Tumgik
#Namaz ne zaman farz oldu?
susumblog · 1 year
Text
Tumblr media
Bana diyorlar sana ne oldu bilmiyorlar ki bana İslamın nuru dokundu...
2018 kendimi arayışımın yılıydı.
Hissettiğim o büyük boşluğu hiçbir şeyle dolduramadım gün geçtikçe arttı Müslümanmış gibi yaşıyordum Evet müslümandım
Namaz yok , Tesettür yok,Haram helal yok... ama Müslümandım işte.
Araştırmaya başladım okudum, dinledim öğrendim sanki içimdeki o boşluk yok oluyordu. Çok açık biriydim ve düşüncelerim uçtu ama Bismillahirrahmanirrahim dedim ve namaza başladım 2 sene açık bir şekilde namaz kıldım .Bu süreçte kendi ruh âlemim öyle bir değiştiki Rabbimin ve Resulünün sevgisi kalbime ilmek ilmek işlendi sanki. Ne zaman tesettürün farz olduğunu anladım ve kapanmak istedim yakınlarım bu durumu kabul etmek istemedi . Öyle kırıldım ve yoruldumki anlamadılar beni anlamak istemediler...
Ne zaman islamın yoluna girmek istedim herkes bana karşı çıkmaya başladı.Sadece Rabbimden istedim ve elhamdülillah zorda olsa Rabbim tesettürü nasip etti.
Bu sefer şunlar başladı. Çok abartıyorsun, Siyahlara bürünmüşsün,sen eskiden güzeldin,senin eski günahlarından biliyoruz...
O An anladım insanlar hep konuşacak onları razı edemem Sadece ve sadece Rabbimi razı etmeliyim.
Bu şiirin birçok noksanlığı vardır belkide hiçbir değeri yok belki ama benim için o kadar kıymetli ki araştırma sürecinde aklım ve kalbim mütmâin olmuştu gece kalkıp yazdığım kalemimden dökülen bir şiir işte...
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok." 
21 notes · View notes
yalnzardc · 1 year
Text
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Nisa sr. 103
Safvetüt Tefasir: Namazı bitirdiginizde ayakta oturarak Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde Allah'ı zikrediniz ki düşmana karşı size yardım etsin. Korku gidip de düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam kılın. Size emredildiği gibi rükû ile, secdeleri ile ve süphesiz  bütün şartlarıyle huşa içinde kılınız şüphesiz namaz mü'minler üzerine belli vakitlerle sınırlanmış bir farzdır. Onu vaktinden sonraya bırakmak caiz değildir.
Celaleyn T : İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz, ondan boş kaldığınız zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzere iken, yatar şekilde iken, bütün hallerde tehlille ve tesbihle Allahü teâlâ'yı zikrediniz. Ne zamanki mutmain olursanız, emniyette olursanız, artık namazı tamamiyle ikâme ediniz, onu bütün haklarıyla eda ediniz. Şüphe yok ki, namaz mü'minlerin üzerine vakitlenmiş olan, vakti takdir edilmiş olan bir kitap, yazılmış farz kılınmış oldu. Artık namaz o vakitten tehir edilemez.
Taberi T : Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan üstü yatarken de anın: Namazınızı kıldıktan sonra da her halinizde; ayaktayken, otururken, yan gelip yatarken de duâ ve tâzim ile Allah'ı anın ki, düşmanlarınıza karşı size yardım etsin ve size zafer nasip etsin." Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın: Korkunuz gidip de kendinizi güvende hissederseniz, namazı Rabbinizin size emrettiği şekilde, ölçülerine riâyet ederek kılın. Şüphesiz namaz inananlara belirli vakitlerde farzdır: Müminlere belirli vakitlerde kesin bir farz olarak emredilmiştir.
Beydavi T : "Namazı bitirdiğiniz zaman” eda edip sona erdirdiğiniz zaman "Allah'ı ayakta, oturarak ve yanlarınız üstü yatarak zikredin” bütün hâllerde zikre devam edin yahut namaz kılmak istediğiniz ve korku şiddetlendiği zaman onu nasıl mümkün olursa öyle küm; ayakta, kılıç çalarken, dövüşürken, otururken, ok atarken ve yaralanıp bitkin düşmüş iken.
"Güvende olduğunuz zaman” kalplerinizden korku gittiği zaman "namazı kılın” ta'dil-i erkân ile, rükün ve şartlarını yerine getirerek ve tam olarak eda edin.
"Şüphesiz namaz mü'minlerin üzerine belli vakitlerde yazılmış bir farzdır". Vakitleri tayin edilmiş bir farzdır, hiçbir şekilde vakitlerinden çıkarılması câiz değildir. Bu da zikirden namazın murat edildiğini ve onun kılıç çalarken de savaş meydanında koştururken de vâcip olduğunu göstermektedir ve emrin mümkün olduğu kadar yerine getirilmesinin illetidir. Ebû Hanîfe ise: Savaşçı rahatlamadıkça namaz kılmaz, buyurmuştur
Ömer Nasuhi Bilmen T : Bu ayeti kerime, korku namazını müteakip yapılacak zikir ve fikrin vaziyetini ve korkunun gitmesini müteakip namazların bütün erkan ve şartları dairesinde eda edilmesini bildirmektedir. Şöyle ki: (imdi) Ey İslâm mücahitleri!. (namazı) korku namazını anlatıldığı şekil üzere (kılıp bitirdiğiniz) o namazdan ayrıldığınız (zaman) vaziyetinize göre (ayakta iken ve otururken ve yanlarımız üze rinde iken) böyle herhangi bir halde bulunurken (Allah Teâlâ'yı zikrediniz) onun zikrine, ona duaya, zafer ve yardımını temenniye devam eyleyiniz. Bununla be raber sağlık durumu iyi olanlar ayakta, hasta olanlar oturarak, kötürür olanlar da yan üzerine yatarak namazlarını kılsınlar. (vaktaki, emniyet haline gelirsiniz) savaş son bulur da kalpleriniz korkudan kurtulur, (artık) vakti girmiş olan (namazı tamamiyle) tadil erkânına ve şartlarına riayet ederek (edâ ediniz) bu mühim dini vazifenizi hakkiyle yerine getiriniz. (şüphe yok ki, namaz) bu mübarek ibadet (mü'minlerin üzerine) tarafı ilâhîden (belirli) öne geçmeyecek ve sonraya kalmayacak (vakitlerde) Allah'ın kitabı ile sabit (bir farize olmuştur) Namaz vakitleri: Fikih kitabımızda bildirildiği üzere şöyleyecedir:
1- Sabah namazının vakti, gecri sadıkın doğmasından güneşin doğmasına kadar olan müddettir. Fecri sadık ise sabaha karşı ufuktan yayılmaya başlayan bir nurdan, bir aydınlıktan ibarettir. Buna ikinci bir fecir de denilir. Bu ikinci fecrin karşıtı birinci fecirdir ki bu da gökte iki tarafı karanlık, uzunca bir çizgi şeklinde görülen bir beyazlıktır. Az sonra kaybolur, kendisini bir karanlık takip eder. Bu fecr gece hükmün dedir. Bununla yatsı vakti çıkmış olmaz. Bu fecre sabahın gerçekten girmesini gös termediği ve yalancı, geçici bir aydınlık olduğu için "fecri kazip = yalancı fecir" denilir. Bu fecri kazip kaybolduktan sonra ikinci fecr meydana gelir.
2- Öğle namazının vakti, İmamı Azam'a göre zeval gölgesinden itibaren her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşağı zamana kadardır. Buna "asri sani" denir. Zeval gölgesi ki güneşin görünüşe karşı semada yarı yolu katetmekle her şeyin batıdan doğuya doğru ilk düşmeye başlayan gölgesidir. Imamiyne ve üç büyük imama göre ise öğle vaktinin sonu, zeval gölgesinden başka her şeyin gölgesi kendisinin bir misline ulaştığı andır. Buna "asri evvel" denir. Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir.
3- İkindi namazının vakti, İmamı Azam'a göre her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaştığından itibaren ve diğer imamlara göre de bir misline ulaştığından itibaren güneşin batacağı zamana kadardır.
4- Akşam namazının vakti de güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır. Şafak ise İmamı Azam'a göre akşamleyin ufukta kızardıktan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmameyn ile üç büyük imama göre ise ufukta meydana gelen kızartıdan ibarettir.
5- Yatsı namazının vakti de şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Vitir namazınnı vakti de yatsı namazının vaktidir.
Teravih namazının vakti de tercih edilen görüşe göre yatsı namazından sonra sabah namazınnı vaktine kadar devam eder.
Bayram namazlarının vakti de sabahleyin güneş yükselip kerahat vakti çıktığı zamandan itibaren istiva zamanına kadar devam eder.
İstiva zamanı; tam zeval vakti demektir ki, güneş, gündüzün ortası dairesi üze rinde bulunur. Herkesin tam başı üstüne veya o sıraya gelmiş gibi görünür. İşte kerahat zamanı bundan ibarettir.
§ Namazları böyle vakit vakit kılınmasındaki hikmet ise pek büyüktür. Bu yüce ibadet, kulların zamanlarını tanzim eder, ruhlarını gafletten kurtarır, Yaratıcımızın hikmet ve kudretine dalâlet eden muhtelif zamanların her birinde o Yüce Yaratıcıya saygı sunmakla onun şanının yüceliğini tazime vesil olur, daha nice maddi, manevi menfaatleri temin buyurur.
İbn Kesîr T : Allah (Celle Celalühü) korku namazının akâbinde çokça zikir yapmayı emretmektedir. Her ne kadar korku namazı haricinde de zikir çekmek meşru ve talep edilen bir fiil olsa da korku namazından sonra çok daha kuvvetli bir şekilde bu talep edilmektedir. Çünkü bu namazın rukunlerinde bir hafifletme söz konusudur. Aynı şekilde namazda iken gelip gitmeye ruhsat taninmiştir. Diğer namazlarda olmayan daha birçok şeye korku namazında müsaade edilmiştir. Nitekim Allah (Celle Celaluho) haram aylar hakkında şöyle buyur muştur: "O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendi nize zulmetmeyin." Her ne kadar bu diğer aylarda da yasaklanmış bir şey olsa da hürmetinden ve yüceliğinden dolayı haram aylarda bu daha şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır.
Bundan dolayı Allah (Celle Celalühü) şöyle buyurmaktadır: "Namazı bi tirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah'ı zikredin." Yani diğer bütün hallerinizde de Allah's zikredin. Daha sonra şöyle buyurmuştur: "Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın " yani emniyete kavuşup korkunuz gittiğinde ve huzura kavuştuğunuzda "Namazı dosdoğru kılın" yani onu tamamlayın ve bütün muhteviyatıyla, huşusu, rukusu, secdesi ve bütün erkânı ile onu kılın.
"Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır." İbn Abbas "keteben" kelimesini "farzdır" şeklinde tefsir etmiştir. İbn Mes'ud şöyle demiştir: Tıpkı haccı belli bir vakti olduğu gibi namazın da bir vakti vardır. Zeyd b. Eslem şöyle demiştir: Yani taksit taksit olarak. Her bir taksit geçtikten sonra diğer taksit gelir. Yani her bir vakit geçince diğer vakit gelir.
Ruhul Beyan T : Namazı bitirdiğiniz zaman... Korku namazım, açıklandığı şekilde eda edip bitirdiğinizde, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Allah'ı zikretmeye devanı edin. Her durumda, O'na yalvarmaya, O'na dua etmeye ve O'nun kontrolünde olduğunuzu unutmamaya devanı edin. Hatta, savaş anında bile. Çünkü Allah: ”Bir toplulukla karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah 'ı çok anın ki, kurtuluşa eresiniz" (Enfal: 45) buyurmaktadır.
Emniyete kavuştuğunuzda ise, namazı gereği gibi kılın. Kalbleriniz korkudan kurtulup huzura kavuştuğunuz zaman ve savaş bittikten sonra güvene kavuştuğunuz zaman, namazı dosdoğru, bütün şartlarını yerine getirmek suretiyle, tâdil-i erkânına riayet ederek kılın.
Buradaki ”anma" kelimesini genel anlamda düşünerek, bu zikrin dille yapılan zikir ve namaz olduğu görüşünü savunanlar, âyeti şu şekilde tefsir ederler: Her durumda, Allah'ı zikretmeye devam edin. Namaz kılmak istediğiniz zaman, sağlık durumunuz yerindeyse ve gücünüz varsa, ayakta kılın.' Hastalık sebebiyle ayakta durmaya gücü yetmeyenler oturarak kılsın. Oturarak kılmaya gücü yetmiyenler ise, yanları üzerine yatarak kılsınlar.
Çünkü namaz, müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır. Allahü teâlâ namazı, vakitlerini belirtmek suretiyle müminlere emretmiştir. Denilmiştir ki: Namaz, yolculuk durumunda iki rekât, normal durumlarda ise dört rekât olarak takdir edilerek müminlere farz kılınmıştır. Her vakitte, takdir edilmiş olduğu gibi kılmak gerekir. Çünkü Allahü teâlâ, kullarını kendilerinden çok daha iyi bildiği için, ibadetleri de ona göre belli zamanlarda takdir etmiştir.
