Atasıdır” diye desteklemiş, üniversitede Hititoloji yerine, bizim yakınlarımız Sümerlerdir diye Sümerolojiyi kurdurmuştur.
Aynı Atatürk 1926 yılında özü Hitit olan Alacahöyük kazılarını da
başlatmıştır. Çünkü demiştir, onlarda bu yurtta yaşadılar, onlar Almanların atası iken bizlerin de ataları olmuştur diye benimsemiştir. Çanakkale’de ölen Avusturalyalı erler içinde Atatürk, “Onlar bu yurt için kan döktüler, artık onlar bu yurdun bir çocuklarıdır, onlar bizim de çocuklarımızdır.” dediği gibi, bu yurtta ne varsa, ne geçmişse Türktür, Türk onun biricik kalıtçısıdır (mirasçısıdır). Şimdi, o Hitit’ten kalan kişiler yoğunlukla Bayburt, Gümüşhane, Sivas, Tokat, Konya, Isparta, Denizli’de yaşıyorlar. Onlar arıkan bir Türk. Ancak Hititler yoluyla Almanlar Türkler’in de yakınlarıdır.
[1]Prof. Dr., JEOFİZİK KURUMU Derneği Genel Başkanı, Ünlek : 0212 227 77 19, Iykı: 0212 259 45 80, Iyışkı : [email protected] Iyışak: www. jeofizikkurumu.org
2 R.O. Türkkan, Kızılderililer ve Türkler, 1999, E. Yayınları, 3. Baskı)
6 notes
·
View notes
Text
Osmanlı imparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu veya Osmanlı Devleti (Osmanlı Türkçesi: دَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه romanizasyon: Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye), Oğuz Türklerinden Osman Gazi'nin kurduğu Osmanlı Hanedanı'nın hükümranlığında varlığını sürdürmüş çok uluslu Sünni Müslüman devlet. Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika'ya kadar topraklarını genişletmiş ve 16. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorluğu halini almıştır. En geniş sınırlarına 1683 yılında ulaşmıştır (5.200.000 km2
Osmanlı İmparatorluğu , 15. ve 16. yüzyıllarda dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelen Anadolu'da (Küçük Asya) Türk boylarının yarattığı imparatorluktur . Osmanlı dönemi 600 yıldan fazla bir süreye yayıldı ve ancak 1922'de yerini Türkiye Cumhuriyeti ve Güneydoğu Avrupa ve Orta Doğu'daki çeşitli halef devletlerin almasıyla sona erdi . İmparatorluk zirvesindeyken, bugünkü Macaristan , Balkan bölgesi, Yunanistan ve Ukrayna'nın bazı kısımları da dahil olmak üzere güneydoğu Avrupa'nın çoğunu Viyana kapılarına kadar kuşattı .; Ortadoğu'nun şu anda Irak , Suriye , İsrail ve Mısır tarafından işgal edilen bazı kısımları ; Kuzey Afrika , Cezayir kadar batıya ; ve Arap Yarımadası'nın büyük bir kısmı . Osmanlı terimi, Osman den (Arapça:ʿUthmān ), göçebe Hem hanedanı hem de imparatorluğu kuran Türkmen beyinden gelir.
Osmanlı İmparatorluğu Kültürü
Osmanlı kültürü, Türklerin egemen idaresinin fethedilen toprakların ve halklarının çeşitli yerli kültürlerini emmesi, uyarlaması ve değiştirmesiyle birkaç yüzyıl boyunca gelişti . Başta Arapça olmak üzere İslam toplumlarının gelenek ve dillerinden güçlü bir etki varken, Fars kültürünün Osmanlıların selefleri olan yoğun bir şekilde Farslaşmış Selçuklu Türkleri aracılığıyla önemli bir katkısı olmuştur . Yeni eklenen birleşmelere rağmen, Osmanlı hanedanı, Rum Sultanlığı ve Selçuklu İmparatorluğu'ndaki selefleri gibi , kültürlerinde, dillerinde, alışkanlıklarında ve geleneklerinde derinlemesine Persleştirildi ve bu nedenle imparatorluk bir Pers imparatorluğu olarak tanımlandı .
1 note
·
View note
Text
Savaş sonrası M.Kemal'in yaptığı Türklük tanımı şöyle: ''Kurtuluş savaşını verip Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine Türk Milleti denir.''
Bu tanımda Türk milleti tanımının Anadolu ahalisiyle sınırlandığını görüyoruz. Kurtuluş savaşını veren, TC'yi kuran ve 'Türkiye' diye anılan topraklarda yaşayan ahali Anadolu ahalisidir. Orta Asya halklarını yahut Azerileri kapsamaz. Yani bu tanıma göre onlar Türk milletine dahil değildir.
Lakin Türk Tarihi anlatısında ve dış politik söylemde o halklardan da 'soydaş' ve 'Türk' diye bahsedilmiştir.
Mantık bilimi keskindir: Şayet Türk denen millet, Orta Asyalıları da kapsıyorsa başta verilen tanım yanlıştır. Yok eğer Türklük için bu tanım esas alınacaksa Anadolu ahalisi dışındaki topluluklara Türk denemez.
Sonuç: Kurucu kadrolar, kendi yaptıkları tanıma bile uymamış, tanımı çiğneyip geçmiştir. Muhtemelen tanımda samimi değildiler ve tek amaçları Orta Asya kökenli olmayan diğer Anadolu ahalisini kapsar görünüp uysal biçimde asimile olmalarını sağlamak idi. Bu sebeple biri anayasal diğeri 'gerçek' iki adet Türklük tanımları vardı. Din ve etnik köken farkı gözetmeyen tanım, anayasal tanım olup göz boyama amaçlıydı. Orta Asyalı bir ırkı temel alan 'gerçek' tanım ise 'derinlerde' aktı ve Milli Eğitim tarih müfredatına damgasını vurup yurttaşlara belletilmeye çalışıldı.
İki de ilave tuhaflık vardır;
1. Anayasal tanım, sanıldığı gibi 'demokratik' değildir ve 'ulusal ülküye sadakat' koşulunu içerir. Tanımda 'Türk dilini benimseyen', 'Türk kültürünü benimsemiş' vurgularının yanı sıra bir de 'Türk ulusal ülküsünü benimsemiş' şartı sayılmaktadır. Yurttaşlık tanımının siyasal bir ülküye bağlanması ve o ülküyü kabul etmeyenlerin yurttaşlık haklarının sorgulanması Mussolini tipi faşizmin temel alamet-i farikasıdır.
