#O yüzden kafama göre yaptım
Explore tagged Tumblr posts
Text
Büyük Ada.
#3 boyut kuralında öğretmedikleri bir şey var: Kompozisyon oluşturmak.#O yüzden kafama göre yaptım#i̇stanbul#Büyük Ada#sea#flowers#water#nature#türkiye#Tag koyalım yabancılar beğenince sevinirim#i̇st
7 notes
·
View notes
Text
Bi müzik listesi yapıyorum, sevdiğiniz şarkıları ekleyin sizde.
Hâlâ aynı bankta - Rope
Küfür mü iltifat mı - Canozan
deniyorum, ama - Mavi
Bıçakları sırtımda hayatın - Doruk Erester
Dibe iniyorum - Rei 6
Boşver be - Skapova
Ben senden vazgeçtim - Skapova
Ben hâlâ vazgeçmedim - Skapova
Son Arzum - Skapova
Loş, karanlık, hoş bi' şarkı - Hemsaye
Kötüsünü kendime yaptım - kendimden Hallice
Yaratılışın ikinci günü - Hemsaye, çağan Şengül
Bilemedim yorulduğunu - Alp Can zeybek
Küçüğüm - çağan Şengül
Sarılınca geçmiyor - Kaldı 8
Boş çekmeceler - Ahmet Hatipoğlu
Menerit - Kanove
Mumdan kayık - Beycan dağcı
Bu yüzden - Güncel Gürsel Artıktay
Benim Olmayanım - yıldızlardan Düştük
Sakince Yoruldum - Kendimden Hallice
Kanıyorduk - Redd
Binalar Dar - Can Koç
Fafnir - Kanove
Fafnir 2 - Kanove
Kalp Atışları Ve Çelenk - Şiir
Gökyüzünü Tutamam - Can Koç
ama hâlâ - Mavi
Zift - Revios
Tırnak İzleri - Revios
Protez - Revios
Antagonist - Revios
Sarılsana Bana - Vesaire
Şehir - Vesaire
Alışırım Gözlerimi Kapamaya - Manga
1826 Gün - Rota
Vahlar Ağacı - Rekkostal
Seneca'nın Mezarına Yolculuk - Kanove
Üvey - Revios
Kaplumbağa - karambol
Sarhoş Rüyalar Ve Taksimetre - Şiir
Şair Baktığında Dolunaya - Kanove
Konsomatrisin Ninnisi - Şiir
Ay Işığı Ve Bektaşi Üzümleri - Kanove
Dijital Yalnızlık Ve Mavi Saçların - Şiir
Aşk Bir Mezar Kuşu - Kanove
Gidenler Anısına On Yıllık Saygı Duruşu - Revios
Toz - jakuzi
Gökdeniz Abi - şiir
Babam Ve Kırık Oyuncaklar - Kayra
Kendine Rağmen - Jakuzi
İpucumu Buldum - Rinxlaya
Gökyüzüne Bak - Morphia
Duyar Mısın - Morphia
Saklandım - Morphia
Sana Göre Bir Şey Yok - Jakuzi
Sen Bilirsin - Elyas & Taha
İncinmesin Kanatların - Elyas & Taha
Ölü İhtimal - Baturalp
Anla Artık Çocuk - Yıldızlardan Düştük
Sadece - kerem
Unuttum - İmpala
Hatıralar. - İnsanlar gerçek olsa
Seninle Manyak Güzel Olabilirdik - Bazen Uçmak İsterim
Bir Adam - Suzan Hacigarip
Özledim işte - karamel Makiyato
Rol - Lia Shine
Bizden Olsun İsterdim - Boramess
İz - Femrez
Yarın Bugün Gibiyse? - Boramess
Sanki Hevesim Hiç Kırılmamış Gibi - Berkay Altunyay
Dönemedim O Gün Evime - Boramess
Sarhoşum - yedinci Ev
İyi Uykular Peder - Rota
Ah Aman Aman - Kirli
Nereye Kadar - yedinci Ev
Gezegen - yedinci Ev
Zaman Yok - Son Feci Bisiklet
Eksik - Batu Akdeniz
Hiç İyi Değilim - Dolu Kadehi Ters Tut
Sanırım ölüyorum - Agoni
Rahatımı Bozamam - Ravend
Beni Hatırladın Mı - Cem Adrian
Hayatım Leş - Mavi Gri
Anlatamıyorum - mor ve ötesi
Kayıp Şehir - Soner Avcu
Yoksun - Naz ölçal
Bazen - mor ve ötesi
Ah Canım Sevgilim - Rei 6
Kediler Ve Şarkılar - yaşlı amca
Bir Bilsem - Berkay Altunyay
Sevilmemişim - nasıl derler bilirsin
Senden, Benden, Bizden - Athena
Bana Kendimi Ver - Sancak
Seninle , Mavi - Yüksek sadakat
Araf - mor ve ötesi
Aden P2 - Lia Shine
Eskimiş Senelere - Aspova
Aşk Nereden Nereye - Gripin
Kalbimden Tenime - canozan
Son Kez - Rota
Öleceksek ölürüz - Emre Fel
Zor - Erdem Öner
Bu Yağmurlar - Emre aydın
Öyle kolay aşık olmam - Canozan
Dediler Ki - üç nokta bir
İstanbul - Pamela
Nasıl Güzel - sufle
Forsa - mor ve ötesi
Kanıyorduk - redd
Sen de saçmala - redd
Kendimi Buldum - sufle
Hiç bırakma - Anıl Bektaş
Allah'ına Kurban - Pera
Küsme bana - Atakan ata
Hiç kimsenin günahı yok - sufle
Kendimden mi kaçsam - bazen uçmak isterim
Hiçbir yere gitmedim - Hemsaye
Köprüaltı - duman
Hissettin mı - sufle
Yıldızlara bak - yaşlı amca
Ankana kül oldum - Görkemiroğlu
Senden önce senden sonra - sufle
Kayboldum - sufle
Kapkaranlık her günüm - sena şener
Senin marşın - duman
Hayatı yaşa - duman
Arsız Gönül - Athena
Kafama göre - Athena
Kördüğüm - başka
Pus - sufle
Ay karanlık - cem karaca
Bir varmış bir yokmuş - Fatma Turgut
Boşver - nüans
Aşk yok olmaktır - Mabel Matiz
Hep yaşın 19 - MFÖ
Portekiz yağmuru - Boramess
Bende bir çare yok - Boramess
Yıldızların ötesinde - izah
Mayıs 6 - Rope
Beni yordular - Rope
Bunun adı yalnızlık - Rope
Kupa kızı ve sinek valesi - Teoman
Sorgu - rehber
Söndülerse - anıl Piyancı
Dönme - Batuhan kordel
Belki de - tuğkan
Sar bu şehri - canozan
Gitme - dolu Kadehi Ters Tut
Şu an - son feci bisiklet
Bana öyle bakma - Teoman
Bakma bana öyle - Nova norda
Derine indik - adamlar
Toprak yağmura - canozan
Gökyüzü - perdenin ardındakiler
Madem - dolu Kadehi Ters Tut
İstasyon - son feci bisiklet
Yorgunum ve ağrılar - Kaan Boşnak
Hallice Halim - konuya Fransız
Ressamın şarkısı - Bekir karahan
Ütopya - son Feci Bisiklet
Benimle kayboldun - Kaan Boşnak
Rüyalarda buruşmuşum - adamlar
Acının ilacı - adamlar
Seni kendime sakladım - duman
Sarılırım birine - adamlar
Bikinisinde Astronomi - son Feci Bisiklet
Ve ben - yaşlı amca
Siktiret boşver - redd
Bulunmam gerek - Can Bonomo
Derbeder - gece
Kötü şeyler - son feci bisiklet
Yaşıyorum sil baştan - ari barokas
Kırık - neyse
Melekler ölmez - mor ve ötesi
Bul beni - canozan
İtiraf - redd
Kelepçe - yirmi7
Yorma - seksendört
Siyah - neyse
22 - gece
Geçmişin yükü - Pentagram
Yeniden doğarsa - canozan
Işıkları söndürseler bile - manga
Ay düşmüş elektrik tellerine - yirmi7
Yağmur - Suzan Hacigarip
Halledebilirdik - birileri
Yarım kaldım - çağan Şengül
Anlar ona - yedinci Ev
7 notes
·
View notes
Text
Direk başlayacağım lakin zaten kimse tanımıyor beni belki şu anda yaptığım yaşıma göre çocukça belki değil bilmiyorum neyse dört ay önce hayatımda kendime en yakın gördüğüm kadınla olan ilişkimi bitirdim ve o kadar pişman ola ola yaptım ki bunu üstelik beni çok severken bazıları haketmişsin diyecek çünkü böyle olayları okuduğumda bende evet ‘haketmişsin aptal adam’ diyerek geçerdim ama kimsenin o anda neler yaşadığını bilemeyiz dedirtti hayat bana o cümlelerimi tıktı ağzıma neyse olaya geleyim ayrılmadan önceki gün ona bana biraz süre ver son zamanlar da yaşadıklarım ağır geliyor dedim ama bir gün sonra bana net ol ben süre veremem seviyor musun sevmiyor musun diyerek geldi ah yazık o kafama diyemedim seni çok seviyorum diye ayrıldı benden her yerden engelledi yaşadığa yere biletini aldı ve bir daha şansın olmayacak dedi ve gitti başta ruh halim aynı olduğu için idrak edemiyordum zaman geçtikçe birikti birikti mahvetti beni aklımdan çıkmaz hale geldi ama cesaret edemedim aramaya ulaşmaya hem çok seviyordum bir yanım ulaş git bul onu diyordu bir yanım bırak zaman geçmiş zaten kendi yoluna bakıyordur girme hayatına dedi bende bunu diyen yanıma yenik düştüm ta ki bugüne kadar numaramı engellediği için aldım arkadaşımın telefonunu aradım o uykulu tatlı sesi ile açtı telefonu içim sanki hiç bir şey yokmuş hala sevgilim miş gibi öyle bir mutlu oldu ki on onbeş saniye alo alo kimsiniz sesi ben ise konuşamadım tutuldum kaldım arkadaşım konuşamayacağı mı anlayınca hemen araya girdi yanlış numara diyerek kapattı çok mutluydum çok da üzgün iki duyguyu aynı anda yaşıyordum bir süre salak oldum desem yeridir sonrasın da bir reklam düştü önüme bu insanların numaralarını nasıl kaydettiğini gösteren önceden kullanmıştım biliyordum da aslında girdim baktım farklı bir kayıt şekli başkası Hilalim❤️ diye kaydetmiş onu zamanlama da muazzam değil mi sanırım o cesareti artık hiç bulamayacağım çok seviyorum ama her şeyi zamana bırakacağım belki de bu bir işaretti diye inanarak boş vereceğim açıkçası bunları niye yazdın derseniz ben kimseye pek böyle şeyleri anlatamam dışarıdan mental olarak çok güçlü her şeyle baş edebilen bir kişilik gibi gözüküyorum sanırım o yüzden dedim bari buraya içimi dökeyim bir nebze rahatlarım.
0 notes
Text
Baktım kimsenin benimle röportaj yapacağı yok, ben de kendimle yaptım. Soruları başkasından duymanın zorluğu heyacanlı olabilir ama kendi kendime kolay soracam şike yapacam ;)
Kimdir adam_SLX?
Adam_SLX adımın anagramı. Bir zamanlar doğan araba vardı slx hiç bir boka yaramazken sırf slx yazısı yüzünden lüks sınıfa giriyordu kendini lüks sanıyordu benimkide işte onun gibi aslında CLK da koyabilirdim söylenmesi zor geldiği için böyle oldu. İsmin çok büyük bir anlamı yok. Yegane olması dışında bir önemi olduğunu sanmıyorum.Zamanında teknik yazılarla, buradaki cinsten yazıları birbirinden ayırmak ve kendimi daha serbest hissetmek istediğimde edindiğim bir müsteardı bu. Öyle devam ediyor şimdilik. Yani duvara toslayana kadar devam
O zaman adam_SLK'i uyduran adam kimdir diyelim.
40 küsür yaşında, fazlasıyla uzamış bir fakülteyi bitirememiş, Evli. Malatya’da yaşıyor. Bir oğlu ve bir kızı var. Kitapların arkasındaki özgeçmişlere gülerdim ama bu da öyle oldu.
Neden yazıyor?
Kendini hafifletmek için. Wittgenstein Tractatus’un takdiminde bu kitap buradaki sorularla daha önce meşgul olmuşlar dışında kimseye cazip gelmeyecektir diyor. Bütün fikir eserlerini böyle anlama eğilimindeyim. Buradaki yazılar da ancak benzer soruları sormuş insanlar tarafından ilgi görebilir. O sebeple popülerlik merakım olmadı
Sorulan sorulara cevap vermeyi pek beceremiyor gibisin
Biraz öyle. Daldan dala. Neden yazdığımı sordun, neden böyle yazdığımı anlatıyorum. Neden yazdığımın mantıklı bir sebebi yok. Dünyayı değiştirmek yazıyla olacak bir iş değil. Yazı kağıtta bulunduğu sürece zararı veya faydası dokunacak bir silah değil. Daha doğrusu insanların, en azından Türkiye’de bilgi edinme yollarının yazıyla pek kesişmediğini düşünüyorum. Bizim yazarlarımızın bu kadar basmakalıp olması da bundan. Sözle tekrar edilemeyecek, konuşmaya aktarılamayacak, lafı edilemeyecek, sadece yazıyla anlaşılabilecek bir konuda yazmıyor kimse.