Allahü teâlâ  kullara bıkkınlık ve usanç geleceğini bildiği için, güniin beş vaktinde namazı, senenin bir ayında da orucu farz kılınmıştır. Zekâtı kırkta bir ve haccı da kullarına rahmet olmak üzere, ömürde bir defaya mahsus olmak üzere farz kılmıştır. Bütün bunlar, kulluğun kolay olması için Allahü teâlâ'nın kullarına ikram ettiği kolaylıklardır. Eğer ibadetler, belirli zamanlarla sınırlanmamış olsaydı, kullar, her fırsatta ibadetleri erteleme yoluna gideceklerdi. İbadetlerin vakitlerle sınırlandırılmış olmasının sırrı da buradadır. Namaz, Miraç gecesinde elli vakit olarak farz kılınmıştı. Daha sonra Allahü teâlâ, kullara rahmet olsun diye bunu hafifletti ve her vakit için on sevap verdi. Beş vakit kılınan namazın sevabını, elli vakit sevabı olarak verdi. Denir ki: Kıyamet günü, kâfir için elli bin sene olmasının sebebi, kâfirin elli vakti kaybetmesinden dolayıdır. Kaybettiği her namaz için, bin yıl ceza çekecektir. Bunu, kendilerinin hak ettiklerini, yine kendi ifadelerinin şu ifadelerinden anlamaktayız: ”Biz namazı kılmıyorduk." (Müddesir: 43)
4 notes · View notes
hamiyetztrk · 1 year
Text
Tumblr media
https://twitter.com/SemanurSonmez/status/1652235477146107911?t=-DKXF92pmV4n1wn2ccDH_A&s=08
KADEM’in Camiler Hepimizin projesi kapsamında düzenlediği çalıştay, sosyal medyada gündemde. Kimi kadının camide işi ne diyor, kimi kadın alanlarının iyi olduğunu söylüyor. Boş sesler korosunun ‘Başka işiniz yok mu” nakaratı da fonda. Merak edenler için konunun ayrıntıları:
Öncelikle projenin amacı, “Camilerde Kadınlara ayrılan alanların iyileştirilmesi”. Buna, kadın tuvaletlerinden abdest alma alanlarına, kadınların namaz kılma bölümlerinden cami içi genel düzenlemelere kadar bütün konular dâhil.
Kadınlar, bir camiye gittiklerinde lavoboları kullanabilmeyi, abdest alanlarının temiz olmasını, namaz kılacağı mekana kolay erişmeyi istiyor. Peki kadınlar neden durup dururken bu konuyu gündeme getirdi? Dertleri ne?
Aslında konu yeni değil. Camilerin kadın kullanım alanlarının temizliği konusunda 2010 yılında, benim de katıldığım bir kampanya başlatılmış ancak sonuç alınamamıştı. Zaman zaman farklı gruplar, benzer taleplerle camilerin kadın alanlarını gündeme getirdi.
Geçen yıl Üsküdar’da bir genç kız, yaşlı bir adam tarafından camiden kovulunca konu yine gündem oldu.
Kadınların camilerde yaşadığı sorunlar bu ülkenin hatta dünyanın bazı ülkelerinin kronik sorunu. Sadece kendi yaşadığım sıkıntıları anlatsam bir hikaye kitabı çıkabilir.
2 yıl önce Eyüp Camii’nin güvenlik görevlisi, altımızdaki hasırı çekip namazımızı bozdu mesela. (Cami de kadınlar bölümü de dolu olduğu için son cemaat mahallinde namaza durmuştuk birkaç kadın. Güvenlik görevlisi, seccademizi çekecek kadar derin! fıkıh bilgisine sahipti.)
Anadolu’da gittiğiniz 3 camiden 2’sinin kadın tuvaleti ya kilitlidir ya kullanılamayacak kadar kirli ve bakımsızdır. Eşim kapıda nöbet tutarken erkek tuvaletlerinde kaçak göçek abdest almak zorunda kaldığımı çok bilirim.
Dünyada durum değişken. Mesela Hindistan'da 300 yıllık bir camiye alınmadım. Üstelik namaz vakti geçmek üzereydi ve başka yer alternatifi yoktu. Kapıdaki Müslüman amcalara namazın geçeceğini söyleyip neredeyse yalvardım. Değil içeriye, avluya bile almadılar. İşte o cami.
Malezya, Endonezya gibi ülkelerde kadınlar için arkada ya da yanda geniş alanlar oluyor çoğunlukla. Kadınlar Cuma ve bayram namazlarına da katılabiliyor. Kimsenin namazı batıl olmuyor.
Mescid-i Aksa’da kadın cemaat arka sıradan erkek cemaat ön sıradan başlamak üzere aynı mekanda arada paravan olmadan saf tutuyor. Sanırım Türk ziyaretçilerin talebiyle bir süredir birkaç paravan var ama kadınlar ana mekanın içinde. Cemaati de görebilecek bir konumda.
Mekke’deki durum herkesin malumu. Kadınların namaz alanları var ama gizli saklı değil değil, Kâbe görülebiliyor. Özellikle Hac zamanı mecburiyet halinde kadın erkek karışık bile namaza duruyor ki bunu kadınlar tercih etmez. Ama gitmeyenler için bilgi olsun diye yazıyorum.
Bunlar camiye giremekle ilgili kısım. Bir de caminin içindeki durum var. Kadın bölümlerinin demirbaş eşyaları mesela. Elektrik süpürgesi, yer silme aparatları, Cuma namazı için depolanan hasırlar, kilimler, seccadeler. Bir kenara yığılmış örtüler, etekler...
Bazıları caminin tamamen dışında, beton 4 duvar. Klima yok, kışın buz, yazın hamam gibi. Bazıları caminin üst katında. Bebek arabasıyla gittiyseniz yukarı çıkamazsınız veya çocuğunuz siz namazdayken aşağı düşebilir. Yaşlı ve engelliyseniz merdivenleri çıkamazsınız.
Bu sorunlarla 40 yılda bir karşılaşınca insan tolore edebiliyor ama çalışan ve sık seyahat eden kadınlar için çok yıpratıcı. İstediğimiz şey basit. Caminin giriş katında, arkada ya da yanda ipe geçirilmiş çirkin perdelerle değil de estetik şekilde ayrılmış bölümler.
Ayrıca; süpürgeyle saf tutmamak, camideki genel temizlik, bakım, iklimlendirme şartlarına sahip olmak. Ne fazlası, ne eksiği.
KADEM bu projeyi müftülükler, STK'lar, mimarlar, ilahiyatçılar, yerel yönetimler, cami cemaatleri ve cami dernekleriyle istişare ederek yürütüyor.
Son bir not. Namaz kılmak, kadınlara da farz.
"Evinizde kılın" diyecekseniz boşuna parmaklarınızı yormayın. Çünkü gerçekten camiler Allah'ın evi ve kimse Allah'ın kadın kullarını onun evine alıp almama hakkına sahip değil. #CamilerHepimizin
Semanur Sönmez Yaman
1 note · View note
yorgun-kral · 2 years
Text
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed, Mekke’de dünyaya gelmiştir. İslam dininin son peygamberi olarak bilinen Hazreti Muhammed doğumundan 2 ay önce babasını 6 yaşındayken de annesini kaybetmiştir. Amcası tarafından büyütülen Hz. Muhammed, kuranı kerimi en iyi şekilde anlayan ve hayatının her bir anını bu kitaba göre yaşamış olan model insan olarak bilinir. İnsan hakları ve adalet gibi konulardan tutun doğruluk ve dürüstlüğe varana kadar pek çok kavramın önemini Hazreti Muhammed insanlığa öğretmiştir.
Hz. Muhammed Ne Zaman Peygamber Oldu?
Hz. Muhammed, tam 40 yaşındayken peygamber olmuştur. Peygamber olduktan 3 sene sonra da herkesi iman etmeye davet etmiştir. 52 yaşındayken Miraç adlı yolculukta cenneti, cehennemi ve Allah’ı görmüş, 5 vakit namaz bu zamanda farz olmuştur.
0 notes
turkuyede-haberler · 2 years
Text
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed, Mekke’de dünyaya gelmiştir. İslam dininin son peygamberi olarak bilinen Hazreti Muhammed doğumundan 2 ay önce babasını 6 yaşındayken de annesini kaybetmiştir. Amcası tarafından büyütülen Hz. Muhammed, kuranı kerimi en iyi şekilde anlayan ve hayatının her bir anını bu kitaba göre yaşamış olan model insan olarak bilinir. İnsan hakları ve adalet gibi konulardan tutun doğruluk ve dürüstlüğe varana kadar pek çok kavramın önemini Hazreti Muhammed insanlığa öğretmiştir.
Hz. Muhammed Ne Zaman Peygamber Oldu?
Hz. Muhammed, tam 40 yaşındayken peygamber olmuştur. Peygamber olduktan 3 sene sonra da herkesi iman etmeye davet etmiştir. 52 yaşındayken Miraç adlı yolculukta cenneti, cehennemi ve Allah’ı görmüş, 5 vakit namaz bu zamanda farz olmuştur.
0 notes
guzel-haberle · 2 years
Text
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed
Hz. Muhammed, Mekke’de dünyaya gelmiştir. İslam dininin son peygamberi olarak bilinen Hazreti Muhammed doğumundan 2 ay önce babasını 6 yaşındayken de annesini kaybetmiştir. Amcası tarafından büyütülen Hz. Muhammed, kuranı kerimi en iyi şekilde anlayan ve hayatının her bir anını bu kitaba göre yaşamış olan model insan olarak bilinir. İnsan hakları ve adalet gibi konulardan tutun doğruluk ve dürüstlüğe varana kadar pek çok kavramın önemini Hazreti Muhammed insanlığa öğretmiştir.
Hz. Muhammed Ne Zaman Peygamber Oldu?
Hz. Muhammed, tam 40 yaşındayken peygamber olmuştur. Peygamber olduktan 3 sene sonra da herkesi iman etmeye davet etmiştir. 52 yaşındayken Miraç adlı yolculukta cenneti, cehennemi ve Allah’ı görmüş, 5 vakit namaz bu zamanda farz olmuştur.
0 notes
gunchezi · 3 years
Text
A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat
edebilir mi?
Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Edebilir / Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19
Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78: Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebilir/ Bakara-62: Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 )
Gidemez/ Ali İmran-85: Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
4- Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133: Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
Gökle yer kadar/ Hadid-21: Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim.
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler.)
Hud-2: Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10: Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30: Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır.Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114: Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
7- İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
Bakara-34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180′de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü
kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”
9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5: Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4: Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47: Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
10- Allah her şeyi bilir mi?
Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.
Enfal-65: Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.
Enfal-66: Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:
Ahzap-50: Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?
Ahzap-56: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir. (Salat = Namaz, dua)
Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.
13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?
Bakara-106: “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? “
Hac-52: Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nahl-101: Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Rad-39: Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.
Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;
Fatır-43: “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. “
Feth-23: “… Allah kanununda hiçbir degişiklik bulamazsınız. “
14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?
Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür.
(Bakara/ 237-238-239)
Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.
15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?
Ali İmran-115: Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Bakara-217: Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Tevbe-17: Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?
16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!
Maide-101: Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
Maide-102: Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.
17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?
Şuara-195′te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği;
Fussilet-44′te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı;
Yusuf-12′de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.
Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.
18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?
Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir.
Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.
Bakara-142: İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır.
Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.
19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5′i mi?
Enfal-1’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken,
Enfal-41′de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.
Enfal-1: (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal-41: Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)
20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?
Bakara-285‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.
Bakara-285: Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.
Bakara-253: İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)
21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?
Enam-92: Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.
Kalem-52: Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
22- Cehennemde kapışma?!
Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.
23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)
Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.
24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?
Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
25- Allah mı şair? Muhammed mi?
79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?
26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?
Füssilet-47: Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir.
Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.
27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?
Sebe-40: O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek.
41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
28- Allah insan gibi yemin eder mi?
Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.
Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?
29- Allah küfreder mi?
Enam-108′de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;
Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.
30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:
Kehf-80: ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir?
Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?
31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:
Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?
32- Allah’ın velisi var mı yok mu?
İsra-111. Ve de ki: “Övgü, Allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt.
Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?
İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.
Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?
Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?
34- Allah yardıma muhtaç mıdır?
İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )
Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
3 notes · View notes
derdiderun · 4 years
Note
Selamun aleyküm Allah rızası için ben arafta kaldım bir konuda bana yardımcı olursanız sevinirim şimdi ben üniversitenin başında akademisyenlik hayaliyle yola çıktım derslerime çalıştım ing falan filan neyse ben üniversitenin sonuna geldim 4. Sınıfım müzekkin nüfus diye bir kitap okudum hayatıma bakış açım değişti ve böyle böyle devam elhamdülillah başta da müslümandim ama müslümanlığa dair çok bilgim yoktu şimdi hocalarım soruyor akademik kariyer düşünüyor musun diye elim ales kitabına gidiyor geliyor ne yapmam gerekiyor aklimla beynim beni yiyip bitirdi müslüman bir hanım olarak bana fetva değilde bir yol bir bir bilgi paylaşımı yaparsanız çok sevinirim. Bide şunu çok düşündüm acaba yaptığım işi müslümanca yaşayıp görünürde insanlara örnek olmak mı yoksa kadının yeri evimi yardımcı olursanız çok sevinirim şimdiden allah razı olsun
Ve Aleykümselam. Rabbim hakkınızda hayırlısını versin.