2. Orta Asya'yı temel alan Türklük tanımı da sorunludur zira hiçbir bilimsel desteği olmayıp baştan sona palavradır. Tarihteki gerçek Türkler bugün resmi tarih anlatımında ''Göktürkler'' adıyla geçen topluluk olup kendilerine sadece ''Türük'' demişlerdir. Çekik gözlü, basık burunlu, seyrek sakallı bir halktır. Fiziksel görünüm olarak Moğollara benzerler. Temel kültürel kodları göçebeliktir. Hunlar ile Moğolların ara soyu oldukları tahmin edilmektedir. Hun dilini benimsemiş diğer budunlardan bir budundur. Karluk, Kırgız, Uygur ve -Anadolu'ya 1071'den itibaren gelen- Onok budunlarından farklı bir budundur. Uygur budun tarafından tarihten silinmişlerdir.
Lakin bunların kurduğu hakanlığın batı yakasında Yabgu oturan İstemi, bu Onokları örgütleyip kendi yönetimini kabul ettirdiğinden bu Onoklar da Türk adını kullanmış ve bu ad, orijinal Türk budunun yok olması sonucu bunlarda yaşamıştır. Bunlar da çekik gözlü bir topluluktur ama 'şaz Türkçesi' konuşurlar. Türk budunun yok olması sonrasında bunlar evvela 'Türgişler' olarak sürüp İslam'la savaşmış, sonra iki yüzyıl Hazarların bünyesinde federatif olarak yaşamış, nihayet Hazarların çöküşüyle Oğuz Yabgu Devleti namıyla mütevazı bir devlet kurmuş, içlerinden bir kesim Müslüman olup ''Türkmen'' - ''Türk benzeri'' manasında Farsça sıfattır- namıyla şamanist kalanlarla çatışmıştır. Çatışmada Türkmenler Türkleri yenmiş, Türkler Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya girmiş ve Avrupalılar tarafından 'Uzlar' olarak anılmışlardır. Bunların torunları hala Balkanlarda 'Gagauzlar' olarak bilinirler lakin Slavlarla kaynaştıkları için fiziksel görünümleri Slaviktir ve Ortodoks Hristiyanlığı benimsemişlerdir.
Türkleri yenen Türkmenlerden bir bey Selçuklu İmparatorluğunu kurmuş, İmparatorluk bunları içermiş ama zaptedememiş, sonunda Bizans'ın başına sarıp Anadolu'ya transfer etmiştir. Bunların önemli kısmı yerleşik Anadolu Selçuklu yönetimiyle de çatışıp kırılmış, bir kısmı doğuya geri kaçıp sonradan Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin ahalisini oluşturmuştur. Anadolu ahalisini -Rumları- denetimine alan Türkmen beylikleri ise zaman içinde ahalinin din ve dilini değiştirterek asimile etmiştir. Lakin nüfus dengesizdir. Bunlar birkaç yüzbin tahmin edilirken Anadolu sekiz milyon kişidir. Biyolojik soy olarak Anadolu baskın gelmiştir, bugünkü fiziksel görüntümüzün sebebi budur.
Kültür olarak da Anadolu baskın gelmiştir, yerleşik hayat kazanmıştır. Kültürün temeli yerleşik hayattır. Türkmenlikte ise göçebelik idi. Göçebe olmayan bir Türk yahut Türkmen fikri saçmadır. Dil ise o devirler hiç önemsenmez. Nitekim Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu'nun resmi dilleri Farsça olup bu dili desteklemişlerdir. Bu arada, Anadolu Selçuklu adı da resmi tarihçilerin üfürmesidir, kendilerine verdikleri isim ''Devlet-i Rum'' idi. Kendilerine Rum demişlerdi zira dil ve din değiştiren Rumlar olduklarının şuurundaydılar. Yönetici tabaka Farsça, Halk Türkçe konuşuyordu ve/fakat halkın adını veren -bu toprakların tarihinden gelen biçimde- 'Rumilik' oldu.
Kısacası, ''damarlarımızdaki asil kan'' kadim Anadolu ahalisinin kanı olup resmi tarihin Orta Asya anlatısı baştan sona palavradır.
Tüm bu anlattıklarımdan çıkan sonuç nedir?
Türklük tanımında ve Türk tarih anlatısında ciddi bir sıkıntı vardır. Kürt sorunu, sadece Kürtlerin dilinin ve varlığının tanınmamasının ürünü olmayıp bu 'Türk sorunuyla' da bağlıdır ve dolayısıyla sorun sanıldığından daha derindir.
0 notes
Text
Yazılarımın bazı yerleri karışık oluyormuş. İmla hataları, yazım yanlışları ve cümle bozuklukları varmış. Cümleler de birbirine giriyormuş. Arkadaşlar ben dil bilgini değilim. Hiçbir hataya tahammül edemiyormuşsunuz da hayatınızın hiçbir yerinde bir hata yokmuş gibi birkaç ufak detaya takılıp yazdıklarımda verilmek istenen asıl mesajı anlamıyorsanız ve o yanlışlardan rahatsız oluyorsanız lütfen yukarıdaki takibi bırak bölümüne tıklayarak **** gidebilirsiniz. Sizi zorla tutan kimse yok. Hatta gitmeniz konusunda ısrarcıyım da. Ben size beşyüz kere kontrol edilmiş, hatalardan ayıklanmış, süslü bir metin vaad etmedim hiç. Bunun için kasıntı hareketlerde ve yazılarda da bulunmadım. Aklıma geldiğini geldiğini gibi, istediğim şekilde yazdım. Ben hatalarla dolu bir varlığım ve benim olan her şeye de kendimden veririm. Hatalarımla da mutluyum. Kendime, yaptığım yanlışlara hiç tahammülsüz olmadım. Kendi mutluluğunuz için sizin de böyle olmamanızı dilerim. Takılmanız gereken detaylar bunlar değil. Hayatta değiştirilmesi gereken çok fazla yanlış varken bırakıp eksik olan birkaç harf ve karışık olan birkaç kelime olsun.
Dipçe: Şu an konuştuğumuz dil olan ve Edebiyat bilginlerinin tabiriyle Türkiye Türkçesi Oğuzca'dan gelmektedir. Oğuzca da Kök Türkçe'nin kollarından biridir. Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır. Farsça ve Arapça'dan fazla miktarda etkileşerek evrilmiştir. Diller canlı varlıklardır ve birbirlerinden etkileşerek değişirler. Kullandığımız kelimelerin kaç tanesinin Türkçe köklü olduğuna dair hiçbir fikri olmayan Farsça kelimelerle konuşmasını süsleyen birkaç arkadaşımız "de-da'yı yanlış yazanlara tahammül edemiyorum" moduna girmişler. Türkçe de-dayı, soru eklerini, bağlaçları doğru yazmaktan ibaret bir dil değil. Hatta Türkçe'de soru ekleri birleşik yazılırken sonradan başka bir dilden alınan olumsuzluk ekiyle karışma olmasın diye ayrı yazılmaya başlandığını biliyor muydunuz?
