#Makrofajlar Nedir?
Explore tagged Tumblr posts
Text
Vücudun Çöpçüleri Makrofajlar Nedir?
Vücudun Çöpçüleri Makrofajlar Nedir?
Vücudun Çöpçüleri Makrofajlar Nedir? Yunancada büyük yiyiciler anlamına gelen makrofajlar vücut sisteminin çöpçüleri konumundadır. Vücut metabolizmasına karşı tehdit oluşturan patojenlere (hastalığa sebebiyet olan mikroplar) karşı var olan bağışıklık sistemimiz vücuda giren yabancı maddeler ile savaşmaktadır. Bunun yanında vücudun koruyucu kalkanı olan bağışıklık sistemi bir diğer adıyla immün…
View On WordPress
#Makrofajlar#Makrofajlar Nedir?#Makrofajların Görevleri?#Makrofajların Hastalıklar Karşısındaki Önemi Nedir?#Peki#Vücudun Çöpçüleri#Vücudun Çöpçüleri Makrofajlar#Vücudun Çöpçüleri Makrofajlar Nedir?
0 notes
Link
#makrofajlar#dövme nedir#kalıcı dövme#biyolojik gösterge#digital sağlık#dövme silme#dövmenin zararları
0 notes
Text
Astaksantin Nedir?
Bilim, güçlü eklemler, genç bir cilt, sağlıklı bir beyin ve sınırsız enerji ile yaşlanmaya karşı koymamıza yardımcı olmak için arayışa devam ediyor.
Oksitatif Strese Karşı ASTAKSANTİN
Araştırmacılar, kalp sorunları, eklem sorunları, görme bozukluğu ve kan şekeri problemlerini çözüm arıyorlar.
Neredeyse her durumda, yaşlanmaya eşlik eden fiziksel bozulma , “oksidatif stres” olarak bilinen ve 50’den sonraki yaşamı acı verici, zayıflatıcı bir yolculuk haline getiren şey tarafından tetiklenir.
Oksidatif stres nedir?
Serbest radikaller (agresif oksijen bileşikleri) sağlıklı hücreleri etkilediği sürece vücuttaki oksidatif stres asla durmaz.
Serbest radikaller DNA’nın kendisine bile zarar vererek yaşlanma sürecini hızlandırırlar ve ciddi sağlık sorunları riskini artırırlar.
Oksitatif stresle başa çıkmak için yeterli miktarda antioksidan gereklidir. Bağışıklı sisteminin bekçileri olan antikorlar, makrofajlar, nöbetçi hücreler, iletişim için moleküller – hepsinin antioksidan korumaya ihtiyacı var.
Yeterli antioksidan yoksa, bağışıklık sistemi serbest radikal saldırılara karşı savunmasız hale gelir.
Oksidatif stresin vücudunuzu ve sağlığınızı nasıl olumsuz etkileyebileceğine dair bazı örnekler:
Kaslarda ve eklemlerde ağrı
Buruşuk, kuru cilt, yaşlılık lekeleri
Geceleri bulanık görme
Tıkanmış ve sertleşmiş arterler
Hafıza ve konsantrasyon kaybı
Azaltılmış enerji seviyesi
Astaksantin, bağışıklık artırıcı etkilere sahiptir ve beyaz kan hücrelerini destekler.
Astaksantin insan lenfositlerini ve nörofillerini, etkinliklerini azaltmadan belirli beyaz kan hücrelerinin faaliyetinin neden olduğu oksidatif stresten korur.
Zararlı oksitatif stresle savaşta Astaksantin en başarılısıdır. Bunun yanında iyi bir uyku, özellikle melatonin hormonu da çok güçlü bir antioksidan etkiye sahiptir.
İyi uyku ile sağlıklı antioksidanlar birleştiğinde adeta yaşlanma karşıtı bir stratejiye sahip olmuş oluruz!
Astaksantin, E vitamininden daha mı güçlüdür?
Astaksantin güçlü bir antioksidandır ve antioksidan aktivitesi β-karotenden 10 kat daha güçlüdür ve E vitamininden 1000 kat daha fazladır.
2) Astaksantin Kalp Hastalığına Yardımcı Olur
Kalp hastalığı Türkiye’deki en büyük ölüm sebeplerinden sadece birisidir.
Çalışmalar, astaksantin’in kan şekerinizi sağlıklı tutmada rol oynayabileceğini öne sürüyor. Kalp hastalıklarının büyük bir problem olduğu düşünüldüğünde önemli bir durum.
Vücuttaki yüksek LDL (kötü kolesterol) ve düşük HDL (iyi kolesterol) dengesini değiştirir.
2011 yılında yapılan çalışmada araştırmacılar, astaksantin’in obez ve aşırı kilolu katılımcılarda kötü kolesterolu azalttığı görüldü. Ayrıca oksidatif stres seviyelerinde önemli bir azalma gördüler. (kaynak)
Kan lipidlerini düzenler. 2010 yılında yayınlanan kapsamlı bir çalışma 12 hafta astaksantin kullandıktan sonra, yüksek kan yağı seviyelerine sahip denekler, HDL seviyelerinde önemli bir artış yaşadı.(kaynak)
Kan akışını ve dolaşımını artırır Araştırmalarda, yüksek tansiyona sahip hayvanlar üzerinde astansanti’in fayda sağladığı görülüyor.
Kandaki oksidatif stresi azaltır: 14 günlük astaksantin kullanımın, kan oksidasyonunu azaltabileceği görüldü.
3) Bakteriyel Enflamasyona Karşı Sizi Korumaya Yardımcı Olur
Bakteriyel inflamasyon, yaygın ve kronik rahatsızlıklardan sorumludur. Bunlar şunları içerir:
Pnömoni, akciğerlerdeki bakteriyel bir enfeksiyonun neden olduğu bir solunum yolu komplikasyonu şeklidir.
Bakteriyel bir enfeksiyon ve göz iltihabı olan trahom
İnflamatuar Bağırsak Hastalığı (IBD), ağız, yemek borusu ve bağırsaklar dahil olmak üzere sindirim sisteminin viral/bakteriyel bir enfeksiyonu.
Romatizmal kalp hastalığı, kalp zarının ve kapakçıkların enfeksiyonu
Liste uzayıp gidiyor. Bunlar vücudunuzun belirli bölgesinde bağışıklık tepkisini engellediğinde veya azalttığında meydana gelir. Bakteriyel inflamasyonun sonuçları korkunç olabilir. Bazı tekrarlayan enfeksiyonlar da direnç antibiyotikleri geliştirebilir.
Bu enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılan bazı antibiyotiklerin geniş kapsamlı yan etkileri olabileceğinden bahsetmiyoruz. Bu nedenle giderek daha fazla insan doğal ve daha güvenli bir alternatif olarak antioksidanlara ve astaksantine yöneliyor.
Astaksantin’in anti-inflamatuar özellikleri, antioksidan eğilimlerine borçludur.
Devamı için :https://www.ifdiyeti.com/astaksantin-nedir/
0 notes
Text
Kış aylarında bağışıklık sisteminizi güçlendirecek içecekler nelerdir?
Kış aylarında bağışıklık sisteminizi güçlendirecek içecekler nelerdir?
Yazdan sonbahara geçerken güneşin etkisini azaltmasıyla birlikte ısı değişimlerine maruz kalan metabolizma, soğuk havayla daha kolay mücadele etmek için yavaşlamaya başlar. Metabolizmanın yavaşlaması sonucu bağışıklık sistemi zayıflar, hastalıklarla mücadele edemez, kilo kontrolü sağlanamaz.
Biz de bağışıklık sisteminizi güçlendirerek zinde kalmanızı sağlayacak Antik ürünlerini sizler için derledik;
Vücut direncinizi artıracak
Papatya çayı
Uzun yıllardır süredir sinirleri yatıştırmak ve uykuya geçişi kolaylaştırmak için tüketilen en popüler bitkisel çaylar arasında yer alan papatya çayı bağışıklık sisteminizi güçlendirmenize de yardımcı olur.
Papatya çayının bağışıklığa etkisi üzerine yapılan araştırmalar, papatya içinde bulunan kimyasalların makrofajlar ve B lenfositlerin üretimini ve dolayısıyla beyaz kan hücresi sayısını arttırarak bakteri, virüs ve mantar gibi bulaşıcı hastalıklara karşı vücudun direncini arttırdığı yönünde sonuçlara sahiptir.
Matcha Çayı
Geleneksel Japon çay saatlerinde içilen matcha çayı, antioksidan özelliği ve içerdiği tıbbi bileşiklerle virüs ve bakterilerin bir numaralı düşmanıdır. Damar sağlığını destekler, hormon dengelerini korur.
İçinizi hafifleten kokusuyla
Zencefil Çayı
Taze veya kuru zencefil ile hazırlayabileceğiniz hoş kokulu bir çay olan zencefil çayı, göğüs tıkanıklığını açmak ve grip ile bağlantılı boğaz ağrılarını hafifletmek için etkilidir. Ayrıca zencefilin içinde bulunan bileşenler, vücudunuzun viral hücrelere karşı direncini artırarak grip ve soğuk algınlığından kurtulma sürecini hızlandıracaktır.
Nane Çayı
Nezle ve grip için ülkemizde de popüler olarak kullanılan nane çayı öksürüğü hafifletirken boğazı yumuşatır. Ticari olarak üretilen pek çok burun açıcı ve öksürük ilaçları içinde de aktif bileşen olarak kullanılan nane, gribe neden olan virüslerin yayılmasını önleyici antiviral özelliklere sahiptir.
Bal
Sıcak içecekler, sindirimi uyararak soğuk algınlığı ve grip belirtilerini hafifletirler. Bağışıklık sisteminin mikroplarla savaşmasına destek olurlar. Sıcak suya veya süte bal koyup içebilirsiniz.