Öncelikle şunu yanlış bulduğumu bilmenizi isterim; kadın ne kadar dışarıda ve çeşitli sektörde olursa o denli medeni ve muasır olunur bu doğru değil, bunun kötü geri dönüşlerini görüp yaşıyoruz şu zamanlarda. Dine, vatana, millete hayırlı evlat yetiştirecek anneleri, anne adaylarını kreş desteği gibi şeylerle illa evden çıkarmaya çalışmak şüphesiz aileye, çocuğa yapılacak en büyük zulüm. Bunların neticesi de; Neden böyle oldu bu toplum, sorusu....
Dinimizde evin geçim işi normal şartlarda erkeğe yüklenmiştir. Kocanın kazancı yeterli olunca kadının para kazanmak için ayrıca çalışmasına bir gerek kalmayacaktır. Peygamber Efendimiz (sallallah aleyhi vesellem) kadınların her zaman değil, bir ihtiyaç durumunda dışarı çıkacaklarını şöyle belirtmiştir: “Ey Kadınlar size, ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmaya izin verildi.” (Buhari, Nikah, 115 (nr.5237).
Bir zaruret varsa kadın uygun şatlarda çalışabilir. Bir zaruret yokken de kadının çalışması caizdir. Ancak bir mümin kadının evin dışında çalışma durumunda şu edeplere uyması lazımdır:
1. Kocanın izni. Koca evin reisi ve geçiminden sorumlu olduğu için kadın ondan izinsiz evin dışına çıkıp çalışamaz. Kadının çalışmasına zaruret varsa, buna aile istişare ile karar verir.
2. Mümin kadın, iş, ibadet veya hizmet için evinin dışına çıktığı zaman örtüsü içinde olmalı; ayrıca yabancı erkekler içindeki konuşma hal ve hareketlerine dikkat etmelidir.
3. Yabancı erkeklerle baş başa kalmamalıdır.
4. Yapılan iş helal olmalıdır. Dinen haram olan,  kendisinin ve ailesinin şerefini zedeleyecek, kınanmaya vesile olacak bir işte çalışmamalıdır.
5. Çalışma kadının temel görevlerini aksatmamalıdır. Mesela kadın, iş yüzünden farz ibadetlerini terk etmemelidir. Bu ibadetlerin başında namaz ve oruç gelmektedir. Ayrıca iş yüzünden kocasına ve çocuklarına karşı görevlerini aksatmamalıdır.
Eğer kadın hamile ise, iş veya hizmet yüzünden karnındaki çocuğuna zarar vermemelidir.
Yapılan iş, kadının gücünü aşmamalı, onun bünyesini ve dengesini bozmamalıdır. Kadın para kazanırken dinini, edebini, sıhhatini ve huzurunu kaybetmemelidir.
Mümin kadın evli değilse, dışarıda çalışma durumunda izin kısmı hariç yukarıda sayılan diğer şartlara uymalıdır.
Kadının evinin içindeki işleri hiç de küçümsenmeyecek kadar çoktur. Her şeyden önce şunu hatırlatalım ki, yeryüzünde annelikten daha kıymetli, daha şerefli, daha bereketli ve daha gerekli bir iş yoktur.
Bir kadının yuvasında beklemesi, çocuklarıyla ilgilenmesi, eve düzen vermesi, evin tabii ihtiyaçlarını görmesi ve bu esnada farz ibadetlerini yapması tam bir çalışmadır. Bu kadının bütün temel ihtiyaçlarını gücü nispetinde kocaya aittir. Ancak bazen aile kalabalık olur, şartlar zorlar, kocanın geliri yetmez ve kadının kocasına maddi destek vermesi gerekebilir. İşte bu durumda mümin kadın yukarıda verdiğimiz ölçüler içinde evinde veya evin dışında bir işte çalışabilir. (Zeydan, el-Mufassal fi Ahkami’l-Mer’e, 4\265-267).
Mümin kadının, kendisine ait özel mülkü ve ticareti olabilir.
Mümin kadınlara işveren kurum, şahıs ve şirketlerin onların şu üç konudaki problemini çözmesi gerekir.
1. Namaz.
2. Örtü.
3. Yabancı erkeklerle baş başa kalma olayı.
Bunu yapmak, yüce Allah’ın emri olduğu kadar insanlığın da bir icabıdır. Ama gel gelelim ki ne işçilerin ne de işverenlerin çoğunun böyle bir çabası, çalışması, hassasiyeti yok maalasef...
Rabbim hakkınızda hayırlısını versin tekrar. Devam edip etmeyeceğiniz konusundaki kararı sizden başkası veremez. Bu kararı sizin adınıza bir başkasının vermesini de beklemeyin. Dinimizin şartları belli, sınırları belli gerisi size kalmış. Biz isteriz ki, duamızdır ki yolunuzu dinimizin belirlediği şartlara, sınırlara göre çizin. Allah’a emanet olun... 
15 notes · View notes
teneres · 4 years
Text
Selamun Aleykum abi, yazıyı baştan sona okudum. Maalesef Ömer Faruk beyler, yine çoğu meselede yaptığı gibi çarpıtma ve kendini mutlak doğru görüp, pergelin sabit ayağını kendi safına koyarak, hareketli ayağını da düşmanlıkla açmış.
1. Kendisi hadis ve ayetlerden "ibadet" ihdas edebiliyorken, karşı tarafın ayet ve hadislerden istinbat etmesini red ediyor. Kendisine ancak vahy gelmesi lazım ki rey ile ictihad bile olsa, hata olup olmadığını kesin bilsin.
2. Haricilik demiş, Haricilerin bidat anlayışı yoktur. Onlar için sabit olanın dışında herşey küfürdür ve hadislere karşı da mesafelidirler.
Ve tekfir, sadece Hariciler de mi vardır? Eğer öyle ise fıkıh kitaplarımız da riddet ve mürted ile alakalı onca satır, onca fetva ne demeye vardır?
Kendisi komple, mutlak manada tekfirin varlığını mı inkar ediyor (ki mutlak manada tekfiri inkar/red ediyorsa kendi cemaati olan Nakşibendi tarikatının İsmailağa kolunun, telif heyetinin çıkardığı/tercüme ettiği tekfir ahkamına dair kitab ne demeye vardır?) yoksa Harici/Tekfirci diye itham ettiği eski ve yeni kimselerin aşırı gittiğini mi iddia ediyor? Eğer öyle ise, tekfirci/Harici demeden evvel, ortaya tekfir nedir ne değildir, şartları engelleri nedir, kısaca tekfir ahkamı nedir onu belirtip ondan sonra birilerini itham etmelidir.
3. İbn Teymiyye ve falan falan kesim şöyle dedi diyor, ancak sanki bunu heva ve heveslerinden dayanarak demişler gibi lanse ediyor. Oysa İbn Teymiyye söylediği herşeyi ayet ve hadise dayanarak söylemiştir. Misalen, Nebi'nin kabrini ziyaret maksadıyla sefere çıkmaya caiz değil demiştir çünkü Rasulullah'n şu 3 mescit dışında seyahat etmek yoktur minvalinde hadisi vardır. Nassları devamlı zahirden almakla, bunun da Havaricin ameli olduğuna bağlamış yani yine Haricilik yaftasını vurmuş. Oysa kaide şudur; bir nassın zahirinin aksine, o manayı kayıtlayan/tahsis eden, tevile ihtiyaç duyuran herhangi bir başka nass/durum yoksa, o ayet ve hadis zahiriyle alınır. Örneğin iman edipte imanlarına zulm bulaştırmayanlar doğru yoldadır minvaldeki ayeti indiğinde sahabe zulmü normal zalimlik/günah olarak anlamıştır. Rasulullah ise buradaki zulmün şirk olduğunu açıklamıştır. Oysa hamr'ı (şarabı/içkiyi) terk edin ayeti indiğinde kimse ihtilafa düşmemiş, herkes aynı şeyi anlamış. Yani ortada 3 mescid dışında seyahat kastıyla çıkılmaz diye hadis var, aksi yönde benim kabrimi ziyaret edin diye de bir hadis yok. Sahabeden bunun yapıldığına dair bir nakilde yok. O zaman nasıl oluyor da bu sahih hadisi olması gerektiği gibi zahirinden alıp da bu yönde fetva vermek batıl oluyor.
4. Bidat tanımını yaparken de yine alicengiz oyunu yapıyor; evet, bidat lügat manası olarak yenilik demektir. Ve evet, bidat bir dini birde lügavi olarak ikiye ayrılır. Ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "kim DİNİMİZDE OLMAYAN birşey çıkarırsa" buyuruyor. Bazı sefihlerin hemen atladığı gibi "o zaman arabaya binme deveye bin, çatal kaşık kullanma" tarzında ki sözler geçerli değildir. Çünkü bunlar ne ibadettir, ne dindendir.
5. Nassları anlamada asıl kendisinde problem olduğu ve kasıtlı olarak çarpıttığı, bu bidati savunma kasdıyla ortaya attığı "kim dinde güzel bir çığır başlatırsa" hadisinin hangi olay üzerine, ne için söylenildiğini göz ardı etmesidir. Bu hadis, müminlere mallarını infak etmeleri yolunda haber verildiğinde, diğerlerine örnek olması açısından Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhumun yaptığı işin övülmesidir. Oysa infak zaten var olan meşru bir ameldir ve sınırı yoktur. Haliyle başlattıkları yeni bir ibadet değil, o ibadetin amel dozudur.
6. Yine delil diye zikrettiği Bilal radıyallahu anh'ın abdestten sonra namaz kılması, Bilal radıyallahu anh'ın kendi başına ihdas ettiği birşey değildir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;
Her kim şu benim aldığım gibi abdest alır ve aklından bir şey geçirmeyerek iki rek'at namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur"
Buhârî, "Vudû", 14;
Müslim, "Tahâret", 5, 6, 17
Velev ki böyle bir hadis olmasındı ve Bilal (radıyallahu anh) kendisi müstakil olarak bunu yapıyordu. Farz ve sünnetler dışında nafile namaz kılınmayacağını yahut belirli sayıda kısıtlayan bir ayet ya da hadis mi var? O, kendisi için böyle bir nafile namaz belirlemiş olur. Yani yine var olan, va'z edilen bir amelin, şahsi dozu söz konusu olurdu.
7. Dua etmekle alakalı iki hadis zikretmiş, özellikle ismi azam ile edilen duayla alakalı rivayete takılmış.
Burada amel/ibadet nedir? Dua etmek.
Peki dua etmek, ayet ve hadislerin apaçık belirttiği bir amel midir? Evet.
Peki herkes illa ayet ve hadislerde geldiği gibi mi dua etmek zorundadır? Bundan başka şekilde dua edemez diye bir nass mı var? "HAYIR"
O zaman neden nassla sabit amelleri, bidat kategorisinde değerlendirip, bak falan bidat işlemişte, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) itiraz etmemiş gibi bir algı oluşturmaya çalışılmış?
8. Savunma maksadı ile naklettiği diğer hadisler de keza öyle. Zikr ve hamd etmek dinde olmayan şeyler midir? Bununla alakalı ayet ve hadis yok mu? Allah azze ve celle ne kadar az şükrediyorsunuz diye uyarmıyor mu kullarını? Beni anın ki bende sizi anayım buyurmuyor mu? Fatiha hamd ile başlamıyor mu?
Yahut namazda imam olmak, namaz da kıraat etmek zaten dinde yok mu? Bunlar zaten var olan şeyler. Ve Ömer Faruk beyin(!) burada kendisine dayanak kılmaya çalıştığı rivayetlerin HİÇBİRİSİ dinde olmayan şeyler değil. Kişi dilediği gibi nafile namaz kılar, dilediği gibi dua eder, dilediği kadar kıraat eder. Ancak BUNLARIN HEPSİ DİNDE VAR OLAN AMELLERDİR. Hiçbirisini bu insanlar, Rasulullah'tan sonra, belirli bir vakit ve şekilde yapılmak üzere "uydurmamıştır" . Kişi cehri okunacak farz namaz da bunu yapıyor, kişi namazda dua ediyor, kişi abdestten sonra nafile namaz kılıyor. Ve bunların şekli, vakti vahyedilenden farklı değil. Sadece duasını kendisi için yapmış. Kıraatinde seçtiği surelerden biri kendisine en sevimli geleni ki, o sure kısa olmasına rağmen Allah azze ve celle'nin müşriklerin ve Hristiyanların teslis inancına reddiye olan ve tevhide muteallık sözleridir. Allah'ı birleyen, O'na nispet edilen her türlü fazlalıktan tenzih eden bir sureyi sevmek, ve bunu namaz kıraatinde okumak, okumayı sevmek elbette kişiyi cennete götürür. Bunu anlamanın nesi zor?
Bunlardan sonra yine meseleyi "sonradan çıkmaya bağlamış". Oysa ki kendisi de devamında ilgili hadisi naklederek diyor ki "bizim işimizle alakalı olmalı" yani dinden olmalı. O zaman demek ki o kadar satır bidatın lügat manasını ispatlamak vs boşa bir iştir. Çünkü biz her yeniliği değil, dinle alakalı yenilikleri mesele ediyoruz. Ve yine söylüyorum ne kıraat, ne dua, ne nafile namaz; bu ameller sonradan çıkarılmış işler değildir. Hepsi ayet ve hadisle sabittir. Ne lügavi ne ıstılahi olarak sonradan çıkarılmış "ibadetler" değildir yani.