Konuşma önemli. Onu geliştirip daha fazla kelime bilmek de çok önemli. Birkaç eki bitişik ya da ayrı yazmak ise değil. Bunlar anlam karmaşasını biraz olsun engellemek için oluşturulan detaylar. Konuşmanın içeriğine takılın. Moda olan detaylara değil. İlla detay istiyorsanız da gidip dilinizin tarihini, değişimlerini, gerçek özelliklerini öğrenin, biaz etimoloji okuyun da ufkunuz genişlesin. Dil iletişim aracıdır. Bunu birbirinizi anlamak için kullanın. İlla birilerini yargılayacaksanız bu yazım yanlışlarından dolayı olmasın, düşüncelerinden, tavırlarından dolayı olsun.
19 notes
·
View notes
Text
Türkleşen Doğu Azerbaycan Kürd Aşiretleri ile Azerilerin Köklerine Dair Notlar – Abdulkadir Kocadağ
Makaleyi uzun bir müddet evvel hazırlamış ve blogta yayınlamıştım. Akademik yazım kurallarına da riayet etmedim. Mamafih bu defa da sil baştan tekrar yazımı zaman açısından işime gelmedi. Ayrıca, bu konu zaten daha geniş kapsamlı bir araştırmanın parçası olacağından, mevcut makaleyi bir nevi draft mahiyetinde tekrar yayınlamakta bir mahzur görmedim. Umarım zamanı geldiğinde akademik yazım tarzını adapte ederek tekrar yayınlama fırsatım olacaktır. Pierre Oberling ile Minorsky Şaki aşiretine dair aldığım kaynaklar ve ilgili İngilizce orjinal pasajları da makalenin sonuna ekledim. Rusya’nın teşviki ve sağladığı yardımlarla , bölgede Persçe ile Kürdçenin muhtelif lehçelerini konuşan ve ana unsurları başta Moğol ve Kürd ileTaliş+Tat-Alan+Dağıstani yanında isimleri belirlenmeye muhtaç diğer İrani toplulukların karışımı bir halk, kendilerine Maveraünnehir / Transoxiana Türki/ Türkçesi ( Çağatay) tanıtılıp, Türk oldukları telkin edilerek Türkleştirildiler. Moğollarla birlikte, Çinli, Tungus, Tibet ve Mançurya / Çorç halkları mensuplarının da Helagü ordusunda mevcudiyetleri biliniyor. Elbette aralarında isimlerini bilmediğimiz muhtelif Sibirya halkları da olmalı. Bunun için Juwayni ve Qazvini ile son yüz yıl yazarlarından Strange’in incelenmesi iyi bir başlangıç olur. Türkleştirilen halkın elementleri arasında Türkleri sayamadım. Zira ilgili akademisyen-tarihçilerin Anadolu’dakine benzer biçimde Azerbayjan’ın da iliklerine kadar Türk kökenli oldukları tezi belge yoksunluğundan ötürü bir anlam taşımıyor. Yukarıda verilen kaynaklardan biliyoruz ki Azerbayjan Tebriz civarında yüzlerce Kürd köyü boşaltılmış ve yerine Moğollar yerleştirilmişti İlkhan Ghazan ve sonrasında. Hatta Mustawfi 1340-50 arasında aşağıda nüfusu da verilecek zamanın Kürd şehri Khoy’da Çinlilerin ikamet ettiğini yazacaktı. Zaten Juwayni’de Helagü’nün ordusunda bin aile Çinli bulunduğunu kaydetmiş. Bunlar mühendisler. Daha da önemlisi , Moğollar öncesi Selçuklular zamanı bölgeye Türk-Türkmen ya da meşhur Oğuz yerleştirildiğine dair belge ve belirti yok. Tam tersine, şahsına yakıştırılan ve ismini kendisinin bile duyduğu şüpheli olan ”Oğuz Türkmen” ibaresi esas alınarak Türklerin atası ilan edilen Alp Arslan ya da Alparslan 1064 de Kars yakınlarındaki Ermeni şehri Ani’yi fethettiğinde, durmadan yanlış yazan bu tarihçilerin iddia ettiklerine uygun Anadolu’nun kapılarını Türkmenlere açmak için orayı Türk yurdu haline getireceğine, şehri vassalı Kürd Şaddadi devletinin emiri Fadlun’a vermişti. Şimdi bu durumda Alp Arslan’ın Anadolunun kapılarını Türkmenler’e açmadığı anlaşılıyor, ama yerine Kürdlere mi açmış oluyor ? Ayrıca Alp Arslan zamanı bölgede Türkçe toponomi bulunduğuna dair de belgeli birçalışma var mı, bilemiyoruz.
Ama elbette fazla değil, eğer üç isim dahi olsa, ilgili akademisyen / tarihçiler kaleme alırlardı. Ayrıca 1071 Malazgirt sonrası oluk oluk aktıkları ve Anadolu’da kollarıyla mevcudiyetleri bulunduğu iddia edilen Türkmen-Oğuz aşiret isimlerine zamanın ve hemen sonrasının tarihini kaydeden müelliflerin eserlerinde de rastlanmıyor.Mesela dönem için en kapsamlı çalışmayı orjinal metinlerden derleyerek yapmış olan ve 1991 de kaybettiğimiz meşhur tarihçi / İslamolog Claude Cahen’in, İngilizce’ye ‘Pre-Ottoman Turkey’ , Türkçeye de ‘Osmanlılardan Önce Anadolu’ isimleriyle çevrilen ve her iki yayınını da okuduğum eserinde, Anadolu’da bir adet Türkmen aşiret ismi verebilme uğruna nasıl bocaladığını anlamak için akademisyen olmaya da gerek yok. Başka makalede işleyeceğim ama şunu söyleyebilirim, Claude Cahen’in verdiği aşiret isim (leri) de Türkçe’ye benzemiyor ! Ama Moğol istilasını müteakiben Anadolu ve İran’a yerleşen düzineyle Moğol aşiret ismi kaydedilmiş mevcut kaynaklarda. Bunlar da artık Türk sayıldıklarından olsa gerek, Türk ve de konuyla ilgili Batılı akademisyenler de sıra Anadolu, İran ve Irak’a yerleşen Moğollara ne olduğuna dair sorular ve çalışmalara geldiğinde bir sessizliğin hakim olduğu söylenebilir. O hususu da yazacağım. Azerbayjan’da zamanımızda görülen Türkçe toponominin, genel olarak İlkhan devletinin dağılmasından çok sonraları ağır ağır yerleşmeye başladığını söylemek mümkün. Şimdilik bu konuyu da geçiyoruz. Bu arada yukarıda ismi geçen Şaddadi ile onunla çağdaş olan Rawadi ile Marwani gibi Kürd devletleri kimdir, nedir için ilk başta nette mevcut olan Minorsky’nin ‘Studies in Caucasian History’ eserine bakılabilir. Makalemiz iki bölümden oluşuyor ve uzun değil. İlkinde ‘Doğu Azerbayjan’da Kürd Aşiretleri�� yazısından tercüme kısım mevcut. İkincisi ise Vladimir Minorsky’nin de kaleme aldığı Kürd ‘Shakaki’ aşireti maddesi. Onunda ilgili tercümesi var ve orjinal İngilizce makale de sonda mevcut. Diğer kaynakları makalenin kısa olması hasebiyle, daha anlaşılır kılmak maksadıyla satır aralarına yukarıda olduğu gibi, serpiştirdim. İngilizce bilen okuyucuları, İngilizce orjinallerine göz atmalarını canı gönülden tavsiye ediyorum. İlk bölümde Doğu Azerbayjan Kürd aşiretlerinden tesbit edilebilenleri alıntılayarak başlayalım : ”Qarajadağ da( yazara göre o zaman Arasbaran) , Aras nehri ile Sabalandağ silsilesi arasında ki bölgede altı Türkçe konuşan Şii Kürd aşireti yaşar.