Yazı sürecin nasıldır?
Kafama takılan bir konuda oturur yazarım. Yazı biterse buraya koyarım. Bir kerede bitmezse muhtemelen hiç bitmez. Sayfalarca yazmayı sevmem. Okuyana da, bana da yazık. Bir meseleyi en kısa şekilde anlatmaya çalışırım ve bunu her zaman becerebildiğimi düşünmüyorum. Yine de uzun yazmanın övünülecek bir tarafı yok. Okunacak materyal artıyor, okuyacak zaman azalıyor. Zor konuların da basit şekilde aktarılabilmesi lazım.
Ne olmak isterdin?
(soruya bak hele birde kendime kolay soru soracaktım)
Senin için en zor şey ne?
(sırayla gelsene kavat teker teker sor)
İnsan için en zoru kendisi olmak sanırım. Internet devrinde buna gerçek olmayı da eklemek mümkün. Adam_slx gibi isimle yazan birinin gerçek olmaktan bahsetmesi biraz tuhaf görünebilir ama zaten mesele bu. İnsanlar, tanıyanlar, yazıyı okuyanlar beni dünkü halimle biliyor veya daha önceki. Bu sabah uyandığımda ne olduğumu, kendim de dahil kimsenin bildiğini sanmıyorum. Bu en zoru.
Bir de taklit etmenin kolaylaşmasından kaynaklı bir sahtelik var. Bunun önüne geçmek zor. İnsanın düşünüyormuş, hissediyormuş, seviyormuş, anlıyormuş, biliyormuş gibi yapmasının kolaylaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bunlara kapılmadan, kendini olduğun halinle gösterebilmek zor. Kendimde uğraştığım en önemli sıkıntı bu.
Bir de çalışmak zor. Düzenli olmak zor. İlgi oruspusu biri değilim, Dağınık, biriyim İlgim çabuk dağılır ve yapabileceğim pek çok işin sonunu o yüzden getiremiyorum. Düzenli yazmayı istiyorum ama çok zaman daha çekici işler oluyor. Bir de insan kendini bilgi yönünden hep eksik görüyorsa, onu tamamlamaya, yazmaktan daha önem veriyor.
Dini konulardaki takıntın nereden geliyor?
(la bir de dine girme, illa gireceksin iyiki kendime soram şike yapam dedim insanın kendi kendini.......... Siz anladınız kendime küfür etmiyecem)
Buna takıntı demek ne kadar doğru bilmiyorum.
İnsan kendine bir anlam biçmeye çalışıyor. Din de bu konuda bana bir eksen. Başka bir yerde de arayabilirdim belki, ancak Hz. İbrahim’in güneşi tanrı bilip, battığında vazgeçmesine benzer duyguları pek çok düşünce için yaşadım.
İnsanın kalbi hakkı ve batılı bilir, hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunun çok defa farkındadır. Ben fıtrat üzere yaratanın, su mecraı tabiatlı kurallarına tabi olmanın, aklın ve kalbin en önemli devası olduğuna kanaat ettim.
İslam deyince tek bir din yok, çok değişik anlayışlar var, seninki ne? (la bi siktir git yapmıyorum kendimle röportaj möpartaj)
Evet. Yaklaşık bir milyar kişinin dininden bahsediyoruz. Kendine müslüman diyenlerin bir kısmıyla, belki büyük kısmıyla sokakta karşılaşsan yolunu değiştirmeyi düşünürsün. Buna rağmen neden İslam? Sanırım bunu sormak istedin
Birincisi şöyle bir şey söylemem lazım: Allah insanlara kardeşsiniz demiş. Malum kardeşlik, kişinin kendi iradesiyle oluşturduğu bir ilişki değildir. İnsan arkadaşını seçebilir ama kardeşini seçemez. Hallerini beğenmediğim kardeşlerime de böyle bakıyorum, evet eleştirilecek yönleri çok olabilir ancak onlar aynı kıbleye yöneldiğim kardeşimdir ve bu kardeşlik hukuku benim keyfimle veya onlardan utanmamla değişecek bir hukuk değildir. İnananlar kardeştir ve bu kardeşliğin bir hukuku vardır.
Bunun yanında insan Allah’a, resulüne vahyettiğine ve dünyada yaptıklarının karşılığını göreceğine inanıyorsa müslümandır. Daha doğrusu kendini müslüman görüyorsa öyledir.
Bu çok geniş bir tanım değil mi?
Evet, geniş. Yani birbirlerini tekfir eden pekçok kesimi de bu tanıma göre müslüman görebilirsin. Biri şöyle diyen müslüman olamaz diyor, öteki bunu diyen müslüman olamaz diyor. Bunların hiçbirinin çok verimli tartışmalar olduğunu düşünmüyorum. İnsanların ilmini ilerleten, onları daha iyi yapan tartışmalar değil.
Ortada oluşmuş, benim de içinde yaşadığım bir İslam anlayışı var. Bazıları bu anlayışın doğru olmadığını, bazıları da mutlak doğru olduğunu söylüyor. Şahsen bu tartışmaların hiçbirinin yeni vahiy olmadan çözülemeyeceğine inanıyorum. Biri kalkıp, Kur’an’da aslında üç vakit namaz var gibi bir şey söylediğinde, başkası da hayır efendim, şöyle şöyle diyebilir ancak bu tartışmayı kesin olarak sona erdirmek için birinin, daha önceden kimsede olmayan bir bilgi sunması lazım. Dini konuda o da ancak vahiy olabilir. Neticede herkesin kendi kaynaklarını kendi belirlediği, kendi yorumladığı bir dünya burası.
O sebeple dini içerikli tartışma yapmak bana hayli lüzumsuz geliyor. Doğruyu anlatmak, yaşamak, arızaları göstermek, sorunları teşhis edip çözüm aramak güzel; ancak ben senden daha iyiyim anlamına gelecek kavgalar hoşuma gitmiyor.
(ASW) Efendimiz’in bile Ehl-i Kitab’la bitiremediği cinsten meseleler bunlar. O sebeple Kur’an’ın ahiret gününde hesaplaşmak çağrısının bir ölçüde müslümanlar arasında da geçerli olmasını temenni ediyorum. Herkes kendini kurtulmuş fırka görüyor. Sanırım bir ben değilim.
Hepsine eşit mesafede misin yani? (hepsinin :) yine siz anladınız)
İtikadî konuların ise gereğinden fazla büyütüldüğü kanaatindeyim. Namaz kılmayan insanın meleklerin tabiatı veya Levh’in vasfı konusunda neye inandığı şahsen büyük mesele gelmiyor. Kelam’da zorlama gördüğüm kısımlar yok değil, vahyin tabiatı konusunda siyaseten doğru bir tanım var, bunu savunmak için şöyle olması için böyle olması gerekir diye kabul görmüş pek çok inanç da var. Vahiy şöyledir, böyledir demek için insanın vahiy almış olması lazım, bu sebeple bu konuda son vahiyde ne söyleniyorsa aynen kabul ediyorum ve üzerinde fazla spekülasyon yapmayı lüzumsuz görüyorum mesela. Amel bana sadece lafta kalan bir imandan kat kat daha önemli geliyor. Ehl-i Sünnet’in doğru itikat kurtuluş için yeterlidir demesi mesela bana o sebeple pek makul gelmiyor. Amel iman için yeterli bir karar verici olmayabilir, yani bir insan kötülük işlediği halde imanlı olabilir. Bu tamam. Ancak buradan iman daha çok önemlidir, amel daha az önemlidir diye bir sonuç yerine imanı Allah, ameli insanlar bilir demeyi tercih ederim. İnsan olarak amele bakarım, imanı da onu bilene havale ederim.
İki insan düşünün. Birincisi imanlı, iyiliği olmadığı halde ibadeti tam, falanca itikat kitabında ne yazıyorsa iman etmiş. Diğeri namaz kımıyor, fazla kötülük yapmamaya çalışıyor belkide ateist kur'an da yazan kıssaların illa gerçek olmasının gerekmediğini düşünüyor. Bir cami hocasına sorarsanız, birincisi kurtulmuş, ikincisi kaybolmuştur. Bu anlayışı vicdanıma açıklamakta hayli zorluk çekiyorum.
Peki dini açıklamakta zorluk çekmiyor musun? Yani hayatı kendine bu kadar zorlaştırmaya ne gerek var?
Bir zamanlar attığım bir twetin altına, sen bunları düşünme, bak adamlar teknolojide ne kadar ileri gittiler, biz hala bunları tartışıyoruz diye bir yorum bıraktı.
O zaman ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum ancak bu kafa konforuna imrendiğimi hatırlıyorum. Dünyayı böyle algılayabilmek ister miydim? Hayır istemezdim ama bu rahatlık bir an çok çekici gelmişti.
Zamanımızda bir şeylere inanan bir insan olmak :) mağlup başlamak demek. Ateizmin takib edeni az görünse de insanların pek çoğu günlük hayatını Allah yokmuş gibi devam ettiriyor. Dünyevi menfaat varsa, her tür maskeyi takıp, her tür taklayı atabilen insanlar oluyoruz.
İnanıyor olmanın getirdiği sahteliğe bir de insanın para için çalışmak zorunda olmanın getirdiği yıkılmışlık hissini eklemek lazım.
İslam dünyasının zayıflığını henüz bitmemiş bir hikayenin bir perdesi gibi görüyorum. Batı’nın gelişmişliğinin temelinde sömürüyü icad etmesi var ve ona her şekilde meftun olmanın, her tür ahlaksızlığı yaparak zengin olan bir insana meftun olmaya benzediğini düşünüyorum. Bir toplumun ekonomik gelişmişliğine altını araştırmadan hayran olanlar, insanları aldatarak zengin olmuş birine de hayran olabilir.
İslam dünyasının tek derdi ekonomik/endüstriyel değil tabii. Sosyal olarak da, zihnen de kuru, fakir düşmüş bir dünya. Bunların büyük kısmının da doğru yaşamaya önem vermemekten ve Allah’ın emrettiği şekilde yaşamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Lafı, görüntüyü, siyasi doğruculuğu, idare etmeyi ve benden atlasın da kimde patlarsa patlasın anlayışını, hakikatten, inandığını söylemekten, Allah’tan başka kimseye kul olmamaktan, sorumluluk almaktan öne alınca; tabii ki Allah’ın bu ümmeti getirip bıraktığı hal de bu oluyor.
Naçizane İslam dünyasının bugünkü haline bakıp, bunlar müslümansa ben değilim diyen pek çok insan olduğunu ve onların pek de haksız olmadığını düşünüyorum. Bununla beraber Allah’tan beni doğru yola iletmesini istediğimde, bunu kalpten istediğimde cevapsız kalmadım. İmanımın başka bir sebebi yok. Bundan dolayı bu mesele sözkonusu olduğunda, her zaman ufak sebeplerin, büyük sebeplerden daha önemli olduğunu düşünürüm. Kısacası, Allah’ın kendilerine nimet edilenlerin yoluna ilettiği kul olmaya çalışıyorum, o da rahmetini esirgemiyor diyelim. Allah'ın varlığına ısrarımın Allah’tan başka mebdei de, hedefi de sanırım yok.
Peki inanmayan insanlar hakkında ne düşünüyorsun?
Allah’ın varlığını inkar edenlerin pek çoğunda gördüğüm: Allah şöyle olsaydı, böyle olurdu; şu olsaydı, bu olurdu diye giden bir mantık silsilesi. Allah güçlü olsaydı, falanca çocuğun hastalığını iyi ederdi mesela, veya yeryüzünde savaş olmazdı. Allah’a ne yapması gerektiğini öğretip, sonra onu yapmadığı için onu inkar etmek biraz çocukça. Benim de mantığım duruyor, bir insanın çektiği acıyı gördüğümde, yeryüzündeki adaletsizliği farkettiğimde, namütenahi iyi ve namütenahi güçlü Allah’ın buna nasıl izin verebildiğini merak ediyorum. Bununla beraber bu merak, sadece merak olarak kalıyor; gayba merak olarak. Çünkü bir yandan da, bu gibi soruların hiçbirinin, hiçbir insan tarafından, hiçbir din anlayışı tarafından tam olarak çözülemediğini görüyorum. Bir insanın Allah’ın varlığını inkar edip, kendisinin varlığına nasıl iman edebileceğini sorguladığımda da benzer bir merak alıyor beni. Ateistler Tanrı yok, olsaydı kötülük olmazdı diyip, bu meseleden kurtulduklarını sanıyor olabilir ama neden varız? sorusunun cevabı onlar için de yok. Bu cetvelde giden soruların hiçbirinin tüm insanları ikna edecek bir cevabı yok. Hindular bir meseleyi reenkarnasyon ile çözdüklerini düşünebilir ama reenkarnasyonun nasıl olduğu meselesini çözemez, Zerdüştîler İki Tanrı olduğunu, birinin iyi, birinin kötü olduğunu söyleyebilir ama kainatın büyük boşluğunda olmayan iyilik ve kötülüğün neden başka şekilde değil de bizim dünyamızda, bizim aracılığımızla çatıştığını açıklayamaz.