Şer'i delillere zıt değildir dediği şey bizatihi bidat çıkarmama emrine muhaliftir. Daha sonra; desteklemek için naklettiği "sevinenler bununla sevinsin" (Yunus 58) ayeti, Kuran hakkındadır. Bir önceki ayette bu apaçıktır.
Yine delil olarak zikrettiği bir diğer ayet ve sebeb olan; Müminlere rahmet olması, peygamber sevgisinin emredilmesi ise, hakikatte leyhte değil, aleyhte bir delildir. Zira bu sevme emri olmasına rağmen, peygamber apaçık bu ameli işlememiş. İşlenmesini emretmemiş, sahabe de O'nu sevmede, sünnetini ihya etmede ve O'nu korumada en önde gelenler iken böyle bir şey yapmamışlardır. Eğer meşru olsaydı, 1 kez yahut 1 sahabe tarafında da olsa yapılırdı. Hakkında bunca fazilet olduğuna dair nakledilen yığınla (mevzuu veya çok zayıf) hadislerin olduğu mevlidin (vd "kandillerin") faziletine erişmek bu insanlara nasib olmadı da, asırlar sonra bir Melik'e (kabul etmese de ilk başlatan olarak sahabe ve ehli sünnet düşmanı Fatımilere) mi nasib oldu???
Müslüman alimlerin bunu güzel kabul etmesini dile getirmiş. Peki. Kendilerine uyulması ve sünnetlerinin takib edilmesi emredilen Raşid Halifeler, Sahabenin geneli, tabiun ve etbaut tabiun'dan bir kimsenin Mevlid'i güzel kabul ettiği varid olmuş mu? İcma dediğimizde hangi dönem alimlerini baz alıyoruz, kendini ısrarla ehli sünnet'e intisab eden Ömer Faruk beyin bundan haberi var mı?
Daha sonra; Abdullah ibn Mesud, sizden biri, birine tabi olacaksa Rasulullah'n ashabına tabi olsun, zira onlar dini en iyi bilenler ve gayretli olanlardı minvalinde bir nasihatta ediyordu. Şimdi biz ashabın bunu yapmayı bırakalım, duymamış olmasına mı tabii olalım; yoksa "öyle bir vakit gelir ki, sünnet bidat, bidatta sünnet olur, öyle ki bu bidatlerden biri terk edildiğinde insanlar kınar ve sünnet terkedildi" der, rivayetinin apaçık şahidi olan şu mevlid mevzuusunu sünnet ve din edinen kimselere mi tabi olalım?
Peygamber bizatihi vahiyle muhattaptır. Kendisine ilim ve hikmet verilmiştir. O, birşeyi ictihaden yapsa eğer Allah'ın muradına ters düşerse vahiyle uyarılmıştır. Eğer uyarılmamışsa demek ki Allah'n muradı, yani vahyi/emri bu yöndedir. Yanisi; Aşure orucunu delil getiren Ömer Faruk bey(!) kendini ya Rasul'le bir tutuyor, ya da kendisine vahy geliyor galiba.
Geri kalan peygamberlerin kıssalarının ve eyyamullah ifadesinin geçtiği ayetleri ortaya delil diye sürmesi ise; kitaba uymak ile kitabına uydurmak ince çizgisini aşıp, kitabına uydururken, kitaba uymak illüzyonu ile insanları (ve belki de kendini) kandırmaktır.
Birşeyin maslahat mı mefsedet mi olduğunu belirlemek; her mollanın, her müderrisin, her ilim talebesinin haddi de, işi de değildir. Ve faraza diyelim ki böyledir ve bu zaviyeden bakalım; bugün mevlid vd kandiller de, birkaç rekat namaz kılan yahut şu kadar rekat, şu sureler kıraat edilirse diye aktarılan rivayetlerle amel eden kimselerin ezici çoğunluğunun farz namazları kılmadığı gerçeğini bilmiyor mu? Bu kandil gecelerine kadar her türlü haram ve masiyeti işleyenlerin, adeta günah çıkarma günü olarak gördükleri bu geceler de camiiye giderek veya ona bile tenezzül etmeyip tv'den kandil programlarını izlediklerinde sanki bütün günahlarının bağışlandığı vahyle kendilerine bildirilmiş gibi bir rahatlama hali yaşamıyorlar mı ?! Ertesi gün de aynı işlerine devam etmiyorlar mı? O zaman nerede bunun maslahatı? Nerede bunun zarureti.
İbn Kesir'i tahrif ettiklerini iddia ederken, kendisi "çok güzel eserleri vardır" lafını camii, hamam, medrese vd eserler olarak anlayabilecekken, mevlid kutlamalarına hasretmekte, yani asıl tahrif denemesini kendisi yapmaktadır.
Hasılı kelam; Ömer Faruk bey, bir çarpıtma ve kitabına uydurma denemesi yapmış ama hakikat şu ki pek işe yaramamış ve hem bu tip bidat savunuları hem de bu bidatler dolaylı olarak, lisan-ı hal'le Rasulullah'ı "apaçık ve eksiksiz" tebliğ ve beyan etmekle görevlendirildiği risalet işini tam yapmadığıyla itham etmektir. Öyle ya, bugün namaz var mı yok mu diye ihtilaf ediyor muyuz? Tesettür var mı yok mu, sakal var mı yok mu diye ihtilaf ediyor muyuz? Orucun başlama vakti olan beyaz ve siyah ipin birbirinden ayrılması hususunda aklımızda bir şüphe var mı? İmanlara bulaşmaması emredilen zulümden yana bir eksik bilgimiz var mı? Ahir zaman, kıyamet alametleri, cennet/cehennem, ahiret hayatı, sorgu günü hakkında bir eksiğimiz, cahili olduğumuz bize nakledilmemiş bir vahy bilgisi var mı? Hepsi ayet ve hadislerde en ince detayına kadar açıkca tebliğ ve beyan edilmiş.
Öyleyse ey akıl sahipleri, sizler Allah'a ve Rasul'une UYUN !
Allah, haddini bilen ve o hadde duran kimseye merhamet etsin, sevdiği kulları arasına katsın.
Bırakın bidat sahipleri, kendi batıllarıyla mutlu, sizleri ise yoldan sapmakla itham etsin. Ahiret günü kim livaul hamd'ın altında, Rasulullah'n ardında bekleyecek; kim bidat fırkalarla bekleşecek göreceğiz.
Dipnot; bidat konusunda son kelam, bu husus üzerine etraflıca araştırma yapmış ve döneminde bununla alakalı pek çok sıkıntıya katlanmış, sünneti savunmak için kıyasıya mücade edip, "KINAYICININ KINAMASINDAN" korkmayan İmam Şatıbi (rahmetullahi aleyh)'in "el İtisam" kitabını alın, okuyun-okutturun.
Görselde ki kitab eski tarihli basımıdır, lakin yayınevi aynıdır.
https://caninbabasi.tumblr.com/post/633149989476073472/selefiyyenin-anlama-problemi-%C3%A7er%C3%A7evesinde-mevlid
Tumblr media
6 notes · View notes
ilmisuffa · 6 years
Text
Tumblr media
Aşûra Günü yapılacak 6 faziletli ibadet.
1- BUGÜN MUTLAKA ORUÇLU OLUN!
Rubeyyı’ binti Muavviz –radıyallahu anha’nın rivayet etdiğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Ensâr’ın köylerine Aşure Günü ku��luk zamanı haber gönderdi ve:
“Her kim sabahleyin iftar ettiyse günün geri kalanını imsak etsin, yani bir şey yemesin, her kim oruca niyyet etti ise orucunu tamamlasın” buyurdu. (Buhârî, Savm, 69)
Rubeyyı’ –radıyallahu anha– der ki, biz artık Rasûlullah’ın bu emrinden sonra Aşûra gününün orucunu tutardık ve küçük çocuklarımıza da tuttururduk. Onlarla mescide girerdik ve çocuklarımıza boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik.” (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Siyâm, 136)
ÇOCUKLARINIZ DA ORUÇ TUTSUN!
Bakınız, Zaman-ı Saadette, Sadr-ı İslâm’da müslüman evlâdlarına namaz ve oruç gibi ibâdetlere tâ küçükten alıştırmaya nasıl dikkat edilmiştir!
Çocukların oruç tutmaları hakkında cumhur ulemaya göre bulûğa ermeyen çocuklara oruç vâcib değildir, müstehabdır demişlerdir. İmam-ı Şâfi’î’ye göre çocuğun oruç tutmaya kudret-i bedeniyyesi olursa alıştırmak için oruç emir olunur. Yaş haddini de yedi veya on yaş olarak ta’yin etmiştir. İshak’a göre oruç oniki yaşında emrolunur. Ahmed bin Hanbel’e göre ise on yaşında emir olunur.
Evzâî de: “Çocuğun kuvve-i bedeniyyesine zaaf ârız olmaksızın üç gün üst üste oruç tutturulursa müstehab olur.” demiştir.
Buhârî şârihi şöyle der: Ulemaya göre çocukların ibâdete alıştırılmaları için bu, müstahsen addedilmiştir. Ve bunların vesile-i hayr ve bereket olacağını kabul etmişlerdir. Şu kadar ki bu, neşv ü nema çağında olan çocuğun kuvve-i bedeniyyesine zaaf îrâs etmemek şartına bağlıdır. Çünkü sağlam mükellefe bile seferde meşakkatine binaen iftara müsaade edilmişdir. Allah’ın:
“Allah sizin için kolaylık diler, sizin için zorluk dilemez.” (Bakara sûresi, 185) buyurduğu da unutulmamalıdır.
2- AŞURE GÜNÜ ORUCUNA BİR GÜN DAHA EKLEYİN!
Buhârî’nin İbn-i Abbas –radıyallahu anhüma-’dan rivayet ettiğine göre: Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Medine’yi teşrif buyurdukları vakit yahûdilerin Aşûra günü oruç tuttuklarını gördü ve:
“– Bu ne orucudur?” diye sordu. Onlar da cevaben:
“– Bu gün iyi bir gündür. Bu gün Allah –azze ve cell– Benî İsrâîl’e düşmanlarından necat verdiği bir gündür; yani Fir’avn’ın şerrinden kurtulduğumuz gündür! dediler. Rasûlullah da:
“– Biz Musa’ya sizden daha yakın bulunuyoruz,” buyurdu, Mekke’deki gibi o gün oruç tuttu ve o gün oruç tutulmasını emir buyurdu.” (Buhârî, Savm, 69)
Yahudilere benzememek için dokuzuncu ve onuncu günlerde yahud onuncu ve onbirinci günlerde beraber oruç tutulması gerektiği İbn-i Abbas’tan rivayet edilmiştir.
Aşûra orucu hakkındaki fıkhî hükme gelince: Bu orucun vâcib değil sünnet olduğunda ulemânın ittifakı vardır. Yalnız ibtidâ-i İslâm’daki hüküm hakkında ihtilâf edilmiştir. Bu oruç İmam Ebû Hanîfe’ye göre vâcibdi. İmâm-ı Şafiî’den gelen iki rivayetin meşhuruna göre âşura orucu ilk teşrî’ buyurulduğu zamandan berî kat’ıyyen vâcib olmayıp sünnet olarak devam edip gelmiştir. Şu kadar ki müekked bir sünnettir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra âşûra orucu müstehab olmuştur.
3- AŞURE GÜNÜNÜ ÖNEMLİ KILAN OLAYLARI BİLİN!
Bu günün faziletleri cümlesinden olarak, Allah’ın, Âdem –aleyhisselâm-’ın tevbesini bu günde kabul ettiği ve Âdem’in bu günde ‘Safiyyullah’ olduğu, İdris –aleyhisselâm-’ın yüce bir mekâna bu günde ref olunduğu, Allah’ın Nuh’u gemiden bu günde çıkardığı,İbrâhîm’i ateşten bu günde kurtardığı, Tevrat’ı Musa–aleyhisselâm-’a bu günde indirdiği, Yûsuf’u zindandan bu günde kurtardığı, Ya’kub’un gözlerinin bu günde iade olunduğu, Eyyûb’un bu günde şifâya kavuştuğu, Yûnus’un balığın karnından bu günde kurtulduğu, Kızıldeniz’in Benî İsrail’e bu günde yarılıp geçtikleri ve kurtuldukları, Dâvûd –aleyhisselâm-’ın bu günde mağfiret olunduğu, Süleyman’a bu günde mülk ve saltanat verildiği ve Muhammed –aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-’ın geçmiş ve gelecek günâhlarının bu günde mağfiret olunduğu rivayet olunur. Dünyânın yaratılmaya ilk başlandığı, yeryüzüne yağmurun ilk yağdığı gün âşûra günüdür, diye de rivayet olunmuştur.
4- BUGÜN EVENİZE ERZAK ALIN!
Bu günde eve çeşitli ve bol erzak almak, muhtaçlara tasaddukta, komşu ve akrabaya ikramlarda bulunmak sene boyunca berekete vesile olur. Yine bu günde oruçlu bulunup gecesini de ihya etmenin büyük ecir ve rizây-ı ilâhîye sebeb olacağı ifâde buyurulmuştur.