İsimleri : Çalabianlu, Mohammad Kanlu, Hosyanaklu, Haji Alilu , Hasan Beglu, Qaraçorlu…”Burada hemen bir araya gireyim; dikkat edilirse her aşiret isminin sonunda bir Türkçe+lu soneki var. Bu da Kürdleri yok sayan Türk tarihçi klasiğinin, sanırım Azeri versiyonu olsa gerek. Yani Kürd aşiretlerini Türkçe +lu sonekiyle Türk göstermek.Okurken bu +lu soneklerinin atılmasında fayda var, o zaman daha ilgi çekici olabilir anlam tesbiti ve kıyaslama açısından. Alıntılara devam edelim: ”Kalkal’da ise Qezel Üzen ( Kızıl Üzen- Owzan) arasındaki bölgede yedi Türkçe konuşan Şii Kürd aşireti mevcut. isimleri de Delikanlu, Kolukjanlu (meşhur Şekkak aşiretinin bir kolu), Ahmadlu, Şatranlu ( Şekkak aşiretinin bir kolu) ,Şadlu, Rasvand ve Mamanlu. Ve Miyana’nın kuzey-doğu ile kuzey-batısında ki geniş alanlarda yaşayan Şekkak (Shakak) aşireti. ”Bu son paragrafı incelememiz gerekiyor. Her zaman olduğu gibi, isimler +lu son ekiyle bitiyor. Şimdi anlaşılıyor ki Türkçe’de kullanılan ”delikanlı” kelimesi de Kürdçe olabilir,üzerine çalışmak gerekiyor. Şadlu ise bildiğimiz meşhur Kürd Şadi/ Şadiyan. Bu aşiretin Canbeglerle aynı kökten geldiğine dair belirtiler mevcut. Bölgede Alevilikten Şiiliğe döndükleri de anlaşılıyor. Rasvand ismi dikkat çekici. Nedense bu isme +lu soneki verilmesi ihmal edilmiş. Yazar Pierre Oberling , bu aşiretin Süleymaniye tarafında da kolu olduğunu belirtiyor. Mamafih farklı da olabilir belki. Her şeyden evvel bölgede Rasvan /Rışvan, kısaltılmış deyimiyle Reşiler zaten mevcutlardı. Mesela E.B. Soane’nin , 1914 te yayınladığı ‘Grammar of the Kurmanji Language” kitabında yer alan bazı tekstlerde Reşi Kürdler ile bunların Tebrizmal pazarına sürü götürmelerinden bahsediliyor.Bu zamanla kurulan kendilerine düşman devletlerin Kürdlerin kendi topraklarında doğal ve hakları olan gezme, yerleşme özgürlüklerini nasıl sona erdirdiğini de, hep bu devletlerin kurallarıyla yaşayanlar bu tekstleri okuyarak şimdi daha iyi farkedebilirler. Velhasılı daha bir asır evvel Van daki Kürd, malını Tebrize götürebiliyor, Tebrizdeki, Diyarbakıra getirebiliyordu. Buradaki Rasvand bir transkripsiyon hatası da olabilir mi ? Mesela kelimenin sonundaki+d konsonantı, esasen +id soneki olabilir. Malüm, Arapça ve Persçe metinlerde herekelerin müelliflerce kullanılmaması, kelimeler’de mevcut bazı seslilerin detranskripsiyonlarda yer almasını engelliyor. Bu defa da anlamı bulmak için tekstin kontekstini kavramak önem kazanıyor. Fakat bupratik, özel isimlerde tam sökmeyebiliyor. Zira emin olabiliriz ki Kürdçe kelimeler tarihi tekstlerde genel olarak Arapça ve Persçe lisanlarını kullananlarca kaydedilmiş ve genelde de yazanlar için yabancı bulunan kelimeler. Dolayısıyla, eğer Rasvand gerçekten de +d konsonantını bulunduran bir isimse, Kürdçeye yabancı yazman +idsonekinden haberdar olmayabilecek ve dahası bir de Raşvan isimli Kürd aşiretini bilmiyorsa, zaten kelimenin transkripsiyonuna dair kafasında bir soru işareti belirmeyecektir. Bu durumda eğer isim iddia ettiğim gibi Rasvanid ise, o zaman bu Raşvanlar anlamına geliyordur. Mamafih yine de orjinal MS’i görmek gerekiyor, bu durumda yazarın ismi doğru naklettiğini kabul edeceğiz. Ayrıca bu tür bir kelime Sorani Kürdçesinde mevcut olabilir. İncelediğimiz paragrafın sona kalan ismi Şekkak ( Shakak) idi. Yazarımız bu dev aşiretin de Kürd olduğu ve Türkleştiğini naklediyor.
Buradan itibaren, Minorsky’nin Eİ de ”Encyclopaedia of Islam Online (English) – Brill”yayınlanan, ”Shaḳāḳī , or shiḳāghi, a tribe of Kurdish origin centred on Ādharbaydjān (Shakaki-Şakaki, veya Shikaghi-Şikaği’ , Azerbayjan merkezli Kürd kökenli bir aşiret )” ,başlıklı madde/makalesinde not alınması gerekli ve Kürd tarihi için dikkat çekici ve bu halk için bir felaket olagelen Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu bilgisi can acıtıcı rakamlarla desteklenerek veriliyor.
