#Mazeret Yok Çıkış Var
Explore tagged Tumblr posts
Text
Her şeye rağmen, “Mazeret Yok, Çıkış Var”
Yönetim ve İletişim Uzmanı Dr. Şaban Kızıldağ, Altınova Belediye personeline keyifli bir seminer düzenledi. Yönetim ve İletişim Uzmanı Dr. Şaban Kızıldağ, Altınova Belediye Personeline, “Her şeye Rağmen Mazeret Yok, Çıkış Var” konulu konferans verdi. 5 kural Altınova Belediyesi Konferans Salonunda Konferansa; Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral, Altınova belediye Meclis üyesi Hasan…
View On WordPress
0 notes
Text
İletişim ve Yönetim Uzmanı Dr. Şaban Kızıldağ'dan 3 yeni kitap https://sahrahaber.com/iletisim-ve-yonetim-uzmani-dr-saban-kizildagdan-3-yeni-kitap/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
Text
AŞKIN BENCESİ
Tekinsiz yolların başlangıç ve bitiş durağı… O üç harfli sancı… o malum tek heceli….
İnsana benzer aşk… Baştan sona çelişkidir yani, insan misali… Hem yanmaya azmetmek, hem kaçmaktır yangından. Hem uğrunda ölmeye can atmak, hem aynı uğurda yaşama tutunmak… Girdiği gönül kabına göre şekil alan, zapt edilemez, kilit vurulu akıllarda salgın misali, dizginlenemez bir hormonal bozukluk işte… Kıyıcı da olabilir, kırıcı da, yıkıcı da, yakıcı da…. İnsan neye takarsa kafayı odur… Ne kadar özler ve isterse o kadardır cürmü ve cüssesi… Öyle baki de değildir hani… Sonsuza kadar değil, kendi sonsuzuna kadar sürebilendir insanın… Ne sonu olmayan bir şey vardır, ne de vazgeçilemeyecek olan…Bazen fark etmesi, durması, kendine gelmesi zaman alır, hepsi bu…Ya tüketir, ya tükenir nihayetinde…Onu ancak o gönlün sultanı bilir.
Ömür denilen yeryüzü serüveninde, insanın, kendi eliyle kendi başına sardığı en belalı zaman dilimidir, o malum üç harfli, o tek heceli olan… Yeryüzünde sürülebilir izler bırakmaya başladığından beri ademoğlu, kendine söylediği en afili yalan bu… Hep yersiz, zamansız ve yanlış sorular sorduran… Hep tekinsiz cevaplar verdiren… Bilerek ve isteyerek kendi kendini kandırmaya vesile, isterik bir düş ürünüdür o, kimi sığ, kimi derin, kimi sıcak, kimi serin… Kimi hesapsız kitapsız, içinden geldiği gibi, kimi ise en başından beri bir çıkar uğruna yazılmış bir senaryo gereği hesaplı inceden inceye… Senaristi kararsız, senaryosu değişken bir filmin platosudur… Şahsiyetin, omurganın kabul edebildiği kadardır taşkınlıkları…
Sapla samanı birbirinden ayırmak zordur, o mevzu bahis olunca... Ancak zan vardır ve zannetmelerden ibarettir aşk… Boyundan büyük cümleler kurmak, boyundan büyük işlere girişmektir aslında… Abartının, orta yolu bırakıp uçlara taşınmanın ta kendisidir yani. Hakikatten kaçıştır aşk. Umutsuzca oyalamaktır kendi kendini. Durmamak, dinlenmemek, yetinmemek, hep ama hep istemektir… Kendi varlığından bihaber olanın, öz benliğini yeterli göremeyip kabul edemeyenin atıldığı bir maceradır aşk… Var olmak ile yok olmak arasında gidip gelmek, uçlarda dolaşmak hevesinde, anlaşılmak kabul görmek, yüzde yüz doyuma ulaşmak azminde olmaktır. En kuytu köşelerine kadar savunmasız, silahsız, örtüsüz