5- AŞURE GÜNÜNDE DUÂ EDİN!
Er-Ravzu’l-Fâık kitabında şu kıssa anlatılır:
Bir vakit Basra’da servet sahibi bir adam vardı. Her senenin âşûra gününde müslüman kardeşlerini evine toplar, sabaha kadar Kur’ân okuyarak okutarak geceyi ihya ederler, nerde fakîr ve yoksul, kimsesiz varsa buldurur, hepsine tasaddukta bulunur, dul ve yetimlere ikramda bulunur, elinden gelen hayrı fazlasıyla yapardı. Evinin bitişiğinde bir komşusu bulunuyordu ve komşusunun hem anası, hem de kızı senelerden beri yürüyemez vaziyette idiler. Kız, babasına sordu:
“– Babacığım bu gün nedir? Komşumuz herkesi evine toplayıp bu geceyi Kur’ân ve zikirle ihya ediyor?” Babası:
“– Yavrucuğum, bu gün âşûra günüdür, Allah katında bu günün hürmeti büyüktür, ayrıca çok da fazîletleri vardır”dedi.
Sonra uykuya vardılar. Fakat kız çocuğunun gözüne uyku girmiyordu. Sanki nefesi kesilmiş bir halde huşû ve haşyet ile Kur’ân’ı ve zikrullah’ı dinliyordu. Kur’ân’ın hatim duâsını yaptıkları vakit, yüzünü semâya doğru çevirdi ve Allah’a niyaz ederek:
“– Ey Mevlâm! Bu gecenin senin indindeki hürmeti hakkı için, senin rızânı kazanmak arzusuyla bu gece Kur’ân’ını okumak üzere uyumamış kulların hürmeti için beni şu hâlimden kurtar, kalbimin kırıklığını sar!” dedi. Daha sözünü bitirmemişti, o anda afiyet buldu, bütün ağrı ve sancılarından kurtularak kalkıp doğruldu. Sabahleyin bu hâli görünce şaşıp kalan babası:
“– Kızım bu nasıl oldu?” diye sordu. O da;
“– Babacığım, bu gün ile Allah’a tevessül ettim. O da ânında bana sıhhatimi ihsan etti” dedi.
Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları, 2013
16 notes · View notes
belkidebirharfimben · 6 years
Text
Hanımlar ne zamandan beri yasaklı?
"Bazı vilâyetlerde taife-i nisâdan samimî ve hararetli bir surette Nurlara karşı alâkalarını gördüğüm ve haddimden pek ziyade, onların Nurlara ait derslerime itimadlarını bildiğim sıralarda, mübarek Isparta'ya ve mânevî Medresetü'z-Zehraya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki, o mübarek âhiret hemşirelerim olan taife-i nisâ, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde camilerde onlara bir dersim olacak..." Hanımlar Rehberi'nden. Daha önce, erkeklerle aynı safta/hizada namaz kılmak isteyen bir genç kızımızın meşhur beyanı üzerine, "Ön safa koşanlar rıza mı arıyor?" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O yazıda şunun altını çizmeye çalışmıştım özellikle: Kadın-cami ilişkisi üzerinden koparılmaya çalışılan yeni bir fırtına var. Ve bu fırtına 'çok da ürkütmeyen adımlarla' yaklaşıyor. Zahirine bakarsanız onda sadece bir 'hak arayışı' var. Hatta, daha süslü ifadelerle, kadınların da erkekler kadar din konusunda bilgili olması gerektiğine, bunun da camilere devamla mümkün olabileceğine, oradaki duruşlarının da öyle 'gerilerde' falan değil 'erkeklerle eşit seviyede' olması lazım geldiğine dair atıflar var. Böylesi beyanları duymuş/okumuş herkes az-çok mevzuyu biliyordur. Tafsilata girmeyeceğim. Yaşar Nuri Öztürk'ün sağlığında, kendisinin takipçileri oldukları söylenen bir grup, bazı camilerde böyle cemaatlar oluşturmaya başlamıştı. Karışık saflar, göbeği-bacağı-saçı açık kadınlar, aralarına serpiştirilmiş modern erkekler, herkes ellerini aynı şekilde bağlamış, namazların biçimi dahi tevhid edilmiş enteresan ayinlerdi bunlar. Bir rüzgâr gibi esip geçtiler. Çok şükür. Fakat şimdilerde işin rengi daha başka bir hal almaya başladı. Bu defa mütesettir, hatta sokakta görseniz ziyadesiyle ehl-i takva olduğunu tahmin edebileceğiniz hanımlar, camilerde ve ön saflarda hak iddiasında bulunuyorlar. (Batı'da özellikle çok desteklenen/uygulanan bir tutum bu.) Bazı camilerde erkeklerin şaşkın bakışları altında ilk safların bir bölümünü işgal edip namaza durduklarını işittim. Bazı fotoğrafları ise haber sitelerinde gördüm. Şaşırdım. Bu daha değişik bir fitne gibi geliyor bana. Daha da tehlikeli görünüyor. Çünkü öncekilerin sekülerliği dışlarından zaten belli oluyordu. Ve avam-ı mü'minîn de bu sayede durumun 'dindarlık gayreti olmadığı' kolayca tayin edebiliyordu. Peki bu yeni akıma karşı ne yapacaklar? Nesinden hamiyetin kirli mehazını ayıracaklar? Hatta bir tane de mayoyla namaz kılan hanım kızımız oldu. Subhanallah! Bunu da gördük kıyamet kopmadan önce. Belki içinizden başkaları başka başka rezillikleri duydular. Allah bilir. Malumatım bunlardan ibaret. Fakat bütün bu olanlar bana birşey sezdirdi. Hamiyet-i diniye görünümde yeni bir bid'a dalgasının, hanımlar (hem de dindar hanımlar), üzerinden geldiğini hissettim. Üstelik camilere doğru estiğini hissettim. Belki epeydir bu konuda çalışıyorlar da tezahürleri yeni yeni görünmeye başladı. Bilemiyorum. Ancak içimizde âkil olanların, önder olanların, abi olanların, hoca olanların bu durumda 'surların delinmesine' değil 'sağlamlığının korunmasına' temayül göstermesi şart. Doğrusu budur. Bediüzzaman'ın tabiriyle "Lâubâliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir." Bu yüzden endişelerimizi arzetmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Ne kadar 'sevilmez' hale gelsek de bunu yapıyoruz. Ve, inşaallah, hep yapacağız da. Yani mesele 'kadınların camiye gidip-gitmemesi' meselesi değildir. Bu memlekette yaşamış hiçbir müslüman, çevresindeki kadınların, teravihlerde (veya kadınlara özel düzenlenen dinî etkinliklerde) camiye gittiğini görmeden büyümemiştir. Hatta metropollerde yaşamanın bir sonucu olarak, hanımların evlerine tekrar dönmelerinin namazı kaçırmalarına sebep olabileceği mesafelerde, her erkek eşini-annesini-bacısını camilere götürür. Şehirlerarası otobüs yolculuklarında, AVM'lerde, hatta terminallerde mutlaka bu yerlere bir/birkaç uğranır. Ve oralarda 'hanımlar mescidi' ve 'erkekler mescidi' ayrı ayrı olarak vardır. Yoksa da istenir. Talep edilir. Bizzat erkekler tarafından da yapılır bu. Yani müslüman erkeklerin 'kadınları camiye göndermemek' diye bir yasak dünyasında yoktur. Ya ne vardır? Sahabe döneminden başlayarak gözetilmiş bir endişenin, o salih seleflerin uygulamalarındaki hikmete tevekkül edilerek, devam ettirilmesi vardır. Bir kadın "Ben beş vakit camiye devam edeceğim!" dese bu her müslüman erkeğe tuhaf gelir. Çünkü kadınların evlerinde kıldıkları namazların mescidlerde kılacakları namazlardan daha faziletli olduğuna dair rivayetler vardır. Bu kadınlara konulmuş bir cami yasağı değildir. Bu takdir edilmesi gereken bir endişedir. Hatta, şunu da açıklıkla ifade edelim, 'ahirzaman ablaları' gelene kadar kadınların da bu konuda bir kavgası-endişesi-dışlanmışlık hissi bulunmamıştır. Aksine, kadınlar, cami dışı her alanın birer mescid, medrese, ilim ve ibadet yuvası haline gelmesinde büyük hizmetler görmüşlerdir. Ben iddia ediyorum: Hiçbir camide okunagelen cüzleri takip eden erkek sayısı, kadınların evlerinde organize ettikleri Kur'an etkinliklerini takip eden kadın sayısından fazla değildir. Camilerde devam eden tefsir-hadis derslerini takip eden erkek sayısı, aynı dersleri kendilerine has mekanlarda takip eden kadın sayısından fazla değildir. Hatta, hepimiz birer parçası olarak şahidi oluyoruzdur bu durumun, dinî seminerleri takip eden erkek sayısı asla kadın sayısına ulaşmamıştır. Bu bazen eleştiri konusu bile edilir. Özellikle Sözler Köşkü, Çay House veya Hayalhanem gibi grupların etkinliklerine gelen hanım sayısının fazlalığı nedeniyle aldıkları eleştiriler az mıdır? Çeşitli dinî internet programlarının dahi en devamlı, sebatlı, istekli takipçileri yine hanımlardır. (Bunu da ben TV111 tecrübemden biliyorum.) Bence, asıl görülmesi gereken, hanımlar dindarlıklarını korumak veya arttırmak hususunda erkeklerden daha az camiye ihtiyaç hissediyorlar. Ortadaki durumu böyle düşünebilmek de mümkün. Çünkü, daha iyi organize olabiliyorlar, daha sağlam sohbet grupları oluşturabiliyorlar, daha düzenli bir din eğitimini her mekanda başarabiliyorlar. Bu noktada camilerin yardımına daha çok muhtaç olan, onlar değil, erkekler. Cuma namazı gibi ancak cemaatle yapılan bir ibadetin yalnız erkeklere farz olması bu noktadan da ele alınıp irdenelebilir. (Hatta bu irdelemeye Bediüzzaman'ın Kur'an'da geçen iki kullanım üzerinden, kadınların ittifaklarının kuvvetli, erkeklerin ittifaklarının zayıf oluşuna dair yaptığı okuma da eklenebilir.) Yani, toparlarsam, bu cami tartışmalarında mevzu bana 'kadınların dindarlığı' gibi gelmiyor. Metropol şartlarında namazlarını rahatça kılabilmek için camileri kullanabilmeleri imkanının sağlanması gibi de gelmiyor. Bu imkanın sağlanmasına karşı hiçbir erkeğin itirazı yok zaten. Çünkü onlar da durumun farkındalar. (Girişteki metinde Bediüzzaman'dan bulunulan kadınlara vaaz talebini ve onun bu durumu hiç yadırgamamasını hatırlayalım.) Fakat erkekler şunun da farkındalar: Kadın-cami ilişkisinde değişen birşeyler var. Ve belki bu değişkenlerdir ki, asırlar önce, bu ümmetin salih seleflerini kadınların camideki varlıklarını azaltmaya götüren tavsiyeleri vermeye veya ilgili rivayetleri nakletmeye sevketti. Ve ümmet de bu tavsiyeye ekseriyetle intibak etmekle icma desteğini vermiş oldu. Onayladı. Yalnız erkekler değil kadınlar da tutumlarıyla bu okumaya destek verdiler. Siz hiç Rabia-i Adeviye'nin (k.s.) "Ben de erkeklerle aynı safta namaz kılacağım!" veya "Ben de beş vakit namazımı erkeklerle camide kılacağım!" gibi bir davaya girdiğini duydunuz mu? Ben hiç duymadım. Başka faziletli hanımlardan böyle bir dava işitmedik. Bu yepyeni birşey. Bunu bilelim. Ve sakınalım. Yıktığımız şeylerin altındaki hikmeti okumamaktan sakınalım. Sinematografiye dair okuduğum kitaptan şöyle bir cümle aklımda kaldı: "Kuralları değiştirmek isteyenler önce o kuralların ne işe yaradığı öğrenmeli!" Bizim de 'ümmetin hep öyle uygulayageldiği şeylere' saldırılırken aklımızda şu kuralı tutmamız lazım. Uhud dağı kadar altınımızın bir dirhemine karşılık gelmediği insanlarla karşı karşıyayız. Dikkatli olmak zorundayız. Yoksa akıbetimizi mahvetmek işten bile değil. Allah, katından bir istikamet bağışlayarak, cümlemizi böyle bir akıbetten korusun. Kendi hevamızı onların hayâsından yüce göstermesin. Âmin.
2 notes · View notes
yalnzardc · 2 years
Text
Vesvese
Namaz kıldıktan sonra namazım oldu mu, olmadı mı? Vesvesesine kapılan kişiye namazın oldu. Bunu bir daha sorma demek gerekir. Çünkü vesveseli kişide soru başladığı an bitmez. Misali namaz üzerinden vermiş olsak da hayatındaki her iş için bunun uygulanması gerekir.
Vesveseli kişi için bu, başlangıçta çok zor olsa da zamanla kolaylaşacak ve vesveseden kurtulacaktır inşallah.