1800 başlarında 8,000 aile Rus bölgesinde tespit edilmiş. Dikkat edilsin, kişi değil, aile deniyor. Bunu en azından 40,000 kişi düşünebiliriz. Dupre isimli yazar 25,000 aile den söz ediyormuş ve bunlar o zaman hala Kürdçe konuşuyorlarmış. Yani nereden bakılsa zamanında 125,000 kişiden bahsediliyor. 1814de J.Morier, 50,000 kişilik bir Shakaki aşiret yoğunlaşmasını Tabrīz-Zandjān yolu arası Hashtarūd, Garmarūd ve Miyāna bölgeleri ve aynı zamanda da Ardabīl’de tespit etmiş. Kajar prens Abbas Mirza, oluşturduğu askeri birlikleri Avrupalı usullerle talim eden subaylarını da bu Kürd aşiretinden seçiyormuş. J. Morier’e göre buradaki Shakaki Kürdleri artık Türkçe konuşuyorlarmış. Bu rakamlar iki asır evveline ait.
Yazar Shirwani ise Shakaki aşiretine mensup ve Ardabil’den gelen yol boyunca,Tabriz-Sarab bölgesinde yaylak-kışlak tam 60.000 ”aile” not etmiş. Ve naklettiğine göre bunların tamamı Kürd ama Türkçe konuşuyorlarmış. Yani 300-500,000 civarında bir Türkleşmiş Kürd nüfustan bahsediyoruz sadece bu alanda, bir asırdan da uzun bir zaman kesitinde…Hepsi de Şaki aşiretinden. Dahası ”Kızılbaşlığı” meydana getiren ana kesimlerden biriymiş. Minorsky buradan hareketle bu dev Kürd aşiretinin bu büyük kolunun Şii olduğunu naklediyor.
Bir de 20. yüz yıl başlarından itibaren Kajar hükümeti bu aşiretten dört alay teşkil etmiş.Daha sonra Minorsky şöyle yazıyor: ” Kürd Shakak ile Shakkaki arasındaki bağlantıları pek bilemiyoruz ama bütün veriler Shakakinin, aynen Ganja Kürdleri gibi, Türkleşmiş bir Kürd aşireti olduğuna işaret ediyor. Urmiye Gölü’nün doğusunda ki toponomi de, Shakaki ‘nin izlerinin bir parçasını görüyoruz , Suldüz bölgesinde Kışlak Shakaki köyü (the village of Kishlak Shikaki at Suldüz).
”Evet bu arada Minorsky bize sadece Shakaki değil, bir de Ganjanın tüm Kürdlerinin Türkleştiğini bildiriyor. Şimdi artık ne Shakaki’den , ne de Ganja’nın Kürdlerinden eser kalmamış olmalı. Urmiye ise , diğer bölgeler gibi 750 sene evvel Moğol yerleşimine açılmıştı bile. Zira Minorsky’nin naklettiği bölge olan Suldüz ismi, Helagü’nün ordusunda bulunan Moğolaşireti Suldus’un ta kendisidir. Ismin +z ile bitmesi, Moğolca +s harf ve söylenişinin Türkçe’de +z olmasıyla alakalıdır. Son İlkhan Busaid ( Abu Said yazılıyor ) zamanı kudretli Emir Çoban Noyan’ın da mensup bulunduğu aşirettir. Aynı zamanda Çoban Noyan’ın oğlu ve meşhur Moğol Anadolu beylerbeyi Timurtaş Noyan, İlkhan’a isyan etmiş, Anadolu beyliklerine kan kusturmuş ve kendisini Mehdi ilan edip, ayrı bir devlet kurma hazırlıklarına girişmişti. Bunlar için Howorth , Cambridge History of İran VolumeV , Qazvini Mustawfi, Eflaki ile Türkçe’ye çevrilenlerden Bertold Spüler’in ‘ İran Moğolları’ eserine bakılabilir. Minorsky’nin makalesinin sonunda, çok önemli bir tesbit var. Azeri Türkleri olarak tanıtılmış ve öyle olduklarına ikna edilmiş toplulukların aslında Türk olmadıklarına dair ayırt edici faktörleri gözler önüne seriyor. Bahsi geçen dönemlerde Azerbayjan nüfusunun çoğunlukla kırsal alanda yaşadıklarını naklediyor ve bu arada belli başlı şehirlerin nüfuslarını da öğreniyoruz. Tebriz (280,000), Ardabil ( 63,000), Khoy ( 49,000), Maragha ( 35,000).Bu şehirlerin toplam nüfusları, bir tek Kürd Şaki ( Shahaki) aşiretinin Türkleşen fertlerinin toplamından az, açıkça. Okuyucu hemen yukarıda verilen Kürd aşiret nüfuslarına bakarak kıyaslayabilir.
Devamla Minorsky şunları naklediyor :”Yarı göçebeler Müghan steplerine ( Türk Shahsewanı ) , Güney Urmiye ile Türk sınırı boyunca uzanan Kürd bölgelerinde yaşıyorlar. Nüfusun ezici çoğunluğu lokal diyalekt olan Azerbayjan ( Adharbaydjan) Türkçesi konuşuyor. Bu Azerbayjan Türkçesi konuşanların karakteristik özellikleri arasındaki ”Pers konuşma tarzı, şive ve ses tonlarını yükseltme, alçaltma halleri” ile konuştukları Azerbayjan Türkçesinde ”ses uyumuna hiç te aldırış etmeyip, uymamaları”, Türkleştirilmiş nüfusun Türk olmayan kökenlerini yansıtıyor.”