Bu sebeple buradaki hüccet kişinin kendiyle rabbi arasındaki ilişkiden doğar. İnsan kendi nefsi, hevesleri, yaşadıkları, bildikleri rab olarak kendine yetiyorsa, söylenecek pek fazla şey yok, rabbiyle mutlu olsun. İnsanların rab olarak tanıdıkları hiçbir şeyde bir rablık göremedim. Hepsi sebep sonuç ilişkisi içinde, bugün varsa, yarın yok olabilecek şeylerdi. Allah’ı bu sebep sonucun dışında, hepsinin hakimi olarak görüyorum. Bu konuda sorulan soruların pek çoğuna bilmiyorum diyeceğimin farkındayım, Allah’a Allahlığı, kainata kainatlığı öğretecek halim yok. Yapabileceğim sadece hakikatin tarafında olmak.
Sana dinsizim dilsizim Irksızım cinsiyetsizim dersem bu konuyu kapatırmısın
Nasıl yani sabahtan beri burada din ile ilgili sorduğum tüm sorulara bu yanıt biraz saçma olmadı mı? (demiştim beni anlamak zor, ben bile kendimi anlamıyorken)
benim dinim senin dininden daha kutsal olduğunu söylüyorsa o dinin canı cehenneme
benim dilim senin dilinin konuşmasını engelliyorsa kahrolsun
benim ırkım senin ırkından daha üstün olduğunu söylüyorsa o ırkın........ (siz yine anladınız)
benim cinsiyetim senin cinseyitinden daha üstünse (eeee götünü veren erkekler var onları ne yapacaksınız)
Kutsal saydığım bir atam yok kutsal saydığım bir bayrağım yok kutsal saydığım bir vatanım yok
Bir gün ömrü olan kelebeğin yarım saat daha fazla yaşaması için hiç gözümü kırpmadan canımı verebilirim, kimse beni yukarıda saydığım kutsallar için ölmemi beklemesin :)Varsa bir sorun sor (sorarsan sikerim cevabını) yoksa siktir git :)
2 notes
·
View notes
Text
Üye Alımları Açık Türk Torrent Siteleri
Üye alımları açık Türk torrent siteleri ni tek bir konu başlığı altında bulmak oldukça zor hale geldi. Forumlarda konuları açılıyor ancak eski güncelliği maalesef kalmadı. Haliyle insanlarda hangi sitenin üye alımları açık hangisi değil bir türlü anlayamadı. Ben de bu siteleri bir liste haline getirip hem kendimce siteleri yorumladım hem de açık olanları yeşil renk ile belirttim. Umarım faydasını görürsünüz. Nedir bu torrent siteleri dilerseniz buradan başlayalım. Torrent demek paylaşmak demektir. Ana bir sunucunun olmadığı, dosyayı indiren herkesin birer sunucu görevi gördüğü upload ve download yaparak dosyalara erişebildiğiniz P2P ağıdır.
Üye Alımları Açık Türk Torrent Siteleri
Peki Türk torrent sitesi ne demek? Bu siteler adından da anlaşılacağı üzere Türkçe içerik paylaşan torrent siteleridir. Bu da demek oluyor ki bu sitelerden üyelik almak öyle kolay değil. En azından ücretsiz olarak. Hepsinde davetiye mantığı işlediğinden dolayı ücretsiz üye olmanız mümkün ancak düşük bir ihtimalle. Çünkü daha önce üye olmuş ve davetiye hakkı olan birisini bulacaksınız da o size davetiye gönderecek de epey uzun iş. Ama bu konu başlığı altından davetiye talebinde bulunabilir, müsait olan sitelerden ben de gönderimleri yaparım. Şimdi başlayalım bakalım Türk torrent sitelerimizi listelemeye. Listeyi kafama göre yaptım yani herhangi bir iyilik kötülük sıralaması değildir. Yorumlarımda zaten ne demek istediğim belli oluyor oradan anlarsınız hangisi daha iyi. 1-) TürkNova - Kapalı 2013 yılından beri aktif olarak kullandığım hatta ilk kullanmaya başladığım yerli torrent sitesidir. Torrentle ilk karşılaştığım zamanlara denk gelmesinden midir bilinmez ayrı bir havası olduğunu düşünüyorum. Diğerlerinden farklı bir tasarım, farklı bir isim. Eskiye göre içerik aktifliği pek yok ama hala popüler diziler, filmler paylaşılmaya devam ediliyor. Program, oyun ve müzik kategorileri ise nadiren içerik yüzü görüyor. Dediğim gibi eski aktifliği olsa önünde durabilecek neredeyse hiçbir site yoktur. Aynı dizinin hem webdl hem hdtv formatında paylaşıldığı günleri dahi hatırlıyorum. O aktif günlere de hızla dönecektir. 2-) Türktorrent - Kapalı En eski Türk torrent siteleri arasında yer alan baş tacı sitelerden birisidir. Pek çok kez domain değiştirse de ekip yine aynı ekiptir. O ekipten ayrılanlar olsa da kemik kadro aynıdır bu yüzden paylaşım kalitesi de eskisini aratmamaktadır. Diziler, filmler, müzikler, programlar bu sitede daha çok var ve sürekli bir şeyler paylaşılıyor. Aktif üye sayısı çok olduğu için paylaşım da dolayısıyla fazla oluyor. Bir ara sunucularında ki verileri kaybettiler ancak şimdi toparladılar. 3-) HDTürk - Kapalı Şuan da en aktif şekilde kullandığım torrent siteleri arasında yer alıyor. Bir kaç yıldır epey iyi noktalara gelip çeşitli sözlüklerde de kendisini duyurmayı başardı. Yeni vizyon filmlerini farklı kalitelerde sunması da oldukça güzel. Yerli diziler ve filmlerde hiç gecikmeden burada oluyor. Müzik, program ve oyun kategorisi ise diğer Türk torrent sitelerine göre çok daha başarılı. Boxset sunumlar ve eski yapımlar çok daha sık güncelleniyor. Farklı rip gruplarının içeriklerini bulmak da epey kolay. Geniş bir kullanıcı kitlesi var bu yüzden seed sorunu şimdilik yok gibi bir şey. Üye alımları genel de bayramlarda açık olur bu günlerde acele etmenizde fayda var. 4-) Torrent-Turk - Kapalı En sevdiğim yönleri dizileri oldukça hızlı yüklemeleridir. Yerli ve yabancı diziler ama özellikle yerli diziler TV'de bittikten çok kısa bir süre içerisinde ekleniyor. Bunu bu kadar hızlı yapabilen site neredeyse yok. Filmler de yine aynı şekilde hızlıca ekleniyor. Üstelik çeşitli kalitelerde ve düşük boyutlarda. M1080p gibi çok tercih edilen görüntü formatlarını eksiksiz yüklüyorlar. Albümler kısmı ise renkli. Neredeyse her sanatçının diskografi albümünü bulmak mümkün. Güncel şarkılarda yükleniyor. Torrenti özellikle yerli diziler için kullanıyorsanız bence tercih etmeniz gereken ilk Türk torrent sitesi burasıdır. 5-) Turkseed - Kapalı Diğerlerine nazaran daha yeni bir site olsa da içerik kalitesi bakımından hiç de geri kalır yanı yoktur. Site içerisinde reklam mevcut ancak belirli bir kullanıcı seviyesine geldiğinizde reklamları görmüyorsunuz. Her türden içerik bu sitede güncel bir şekilde paylaşılıyor. Günlük 20 den fazla içeriğin paylaşıldığı torrent sitesinde elbet sizinde ilginizi çekecek bir şey oluyor. Yine aynı şekilde bu site de dizileri çok hızlı yüklüyor. Webdl formatında olduğundan dolayı genelde 720p geliyor ve hızlı bir şekilde indirip, izleyebiliyorsunuz. Sunumlarında sunucu desteği de olduğundan dolayı yeni eklenmiş bir diziyi indirmek için yarım saat beklemiyorsunuz. 6-) Bittürk - Kapalı En eski Türk torrent siteleri arasında yer alır kendileri. Türktorrent ile birlikte başı çekerler. Bir de Turkleech vardı ancak kendisi bir kaç yıl önce kapandı. Bu site keşke eski kalitesinde olsa diyorum. Çok daha güncel, farklı kalitelerde filmler, boxset sunumlar, çeşitli türde programlar gibi epey zengin içerikleri olurdu ancak yine de fena olmayan bir arşivleri var. Site de kalite var ancak eskisi kadar aktiflik yok. Bu sorunu da aşsalar eski güzel popülerliklerine de kavuşacaklarına ben eminim. Altyazılı film ve dizi ağırlıklı paylaşımlar olsa da güncel her türlü içerik de site de yer alıyor. Davetiyesine sahip olunması gereken bir site bana kalırsa. Oldukça yararlı bir sitedir. 7-) Letseed - Açık HDTurk ile aynı yıl açıldıklarını tahmin ettiğim bir site. Ben öyle hatırlıyorum en azından. HDTürk kadar popüler olamadı ancak yabana atılacak bir site de değil. Yıllardır içerik paylaşımından eksik kalmadılar. Her film ve dizide farklı kalite aramadığınız sürece yeterli gelecektir size. Genelde düşük boyutlu içerikler paylaşılıyor. Müzik ve program paylaşımı nadirde olsa yapılıyor. En güncel içerikler tabi ki film ve dizi kategorisinde yer alıyor. Burada istediğiniz filmi mutlaka bulursunuz. Seed desteği ise yerindedir. Tabi 2010 yılında eklenmiş bir içerik de kaynak yok diye eleştirmek doğru olmaz. Davetiye talebinde bulunmak için istediğiniz sitenin adını email adresiniz ile birlikte belirtirseniz müsait olan sitelerden gönderim yaparım. Bunun için yorum atmanız yeterlidir. Sizinde kullanmaktan keyif aldığınız ancak bu listede yer almayan Üye Alımları Açık Türk Torrent Siteleri ni yorumlar kısmında belirtebilirsiniz. Read the full article
#DavetiyesizTorrentSiteleri#TürkTorrentSiteleriDavetiyePaylaşımı#TürkçeTorrentSiteleri#ÜyeAlımıAçıkTorrentSiteleri
1 note
·
View note
Text
NASIL BİRİYİM ?
Öncelikle kendimi nasıl tanımaya çalıştımdan bahsedeyim. Bunu sizde deneyin. En başta kendime en uygun müziği buldum ve bunun ruh halimi değil de genel halimi anlatmasına dikkat ettim. Çünkü ruh halim her dakika değişiyor. Sonra enler listesi yaptım. Bunu yaparken Türkçe öğretmenimizin bize yaptırdığı Bullet Journal'ın nedenini anlamaya başladım ve bu defter bana daha anlamlı gelmeye başladı. İlerde buna bakarken fikirlerimin nasıl değiştiğini gözleme imkanım vardı. Bullet Journal ne mi? Noktalı bir deftere neleri sevdiğinizi yazıyorsunuz. Top 10 listesi düzenleyebiliyorsunuz. Ve bunu okuyunca kendinizi biraz daha tanıyorsunuz. Ve bu defteri sevmeye başladım.
Bu biraz fazla profesyonel ama olsun.(Benim değil) Kendime yaptığım listelerde filmlerde vardı. Ve ilk üç şöyle;
1.Yeşil yol
2.V For Vandetta
3.Deadpool
Bunlar +18 olsada kafama takmıyorum. Yaş sınırı pek umrumda değil aslında. Konusunu beğenmem yeterli. Bir süre düşündüm. Acaba bu yaş sınırı fazla mı abartılıyor? Sırf küfür var diye sınırı +16 . Ben 5. Sınıfların bile bu filmlerden daha ağır küfür ettiğini görüyorum. Ya da madde kullanımında +18 olduğunu gördüm filmlerde +18ken sokaklarda neden yaş sınırı yok! Farkettim ki bir insana ne kadar kural koyarsan o kadar çiğnemek ister. Çünkü insanlar bir kurala bağlı kalmaktan nefret eder. Belki de bu yüzden küfür bazı insanları rahatlatıyor. Hatta araştırmaya kalktım ve bir insan acı çektiğinde reflex olarak küfür eder ve bu acıyı bilimsel olarak yaklaşık %30 azaltır. Her neyse konuya geri dönelim. Ben kendimi tanımaya çalıştıkça diğer insanları da tanımaya başladım. Farkettim ki başkasını tanımak kendini tanımaktan daha kolay. Bunun sebebi insanı dışardan baktığında hareketlerinden ve konuşmasından tanıyabilirsiniz. Bende dışardan bakıldında nasıl göründüğümü merak ettim. Ve daha önce merak ettiğim sorunun cevabını buldum. İnsanların kendi burçlarına bakmasının nedenini anladım herkez kendinin nasıl oldunu merak ediyor. Burçlara bakan insanlar bile insanın hareketlerinin geldiği ortama bağlı olduğunu düşünüyor ama insanları burçlara göre ayırıyor. Bence bu çok saçma. Her neyse bunu da burda bitirelim.
HERŞEYİ UNUTUN AMA MUTLU OLMAYI UNUTMAYIN :)
🖐
1 note
·
View note
Text
#2 Kimim Ben?
Ben Gece Arslan. 17 yaşındayım,lise okuyorum. Fatma ve Hakan’ın ilk göz ağrısıyım, bir bakıma favori çocuklarıyım.Boş zamanımda müzik ile uğraşıyorum, derslerim ortalamanın üzerinde, iyi diyebiliriz. Psikoloji veya hukuk okumak istiyorum ileride.