Abdest ve namazla ilgili vesveselerin çok yaygın olduğunu görmekteyiz. Bu tür vesveselere aldırış etmek, şeytanın eline düşüp onun oyuncağı olmamız demektir. Allah muhafaza buyursun
"namazım oldu mu", "rekâtlarını tam mı, yoksa eksik mi kıldım", "abdest alırken eksiklik yaptım mı”, "yıkamam gereken azaların tamamını tam olarak yıkadım mı", "başıma mesh verdim mi” türünden vesvese ilk defa oluyorsa ve eksikliğini hissettiği husus farz ise, abdest alıp namazını yeniden kılar.
Bu tür vesveseler sıkça olmaya başladıysa şüphelere itibar etmez. Ne abdestinde, ne de namazında bir eksiklik olmadığını kabul eder ve abdesti de namazı da iade etmez.
Böyle bir kişinin abdestinde veya namazında gerçekten bir eksiklik bulunsa da bunlardan sorumlu tutulmaz. Aksi takdirde şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Sadece bununla kalsa iyi, sonunda ibadet çekilmez bir hal alır ve hepsini bırakır. Şey tanın istediği de zaten budur. Allah muhafaza buyursun.
Vesveseli kişi, yaptığı amel için, oldu mu, olmadı miı sorusu üzerinde durmamalı. "Allah kabul eder" demelidir.
Müslüman, vesvesenin her çeşidine karşı sağlam bir irade göstermeli ve dimdik karşısında durmalıdır. Şeytanın hilelerine tepeden bakmalıdır. Onların altında kalıp ezilmemelidir.
Nasıl ki; yılanın aynadaki görüntüsü ısırmıyor, ateşin görün tüsü yakmıyorsa, aynı şekilde hayal aynasındaki bu çirkin şeyler de itikadı bozmaz.
Üzerinde durmadığınız vesveseler size zarar veremez. Bir zaman sonra sönüp giderler.
Vesveseli kardeşimiz, vesveselerini küçük görmeli, büyüt memelidir. Büyütecek olursa onların altında kalacağını da düşünmelidir.
"Felak" ve "nas" surelerini, manalarını düşünerek çokça okumalı, haram ve helallere dikkat etmeli, şeytanın kendisini yanlış işlere sevk etmesine meydan vermemelidir.
Burada fıkhi bir kuraldan bahsetmek yerinde olsa gerek; “kesin olan bir şey şüphe ile gitmez." Buna göre;
✓ Üzerine necaset bulaşmadığını bilen bir kimse bulaşmış ola bilir ihtimalini dikkate almaz.
✓ Abdestli olduğunu kesin bilen bir kimse bozulmuş olma ihti malini dikkate almaz. Buna daha birçok misal verilebilir.
6 notes · View notes
duaetmek · 7 years
Text
Fetih Suresi İlk Ayeti ve Fazileti
Sizlerden gelen sorular;fetih suresi ilk ayeti 9999 okumanın fazileti nedir?,fetih suresi ilk ayeti fazileti nedir?,fetih suresinin ilk ayeti kaç kere okunur?,fetih suresinin ilk ayeti 1453 defa okumanın fazileti nedir?,fetih suresinin ilk ayeti ne için okunur?,fetih suresinin ilk ayeti okunuşu nasıldır?..şeklindeydi.Bizde bu soruların cevaplarını sizler için paylaştık.Allah ettiğiniz duaları kabul etsin inşallah.
Fetih Suresinin 1.Ayeti ve Fazileti
Kur'an-ı Kerîm'in 48. suresi. Medine'de, Hudeybiye antlaşmasından sonra Hicret'in altıncı yılında nâzil olmuştur.29 ayet, 560 kelime, 2433 harftir. Fâsılası Elif harfidir. Adı surede geçen Feth kelimesine dayanır: "Biz sana apaçık bir fetih müjdeledik" (Ayet I) 
Fetih: Bir yeri almak, zapt etmek, ele geçirmek veya Fetih, açmak, bir kapalılığı gidermek demektir.
Fetih Suresinin 1.Ayetinin Arapça Yazılışı
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا ﴿١
"İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen)."
1. innâ : muhakkak 2. fetahnâ : biz fetih açtık, fetih verdik 3. leke : sana, senin için 4. fethan : fetih 5. mubînen : apaçık
Fetih Suresinin 1.Ayetinin Fazileti:
Allah Resulü (S.A.V) buyuruyor: Bir kimse Fetih suresinin tamamını ramazan ayının birinci gecesi baştan sona kadar okursa ve bu okuyuşunu Allah rızası için yaparsa gelecek aynı güne kadar bir sene müddetle Cenabı hak o kulunu himayesine alır. 
Velilerden bir kimse diyor ki: Ramazan ayını ilk defa görür görmez bir kimse Fetih suresini üst üste üç defa okursa Cenab-ı Hak o kulunun rızkını gelecek sene aynı güne kadar bol bol ihsan eder.
- Her kim Ramazan-ı Şerif hilalini gördüğü zaman, Fetih suresini 3 defa okursa, Allah’u Teala o kulunun rızkını gelecek sene aynı güne kadar bol bol ihsan eder, geçim sıkıntısı çekmez. - Bu sureyi 7 kere okuyan kimse her müşkülünü halledip her muradına nail olur. - Her kim 33 kere Fetih suresini okursa, hapisten kurtulur. - Olmasını istediği bir iş için bu sureyi üç veya beş veya yedi günde 41 defa okursa, o iş biiznillah hallolur. -Sıkıntı ve bunalımda olan bir kişi bu sureyi okursa, Allah’u Teala lütuf ve keremiyle o kimsenin gam ve kederini, sıkıntı ve üzüntüsünü giderir. - İmam Sa’lebi (rahimehullah) Fetih Suresinin fazileti hakkında şöyle buyurdu: “Fetih suresini okuyanların, meleklerin tespihlerinden ve zikirlerinden nasibi vardır.” İşleri bakımından sıkıntıda olanlar okursa, Allah’u Teala o kimselerin işlerini kolaylaştırır ve sıkıntıdan kurtarır. - Her kim Besmele ile beraber Fetih Suresinin 1-3 ayetlerini okumaya devam ederse, işleri açılır ve büyük nimetlere kavuşur. - Fetih suresinin 29. ayetini okursa, duası kabul olur, dünya ve ahirette büyük rızıklara ulaşır, maddi ve manevi sıkıntılar için büyük faydası vardır. - Bu ayeti yazıp üzerinde muska şeklinde taşırsa, Allah’u Teala o kişiyi görünür görünmez bütün kaza ve belalardan korur.
Fetih Surenin Faziletine Dair Hadisler: Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur: Bu gece bana öyle bir sure indirildi ki o sure benim için dünya ve içinde bulunan her şeyden daha hayırlıdır. (sahihi buhari) bir diğer hadiste: fetih suresini okuyan kimseye hudeybiye ağacının altında Muhammed s.a.v e biat eden kimse gibi sevab vardır.( Ubey bin kab r.a dan) İbni mesud r.a dan: rasulullah buyurdu ki: Ramazanın birinci gecesinde kim nafile namaz kılıp namaz içinde fatihadan sonra fetih suresini okursa Allah teala o kimseyi bütün sene korur. (Ruhul Beyan tefsiri) Ebu said (r.a.) ve ebu hureyre (r.a ) rivayetinde ise bu namazın sonunda selam verildikten sonra 10 defa kadir suresi ve 10 defada Efendimize salatü selam okunur ilavesi vardır. (İhyayı Ulumiddin) Fetih Suresinin Havasları - Her muradın husuli için Günde 7 defa okunursa biiznillah her muradı gerçekleşir. - Günde en az 1 defa okuyan tüm kötülüklerden ve zararlardan korunur. Her işi hayırlı ve bereketli olur. - Zor durumda olup bu durumdan kurtulmak isteyen; cuma gecesi 2 rekat ALLAH rızası için namaz kılıp, 11 defa Fetih Suresi ile 41 defa Salaten Tuncinayı okuyarak durumunu arz edip, kurtuluşu için dua ederse o dertten kurtulup, refaha erer. - Savaş halinde, her sabah Fetih Suresini okuyan askeri birlik, düşmana karşı başarı kazanır. Cemaat sabah namazını mütakip, 1001 defa Fetih Suresini okuyup, ordunun galip gelmesi için dua ederse ordu zafer kazanır. - Bir kağıda safran, misk ve gül suyu karışımı mürekkeple yazıp, üzerinde taşırsan kendini korumaya alırsın düşman şerrinden fakirlik zilletinden zarar ve ziyandan emin olursun. -Aynı şekilde yazılıp bir ticaret hanenin kapısı üzerine konulur ve her gün 1 defa Fetih Suresi okunursa; o yerin bereketi ve saadeti artar. - Kısmeti kapalı olan bir kız için temiz bir kağıda safran ve misk ile bu sure yazılır ve rüzgar değen bir yere mesela ağaca asılırsa biiznillah yakın zamanda bir hayırlı kısmet çıkar. - Fetih suresinin ilk ayeti olan inna fetahna ayetini Fetih, zafer, düşmana galip gelmek, düşmanı yenmek, bağlı işleri açmak ve mühim bir hacetinin yerine gelmesi için Ferdun Hayyun Kayyûmun Hakemun Adlun Kuddûsun innâ fetahnâ leke fethan mubînâ. Şeklinde her farz namazın arkasından 19 gün 19 defa okunursa maksat hasıl olur. - Fetih suresinin Muhammedurrasullahi vellezine meahu ayetinden sonuna kadar olan kısmı bereket, kuvvet, kötü ahlak zina ve belasından emin olmak için vefkiyle beraber zağferan ve misk ile yazılıp taşınırsa maksat hasıl olur. Yine her kim bu ayetleri Ramazanın 14'ncü günü zağferan ve gül suyuyla yazıp taşırsa insan ve cin zararlarına karşı korunmuş olur. Ayrıca baş ağrıları içinde aynı usul faydalıdır. - Ramazanın ilk hilali görüldüğünde fetih suresini okuyan kimseye Cenabı Hak o sene rızık kapılarını genişletir. - Ariflerin bazıları demişlerdir ki bu sureyi her gece okumaya devam eden kimse rüyasında Rasulullah s.a.v efendimize biat etme mazhariyetine kavuşur. - Zayıf kimse bu sureyi çokça okursa güçlenir, sıkıntıda olan okursa Allah c.c onun işlerini kolaylaştırır. Borçlu olan bol, bol okursa borcu ödeme imkanına kavuşur. - Bu sure arzulanan her hangi bir şeye kavuşmak için okunur. yalnız okuma şekli şudur ki 3 gün içinde 21 veya 41 defa okunur. 3-5-7 gün içinde de bu sayının tamamlanması olur. - Fahreddin Razi (k.s) diyor ki: Cuma namazından sonra Fetih suresini 7 defa okuyup sonrada Ya Fettah ismi şerifini 489 defa zikreder ve bu uygulamaya bir dahaki Cuma gelene kadar öğlen namazları vaktinde devam eden kimsenin arzu ettiği ve istediği şeyler Allahın lütfu keremiyle verilir. - Bir gece rızaellillah 2 rekat namaz kılıp Fetih suresinin ilk ayeti inna fetahna leke fethan mübina dedikten sonra 1001 defa Ya Fettah esmasını okuyup bitirince sureye kaldığı yerden devam edip surenin sonunda da hacetini haktan isterse biiznillah haceti reva olur. - Fetih suresini her okuduğunda ilk ayetini 2000 defa okuyana Allah c.c hayır kapılarını açar gaib olan bilgilerden ve manevi ilimlerden nasiptar eder. - Besmele-i Şerifeyi bir daire içine 8 defa yazıp dairenin etrafına da fetih suresinin son ayetleri ve kefa billahi şehida ayetinden itibaren yazılsa ve bu yazıyı her kim taşırsa her kesin gözüne şirin gözükür ve onu her kes sever muhabbeti celb eder. - Fetih suresinin 29 ayetini ve Aliimran 154 ayetini yazıp üstünde taşıyan kimseden cenabı Hak gam ve kederi izale eder. Lütüf ve berekete her daim mazhar olur. Yine bu ayetleri iç ve dış rahatsızlıklarda bir kap içerisine yazıp yağmur veya menba suyu ile yazıyı sildikten sonra 7 gün aç karnına sabahları içse biiznillah şifa bulur. Yine bu ayetleri bir kaba yazıp bu sefer içine halis zeytin yağı koyup vucudunda çıkan yaralar, çıbanlar vs. sürerse biiznillah şifaya kavuşur Fetih suresinin bir duası hacetlerde surenin ardından bu duada okunur: "Bismillahirrahmanirrahim,allahümme ya nur veya müdebbirel umur ehricna minelzzulumati ilennur. Bihaggi ayetinnur ve bi haggi inna fetahna leke fethan mübina ya fettahu ya rezzagu ya müfettihel ebvabı ifteh aleyna ebvabel Hayri bi hurmeti muhammedin aleyhisselamu ve alihi ve eshabihi ve zürriyatihi ve ezvacihi ecmain. Birahmetike ya erhamerrahimin velhamdülillahi rabbil alemin."