Yani kısaca, Azerilerin Türk soyundan olmadıklarını yazıyor. Anadolu’dan bir Yürük, ya da diyelim Türkmenistan’dan bir Turkmen Azerilerle karşılaştıklarında ,onların konuşma tarzları, hareket ile jest ve mimikleri, kelimelerdeki ses değişimlerine baktıklarında muhtemelen Yürük ”bunlar Kürt ”, Türkmen ise ‘’Fars/Tat’’, diyecektir. Bu arada Şakaki ( Shakaki) aşiretinin 1900 başlarında Anadolu da bulunan kolu Şaki/Shaki aşiretine dair kısa da olsa, bilgi edinebiliyoruz. Bunun için de Mark Sykes’ın1908 de ‘The Journal of the Royal Anthropological Institute of Great Britain and IrelandVol. 38 (Jul. – Dec., 1908), pp. 451-486’ de yayınlanan ‘The Kurdish Tribes of theOttoman Empire’ isimli uzunca makalesine bakılabilir. Şaki kelimesine de dikkat çekeyim. Türk etimologlara, mesela bir tanesi olan Nişanyan’a göre (
(http://www.nisanyansozluk.com/?k=%C5%9Faki) şaki kelimesi Arapça ”mutsuz, bedbaht, talihsiz” anlamlarına geliyormuş !Sanki o saydığı anlamlar Türkçe’de bulunmuyordu da, ekstradan bir de ihtiyaç olmuş ve kelimeyi Osmanlıcaya dahil etmişler gibi. Ve ”haydut anlamı Türkçeye özgüdür” diyor. Yani şimdi birileri mutsuzluklarından kendilerini haydutluğa vermiş mi oluyorlar? Yaşı altmış ve yukarı olanlar iyi hatırlayacaklardır. 12 Mart döneminde hem radyodananonsları, hem de duvarlara yapıştırılan kağıtlar ile gazete başlıklarında yer alan ”kır ve şehir eşkiyası, şakisi” tabiri kullanılırdı devrimci gençler için. İşte o Şaki, adı geçen dev Kürd aşiretinin ismi Şaki/ Şakaki. Şaki/ Shahaki isminin anlamını da yazıyor Minorsky verdiğim kaynakta : ”According toYūsuf
Ḍiyāal-Dīn, the word shiḳāḳī means in Kurdish a beast which has a particular disease of the foot.”Yusuf Diya al-Din’e göre Şakak/Şikak Kürdçe’de ” ayakla ilgili bir hastalığı olan iri bir hayvan ( ya da hayvanca davranan kaba kimse)” anlamlarına geliyor. Bu arada bir noktayı da belirtmem gerekiyor. Osmanlı kaynaklarında kelime Şak haliyle zaten mevcut, yani tespitimiz doğru doğru görüyor. Gerçekten de kelimenin gövdesi Şak, zaten belli oluyor. Şak+i olunca Şak ismiyle alakalı olana söyleniyor, Şakak ta ise +ak küçültme soneki, muhtelif anlamlar verebilir, tek bir Şak olan gibi. Evet, anlaşılan an itibariyle kendilerini Azeri Türkü ilan edenlerin en az yarısı, sadece ve sadece Kürd Şaki aşiretinden meydana geliyor. Azerbayjan’ın şimdiki hali, eski millet Kürdler için bir yok oluşu gözler önüne seriyor. İngilizce orjinal pasaj ve kaynaklar aşağıda , -Kurdish Tribes, Kurdish Tribes in Persia / Eastern Azerbaijan Pierre Oberling,June 16, 2004Originally Published: July 20, 2004
http://www.iranicaonline.org/articles/kurdish-tribes,
Eastern Azerbaijan. In Qarājadā
ḡ(today Arasbārān), that is, the region between the Aras river and the Sabalān mountain range, there are six Shi ‘ite, Turki-speaking tribesof Kurdish origin: Čalabiānlu (q.v.), Mohammad Ḵānlu, Ḥosaynāklu, Ḥājiʿ Alilu (q.v.)mountains and the Qezel Uzen (owzan) river, there are seven Shiʿite, Turki-speakingtribes of Kurdish origin: Delikānlu, Kolukjānlu (an offshoot of the Šekkāk), Šaṭrānlu (alsoan offshoot of the Šekkāk), Aḥmadlu, Šādlu, Rašvand, and Māmānlu. Finally, there areShiʿite, Turki-speaking Šekkāk occupying vast areas northeast and northwest ofMiyāna. (See Afšār-Sistāni, pp. 109-25; Oberling, 1964; idem, 1961, pp. 52-57, 80.).-
Shakaki by Minorsky, Eİ Encyclopaedia of Islam Online (English) – Brill :
”shaḳāḳī ,orshi ḳāghi, a tribe of Kurdish origin centred on Ādharbaydjān. According toYūsuf Ḍiyāʾal-Dīn, the word shiḳāḳ ī means in Kurdish a beast which has a particulardisease of the foot. According to Sharaf al-Dīn Bidlīsī’s Sharaf-nāma (i, 148), the Shaḳāḳī were one of the four warrior tribes (ʿashīrat ) in the nāḥiya of Finik of theprincipality of the Djazīra. According to the Ottoman sāl-nāme s, there were Kurdish Shaḳāḳī in the nāḥiye of Sheykhlerin theḳ aḍāʾof Killīs in the wilāyet of Aleppo (cf.Spiegel, Eran. Altertumskunde , i, 744). The nāḥiya Shaḳāḳ of theḎjihān-numā(between Mukus and Djulāmerg) is certainly only a mis-reading for Shatāk. As a resultof certain movements, probably in the time of the Turkmen confederation of the aḳḲoyunlu [q.v.], we find the Shaḳāḳī leading a nomadic life on the Mughān river on thefrontier of Transcaucasia [see shāhsewan ]. At the beginning of the 19th century, therewere 8,000 families on Russian territory. Dupré speaks of 25,000 hearths of Shaḳāḳīamong the tribes speaking Kurdish. About 1814, J. Morier numbered them at 50,000grouped along the Tabrīz-Zand jān road in the districts of Has htarūd, Garmarūd andMiyāna as well as at Ardabīl. Thekādjār prince ‘Abbās Mīrzā drew from this tribe themain cadres of his infantry drilled in European fashion. According to Morier, the Shaḳāḳīspoke Turkish.
Shīrwānī puts the summer and winter quarters of the 60,000 families of Shaḳāḳī in theregion of Tabrīz-Sarāb (on the road from Ardabīl) and adds that it is a Kurdish tribewhose language is Turkish, which forms part of the
Ḳizil-bash ( mintawābī -i Ḳizil-bash),which evidently means that the tribe is Shī ī, as is also suggested by its association with the Shāhsewan. The importance of the tribe may be judged from the fact that, at the beginning of the 20th century, the
Ḳādjār government recruited four regiments from the Shaḳāḳī; wedo not know the connections that may exist between the Shaḳāḳī and the Kurdish Shakāk, but all indications point to their being a Turkicised Kurdish tribe (like the Kurdsof Gand ja). In the toponymy of the region south of Lake Urmiya [see sāwdj-bulāḳ], wefind traces of the passage of the Shaḳāḳī (the village of Ḳishlaḳ Shiḳāḳi at Suldūz).
https://pen6.info/turklesen-dogu-azerbaycan-kurd-asiretleri-ile-azerilerin-koklerine-dair-notlar-abdulkadir-kocadag/
0 notes
Text
BİLGE KAĞAN YAZITI GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
1. yüz. (Doğu yüzü)
1- Teñri teg Teñri yaratmış Türk Bilge Kağan; Sözüm: Babam Türk Bilge ..nda al..tı Sir, Tokuz Oğuz, İyi Ediz otağlı beğleri, bodunu .. Türk Teñri ..
2- üstüne kağan oturdum. Oturduğumda ölürcesine sıkılan Türk beğleri, bodunu, silkinip, sevinip, yere bakan gözü yukarı baktı. Bu çağda kendim oturup bunca ağır töreyi dört yandaki ………. etdim. Üstte Kök Teñri, altta yağız yer kılındığında ikisi arasında kişi oğlu kılınmış...