kalmayı kabullenmektir aslında. Tesadüfler ve varsayımlar üzerinden yeni bir yaşam, bir macera çabası inşaa etmeye çalışmaktır aşk. Hayali gerçek, gerçeği hayal kılmaya azmetme çabasıdır. Bir damla suda kendini boğmaya çalışma olasılığının peşinde koşmaktır işte. Kuytularını açmak, bağışıklık sisteminin, öz saygısının tarumar edileceğini bile bile bir gülüşe, bir bakışa, bir vaade, bir şahsi çıkarıma, bir rivayete boyun eğmektir aşk, insanoğlunun kendi eliyle kendi başına sardığı belletilmiş yanlışlıklardan ibarettir en nihayetinde…
İnsanoğlunun kendi eliyle geliştirerek kendi çıkmazını oluşturduğu, tarihinin en modern, en çetin sömürgen ve kemirgen sisteminin kavramlaşmış halidir. Tüketim sektörünün en sinsi ve acımasız tezgahı… En kapitalist olanı… En çok yoranı… Bazen, tatlı bir bahar esintisi gibi, kulağa hoş gelen sözcüklerle örülmüş bir şiir dizesiyle vuran, bazen de düz yazıya dönüştürülmüş afili cümleler tuzağıyla sarmalayan en derin betimlemelere konu olan, koca bir yalandır o, adına aşk denilen… Asıl hayali kurulanın gerçekleşmeyip, heveslerin kursakta kaldığı anda efsane olandır. Yalnızlık korkusudur insanoğlunun… Herhangi bir şeye adanmışlığı prova etmek, bir yere ait olma dürtüsünü düzene koymaktır.
İnsan egosunun reddedilmeyi kabullenemeyişidir aşk. Doymak bilmeyen yanlarının terimleşmiş halidir. Vazgeçmeyi bilmemek, İnadına ısrar etmektir. İfade etme güçlüğü çektiğinde kendini, şaire, yazara, ressama, saz ustasına vuruşların çıkmazıdır… Gönüllü açmazların ve hükümsüzlüğündür sevgili insan…Ya da taçsız hükümranlığıdır özne olanın..
Ben neyim, kimim, niyeyim, niceyim? diye sorup kendine, vücudun şehrini ikna edici cevaplar bulmak, kanıksamak ile son bulur o tek hecelinin belirsizliği. Karmaşık bir muallak yığını olan tanımı düzene konur… Her canlının bir gün tadacağı o malum sondan kurtulamayacak olmanın verdiği acizlik hissine karşı, çıkış yolu bulamayıp çaresiz kalmışlığın adını felek, doğru kararlar alamayışın adını kader koymamak lazım… Mazeret üretmelere yetecek zaman mı var? Kendini oyalayıp kandırmayı bırakmalı değil mi artık? Güvenle ve samimiyetle, erdemde görünür olmalı insan… O malum tek hecelinin adını anmaktan dahi sakınıp, İlla ki bir şey yapılacaksa, korumak, kollamak, uzun ömürlü kılmak, GÜZEL SEVEN olmak lazım… (Semra BİLGİN)
2 notes
·
View notes
Text
“Ya Rabbi, Tekebbür İçinde Dolaşırlarken Canlarını Al!” Oğuz Alp Kaya [Arşiv]
[bu yazı 17.11.2011 tarihinde Furkan Haber’de yayınlandı]
İsmi belki yaptıklarından büyük Kaşif Kozinoğlu tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevinde vefat etti.
Vefat etmeden orada bulunduğu vakit içerisinde hatıra bile gelmeyen Kozinoğlu, vefatiyle birlikte medyanın "sakızı" oldu.
Siyasetle uğraşan veya "kirli işlere" bulaşan veyahut bu minvalde "işler"le ismi anılanların ölümleri, ne kadar normal bir ölüm olsa bile hemen ardından bir "giz" mantığı çalıştırılır, "aslında..." diye başlanan cümlelerle merhum-merhumenin üzerinden "bazı hesap(laşma)lar" görülür.