Çok kitap okuyorum,çoğunlukla roman. Bu anlamsız hayalperestliğimi onlara borçluyum.
Fitness yaptım bir süre,sporla aram iyidir ama hiç bir zaman sıska denilecek kadar zayıf olmadım. İçimde ukde kalan saçma şeylerden biri ,işte hep medyanın boktan işleri...
Sarı saçlarım ve yeşil gözlerim ile oldum olası girdiğim ortamda gereksiz bir ön yargı topladım.Sonradan beni tanıdıklarında “Aaa sen böyle biriymişsin, ben senin kibirli bir sürtük olduğunu düşünmüştüm.” tarzı yorumlar bolca aldım. Olsundu, elden ne gelir dostlar? Sarışın olmayı bu kadar dramatize eden tek kişiyim galiba ahahaha kibirli bir sürtük olduğumu inkar edemem yine de.
Güzel dostluklarım var. Ya da vardı. Bilmiyorum. Bazı şeyler değişti şu son 3-4 ayda ne desem boş o yüzden.
Kendimin en iyi versiyonu olmak için çabalayan biri oldum hep ancak dediğim gibi bazı şeyler değişti şu son zamanlarda. “Asla!” dediğim şeyleri yaptım,o büyük büyük konuşmalarım kocaman bir top oldu sonra ben o topu yuttum. Aklıma yatmadı hiç, böyle olması,gelişmesi falan. Ne bileyim bana göre değildi ama kalbim öyle istedi. Aklımın reddettiği şeyi zorla soktu kafama.
Ah o kalp yok mu zaten ? Aklıma yatmayan ama kalbimin direttiği şeyse “o” idi. Onun varlığı,onun dokunuşu,onun öpüşü,ona ait her şey.
Bu şey bilmem-şu-gün şu-mekanda başladı deyip girmeyi isterdim ama o kadar basit bir şekilde gerçekleşmedi bu “şey”.
Şöyle diyeyim o zaman, her şey boksa merak salıp, ders almak istemem ile başladı.
Hikayem daha yeni başlıyor,devam edecek.
10 notes
·
View notes
Text
Konu başkasıymış gibi yaşamayı bırakmalıyız
Geçenlerde yine A'râf sûresini okurken İblis'in kıssasına takıldım. Kulluk yolunda ayağı ilk takılanın 'takılma öyküsü' benim de kafama takıldı. Arkadaşım, insan dışında her neye takılırsa, aslında içinde bir yere takılıyor. Bir daha gördüm bunu. Anladım. İblis'in takıldığının da Âdem aleyhisselam değil 'kendi yanlış varlık algısı' olduğunu sezdim. Belki benim de bu kıssaya takılmamın sebebi başka bir takıntıydı. Çünkü benim de topraktan yaratıldığını düşünüp ateşimin üstünlüğünden(!) dolayı isyan ettiğim hiyerarşiler vardı. Göremediğim değerler vardı. Edemediğim secdeler vardı. Kuşatamadığım hikmetler vardı. Kovulduğum makamlar vardı. Kur'an'da her anlatılan bir parça da kendi hikâyem olduğunu yeniden hatırladım. Halbuki mürşidim bunu ta 20. Söz'ünde ders vermişti: "Kur'ân-ı Hakîm'de çok hâdisât-ı cüz'iye vardır ki herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor."
Dünya varolalıberi düşen her nesnenin yerçekimi kanunundan bir hissesi vardır. Hiçbirisi kendileri hakkında söylenmiş 'düstur-u küllî' ve 'kanun-u umumî'lerin tesirinden hariçte değildir. Benim de imtihan edilen bir yaratılmış olmak hasebiyle hem Âdem aleyhisselamın hem de İblis'in yaşadıklarından almam gereken dersler var. Dönmem gereken düşüşler var. Teşhis etmem gereken hastalıklar var. Sarmam gereken yaralar var. Keşfetmem gereken kusurlarım var. Var, var, varoğlu var. Ancak Kur'an'la ve sünnetle böyle muhatap olmak için anlatılanların 'benim hikâyem de' olduğunu sezebilmeliyim. İşte, mürşidim, 20. Söz'ünde bunu öğretiyor. Ben de, eğer iyi bir talebeysem, aldığım bu dersi her menzilde tekrar etmeliyim.
A'râf sûresinin 12. ayetinin kısa bir mealinde deniliyor: "Allah buyurdu: 'Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?' (İblis): 'Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın' dedi." Bunu diyen biraz da ben değil miyim? Nerede diyorum peki? Yaratılana razı olmadığım her yerde söylüyorum. Her hasedimin arkasında bu hüküm var. Dilimi "Maşaallah!" demekten alıkoyduğum her yerde bu iddiaya sığınıyorum. "Böyle olmamalıydı!" diyorum içimde bir yerlerde. "O koltuk benim hakkımdı. O ilgiyi ben görmeliydim. O yâr bana varmalıydı. Böyle olmamalıydı." O yüzden belki de "Allah ne güzel dilemiş!" diye içimi teskin etmediğim her yerde 'nazar etme tehlikesi' yaşatıyorum. Ve bu yüzden Aleyhissalatuvesselam Efendim, çok beğendiğim şeylerde, böyle bir hatırlatmayı kendime hemencecik yapmamı emrediyor. Onun öyle olmasını Allah diledi. Maşaallah. Ne güzel diledi O.
Her "Maşaallah!" attığın bir tokattır aynı zamanda. Kime? İçine. Kendi şeytanına. Semadan ta kalbime kadar uzanan recmü'l-şeyatîn kanununun bir ferdidir yaşadığın. Gökte melekler onları taşlar. Yerde mücahidler cihad eder. Kalbimde şeytanımla ben uğraşırım. Cihad her katmanda mütemadiyen sürer. Hatta gece "Aman uyuyayım!" dersen uykun neden tersine kaçar? Bunun cevabı da Bediüzzaman'a göre aynı kanunla alakalıdır: "Şu hâdisâtın sırrı şudur ki: Nasıl ki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüp eder. Öyle de tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle, teennî ile hareket etmediği için, o tertipli eşyadaki mânevî basamakları müraat etmez; ya atlar, düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıkamaz..." Maksada çıkamaz? Burası mühim. Çünkü şu düşüşün İblis'in düşüşüyle bir arkadaşlığı var. A'râf sûresi 13'ün kısa bir mealine bakıyoruz bu sefer: "Allah: Öyle ise, 'İn oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın!' buyurdu."
Hırsın, kıskançlığın, hasedin ve kibrin neticesi her zaman böyle değil midir? Olana rızasını yitirenin içinde büyüyen itiraz, eylemlerinden önce, psikolojisini etkiler. Ahlakını kemirir. Hased hâsidin amelinden önce içini yakar. Platonik âşıkların maşuklarının her iltifatını kendi üzerlerine alınması gibi hâdis de hased ettiğinin gördüğü her iltifatı kendine hakaret sayar. Dahası: Düşmanlarının sayısı kendi hiyerarşisine hakvermeyenler sayısınca büyür. Ateşi üstün görmeyen yanmalıdır. Fakat ne tuhaf. Yanan kendisi olur: "Hırs ile aculiyet sebeb-i haybettir. Zira mürettep basamaklar gibi fıtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden, harîs muvaffak olamaz. Olsa da, tertib-i câlisi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan, ye'se düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır." Evet. İçindeki kötülük öyle büyümüştür ki ulaştığından da artık bir lezzet alamaz. Ancak haklılığını isbat etmek için mücadele etmeyi de bırakmaz.
A'râf sûresi 14'te bu durum kısa bir mealiyle şöyle haber veriliyor: "İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi." Mühletini de aldı. Sonrasında vaadettiği birçok şeyi de başardı. Ancak bu İblis'in asıl yanılgısını düzeltmedi. Mağlubiyetini zafere dönüştürmedi. Cenab-ı Hak ondan Âdem aleyhisselama secde etmesini istediğinde neslinden gelecek hiçkimsenin sapmayacağı yönünde bir vaadde bulunmamıştı. İblis konuyu yanlış anladı. Yahut da anlamak arzuladı. Secde edilen Âdem aleyhisselamın şahsı değildi sadece. Âdemiyetin potansiyeliydi. Ki bu da Âdem aleyhisselamın şahsî tecrübesinden ziyade hakikat-i Muhammediye aleyhissalatuvesselama bakıyordu. O hakikati yaratan Hakîm-i Mutlakın hikmetine dayanıyordu. Hak Teala âdemiyetin 'elmas olabilme ihtimalini' nazarlarımıza veriyordu. İblis 'kömür olabilme yollarına' dikkati çekiyordu. Kendisine verilen son dersi bu yüzden kavramadı: "Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!" Evet. Başkasını kömür etmekle kemale eremezsin. Başkalarını yanacak hale getirmek ancak yanıcılığını arttırır. Onlarla beraber sen de yanarsın.
Halbuki tevekkül de sabrın bir çeşididir: "Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vazetmiş. Sabırsız adam, teennî ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise müşkülâtın anahtarıdır. (...) Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir." İblis'in mahrumiyetinde bu sırrın da dersi vardır. Damından düşmüştür. Makamından kovulmuştur. Çünkü kesin hükme varmakta acele etmiştir. Çünkü basamakları atlamıştır. Çünkü öğrenmek istememiştir. İman ettiği kem hiyerarşinin haksızlığını görmeyi beklememiştir. Melekler gibi sırrın dersini alıncaya kadar merakla tevekkül edememiştir. Talip olmadığından talebe de olamamıştır. Kaybetmiştir.
"Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. (...) hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. 'Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?' deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, 'Aman, ne yaptım, böyle başıma geldi?' diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir."
Bugün biz de böylesi kaybedişler yaşıyoruz. Rahman u Rahim'in fazlından bir ihsanı: Tevbemiz var. Âdem aleyhisselam gibi hatamızı itiraf edebiliyoruz. Bununla İblis'ten ayrılıyoruz. Yoksa düşüşümüz kıyamete kadar sürecekti. Kaderi değiştirmek elimizden gelmediği için, razı olmadığımız her hâdisede, göğsümüzde bir karanlık büyüyecekti. Devleşecekti. Belki yalnız bizi değil çevremizdekileri de yutacaktı. Evet. Kabil'in Habil'i niye katlettiğine dikkat et. Bugün de "Ya benimsin ya toprağın!" deyu cinayetler işlenmiyor mu? Yahu daha ne kadar kendi hikâyene bigane kalacaksın? Ne kadar anlatılanın 'sen' olduğundan kaçacaksın? Kur'an, bindörtyüz yıldır uyarıyor, konu başkasıymış gibi yaşamayı bırakmalıyız.