Ekinezya çayı
Ekinezya, gribe karşı bağışıklık sisteminizi güçlendirirken, nezle, soğuk algınlığı, öksürük, bronşit gibi durumlarda da kullanımı oldukça yaygınlaşan bitkisel bir kaynak. 1993 yılında Almanya’da 108 hasta üzerinde yapılan çalışmada ekinezya ile tedavi edilenlerde olumlu sonuçların alındığı görülmüş.
Çay tarifine geçmeden önce uyaralım: Ekinezya bitkisi, karaciğer rahatsızlığı, immün sistemi hastalıkları ve hamilelerde kullanılmamalıdır. Ekinezya kullanım süresi ise 10-14 günü geçmemelidir. 15 günlük aradan sonra tekrardan ekinezya kullanımına devam edilebilir.
Salep nedir ? Salep nasıl yapılır?
0 notes
Photo
https://www.bilimvetekno.com/niemann-pick-hastaligi-nph/
Niemann Pick Hastalığı (NPH)
Niemann Pick Hastalığı Nedir?
Niemann-Pick hastalığı (NPH), sfingomiyelinaz enzim eksikliğine bağlı olarak vücudun çeşitli organlarında, özellikle retiküloendotelyal sistem ve santral sinir sisteminde, intraselüler sfingomyelin ve kolesterol birikimi ile karakterize edilen, otozomal resesif geçişli, nadir görülen bir lizozomal lipid depo hastalığıdır. Hastalıkta sfingomyelini, seramid ve fosforilkoline parçalayan asit sfingomiyelinaz (sfingomyelin fosfodiesteraz) enziminde eksiklik veya gen mutasyonları vardır. Hastalığın klinik bulguları değişkenlik göstermektedir. Başlıca bulguların saptandığı organlar arasında ise karaciğer, dalak, beyin, kemik iliği ve akciğerler ön plana çıkmaktadır. Köpük hücre infiltrasyonu ve organomegali bütün formlarda yaygındır. Ancak nörolojk bulgular, tip A ve tip C’de belirgin iken, tip B ve tip E’de görülmez.
Yapılan araştırmalar neticesinde Niemann- Pick Hastalığının genetik, klinik ve biyokimyasal heterojeniteye sahip altı tipi tanımlanmıştır. Bunlar arasında Tip A-Akut nöronopatik form, Tip B-Kronik visseral form, Tip C-Kronik nöronopatik form daha iyi tanımlanmış formlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tip A’nın aynı zamanda tüm hastaların %85’ ini oluşturduğu bilinmektedir.
Niemann-Pick hastalığı, otozomal resesif bir kalıba dayanan kalıtsal bir hastalık olduğundan dolayı hastalığın gelişmesi için mutant bir genin iki kopyasının mevcut olması gerekmektedir. Otozomal resesif bozukluğu olan bir çocuğun ebeveynleri, çoğu zaman değiştirilmiş genin bir kopyasını taşıdıkları halde, klinik olarak hastalığa sahip değildirler. Bu durum “taşıyıcı kişilik” olarak adlandırılır. Her iki ebeveynin de taşıyıcı olması durumunda, etkilenen bir çocuk için her hamilelikte % 25’lik bir risk oranı vardır.
Klinik Belirti ve Bulguları
Disfaji ( Yutma güçlüğü)
Motor fonksiyon kaybı
Büyüme-gelişme bozuklukları
Hepatosplenomegali
Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları
Mental retardasyon (zeka geriliği)
Spastisite
Göz bulguları
Konuşma bozuklukları
Miyoklonik nöbetler
Ataksi
olarak belirtiler seyretmektedir. Bu belirtiler hastalığın tipine göre değişiklik göstermektedir.
Niemann-Pick Hastalık Türleri Nelerdir?
Niemann-Pick Tip A
NPH tip A, en sık görülen formdur ve “klasik form” olarak da tanımlanmaktadır.Tip A’ya sahip hastalarda sfingomiyelinaz enzim aktivitesi hiç bulunmamakla birlikte, çok az da olsa etkinliğini gösterdiği olgulara rastlanılmaktadır.Bu durum vücudun yağ birikimini (kolesterol ve lipidleri) metabolize etme yeteneğini etkiler, dolayısıyla hücrelerde yağ birikmesine neden olur. Sonuç olarak hücre disfonksiyonuna ve zamanla hücre ölümüne neden olur.
NPH tip A formunda, hayatın ilk beş ayında, hastalığa dair bulgular tespit edilmeye başlanır ve genellikle de ilk bulgu hepatosplenomegalidir. Beslenme güçlüğü, karın şişliği, erken motor fonksiyonlarda ilerleyici gerilik, maküler dejenerasyon ve konvülziyonlar (havale) gelişir. Tip A, ağır ve ilerleyici beyin hastalığı gösteren bebeklerde görülür. Mevcut çalışmalar sonuncunda bilinen bir tedavisi yoktur, bu nedenle de çoğu bebeğin ilk birkaç yıl sonrasında yaşamlarının son bulduğu bilinmektedir.
Niemann-Pick Tip B
Niemann-Pick Tip B, “kronik viseral” olarak da adlandırılmakta ve başlıca semptomları arasında hepatosplenomegali, akciğer fonksiyon bozukluğu , hiperlipidemi, karaciğer fonksiyon bozukluğu, kardiyovasküler sistem tutulumu, büyüme geriliği ve makula bozuklukları izlenebilmektedir. Tip B hastalarında sinir sisteminin etkilenmediği kaydedilmiştir. Fakat bu durumdaki insanlar dalakta, karaciğerde, akciğerde, kemik iliğinde ve beyinde lipit birikimine maruz kalırlar. Hematolojik hastalıkların yanı sıra, kalıtsal veya kazanılmış metabolik bozukluklar da görülebilmektedir. Tedavi, her bir bireyde mevcut olan semptomları ele almayı amaçlamaktadır. Yapılan çalışmalar sonucuna bağlı olarakta kemik iliği nakli ise bir kaç bireyde denenmiştir. Fakat araştırmacılar bunun yanı sıra tedavi için enzim değiştirme ve gen tedavisi gibi ek seçenekler geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedir.
Niemann-Pick Tip C
Niemann-Pick tip C hastalığı, esas olarak NPC1’deki mutasyonlardan kaynaklanan nadir bir lizozomal depo hastalığıdır. Tip C hastaları, motor ve zihinsel bozukluklar, koordinasyon eksikliği, kas dokusunda zayıflık, iç organlara fonksiyon kaybı ve santral sinir sistemi bozuklukları ile karakterizedir. Sfingomiyelinaz enzim aktivitesi ise normal veya normale yakın olarak bulunur. Klinik semptomları değişken olmakla birlikte, hepatosplenomegali, vertikal supranükleer oftalmopleji, ilerleyici ataksi, distoni (istemsiz kasılma) ve demans (bunama) ile karakterize edilmektedir. Ne yazık ki şu anda bu hastalar için FDA ( Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ) onaylı tedavi bulunmamaktadır.
Niemann-Pick Tip D
Niemann-Pick Tip D klinik olarak C tipine benzemektedir. Ancak daha yavaş seyir göstermektedir. Sfingomiyelinaz değerleri normal veya normale yakın sınırlardadır. Tip D hastaları için de bir tedavi söz konusu değildir.
Niemann-Pick Tip E
Niemann-Pick Tip E hastalarında sinir sistemi dışındaki dokularda sfingomyelin birikimi bulunmaktadır. Bu nedenle nörolojik bulgular görülmemektedir. Daha sık erişkinlerde görülen tip olarak karşımıza çıkmaktadır.
Niemann-Pick Tip F
NPH- Tip F’de ise sfingomyelinaz aktivitesi lökosit, fibroblast ve diğer dokularda tamamen azalmaktadır.
Niemann-Pick Hastalığı ile İlgili Gerçekler ve İstatistikler
A ve B tipi Niemann-Pick hastalığı türleri sıklıkla Aşkenazi (Doğu ve Orta Avrupa) Yahudi kökenli bireyleri etkilemektedir.
Niemann-Pick hastalığı, SMPD1 ilişkili (yani hem A tipi hem de tip B) insidansının 250.000’de 1 olduğu tahmin edilmektedir.
Niemann-Pick hastalığı B tipi çoğunlukla Kuzey Afrika’nın Mağrip bölgesinde (Tunus, Fas ve Cezayir) görülmektedir.
Tip C hastalığı, Nova Scotia’daki (Kanada’da yaklaşık 150.000 insidans) ve Kanada’nın güneyindeki New Mexico ve Colorado’daki Fransız-Kanada kökenli insanlarda daha sık görülür.
Niemann-Pick Hastalığının Teşhisi
Niemann-Pick hastalığı tip A ve B’yi teşhis etmek için kullanılabilir kan veya kemik iliği numuneleri, beyaz kan hücrelerindeki asit sfingomiyelinaz miktarını ölçülmektedir. Fakat bu testler, hastalığın taşıyıcılarını (yani mutasyonu taşıyan, ancak klinik hastalığı olmayan) tanımlamakta yeterli değildir.Hücrelerin kolesterolü nasıl taşıdıklarını ve depoladıklarını incelemek için bir deri örneğinin alındığı deri biyopsisi ile NPH Tip C teşhis edilebilir.Yenidoğan döneminde biyobelirteçler (oksisteroller, lizosfingolipidler, safra asit metabolitleri) ve NPC1 ve NPC2’nin moleküler gen dizilimi için kan bazlı testler güncel seçeneklerdir. Tanıyı biyobelirteçler ve gen dizilimi ile birleştirmek, neonatal (yeni doğan) dönemden sonra NPC tanısı koymanın tespit oranını ve doğruluğunu geliştirmiştir.