#BilgeKağan #BilgeKağanYazıtı #Göktürk
Devamını okumak için:
https://turkcetarih.com/tarihte-turkler/turk-dili-turkce/bilge-kagan-yaziti-gunumuz-turkcesi/
0 notes
Text
“Ağır ve ciddiydi konuşmamız Ama, düşüncelerimiz kurumuş ve felce uğramıştı Solmuş ve güvenilmezdi anılarımız Çünkü bilmiyorduk aylardan Ekim olduğunu Ve dikkat etmemiştik hangi gecesidir yılın (Ah, gecelerden bir gece o yıl) Bakmamıştık karanlık Auber Gölü’ne (Oysa vaktiyle orda dolaşmıştık) Anımsamamıştık küflü kıyısını Auber Gölü’nün Ne de Weir Ormanlığı’nı, perilerin uğrağı
Ve şimdi ilerlerken gece Ve yıldızlar sabahı gösterirken Yıldızlar sabahı gösterirken Yolumuzun sonunda bulutsu Ve ıslak bir ışık doğdu. Çifte boynuzuyla bir hilâl mucizevi Çıktı bundan Çifte boynuzuyla seçilen Astarte’nin mücevherli hilâli”
edgar allan poe (türkçesi: oğuz cebeci)
1 note
·
View note
Text
Unutulan Türkler 2: Horasan Türkleri
Horasan adı Eski Farsçada hur (güneş) ve âsân (âyân “gelen, doğan”) kelimelerinden oluşarak “güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamlarına gelmektedir (Çetin, 1998). Bu adın Sasaniler döneminde ortaya çıkıp yaygınlaştığı görüşü hâkimdir. Horasan tarihte, İran’ın kuzeydoğusunda bulunan çok geniş bir coğrafî bölgenin adıydı. Günümüzde bu coğrafî bölge üç parçaya ayrılarak Merv, Nesa ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısımlarda da İran sınırları içinde bulunmaktadır (Çetin, 1998).

Horasan coğrafyası göç ve istila yolları üzerinde bulunduğu için tarih boyunca çeşitli kavimlerin ve etnik grupların yaşadığı bir bölge olmuştur. İran ve Orta Asya arasında sınır bölgesi olmasından dolayı tarihte Büyük Roma, Asur, Med, Pers devletlerinin istilasına uğramış; Sasani, Bizans, Arap ve Türk hâkimiyeti altına girmiştir. Horasan bölgesi, İran ve Anadolu vb. ülkelerin fethi için önemli bir nokta olmuştur. Örneğin Gazneliler, Samanoğulları’nı yenmek için öncelikle Horasan’ı ele geçirdiler. Selçuklular da Gaznelilerden ilk önce Horasan’ı alıp daha sonra Anadolu’ya yöneldiler (Rahimi, 2013). İran coğrafyası ile Türklerin teması İskit dönemine dayandırılmaktadır. İran’a yapılan yoğun Türk göçleri Azerbaycan ve Horasan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Horasan bölgesine yapılan Türk göçleri şu şekildedir (Rahimi, 2013):
War-Gunlar (Uar-Hunlar) – miladi 350 dolaylarında
Hiyonitler – miladi IV. yy
Ephtalitler (Akhunlar) – V-VI. yy
Halaçlar – VI. yy ve sonrası
Göktürkler – 550 yılı sonrası
Karluklar – VIII. yy ve özellikle Gazneliler döneminde
Oğuzlar – 1040 Dandanakan Savaşı ile birlikte.
X.yüzyılın sonlarına doğru Horasan bölgesi, Gaznelilerin hâkimiyetine girdi. Selçukluların, Ceyhun’u aşarak burayı ele geçirmesine kadar onların hâkimiyetinde kaldı. Dandanakan Savaşı ile Horasan bölgesine yoğun bir Türk göçü başladı ve burası tamamıyla bir Selçuklu toprağı hâline geldi. Günümüzde İran Horasan bölgesinde yaşayan Türkler de bu Oğuz Selçuklularının torunları olduğu düşünülmektedir.
Horasan Türkleri, İran’ın kuzeydoğusunda yoğun olarak bugünkü Kuzey Horasan ve Razavî Horasan eyaletlerinde yaşamaktadırlar. Bu şehirlerde yaşayan Türk nüfusu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Gerhard Doerfer 1977 yılında yaptığında çalışmasına göre 400.000 kişi olduğunu belirtmiştir. Cevat Heyat ise İran Horasan bölgesindeki üç milyon nüfusun toplam bir milyon ve daha fazlasının Türk olduğunu ifade etmiştir. Sultan Tulu ise Horasan Türkçesini 1,5 milyon insan tarafından konuşulduğunu söylemektedir. Gayriresmî kaynaklara göre Horasan bölgesinde yaşayan Türklerin nüfusunun 1,5 milyon üzerinde olduğunu belirtirler (Rahimi, 2013)
Bugüne kadar Horasan Türkçesi, bilim insanları tarafından incelenmiş olsa da dil özellikleri hakkında yeteri kadar bilgi elimizde yoktur. Horasan Türklerini ve onların dil ve kültürlerini bilim dünyasına ilk kez Ivanov (1926) tarafından tanıtılmıştır. Horasan Türkçesini ilk kez ayrıntılı olarak Gerhard Doerfer (1977) incelemiştir. Gerhard, Horasan Türkçesinin önemini şu şekilde açıklar (Rahimi, 2013):
Dil coğrafyası bakımından ufkumuzu birçok yönde, örneğin Özbek ağızlarıyla bağlantılı olarak genişler.
Oğuz lehçelerinin çerçevesi kesinlikle genişleyecektir. Eskiden Batı, Orta ve Güney Oğuzca olarak bilinen üç Oğuz grubu bugün Batı, Orta, Güney, Doğu ve Kuzey Oğuzca olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca çok eski Harezm ve Çağatay Türkçeleri materyalleri Horasan Türkçesinin incelenmesi hâlinde daha iyi açıklanabilir.
Eski Osmanlı Türk edebiyatında görülen “olga – bolga” dilinin sırrı Horasan Türkçesinin yardımıyla çözülebilir.
Horasan Türkçesinin incelenmesiyle karşımıza eski ve sönmüş bir edebiyatın dolayısıyla bir kültürün izleri çıkacaktır.
Horasan Türkçesi, İran’ın Horasan bölgesinde oturan Oğuz Türkleri tarafından konuşulan ve Oğuzcanın kendine özgü özelliklerini taşıyan bir koludur. Horasan dışında, Türkmenistan’ın kuzeyinde dar bir bölgede de konuşulmaktadır (Korkmaz, 2013). Horasan halkı, Azerbaycan ve Türkmen Türkçesinden ayırmak için kendi lehçelerine “Türkî” adını vermişlerdir (Korkmaz, 2013).