Hatta öyle olur ki, merhum-merhumenin amansız düşmanı dahi, vefatı üzerinden "kör öldü, badem gözlü oldu" hesabı yazılar yazar.
Nihayetinde merhum Muhsin Yazıcıoğlu hakkında da böyle olmadı mı?
Kabrinde bile rahat bırakmıyorlar onu, kabrinin bin kilometre yakınına gelmesini istemeyecek kişiler yazdıklarıyla.
Daima "kapalı kutu" halinde kalmış K. Kozinoğlu'nun vefatı da artık gündemden düşme noktasına gelmiş Ergenekon Davalarının ne derece "haklı" veya "haksız" olduğuna delil olarak işleniyor.
Yok "gizli tanık" olacakmış da "bülbül gibi konuşacakmış" da onun için "öldürmüşler"...
Bunu söyleyenler, Ergenekon'un ne kadar tehlikeli olduğunu anlatanlar; komik olan ne biliyor musunuz, yaşları gereği, K. Kozinoğlu'nun isminin ilk defa olarak ortaya çıktığı zamanlarda kısa pantalonla kumda oynama çağında olanların birden bire "Kozinoğlu ve karanlık ilişkiler uzmanı" olarak "top secret" yazılar kaleme almaları!
Ne de olsa "google" var; bir "tık" yaparsın, "arşiv" önünde "copy-paste" da yaptın mı, "uzman" oldun gitti!
Şuna bakın mesela:
"- Bugüne kadar bir kez bile revire çıkmamış birisinin aynı gün 'kendini kötü hissettiği' için hastaneye gittiği ve 'Bir şeyi yok' denilerek geri gönderildiği de düşünülürse tuhaf bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Şimdi asıl soru şu:9 gün sonra yapılacak olan bir duruşmanın en önemli sanığı ansızın ölürse ne düşünmek lazım? Üstelik kulislerde 'gizli tanık olmayı kabul ettiği' gibi birtakım iddialar da dolaşıyorken.
Acaba kim ya da hangi gruplar Kozinoğlu'nun duruşmada ya da çapraz sorguda konuşması ihtimalinden rahatsız oldu?"
Yazısında, "grip bile olmamış" diyerek ne kadar "vakıf" olduğunu ortaya koyuyor ve anında vefat haberi üzerine "hesaplar" kuruyor; oysa Kozinoğlu'nun ailesi dahi ölüm hakkında bu kadar şüpheli değil, tereddütleri "cezaevi sağlık şartları" hakkında, ama bu "vakıf yazar", Kozinoğlu'nun biri sırtından iki kurşun yarası taşıdığından da habersiz olarak "ağır spor yapmış" diyerek (o da damacanalarla ağırlık çalışması) hem vefatını buna bağlamaya ama hem de "duyarlı bir yazar" olarak "süpheleri yazmaya", hadise etrafından bir "hesap" görmeye devam ediyor.
“Boş geçirmeme” çalışması kısaca. Yazacak bir şeyin yoksa bile “şüpheler oluştur”, “hesaplar” yap!
Şu satırların yazarı olarak Kozinoğlu'nun vefatı ile alakalı olarak ailesinin teredütlerini paylaşmakdan başka bir düşüncem yok; yani normal olarak, eceli ile, yani "dışarıdan bir zorlama" ile ölmediğine inanıyorum.
Kozinoğlu ailesinin cezaevindeki sağlık şartları ile alakalı tereddütlerine ise tereddüdüm olmadan katılıyorum.
Bakın, basında görebildiğim kadarıyla sadece Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir haberde, aynı yerde ayrı bir dosyadan tutuklu Ergün Poyraz neler anlatıyor "olay günü hakkında":
"- 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan yazar Ergün Poyraz, üst düzey MİT yöneticisi Kâşif Kozinoğlu’nun yaşamını yitirdiği saatlerde cezaevinde yaşananları anlattı.