Kullanılan diğer testler şunlardır:
Teknisyenin kemiklerin içindeki yumuşak doku örneğini alacağı kemik iliği aspirasyonu çok duyarlı bir yöntem olmamakla birlikte, tipik olarak, NPC’li hastalarda, anormal kolesterol depolaması veya köpük hücreleri olan makrofajların kemik iliğinde tespit edilebildiği gerçekleştirilir.
Koryon villus örneklemesi veya amniyosentez gibi teknikler , doğum öncesi tanı için kullanılabilir. Doğumdan sonra, tanı, karaciğer doku örnekleri mikroskop altında incelenen bir karaciğer biyopsisi ile yapılabilir.
Niemann-Pick Hastalığı Tedavisi
Niemann-Pick hastalığı tiplerinin hiçbiri tamamen iyileştirilemez. Bilimsel veriler neticesinde günümüzde NPH’larının tedavilerinin sınırlı kaldığı bilinmektedir. Enzim replasman tedavisi, kemik iliği transplantasyonu ve gen tedavisi B tipi hastalık için incelenmektedir. Araştırmacılar enzim replasmanı ve gen terapisi de dahil olmak üzere hastalığın ilerlemesini durduran yeni tedaviler için çalışmalara devam etmektedirler.
Niemann-Pick Hastalığı İçin Gerekli Önlemler
Her türlü Niemann-Pick, otozomal çekiniktir . Bu, her iki ebeveynin de taşıyıcıların her birinin anormal genin bir kopyasını hastalığın herhangi bir belirtisi olmadan taşıdığı anlamına gelir. Her iki ebeveyn de taşıyıcı olduklarında, çocuklarının hastalığa yakalanma riski % 25 ve çocuğunun taşıyıcı olma riski % 50’dir. Taşıyıcı saptama testi sadece genetik kusur tespit edilirse mümkündür. Niemann-Pick formları için DNA testleri mevcuttur. Böylelikle mutant gen taşıyan bireyleri teşhis etmek mümkün olabilir.
Kaynak >>> https://www.bilimvetekno.com/niemann-pick-hastaligi-nph/
#Genetik#lizozomal lipid depo hastalıkları#Niemann pick hastalığı#sfingomiyelinaz enzimi#sfingomyelin
0 notes
Text
Pnömokonyoz ve Tanıları
Pnömokonyoz ve Tanıları, hastalığa neden olan tozun özelliklerine göre değişir; asal tozlarla (karbon, demir) zararlı tozlar (silikat, asbest, berilyum) çoğunlukla bir arada bulunduğundan bunların arasında bu ayrım yapmak kolay değildir
Pnömokonyoz nedir?
Pnömokonyoz, akciğerlerde tozun birikimi sonucu doku hasarı ile seyreden hastalığa genel olarak pnömokonyoz adı verilir. Pnömokonyoz çeşitli tozların ya da kimyasal maddelerin uzun süre solunmasıyla ortaya çıkan akciğer hastalıklarının ortak adıdır. Belirtileri soluk almada güçlük ve kronik bronşittir. Etkenler ortadan kaldırılmazsa akciğerler kalıcı şekilde zarar görür.
Pnömokonyoz ve Tanıları
Pnömokonyozda belirtiler, hastalığa neden olan tozun özelliklerine göre değişir; asal tozlarla (karbon, demir) zararlı tozlar (silikat, asbest, berilyum) çoğunlukla bir arada bulunduğundan bunların arasında bu ayrım yapmak kolay değildir. Gene de asal tozlar tek başına solunum bozukluğuna neden olmazken, zararlı tozlar akciğerde bağdoku artışına (sklerozan pnömokonyoz) yol açarak solunum yetmezliğine neden olabilir. Tozlu ortamda uzun süre bulunmak her zaman pnomokonyoza yol açmayabilir. Tozun fiziksel özellikleri solunum yollarına girmesine uygun olmayabilir; bunun yanı sıra vücutta hava yoluyla gelen küçük parçacıkları uzaklaştırmak için mekanizmalar vardır. Bu mekanizma özellikle asal tozlara karşı geçerlidir. Mineral parçacıklarının havada asılı kalma özelliği, parçacıkların ağırlığına, büyüklüğüne ve yoğunluğuna göre değişir. Genel olarak çapı 10 mikronun (mikron: bir milimetrenin binde biri) altında olan parçacıklar havada asılı kalarak gırtlağa ulaşabilir; çapı 5 mikrondan küçük olanlar küçük bronşlara erişebilir. Daha büyük parçacıkların çoğu soluk borusu-bronş ağacının mukuslu kirpiksi uzantı sistemi tarafından durdurulur ve yutağa geri getirilir. Solunum sistemine giren çok küçük parçacıkların büyük bir bölümü makrofajlar (büyük yutucu hücreler) tarafından yutulduktan sonra lenf yollarıyla bölgesel lenf bezlerine getirilir. Akciğere gelen toz ya da parçacıkların miktarı, pnömokonyozlann ortaya çıkışında önemli rol oynar; parçacık miktarı çok fazla olursa savunma engeli yetersiz kalır ve temizleme mekanizmasına çok fazla iş düşer.
Pnömokonyoz Çeşitleri
Sebep olan toza göre değişik isimler alır; Kömürtozu pnömokonyozu (siyah akciğer) kömür, karbon Asbestozis - asbest Silikozis (silica) Berylliozis - berilyum Siderosis - Demir Bissinosis - Pamuk Silicosiderozis - (silica ve demir) Labrador lung (Labrador, Kanada) - (Demir, silika and anthophyllite, (asbest çeşidi), karışık) Silikoz Silikoz, solunum yoluyla pnömokonyoz yapabilecek miktarda silikat parçacığı alınması sonucu gelişir. En ağır meslek hastalıklarından biridir; günümüzde sıklığı azalmış olsa da önemini korumaktadır. Silikoz Nedenleri Silikozda başlıca etken serbest silikat, silisyum dioksittir (SiO2). Öteki amorf silikatlar, önemsiz zedelenmelere yol açar. En tehlikeli olanlar çapları 0,3-3 mikron olan kristal yapılı parçacıklardır (kuvars, tridimit, kristobalit). Silikoz tehlikesi olan başlıca işkolları arasında, kuvarslı kayaların bulunduğu madenler, kuvars taşı işçiliği, gnays ve granit işçiliği, seramik ve porselen işleri, silikat tıraşlanması, dökümhane işleri (dökümhane yerlerinin hazırlanması, toprak kazılması, dökümhanede çapakları temizlenmesi, kum işleri, çelik ergime fırınlanması, eritilmesi vb) sayılabilir. Silikat tozunun bulaşma tehlikesi olan öteki meslekler, tıraşlama yapılan işkollandır. Geçmişte kullanılan kumlu taş ve kuvarsın yerini günümüzde yapay maddeler (alundum ve karbüründüm) almıştır. Silikoz Belirtileri Geçmişte, yüksek miktarda kuvars içeren parçacıkların solunum yoluyla aşırı miktarlarda alınması sonucunda, kısa sürede (2-4 yıl içinde) ölümle sonlanan tablolar ortaya çıkıyordu. Olguların çoğunda silükoza veremin eklendiği görülüyordu (siliko-tüberküloz). Günümüzde çalışma koşullarının düzelmesi sonucunda, hızla ilerleyen silikoz olguları görülmemektedir. Ama yavaş (15-30 yıl) ilerleyen tablolar hâlâ sık olarak görülmektedir. Başlangıçta belirti görülmez. Radyolojik bulgular bile kesin değildir. Silikozun hastalığa Özgü olmayan ilk belirtileri arasında sayılan bronşit bir yana bırakılacak olursa, ilk olarak güç harcanması ile ortaya çıkan nefes darlığı görülür. Bu durum akciğerlerdeki bağdoku artışı ve her zaman bununla birlikte olan amfizem sonucunda gaz alışverişini sağlayan hava keseciklerinin (alveol) yüzeyinin azalmasına ve güç harcama (efor) sırasında artan solunum gereksiniminin yeterince karşılanamamasına bağlıdır. Nefes darlığı başlangıçta her zaman güç harcanması ile birliktedir ve giderek fiziksel etkinlikleri engeller. Önceleri hastaya rahatsızlık vermezken sonraları yürüme sırasında, hatta hasta istirahat ederken bile ortaya çıkabilir. Genellikle bu durum, hastalığın başlangıcından birkaç yıl sonra görülür. Hastanın öteki yakınmaları, göğüste hafif ağrı, çarpıntı, bazen kuru, daha sık olarak yapışkan balgamlı öksürüktür. Hastalığın ilerlemesiyle, solunum yetmezliği belirtileri gitgide ağırlaşır. Nefes darlığı artar, zaman zaman astıma benzeyen krizler ve morarma (siyanoz) ortaya çıkar; parmakların uçları çomak biçimini alarak kalınlaşır, sonunda kronik akciğer-kalp hastalığı gelişir. Hastalık düzensiz ilerlerse de, solunum yetmezliğinin ilk belirtileri ortaya çıkınca gidişi kötüleşir. Sıklıkla hastalığın yanı sıra verem de görülür. Silikoz Tanısı Silikozda tanı hastanın silikat tozu soluduğunu belirten öyküye göre ve radyolojik görünüme bakılarak konur. Radyolojik bulgular klinikte belirtilerin ortaya çıkmasından önce de görülebilir. Bu nedenle riskli meslek gruplarında çalışanlar düzenli aralarla radyolojik denetimden geçmelidir. Hastanın balgamının bakteriyolojik açıdan incelenip verem enfeksiyonu olup olmadığının anlaşılması büyük önem taşır. Silikozlularda akciğer fonksiyon testleri, akciğerdeki örselenmenin değerlendirilmesini