Sinop Tatili
İlk kez bir dini bayramı büyüklerimizin yanında değil de tatilde geçiriyoruz; sebep, benim hastalığım, her ne kadar iyi olsam da güzel sonuçları almadan memleketlere gitmek yok dedik. Tam tedavim bitmiş, kan değerlerim normal seviyelere ulaşmış, PET çekilmek için de 6 hafta ara vermişiz memleketlere gitmesek de yakın bir yerlerde üç gün beş gün bir şeyler yapalım dedik. Son ana kadar nereye gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok. Arife günü Zekeriya yarım gün çalışıyor en son Sinop deyiverdik. Bu arada Şule Ablamlardayım ben, Beril tutturdu ben de Gülşah Teyzemlerle gideyim, ee hadi gel o zaman dedim izinler mizinler alındı, iki dakikada bir çanta yapıldı ona da. Ablam soruyor bana ee nerede kalacaksınız, bilmiyorum ki abla buluruz bir yer diyorum; kafalar rahat yani.
Öyleydi böyleydi derken bir şekilde Airbnb’den bir ev buluverdik, saat 16:00’da düştük yola. Gece saat 10’da da Sinop’a varmış olduk. Altı saat sürdü yani, güya yakın bir yere gidecektik, bu pek yakın olmadı sanki desek de, asla pişman olmadık, harika bir tatil oldu hatta yetmedi, iki güne daha ihtiyacımız vardı; Boyabat ile Gerze eksik kaldı, oraları göremedik ne yazık ki.
Evimizi bulduk ama park etmek ne mümkün. Sinop tabi küçük bir Karadeniz şehri olmasından dolayı yolları daracık ve engebeli, Kurban Bayramı tatil sezonu derken felaket bir araba trafiği. Şehir eminim ki normal de böyle değil, çünkü adamların trafik lambası bile yok, ihtiyaç duymamışlar. Bir şekilde arabamızı da park ettikten sonra evimize yerleştik. Güzel yeni bir bina, girişin altında yani eksi katta problem değil, zaten yatmadan yatmaya geleceğiz; ancak temizlik eksik geldi bana. Dedim çocuklar yerlere sakın çıplak ayak basmıyorsunuz, yerler kirli. Çamaşır suyunu da banyoya, tuvalete bastık mıydı sorun kalmadı. Ama Çınar’ın aklına bu durum öyle bir yer etmiş ki; tatile dair hiçbir anı yok sadece pis ev, kirli ev, kötü ev başka da bir şey demiyor. Oğlum o kadar gezdik, denize girdik güzel değil miydi; ev pisti diyor cevap olarak :)
Benim asıl niyetim çadırda kalmaktı zaten de, o plan da yine beyefendi rahat edemediği için yatmıştı, ama gelin görün ki çocuğa yine yaranamamışım :)
Neyse kötü evimize yerleştikten sonra, sıra göbüşleri doyurmaya geldi. Sinop’un mantısı meşhur malum, onun için de ilk tavsiye Teyze’nin Yeri, yemek saatlerinde kapıda kuyruk oluyor, insanlar sırayla giriyor, diğer günlerde şahit olduk. Tabi biz oraya gittiğimizde saat neredeyse 11 olduğu için birkaç masa vardı, biz de bu lezzeti rahat rahat tatmış olduk. Ama size bir ipucu vereyim, Sinop’ta aklınıza gelen her yerde mantı yiyebiliyorsunuz, balıkçısından, lokantasına kadar ve hepsinde de istisnasız denedik; şunu açıkça söyleyebilirim ki aralarında anlamlı bir fark yok. Yani Teyze’nin Yeri diye çok kasmayın, bulduğunuz yerde yiyin, hepsi de çok güzel.
Yedik içtik sırada şöyle bir deniz kenarında turlama var. Evimiz çok merkezi olduğu için, her akşam bol bol yürüdük deniz kenarında. Ay buraya bir de tezgahlar açmışlar, her birinde birbirinden güzel hediyelik veya değil bir dolu eşya. Hep el emeği işler, öyle dandik plastik Çin malı magnetler yok, her biri bir sanat eseri kadar güzel magnetler. Para harcama meraklısı olsam pek güzel kayıklar ve çantalar vardı da ben küçük bir taş magnetle yetindim. Bir de bu el yapımı kayıklar Sinop’ta pek meşhurmuş; çok güzel kayık dükkanları var, gezin mutlaka bayılacaksınız.