0 notes
Text
NOEL'E AZ KALMIŞTI. Altı ay boyunca makine başında çalışmış ve partinin bütün kararlarını harfiyen uygulamaya uğraşmış ama başarılı olamamıştım. Sendika kulübü komitesi adaylığımı koymuş, dört oy almıştım; ikisi babamın arkadaşlarındandı, biri Elly'den, biri de yerleri süpüren adamdan. Onun kulakları biraz ağır işittiğinden elini yanlış zamanda kaldırmıştı. Bana küçük Stalin diyorlardı, halbuki Stalin hakkında hiçbir şey söylememiştim, ondan nefret ediyordum, her şeyi mahvetmişti. Ama iş iyi gidiyordu, tuhaf olan da buydu. Ötekilerden aşağı kalır tarafım yoktu, hatta A Takımı'nın en hızlısı bendim, en düzgün çalışanı, her şey kolayıma gidiyordu: bandın ritmi, eritme odasının keskin kokusu, plastikle bağlanmış on iki kağıt balyasını forkliftle alıp plastik kapıdan rampa çıkmak, kamyonun arka tarafında kendi etrafımda dönmek, balyaları tamı tamına yerlerine yerleştirmek ve ikincisini almak için tekrar gitmek. Dælenengata'daki üniversiteden tanıdıklarım beni cesur buluyorlardı ama aynı zamanda yaptığım işin sıkıcı olduğunu, hayatım boyunca her gün sürekli aynı hareketleri yapmanın beynime zarar verebileceğini de söylüyorlardı, ama ne dedikleri umurumda değildi doğrusu. İşin, bana önemli gelen pek çok şeyi düşünmeme imkan tanıması, gürültünün en berbat zamanında hayale dalmak başta beni de şaşırtmıştı. Zor bir işti ama belli bir ritmi tutturmayı, başkalarıyla işbirliği yapmayı gerektiriyordu, hem tamirci bulmak için fabrikada koşturmak, malzeme asansörüyle matbaaya inmek ya da her şey tıkır tıkır işlerken bantta Elly'nin yanında durmak, beş dakikalık arada o sırada okuduğum kitabın bir sayfasını daha çevirmek hoşuma gidiyordu. Sven Lindqvist'in Wu Tao-tzu Efsanesi kitabını okuyordum o sırada ve sonunda söyle diyordu: Şiddet olmadan toplumsal ve iktisadi özgürleşme mümkün müdür? Hayır. Şiddetle mümkün müdür? Hayır. Üzerinde düşünmeye değecek bir şeydi, ben de günler birbiri ardına geçerken oturup düşünüyordum ama hiçbir şey beklediğim gibi gelişmiyordu. Benimle diğer işçiler arasında siyasi bir ayrılık vardı ve ne zaman konuşmayı sendika hareketindeki kızıl, devrimci, mavi, muhafazakar hiziplere çekmeye çalışşam, omzumu sıvazlayıp gülüyor ve başlarını sallayarak uzaklaşıyorlardı; moladaysak sigara içmek için bir palete oturuyorlar, öğlen paydosuysa kağıt oynamak için üst kata kantine çıkıyorlardı. Babam senelerce orada çalıştığı ve herkes tarafından sevildiği halde, bana da herkes tıpkı ona benzediğimi söylediği halde onun gibi olmak istemiyordum ve onun gibi işimden zevk almıyordum. Onun gibi hissetmemiştim, asla. Farklı olmak istiyordum. Fark yaratmak. Ama yapamamıştım ve birdenbire yapmaya çalıştığım şeyin mümkün olmayabileceği dank etmişti kafama: Şu ana kadar olduğum Arvid'i geride bırakmak, ona sırtımı dönmek, onu saçlarından tutup daha tanımadığım, bilmediğim başka bir Arvid'in içine indirmek; en sevdiğim insanların sevdiği, selamladığı, evin önündeki kaldırımdan yürürken sevimli lakaplarla çağırdığı Arvid'i, parası bittiğinde annesinden yüz kronluk banknotlar alan ama şu yaptığımı yapıp artık var olmayan, bir anakronizmden ibaret olan proletaryaya katılan Arvid'i azimle geride bırakmak mümkün değildi belki de. Zamanının dışında bir adamdım ben. Ya da karakterimde bir kusur, temelinde her geçen sene büyüyen bir çatlak vardı. İki vardiya çalışıyordum; bir akşam vardiyası bir de sabaha kadar mesai ve artık yorulmaya başlamıştım. Kafam karışıktı ve kandırıldığımı hissediyordum. Eve dönmek için metroya bindim. Adamın biri koridorda bayıldığı için Hasle İstasyonu'nda beklemek zorunda kaldık. Kollarıyla bacaklarını sallıyordu, sara kriziydi herhalde, daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Başını yere vurup duruyordu ama trendeki insanlar öyle uykuluydu ki ne yapacaklarını bilemiyorlardı ya da uykulu balonlarından dışarı çıkmak istemiyorlardı, öyle sessiz sessiz, şapşal şapşal oturuyorlardı. Bu yüzden de kendi balonumdan dışarıdaki bağırgan hayata adım atmak ve kafasını patlatana kadar kapıya vurmasın diye birilerine onu sıkıca tutmasını söylemek bana düştü. Vatmana haber vermek için vagondan vagona koşmak bana düştü, ya komünist olduğum için ya da izci, ikisinden hangisiyse artık. Neyse ki sonunda her şey yoluna girdi, mavi istasyonda trenden inip rampayı çıktım ve kafamda bir rüzgar değirmeniyle dönen kapıdan geçtim. Sabah olmuştu ve havada alışık olmadığım bir soğuk, gözlerimde daimi, yapay bir ışık vardı. Gözlerimi kısmaya ve her havada güneş gözlüğü takmaya başlamıştım. Boğazımda bir enfeksiyon gibi, bir yara gibi bir türlü iyileşmeyen hassas bir nokta vardı. İstasyon kapıları arkamdan kapandı ve birden Carl Berners Plass'lı Grensveien'e doğru yürüyen, açık renk paltolu, mavi deri çantalı, eli sigaralı Elly'i gördüm. Neredeyse birbirimize çarpacaktık. O durdu, ben de durdum, aramızda sadece bir metre vardı. Onu mavi işçi önlüğü dışında bir giysiyle görmek beni biraz çekingen yapmıştı, şaşırtıcı şekilde yabancı ve kadınsı görünüyordu. Kızardığımı hissedebiliyordum. "Merhaba Arvid. İyi görünüyorsun." Kış havasında parfümünün kokusu geldi burnuma, belki biraz fazla kuvvetliydi ama beni mest etti, zaten parfümün asıl işlevi de bu herhalde. "Aslında eve uyumaya gidiyordum, dün akşam ve bütün gece çalıştım." Ona trende kriz geçirip yere düşen adamı anlatmak istedim ama enerjim yoktu. "Kesin başı dönüyordur," dedi, ben de aynen öyle dedim ve ekledim: "Sen normalde Carl Berners Plass'tan binmiyorsun değil mi?" "Taşındım," dedi, "onun için biraz geciktim. Eskiden birlikte yaşadığım adam -neyse ama o geri zekalıdan bahsetmeyelim. Şimdi Tøyenparken'in tam karşısında, Munch Müzesi'nin yakınında bir dairede kalıyorum, yani Tøyen istasyonuna da yürüyebilirim. Bu kadar yakında oturduğuma göre artık mutlaka beni ziyarete gelmen lazım," dedi, "eğleniriz." Güldü. "Evet, tabii, çok iyi olur" dedim, "ama..." Gider miyim bilmiyordum, gitmezdim herhalde, yine de bana adresini verdi. "Dünyada hatırlayamam," dedim. "Madem öyle dur bir dakika," dedi ve mavi çantasını karıştırıp eski bir zarf ve bir tükenmez buldu; o kırkına yakındı, ben yirmiyi daha yeni geçmiştim. "Arkanı dön," dedi ve gülümsedi, "biraz eğil." Dönüp eğildim. Adresini çok yumuşak hareketlerle sırtımdaki zarfa yazdı. Parfümü burnuma daha da fazla geliyordu. Sırtımdaki elleri boğazımdaki yanmayı daha da arttırıyordu. Bana öyle yumuşak dokunuyordu ki içimden ağlamak geldi. Ama ağlamadım ve Elly sokağıyla evinin numarasını yazdığı kağıdı arkamdan usulca cebime koydu, sonra bana sarıldı, ağzını kulağımda hissettim, kokusunu duydum, bilmediğim açık renk paltosu içindeki vücudunu hissettim ve kafam belirsiz, çılgın düşüncelerle doldu. Eve gidip mutfağa girdim. Buzdolabından meyve suyunu alıp tezgaha yaslanarak koca bir bardak içtim. Oturma odasına geçip divanın arkasından çarşafları çıkardım, yatağı yapıp yorganın altına girdim ve gözlerimi tavana dikip yattım. Kafamdakilerin hepsini tek bir düz çizgide toplamaya çalıştım. İkindi vaktine kadar uyudum; sevgilim tramvayla okuldan geldiğinde hala divanda yatıyordum. Kapıyı açıp içeri girdi. Paltosunu, atkısını ve eldivenlerini holde çıkardı. Benim giysilerim de orada asılı olduğundan evde olduğumu anlamıştı ama benimle aynı evde senelerce yaşamış ve birtakım alışkanlıklar geliştirmiş yetişkin bir kadın gibi önce mutfağa gidip çaydanlığı ateşe koydu. Sıcak plaka üzerinde tıslayan su damlalarını duydum. Okuldan eve geldiğinde mutlaka çay demlerdi. Artık sabahları kusmuyor, ailesini görmeye haftada bir-iki kere gidiyordu. Belki artık asıl evi burası olmuştu. Çantasından kitaplarını çıkarıp mutfak masasına koydu ve bir-iki saat ödevlerini yaptı. Ben beklentiyle uyuklayarak oturma odasında yatıyordum. Sonra gelip yorganın altına girdi, sonra her zaman yaptığımız gibi yorgana sarınıp divanda oturduk, hala akşamdı ve bütün aralık akşamları gibi hava erken kararmış ama tam kararmamıştı. İçtiğim sigaranın ucu kırmızı kırmızı parlıyor, gri beyaz duman başlarımızın üzerinde görünmeden halkalanıyor, sonra Finmarkgata'ya açılan pencereden giren esintide dağ��lıyordu. Dışarıda hala iki yönlü trafik vardı ve farların ışığı büyük camlardan içeri sekip Mao üzerinden divana kadar uzanıyordu. Kavşakta trafik ışıkları yeşilden sarıya, sıkıntılı kırmızıya dönüyor, sonra yine başa sarıyordu. Sıcak sıcak oturuyorduk ve tenimiz ışıldıyordu. Birisi bizi böyle otururken görse asla sahip olamayacağı, hayatında eksik olan, içinde ukde kalacak bir şey görmüş olur diye düşünürdüm hep. Ona sigarayı uzattım ama almadı. Döndüm. Yorgana bakıyordu. "Merhaba," dedim. "Merhaba," dedi. "Bir şey mi oldu?" dedim. "Hayır." "Emin misin?" "Bu sefer farklıydın," dedi. "Nasıl farklı?" "Bilmiyorum. Farklı işte." "İyi değil miydi, hoşuna gitmedi mi?" "Gitti," dedi. "Öyleyse sorun yok değil mi?" "Herhalde," dedi ve dudağını ısırarak yorgana baktı. Ağlıyordu. Belki böyle yan yana uzandığımız müddetçe ağlamıştı da ben farkına varmamıştım. Kolumu omzuna dolayıp onu kendime çektim. "Ama sadece sen ve ben varız," dedim. "sadece sen ve ben ve başka kimsenin bilmediği şeyler yapıyoruz; bilmek için yanıp tutuşuyorlar ve mahzun oluyorlar çünkü bizim gibi hissetmek için can attıkları halde hissedemiyorlar. Hiçbir şey bilmiyorlar. Sadece senle ben böyle hissedebiliriz." Ben ona sıkıca sarılırken kolları gevşek gevşek duruyordu. Kollarını omuzlarıma dolamamış, ellerini her zaman koyduğu yere koymamıştı. Ağlayarak, "Ama ben öyle hissetmiyorum. Herkes ne yaptığımızı anlayabilirmiş gibi geliyor. Sadece biz değilmişiz gibi," dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Onu bırakıp sigaradan son bir nefes çektim ve eğilip sehpadaki kitap yığınları arasında duran kül tablasında söndürdüm. Sırtını okşadım. "Dün gece eve gittin mi?" dedim. Gittiğini biliyordum. "Evet," dedi. "Kötü müydü?" "Evet, kötüydü." "Belki de biraz yorgunsun sadece," dedim, "neden biraz uyumuyorsun, belki biraz erken ama olsun, sana iyi gelmez mi? Ödevin var mı?" "Geldiğimde yaptım. Az bir şey kaldı ama yarın kütüphanenin arkasında bitiririm. Hem o kadar soğuk değil." "Tamam işte. Peki neden uyumuyorsun?" "Biraz yorgunum." "Ben de yanında yatarım. Toplantı filan yok bu akşam." "İyi olur," dedi ve yattık. Yorganı üzerine çekip uyuyana kadar onu sıkıca kollarımda tuttum, sonra kalkıp çıplak çıplak mutfağa gittim ve bir sigara daha sardım. Pencerenin yanında üşümüştüm. Sigaramı yakarken parmaklarım kibriti zor tutuyordu. Başka birini düşündüğümü nerden bildiğini hiç anlayamamıştım. Lanet Olsun Zaman Nehrine, Per Petterson Sf: 141-146
3 notes
·
View notes
Text
300. Gün (Son), 16 Haziran 2017