sağlar. Başlıca işlevsel bozukluklar amfizem ve bağdoku artışına bağlı olarak ortaya çıkar. Asbestoz Asbest tozlarının solunum yoluyla alınmasına bağlı gelişen bir hastalıktır, Asbest, silikat, demir, magnezyum, alüminyum ve kalsiyum hidratlarının karışımıdır ve lifsi bir yapısı vardır. Bu durum asbeste dokusal özellikler kazandırmıştır. Asbest tozlan, bu maddenin ocak ya da mağaralardan çıkarılması, ayrılması ya da liflerle çalışma sırasında ortaya çıkar. Hafif, mikroskobik parçacıklar olan asbest lifleri havada kolayca yayılabilir. Bu Özellikleri nedeniyle en azından asbestle çalışılan bölgelerin çevresindeki hava da liflerle kirlenir ve meslekleri gereği asbestle uğraşmayan kişiler de asbest tozuna maruz kalabilir. Asbestoz belirtileri, silikozdan daha erken ortaya çıkar ve solunum yollarını tahriş olduğunu gösterir. Önceleri güç harcama (efor) ile, sonra dinlenirken de nefes darlığı ortaya çıkar. Sonunda kronik kor pulmonale belirtileri gelişir. Aynca akciğer zan da sıklıkla etkilenir. ‘ Asbestle çalışanlarda akciğer kanseri tehlikesi yüksektir. Akciğer Zarı ve Karın Boşluğunda Mezotelyom Kötü huylu mezotelyomun (seröz boşlukları örten zar hücrelerinden kaynaklanan kanser) en sık görülen nedeni asbesttir. Tümör sinsi ilerler. Başlangıçta göğüste ağrı vardır ve akciğer zarının (plevra) yapraklan arasında sıklıkla kanlı sıvı toplanır. Hastalık ilerledikçe tümör çevre dokuya yayılır ve göğüs duvarı tümüyle tümörün istilasına uğrar. Bu nedenle, komşu dokularla ilgili belirtiler görülür. Karın zarı mezotelyomu Asbest lifleri kama lenf yollarıyla ya da besinlerle alınmışlarsa bağırsak duvarı yoluyla taşınırlar. Hastalığın gidişi akciğer zarındaki hastalıktan daha sinsidir. Karında gerginlik, rahatsızlık ya da ağrı vardır. Bu yakınmaların yeri tam olarak belirlenemez; karın organlarıyla ilgili başka hastalıklarla karışabilir. Aynı zamanda sindirim kanalıyla ilgili rahatsızlıklar ve kusma da görülebilir. Hastalığın ilerlemesiyle hastada silikozdan önce solunum yetmezliği ve kalp yetmezliği ortaya çıkar.Hastalık yerleştikten sonra tedavi yalnızca belirtilere yöneliktir. Sideroz Pek çok işkolunda demir tozlan ya da bunların oksitleri solunum yoluyla vücuda girer. Çok az işkolunda saf demir solunur. Demir en çok silikat tozlarıyla birlikte alınır.Saf ya da safa yakın demir tozuna, özellikle iyi havalandırılmamış ortamlarda uygulanan tel lehimleyiciliği, demir ve çelik levhacılığı, gümüş temizleyiciliği, elektroliz yöntemleriyle demir oksit oluşturulması ve elle demir mermi yapımı gibi işkollarında rastlanır. Siderozda solunum İşlevlerinin bozulduğunu gösteren belirtiler yoktur: Genel olarak, solunum yollan örselenir, san balgam çıkarılır ve bazen kronik bronşit görülür. Antrakoz Solunum yoluyla alınan kömür taneciklerinin akciğerde destek dokusunda depolanmasıyla ortaya çıkar; solunum işlevlerinde bir bozukluk yoktur. Kömür tozlarının solunum yoluyla; alınımı, solunum yollarında tahrişe ve siyah balgamla birlikte kronik bronşite neden olur. Genellikle bunun dışında belirti yoktur. Solunum sırasında kömür tozuyla birlikte, silikat parçacıkları da alınırsa, madencilerde olduğu gibi, antrasilikoz ya da madenci pnömokonyozu oluşur. Bu hastalıkta da silikozdaki bozukluklar ortaya çıkar.
Baritoz Baritin (baryum sülfat) çeşitli biçimlerde kullanıldığı işkollarında (macun hazırlanması, boyama, pudra yapımı, deri tabaklaması, lastik sanayisi, amyant, çimento, plastik maddeler ve seramik yapımı) çalışanlarda görülür. Hastalıkla daha sık karşılaşanlar öğütücüler ve püskürtme işinde çalışanlar; daha az karşılaşanlar ise, madenciler ve malzemenin aynştınlması işiyle uğraşanlardır. Baryum tozlarının solunum yoluyla alınması, genellikle solunum işlevinde bozukluklara yol açmaz; yalnızca bronş iltihabına bağlı bazı bozukluklara neden olur. Berilyöz Berilyum tozlarının solunum yoluyla alınmasına bağlı bir pnömokonyozdur. Pek çok berilyum bileşeni hastalığa neden olabilir. En tehlikeli olan bileşen berilyum oksittir. Öteki madenlerde olduğu gibi, akciğerde bağdoku artışına ve bağdoku tepkimesi yol açar. Yakınmalar, silikozda olduğu gibi, zedelenmenin radyolojik olarak ortaya konmasından daha sonra ortaya çıkabilir. İlk belirtiler öksürük ve nefes darlığı, bunlara eklenen solunum yetmezliği ve daha sonra da kalp yetersizliğidir. Yazının tüm hakları www.nedenisguvenligi.com‘a ve yazara aittir. Telif hakları kanunu gereğince kopyalanamaz ve/veya farklı bir yerde kullanılamaz. Ancak alıntı yapıldığında link ve adres verilmek zorundadır. Read the full article
0 notes
Text
Makrofaj Nedir,Makrofaj Aktivasyon Nedir, Makrofajlar,
Makrofaj Nedir,Makrofaj Aktivasyon Nedir, Makrofajlar,
Makrofajlar, Makrofaj Nedir
Bir monosit klonundan türeyen makrofajlar, herhangi bir antijenik özellik taşımayan bağışık yanıtın başlayıp yayılmasında temel rol oynamaktadır. Makrofajlar, organizmadaki bağışık yanıtın hemen her aşamasında işe karışır:
a) Belirli antijenleri, B lenfositleri tarafından tanınacak şekilde değişime uğratır, b) T ve B hücreleri arasındaki işbirliğinde, aracı işlevi…
View On WordPress
0 notes
Video
instagram
Soğuk Lipoliz Nedir: İstenmeyen bölgesel yağlar, bayan erkek günümüz insanının en büyük sorunlarından biridir. Ne yazık ki, eskiye oranla oturarak, masa başında yapılan işler arttıkça, bu sorunun çözümüne yönelik pek çok teknoloji de sunulmaya başlanmıştır. Bu konuda en son teknoloji ise, Soğuk Lipoliz Yöntemi Bu yöntem, bugüne kadarki yöntemlerden daha gelişmiş ve farklıdır. Vücutta istenmeyen yağ birikimi olan bölgelerdeki yağları, belirli dereceye kadar, etraftaki diğer dokulara zarar vermeden soğutarak , zarlarını eritip vücudun ç��pçü hücreleri olan makrofajlar tarafından emilerek yok edilmesi esasına dayanan bir vücut biçimlendirilme yöntemidir (tedavisidir). Soğuk lipoliz yağ hücrelerini dondurarak işlevsiz hale gelerek onların yokolmasını sağlayan kontrollü ve bölgesel bir cilt soğutma yöntemidir. Cryolipoliz ( Soğuk lipoliz ) cihazı ile yağ hücreleri hedef alınarak yağ tabakasının bulunduğu bölgeler soğuk aracılığıyla parçalanır. Yağ hücreleri soğuğun etkisiyle daralıp büzülünce lenfatik sistem tarafından vücuttan atılır. Cryolipoliz ve Cryo Elektroforez uygulama alanları Liposuction yöntemine karşı serin bir alternatif Cryo-lipoliz ( Soğuk lipoliz ) yağ hücrelerini dondurarak onların işlevsiz hale gelmesini sağlayan kontrollü ve bölgesel bir cilt soğutma yöntemidir,
0 notes
Link
Morbus nedir? Morbus hastalığı bağırsak mukazasının hemen her yerinde görülebilen iltihaplı kronik ve zaman zaman ağırlaşan bir hastaslıktır. Morbus % 30 ince bağırsakalrda, % 25 kalın bağırsaklarda ve % 45 oranında bağırsakalrın her iki kısmında görülebilir. Bağırsakaların hariçinde nadirnde midede görülebilir. Hastalığın tipik belirtisi aynı apendisitte olduğu gibi karnın sağ alt kısmında ağrı ve ishal görülür. Morbus hastalığı nadiren çok daha ağır olan ve sadece kalın bağırsakalrda görülen ülseratif kolite (kalın bağırsak ülseri) benzer. Morbus genelikle 20-40 yaşları arasında görülür ve kadın ve erkeklerde aynı orandadır. Alman Sindirim ve Metabolizma hastalıklarından dolayı rahatsız olanların 150-200.000 kişi arasında Morbus hastalığı olduğu tesbit edilmiştir ve son yıllarda hasta oranı yükselmektedir. Hastalık bugüne kadar iyileştirilememiştir ve sadece ağrı hafifletilebilir. Morbus Hastalığının Sebebi Morbus üzerine yıllarca araştırma yapımasına rağmen bunun sebbibi tesbit edelememiştir. Ve birçok görüş vardır bunlar: enfeksiyon, psiklojik faktörler, bağışıklık sistemindeki zafiyet veya genetik olabileceği yönündedir. İltihaplı bağısak bütün bağırsağa yayılırken yer yer iltihaplı kısımlar arasında sağlıklı kısımlarda bulunmaktadır. İltihapalı