#Mor Taka Dergisi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Şairi İyi Eden Hastalık
*Mor Taka Dergisi’nin 11. sayısında yayımlandı
Şiirin sancısını duyanlar, onun bir hastalık olduğunda hemfikirdirler. Sabahın en erken saatlerinden gece yarılarına kadar süren bu uğraş elbette ki hastalık derecesinde bir sahiplenmeyi içeriyordur.
Şiir, kısıtlı kelimelerle sonsuza kapı aralamak ve bunu belli bir duygu bütünlüğü içerisinde okuyucuya sunmaksa eğer; şaire daha yolun başında bu işin zorluğunun sinyallerini iletiyordur. Şairse bunun bilinciyle kanatarak şiirinin bileklerini onu düştüğü bu hastalıktan iyi edecek iksirin peşine düşmüştür çoktan. Yazmasaydım yaşayamazdım, diyen şair de böylelikle hayatta kalmanın yolunu şiirin iyi ediciliğinde bulur.
Şiir, zor bir uğraktır. Her çileli kalem üstadı onun çekim alanına bir zaman, bir şekilde girecek ama imgenin ağır katmanları onun öze ulaşmasını çoğu kez engelleyecektir. Faulkner, “Her romancı önce şiir yazmak ister, yazamadığını görür ve roman yazmayı dener.” derken şiirin çemberinden geçmiş biri olarak fısıldar bunu çağının kulaklarına. Usta romancı hastalığını erken atlatmış, şiirin sıtmasından kendini roman yazarak kurtarmıştır.
Sanatçının, özelde şairin yapıtını ortaya çıkartırken geçirdiği hazırlık evreleri ona yoğun bir ıstırap dünyası armağan eder. Şair, iç içe geçmiş halkalar gibi sancısının kıvrımlarında dolaştırır zihnini. Koyarken şiirinin yapıtaşlarını teker teker ve oluştururken azar azar varlığının temellerini, hep bir hastalık yükünü dolaştırır omuzlarında. Sağlıklı bir meydana getirmeden; parçaların, parçalanmışlığın insanın ruh dünyasında ortaya çıkardığı çaresizliğe kadar uzanan geniş bir düzlemin takipçiliğini yapar. Genelde hüznün, melankolinin, kederin sınırlarında dolaşsa da kendine çizdiği tablo onun daha uzun sürelerde buralarda kalmasına ön ayak olur. Bu toplamın içinde kendine yer bulmaya çalışan şair de; çoğu hastalıklı ruhun yaptığı gibi şiirden aldığı yaraların kapanması için yine şiire sığınır ve şiirinin oluşum sürecini kendi temelleri üzerinden yorumlama çabasına girişir. Ve bu şiir akışı varlığın sancısını çeken şaire ruhunun ıstıraplarını dindirmek için yol gösterecek; onu bilincin dinginliğine salacaktır.
Şair hastalığını şiirden alsa da; hakikat bakılan gözle alâkalıdır. Şairin titiz tavrı ve hep bir şeyleri düzeltme, güzelleştirme uğraşı onu kırılgan bir halete sürükler. Çağın gidişatına, kaba ve yavan insan hallerine, içinde bulunduğu yoğun his karmaşasına karşılıklar bulmaya çalışır kendi dilince. Arar ve sahip olduğu incelikli eleştirel tavrı da hesaba katarak yoğunlaşır bu iş üzerine. Toplumun tüketime odaklı maskesini kaldırma uğraşıdır bu yaptığı. Ve diğer var olan tüm maskelerin egemenliğine bir saldırıdır şiir.
Hastalık, aynı zamanda bilinmezin yoluna düşmekle başlar. Arayışın, devamlılığın perdesini yırtmak gerekliliği şair suyunda bulanıklığa neden olur. Kendini sürekli başka kimliklerle açımlama, farklı duygu tonlarında gezinme, ölümün önsözüne sürekli bir girizgâh bulma arayışı şair ruhunda hüzünlü bir toplam ortaya çıkarır. Rimbaud’a da şiirin özünden ve şaire armağanından bahsederken aslında bunu ima eder: “Bir şair olduğumu çıkardım. Bu hiç de benim suçum değil. Çünkü ben başkasıdır. Şair uzun, müthiş ve hesaplanmış duyu karmaşaları yoluyla kendini bir planlamacı yerine koyar. Dile getirilmez işkence… Hasta adam olur, bir suçlu, bir lanetli ve yüce bir bilge olur; bilinmeze giriş yapar.”.