Herkese merhaba! Bu yazı Kanada'daki son yazım olabilir ancak dönüş sonrası bloga küçük eklemeler yapmayı planlıyorum; o yüzden her şey bitmiş değil. Ellinci gün böyle bir blogu başlatırken devam edeceğimden emin bile değildim. Asıl amacım çektiğim zorlukları paylaşmak olduğundan ilerleyen zamanlar için yaşayacağım problemlerin zamanla azalacağını ve yazacak şeyimin kalmayacağını düşünmüştüm. Ancak kimse problemlerinin tamamen kökünü kurutamıyor, üstelik benim gibi şansı çok olmamış bir exchange öğrencisiyseniz sayfalarca günlüğünüze yazabiliyorsunuz. Başından beri birçoğunuzdan güzel mesajlar aldım. Bu blogu canlı tutan bir de siz okurlar olduğunuz için çok teşekkür ederim. Şu an dönem sonu hepsi ağır vakit alan 3-4 projeyi bitirmiş durumdayım ve haftaya sınavlarıma gireceğim. Sonrasında bir okul senesi bitmiş olacak. Son günlerimi olabildiğince dolu geçirmek istiyorum. Görülecek her yeri görmek ve dönüşüme hazırlık yapmam gerekiyor. Hemen kısa bir bilgi vereyim öyleyse: Sene sonunda sahip olduğunuz eşya miktarı sene başındakinden her zaman daha fazla olacaktır. Bunun için bazı eşyalarınızı kuryeyle göndermeyi düşünebilirsiniz yani en azından ben öyle yaptım. 300. güne başlayayım öyleyse. ••• Nasıl mı hissediyorum? Böyle başlamıştım 50. yazıma. Cevabını da şimdi vereyim: çok karışık duygular içindeyim. 17 gün içinde dönmeme rağmen dönüş psikolojisine giremedim. Arkada bıraktığım her şeyi özlüyorum ancak dönüyor olacağım bir türlü gerçekmiş gibi gelmiyor. Sanki buranın yerlisi gibiyim ve bir rüyadayım; fakat rüya olan kısmın Kanada'da yaşadığım mı yoksa Türkiye'de arkada bıraktığım mı olduğunu çözemiyorum. Önceden ne kadar buradaki yaşam tarzıyla zorluk çektiysem bile şimdi hiç sözünü etmediğim endişeler kafamda canlanmaya başladı. Artık ait olduğum hiçbir yer yokmuş gibi hissediyorum. Aylardır burada uyguladığım günlük rutini Türkiye'de bulamayınca, insanların tavırlarının farklı olacağını görünce yeniden uyum sağlayabilecek miyim? Kulağa komik geliyor ama 10 aydır beyaz peynir yemedim ben. Nasıl hayatta kaldığımı bilmiyorum. Toronto'nun tamamını tek başıma pek çok kez gezdim. Kanada benim gözümde hep bu kadar güvenli bir ülke oldu. Döndüğümde kafama estiği gibi gezemeyeceğimi biliyorum. Öyle ki tek korku dolu anım evin önündeki ormanlık alanda yürürken bir geyiğin koşu yoluna çıkıp üzerime yürümesi olmuştu. (Artık ormanlar beni tedirgin ediyor...) Acaba neden dönerken kafamda daha çok soru işareti var? ••• Exchange yılını hayatının en güzel yılı olarak tanımlayan çok insan görebilirsiniz. Deneyimler kişiden kişiye göre değiştiğinden dolayı ben öyle bulmuyorum bu senemi. Gelmeden önce yaşayıp görmek istediğim hakkında pek beklentim yoktu; bu yüzden bu sene benim için ne güzel geçti, ne de kötü. Kanada bence güzel veya kötü olmaksızın farklıydı. Yeni tecrübeler edindiğim hayatıma yeni bir sayfa oldu: bazı yemekleri yapmayı öğrendim. Okul dahil her yere kendim yetişmeye çalıştığımdan zaman yönetimi kazandım. Önceden hiç ATMden para çekmemiş olaraktan burada banka hesapları hakkında bilgi sahibi oldum, her ay telefon hattımı yenilemekle uğraştım. Arkadaşlarımla buluşamadığım günler oldu, ben de evde oturmak yerine ilk kez kendi başıma gezdim. Dolayısıyla toplu taşıma ve yön bulma kavramlarım gelişti. Kısacası kendi kendime yetinmeyi öğrendim. Hatta evimi değiştirdiğim Kasım sonu yani buradaki en kötü zamanlarımda okuldan bir arkadaşım internetten bir yabancı dil öğrenme sitesini önermişti. Sonucunda beni ilk kez bu yaz ziyarete gelecek erkek arkadaşımla tanışmam gibi kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir olayı beraberinde getirdi. Yaklaşık 7 aydır üç farklı zaman dilimi arasında (Kanada, Türkiye, ve Fransa) gidip geldim ve bu iletişimimi çok daha zorladı, ancak bunun herkesin başına gelmeyecek ekstrem bir durum olduğunun farkındayım. Kendisi onu tanıdığım 7 ay boyunca bu süreçten geçmeme çok destek oldu ve ona ne kadar teşekkür etsem az. Ailem ve benim için aşırı zor bir sene idi. Hem fiziksel hem zihinsel olarak sarsıldım. Gelirken beklentim yoktu belki ancak olayların gidişatı hakkında gerçekleşeceği aklımdan geçmeyen şeyleri yaşadım. En azından sınırlarımın farkına varmamı sağladı. Ne kadar güçlendiğimi biliyorum ve bundan sonra hayatta bu kadar zorlanacağımı şimdilik hiç sanmıyorum. ••• Çoğu değişim öğrencisinin dediği gibi bu senenin bitmesi beni hayatımın en güzel yılı olduğundan değil, bir daha benzerini bulamayacağımdan dolayı biraz üzüyor. Hiçbir şekilde yaşanan şanssızlıklardan pişmanlık duymuyorum çünkü her şeye rağmen burada kalarak bunu başardım diyebiliyorum. İyi ki de böyle bir fırsatım olmuş oldu, buradaki günlerimi ve arkadaşlarımı özleyeceğim gibi liseli olmayı özleyeceğim. Bu eşsiz deneyimin gerçekleşmesini sağlamış ve bu sürede bana destek olmuş herkese çok teşekkür ediyorum. Sonraki yazı: ??? Türkiye'ye varış: 4 Temmuz 2017
3 notes
·
View notes
Text
Booking.com krizi büyüyor: Küçük işletmeler nasıl etkilendi?
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin (TÜRSAB) haksız rekabet gerekçesiyle açtığı dava sonucu ülkemizdeki tüm faaliyetleri tedbiren durdurulan Booking.com, yayınladığı açıklamayla yakında eskisi gibi hizmet vermeye devam edeceklerini duyurdu. Peki yaşanan bu kriz, olayın en önemli taraflarından küçük işletmeleri nasıl etkiledi?
Şu an Türkiye’den Booking.com'a girildiğinde ülkemizdeki konaklama tesisleriyle ilgili herhangi bir bilgiye ulaşabilmek ve rezervasyon yapabilmek ne yazık ki mümkün değil. Sadece -Paris, Roma vs. gibi- yurt dışındaki tesisler için işlem gerçekleştirilebiliyor. Avrupa ülkelerindeki kişiler ise bir problem yaşamadan Türkiye’deki işletmelere kolaylıkla ulaşabiliyor.
Booking.com’un hizmetlerinin durdurulmasından sonra açıklamalarda bulunan TÜRSAB Genel Sekreteri Çetin Gürcün, platformun hizmet verebilmesi için ruhsat aldıktan sonra TÜRSAB’a kayıt olması gerektiğini söyledi. Üstelik mahkeme kararını aynı alanda hizmet veren Trivago ve TripAdvisor’a da göndereceklerini ekleyen Gürcün, eğer karara uyulmazsa bu sitelere de dava açılacağını belirtti.
Gelen sorular üzerine konuşan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Ömer Fatih Sayan, mevzuatta rekabetle ilgili maddenin yer almadığını, bu yüzden sitenin kendi kendini kapattığını söyledi. Doğru, çünkü İstanbul 5. Asliye Mahkemesi’nin kararını vakit kaybetmeden hayata geçiren Booking.com, hizmetlerini kendisi durdurdu.
Diğer taraftan Tatil Sepeti Genel Müdürü Koray Küçükyılmaz, Booking.com’un Türkiye’de faaliyet gösterdiğini fakat komisyon faturasının Hollanda’ya kesildiğini, ülkemizde hizmet veren firmaların Türkiye’ye hizmet vergisi ödemesi gerektiğini dile getirdi.
Her geçen gün şiddetlenerek devam eden tartışmalara katılan Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Başkanı Osman Ayık ise olaya farklı bir pencereden bakarak Booking.com’un engellenmesiyle işletmelerin mağdur olduğunu, zarar gören konaklama tesislerinin tazminat talep haklarının bulunduğunu açıkladı.
Son olarak konuyla ilgili sessizliğini bozan Booking.com BV şirketi, Türkiye’de tamamen yasalara uygun şekilde hareket ettiklerini, kısa süre içerisinde karara itiraz edeceklerini ve tekrar hizmete başlayacaklarını ifade etti.
Peki müşterilerinin büyük bir çoğunluğunu Booking.com gibi platformlar üzerinden karşılayan küçük işletmeler ne durumda? Bunu daha iyi anlayabilmek için Ekşi Sözlük yazarlarından -Palamutbükü Liman Pansiyon’un sahibi- Melih Denizhan’a kulak vermemiz yeterli.
Melih Denizhan’ın Booking.com hakkında yazdığı ileti şu şekilde:
"bu ülkede doğru yaşamanın bir bedeli vardır.
şirin bir tatil beldesinde ailem kendi çaplarında pansiyon işletiyordu. pansiyonumuza da 6 masalık salaş bir balık lokantası eşlik ediyor.
işletmemiz 30 yıllık. beldenin en köklü işletmelerinden. öyle ki kurulduğumuzda kara yolu yok denilebilecek düzeydeydi ve müşterilerimizin %90'ı bize deniz yolu ile ulaşan avrupalı'lardı. hiç bir zaman çok para kazanmadık. ama ailem benim eğitimime önemli bir para harcayacak kadar para kazanabiliyordu. üstelik müşterilerimiz ile ilişkilerimiz öyle sıcaktı ki neredeyse hepsiyle arkadaş gibiydik. hala avrupa'nın her köşesinde bize evini açacak dostluklar kurduk.
önce teker teker yat turizmi yapan charter şirketleri elini ayağını türkiye'den çekti.
sonra yollar açıldı, bakir koylara mass turizm anlayışı ile koca koca oteller yapıldı. dış politika-terör avrupalı turistleri korkuttu gelmez oldular. turizm anlayışı tatil kültüründen bir haber olan orta ve alt sınıf yabancıları turlar ile toplayıp, otellere yığmak oldu. bu yöntem ile belli insanlar büyük paralar kazandı. esnaf çakallığı öğrendi. hizmet kalitesi düştü. bu da tatil yapmayı bilen insanları türkiye'den iyice soğuttu.
turizm bu halde iken geçen senelerde daha 23 yaşımda büyük bir işe kalkışıp küçük pansiyonumuzu restore edip 5 oda daha eklemek istedim. bankadan krediler çektim. temel ekomomi bilgimle analizlerimi yaptım. 2018 yılında borçlarımı ödeyip kara geçebilecektim.
bu projemde sürdürülebilir bir tatil tesisi anlayışını benimsedim.
amacım tesisimin beldedeki tatil anlayışını da değiştirmesi idi. insanlar şehirlerinde özlediği doğal yaşamı, şehrin lükslerinden vazgeçmeden bu beldede yaşayabilmeli. bunun için öncelikle kendi tesis binamın metre kare başına harcadığı enerji miktarını büyük oranda düşürmesi gerekiyordu. ayrıca yığın halde değil az ve öz olması gerekiyordu.
güneş enerjisi kullanan, yağmur suyunu biriktiren, ışık kontrolü sağlayan, doğal havalandırma kullanan, kahvaltıda vereceği yiyeceği kendi bahçesinde yetiştiren, yumurtayı - balı - reçeli direkt organik olarak köylüden temin eden. az sayıda oda ile yüksek kalitede hizmet veren bir tesis tasarladık.
bu tesiste de yapı malzemeleri olarak her şeyi doğa dostu seçtik. açık tavan ahşap çatı, el işlemeli ahşap mobilyalar. yüksek kalite ıslak mekan çözümleri, döşemeler, yer kaplamaları, duvar sıvasındaki kum, veranda, yöresel dokuma kilimler her şeyi ince ince düşündük.
totalde 20 oda yapabilecek iken sadece 10 oda ile yetindim.
haliyle bana da büyük masraflar çıktı. buna rağmen oda fiyatlarımı belde piyasasının üzerinde tutmadım.
şimdi tüm kazandığımı kredi borçlarına gidiyor. her sene kendime 2 yıl daha sık dişini diyorum. ardından yeni bir olay patlak veriyor.
mass turizmden beslenen çakallar yerli tatilciyi yunanistan'a yönlerdirdi.
bi'şey diyemiyorum ben de olsam yunanistana giderdim. avrupalı zaten bitti. kalan yerli turist 2+1 daire kiralıyor 4 kişilik odaya 7 kişi geliyor. zaten gelirken de doblosundan tüm yiyeceğini depolamış oluyor. bu yüzden maksimum 3 kişi konaklanabilen oda+kahvaltı düzenindeki tesisimi tercih etmiyor (neyse ki) bu 2+1 dairelerin neredeyse tamamının ruhsatı yok zaten. yine çakal esnaf kazanıyor.
geçen sene yıllardan beri tanıdığımız misafirlerimiz ve onların önerdiği yeni arkadaşlar, üzerine de booking.com katkısı ile işlerimiz iyi gidiyordu. çat!! sezon ortası 15 temmuz. bütün rezervasyonlar iptal. e adamın izni iptal olmuş. doğal olarak kaporasını geri istiyor. ben o kaporaları kredi borçlarının aylık ödemesine yatırdım. olmayan paramla ipral edilen rezervasyonların kaporalarını verdim.
bu sene kosgeb kredilerine başvurdum. 20.000 lira kredi başvurusu yapabileceğim söylendi. bağkur borcunu yatırcaktım onunla. kredi kartlarım da tesis giderleri ile patlak vaziyette. onları öderim dedim. krediyi çekmeye gittim. banka diyor ki hiç borcun olmayacak. lan borcum olmasa niye 20.000 lira peşinde bu kadar koşayım. o iş de yattı.
bu sene şimdiden booking rezervasyonları almaya başlamıştım. çat!! booking.com u kapatıyorlar.
genç yaşımda bir girişimcilik yapmaya çalıştım. sistamatik olarak beni bitirdiler.
ben oraya ruhsatsız bina çıksam. 20 oda koysam. tur ile anlaşsam. sabah akşam dayasam önüne hazır yemeği. tur harici müşteriye de kafama göre fiyat çeksem; şu an derdim tasam yoktu.
ben şimdi ne yapayım? mimarlık okudum. iyi de cv'im var. devredeyim dükkanı inşaat işine girip güzelim beldeye dökeyim mi betonu? yoksa sevdiğim hayatı terk edip istanbul'da maaşla mı çalışayım?
ben mecbur muyum düzene uymaya? doğru olanı yapmanın cezası bu kadar ağır mı?"