kısımlar iyileşirken geride yaralı kımımlar kaır ve bu yaralar bağırsakalrı büzer ve yaraizi bırakır. Buna ilavetten yaraizinin içinde kapsüller oluşur ve bu kapsülün içinde cerahat oluşur. Ve bazende bağırsağın çevresindeki doku ve organlardada iltihaplanma oluşur. İltihaplı kısımlarda besinler değerlendirilmez ve böylece kişide vitaminler, mineraller ve aminoasitler değerlendirilemez. Morbusun Belitileri: Morbus Hastalığı 6 aydan fazla sürerse hastalık kronik demektir ve bazen bu durum yıllarca surer, bazende arada bir ağırlaşır ve bazende hafifler. Hastalığın belirtiler bir surer yok olurken, sonar yeniden tazelernir. Hastalık bir yıl sonra % 30 oranında yeniden ortaya çıkarken, iki yıl sonra % 40 oranında tazelendiği görülmüştür. Hastalık bağırsaklarda nasıl gelişmiş ise, ona göre ağrılar yoğunlaşabilir. Hastalık yıllarca az bir rahatsızlıkla seyredebilir. Morbusun tipik belirtileri: İştahsızlık Haifi ateş yükselmesi Genel bir hastalık duygusu İshal, günde 3-6 defa görülebilir vede kansızdır. Karnın sağalt kısmında apendis ağrısı gibi ağrılar görülür. Morbus Hastalığının Teşhisi: Morbus Kron Hastalığının en önemli belirtileri % 40?ında makatta fistel görülür. Bununla birlikte ishal, karın ağrısı ve zayıflama gibi belirtiler hastada 3-4 hafta sonra görülebilir. Hastalığın doğru teşhisi için kolonoskopi ile bağırsaktan alınan doku muayene edilir. Rontgen çektirme, Ultrasona araştırma, kan testi ve dışkıdaki bakteri yapısını arştırmak gerekir. Morbus Kronun Tedavisi: Morbus Kron doğru teşhis yapılamadığından tedaviside oldukca zordur ve çoğunlukla hastalık yenilenir. Hastalığa karşı kortizon kulanılması yayğındır, fakat yantesirinin çok olması nedenişyle mahzurludur. Hastalığı doğal ilaçlarla tedavi etmek gerekir ve bu doğal ilaç iltihapaları önleyen, mikropları yoke eden ve bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaç gereklidir buda Gökçek İksiri ile mümkündür. Gökçek İksirinin yanında lahana suyu kulanılmalıdır. Antibiyotikler mahzurludur, çünkü bağırsakalardaki sadece zararlı bakterileri değil aynı zamanda faydalı bakterileride öldürür. Faydalı bakterilerin yok olması ile birlikte onun yerine mantarlar yerleşir. Bağırsak mantarları ise zehirli alkoller, zehirli gazlar ve biyojen aminler üretirler. Örneğin biyojen aminlerden histamin allerjiye sebep olur. Doğru ilaç kulanmak gibi doğru beslenmekte çok önemlidir. Peynir, et ve mamülleri vücuttaki asit oranını artırır. Asidi nötürleştirmek için aşırı oksijen ve kalsiyum kulanılır. Aşırı oksijen harcanması demek bağışıklık sistemindeki T-Hücreleri, B-Hücreleri, Lenfositler, Makrofajlar vb enerji düştüğünden mikroplarla mücadelle edemezler. Siyah çayda mahsuzludur, çünkü siyah çayın birleşimindeki tanin bağırsakaları kurutur ve bağırsakalarda 2.000.000.000 pompa vardır. Pompalar vitaminleri, mineralleri ve aminositleri absorbe ederler, şayet kuruma olursa fonksiyonları azalır. Bağırsak mantarlarının üretiği zehirli maddelere mikotosinler denir ve Mikotoksinler (mantar zehirleri): Kronik bronşit, astım, psödo-krup, bronş karzinomu, ishal, kabızlık, bulantı, besin allerjisi, kronik bağırsak ilt. (morbus krohn hastalığı ), kalın bağırsakiltihaplanması (kolit), kalın bağırsak ülseri (ülseratif kolit), psodö-allerji, allerji, allerjik astım, kronik bronşit, enfeksiyon ve çoçuklarda hiperaktifitete neden olur. Buna karşı kulanılan kortizonlu ilaçlar küf mantarının yayılmasına neden olduğundan hastalık dahada karmaşı bir hal alır ve daha başka hastalıklarda ortaya çıkar. Mikotoksinler organizmayı taripeder, mutajenik (genetik değişim yaratan), kanserojen (kanser yapıcı ), ve teratojenik (organ ve dokuların özürlü olmasına sebep olan) etkilere sahiptir. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
Text
Ekinezya çayı nasıl yapılır? Ekinezyanın özellikleri nelerdir ve nasıl tüketilir?
Ekinezya çok popüler ve benzersiz özellikler sahip bir bitkidir ve genellikle grip ve soğuk algınlığıyla mücadele için tüketilir. Anavatanı Amerika’dır. Yüzyıllar boyu bölgedeki yerli halk tarafından çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde ekinezya kullanılmıştır.
Ekinezyayı tavsiye eden uzmanlar, bitkinin bağışıklık sistemini desteklediğini ve diğer bazı hastalıklar ile enfeksiyonların çoğunu azalttığını söylüyor.
Ekinezya Nedir?
Ülkemizde fazlasıyla yetişen çok sağlıklı bir bitki olan Ekinezya, latincede Echinacea purpurea’dır. Papatyagiller ailesine ait dünyanın en önemli ve en iyi bilinen şifalı bitkilerinden biridir. Bağışıklık sistemine çok ciddi düzeyde fayda sağladığı için, daha çok Kuzey Amerika olmak üzere dünyanın çoğu yerinde insanlar tarafından kullanılmıştır. Ülkemizde de bolca bulunan Ekinezya çoğunlukla kendiliğinden yetişir. Ekinezya bitkisinin gövdesi, yaprakları, kökü ve çiçeği kullanılmaktadır.
Ekinezya çayı nasıl yapılır? Ekinezyanın özellikleri nelerdir ve nasıl tüketilir? Dr. Gökhan Güler ekinezya bitkisi hakkında merak edilenleri sıraladı.
Ekinezya bitkisinin özellikleri nelerdir?
Ekinezya bitkisinin boyu 150 santim kadardır. Genelde dik büyürler. Çoğu zaman her dalında bir tane çiçek olur. Taç şekline benzeyen yaprakları vardır. Birçok renge sahip olabilirler. Ama genelde en şifalısı, kızıla benzeyen eflatunu andıran renge sahip olan Ekinezya’dır. Yaprakların ortasında tüyü andıran kahverengi bir madde bulunur.
Ekinezya bitkisinin farmakolojik özellikleri nelerdir?
Ekinezya bitkisinin veya preparatların immüno uyarıcı faaliyeti üç mekanizmadan kaynaklanır. Fagositoz aktivasyonu, fibroblast uyarım ve lökosit hareketlilik büyütme ile sonuçlanan solunum aktivitesinin arttırılması, bağışıklık düzenleyici.
Ekinezya’nın enflamatuar etkileri, bitkinin bağışıklık sisteminin bitki tarafından uygulanmasıyla arttığını ve bağışıklık sisteminin nötrofil, makrofajlar, polimorfonükleer lökositler (PMN) ve doğal öldürücü (Natural Killer) hücrelerin aktivasyonu yoluyla patojenik enfeksiyonlara karşı güçlendirildiğini ileri sürer.
Bu nedenle, üst ve alt solunum sistemi enfeksiyonları, yara enfeksiyonları ve kronik pelvik enfeksiyonlar gibi çeşitli bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için uygun olabilir.
Ekinezya bitkisinin faydaları nelerdir?
Bağışıklık sistemini güçlendirdiği yapılan deneylerle ispatlanmıştır. Annals of İnternal Medicine dergisinde yayınlanan klinik bir araştırmada Ekinezya bitkisinin soğuk algınlığına yakalanma ihtimalini ciddi oranda azalttığı saptanmıştır. İltihap söktürme özelliğinden dolayı Ekinezya bitkisi, üst solunum yolu enfeksiyonlarına çok iyi gelmektedir. Apseye ve bronşite karşı etkilidir. Tüberküloz hastalığına da faydası azımsanmayacak kadar fazladır. Yurt dışında yapılan başka klinik çalışmalarda Ekinezya bitkisinin astım hastalığında sentetik bir ilaç görevi gördüğü anlaşılmıştır.
Bakterilere ve mantarlara karşı güçlü bir bitkidir. Doğal antibiyotik görevi görmektedir. Burun tıkanıklığı ve burun akıntısına bire birdir.
Cilt hastalıklarına karşı da çok faydalı olan Ekinezya, egzema, sedef gibi sorunlara iyi bir çaredir. Sivilce ve akne sorunlarına karşı Ekinezya kullanılabilir.
Eski uygarlıklar Ekinezya bitkisini ağrı kesici olarakta kullanmışlardır. Baş ağrısı, diş ağrısı, bademcik, kulak ağrısı gibi ağrılar ile Ekinezya bitkisiyle baş etmişlerdir. Ayrıca Ekinezya doğal ve hafif müshil görevi görerek kabızlığı önler. Bu da zayıflamaya yardımcı olur. Ekinezya bitkisi iyi bir antioksidan özelliğe de sahiptir.
Ekinezya bitkisinin kullanımı nasıldır?
Ekinezya bitkisi çay olarak tüketildiği gibi harici olarak da kullanılabilir. Sivilce, akne, deri iltihabı, yara, sedef ve egzema gibi cilt problemlerinde Ekinezya bitkisi iyice ezilip problemli olan bölgeye koyulur.
Ekinezya çayı tarifi!