Poyraz cezaevinden gönderdiği faksta çarpıcı bir iddiada bulundu; “Bir saate yakın, koğuşun kapısına öyle vuruyorlardı ki, sanırsın cezaevi yıkılacak, bu sürede ne gelen oldu ne giden…”
Ergün Poyraz kaldığı Silivri Cezaevi’nden, avukatı Hüseyin Buzoğlu’na gönderdiği faksta dikkat çekici değerlendirmelere yer verdi. Avukatına “Bizi burada öldürecekler” diye seslenen Poyraz, “Bak en az ses çıkacaktan başladılar bile. Bir saate yakın koğuş arkadaşları, seslerini duyurabilmek için koğuşun kapısına öyle vuruyorlardı ki, sanırsın cezaevi yıkılacak, bu sürede ne gelen oldu ne giden” dedi.
Poyraz, kendisinin anjiyo olduğunda hastanedeki doktorlara, “Kriz anında butonlara bassak bile kolay kolay kimse gelmiyor. O nedenle kalp ve benzeri hastaların butonlarında hassas davranılması için cezaevine konunun önemini belirten yazı yazın” önerisinde bulunduğunu, doktorların ise buna karşılık “yazamayız” yanıtını verdiğini anlattı. Poyraz, cezaevinde yaşananları şöyle aktardı:
“Aslında biraz kına alıp onlara göndermek lazım. Tabii bu arada BT’li anjiyoyu gizleyenle, tıkalı damara bir şey yapamayız diyene de. Hoş, uyarı yazısı yazsalar da ne değişecek? Ama bir tane doktor yok. Doktorun gelmemesi için de her şey yapılıyor. Gelen doktorlar kazayla bize ‘nasılsın’ dese, anasından emdiğini burnundan getiriyorlar. Burada sağlığımız için doktor bulundurulmuyor, bulundurulsa bile o da reçete yazma amaçlı. Ama bisküvi paketleri için üstelik boş soruşturma açılabiliyor, savunmamızı engellemek için bilgisayar çıkış saatleri her fırsatta kısılıyor. Burada öldürüleceğimiz oldukça açık ve net. Dünya âlem biliyor ki, burada hukuk yok. Kim var diyorsa sahtekârdır. Dava iftiralarla yürüyor, yetmiyor yazmadığım bir dilekçe ile iftira atılarak soruşturma açılıyor. Bu nedenle, mahkemeye savunma vermenin anlamı yok diye düşünüyorum. Yapılacak tek şey, devşirilmemiş basına sürekli uğradığımız haksızlıkları anlatmak. Hiç değilse pisi pisine ölmemiş oluruz.”
Dünyanın gözü kulağı üzerlerinde olan Ergenekon tutuklularının "özel cezaevi" olan Silivri'de yaşadıklarına dair bu not, diğer cezaevlerindeki durumun ne olduğuna dair malumat verir elbette okuyanlara ve kimse de Ergun Poyraz bunu yazdı diye, onun yazdığı diğer uyduruk kitaplar gibi "uyduruk" sanmasın, gerçeğin belki de asgarisidir anlattıkları!
Websitemizde Mustafa Balbay'ın "Zülümhane" kitabı üzeerinden bir eleştiri yazısı yayınlanmıştı, Balbay da bunlardan bahsetmekteydi, şikayet etmekteydi, haklıdır da, o yazının linkini de vereceğiz, okumanızı dileriz, meselenin nasıl anlaşılması gerektiğine dair.
http://www.furkandergisi.com/index.php/tr/furkan-yazarlari/muhsin-er-tugrul/1168-balbayin-qzulumhaneqsi
Aslında bu tipten vefatlarda, onlara yıllar önceden Salih Mirzabeyoğlu tarafından yapılmış şu uyarı aklıma gelir:
"- Ufak bir hatırlatma: Yassıada mahkemeleri sırasında, konulduğu hücre için "burada insannasıl yaşar?" diye serzenişte bulunan bir Milletvekili'ne, gardiyan "aman efendim! buraları sizin Meclis'teki oylarınızla yapıldı!" diyor...Kıssadan hisse!.."
Kıssadan hisse!