Unesco tarafından hazırlanan dil atlasında Horasan Türkçesi ölü derecede olan dil kategorisine girmektedir. Etnik yapıdaki karışıklıklardan dolayı Horasan bölgesinde farklı diller konuşulmaktadır. İran’daki resmi dilin Farsça olması, toplumsal, ekonomik ve kültürel getirileri olduğu için Horasan Türkçesinin kullanımı giderek azalmaktadır. Bunun yanı sıra Türk dilinde eğitim olmaması, Türkçe basın-yayın hayatının çok az düzeyde olması ve bazı Türk ailelerinin Farsçayı ana dili olarak kabul etmesi Türklerin asimile olmasına sayılarının azalmasına sebep olmaktadır.
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan bir olgu olmasının yanı sıra sosyal ve millî bir varlıktır. Bir milleti ayakta tutan, bireyleri birbirine bağlayan geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olan dilin oynadığı rol çok büyüktür. Dil, bir milletin tarihini, kültürünü, dünya görüşünü, maddi ve manevi değerlerinin bütününü kendi içerisinde saklar. Bir dilin ölmesi o dili konuşan milletin ölmesi demektir.
Son yıllarda İran’da Horasan Türkleri ile ilgili yeni kitapların basılması, birçok yeni ağ sayfasının açılması ve aydın kesiminde millî şuurun yükselmesi ölü derece olan Horasan Türkçesinin en azından ölümünü geciktirmektedir ve asimilasyonunu azaltmıştır.
Kaynakça
Çetin, O. (1998). Horasan. Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (s. 234-241).
Korkmaz, Z. (2013). Türkiye Türkçesinin Temeli Oğuz Türkçesinin Gelişimi. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Rahimi, M. (2013). Dil Hayâtiyeti Bağlamında Horasan Türklerinin Bugünkü Durumu . Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 131-141.
Bunu seninle paylaşmak isterim. İşte bu uygulamayı PlayStoredan indirebilirsinizhttps://play.google.com/store/apps/details?id=com.enverk.UluTurkTarihi
#türk #islam #turan #vatan #devlet #bayrak #millet #tarih #türktarihi #islamtarihi
0 notes
Photo
Sümerler ve bazı devletlerin Türk olduğu saklanarak Türklerin 1071 Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya geldiği ve istilacı olduğunu, hiçbir kültürü olmayan barbarlar olduğunu insanların kafalarına empoze etmeye çalışmışlar,tarihin başlangıcı olan Türk kültürünü bilerek yok saymaya çalışmışlardır.
Atatürk bu tip dezenformasyonları engellemek için Tarih kitaplarına Sümer Türklerini koydurmuş fakat ölümünden sonra inönü ve Menderes gibi devlet adamları Sümerleri sadece mezopotomyada kurulan başka bir medeniyetmiş gibi tarih kitaplarında yerini aldırmışlardır. Ziya Gökalp Türk Felsefesi adlı eseri oluşturmaya çalışırken buna dikkat çekmiş fakat ömrü yetmemiştir. Yine Türkçülüğün Fikir adamı, Ruh Adamı, Dava Adamı Hüseyin Nihal Atsız da Sümerlerin Tarih kitaplarından çıkarılmasına karşı gelmiş ve inönü ile ters düşmüştür. Daha eskiye gidersek Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lugat-ı Türk’te Türkçe’nin Arapça’dan üstün olduğunu belirtirken Sümer Türkçesinden faydalanmıştır ve Arapçanın Türkçeden ibaret olduğunu savunmuştur.
Sümerlerde 8 yıldız inancı olması Türklüğünün diğer bir kanıtıdır. 8 yıldız ( Göktanrı, Oğuz kağan, ve 6 oğlunu simgeler) 8 yıldız inancı sadece Sümerlerde değil Hititlerde, Asurlarda, Akadlarda ve Maya ve Aztek uygarlıklarında da görülmektedir. Ayrıca hükümdarın Tanrı tarafından tahta çıkarılması inancı (kut anlayışı) Sümerlerde de olması bir tesadüf değildir. Sümerlerle Türklerin bir benzerliği de Edebiyat alanındadır. Sümerlerin Gılgamış Destanı ile Dede Korkut destanları birbirine benzemektedirler. iki destanda 12 parçadan meydana gelmekte, kahramanların başına ne gelirde uykudan gelmesi, Sümerlerde Guti kralı inkuşi ile Dede Korkut’taki Enkuş’un isim benzerliği bir tesadüf değildir. Zaten Orhun abidelerindeki Edebi Dil Türk Dilinin çok eskiye dayandığını göstermektedir. Sümer Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki benzerlikler: Gadun ———— Hatun Assinu ———– Asena Gig-Anu ———- Göktanrı (Gök ana) Tammuzi ——— Temmuz Domuzi ———- Domız Ginç ——— Genç Auşk ——– — Aşk Tar- kus-u ——– Talih kuşu Ungar ———- Uygar Altun ———– Altın Anu ———- Ana Tengiz———- Deniz Gozam-Ozam —— Ozan En-gur-ra ——— Ankara Tamga ——— Damga Me-en ———- Men-Ben Agıl ———– Akıl Bar ———– Var Er-Eş ———— Erkek-Kadın Rakibu ——- Rakip Aga ————— Ağa Balag-ba ——– Balaban Kes-da ———— Kesmek Bira ————- Bira Tagga ———— Takke Ge —————– Gel ilig ———- ilik Et —————– Et Mum ————- Mum Huma-kus-a ———– huma Kuşu Sin ————- Sin(e) Karra ———— Kara Batu ———– Batı Sar ———— Sar(ı) Heak———- Hak Mesu ———- Meşe Engin ———– Engin L-elvan-ı ————- Elvan Nun ———— Un Apa ———— Apa(ağabey) Ambar———– Ambar Gaazi ————- Gazi Gid-de ———— Git-gide Amelu ———— Amele Zindan ————- Zindan isum ———— Işık iş-ti ———— işitmek Uri ———— Arı Kaskadu ———– Kaskatı Arpu ———– Arpa U-ru ——— Uyruk U-ku ——— Uyku Murad ——– Murat Nusa ——– Neşe Yukarıda görüldüğü gibi 6000 sene geçmesine rağmen bir çok Sümer Türkçesi günümüze kadar çok az değişiklikle ulaşmıştır. Bazı kelimeler kesinlikle Arapça olmayıp Sümer Türkçesinden Arapça’ya geçmiştir.
* Yazı : İrfan Turan Acar
1 note
·
View note