Bir buçuk tatlı kaşığı kadar kuru Ekinezya bitkisi, bir su bardağı önceden kaynatılmış suyun içerisine eklenir. 7-10 dakika kadar ağzı kapalı bir şekilde bekletilerek demlenmeye bırakılır. Demlendikten sonra süzülerek içilir.
EKİNEZYA ÇAYININ FAYDALARI NELERDİR?
Ekinezya çayının insan sağlığı açısından faydalarından bazıları şunlardır:
– Bağışıklık sistemini güçlendirir.
– Vücuttan toksinlerin atılmasına yardımcı olur.
– Mantar ve egzama gibi hastalıkların tedavisinde oldukça etkilidir.
– Vücuda zindelik verir.
– Enfeksiyonu önler.
– Diş ağrılarından romatoid artrite kadar çeşitli ağrıları tedavi eder.
– Migren ağrılarını hafifletir.
– Eklem ve kas ağrılarını tedavi eder.
– İdrar yolu enfeksiyonlarına iyi gelir.
– Mide ağrısı ve ağrılı bağırsak sendromu rahatsızlıklarında etkilidir.
– Üzüntü ve stres duygularını azaltır.
– Astım semptomlarını ve üst solunum yolu enfeksiyonlarını tedavi etmeye yardımcı olabilir.
– Ağız kokusunu giderir.
– Kanser hücresi oluşumunu engeller.
– Kan dolaşımını hızlandırır.
– Kilo vermeye yardımcı olur.
– Kabızlığı önler.
ÖNEMLİ NOT: Ekinezya çayı az miktarda tüketildiğinde çok az yan etkiye sahiptir. Ancak, ekinezya bitkisine veya aynı ailedeki diğer bitkilere alerjiniz varsa, ekinezya çayı tüketmekten kaçının. Bu özellikle 12 yaşın altındaki çocukların tüketimi risklidir. Bunun nedeni, çocukların yetişkinlerden daha ciddi alerjik reaksiyonlar geliştirmesidir. Hamile kadınlar ve emzirenler ekinezya çayı veya diğer bitkisel ilaçları tüketmeden önce doktora danışmalıdır. Ayrıca, ekinezya çayındaki kimyasal bileşikler de mide astarını tahriş edebilir ve mide kramplarına, mide ağrısına veya tahrişe neden olabilir. Olumsuz yan etkileri önlemek için ekinezya çayı tüketimini günde bir ila üç bardak ile sınırlayın.
Ekinezya bitkisinin komplikasyonları (yan etkileri) nelerdir?
Gebelikte Ekinezya bitkisi asla kullanılmamalıdır. Sürekli kullandığınız bir ilaç varsa doktorunuza danışmadan Ekinezya kullanılmamalıdır. Üst üste 12 gün kullanılmamalıdır. Belirli aralıklarla kullanılmalıdır. Bebeklerde ve çocuklarda Ekinezya bitkisi kullanılmaz. Oto immün hastalığı olan kişiler Ekinezya bitkisini kullanmamalıdır. Ekinezya papatyagiller ailesine bağlı olduğu için papatya bitkisine alerjisi olan kişiler kullanmamalıdır. Multipl Skleroz (MS), romatoid artrit ve lupus hastalığı olanlar doktor kontrolünde kullanmalıdır.
0 notes
Link
Morbus nedir? Morbus hastalığı bağırsak mukazasının hemen her yerinde görülebilen iltihaplı kronik ve zaman zaman ağırlaşan bir hastaslıktır. Morbus % 30 ince bağırsakalrda, % 25 kalın bağırsaklarda ve % 45 oranında bağırsakalrın her iki kısmında görülebilir. Bağırsakaların hariçinde nadirnde midede görülebilir. Hastalığın tipik belirtisi aynı apendisitte olduğu gibi karnın sağ alt kısmında ağrı ve ishal görülür. Morbus hastalığı nadiren çok daha ağır olan ve sadece kalın bağırsakalrda görülen ülseratif kolite (kalın bağırsak ülseri) benzer. Morbus genelikle 20-40 yaşları arasında görülür ve kadın ve erkeklerde aynı orandadır. Alman Sindirim ve Metabolizma hastalıklarından dolayı rahatsız olanların 150-200.000 kişi arasında Morbus hastalığı olduğu tesbit edilmiştir ve son yıllarda hasta oranı yükselmektedir. Hastalık bugüne kadar iyileştirilememiştir ve sadece ağrı hafifletilebilir. Morbus Hastalığının Sebebi Morbus üzerine yıllarca araştırma yapımasına rağmen bunun sebbibi tesbit edelememiştir. Ve birçok görüş vardır bunlar: enfeksiyon, psiklojik faktörler, bağışıklık sistemindeki zafiyet veya genetik olabileceği yönündedir. İltihaplı bağısak bütün bağırsağa yayılırken yer yer iltihaplı kısımlar arasında sağlıklı kısımlarda bulunmaktadır. İltihapalı kısımlar iyileşirken geride yaralı kımımlar kaır ve bu yaralar bağırsakalrı büzer ve yaraizi bırakır. Buna ilavetten yaraizinin içinde kapsüller oluşur ve bu kapsülün içinde cerahat oluşur. Ve bazende bağırsağın çevresindeki doku ve organlardada iltihaplanma oluşur. İltihaplı kısımlarda besinler değerlendirilmez ve böylece kişide vitaminler, mineraller ve aminoasitler değerlendirilemez. Morbusun Belitileri: Morbus Hastalığı 6 aydan fazla sürerse hastalık kronik demektir ve bazen bu durum yıllarca surer, bazende arada bir ağırlaşır ve bazende hafifler. Hastalığın belirtiler bir surer yok olurken, sonar yeniden tazelernir. Hastalık bir yıl sonra % 30 oranında yeniden ortaya çıkarken, iki yıl sonra % 40 oranında tazelendiği görülmüştür. Hastalık bağırsaklarda nasıl gelişmiş ise, ona göre ağrılar yoğunlaşabilir. Hastalık yıllarca az bir rahatsızlıkla seyredebilir. Morbusun tipik belirtileri: İştahsızlık Haifi ateş yükselmesi Genel bir hastalık duygusu İshal, günde 3-6 defa görülebilir vede kansızdır. Karnın sağalt kısmında apendis ağrısı gibi ağrılar görülür. Morbus Hastalığının Teşhisi: Morbus Kron Hastalığının en önemli belirtileri % 40?ında makatta fistel görülür. Bununla birlikte ishal, karın ağrısı ve zayıflama gibi belirtiler hastada 3-4 hafta sonra görülebilir. Hastalığın doğru teşhisi için kolonoskopi ile bağırsaktan alınan doku muayene edilir. Rontgen çektirme, Ultrasona araştırma, kan testi ve dışkıdaki bakteri yapısını arştırmak gerekir. Morbus Kronun Tedavisi: Morbus Kron doğru teşhis yapılamadığından tedaviside oldukca zordur ve çoğunlukla hastalık yenilenir. Hastalığa karşı kortizon kulanılması yayğındır, fakat yantesirinin çok olması nedenişyle mahzurludur. Hastalığı doğal ilaçlarla tedavi etmek gerekir ve bu doğal ilaç iltihapaları önleyen, mikropları yoke eden ve bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaç gereklidir buda Gökçek İksiri ile mümkündür. Gökçek İksirinin yanında lahana suyu kulanılmalıdır. Antibiyotikler mahzurludur, çünkü bağırsakalardaki sadece zararlı bakterileri değil aynı zamanda faydalı bakterileride öldürür. Faydalı bakterilerin yok olması ile birlikte onun yerine mantarlar yerleşir. Bağırsak mantarları ise zehirli alkoller, zehirli gazlar ve biyojen aminler üretirler. Örneğin biyojen aminlerden histamin allerjiye sebep olur. Doğru ilaç kulanmak gibi doğru beslenmekte çok önemlidir. Peynir, et ve mamülleri vücuttaki asit oranını artırır. Asidi nötürleştirmek için aşırı oksijen ve kalsiyum kulanılır. Aşırı oksijen harcanması demek bağışıklık sistemindeki T-Hücreleri, B-Hücreleri, Lenfositler, Makrofajlar vb enerji düştüğünden mikroplarla mücadelle edemezler. Siyah çayda mahsuzludur, çünkü siyah çayın birleşimindeki tanin bağırsakaları kurutur ve bağırsakalarda 2.000.000.000 pompa vardır. Pompalar vitaminleri, mineralleri ve aminositleri absorbe ederler, şayet kuruma olursa fonksiyonları azalır. Bağırsak mantarlarının üretiği zehirli maddelere mikotosinler denir ve Mikotoksinler (mantar zehirleri): Kronik bronşit, astım, psödo-krup, bronş karzinomu, ishal, kabızlık, bulantı, besin allerjisi, kronik bağırsak ilt. (morbus krohn hastalığı ), kalın bağırsakiltihaplanması (kolit), kalın bağırsak ülseri (ülseratif kolit), psodö-allerji, allerji, allerjik astım, kronik bronşit, enfeksiyon ve çoçuklarda hiperaktifitete neden olur. Buna karşı kulanılan kortizonlu ilaçlar küf mantarının yayılmasına neden olduğundan hastalık dahada karmaşı bir hal alır ve daha başka hastalıklarda ortaya çıkar. Mikotoksinler organizmayı taripeder, mutajenik (genetik değişim yaratan), kanserojen (kanser yapıcı ), ve teratojenik (organ ve dokuların özürlü olmasına sebep olan) etkilere sahiptir. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
Link