Gezinti sonrası çay bahçelerinin birinde çay ve uyumak için eve dönüş ile ilk günümüzü noktaladık.
İkinci gün kalkar kalkmaz doğru Erfelek-Tatlıca Şelaleleri’ne, tabi önce bayramlıklarımızı giydik; malum Kurban Bayramı’nın birinci günündeyiz. Yol üstünde bir yer bulduk kahvaltı için; ama böyle köy yeri gibi düşünün, zaten köy kahvaltısı veriyorlar, öyle müthiş çeşitler yok, ama köy mahsulleri, lezzetli şeyler. Bir de gözlemesini denemek istedik, beklentimizi pek karşılamadı. Cemile Bacı’nın yeriydi adı da, ama kredi kartı ile ödeme almıyorlar, bizim yanımızda nakit yoktu, kalakaldık öyle, hesap numaralarını alıp havale yaptık biz de Ankara’ya dönünce. Biraz daha ileride daha büyük bir tesis var, orası da denenebilir, başka bulamayız diye korkmayın.
Sinop’ta çok dikkatimi çekti dükkanlara genelde böyle teyze, hala, bacı gibi kadın isimleri verilmiş. Bu da demek oluyor ki kadınlar bu şehirde iş hayatında da, sosyal hayatta da oldukça aktifler, çok hoşuma gitti; bıktık dayılardan, amcalardan.
Kahvaltıyı ettiğimiz yerin hemen karşısı tertemiz bir baraj, Çınar Beyefendi’nin klasik gördüğü her suya taş atma sevdası vardır, kendisini buradan zor kopardık, gittiğimiz yerde de taş atma var merak etme, diye diye zor düştük yola.
Ve hedefimize vardık burası bir milli park, burası da girişi, ben daha girer girmez vuruldum, Zekeriya namazını kılarken oturup ağaçların, temiz havanın tadını çıkardım; hem hastalığıma da iyi geleceği düşüncesindeyim. Zaten altı haftalık süre boyunca hep böyle yerlere kaçtık, şifalanalım diye.
Burada irili ufaklı 28 şelale varmış, bir kısmı yürüyüş yolu ile görülebilirken, bir kısmı için de tırmanmak gerekiyormuş. Bu hemen girer girmez karşımıza çıkan şelale, en büyüğü de buymuş zaten; ama biz tabi ki sadece bununla yetinmedik, yürüyerek görülebilenlerin hepsini gördük ve bu tatilin en müthiş deneyimi kesinlikle burasıydı, çok çok sevdim.
Benim bir adım attıktan sonra ikinci de kucak isteyen cucakçı oğlum maşallah yarısı düz yarısı merdivenli bu yollardan çok güzel tırmandı, ve buradaki görülebilen bütün şelalelere taşını attı. Berilim’in de maşallahı vardı, tatil boyunca o kadar yürümeye bir kere olsun yoruldum demedi; ama ne zaman denize gireceğiz diye başımızın etini yemekten de geri durmadı :)
Taş atma taş atma diye gezip dururken en sonunda olan oldu ve Çınar suya düştü; koca koca taşlar kayalar vardı, Allah’tan kafasını vurmadı bir yere. Üstümüz başımız ıslanınca artık dönüyoruz dedik tabi; hem çocuklara da bir deniz sözümüz var. Dönüşte temsili bir su değirmeni vardı bir bakalım dedik, çocuklar bayıldı; fotoğraf çektirmedikleri köşesi kalmadı değirmenin, tabi Çınar çıplak bu arada. Beril’in baktığı pencerenin manzarası da büyük şelale.
Ve çocukların mutlu sonu. Denize girmek için Karakum plajını tercih ettik, baya tavsiye edilmişti. Bir giriş ücreti, bir de şezlong ücreti var; biz şezlong almadık zaten saat dördü geçtiği için daha önce alıp gitmiş olanlarınkine kurulduk. Bu arada içerde tuvalet yok bilginize, çok büyük bir eksi bence bu.
Tatil boyunca da bu programımızı devam ettirdik, akşam dörde kadar görülecek yerleri gezip, sonra da deniz keyfi yapmak. Bundan sonra bütün tatillere uygulanacak kadar dahice; hem yakıcı güneş gitmiş oluyor, güneş geçer korkusu olmadan keyif yapmak kalıyor geriye. Hoş ben denize giremedim ama çocukları izlemek daha zevkli zaten.
Ee dünyanın yolunu yürümüşüz, üstüne çocuklar bir de denize girmiş ve bir kahvaltıyla; açlıktan ölme vaktimiz yakın, bu arada daha önce dolaşırken ben gözüme bir yeri kestirmiştim zaten. Zekeriya’ya dedim yok başka bir yer bulalım demesin mi, açlık zaten başıma vurmuş benim sinirlerim bozulmasın mı. Aldım Beril’i hızlı hızlı güzel bir yer arıyoruz, en son cezaevinin oralarda hava da kararmış zaten herhalde kaybolduk deyip atladık bir minibüse. Zekeriya’ya da haber veriyorum ki biz o ilk gördüğümüz yere oturduk gelin buraya. Bunlar da bir oraya bir buraya gitmekten harap olmuşlar mı, Çınar zaten kucakta.
Öyle olunca da Çınar bize azarı bastı tabi. “Anneee. Siz abarttınız ya. Size kızgınız. Siz ne yaptınız böyle. Başka bir yere gidecektik. Basa basa hızlı yürüdünüz. Bi’dahakine hiç böyle bi’şey yapmayın, tamam mı?” Ağzını yediğim, nasıl da güzel anlattı duygularını :)
Ha bu arada mekanı adı Nehir. Klasik bir kafe, o yüzden mantı ve hamburgerden başka yiyecek bir şey bulamadık. Ama pek bir güzel Instagram’lık dekorasyon yapmışlar. Fotoğraf çekilmek için güzel köşeleri var. Yemek için olmasa bile, en azından bir çay, kahveye uğrayın bence.
Sahil yürüyüşü ve dondurma ile günü sonlandıralım.
Açılır açılmaz Fesleğen Tostçu’ya damlıyor ve kahvaltıyı tost ile yapıyoruz. Güzel mekan,tostu da güzel; ama şu eldiven olayına gerek var mıydı be ustam dedim. Biraz özenti bir hareket gibime geldi, beğeneni de vardır tabi, bir şey diyemem.
Şimdi Türkiye’nin en kuzeyine gitme zamanı. İnceburun Deniz Feneri’nden çok beklentim vardı; deniz fenerlerine ayrı bir düşkünlüğüm var çünkü, hep ilgimi çekmiştir, çok severim. Amma velakin öyle bir yolu var ki, kötünün de kötüsü; o kadar yol gitmeye, arabayı o yolda yıpratmaya asla değmiyor, pek bir özelliği yok çünkü. Yine de harita da hep gördüğümüz ve coğrafya dersinde hep duyduğumuz yere ayak basmak kıymetliydi. Yürüyüş yolu da var ama pek bir çorak, güneşin alnında akıl işi değil, o yüzden hiç fazla kalmadan yönümüzü Hamsilos’a çeviriyoruz.
Bu arada buranın yolunun bu kadar kötü olmasını, nükleer enerji santralinin çalışmalarına bağlıyorlar. İnşaat için geçen koca koca kamyonlar makineler yolun anasını ağlatmış, ama bundan da acı olanı böyle cennet bir yere bu santralin kuruluyor olması, ne yazık :(
Hamsilos Fiyord’una gitmeden önce Hamsilos Tabiat Park’ına gidelim dedik. Bol ağaçlı bir mesire alanından başka bir şey göremedik, bence gereği yok, vakit kaybetmeden fiyorda basın. Ama kamp yapmak gibi bir amacınız varsa da burasının pek bir uygun olduğunu belirteyim.
Hamsilos Fiyord’u da görülmeye değerdi gerçekten. İnsanlar aşağıya inip denize giriyordu ve tatil boyunca ilk defa burada, canım denize girmek istedi, çok güzeldi gerçekten. Biz tepeden seyrettik tabi Türkiye’nin tek fiyordunu, tekne turları da var; bence öyle de çok keyif alınır, belki de daha çok.
Dönüş yolunda bulduğumuz kumlu bir yerden, çocukları denize sokma görevimizi yerine getiriyoruz; ama deniz analarına dikkat, biz gördük kıyıda. Sinop’un güzel yanlarından biri bulduğunuz her yerden denize girebiliyorsunuz.
Bu sefer akşam yemeği için çok planlıyız, kavga döğüş yok :) Okyanus Balık balık yiyeceklerin ilk adresi olsa gerek. Balık konusunda uzman olmadığım için sadece başarılı diyebilirim. Balıktan sonra tatlı olmadan olmaz Şen Pastane’sinde herkes farklı bir pasta sipariş ederek, pastanenin bütün pastalarını denemiş olduk, gideceklere not göründükleri kadar güzel değiller.
Şebnem Ferah söylüyor: “Ay ışığına vuruldum ben…”. Ee artık söylememe bile gerek yok, tabi ki eve gitmeden önce sahil turu.
Gitmeden Sinop’un meşhur yemeklerine bakmıştım, mantıdan başka nokul vardı bir de, o da hamur işi. İşte geldik gidiyoruz, bir nokul yiyemeden dememek için, kahvaltıyı Şen Pastane’sinde nokul ile yaptık. Ben çok beğendim üzümlü, cevizli falan ama biraz bayattı, kesin daha iyisini yiyebileceğiniz bir yer vardır. Eve gitmeden biraz da eve alayım istedim hatta da, denk getiremedik bir türlü.
Son günümüzde artık Sinop Merkez’i gezmek derdindeyiz. İlk işimiz kaleyi görmek oluyor. Kale’den geriye çok bir şey kalmamış, öyle uzun uzun gezilebilecek bir yer değil. Şöyle bir geçip gidiyorsunuz. Ama içerde çok güzel bir kafe var, akşamları da canlı müzik oluyor; deneyin biz çocuklarla şeyetmedik ama.
Arada çocukların gönlünü de yapmak gerekiyor tabi. Burası Sakarya Caddesi, anladığım kadarıyla Sinop’un çarşısı burası, Sinoplular için şehrin merkezi burası gibi görünüyor. Ben caddenin dükkanlarının tabelalarının standartlığına bayıldım. Nefret ediyorum tabela kirliliğinden, burası bu sorunu o kadar güzel çözmüş ki, tertemiz, mis gibi. Kumaş, tente gibi şeyler var ya adını bilmiyorum, öyle dükkanları çok beğenirdim zaten, burada hepsi öyle; kim akıl ettiyse tebrik ediyorum.
Gelelim en merak edilen, Sinop’ta en çok tanınan yere, çokta kalabalıktı zaten. Malum Sabahattin Ali’nin bir süre yattığı cezaevi burası. Denizin dibinde olması sebebiyle, mahkumlara işkence olan nemi ve soğuğu ile meşhur. Ki bence bu saydıklarımdan başka da bir numarası yok. Şöyle söyleyeyim, tabi cezaevi olarak burası çok etkileyici ama bir müze olarak düşünce çok etkilenmedim; Ulucanlar’da gördüğüm tarzda bir müze beklediğim için belki de bilmiyorum. Ah bu beklentiler yok mu, bizi perişan eden; beklentilerle ilgili de bir yazı yazabilirim bu ara, hazırlıklı olun.
Ay çocuklarda bir merak bir merak; muazzam bir ilgiyle gezdiler ve beni hayrete düşürdüler, sıkılırlar sanıyordum, çok hoşuma gitti, ben de gaza gelip anlattıkça anlattım. En son kadının biri ne yapıyorsunuz siz, bu çocuklar etkilenir, korkar, anlatmayın dedi de hızımı kestim :) En son dar ağacının ne olduğunu anlatıyordum da. Ne yapayım onlar istiyor, hem okula giden çocuk, bunları bilmeli bence. Çocuklar saksı çiçeği gibi de yetiştirilmez ki. “Gülşah Teyze bu ne”, anne bunla napıyorlar” sonsuz sorular, gel de çık işin içinden.
Karakum’da deniz faslından sonra Sebat Lokantası’na yemeğe gidiyoruz. Sıcak ev yemeklerini bir güzel mideye indirip, buraya da yüksek puanımızı verip, son bir tur için sahile gidiyoruz.
Akşam belli bir saatten sonra Sinop’un kalbinin sahilde attığını söyleyebilirm. Aşıklar Parkı diye kocaman bir park var, çocuklar için de kocaman oyun alanı. Sonra çay bahçeleri, tekne turları, hediyelik eşya tezgahlarını söylemiştim zaten, karagöz oyunu, banklarda oturup çekirdek çitleyenleri, dondurma yiyip yürüyüş yapanları; cıvıl cıvıl ve çok güzel.
Beşinci günün sabahında erkenden yola düşüyoruz. Hoşça kal güzel Sinop, bir gün evimiz olursun belki, seni çok sevdik, kötü evine rağmen :)
Bakalım bize bu hayat gezince güzel serüvenimiz kaça patlamış. Yeme, içme, konaklama, benzin, çocukların aburcuburu, giriş ücretleri, 2 yetişkin 2 çocuk 4 gece 4 gün 2 bin TL’ye mal oldu, yaklaşık 340 dolar demek oluyor; bence başarılı bir bütçe oldu, nicelerine inşallah. Hayat gezince güzel ama sağlıkla.
2 notes
·
View notes
Netflix Bilim Kurgu Dizileri Listesi
Sense8: Dünyanın 8 farklı coğrafyasında bulunan farklı insanların bilinçaltlarından birbirlerini hissetmesiyle başlayarak, bilgi ve yeteneklerini paylaşan bir grubu anlatıyor. Ancak bu grupta bir araya gelmeyi isteyenler olurken bazıları da bu özelliği kötüye kullanmayı isteyecek. Aynı gün doğup sonrada evrim süreci içinde bulunan bu insan kümesi içerisinde zevk, acı gibi tüm hisleri ortak oluyor. Birden fazla kümden oluşan bu gruplar, birbirlerini göz temasıyla ziyaret ediyorlar.
Black Mirror: Yakın gelecekte hayatımızda teknolojinin getirdiği karanlık yönleri ele alan bir dizi. Her bölümde, teknoloji, medya, dünyanın evrimi gibi öyle akıl dışı hikayeler var ki düşündüğümüzde çok da imkansız şeyler gibi durmuyor.
Altered Carbon: Uzak bir gelecekte insanların üzerinde taşıdığı bir aygıt ile ölseler bile tekrar hayata dönebilmelerini anlatıyor. Yani beden ölse bile bu aygıt ile başka bedene bu hayatı taşıyabiliyorlar. Tabi ki bu her insan için geçerli değil. Parası bol olanlara sağlanan bir imkan.
The 100: Bir nükleer patlama sonrası radyasyondan dolayı bir parça insan hariç herkes ölür. Farklı ülkelerde hayatta kalanları bir araya getirmek için istasyonlar kurulur. Ark isimli uzay gemisinde 2000 kadar insan yaşar. Yiyecek ve içecek sınırlı olduğu için bu sayının arttırılmaması konusunda katı kurallar vardır. Ancak her hâlükârda gıda sıkıntısı yaşanacağı için 100 kişilik bir grup dünyaya gıda bulmak için gönderilir. Ancak dünyadaki gruplarda yamyam topluluklarına dönüşmüşler. O yüzden bu mücadele hiç de kolay olmayacak.
Ascension: 1960 ‘lı yıllarda Amerikan hükümeti bir program kapsamında uzaya yüzlerce insan gönderir. Bu programın amacı yaşama uygun gezegen bulmak ve orada yaşamın devamını sağlamak.
Kiss Me First: Leila isimli karakter yalnız ve sıradan bir yapıya sahiptir. Bir sanal gerçeklik oyununa kendini öyle bir kaptırmıştır ki orada Tess adında biri ile tanışır. Bu kişi grubunun olduğu özel bir yere götürür Leila’yı. Ancak zamanla gruptan kaybolmalar ve ölümler başlar. İster istemez Leila ‘da bu gizemin için doğru sürüklenir.
Stranger Things: Hawkins adlı bir kasabada Amerika’ya ait bir ulusal laboratuvar üst düzey gizlilikle bilimsel araştırmalar yapmaktadır. Bu deneyler sırasında istemeden paralel bir evren yaratılır. Ve buradan gelen insan dışı varlıklar Will isimli genç kaçırılır. Uzun bir süre sonra kurtarmayı başarırlar. Ancak Will içine düştüğü bu durumdan etkilenir ve kasabada insanlık için büyük bir tehlike başlar.
Colony: Henüz tam olarak varlıkları bilinmeyen bir uzaylı ulusun istilasını anlatıyor. Çevresi 90 metreye varan duvarlarla çevrili Los Angeles şehrindeki bir aile hedef alınıyor. Her türlü koruma birimlerinin yok edildiği ve halkı kontrol altında tutmak için insanların içinden kendileri ile anlaşma yapan insanlardan denetim gücü oluşturan istilacılar, emirlere uymayanları acımazsızca öldürür.
Netflix Bilim Kurgu Dizileri Listesi
0 notes