Fetih Suresi Hakkında Bilgi
Sure, müslümanların geleceğine dâir müjdeler ihtiva etmektedir. Hudeybiye andlaşmasından önce Resulullah (s.a.s.) rûyasında sahabeleriyle birlikte Mekke'ye gittiklerini ve orada umre ziyaretini yaptıklarını gördü. Bir peygamber için rûya ayrı bir önem ifade eder; Çünkü rûyaları bir çeşit vahiydir. Bunun üzerine Resulullah ashabına umreye gitmek üzere hazırlık yapmalarını ve çevreye haber gönderilmesini emretti. Muhâcir ve Ensâr hazırlıklarını yaptılar. Ancak çevre kabîlelerden çağrıya icabet etmeyenler oldu. Çünkü hicretten sonra Mekkeliler, beş yıldır hiçbir müslümanı Mekke'ye sokmamışlardı. Mekkelilerden izin almadan yapılan bu yolculuk sonucunda müslümanların bir katliama tâbi tutulacaklarını sanıyorlardı. Hac mevsiminde Mekke'nin kapılarını amansız düşmanlarına bile açan Mekkeliler sadece müslümanların gelmesini kabul etmiyorlardı. Peygamber (s.a.s.)'le birlikte 1400 sahabi yola koyuldu. O dönemde umreye gidenlerde âdet olduğu üzere her şahıs beraberinde silah olarak sadece kılıcını götürürdü. Kurban edilmek üzere beraberlerinde yetmiş deve de götürmüşlerdi. Mıkat'a geldiklerinde ihramlarını giyerek yollarına devam ettiler. Harem sınırına yakın Hudeybiye denilen yere geldiklerinde ise Mekkelilerin silahlanarak pusuya yattıkları haberi duyuldu. Müslümanlar orada konakladılar. Karşılıklı elçiler gönderildi. Nihayet anlaşma yapmak üzere görüşmeler yapıldı ve anlaşma imzalandı. Anlaşma maddeleri görünürde müslümanların aleyhineydi. Bu sebeple şartlar görüşülürken müslümanlar aşırı derecede huzursuz idiler. Hoşnutsuzluklarını Resulullah'ın huzurunda bile söylüyorlardı. İşte böyle bir anlaşmadan dönerken ki umre yapma imkânını da bulamamışlardı Mekke fethini içeren Fetih suresi indi. Sure, müslümanların gönlüne su serpmişti. Sûre şu fetih müjdesiyle başlar: "Biz sana apaçık bir fetih verdik. Tâ ki Allah, senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın ve sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru bir yola iletsin. Ve Allah sana şanlı bir zafer versin. O, imanlarına iman katsınlar diye mü'minlerin kalplerine huzûr indirdi. Göklerin ve yerin askerleri Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır." (1-4) . Böylece müslümanlara sadece umreye gidecekleri değil, Mekke'nin fethedileceği müjdesi de verilmiş oluyordu. Sure, müminlerin âhirette de mükâfatlandırılacaklarına, münâfık ve müşriklerin ise şiddetli bir azaba çarptırılacaklarına dikkat çektikten sonra; korkuları sebebiyle bu yolculuğa katılmayanların samimî kişiler olmadıklarını, Medine'ye varıldığında asılsız birtakım bahaneler uyduracaklarını haber vermektedir. Söz nihayet antlaşmaya katılan müminlere getirilir. Allah'ın o kimselerden razı olduğu ve yakında bir fetihle mükâfatlandırılacakları anlatılır: "Allah şu müminlerden râzı olmuştur: ki onlar, ağacın altında sana bey'at ediyorlardı. Allah onların gönüllerindeki (doğruluk ve vefayı) bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara (yakında) alacakları birçok ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir" (18-19). Bu arada Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Hudeybiye antlaşmasından önce gördüğü rüya ele alınarak Peygamberin bu rûyasının gerçek çıkacağı bildirilir (27-28). Kuran'da geleceğe dair bu tür pek çok haber vardır ve bunların hepsi anlatıldığı gibi gerçekleşmiştir. 
Surenin sonunda Peygamber ve onunla birlikte olanlar övülerek üstün hasletlerinden bir kısmı şöylece dile getirilir:��"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onların, rukû ve secde ederek Allah'ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Onların Tevrat'taki vasıfları ve İncil'deki vasıfları da şudur: Filizini çıkarmış, onu güçlendirmiş, kalınlaşmış, derken gövdesinin üstüne dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidirler. Onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir (bir duruma geldi). Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir" (29).
Bu benzetme, Allah Resulünün ve arkadaşlarının ilk ve son durumlarını anlatmaktadır. İlk defa yere atılan bir tane gibi filizlenmeğe başlayan müslümanlar, gittikçe güçlenerek koca bir ordu olmuşlar; İslâm tohumunu ekenler bu durumdan son derece sevinirlerken, onların bu güçlü durumunu gören kâfirler, öfkeden çatlar hale gelmişlerdi.
10 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Note
Namazları boşluyorum abi içim yanıyo ama kalkamıyorum 🤦‍♂️
Aslında bu içimizdeki, kalbimizdeki taşıdığımız değer, ehemmiyet ile ilgili...
Yani yarın sabah üniversite sınavın olsa hiç uyanmamazlık yapmıyor insan. Ya da dünyalık başka bir şey içinde böyledir. Bir önem sıralaması yapmak lazım. Kendimizi muhasebe etmemiz lazım.
Mesela sabah namazına kalkamadığın için hiç ağladığın oldu mu? Ama üniversite sınavını kaçırdığın için ağlıyorsun...
Üniversite sınavını kaçırdığın içinde ağla ama Sabah namazına kalkamadığın için çok ağla, dertlen, yan bu dertle. Kalkamadığın o günün hüzünlü geçsin. Üniversite sınavından daha çok üzüldüğünü Allah’a kanıtla. Gülecek olsan aklına sabah namazına kalkamadığın gelsin. Hüzünlü, dertli ol o gün.
Tamamen gafletten kaynaklı nedenleri olduğu gibi bazı somut nedenler de vardır. Hiç sabah namazına kalmayacakmışız gibi oturup saat 02:00 de yatıp sabah namazına kalkmayı beklemek de kendini kandırmaktır. Erken yatacağız. Birgün erken kalkın ve gündüz uyumayın yatsıyı kılar kılmaz uyursunuz.
Namaz niyeti hep içimizde olacak, şöyle açıklamak gerekirse; arkadaşların seni bir yere çağırdığı zaman senin sorman gereken soru şu olacak; gelirim ama orada cami var mı? Namazımı kılabileceğim bir yer mi? Ya da bir uçak bileti, bir otobüs bileti alırken namaz vakitlerini düşünerek o bileti alacaksın. Şu saate alırsan ikindi namazı kaçacak deyip namaza göre ayarlama yapacaksın. Aynı bu şekilde sabah namazına kalkmak için erken yatacaksın, alarm kuracaksın, evdekilere söyleyeceksin sabah namazına uyanmaz isem gerekirse yüzüme su dökerek ne yapın ne edin beni uyandırın diyeceksin. Namaz bize göre değil, biz namaza göre ayarlanacağız. Şimdi insan namaz derdi ile yaşarsa kalbinde her şeyden önce namaz derdi olursa Allah Teala onu uyandırır. Namaz uyanıklığı verir. İnsan bu derdi taşımaz ise yapılacak bir şey yoktur.
Eğer insan bu derdi içinde hep taşırsa sadece ama sadece sabah namazını kaçırmamak niyetiyle uyusa 5 gün bunu yapsa elinde olmayan nedenlerden dolayı geç yattığı o 2 günde Allah’ın yardımı yanında olur. Geç yatsan da uyandırır Allah seni...
Siyerler de geçer; Hz. Fatıma Validemiz (r.a.), henüz süt emmekte olan Hazret-i Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Evlâdının inleyişi karşısında gözlerine sabaha kadar uyku girmedi. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını eda etmişti. Kendisini çaresiz bırakan uykuya ancak bundan sonra vakit ayırabilmişti.
Sonra, mescid-i şerifte sabah namazını kıldıran Peygamber Efendimiz (a.s.m.), âdeti üzere onun evine teşrif etmişlerdi. Hazret-i Fatıma Validemizi uyur vaziyette görünce, onun sabah namazını kılmadığını sandı.
– Ey kızım Fâtıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terk etme! Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça cennete gireceğini zannetme, diyerek, namazın hiçbir şekilde ihmal edilemeyeceğini belirtti. Buna karşılık Hz. Fatıma:
– Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım. Sabah namazını kılıp yattım, deme gereği duydu. O zaman Efendimiz (a.s.m.), sevgili kızını şöyle müjdeledi:
– Müjdeler olsun sana kızım! Âhirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin.
Demek ki bir vakit namaz bir şey olmaz diyemeyiz. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) Hz Fatıma’nın (r.anha) sabah namazını kılmadığını düşünerek yaptığı uyarıyı hepimiz üzerimize almalıyız.
Sabah namazlarını öğlen namazına 45dk kalana kadar kesinlikle kalkıp kıl.
Sabah namazını uyku nedeniyle kaçıran bir kimse. Sabah güneş doğduktan en az 45dk sonra kaçırdığı sabah namazını sünneti ile kılar. 45dk beklemesi şarttır çünkü kerahat vaktidir. Şu şekilde niyet ederek; Vaktinde kılamadığım bugünkü sabah namazının sünnetini veya farzını kılmaya niyet ettim’ şeklinde sünneti ile birlikte kılar. Ama bu sabaha kadar otur, sonra nasıl olsa böyle bir izin var diyerek bunu bir alışkanlık haline getiren kimse kendini kandırır. Ama fıkıha göre kişi böyle biriyse bile kılsın diyor.
Rabbim namazsızlıktan bizi, ümmeti muhammedi muhafaza buyursun. Sabah namazı konusunda da hepimize gerekli hassasiyeti taşımayı nasip etsin. Allaha emanet olun.
Zikrin kelime manası; anmak, hatırlamak, unutmamak ve yad etmek gibi manalar taşır. Ancak, ondaki gizli mana sevmek, yüceltmek ve özlemektir.
Zikrin asıl manası; gönülden masivayı yani Allahu Tealâ dışındaki her şeyi çıkarıp O’nu sevmektir ve her vesile ile Allah’ı anmak demektir.
En büyük zikirlerden biri de hiç şüphesiz namazdır. Şimdi insan sabah namazına kalkmadığı zaman yada kalkmak gibi bir dert taşımayan kişi mevlasını unutmuş olur, onu hatırlamamış olur.
Hz. Peygamber sabah ve ikindi namazlarına diğer namazlardan daha çok önem vermiş ve bunların hiç bir zaman kaçırılmamasını tavsiye buyurmuşlardır. Ancak bu, diğer namazların önemsiz olduğu anlamına da gelmez. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Birtakım melekler geceleyin, diğer birtakımı da gündüz vakti birbiri ardınca gelip sizin aranızda bulunurlar. Onlar sabah namazı ile ikindi namazında bir araya gelirler. Geceleyin aranızda kalmış olanlar Allah'ın huzuruna çıkarlar. Allah Teâlâ, kullarının halini çok iyi bildiği halde, meleklere:
-Kullarımı ne halde bıraktınız? diye sorar. Melekler:
-Onları namaz kılarken bıraktık; yanlarına da namaz kılarken varmıştık, derler.” (Buhârî, Mevâkît 16, Tevhîd 23,33; Müslim, Mesâcid 210. Ayrıca bk. Nesâî,)
Şimdi Mevlaya (c.c) bir namaz kılıyordu diye arz edilmek var, birde uyuyordu Ya Rabbi namazını kılmadı diye arz olunmak var.
Başka bir hadisi şerifte; “Sabah namazının iki rekat sünneti dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır.” (Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190)
buyurarak, dünyevi hiçbir şeyin bu sünneti terk etme nedeni olmayacağına güzel bir ifade ile dikkat çekmişlerdir. Şimdi bu faziletler bir uykuya feda edilir mi?
Münafıka en ağır gelen namaz; yatsı ve sabah namazlarıdır. Eğer bilseydi o iki namazda ne var? Sürünerek dahi olsa onun ikisine gelirdi. (Ahmed Müsned 52/424)
Şimdi insan bu hadisi okusa hiç sabah namazına kalkmasa, korkmaz mı, üzülmez mi, kendisini rahat da kabul edebilir mi?
Ravi: Ebu Katade (radıyallahu anh)
Resulullah'la beraber bir gece boyu yürüdük. Cemaatten bazıları: “Ey Allah'ın Resulü! Bize mola verseniz!” diye talepte bulundular. Efendimiz: “Namaz vaktine uyuyakalmanızdan korkuyorum” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Bilal “Ben sizi uyandırırım!” dedi. Böylece Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) mola verdi ve herkes yattı. Nöbette kalan Bilal de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri kapanıverdi, o da uyuyakaldı. Güneşin doğmasıyla Resulullah (sav) uyandı ve: “Ey Bilal! Sözün ne oldu?” diye seslendi ve Hz. Bilal: “Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi” diyerek cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam: “Allah Teala Hazretleri, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, (dilediği zaman geri gönderir. Ey Bilal! Halka namaz için ezan oku” buyurdu. Sonra abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca kalktı, kafileye cemaatle namaz kıldırdı.“
Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Mevakit 35, Tevhid 31, Müslim, Mesacid 309-311, Muvatta, Vaktu’s-Salat 25, Ebu Davud, Salat 11, (438, 441), Tirmizi, Salat 130, (177), Tefsir, Ta-ha (3162), Nesai, Mevakit 53, 54, 56, (1, 294-298), İmamet 47, (2,106)
Müslim'in bir rivayetinde: ”…Hayvanlarımıza binince “Namazda yaptığımız bu taksiratımızın kefareti nedir?” diye birbirimizle fısıldaşmaya başlamıştık. Buna muttali olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bende size güzel örnek yok mu? (Ben de namazımı kaçırdım, bu bir taksir değildir. Üzülmenizi gerektiren) gerçek taksir ikinci vaktin girmesine kadar bilerek namazı terketmektir” der.