F Tipleri "nitelikli tutuklular" için yapılmış "mezar"dı, buralara onlar konulacak, "tecrid" edilecek, "bitki" haline getirilecek kanunların elverdiği şekilde "ölümüne yaşatılacaklardı", takdir-i ilahi, F Tiplerini yapanlar, oraları ilk dolduranlar arasında oldular!
Ne diyor E. Poyraz, “Bir saate yakın, koğuşun kapısına öyle vuruyorlardı ki, sanırsın cezaevi yıkılacak, bu sürede ne gelen oldu ne giden…”; öyledir, "buton"a basmanın bir faydası yoktur, ya gardiyan tuvalate gitmiştir, ya "şebeke"ye gitmiştir ya "başefendinin yanındadır" onun için "duymamıştır" mazeret olarak, çare kapıya tekme tokat girişmektedir, girişirsin son çare diye, 15 dakika sonra uykulu gözlerle bir gardiyan gelir "ne var" der, söylersin, "tamam" der çeker gider, gelmez bir daha bir saat sonra yapılan onca gürültü neticesi "başefendiye sorayım" der, çeker gider tekrar, ardından yalan kalmamıştır, "aspirin" getirir, "revire" gitmek zordur çünkü, "doktor falan yerdedir", aslında ortalıkda yoktur da bahane budur, 2 saatde revire çıkarsın belki, ardından şanslıysan "askere haber gider", uzatmalı gelir, "tipine" bakar, hoşuna giderse "götürelim" der, bir saatde böyle gider, "getirin" emri çıkar bu seferde "tören"le "arabaya" götürülür, binbir aramdan geçer, el ve ayakların zincirlenir, buz gibi "arabaya" atılır, bir yarım saatde orada beklersin, hastaneye ne kadar zamanda varırsan artık, vardığında da hemen götürmek yok, ilk önce uzatmalı elinde dosyayla oraya buraya gidecek, laf yapacak, ardından bir müstahdem gelecek vs...
"Kapalı"larda durum asgarisinden böyleydi, o zamnalr yeni yeni yapılan F Tiplerindede böyleydi, ama anlaşılıyor ki "özel tutuklu" olan Ergenekoncuların F Tiplerinde de durum bundan farklı değil!
Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi, "ÜZÜNTÜDEN UZAK BİR SEVİYEDE"yiz bu hadiseye, Kozinoğlu ve diğer "Ergenekoncuların vefatı" haberlerine, çünkü bu dünyanın "etme bulma dünyası"olduğuna da inanıyoruz ve çünkü, "TEKEBBÜR İÇİNDE DOLAŞIRLARKEN CANLARINI AL ALLAHIM" duasının seneler seneler önce yapıldığını ve 2000'de de "KISSADAN HİSSE" denilerek"son çeyrek uyarısı"nın yapıldığını biliyoruz:
"- Ufak bir hatırlatma: Yassıada mahkemeleri sırasında, konulduğu hücre için "burada insannasıl yaşar?" diye serzenişte bulunan bir Milletvekili'ne, gardiyan "aman efendim! buraları sizin Meclis'teki oylarınızla yapıldı!" diyor...Kıssadan hisse!.."
Kıssa'dan Kısas'a geçildi kısaca.
Bakın aynı haberde avukat ne diyor:
"- Kozinoğlu’nun hücre arkadaşı Atilla Uğur’un avukatı Celal Ülgen, şunları söyledi:
“Haksız yere tutukluluk daha çok can alacağa benziyor. Birçok kişi daha ölecektir. Oysa bin suçlu özgür gezsin önemli değil, ama bir masum tutuklanmasın der hukukçular."
İdam cezası veren hakim bile "işaretli dosya"dan ve "hata yapmış olabiliriz" itirafından bahsederken Salih Mirzabeyoğlu'nun durumu hakkında gıkınız çıkmazsa, "bin suçlu özgür gezsin önemli değil, ama bir masum tutuklanmasın", demenizin hiçbir önemi yoktur, "bir çok kişinin ölümü"nü de"üzüntüden uzak bir seviyede" izleyip KISSA'DAN KISAS'a geçişin "ürünlerini", "hiç akıllanmayacak bu TEKEBBÜR EHLİ" diyerek seyrederiz!
17 Kasım 2011.
1 note
·
View note
Text
Münevver Karabulut davasında FETÖ şüphesi
Münevver Karabulut davasında FETÖ şüphesi
Davanın 8,5 yıl sürmesine isyan eden Avukat Epözdemir, FETÖ terör örgütünün mensupları aracılığıyla davayı yönlendirdiğini öne sürerek, "Evde bulunan ve olay yeri inceleme kayıtlarına dahi geçmeyen 700 bin Euro'nun FETÖ'ye aktarılmış olabileceğini düşünüyoruz" dedi.
Münevver Karabulut'un öldürülmesiyle ilgili olarak katil zanlısı Cem Garipoğlu'nun evinde cinayet günü bulunan bir miktar parayı (700 bin Euro) tutanaklara geçirmedikleri ve güvenlik kamerası görüntülerini yeterince incelemedikleri iddiasıyla haklarında dava açılan 6 polis memuru ile görüntüleri sildikleri öne sürülen 3 site görevlisinin yargılandığı davanın 24. duruşması yapıldı. Duruşmada söz alan Karabulut Ailesi'nin Avukatı Rezan Epözdemir, "İddianamenin düzenlendiği tarihten itibaren zaman aşımı süresi 26 Nisan 2018 tarihinde sona erecektir. Biz böyle bir kamuoyunda büyük bir infiale neden olan bu olayla ilgili olarak davanın uzamasına isyan ediyoruz" diyerek davanın karara bağlanmasını istedi. 3 hakimin değiştiği, 24 duruşmanın yapıldığı 8,5 yıllık davada tanık dinlenmesinden vazgeçildi. Hakim, esas hakkında savunma yapmaları için sanık ve taraf avukatlarına süre vererek, duruşmayı karar için Ocak ayına erteledi. Küçükçekmece 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada tutuksuz sanık Y. P. hazır bulundu. Karabulut Ailesi'ni ise duruşmada Avukat Rezan Epözdemir temsil etti. Hakim Tijen Özay, bu duruşmada tanık olarak dinlenmesine karar verilen Kemal Avcı'nın avukatının davaya mazeret dilekçesi gönderdiğini ve müvekkili Kemal Avcı'nın yurtdışında olduğunu bildirdiğini açıkladı. "KİMSEYE BİRŞEY TESLİM ETMEDİM" Duruşmada tekrar dinlenen sanık Y. P., olay tarihinde Şelale Evleri 251 No'lu sitede bahçıvan olarak görev yaptığını söyleyerek, "Olaydan sonra 251 ada güvenlik kulübesinde bulunan bilgisayar kasasını 3 polis ve bir savcı gelerek aldılar. Bu sırada herhangi bir tutanak tutulmadı. Bilgisayar kasasını 3 gün sora 3 polis getirdi. Kamerayı tekrar aynı güvenlik kulübesine kurdular. Bana getirdiklerine dair bir kağıt imzalattılar. 2011 yılında site yönetimi bana çıkış verdi. Çıkış verildikten sonra Bahçeşehir Karakolu'ndan beni çağırdılar. ' Yönetici kim?' dediler. Benim çıktığım zamanki yönetici Kemal Avcı'ydı" dedi. Y.P., "Beyanımda Kemal Avcı'nın yönetici olduğunu söylemiştim. Tutanakta 'Harddiski Kemal Avcı teslim ettiğim…' şeklinde bir ibare yazılmış. Ben işten ayrıldığımda sitenin bulunduğu güvenlik kulübelerinin kameraları kulübede duruyordu. Bırakıp gittim. Kimseye bir şey teslim etmedim. Bana harddisk teslim edilmedi. Bana bütün olarak bilgisayar kasası getirildi ve kulübeye koyuldu" ifadelerini kullanıldı. AVUKAT EPÖZDEMİR: 700 BİN EURO'NUN FETÖ'YE AKTARILMIŞ OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ Karabulut Ailesi'nin avukatı Rezan Epözdemir, harici diskin incelenerek bilirkişi raporu hazırlanması konusunda İTÜ, TÜBİTAK ve Adli Tıp Kurumu'nun gönderildiğini anlattı. Epözdemir, "Bu kurumların yeterli kalifiye elemanının olmadığı gerekçesiyle talebi kabul etmediklerini ifade ederek, "Dosyaya adeta vebalı muamelesi yapıldı. Jandarma da hard diskin olmadığını söyledi. Hard disk ortadan kayboldu. Mahkeme halen harddiski bulmuş değil. Biz bu harddiski bulana kadar dava zaman aşımına girecek" dedi. "Bunun ülkemizdeki FETÖ terör örgütü ile ilişkili olduğunu düşünüyoruz" diyen Avukat Epözdemir, "O dönem bir anlam verememiştik. Ancak daha sonra fark ettik ki; polislerin o dönemki avukatı, FETÖ'nün yargı imamı olduğu ortaya çıktı, hakkında yakalama kararı var. Bunlar tesadüf olamaz, FETÖ terör örgütünün bütün bu kurumların içindeki mensupları aracılılığıyla yargılamayı yönlendirdiğini düşünüyoruz. Ayrıca evde bulunan ve olay yeri inceleme kayıtlarına dahi geçmeyen 700 bin Euro'nun FETÖ'ye aktarılmış olabileceğini düşünüyoruz" ifadelerini kullandı. "İSYAN EDİYORUZ" Epözdemir, "İddianamenin düzenlendiği tarihten itibaren zaman aşımı süresi 26 Nisan 2018 tarihinde sona erecektir. Biz böyle bir kamuoyunda büyük bir infiale neden olan bu olayla ilgili olarak davanın uzamasına isyan ediyoruz" dedi. Avukat Epözdemir, Kemal Avcı'nın da tanık olarak dinlenilmesine gerek olmadığını belirterek ara kararlardan vazgeçilmesine ve davanın karara bağlanmasını talep etti. Sanıkların avukatı Didem Boz da savunmalarını hazırlamak için süre talep etti. DAVA KARAR İÇİN ERTELENDİ Sanık Y. P.'nin dava konusu olan harddiski Kemal Avcı'ya vermediğinin anlaşıldığını belirten hakim, dinlenilmesine karar verilen tanık Kemal Avcı'nın dinlenilmesinden vazgeçti. Esas hakkındaki savunmalarını hazırlamaları için sanıklara ve avukatlarına süre veren mahkeme, duruşmayı Ocak ayına erteledi. ADLİYE ÖNÜNDE AÇIKLAMA Davanın ardından Avukat Rezan Epözdemir, yaptığı açıklamada, 24. duruşmanın yapıldığını, cinayete ilişkin 11 dava açıldığını ve hepsinin de kesinleştiğini kaydederek, "Bir tek yürüyen bu dava vardı. 8,5 yıl, 24 duruşmaya rağmen hali hazırda karar çıkmadı. Bugün itibariyle isyan ettik" dedi. Dava ile ilgili bugüne kadar yaşananlara ilişkin detaylı bilgi veren Epözdemir, mahkemede davanın zaman aşımına uğrayacağını ve biran önce karar vermesini istediklerini söylediklerini ifade ederek, mahkemede esasa ilişkin taraf avukatlarına süre vererek duruşmayı Ocak ayına ertelediğini kaydetti. İDDİANAMEDE OLAY ŞÖYLE ANLATILDI İddianameye göre olay şöyle oldu: 3 Mart 2009 tarihinde Münevver Karabulut öldürüldü. Olayın ardından polis memurları M.T., T.K., İ.K., M.D., S.A., ve A.D. cinayetin şüphelisi Cem Garipoğlu'nun ailesiyle kaldığı Bahçeşehir'de bulunan villaya hareket etti. Jandarmaya da haber veren polis memurları ikamette arama yaptı. Polis memurları bu aramalar sırasında miktarı net olarak tespit olunamayan, ancak makul bir rakamın üzerinde olduğu belirtilen yabancı parayı tutanağa geçirmedi. Arama yapılan villanın güvenlik kameralarının olay tarihinde kayıt yaptığı ancak bu kaydın 7 Mart 2009 tarihinde silindiği, görüntülerin CD ya da DVD'ye aktarılmaya çalışıldığı, bir kısmının da geri dönüşüm kutusuna atıldığı tespit edildi. Polis memurlarının villaya ait kamera kayıtlarını yeterli düzeyde incelemedikleri, kameraların çalışmadığı, bozuk olduğu yönünde 4 Mart 2009 günü polis memurları S.A. ve G.K. tarafından tutanak düzenlendi. Yine aynı memurlar tarafından 5 Mart 2009 günü güzergah üzerindeki kameralarda ise, görüntü bulunmadığına dair ikinci bir tutanak düzenledi. Villalar��n yöneticiliğini yapan U.Y. ile site görevlileri Y.P. ve R.İ. da kameradaki görüntüleri silerek yok etti. Soruşturma sonunda savcılık, polis memuru sanıklar G.K., S.A.,T.K., M.D., İ.K., ve A.D. hakkında "Görevi kötüye kullanmak" suçundan 1'er yıldan 3'er yıla kadar, site yöneticisi ile görevlileri U.Y., R.İ., ve Y.P. hakkında da "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" suçundan 6'şar ay ile 5'er yıl arasında hapis cezasına çarptırılmasını talep etti. Yapılan yargılamada ifade veren sanık polislerin bir kısmı parayı görmediklerini, bir kısmı da söz konusu parayı Tülay Garipoğlu'na verdiklerini anlattı. Polislerden bir kısmı yine güvenlik kameralari ile herhangi bir bilgisi olmadığını söylerken, bir kısmı da villa görevlisinin villayı gösteren iki kemaranın 2 senedir bozuk olduğunu, kayıt yapmadığını söylediğini aktardı. Diğer site görevlisi 3 sanık da kamera görüntüsünü silmediklerini belirtti. BİLİRKİŞİ RAPORU ALINMASINA KARAR VERİLDİ İfadelerin alınmasının ardından mahkeme, güvenlik kamerası kayıtlarının silinip silinmediği ve teknik sürecini nasıl yapıldığına ilişkin soruşturma ve kovuşturma aşamasında alınan raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için dosyanın TÜBİTAK'a gönderilmesine karar verdi. TÜBİTAK, "Yoğunluk sebebi ile inceleme için ayırabilecek ehliyetli personellerinin bulunmadığını" gerekçe göstererek dosyayı iade etti. İstanbul Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi de konu ile ilgili uzman bulunmadığı gerekçesiyle dosyayı iade etti. Dosya son olarak 11 Aralık 2015 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı'na gönderildi. Ancak Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı da 80 GB kapasiteli DİSK'in dosya kapsamında gönderilmemesinden ötürü inceleme yapılamadığını bildirdi. Söz konusu 23. duruşmada da hard disk bulunamadığı ve bilirkişi raporu hazırlanamadığı tutanaklara geçti. Mahkeme de hard diskle ilgili sanık Yusuf Palta ve tanık Kemal Avcı'nın duruşmada ifadesinin alınmasına hükmederek duruşmayı bugüne ertelemişti. CEZAEVİNDE ÖLÜ BULUNMUŞTU Cinayetin işlediği 3 Mart 2009 gününden sonra 197 gün kaçan Cem Garipoğlu, 17 Eylül 2009 günü avukatıyla birlikte teslim olmuştu. 24 yıl hapis cezasına çarptırılan Garipoğlu, 10 Ekim 2014 tarihinde de Silivrideki kapalı cezaevindeki koğuşunda ölü bulunmuştu. Read the full article
#CemGaripoğlu#MünevverKarabulut#MünevverKarabulutdavası#MünevverKarabulutdavasındafetö#MünevverKarabulutdavasındaşokkarar#MünevverKarabulutfetö#MünevverKarabulutfetöizi
0 notes