Alem-i Cihan
#teknoloji#blog#haber#internet#güncel#gündem#booking#booking.com#otel#pansiyon#rezervasyon#btk#bilgi teknolojileri ve i̇letişim kurumu#ömer fatih sayen#türsab#türkiye otelciler federasyonu#tatil sepeti#tatil#holiday#vacation#türkiye#turkey#erişim engeli#yasak#devlet#mahkeme#karar#türk#turk#türkçe
1 note
·
View note
Text
CORONA GÜNLÜKLERİ VOL 98373637282929393738392
Bu pandemi işi bizi insanlıktan çıkarttı ve ne zaman biteceği belli değil en çok buna ayar oluyorum.4.5 aydır saçlarımı kestiremiyorum.Yarın arabayı servisten almaya giderken kuaförüme gidip saçları kestiricem.Aslında saçlarımın uzunluğunu ve bu halini seviyorum ama kış geliyor, benim saç egzaması kışın başlar o sinirle kafayı 3 numara yapıp at hırsızına döneceğime yarın gideyim insan gibi kestireyim.
Pandemi döneminde en çok özlemini çektiğim şey denize girmek oldu.Bu seneyi sıfır denize girmeyle tamamlayacağız sanırım.Havalar artık düzelmez,deniz suyu sıcaklığı da düşüşe geçti.Bu sene çok güzel bir tatil planım vardı pandemi hepsini öldürdü.Ulan ne güzel antalya pataraya gidecektim, arkadaşımla mangal yakıp rakı içip geniş geniş muhabbet edecektim.Bunun yanında yine sokağa çıkma kısıtlamaları gelecek sanırım, yine ev alışverişi yapıp haftalarca eve kapanmayı istemiyorum ama mecburuz.Bu saçmalık yüzünden ölmek , hayatı yarım bırakmak istemiyorum.
Kışın bu dönemde okumayı planladığım bir kaç kitap var, bir kaç kitabı ise tekrar okuyacağım.Bir de aklıma yatan bir laptop alıcam.Ama bu dönemlerde en iyisi şu oluyor, ev alışverişini annem yapamadığı için ben ne alırsam o pişiyor.Kış boyu her ay 2500-3000 tl'lik alışverişi kendi kafama göre yaptım ve gayet düzenli beslendim.Bu kış epey karides ve mozarella yedim, rakı içerken mihaliç peynirinden şaşmadım,her akşam cevizli-fındıklı-fıstıklı-sütlü-türk kahveli irmik helvası yaptım.Ama bu sene ufaktan bir diyete başlayım aralık sonuna kadar 17-20 kilo vermeyi planlıyorum.Annemle de papaz olmadan bir şekilde geçinmemiz lazım.
Bu pandemi dalgası cinsel hayatımızı da bitirdi.Korkudan hiç bir yere adım atamıyoruz, en büyük sıkıntılardan birisi de bu zaten.2020 yılının en güzel, en faydalı günlerini evde geçerdik, neredeyse cinselliği unuttuk, libidomuz eksi seviyelere indi.2012 ve 2020 yılını asla unutmayacağım.Berbat zamanlar geçiriyoruz.Bazı yarım kalan işler var, bunları tamamalamayı nasıl başaracağım?Bilmiyorum, aslında bazı şeylerin dağınık kalması lazım.Ben epey yoruldum bozuk işleri düzeltmeye çalışmaktan.O yüzden bu bozuk, yarım, arızalı işlerin kendiliğin düzelmesi için koyduğum son tarih 31 Aralık 2020'dir.Kemal Sunalın dediği gibi "ben vaktinden sonra gelen paranın ancak üstüne sıçarım, sizde sıçın". Bundan sonra mottom budur.
Yarın arabamı geri alayım da başka bir şey istemiyorum.1.5günlğk arabasızlık beni bitirdi, psikolojim bozuldu.Aslında şu pandemi kısıtlamaları gelmeden haftasonu annemi alıp Bakırköy Gelik Restauranta bir gideyim, güzel bir tandır yiyip yanında rakı içeyim.Ciğerlerim bayram etsin.
0 notes
Text
Bir Miktar Kitap Daha
Normalde para vereceğim bir kitap olmasa da korona günlerinin bir kısmını da Tokat'ta geçirme çabamızın sevgili eşim bey sayesinde sonuç vermesiyle kardeşimin kitaplarına sarmış bulundum. Böylece hem kendi kitaplarımı yük etmemiş oldum, hem de farklı türlerde bir şeyler okuyarak yeni keşifler yaptım.
Kitap meşhur doktor Mehmet Öz'ün, malum kendisi Amerika'da bir fenomen, o yüzden kitap bana çok Amerikan geldi, günlük konuşma diliyle yazılmış olmasından herhalde. Kitap başından sonuna diyet yapmanın ne kadar boş bir uğraş olduğunu anlatıp, sonunda da kendisi bir diyet programı sunuyor, güler misin ağlar mısın hesabı. Ben kitabı zayıflamak amacıyla okumadım, ölümden dönmüş insanım en nihayetinde beş kilo fazlayı kafama takıp hayattan aldığım zevke halel getirecek değilim. Yine de şöyle bir iki basit tüyo alırım da, kendimi yorup üzmeden üç beş kilo veririm diye düşündüm. Fena da olmadı yürüyüş yapmak için bir motivasyon oldu; zira en kolay, en zevkli ve yüzde yüz etkili bir sağlık tavsiyesidir kendisi, ha bunu bilmiyor değiliz elbette ama bazen hatırlatılmasına ihtiyaç duruyor insan.
Kitaptan öğrendiğim en önemli şey ise 35 yaşından sonra insanın her on yılda kaslarının yüzde beşini kaybettiği, bu sebeple de aynı şeyleri yese, aynı kaloriyi harcasa bile kilo alacağı oldu. Yani yaşlandıkça daha fazla hareket edemeyeceğimize göre daha az yememiz gerekiyor, üzücü. Sağlığım ve vücudum için en güzel zamanları geride bırakmış olmak üzücü, acaba yeterince kıymetini bilmiş miydim? Gençlere bir öğüt vücudunuzun kıymetini bilin, ona iyi bakın ve tadını sonuna kadar çıkarın. Ha bir de önemli olan kilo değil bel ölçüsüymüş ve ideali 82 cm'miş, ben henüz ölçmedim, siz bir bakın.
Adına baktım "oo yakın tarih çok iyi" dedim, yayın evine baktım "islamcı kitabı" dedim, arka kapağını okudum "aha Fetöcü kitabıymış" dedim yine de iyi kötü bir şey öğrenirim, bir de onların tarafları göreyim diye okudum.
İçeriğinden şöyle bir bahsetmek gerekiyorsa, 68 kuşağı diye bir şey yoktur, çeşitli hayal ve heveslerle cuntacı bir grup asker tarafından kullanılan gençler vardır, o asker grupta yer alan askerler de bu ülkede ne zaman sağ güç kazansa bir darbe ile yönetime el koyar, şimdi de bu görevi ergenekoncular üstleniyor minvalinde şeyler anlatıyor. Özellikle de 60 ihtilalinden öyle bir bahsediyor ki, insan ister istemez demek 2016'da kendilerine bu darbeyi örnek almışlar diyor. Kitabın haklı olduğu yerler olsa da fazlaca taraflı yazıldığı da bir gerçek.
Küçükken bir kitap okumuştum, Lokman Hekim'in yıllar boyu süren arayışının sonucunda ölüme bulduğu çareyi kaydettiği kara kaplı defterini nehire düşürmesiyle sonuçlanan, okuyanının aklına ölüme çare yok mesajını kazıyan bir kitaptı, Lokman Hekim bile yapamadıysa, hiç kimsenin yapamayacağını işleyen. Çocuk aklımla bunu kabullenemeyip, tüh be keşke düşürmeseydi o defteri diye hayıflandığımı unutmuyorum. İşte bir grup insan var ki bu öğretiye karşı çıkan, ölümün pek ala çaresi olabilir ve teknoloji bunu eninde sonunda başaracak diyen. Gazeteci olan yazarımız işte bu insanların peşine düşüyor, kendisi ölümsüzlüğe ve transhümanizme pek inanmasa da, inansa bile böyle bir hayatı tercih edilir bulmasa da, bu insanlarla görüşüp, araştırmalar yapıyor; sonuçta ise ilginç olduğu kadar keyifli bir okuma sizi bekliyor.
#siz diyettesiniz#kolay ve kalıcı kilo verme kılavuzunuz#mehmet c. öz#michael f. roizen#68 kuşağı#darbe peşinde koşan bir nesil#mümtaz'er türköne#makine olmak#mark o'connell#okunasi
0 notes
Text
Kağıt Oda
-Neden başlama cesareti gösteremediğimi bilmiyorum. Yapılacak çok iş olmasından yakınan bir insan değilim. Aksine yoğun çalışma gerektirecek işleri özellikle tercih ederim.
O yoğunluğun içine girdiğimde sanki bir şeyden dolayı çekiniyorum. Utanmaktan mı, işimi yarım bırakacağıma dair korku mu? Yoksa o işi yaparken, başlamış olmanın ve devamını getirmek zorunda olmanın huzursuzluğu mu? Çözemiyorum neyden utanıyorum? SORUN NE?
-Her şeyin sebebini kendi dışımda arıyorum. Ama içimdeki bas bas bağırıyor ‘Sorun SENSİİİİİN’ diye.
-Yılda bir değişim süresi geçiriyorum. Tam bir düzen oturuyor ve her şeyi rölantiye alıyorum, birden her şey tepetaklak olabiliyor. Asıl yapmak istediğimi ise yapamıyorum. Kardeşim bana “Abla sne kitap yazsan harika bir şey çıkar ortaya” diyebiliyor. Bense şok oluyorum. Kardeşim bu izlenimi nasıl edindi, bende kendimin görmediği ne var? Bana göre bana dair her şey kofti, boş hayallerle dolu plansız bir hayat! Bir başkası “Sen kafana koyduğun her şeyi yapabilirsin” diyor. Bense benim kafam tamamen boşmuş gibi hissediyorum. Kafama bir şey koyamıyorum ki. O bu izlenimi nasıl ediniyor. Korkunç olan tarafı yaşım geçiyor. İstediklerimi gerçekten isteyip istemediğimi bile bilmiyorum artık.
-Birkaç gün önce kaç tane dünya klasiği okuduğuma dair bir test yaptım. Bu sayı hiçe yakındı. O yüzden koboma (evet ekitap okuyucu kullanıyorum) bir sürü dünya klasiği indirdim, yavaş yavaş okuyacağım. Yaş olmuş 30, dünya klasikleri bitmemiş, kabul edilebilir bir şey değil. Bir arkadaşım bütün Rus edebiyatı klasiklerini ilkokul 8.sınıftayken bitirmişti. O yüzden daha çok okumak lazım.