Hadisin şurası önemli; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bende size güzel örnek yok mu? (Ben de namazımı kaçırdım, bu bir taksir değildir. Üzülmenizi gerektiren) gerçek taksir ikinci vaktin girmesine kadar bilerek namazı terketmektir” der. Gerçekten üzülmemiz gereken, sabah namazının faziletini götüren. Ama namazı tamamen terk etmenin günahından en azından kurtarmak için bir izindir. Anlaşılmıştır inşaellah kardeşim..
Şu geçici dünya hayatınızda, işinize verdiğiniz önemin aynısını sonsuz olan ahiret hayatınız için de göstermeniz gerekir. Eğer sabah namazlarına istikrar gösterebilirseniz, Allah'ımız diğer dört vakitte size istikrarı ve kolaylığı verecektir…
İslam'da, ameli meselelerde “ya hep, ya hiç” kaidesi yoktur.
“Zararın neresinden dönersen kârdır” kaidesi vardır.
Allah Teala bize 5 vakit namazı farz kılmıştır. Eğer siz, tembellik ve gevşekliğinizden dolayı günün 2 vaktini kaçırırsanız, diğer 3 vakti zamanında kılacaksınız ve şeytandan farklı olduğunuzu isbat edeceksiniz.
Zira, hiç secde etmeden bir tam gün geçirirseniz, şeytandan bir farkınız kalmaz; o da secde etmedi.
Rabbim yardımcın olsun kardeşim, bize de namaz konusunda çok dua et. Allah’a emanet ol.
17 notes · View notes
sosyaldoku · 7 years
Photo
Tumblr media
📌 YENİ MEKTUP 📌 "Mü’mine bacım! Asırlardır bu merhume ümmet, sizden bir Âsiye çıkmasını bekliyor"
-
SORU:
Selamünaleyküm saygıdeğer Hocam. Rabbime şükürler olsunki siz ve sizin gibi saygıdeğer hocalarımız bizleri aydınlatıyorsunuz.Hocam benim 3 evladım var. Almanya’da yaşıyoruz. Çocuklarımı elimden geldiğince İslam’a hayırlı evlatlar olarak yetiştirmeye çalışıyorum. Ama yanlışa düşmelerinden çok korkuyorum. Çok dua ediyor ve yalvarıyorum. Hocam 12 yasındaki kızıma namaz farz oldu ve namazlarını kılıyor elhamdülillah ama arada tartışmalarımız oluyor. Namaz vakti geldiğinde uyarıyorum. Fazla tekrarlayınca ortam geriliyor. Ne yapmam lazım? Son dakikaya bırakmasını istemiyorum. Yanlış mı yapıyorum? Okula giderken oruçlarını da tutuyor ama çevremden bana vicdansız anne diyorlar.Çok korkuyorum Hocam evlatlarıma iyi bir anne olamamaktan. Onları koruyamamaktan, hesap günü evlatlarımın ‘bana bunu niye söylemedin’ demesinden, onların yanlışa düşmesinden.. Oğlum 10 yaşında. Harama bulaşmasından korkuyorum. Çevremde Alman Rus sevgilisi olan çocukları gördükçe ağlıyorum. Sürekli çocuğumu koruyamamaktan korkuyorum. Bana nasihatte bulunun hocam. Nelere dikkat etmem lazım? Eşim ve ben sohbetlerinizi sürekli takip ediyoruz. Evimizi ‘sünnet evi’ yapmaya çalışıyoruz. Derdimiz Dünya değil hesap günü… Allah sizden razı olsun. Allah a emanet olun.
*
CEVAP:S
elamünaleyküm.Mü’mine bacım, Siz Almanya’dan seslendiniz bana, ben ise sizi karşımda gördüm. Ümmetimin yüreği yanık kadınlarından birini, dini ile dertlenmiş ciğerlerinden birini gördüm gözlerimin önünde. Sizi kendim zannettim. Sizi, Kâ’be’nin örtüsüne yapışıp ‘Ey Rabbim..!’ diye ağlayan kadınlardan biri zannettim. Sizi, yavrusuna su bulmak için çırpınırken ana yüreği ile kanatlanmış Hacer zannettim.Size dualar ettim. Size ve hasretinize umut bağladım. Ah sizin dualarınız kabul olsa da biz de rahmete ersek diye mırıldandım. Rabbim sizi umduğunuza erdirsin. Âlim çocukların annesi olasınız. Şehit yavrusunun şefaati ile dirilmek nasip olsun sana. Saliha kadın olup salih evlatlar yetiştirmenin yücelten ululuğunu göresiniz. Sizi tebrik ederim. Eşinizi hasseten tebrik ederim. ‘Sünnet Evi’ yapmaya çalıştığınız eviniz size kutlu olsun. Sabırla dimdik tuttuğunuz kaleniz gibi baki kalsın eviniz. Yeğenlerimi de gözlerinden öperim. Onlara, yavrularım için yaptığım dualarımdan dua ederim.Allah yardımcınız olsun, sizi bu dertle yaşatıp bu dertle ruhunuzu kabzetsin. Bu dert bile sizin için sevap kaynağı olacaktır. Bunu sakın unutmayın. Cihattasınız, Bedir’desizin, Uhut’tasınız kabul edin. Öyle kalın öyle yaşayın. Size satır başı diyebileceğim küçük tavsiyelerde bulunayım ama bunlar günü birlik kalmasın sakın, ilke edinin bunları: – Çocuklarınıza karşı bu endişeyi taşıyın ama vesveseye kaydırmayın işi. Eşinizle birbirinizi dengeleyin sürekli olarak. Bir o ileri gitsin bir siz gidin derken hayat sizi yıpratmadan sürsün. – Çocuklarınızın ibadet ehli olmasına ısrar edin ama yirmili yaşlarına kadar onların kaytarma denebilecek eksiklerini görmez gibi olun ara sıra. Onlara, yaşını başını almış adam rolü biçerseniz sizden kopabilirler. Zaman zaman bir gözlü gibi, bir kulaklı gibi olun. Her şeyi en iyi şekliyle isterseniz erken bitebilir piliniz. – Çocuklara yapabileceğiniz en iyi destek, onlara namazlı ve Kur’an’lı arkadaş bulabilmektir. – Hep tenkit eden, hep eksik bulan, hep azarlayan biri sakın olmayın. Dünya gibi olun. Kışı fırtınalı baharı çiçekli olun. – Çocukların ara sıra eğlenme ve gezip tozma ihtiyaçları vardır ve bu tabiidir. Bunu siz becerip karşılayamazsanız, onlar bunu razı olmayacağınız yöntemlerle bulurlar. Aman dikkat edin. – Çocuk yetiştirmek bütün zamanlarda cihattı. Bu zamanda en büyük cihat durumuna gelmiştir. İşin önemini kavrayın. Bu uğurda yapayalnız kalabileceğinizi bilin, buna hazır olun. – Duada kalsın elleriniz. Hiç indirmeyin ellerinizi. Allah’tan yardımını isteyin. Sabır dileyin, sebat dileyin. – Enerjinizi zamana yayın. Yüzlerce yıl çalışacak bir umut ve enerji ile yol alabilirsiniz. Melekleri yanı başınızda görmenin yolu budur. – Bilhassa gece namazına kalkıp dua edin; yavrularınıza, eşinize, kendinize ve bize dualar edin. Gayet iyi bilin ki siz veya Almanya gurbetindeki bir başka mü’min kadının gözyaşları, toprağımıza rahmet yağma sebebi olacak. Hele siz annesiniz, dua makinesi gibisiniz siz. Siz çekirdeksiniz. Asırlardır bu merhume ümmet sizden bir Âsiye çıkmasını bekliyor. Sizinle dirileceğimiz günü hasretle bekliyoruz. Dua edin bacım. Elleriniz karıncalanıncaya kadar dua edin. Namazlarınızdan sonra ve namazlarınızdan önce hep dua edin. Siz görmeseniz de size âminler diyen meleklerle doludur bu gökler. Kadınlar-analar; mobilyalara, gelinliklere, komşu lakırdılarına, ev temizliği putuna, ne derler heykellerine takılıp kaldıkları için gecikti göklerin yardımı. Açın ufkumuzu bacım açın. Açın ellerinizi de insin şu bulutlar göklerden. Hasretimiz bitsin. Gelsin hafız yavrularımız, Kur’an bülbüllerimiz. İslam’a âşık, yoluna sevdalı çocuklarla diriltin bu ümmeti.Açın ufkumuzu bacım açın Allah için.Selamünaleyküm. Nureddin YILDIZ Kaynak:📝» https://www.fetvameclisi.com/fetva-mumine-bacim-asirlardir-bu-merhume-ummet-sizden-bir-asiye-cikmasini-bekliyor-83635.html
5 notes · View notes
bilmisler · 6 years
Text
Cuma Namazı Nasıl Farz Oldu
https://bilmisler.com/cuma-namazi-nasil-farz-oldu/
Cuma Namazı Nasıl Farz Oldu
Cuma namazı nasıl farz oldu konusu islam dinini yaşayan kişilerin hayatlarında en az bir kez merak ettikleri konular arasında yer almaktadır. Biz insanların merakını cezbeden bu konuya yanıt vermeden hemen önce cuma namazı kaç rekattır ve nasıl kılınır konularına değinmek istiyoruz. Bu sayede Cuma namazı hakkında bilinmesi gereken ana konular hakkında akıllarda soru işareti kalmayacaktır.
Cuma namazı nasıl kaç rekattır?
16 rekatı farz olan Cuma namazının iki rekatını kılmak farzdır. Bu farz öğle namazından dahi daha kuvvetlidir.
İlk olarak Cuma namazının ilk sünneti dört rekat olarak kılınır. Öğle namazının ilk sünneti gibi kılınmaktadır. Cami içerisinde ikinci ezanın ve hutbenin okunmasının ardından ikamet okunur ve cemaatle beraber Cuma namazının iki rekatlık farzı kılınır.
Namazın farzının kılınmasının ardından dört rekat olan son sünneti kılınır. Cuma namazının son sünneti öğle namazının ilk sünneti gibidir.
Cuma namazı nedeniyle vaktine yetişilmesine rağmen kılınmayan öğle namazının farzı için “Vaktine yetişip kılmadığım son öğle namazının farzını kılmaya” diye niyet edilir ve öğle namazının farzı gibi olan zuhr-i ahir denilen namaz kılınmaktadır.
Son olarak sabah namazının sünneti kılınır gibi iki rekat vaktin sünneti kılınacaktır. Bunun ardından Âyet-el-kürsi, tesbihler okunacak ve dua edilecektir.
Cuma Namazı Farz Mıdır?
Cuma namazının farz olduğu Kitap, icmâ ve Sünnet ile farzdır. Cuma namazı hakkında hadis kitaplarında Cuma namazının kuvvetli bir farz olduğu ve faziletleri hakkında bilgiler yer almaktadır. Ayrıca bu namazı özürsüz bir şekilde terk etmenin büyük günah sayıldığı yönünde sahih hadisler de bulunmaktadır.
Bilginlerce Hz. Peygamber’in ilk defa hicret esnasında cuma namazını Sâlim b. Avf kabilesini ziyaretleri esnasında orada yer alan namazgâhta kıldırdığı kabul edilmektedir. Farklı kaynaklarda Es’ad b. Zürâre’nin hicretten önce Medine’de cuma namazı kıldırdığı bilgisi bulunmaktadır.
Cuma Namazı Ne Zaman Farz Oldu?
Cuma namazı nasıl farz oldu, cuma namazı ne zaman farz oldu konularında bahsettiğimiz durumlarla birlikte iki farklı görüş ve rivayet ortaya çıkmıştır. Rivayetlerden ilkine göre cuma namazı Mekke’de farz kılınmasına rağmen müşriklerin gerçekleştirdiği baskılar nedeniyle orada kılınamamıştır. Diğer rivayete göre ise cuma namazı ilk kez hicret esnasında farz kılınmış olup, ilk cuma namazı Hz. Peygamber tarafından Rânûnâ vadisinde kıldırılmıştır. İkinci rivayeti benimseyenlere göre Es’ad b. Zürâre tarafından hicret öncesinde Medine’de cuma namazı kıldırılması farz değildir. Kılınan namaz nâfile hükmü kapsamındadır.
Resûlullah zamanından itibaren farklı görüşler açıklanmadığı gibi bütün müctehidlere göre cuma namazı kılınması farz-ı ayın’dir. Bu hususta icmâ meydana gelmiştir. Cuma namazı ne zaman kılınır sorusuna da cevap verecek olursak; öğle namazı vaktinde kılınıyor olduğunu söyleyebiliriz. Cuma namazının o gün kılınacak öğle namazının yerini tutacağı konu hakkında bilinmesi gereken en önemli detaylar arasında yer almaktadır.
0 notes