Çevremizdeki milyonlarca bakteri, virüs, mantar ve parazitlerle temas halindeyiz ve bunların büyük kısmı hayati tehlikeye sebep olabilecek enfeksiyona sebep olabilir. Enfeksiyona karşı vücudumuz kendini korumak ve enfeksiyonu durdurmak için bir savunma sistemi vardır. İmmün sistemi kendini korumak için özel hücrelere sahiptir. 1-) B- Lökositler: Bu savunma hücresi diğer savunma hücreleri gibi omurilikte üretilir. 2-) T-Lenfositler: Bu savunma hücreleri timus, dalak, damak ve yutak bademcikleri ve kör bağırsak tarafından üretilirler. T-Öldürücü hücreleri (Makrofajlar) ve T-Yardımcı hücreler (Konturol hücreleri) Savunma sistemi kan nakli veya organ nakli sırasındada vücuda sızan yabancı hücrelere karşıda saldırıya geçebilir, şayet vücut tarafından antijen olarak alğılanırsa vücut bunu kabuletmez. Nakledilen organ vücut hücrelerine ne kadar benzerse o kadar kolay kabul görür. Antijen nedir? Antijen: Vücuda girişi, kendisine karşı antikor oluşmasını uyaran madde, bu bakteri, virüs, parazit, mantar veya yabancı protein olabilir, yani antikor üretilmesine neden olan her yabancı maddedir. Yabancı madde olarak alğılanan bakteri, virüs, mantar ve parazitleri tehlike olarak alğılar ve onlara karşı antikor salğılar. Anne karnındaiken alıştığı kendi dokusuna ve bağırsak florasına karşı ise tepki göstermez. Antikor nedir? Antikora immuglobulins?de denir, bunlar immün sistemi tarafından üretilen proteinlardır. Bunlar kısaca İg A, İg D, İg E, İg G ve İg M isimleri ile anılırlar.Antikorlar yabancı madde olarak alğıladıkları madderleri kendilerine çekerler ve yokederler. Bu aşağıdaki şekilde olur. 1-) Bir Antijen yabancı olarak alğılandığı zaman, immmün hücreleri bu antijene uygun olan antikorları üretir. 2-) Bu antikor antijene giderek ona yerleşir ve antijen-antikor kompleksi ortaya çıkar. 3-) Antijen-Antikor kompleksi daha fazla protein maddesinin aktif hale gelmesini sağlar. Böylece yabancı madde daha kısa zamanda tahrip olur. 4-) Şayet Antikorlar Antijenleri yokedemiyorsa, o zaman özel signaller gönderir ve bu signallere göre uygun olarak özel hücreler üretir ve bunlar antijenleri zararsız hale getirir. Kan irsi olup bu alyuvarların üzerinden beli olur. Kan grubuna göre antijenlerde farklı olur. Kan nakli sırasında alyuvarlar (eritrositler), vücudun kendi alyuvarlarına uyum göstermez ise, immün sistemi tarafından kan yabancı madde olarak alğılanır ve alınan kanı antikorlar tahrip eder. Bu nedenle kan verenle kan alanın kanları laboratuarlarda incelenir ve uygunsa kan nakli yapılır. Çaresi: Gökçek İksiri hücreleri korur, yeniler ve immün sistemini güçlendirir. Bağırsaklardaki xeronin isimli alkaloid 220 enzimi harekete geçirerek immün sistemini güclendirir ve harekete geçirir. Mide mukozasını güçlendirir ve yeniden yeterli intrinsic-faktörü salğılanmasını sağlar. Böylece bağırsaklar yeterince B6, B12-Vitaminleri, folikasit ve çinkoyu absorbe ederek immün sistemini güçlendirir. Ayrıca C, E ve D-Vitaminleride immmün sistemini güçlendirirler, çünkü bu vitaminler antioxidantları, yani serbest radikalleri yakalıyarak zararsız hale getirirler ve böylece hücreleri korurlar. Bilindiği gibi C-Vitamini en çok kuşburnunda bulunur, fakat en etkili doğal ilaç Gökçek İksiri'dır. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
Link
Çevremizdeki milyonlarca bakteri, virüs, mantar ve parazitlerle temas halindeyiz ve bunların büyük kısmı hayati tehlikeye sebep olabilecek enfeksiyona sebep olabilir. Enfeksiyona karşı vücudumuz kendini korumak ve enfeksiyonu durdurmak için bir savunma sistemi vardır. İmmün sistemi kendini korumak için özel hücrelere sahiptir. 1-) B- Lökositler: Bu savunma hücresi diğer savunma hücreleri gibi omurilikte üretilir. 2-) T-Lenfositler: Bu savunma hücreleri timus, dalak, damak ve yutak bademcikleri ve kör bağırsak tarafından üretilirler. T-Öldürücü hücreleri (Makrofajlar) ve T-Yardımcı hücreler (Konturol hücreleri) Savunma sistemi kan nakli veya organ nakli sırasındada vücuda sızan yabancı hücrelere karşıda saldırıya geçebilir, şayet vücut tarafından antijen olarak alğılanırsa vücut bunu kabuletmez. Nakledilen organ vücut hücrelerine ne kadar benzerse o kadar kolay kabul görür. Antijen nedir? Antijen: Vücuda girişi, kendisine karşı antikor oluşmasını uyaran madde, bu bakteri, virüs, parazit, mantar veya yabancı protein olabilir, yani antikor üretilmesine neden olan her yabancı maddedir. Yabancı madde olarak alğılanan bakteri, virüs, mantar ve parazitleri tehlike olarak alğılar ve onlara karşı antikor salğılar. Anne karnındaiken alıştığı kendi dokusuna ve bağırsak florasına karşı ise tepki göstermez. Antikor nedir? Antikora immuglobulins?de denir, bunlar immün sistemi tarafından üretilen proteinlardır. Bunlar kısaca İg A, İg D, İg E, İg G ve İg M isimleri ile anılırlar.Antikorlar yabancı madde olarak alğıladıkları madderleri kendilerine çekerler ve yokederler. Bu aşağıdaki şekilde olur. 1-) Bir Antijen yabancı olarak alğılandığı zaman, immmün hücreleri bu antijene uygun olan antikorları üretir. 2-) Bu antikor antijene giderek ona yerleşir ve antijen-antikor kompleksi ortaya çıkar. 3-) Antijen-Antikor kompleksi daha fazla protein maddesinin aktif hale gelmesini sağlar. Böylece yabancı madde daha kısa zamanda tahrip olur. 4-) Şayet Antikorlar Antijenleri yokedemiyorsa, o zaman özel signaller gönderir ve bu signallere göre uygun olarak özel hücreler üretir ve bunlar antijenleri zararsız hale getirir. Kan irsi olup bu alyuvarların üzerinden beli olur. Kan grubuna göre antijenlerde farklı olur. Kan nakli sırasında alyuvarlar (eritrositler), vücudun kendi alyuvarlarına uyum göstermez ise, immün sistemi tarafından kan yabancı madde olarak alğılanır ve alınan kanı antikorlar tahrip eder. Bu nedenle kan verenle kan alanın kanları laboratuarlarda incelenir ve uygunsa kan nakli yapılır. Çaresi: Gökçek İksiri hücreleri korur, yeniler ve immün sistemini güçlendirir. Bağırsaklardaki xeronin isimli alkaloid 220 enzimi harekete geçirerek immün sistemini güclendirir ve harekete geçirir. Mide mukozasını güçlendirir ve yeniden yeterli intrinsic-faktörü salğılanmasını sağlar. Böylece bağırsaklar yeterince B6, B12-Vitaminleri, folikasit ve çinkoyu absorbe ederek immün sistemini güçlendirir. Ayrıca C, E ve D-Vitaminleride immmün sistemini güçlendirirler, çünkü bu vitaminler antioxidantları, yani serbest radikalleri yakalıyarak zararsız hale getirirler ve böylece hücreleri korurlar. Bilindiği gibi C-Vitamini en çok kuşburnunda bulunur, fakat en etkili doğal ilaç Gökçek İksiri'dır. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
Link
Morbus nedir? Morbus hastalığı bağırsak mukazasının hemen her yerinde görülebilen iltihaplı kronik ve zaman zaman ağırlaşan bir hastaslıktır. Morbus % 30 ince bağırsakalrda, % 25 kalın bağırsaklarda ve % 45 oranında bağırsakalrın her iki kısmında görülebilir. Bağırsakaların hariçinde nadirnde midede görülebilir. Hastalığın tipik belirtisi aynı apendisitte olduğu gibi karnın sağ alt kısmında ağrı ve ishal görülür. Morbus hastalığı nadiren çok daha ağır olan ve sadece kalın bağırsakalrda görülen ülseratif kolite (kalın bağırsak ülseri) benzer. Morbus genelikle 20-40 yaşları arasında görülür ve kadın ve erkeklerde aynı orandadır. Alman Sindirim ve Metabolizma hastalıklarından dolayı rahatsız olanların 150-200.000 kişi arasında Morbus hastalığı olduğu tesbit edilmiştir ve son yıllarda hasta oranı yükselmektedir. Hastalık bugüne kadar iyileştirilememiştir ve sadece ağrı hafifletilebilir. Morbus Hastalığının Sebebi Morbus üzerine yıllarca araştırma yapımasına rağmen bunun sebbibi tesbit edelememiştir. Ve birçok görüş vardır bunlar: enfeksiyon, psiklojik faktörler, bağışıklık sistemindeki zafiyet veya genetik olabileceği yönündedir. İltihaplı bağısak bütün bağırsağa yayılırken yer yer iltihaplı kısımlar arasında sağlıklı kısımlarda bulunmaktadır. İltihapalı kısımlar iyileşirken geride yaralı kımımlar kaır ve bu yaralar bağırsakalrı büzer ve yaraizi bırakır. Buna ilavetten yaraizinin içinde kapsüller oluşur ve bu kapsülün içinde cerahat oluşur. Ve bazende bağırsağın çevresindeki doku ve organlardada iltihaplanma oluşur. İltihaplı kısımlarda besinler değerlendirilmez ve böylece kişide vitaminler, mineraller ve aminoasitler değerlendirilemez. Morbusun Belitileri: Morbus Hastalığı 6 aydan fazla sürerse hastalık kronik demektir ve bazen bu durum yıllarca surer, bazende arada bir ağırlaşır ve bazende hafifler. Hastalığın belirtiler bir surer yok olurken, sonar yeniden tazelernir. Hastalık bir yıl sonra % 30 oranında yeniden ortaya çıkarken, iki yıl sonra % 40 oranında tazelendiği görülmüştür. Hastalık bağırsaklarda nasıl gelişmiş ise, ona göre ağrılar yoğunlaşabilir. Hastalık yıllarca az bir rahatsızlıkla seyredebilir. Morbusun tipik belirtileri: İştahsızlık Haifi ateş yükselmesi Genel bir hastalık duygusu İshal, günde 3-6 defa görülebilir vede kansızdır. Karnın sağalt kısmında apendis ağrısı gibi ağrılar görülür. Morbus Hastalığının Teşhisi: Morbus Kron Hastalığının en önemli belirtileri % 40?