Şair her zaman yalnız ve şiir hep bireyseldir. Bu yalnızlık ve bireysellik, kişiye ait bir dünyanın ön hazırlayıcıları gibidir. Bu süreçte şair, uzun süren bir depolama işine girişir. Bütün yaşam malzemelerini ayırt etmeden tasnifler ve uygun bir zamanda onları bütünsel bir kalıba dönüştürür. Bu iş aslında içsel bir düzeni de açığa çıkarır. Şiirin serüveni aynı zamanda şairin kafasının içindekilere ulaşmasını ve onları bilinçli bir düzlem üzerinden ele almasını da içerir. Yalnız bu içerme her zaman yazınsal bir birliktelik olarak değil de, çoğu kez bir yaşantı halinde kendini gösterir. Bu ifade edilemezliğin bir yaşantı olarak tezahürüyse bölünmüşlük ve parçalanmışlığa ait eylemlerin sarsıntılarını dile düşürür. İçinde, en küçük bir ses biriminde bile ihtiras damarlarından bir kılcal bulunan şiirde; yazma ve onu ortaya çıkarma denemesi insanın beğenilme güdüsüne varoluşsal bir naziredir. Ölüme ve övgüye aynı dili kullanarak ulaşma gayreti, şairin yokluk üzerine bir varlık denemesi olarak değerlendirilebilir ki; bu da şiirin travmatik bir süreç olduğunun en belirgin göstergesidir.
Şair, kalıcı olanın peşinde yol alan bir dönülmezlik savaşçısıdır. Sürekli bir şeylere işaret etme, var olanı görünür kılma, üstünde ve altında seyreden aykırılıklara bir oran sağlama yükümlülüğü olan yoksul bir şiir ülkesi vatandaşıdır aynı zamanda. Çağının Don Kişot’u kendini dizginleyen sınırlara savaş açmış ve bir o hayal değirmenine; bir bu hakikat pervanesine mahmuzlayarak atını yürür olmuş; bu mücadelede kimliğinin kalıplarını da kıran şair, ortaya çıkan çatışmanın girdabında kendini yeni bir şey üretmenin anahtarına erişir bulmuştur.
Bu üretim algısı şairin iç dünyasında büyük coşku evreleri ve aynı zamanda aşırı düzeyde yaşanan umutsuzluk olarak kendini belli eder. Bu karışıklık özgün bir konuma gelişin ilk işaretleri olarak da anlaşılabilir. Yoğun bilgi istenci, iyimserliğin de katkısıyla şairi kapsamlı bir entelektüel faaliyet içine sokar. Yalnızlığa yaraşır bir eylem olarak yazmaya ve yazdıklarından şiirsel bir toplam ortaya çıkarmaya şairin iç dinamikleri artık hazırdır. Bu kargaşalıktan ve sürecin ona bahşettiği sancılı durumdan sanatını icra ederek rahatlama yoluna gider. Sadece kendine yönelik bir eylem olarak başka insanların da ortaya çıkan bu üründen istifa etmesinden çok kendini merkeze alan bir anlayış sergiler. Güdülerini tatminle şekillenen bu oluşum sürecini toplumdan uzakta seyreden bir dönüşüm olarak gözlemleyebiliriz. “Sanat, sanat için mi; yoksa halk için mi?” gibi bir soruyla yaklaşırsak şairin bilinçaltına, bunun kişisel bir yarar olduğu cevabı bize gizliden bir şekilde ulaşacaktır.
Her insan gibi şair de sonuçta kusurlu bir varlıktır. Aklın ve duyguların da diğer insanlara yaptığı gibi şaire de büyük bir baskısı elbette ki olacaktır. Ama o, sahip olduğu yaratıcı kimlik neticesinde bu baskının yoğunluğundan en çok etkilenenlerdendir şüphesiz. Kalabalık bir düşünce dünyası ve karmaşık his yapısı şairin ıstırap nedeni olan hastalığında yüksek paylara sahiptir. Ama şair, hastalığının çaresini yine de şiiri toplumsal sorunların ve bireysel yaraların odağında bir çözüm uğraşı olarak görür. Ve bunu kişiselden toplumsala genişleyen bir duyarlılıkla gerçekleştirirse çareyi bulacağından emin olarak yapar.
Şairi iyi eden bir hastalık olarak vardır şiir ve şairin mahvına bir marifettir.
Güz 2008
0 notes