0 notes
Text
-12-
kabul
çok yazasım geldi
ama cidden bilmiyorum ne yazıcağımı
bi daha kabul
giriş cümlesi olarak bunu kullanmışlığım çok vardır
ne yazıcağımı bilmiyorum
ama aslında içten içe illa vardır aklımda bişeyler
en azından bi ihtimaller listesi vardır
bu sefer cidden yok bi konum
ama yazıcam
biraz böyle
sadece
yazalım bakalım
tuşlara dokunmaya devam edelim
bakarsın belki
saçmalamayı saçmaca devam ettirmeye çalışırken
kullanıcağım saçma kelimelerden biri
saçma bi çağrışım yapar
saçma bi konuda buluveririm kendimi
saat sabah 9.30
dışarıda kar yağıyo
kahve yaptım içiyorum
uyumadım dün gece
yine şey zamanlarıma dönüş yaptım
yaklaşık son bir hafta kadardır
günleri tersine çevirdiğim zamanlarıma
geceleri oturuyo
gündüzleri uyuyorum bi haftadır
ama düzüne dönmeye karar verdim
düzüne dönüş taktiğim de budur genelde
bi gün yine gündüz uyurum
akşam kalkarım
kahvaltı niyetine akşam yemeğine otururum
sonra sabaha kadar otururum
sabah olunca da yatarım en geç 7 8 gibi
işte ansızın bi gün
o sabah 7 8 de yatmamaya karar veririm
kabul biraz fazla uykusuz bi süreç olucaktır
ama pek siklemem ben
şok edici süre uyumadan durabilirim
ve aynı şekilde şok edici sürelerde de uyuyabilirim
bugün mesela şimdi bildiğin normal sabah uyanmış biri gibi takılıcam gece olana kadar
bildiğin gece 12 1 2 o saatlere kadar oturucam
sonra yatıcam
sonra yarın sabah 11 12 de uyanıcam
zıbıt
bitti
döndüm düzüne
tamamdır
zıbıt enteresan oldu bu arada
ben pek öyle götten uydurma olmayan ses efektleri kullanan bi tip değilimdir
o öyle kendi doğaçlama fırlayıverdi
daha önce kullandığımı hiç hatırlamıyorum
sırf yazıda değil konuşmada da pek kullandığımı sanmıyorum o kelime olmayan kelimeyi
hee tek eksi yanı
bu ters uyku düzeninden düz uyku düzenine geçiş süreci seremonisinin
sigara tüketimi
o beni epey zorluyo
zaten çok tüketen bi insanım
nefes alma fırsatı bulduğum vakitler genelde uyuduğum vakitler oluyo
uyumama eylemini çok uzattığım zaman
ciğerler molasız o kadar uzun tüketime karşı aşırı tepki verebiliyolar
onlar da biraz eylemci
inceden bi örgütçülük sendikacılık ruhu var puştlarda
hemen ilk teşebbüste eylemi çakıyolar
bi horuldanmalar mogurdanmalar
basarız istifayı ona göre bak diye el altından tehditler
ben de diyorumki onlara
ben varsam siz varsınız
ben yoksam siz yoksunuz
batarsak beraber batarız
kapatın çenenizi oturun işinizi yapın
pek demokrat değilim organlarıma karşı
biraz faşizm söz konusu vücut yönetimimde
biraz sözlerini dinlesem azıcık uzlaşsak daha sağlıklı uzun vadeli bi ilişkimiz olur aslında muhtemelen
ama her faşizm gibi kısa vadede nihayete ericek bizimkisi de böyle devam edersem
olsun
neyse
enteresan şeyler okudum bugün
teknolojiyi geliştiriyolar saolsunlar
sadece akıllı telefon uygulamaları gelişmiyo
gerçekten teknolojik gelişmeler var
dondurma ilerde diriltme filan
bilim kurgu filmlerinden pırtlama enteresan hikayeler okudum
bi 10 20 seneye çok dudak uçuklatıcı çok köklü değişimler olabilir
sağlık konusunu kafaya takmak için aceleci davranmaması gereken bi çağda genç jenerasyondan bi bireyim
o yüzden kafama göre takılmaya devam ediyorum
vücut yönetiminde faşizm demokrasiden daha eğlenceli
hadi sigaraya çok bi lafım yok faşist yönetimime rağmen aslında ben de kabul ediyorum sigaranın gereksiz olduğunu
ama şimdi full demokrasi versek
alkole de laf etmeye kalkarlar
tavizin sonu yok
o yüzden gerek yok
faşizm şu anki konjonktürde en iyisi
bu arada tabi
yazarken farkındayım ne yazdığımın
ağır saçmaladığımın baya bilincindeyim
ama işte baya baya yukarlardaki bi yazımda bi ara bahsettiğim saçmalıklara tesadüfen bi örnek teşkil etti mesela bu yazı
inceden de olsa mantık barındıran bi saçmalama metodu bu mesela
şimdi bu yukarıdaki konuştuğum vücut faşizmle mi yönetilmeli demokrasiyle mi
saçmalığını
böyle kendi kendine tek başına klavyenle değil de
karşında reel bi insanla diyalog halinde saçmalasan
tesadüfen karşına da senin gibi bu tarz saçmalıkları seven bi sapık denk gelmedikçe
çok büyük ihtimalle alcağın tepki fikstir
git uyu gerizekalı belli işte beceremiyon sen bu uykusuzluk işini ne dediğin belli değil aq der
ama kendi kendineyken
gayet vakit geçirmenin eğlenceli bi yolu olabiliyo bu tarz dozajsız saçmalıklar
ama tekrar ediyorum
tizden de olsa mantık barındıran saçmalık
asla külliyen saçmalamam
çok nadiren yapmışlığım vardır
ki onlar hep kendi kendime yazmalarıma değil kendi kendime konuşmalarıma denk gelmiştir
bu arada evet
evde yalnızsam eğer
kendi kendime konuşurum sürekli
bazen o tizden saçmalama dediğim işe
o kadar kaptırırımki
gitgide gitgide
bazen o kadar tizleşirki
sesin frekansının duyma kapasitemizin dışına çıktığı olur
bu arada bu örneğin güzel olmamış olma ihtimali olduğunun farkındayım çünkü müzik terimleri hakkında çok yüzeysel kulaktan dolma bilgilerim var sadece
her neyse
çıkayım o zaman tiz frekans filan zımbırtılarından
bazen gerçekten mantıktan tamamen yoksun saçmaladığım oluyo
çok çok bazen ama
25 yılda 2 3 tür hatırladığım
onlarda da hemen farkediyorum mantığı kaybettiğimi
ve inanılmaz kahkaha atmaya başlıyorum
çöktün olum diyorum
bitti beyin tükendi
vardın sınıra
sıçamadın daha fazla
yetişemedin kendine
en sonunda alakalandırılcak daldan dala atlıcak ilişkili bi konu bulamadın
ve bi şekilde susamadın da
o kadar kaptırmıştın konuşmaya
ve şu son 30 saniye içinde söylediklerinin hiç bir anlamı yoktu
saçma ya da mantıksızdı değil bak
direk anlamı yoktu
yanyana rastgele getirilmiş kelimelerdi sadece
ama asla cümle etmiyolardı
çok gülüyorum işte o zaman kendime
baya uzun 1 2 dk lık bi gülme krizine giriyorum kendi kendime
gülmeme hakim olup durdurabildiğim anda da
utanç başlıyo bu sefer
uzun bi mola veriyorum konuşma işine
beyni dinlendiriyorum biraz
----
evet şöyle bi çıktım okudum yine her zamanki gibi
yeterince saçmalamışız
yazıcak bişey bulamamışım gerçekten
baya içsel bi saçmalama seansı olmuş
o yüzden yeterli görüyorum ben
0 notes
Text
Parasino Sitesi Genel Bilgiler
Bu sayfada size Parasino adıyla bilinen yeni bir sitenin incelemesini yapacağız. Gayet güvenilir bir bahis sitesi olan Parasino poker oranlarıyla öne çıkıyor. Parasino, aslında bahis geçmişi çok eski bir site değildir. Fakat bu pazara oldukça hızlı bir giriş yapan web sitesi şu sıralar Türk üyelerinin bir hayli rağbet ettiği bir bahis bürosu olmayı başardı. Online bahis, casino, canlı casino ve slot oyunlarıyla çeşitlilik açısından da zengin bir menüye sahip büro bu yükselişini sürdürecek gibi gözüküyor.Modern bir arayüze sahip site renk uyumluluğu açısından çok başarılı bir arayüzle hizmet sunuyor. Günlük programa erişimin kolay olduğu sitede bunun dışında herhangi bir kategoriye tıklamadan 24 saat içindeki bütün bahis takvimini tek tıkla karşınıza getirmesi kullanışlılık bakımından oldukça büyük kolaylık sağlıyor.
Parasino Güvenilir Bir Site mi
Bir takım bahis severlerin çeşitli bahis şirketlerinde elde ettikleri kazançları alamadıklarını, hatta kullanıcı hesaplarının sonlandırıldığını ve destek talebinde bulunduklarında cevap alamadıklarını görüyoruz. Burada sorun yanlış bahis şirketi seçiminden ya da bahis bürosunun kurallarına aykırı davranmaktan kaynaklanabilir. İllegal bahis bürolarının kendilerine özgü bazı kuralları vardır. Bahis yapmadan önce tüm site kurallarını dikkatli bir şekilde okumalı ve size ters gelebilecek bir takım kurallar varsa o siteden uzaklaşmalısınız. Yurt dışı bahis şirketleri özellikle canlı bahis konusunda çok hassastır ve kurallara uymadığınız takdirde site hesabınız bloke edilebilir.Uzun süredir Türk bahis pazarının hizmetinde olan Parasino sektöründe kaliteli bahis siteleri içinde sayılabilir. Bahisleri hızlı bir şekilde sonlandıran ve para kazanırsanız çabucak hesabınıza yansıtan Parasino ödeme açısından da herhangi bir sorun çıkarmıyor. Bütün bahis büroları gibi üye hesabınızı onaylamanızı talep eden site bunun için sizden nüfus cüzdanı ve adınıza kesilmiş bir faturanın fotoğrafını talep ediyor. Güvenilirlik tarama sonuçlarımıza göre "Parasino şikayet" araması Google’da 1000 arama sonucu karşımıza getirse de bu şikayetlerin önemli bir kısmının pozitif bir şekilde nihayete erdirildiğini ekleyelim. Şikayetvar verilerine göre ise site hakkında bu zamana kadar yalnızca 47 şikayet bildirisi gönderilmiş. Bahis forumları, kaçak bahis sitelerine sırf daha fazla bonus almak için para yatırıp sonra kazandığını tahsil edemeyen insanlarla dolu. Bu dolandırılanlar arasında bulunmak istemiyorsanız Parasino gibi kaliteli bahis şirketleri kullanmak zorundasınız.
Parasino Ödeme Yapıyor mu
Kaçak bir bahis firmasında bahis oynamayı düşünen şahsın en büyük tereddüdü ödeme problemidir. Bahis yaptığı firmayla ilgili devamlı ödeme yapıyor mu sorusu beyninde döner durur. Ne yazık ki bu sorunun cevabını öğrenmek arasıra çok pahalıya malolabilir. O yüzden kupon yapmadan hemen önce kullanmayı düşündüğümüz firmanın güvenilir olduğunu detaylı araştırmak zorundayız. Lakin araştırma yaparken dürüst olmayan yorum siteleri veya tarafsız olmayan kullanıcı forumları dolayısıyla sık sık yanılgıya düşebiliriz. Parasino şirketinin hemen ödeme yapan güvenilir bir bahis şirketi olduğunu öğrenmek amacıyla ben de uzun süre inceleme yaptım. Bu hedefle güvenilir mi sorusunu sorduğum pek çok üyesinden olumlu yanıtlar aldım. Bundan dolayı ben de size içim rahat bir şekilde Parasino bahis şirketini tavsiye ediyorum. Parasino bahis firması Payocard, Pidpay, ecoPayz, Cashixir, PayKwik, ParaMara, Bitcoin, Transfercard, Ready Cash Card, Webmoney, Epaycode, TillCard, Astropay, Ecocard benzeri para çekme yöntemlerini desteklemektedir.
Parasino Güncel Giriş Adresi 2018
Bu ülkede bahis sadece tek bir şirketin kontrolü altındadır. Bu kuruluşun bahis oynatma hakkı verdiği bahis siteleri üzerinden bahis yapılabilmektedir. Güvenilir Bahis Siteleri haricindeki bütün bahis oynama metodları yasa dışı sayılır. Fakat internet kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber bahisçiler bu yasağı da delmektedirler. Çok iyi bahis oranları ve bonus promosyonları sunan illegal bahis siteleri zaman geçtikçe daha çok kullanıcı kazanmaktadır. Bu açığın sonunu getirmek amacıyla bahis firmalarının giriş url'leri sık sık engellenmektedir. Üye kaybetmek istemeyen bahis şirketleri sık sık url değiştirerek kapatılma sorununu çözmüşlerdir. Parasino bahis sitesi de kapatılan bürolardan biridir. İşte bu sebeple en yeni giriş adresi olarak Parasino.com yoluyla şirket sitesine ulaşabilirsiniz.
Parasino Mobil Sayfası
Gelişime böyle yatkın olan bir alana yatırım imkanını asla geri çevirmeyecek olan Parasino benzeri yurtdışı bahis şirketleri için, bu kullanıcıların web sitelerinde daha çok zaman geçirmesi ve doğal olarak daha fazla para kazanmaları anlamına gelmektedir. Sıradan bir pcden daha kuvvetli ve daha fazlasını yapma imkanı olan mobil cihazlar piyasaya peşpeşe çıktığı için, normal pc pazarında bile çok ciddi gerileme var. Zaten müşterinin elindeki mobil cihaz bir masaüstü bilgisayardan daha iyi performans gösteriyorken, kimse masaüstü bilgisayar satın almaya bile gerek duymamakta. Modern kent yaşamında devamlı hareket halinde bir hayat sürdürmekte olduğumuz gerçeği bir kenara konduğunda bu çok daha mantıklı geliyor. İnsanlar işlerine ulaşmak için bile yolda harcadıkları zamanı mobil cihazlar üzerinden internette harcıyor. Bu sebeple çoğu bahis şirketi bu sektörde farklı cep telefonları ve farklı ürünler için farklı yazılımlar üretmiş ve mobil platformlardan bahis yapmayı sağlıyor. Parasino bahis bürosu da üyelere mobil üstünden bahis yapılabilen güvenilir firmalardandır. Parasino mobil uyumlu adresinden kolayca bahis oynayabilirsiniz.
Canlı Destek
Parasino bahis sitesi destek hizmetleri kaçak bahis siteleri arasında oldukça kaliteli olanlardan birisi. Her zaman ulaşabileceğiniz hizmet birimleri sayesinde ileri bir tarihe ertelenen yada yarıda kalan maçlar gibi küçük sorununuzda anında destek bulabiliyorsunuz.
Parasino Üye Yorumları
Bahis oynamadan önce kullanıcı yorumlarını incelemek bazen bahis tutkununun ufkunu açabilir. Hem destek forumları, hem de ekşi sözlük benzeri interaktif sözlük siteleri bizler için aydınlatıcı olabilir. Parasino şirketi için derlediklerimiz bunlar: Ya ben de üyeyim, neden eskiden olduğu gibi Parasino.com'a giriş yapamıyorum, niçin erişilemiyor? (Sosyal Medya) Canlı destek hattı hızlı. Tek kafama takılan kredi kartıyla para yatıramıyorum. (Forum) 1200 lira para çekim işlemi 10 dakika içinde çözdüler. Gayet memnunum şahsen. Bu firmadan 1 aydır bahis yapıyorum. Son derece güvenilir bir site. Size de öneririm şahsen. (Destek Forumu)
0 notes