ında makatta fistel görülür. Bununla birlikte ishal, karın ağrısı ve zayıflama gibi belirtiler hastada 3-4 hafta sonra görülebilir. Hastalığın doğru teşhisi için kolonoskopi ile bağırsaktan alınan doku muayene edilir. Rontgen çektirme, Ultrasona araştırma, kan testi ve dışkıdaki bakteri yapısını arştırmak gerekir. Morbus Kronun Tedavisi: Morbus Kron doğru teşhis yapılamadığından tedaviside oldukca zordur ve çoğunlukla hastalık yenilenir. Hastalığa karşı kortizon kulanılması yayğındır, fakat yantesirinin çok olması nedenişyle mahzurludur. Hastalığı doğal ilaçlarla tedavi etmek gerekir ve bu doğal ilaç iltihapaları önleyen, mikropları yoke eden ve bağışıklık sistemini güçlendiren bir ilaç gereklidir buda Gökçek İksiri ile mümkündür. Gökçek İksirinin yanında lahana suyu kulanılmalıdır. Antibiyotikler mahzurludur, çünkü bağırsakalardaki sadece zararlı bakterileri değil aynı zamanda faydalı bakterileride öldürür. Faydalı bakterilerin yok olması ile birlikte onun yerine mantarlar yerleşir. Bağırsak mantarları ise zehirli alkoller, zehirli gazlar ve biyojen aminler üretirler. Örneğin biyojen aminlerden histamin allerjiye sebep olur. Doğru ilaç kulanmak gibi doğru beslenmekte çok önemlidir. Peynir, et ve mamülleri vücuttaki asit oranını artırır. Asidi nötürleştirmek için aşırı oksijen ve kalsiyum kulanılır. Aşırı oksijen harcanması demek bağışıklık sistemindeki T-Hücreleri, B-Hücreleri, Lenfositler, Makrofajlar vb enerji düştüğünden mikroplarla mücadelle edemezler. Siyah çayda mahsuzludur, çünkü siyah çayın birleşimindeki tanin bağırsakaları kurutur ve bağırsakalarda 2.000.000.000 pompa vardır. Pompalar vitaminleri, mineralleri ve aminositleri absorbe ederler, şayet kuruma olursa fonksiyonları azalır. Bağırsak mantarlarının üretiği zehirli maddelere mikotosinler denir ve Mikotoksinler (mantar zehirleri): Kronik bronşit, astım, psödo-krup, bronş karzinomu, ishal, kabızlık, bulantı, besin allerjisi, kronik bağırsak ilt. (morbus krohn hastalığı ), kalın bağırsakiltihaplanması (kolit), kalın bağırsak ülseri (ülseratif kolit), psodö-allerji, allerji, allerjik astım, kronik bronşit, enfeksiyon ve çoçuklarda hiperaktifitete neden olur. Buna karşı kulanılan kortizonlu ilaçlar küf mantarının yayılmasına neden olduğundan hastalık dahada karmaşı bir hal alır ve daha başka hastalıklarda ortaya çıkar. Mikotoksinler organizmayı taripeder, mutajenik (genetik değişim yaratan), kanserojen (kanser yapıcı ), ve teratojenik (organ ve dokuların özürlü olmasına sebep olan) etkilere sahiptir. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
Link
Çevremizdeki milyonlarca bakteri, virüs, mantar ve parazitlerle temas halindeyiz ve bunların büyük kısmı hayati tehlikeye sebep olabilecek enfeksiyona sebep olabilir. Enfeksiyona karşı vücudumuz kendini korumak ve enfeksiyonu durdurmak için bir savunma sistemi vardır. İmmün sistemi kendini korumak için özel hücrelere sahiptir. 1-) B- Lökositler: Bu savunma hücresi diğer savunma hücreleri gibi omurilikte üretilir. 2-) T-Lenfositler: Bu savunma hücreleri timus, dalak, damak ve yutak bademcikleri ve kör bağırsak tarafından üretilirler. T-Öldürücü hücreleri (Makrofajlar) ve T-Yardımcı hücreler (Konturol hücreleri) Savunma sistemi kan nakli veya organ nakli sırasındada vücuda sızan yabancı hücrelere karşıda saldırıya geçebilir, şayet vücut tarafından antijen olarak alğılanırsa vücut bunu kabuletmez. Nakledilen organ vücut hücrelerine ne kadar benzerse o kadar kolay kabul görür. Antijen nedir? Antijen: Vücuda girişi, kendisine karşı antikor oluşmasını uyaran madde, bu bakteri, virüs, parazit, mantar veya yabancı protein olabilir, yani antikor üretilmesine neden olan her yabancı maddedir. Yabancı madde olarak alğılanan bakteri, virüs, mantar ve parazitleri tehlike olarak alğılar ve onlara karşı antikor salğılar. Anne karnındaiken alıştığı kendi dokusuna ve bağırsak florasına karşı ise tepki göstermez. Antikor nedir? Antikora immuglobulins?de denir, bunlar immün sistemi tarafından üretilen proteinlardır. Bunlar kısaca İg A, İg D, İg E, İg G ve İg M isimleri ile anılırlar.Antikorlar yabancı madde olarak alğıladıkları madderleri kendilerine çekerler ve yokederler. Bu aşağıdaki şekilde olur. 1-) Bir Antijen yabancı olarak alğılandığı zaman, immmün hücreleri bu antijene uygun olan antikorları üretir. 2-) Bu antikor antijene giderek ona yerleşir ve antijen-antikor kompleksi ortaya çıkar. 3-) Antijen-Antikor kompleksi daha fazla protein maddesinin aktif hale gelmesini sağlar. Böylece yabancı madde daha kısa zamanda tahrip olur. 4-) Şayet Antikorlar Antijenleri yokedemiyorsa, o zaman özel signaller gönderir ve bu signallere göre uygun olarak özel hücreler üretir ve bunlar antijenleri zararsız hale getirir. Kan irsi olup bu alyuvarların üzerinden beli olur. Kan grubuna göre antijenlerde farklı olur. Kan nakli sırasında alyuvarlar (eritrositler), vücudun kendi alyuvarlarına uyum göstermez ise, immün sistemi tarafından kan yabancı madde olarak alğılanır ve alınan kanı antikorlar tahrip eder. Bu nedenle kan verenle kan alanın kanları laboratuarlarda incelenir ve uygunsa kan nakli yapılır. Çaresi: Gökçek İksiri hücreleri korur, yeniler ve immün sistemini güçlendirir. Bağırsaklardaki xeronin isimli alkaloid 220 enzimi harekete geçirerek immün sistemini güclendirir ve harekete geçirir. Mide mukozasını güçlendirir ve yeniden yeterli intrinsic-faktörü salğılanmasını sağlar. Böylece bağırsaklar yeterince B6, B12-Vitaminleri, folikasit ve çinkoyu absorbe ederek immün sistemini güçlendirir. Ayrıca C, E ve D-Vitaminleride immmün sistemini güçlendirirler, çünkü bu vitaminler antioxidantları, yani serbest radikalleri yakalıyarak zararsız hale getirirler ve böylece hücreleri korurlar. Bilindiği gibi C-Vitamini en çok kuşburnunda bulunur, fakat en etkili doğal ilaç Gökçek İksiri'dır. Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroplarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Tabii doğru beslenirseniz tedavi sürecide o oranda kısalır. Asla peynir yememeli, çünkü asidoza ve iltihaplanmaya sebep olur.Siyah çay, kahve ve kola içilmemeli, çünkü bağırsakları kurutur ve vitamin, mineral ve aminoasitlerin alımını (absorbesini) önler.Alkol ve sigaranın zararları belli kanser, damarların yağlanması vb, artı uzun süre bira içilirse cinsel ikdidarsızlık ve hatta kısırlığa sebep olmaktadır.Sucuk salam sosis gibi et mamullerine 5-6 ay ara vermek gerekir (sade temiz et az yenilebilir) çünkü asidoza sebep olmaktadır.Bu da birçok hastalığın ana kaynağıdır.Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir.Hayvansal besinler, patates, tahıl (beyaz pirinç), bakliyat ve hamurlu yiyecekler, özelikle de tatlılar akşam yenirse tam sindirilmez ve zamanla problemlere sebep olur.Ne kadar beyaz pirinç, patates, hamurlu yiyecekler, tatlı yiyecek ve içecekler, o kadar yağ oluşturur.Çünkü nişasta glikoza (şekere) dönüşür, şekerde yağa dönüşerek vücutta depolanır.Şeker ve antibiyotikler bağırsak mantarları çoğaltır, mantarlar ise her türlü hastalığı tetikler.Tatlı deyince akıla baklava, çikolata, dondurma vs gelir, kavun, karpuz ve üzümde tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes