#Lübnan-Suriye ilişkileri
Explore tagged Tumblr posts
zerihcom · 9 days ago
Text
Hizbullah’tan Suriye ve İsrail’e Mesaj
1 minute İran destekli Hizbullah, Suriye’deki gelişmelerle ilgili dikkat çeken bir açıklama yaptı. Uzun süredir Esad rejiminin en güçlü müttefiklerinden biri olan Hizbullah’ın liderlerinden Naim Kasım, Suriye üzerinden askeri tedarik yollarını kaybettiklerini belirtti. Kasım, “Başka yollar arayacağız” diyerek alternatif çözümler üzerinde çalışacaklarını ifade etti.Hizbullah lideri, Suriye’de…
0 notes
pazaryerigundem · 5 months ago
Text
Türkiye ve Suriye arasında normalleşme adımları karşılık bulacak mı?
https://pazaryerigundem.com/haber/184501/turkiye-ve-suriye-arasinda-normallesme-adimlari-karsilik-bulacak-mi/
Türkiye ve Suriye arasında normalleşme adımları karşılık bulacak mı?
Tumblr media
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye ile 10 yılı aşkın bir süredir devam eden gerilimi sona erdirmek adına yaptığı diyalog çıkışları Türkiye ve dünya kamuoyunda geniş yer buldu.
BURSA (İGFA) – Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den bu yana Türkiye ve Suriye ilişkileri iki ülkenin tarihinde görülmemiş derecede hasar aldı. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ve ülkesini terk etmek zorunda kaldığı iç savaş boyunca Türkiye üzerinde çok ciddi bir göçmen yükü meydana geldi. Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad’a doğrudan çağrı yaparak ilişkilerin tekrar normalleşmesine yönelik çıkışının karşılık bulup bulamayacağı ve ilişkileri eski günlere döndürmenin ne kadar mümkün olabileceğini Dış Politika Uzmanı Dr. Barış Adıbelli Herkes Duysun için yorumladı.
Tumblr media
RUSYA İKİ ÜLKE ARASINDA ARABULUCU KONUMUNDA
Suriye lideri Beşar Esad’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışından önce yapmış olduğu açıklamaya atıfta bulunan Dr. Barış Adıbelli, “Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Lavrentiev’in Suriye ziyareti sırasında Rusya’nın ikili ilişkileri yeniden tesis etme konusunda Suriye’ye telkinde bulunduğu anlaşılıyor. Bu konu daha önce Hakan Fidan’ın Putin’i ziyareti sırasında da gündeme gelmişti. Bu 3 ülkenin yani Türkiye, Rusya, ve Suriye’nin ilişkilerin onarılması konusunda bir adım attığını net olarak söyleyebiliriz.” dedi.
ESAD’IN SURİYESİNDE GÜÇ PAYLAŞILMIŞ DURUMDA
Beşar Esad’ın Suriye’yi yönetme konusunda tek başına olmadığını, yönetim anlamında Suriye içerisinde bir koalisyonun olduğunu ifade eden Dr. Adıbelli, “Esad, iktirdarın görünen yüzü ancak bana kalırsa arkada farklı bir güç dengesi de söz konusu. Suriye’de tabiri caizse güçler birliği’nden söz edebiliriz. Bu güçlerden birisi şüphesiz Baas Partisi. Hafız Esad döneminde Baas Partisi’nde güçlü isimler ve aileler vardı. İkinci güç ise istihabarat örgütü El-Muhaberat. Beşar Esad’da babasının ölümünden sonra bu yapılarla uzlaşı içerisinde yönetime geçti. Saddam ya da Kaddafi gibi yönetimi devralma durumu olmadı Suriye’de. Bu dengeden ötürü Esad’ın saydığımız yapıları ilişkilerin yeniden tesis edilmesine ikna etmesi gerekiyor. İran,Lübnan ve Rusya gibi ülkelerin mevcut Suriye yönetimi üzerindeki gücünü de atlamamak gerekiyor. Masaya oturduğunuzda sadece Esad ile oturmuş olmuyorsunuz.” ifadelerini kullandı.
SURİYE’DE ÇÖZÜME ULAŞMAK İÇİN ERDOĞAN-ESAD ANLAŞMASININ ÖTESİNDE BAŞLIKLAR VAR
Suriye’de ilişkileri geçmişe döndürebilmek için Esad ile tokalaşmak ya da kucaklaşmanın en kolay iş olduğunu ifade eden Dr. Adıbelli,  “Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesinde belki de en kolay süreç Esad ile Erdoğan’ın anlaşması. Esad, tokalaşmanın ötesinde kucaklaşırız da dedi. Ancak bu açıklamaları yaparken içeriğe ve gündeme de vurgu yapmayı ihmal etmedi. İki ülke arasında ilişkilerin tekrar tesis edilmesinde tarafların karşılıklı talepleri belirleyici olacaktır.” şeklinde konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
grihucreler · 5 years ago
Text
Süleymani’nin Ölümü Kimlerin İşine Yarar?
İşaret Fişeği: Hamaney Mart 2019’da Süleymani’yi “Zülfikar Nişanı” ile ödüllendirmiş ve şöyle dua etmişti: “Allah akıbetine şehitlik versin fakat şimdi değil. İslam Cumhuriyeti’nin daha yıllarca seninle işi olacak. Fakat inşallah sonu şehadet olsun.” (1)
Tumblr media
İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, bu hafta içinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından gerçekleştirilen bir roket saldırısıyla suikast sonucu, Haşdi Şabi’nin önde gelen komutanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis ile birlikte öldürüldü. Bu hadise ve takip eden günlerde ABD’nin Irak’taki Haşdi Şabi ile diğer Şii milis güçlerine karşı düzenlediği suikast operasyonları bir çok uzmana göre Orta Doğu’da ABD-İran savaşının ve dolaylı olarak dünya savaşına dahi gidebilecek bir yolun kapısını açtı. 
Suikastı ABD ordusunun bizzat Başkan Trump’ın emri ile yaptığı zaten açıklandı. Ancak İran için bu denli önemli bir ismin öldürülmesinde başkaca kimlerin çıkarları olabilir sorusu aklıma geliyor. Nitekim Mahir Kaynak’ın şu sözleri bu olaydaki yolumuzu aydınlatabilir: 'Bir olay olduğunda, olayın failini bulmak istiyorsanız olayın sonucunun kime yaradığına bakın. bu olay kimin işine yarar? bunu bilirseniz bu işi kimin yaptığını da bilirsiniz.'
Periskop: İran – ABD ilişkilerinin dönüm noktası 40 yıl önce yaşanan Tahran ABD Büyükelçiliğinin Basılması ve Rehine Krizi idi. İran'da 10 Şubat 1979 devriminin hemen ardından gerçekleşen ABD'nin Tahran Büyükelçiliği işgali ve 52 çalışanın rehin alınması, iki ülke arasındaki gergin atmosferin başlangıcı oldu ve o tarihten bugüne ilişkiler düzelmedi.
Diplomasi tarihine en uzun süreli rehine krizlerinden biri olarak geçen olayda sayıları binlerle ifade edilen silahlı gruplar, 4 Kasım 1979'da ABD Büyükelçiliğini işgal etti. Elçilikten gizlice kaçmayı başaranların ardından kalan 66 diplomattan hasta bir kadın ile 13 Afrika kökenli Amerikalıyı serbest bırakan işgalciler, 52 kişiyi 444 gün boyunca rehin tuttu. Cezayirli diplomatların arabuluculuğu sonucu 20 Ocak 1981'de elçilik çalışanları ABD ve İran arasında yapılan anlaşmayla serbest kaldı.
‘ABD başkanı Jimmy Carter’ın istihbarat ve ulusal güvenlik danışmanlarına göre 1980 Amerikan seçimleri öncesi, Mossad ve bazı CIA görevlileri Tahran büyükelçiliğinde rehin alınan elçilik görevlilerini serbest bırakmaması karşılığında Humeyni rejimine yasadışı silah satmıştı. Bunun nedeni rehinelerin serbest bırakılmaması seçim öncesi Carter için bir imaj kaybı olacak ve Carter seçimleri kaybedecekti. Bu gizli anlaşmaya göre Carter seçimi kazansa bile rehineler Ocak 1981’e kadar serbest bırakılmayacaktı.' (2)
Bugüne geri dönersek: Ne büyük tesadüftür ki; 2020 Kasım’ındaki ABD Başkanlık seçimlerine giden süreçte, azil davası ile moral çöküş yaşayan Başkan Trump’ı ön plana çıkaracak hadiseler yine bir büyükelçilik baskını ile başladı denilebilir. 
İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı Şii milis gücü Haşdi Şabi fraksiyonlarından Ketaib Hizbullah’ın (Irak Hizbullahı) Irak ve Suriye’deki üslerine ABD’nin 29 Aralık 2019’da düzenlediği hava saldırılarının ardından, 31 Aralık’ta YeşilBölge’deki ABD'nin Bağdat Büyükelçiliği önünde toplanan Haşdi Şabi taraftarları elçilik binasını basarak içeri girdi. Bu sırada büyükelçilik binasındaki diplomatların büyükelçilikten baskın öncesi tahliye edildikleri ve içeride sadece koruma görevindeki ABD askerlerinin bulunduğu anlaşıldı. İlginç olan bir digger konu ise Bağdat’ta hükümet binalarının ve yabancı misyon temsilciliklerinin bulunduğu korunaklı Yeşil Bölge’ye göstericilerin nasıl bu kadar kolay girebildikleri idi. Bu zaaf Irak’ta bir süredir devam eden yönetim krizine ve politik kaosa bağlandı. 
Tepki: Bu büyükelçilik baskını ABD’nin Kasım Süleymani’ye düzenlediği suikastında bahanesini oluşturuyor. Trump, amaçlarının savaş çıkarmak değil, savaşı önlemek olduğunu açıkladı. İran’da ise özellikle askeri çevrelerden ve Haşdi Şabi gibi milis güçlerinden ABD’nin bu saldırıyı çok ağır şekilde ödeyeceğine dair açıklamalar birbirini izliyor. Ancak mesela Lübnan’da bulunan ve Ortadoğu’daki en güçlü ve örgütlü Şii silahlı örgütü olan Hizbullah’tan henüz çok sert bir açıklama gelmedi.  Hizbullah örgütü lideri Hasan Nasrallah; "Süleymani’yi öldürülenlerin cezası, dünyadaki tüm direniş savaşçılarının elinden olacak. Onun hedeflerine ulaşmak için çabalayacağız ve bayrağını tüm cephelerde taşıyacağız." Açıklamasında bulundu. Bu açıklamadaki sertlik dozu ise bana göre Hizbullah ölçeğindeki bir örgüt için hayli düşük. Nasrallah, intikam için doğrudan kendi örgütüne bir rol biçmek yerine muğlak şekilde ‘tüm dünyadaki direnişçilere’ bu görevi havale ediyor!
Menfaat: Şimdi sözü uzatmadan tekrar baştaki soruya dönelim: Bu suikast kimin/kimlerin işine yaradı? 
En başta elbette Trump’a. Trump, Kasım’daki seçim öncesi üzerindeki azil süreci gölgesini üzerinden uzaklaştırmış ve ABD’deki etkin Yahudi lobisini etkilemiş oldu. ABD: ABD Trump yönetimi ile birlikte Afganistan, Irak ve Suriye’den askerlerini çekeceğini açıklamıştı. Ancak bu ABD’nin bu bölgeleri terketmesi anlamına gelmiyordu. Aksine muharip gücünü çekecek ancak vekalet savaşları ile bu bölgelerde etkisini daha da artıracaktı. Son dönemde ABD’nin Ortadoğu’da Suudi Arabistan, Mısır vb. Ülkeler üzerinden bir Sünni ittifakı ile İran’ın Şii yayılmacığını durdurma çabası biliniyor. Bu suikast ile hem bu amaca hizmet ederken hemde muhtemel savaş korkusu ile böşge ülkelerine daha çok silah satacaktır. 
İsrail: Bu suikast elbette İsrail’i memnun edecektir. İsrail, uzun yıllardır İran’ı bölgedeki en önemli düşmanı olarak ilan etmişti. Ancak ilginç olansa bu iki ülkenin birbirileri hakkında sert açıklamalar yapmak dışında pek de birbirilerine zararlarının dokunmamasıdır. Mesela Süleymani’nin resmi olarak başında bulunduğu Kudüs Gücü, Suriye, Irak, Afganistan vb. ülkelerde çok etkili iken adını aldığı Kudüs için ne yapmıştır bilmiyoruz. İsrail’de bu suikastten en karlı çıkacak isimlerden biri de, seçimlerde bir türlü istediği oyu alamayan ve siyaseten sıkıntılı günler geçiren şahin Netanyahu olacaktır. 
İran: Özellikle Arap Baharı sonrasında oluşan kaotik ortamda Kasım Süleymani İran’ın Ortadoğu ve Afganistan politikaları konusunda ülkesinin en önemli karar verici ve uygulayıcısı haline geldi denilebilir. Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın dahi üzerinde bir güce kavuşarak doğrudan Ayetullah’tan emir alan ve ona karşı sorumlu bir pozisyona gelen Süleymani’nin ülke yönetiminde birbirine parallel işleyen devlet yapısı içerisinde kimilerinin husumetini üzerine çektiğini düşünmek haksızlık olmaz. Bu anlamda Süleymani’nin İran dışından bir aktör tarafından ‘tasfiyesi’ bu kişilerin de işine gelecektir. Aynı zamanda uzun süredir ambargolar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle ülkedeki muhalefetin gösterilerine sahne olan İran’da Süleymani’nin ölümü sonrası yeniden “Büyük Şeytan Amerika” sloganlarının atıldığı gösteriler ile bu muhalif enerjinin tekrar ülke dışı bir ‘düşman’a yönelmesi de mümkün oldu. 
Lübnan Hizbullahı:  Kasım Süleymani, Eylül 2019’da İran devlet televizyonunda yayınlanan bir röportajında, 2006 yılında Lübnan ve İsrail arasında gerçekleştirilen savaşta Hizbullah Lideri Nasrallah’ın rolünü küçümsemişti. Süleymani, kendini ve İmad Muğniye’yi, Nasrallah’ı “operasyondan” sağ salim çıkaran kişi olarak gösterdi.
“2006 yılının Temmuz ayında gerçekleştirilen savaşın sonuna kadar gidişatı kendilerinin takip ettiğini söyleyen Süleymani, 2006 yılında elde edilen “zaferin”, Nasrallah’ın değil kendisi ve Muğniye’ye ait olduğunu belirtti. Muğniye’nin ölmesinin ardından Temmuz 2006’da gerçekleştirilen savaşın “tek kahramanı” yalnızca Kasım Süleymani kaldı.” (3)
Uzun yıllar boyunca Lübnan Hizbullah’ı Ortadoğu’daki İran ile irtibatlı en önemli Şii silahlı gücü olmuştur. Özellikle İsrail’e karşı 2006 yılındaki mücadelesi ile de Filistin sorunu konusunda İran’ın ön plana çıkmasını sağlamıştır. Süleymani’nin ‘Hizbullah modeli’ni esas alarak kurduğu örgütlerin Suriye, Irak, Afganistan ve Yemen gibi ülkelerde güçlenmesi ve Nasrallah ile ilgili sözleri Süleymani’nin Lübnan Hizbullah’ın fiilen de lideri olmak istediği şeklinde yorumlanmıştı. Bu da Nasrallah’ın tasfiyesi ve belki de Hizbullah’ın  sadece siyasi bir güce dönüştürülerek İran üzerindeki ABD yaptırımlarının yumuşaması demekti. Gelinen noktada bana göre Süleymani’nin bir ABD saldırısı ile ölmesinin ardından Nasrallah’ın pek de sert bulmadığım açıklaması bu ölümden Nasrallah’ın da içten içe memnun olduğu sonucuna ulaşmamı sağlıyor. 
Sadece açık kaynaklardaki bilgileri okuyan ve kendince yorumluyan biri olarak gördüğüm şey; Kasım Süleymani’nin ��ldürülmesi son yıllarda Ortadoğu’daki en önemli olaylardan biridir hiç şüphesiz. Ancak bu ölümden ‘memnun’ olabilecek çevrelerin çokluğu bu suikastın büyük bir savaşın fitilini ateşlemeyeceğini düşündürüyor bana. Yazımın son halini verdiğim saatlerde, Amerika’dan İran’a verilen “İntikam alacaksan, ‘orantılı misilleme’ yap” çağrılarının ardından, Irak’taki ABD Büyükelçiliği ve ABD askerlerinin bulunduğu Beled Hava Üssüne füze saldırıları yapıldığı haberleri geliyor. Zaten boşaltılmış büyükelçilik ve teyakküz haline geçilmiş bir hava üssüne...
1. Nevzat Çiçek - Ortadoğu’yu parmağında çeviren İran’ın kılıcı: Kasım Süleymani ya da Hac Kasım – İndepedent Türkçe – 03.01.2020
https://www.independentturkish.com/node/112376/yazarlar/ortado%C4%9Fu%E2%80%99yu-parma%C4%9F%C4%B1nda-%C3%A7eviren-iran%E2%80%99%C4%B1n-k%C4%B1l%C4%B1c%C4%B1-kas%C4%B1m-s%C3%BCleymani-ya-da-hac-kas%C4%B1m
2. İran İsrail ve ABD arasındaki gizli ittifakla ilgili detayları okumak isteyenler, bu alıntının da alındığı ODA TV’de yayınlanan İŞTE BELGELERLE İSRAİL – İRAN GİZLİ İLİŞKİLERİ VE GİZLİ İTTİFAKI yazısına bakabilirler https://odatv.com/iste-belgelerle-israil-iran-gizli-iliskileri-ve-gizli-ittifaki--3004121200.html
3. Muhammed Zahid Gül - Kasım Süleymani, Hasan Nasrallah’ın sonunun geldiğini mi kast ediyor? – İndependent Türkçe – 4 Ekim 2019 https://www.independentturkish.com/node/77191/yazarlar/kas%C4%B1m-s%C3%BCleymani-hasan-nasrallah%E2%80%99%C4%B1n-sonunun-geldi%C4%9Fini-mi-kast-ediyor
2 notes · View notes
yavuzbay-fan · 6 years ago
Text
Tumblr media
ANLAYANA (1/3)
ÜRDÜN: HEDİYE EDİLEN "KUKLA" KRAL
DEDE>BABA VE TORUN KRAL ABDULLAH
II. Abdullah (Bin el-Hüseyin Abdullah)
Kral Hüseyin ile ikinci eşi olan İngiliz asıllı Prenses Muna'nın..
(Antoinette Avril Gardiner)
30 Ocak 1962 tarihinde Ürdün'ün başkenti Amman'da dünyaya geldi.
Kral Hüseyin'in en büyük oğlu Abdullah, Londra yakınındaki Sandhurst Askeri Akademisi'nde ve Oxford'da uluslararası politika alanında eğitim gördükten sonra 1984 yılında ülkesine döndü.
40. zırhlı tugayda görevlendirildi.!
(İngiliz Kraliyet Ailesine Ait)
1982 yılı boyunca..
Oxford Üniversitesi'nde Uluslararası Siyaset ve Dünya İlişkileri Programı'na katılan Haşimi hanedanı, daha sonra ülkesinde askeri kariyerine devam etti.
1985 yılında..
ABD'deki Fort Knox'ta komutanlık eğitimi ve Washington, D.C.'deki Georgetown Üniversitesi'nde uluslararası politika alanında eğitimi ve Dış Hizmet Yüksek Lisans Programı'nı tamamladı.
1993'te Ürdün Özel güçleri'ne katıldı.
1996 yılında özel güçlerin komutanlığını yürüttü, Ürdün ordusunun askeri terörle mücadelede seçkin birliklerine tümgeneral rütbesiyle komutanlık yaptı.
Babası Kral Hüseyin, veliaht prens olan kardeşi Hasan'ı gözden çıkararak..
25 Ocak 1999'da,
II. Abdullah'ı veliaht prens ilan etti.
1993'te Filistin asıllı Rania el ile evlendi.
7 Şubat 1999'da babasının ölümünden hemen sonra..
Ürdün Haşimi Krallığı Abdullah döneminde Ürdün, Ortadoğu'daki kilit pozisyonunu korumayı sürdürdü.
Filistin Sorunu konusunda Filistin, İsrail, ABD arasında pek çok kez arabuluculuk girişiminde bulunuldu. Babası döneminde sürdürülen ABD ve Batı'ya yakın politikaları aynı devam ettirmesi..
Arap Dünyası ve Ürdün içindeki taraflardan ağır eleştiriler almasına neden oldu.
Kral Abdullah, OrtaDoğu Üzerindeki;
Üst Akıl+Projelerinin Dizayn Uygulaması rotasını daha derinsel ve daha stratejik
bir süreçte yürüttüğü ortadadır.
Kral Abdullah'ın..
Yıllardır OrtaDoğu'nun siyasi ve askeri olaylarından uzak durur gibi..
Aslında tam ortasında durup.!
Fakat Ahtapotizm ve Siyonizm uygulama süreçlerini, bilhassa İsrail'in gizli ajandasını koruma ve kollama durumudur.
Kral Abdullah'ın..
İsrail'in en derinsel, en gizli olarak görüp uyguladığı.!
Kudüs'ü temelinden ele geçirme, plan ve sözde restorasyon adı altında yürüttüğü, (Halen de büyük bir gizlilikte devam eden)
çalışmalarının Finans/ Destek rolündedir.
Bu Derinsel Çalışmalara..
"Kudüs Vakıflar, İslâm Mukaddesatı ve İşleri Konseyi"
"Yüksek İslam Heyeti"
"Filistin Fetva Kurulu"
"Kudüs İslami Vakıflar İdaresi"nden..
Yapılan ortak yazılı açıklamalarda..
İsrail’in uluslararası hukuk ve sözleşmelere aykırı bir şekilde..
Kutsal Kudüs’ün..
Dini, tarihi ve yasal statüsünün planlı bir şekilde değiştirdiği..
(Altında bulunan değerlerin boşaltıldığı.!)
uyarısında bulunduklarıdır.
Halen İşgal altındaki Doğu Kudüs'ün..
Eski Şehir bölgesinde bulunan..
Mescid-i Aksa,
Tüm İslâm aleminin ilk kıblesi-Başkenti olma özelliğini taşımasıdır.
Yahudiler, (Yahudizm)
'Kıble Mescidi' ile..
'Kubbetu's Sahra Camisi'nin..
Yanı sıra müze, medreseler ve büyük avlunun yer aldığı..
Mescid-i Aksa Külliyesi altında, Sözde!
"Süleyman Mabedi'nin bulunduğu"
İddiasıyla kazı çalışmaları yapıyor..
(Maalesef ki tüm İslâm Alemi seyrediyor.!)
Aynı Yahudizm zihniyeti..
Mescid-i Aksa'da kendilerinin daha fazla sahiplenme ve ibadet etme haklarının olduğunu savunuyor, bu bölgede esas söz sahibi olan..
Ürdün ve Seçili Kralı seyrediyor.!!
Önümüzdeki Son 20 yıl İçersinde;
Ortadoğu’nun tamamında,
Kafkaslar Bölgesinin yarısında,
Afrika'nın Kuzeyinde,
Bölgelerinin stratejik, etnik ve coğrafik konumda ülkeler ve sınırları değişecek.
İSRAİL (İSRAEL; Kriptolanan= İSREL)
İ-Kelimesi> Irak,
S-Kelimesi> Suriye,
R-Kelimesi> Ürdün
(Royaum de jordan <> Ürdün Krallığı),
E-Kelimesi> Mısır (Egpt) <> (Mısır),
L-Kelimesi> Lübnan (Liban)<> (Lübnan)
İşte! Ortadoğu Bölgesinin ana temeli olan 'İSRAEL' isminde kriptolandığı şekilde..
Bu bölge devletlerinde..
İçsel ve Dışsal Ayaklanmalar..
Akabinde savaşlar.!
Şimdilerde; İsrailoğullarının Hegemonyası daha iyice anlamak gerekmiyor mu.?
STRATEJİTÜRK
0 notes
bantuhd · 4 years ago
Text
Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 8 Ağustos 2020'de Beyrut'ta.
4 Temmuz'da, giden İçişleri Bakanı Muhammed Fahmi, Türkiye'den 4 milyon dolar kaçakçılık yapmaya çalışan iki Suriyeli ve iki Türk'ün tutuklandığını duyurdu. "şehir ayaklanmalarını" finanse etmek için. Ertesi hafta, selefi Nouhad Machnouk tarafından finanse edilen Assas medya sitesi, Türkiye'nin "Trablus'u işgal etmeyi" planladığını iddia ederek, Türk yanlısı olduğu iddia edilen STK'ların ve camilerin kapsamlı bir listesini yayınladı.
Özellikle Tahran veya Riyad'ın aksine Ankara'nın Sedir topraklarında ne köklü bir siyasi gündemi ne de Parlamento veya hükümet içinde herhangi bir yükümlülüğü bulunmadığından, bu tür iddiaların doğrulanması güçtür ( biri için Hizbullah veya Gelecek Akımı ve diğeri için Lübnan Kuvvetleri gibi). Bununla birlikte, Türkler yavaş ama istikrarlı bir şekilde Lübnan'daki Sünni topluluklarla çeşitli düzeylerde ağlar ve bağlantılar kurdu.
Çoklu yaylar
Birincisi, Ankara burs vererek ve kültürel faaliyetlerde bulunarak Lübnan'daki "yumuşak gücünü" güçlendirmek için çalışmaya devam ediyor. Türkiye'nin Lübnan'daki yatırımları tüm Sünni topluma yayılıyor. Saïda'da yakında bir Türk hastanesi açılacak ve binlerce üniversite bursu dağıtılacak.
Bu politikanın bir başka alanı, Lübnan'ın kuzeyi ve doğusu arasında dağılmış (Suriyeli mültecilerin eklenmesi gereken) birkaç bin kişiden oluşan ülkedeki Türkmen toplumuyla ilgilidir. Ankara ile ilişkiler yaklaşık on yıl öncesine kadar zayıflamışken, Türkiye Türk İşbirliği Ajansı aracılığıyla projeleri finanse ediyor ve bu topluluğun pek çok üyesi baskıyı daha fazla hissettiklerini söylüyor. Lübnanlı mevkidaşından ziyade Türk devletinin varlığı.
Son olarak, vatandaşlığın verilmesi bu politikanın ana eksenini oluşturmaktadır. 8 Ağustos'ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Beyrut'a yaptığı ziyarette Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisine tüm Lübnan Türkmenlerine veya Türk kökenli vatandaşlık vermesi talimatını verdiğini açıkladı. . Yarı resmi rakamlara göre, 2019 yılına kadar yaklaşık 9.600 vatandaşlığa geçiş (yaklaşık 18.000 başvurudan) verilmişti. Başvuranların tamamı Türk veya Türkmen kökenli değildi ve Lübnanlıların çoğu özellikle Türk istikrarı, yaşam tarzı, televizyon dizileri ve Lübnan ile vizesiz rejimi. Bunların arasında bazı Sünniler, Levant'ta İran'ın etkisi karşısında Türkiye'nin gücünü yeni bir gurur kaynağı olarak görüyor.
Bununla birlikte, Türkiye'nin Sünni toplum içinde artan etkisi, Lübnan'ın toplumlararası ilişkileri üzerinde olumsuz yansımalara neden oldu. Örneğin, mitinglerine katılan binlerce Türk yanlısı protestocunun Türk bayraklarını sallayarak ve son derece tehdit edici sloganlar atmasıyla Ermeniler artan bir baskı altındadır. Türkiye taraftarları da geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ı eleştiren bir Ermeni televizyon muhabirini, Ermeni toplumuna yönelik bir dizi video, tehdit ve hakaret yoluyla sindirdiler. Bu vakalar, azınlıkların çoğunun Osmanlı idaresine ilişkin esasen travmatik bir görüşe sahip olduğu bir ülkede Türkiye'nin iktidara gelmesinden doğabilecek riskleri vurgulamaktadır.
Politik röleler
Lübnan'daki Türk nüfuz politikası aynı zamanda iç zorluklara yanıt vermeyi de amaçlamaktadır. Bu, son zamanlarda Türk yetkililerin, 4 Ağustos patlamalarının ardından 2017 yılında Kürdistan İşçi Partisi tarafından öldürülen Eren Bülbül'ün ölümünü bir yardım eylemi olarak sunduğunda ortaya çıktı. Türkiye aynı zamanda Lübnan'da Fethullah Gülen'in az sayıdaki destekçisini hedef almaya çalışıyor: 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişimi ve Gülenci ağının Türkiye'deki ve başka yerlerdeki baskısının ardından Ankara, Lübnan'daki destekçilerini harekete geçirdi ve Batı Beyrut'taki Müslüman Kardeşler'e bağlı olduğundan şüphelenilen bir Lübnan Kuran okulunun müdürünün istifasına yol açtı. Konuya aşina olan üç kaynağa göre, okulun Gülenciler örgütüyle ortaklığı vardı, ancak buna bağlı değildi.
Şimdiye kadar Ankara, Müslüman Kardeşler'in Lübnan versiyonu olan Jamaa Islamiya gibi tek bir siyasi partiyi desteklemekten kaçındı. Bu belki de partizan siyasetin üzerinde kalmayı ve Sünni topluluğun mümkün olan en geniş kesiti arasında halk desteğini sürdürmeyi ve aynı zamanda Kürt ve Arap nüfustan belirli gruplarla var olan güçlü bağları sürdürmeyi amaçlamaktadır. Türkiye'den göç etmiş ve 1990'larda Lübnan vatandaşlığına geçmiştir. Bazı Lübnanlı siyasetçiler de Türkiye ile ilişkiler kurmuştur, özellikle Erdoğan'ın kızının evliliğine tanıklık eden eski Başbakan Saad Hariri Ancak Türkiye ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Arap devletleri arasında artan düşmanlık bu ilişkilerin sürdürülmesini zorlaştıracaktır. Türk istihbarat şefi ve Erdoğan'ın sırdaşı Hakan Fidan, ülkede giderek daha etkili bir Şii figürü olan Genel Güvenlik Müdürü Abbas İbrahim ile de yakın ilişkiler kurdu.
Ancak Türkiye, Lübnan siyasetine doğrudan müdahale etmedi. Ancak Beyrut Limanı'ndaki patlamadan sonra bu durum değişebilir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un patlamanın ardından Lübnan ziyareti ve ülkedeki siyasi çıkmaza son verme girişimi, kısmen Türkiye'nin başka bir yer edinmesini engelleme çabası olarak yorumlanabilir. Akdeniz'de. 14 Ağustos'ta yayınlanan bir tweet'te Macron, ABD Başkanı Donald Trump ile Doğu Akdeniz'deki gerilimleri ve Libya ve Lübnan'daki durumu tartışan bir telefon görüşmesi yaptı. Bu dosyaların birbirine bağlanması, her iki ülkedeki Türk eylemlerine örtük bir atıf olarak yorumlanabilirken, Erdoğan, Fransa'nın sömürge etkisini geri kazanma girişimi olarak gördüğü şeyi alenen iftira etti.
Türkiye'nin Libya ve Suriye'deki taahhüdü ile orantılı olmasa bile, Türklerin Lübnan'a artan ilgisi, her halükarda yeni bir Sünni parti arayışında bazı Sünni partilerle yerel bir röle bulabilir. bölgesel sponsor.
Bu metin, Carnegie MEC blogu Diwan'da Fransızca ve Arapça olarak da mevcuttur.
Mohanad HAGE ALI tarafından
Carnegie Orta Doğu Merkezi'nin araştırmacısı ve iletişim direktörü. Son kitap: "Milliyetçilik, Ulusötesi ve Siyasal İslam" (Palgrave, 2017)
0 notes
haberoldu-blog · 6 years ago
Text
Dikkat çeken 'Kaşıkçı' açıklaması
https://haberoldu.com/dikkat-ceken-kasikci-aciklamasi
Dikkat çeken 'Kaşıkçı' açıklaması
Resmi belge almak için 2 Ekim Salı günü girdiği Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğundan bir daha çıkamayan ve hunharca öldürüldüğü anlaşılan gazeteci Cemal Kaşıkçı kim? Bu soruyu Kaşıkçı’nın neden öldürüldüğü sorusu takip ediyor. Ülkesinden ayrılmış, ABD ve Türkiye arasında kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışan bu gazeteci neden hedef alındı? Öyle görünüyor ki öldürülme sebebi fikirleriydi. Dünyayla paylaştığı ve Suudi Arabistan yönetimini rahatsız eden bazı fikirleri.
Peki neydi Cemal Kaşıkçı’nın Suud ailesini endişelendiren ve onu vahşice katlettiren bu fikirler? Sorularımızı Türkiye’de Cemal Kaşıkçı’yı ve onun fikirlerini en iyi tanıyanlardan biri, sosyolog ve siyasetçi Yasin Aktay’a yönelttik.
    İşte Cemal Kaşıkçı’nın “Arap Baharı”yla başlayan demokrasi ve özgürlük umutlarının onu ölüme götüren fikri dünyası.
Cemal Kaşıkçı günlerdir televizyonları izleyen Türk vatandaşları için ‘Suudi bir gazeteci’ olarak tanımlanıyor. Kaşıkçı, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’ndan kayboldu, daha sonra öldürüldüğü anlaşıldı. Suudiler de bunu kabul etti. Ortalama bir Türk vatandaşı için Cemal Kaşıkçı kimdi?
“Ortalama bir Türk vatandaşı için Cemal Kaşıkçı, aslında bu olaylar başına gelmeden önce çok da bilinen bir isim değildi. Muhtemelen şimdi ismi bu kadar çok zikredildiğinde, bu kadar tanıdık sima olarak ortaya çıktığında insanlar, ‘Nereden çıktı bu Cemal Kaşıkçı?’ diye düşünmüş olabilir. Çünkü Cemal Kaşıkçı, Türk medyasına çok fazla hitap edebilen, Türkçe konuşan bir isim değildi ama köken itibarıyla Türk’tü. Kaşıkçı, 1. Dünya Savaşı yıllarında çizilen sınırlar içerisinde o günkü nüfus hareketlilikleri göz önünde bulundurulduğunda, hepsi Osmanlı toprağı olan coğrafyanın bir parçası olan Suudi Arabistan kısmında kalmış Türk bir ailenin torunu. Ailenin, köken itibarıyla Kayseri’ye dayanan bir geçmişi var. Aile, Suudi Arabistan’da yaşadığı süre içerisinde kendini hep Türk hissetmiş. Suudi Arabistanlı ama aynı zamanda Türk. Onun için Kaşıkçı, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerine hep çok önem vermiş bir insan.”
Türk hissetmesini sizinle paylaşır mıydı?
“Tabii ki. Bulunduğu ortamlarda Türklüğünü bir miktar hissettirirdi. İlginç bir şeydir. Aslında bu örnek üzerinden şunu diyeyim; Suudi Arabistan’a ve eski Osmanlı coğrafyasına zaman zaman ziyaretlerde bulunuyoruz ve çok insanla tanışıyoruz. Orada kendini Türk hisseden o kadar çok insan var ki. Herkes bir şekilde geçmişinde, kökeninde herhangi bir Türk’le veya Türkiye ile olan akrabalığını vurgulamaya önem atfediyor. Bu sadece Suudi Arabistan için değil Suriye, Lübnan, bilhassa ve bilhassa Mısır için de söz konusu. Tunus ve Cezayir için de söz konusu. Baktığınız zaman Osmanlı’nın geçmişi yani hepimizin bir arada Osmanlı olduğu dönem, sadece yüz sene önceki döneme dayanıyor. Yani yüz sene önce bu sınırlar çizildiğinde hepimiz ayrı ayrı coğrafyalara düşmüş olduk. Bir bakıma parçalanmış olduk. Bir tarafımız hep eksik kalmış oldu. Biraz da son zamanlarda ‘küreselleşme’ dediğimiz hadisenin hepimizi daha kolay erişilebilir, ulaşılabilir hale getirmesinden itibaren bu tür sahnelerle sık karşılaşıyoruz. Bu, özellikle Mısır’da çok bariz şekilde gördüğümüz bir şeydi. Mısır’da tanıdığımız birçok insan, halası, teyzesi, babaaesi ve dedesinin bir şekilde Türk olduğunu belli eder ve bundan da övünç duyardı.”
Kendisi (Kaşıkçı) Suudi Arabistan’dan ayrıldıktan sonra ABD’de yaşamaya başlamıştı. Ama Türkiye’ye de gelip gidiyordu. Türkiye’ye gelip gitmesinin sebebi neydi?
“Belki de hepimiz farkındayız, Türkiye’nin bir özelliği, İslam dünyasının ve dünyanın önemli bir merkezi olması. İslam dünyasıyla ilgili birçok toplantı artık İstanbul’da icra ediliyor. Konferanslar, İslam dünyasının geleceğiyle ilgili hem siyasi hem ticari hem de entelektüel akademik toplantıların önemli kısmı Türkiye’de icra ediliyor. Bu durum, Türkiye’yi önemli bir merkez haline getirmiş durumda. Mesela, geçenlerde bir grup insan hakları aktivisti dünyanın her yerinden bir araya gelerek bundan sonra her yıl insani yardım ve insani siyaset konusunda bir ülkeye ödül organizasyonu yapmaya karar verdiler. Bunu kendilerine ihsas ettirenin de Türkiye olduğunu ifade ettiler. Böylece ödül organizasyonunun ilk ödülünü yani 2018 yılını ‘İstanbul İnsanlığın Başkenti’ olarak ilan ettiler. Bir sonraki yıl için de hazırlıklar başladı. Bir sonraki yıl en fazla insani yardım yapan, insani siyaset güden, dünyanın gündemindeki çok farklı insani meselelere en insani yaklaşımda bulunan ülkelere ödül verme noktasında bir faaliyet icra etmek istediler. Bunun bile referansının ve başlangıç noktasının Türkiye olmasını kaydedelim. Türkiye bu anlamda entelektüel ve bir siyaset merkezi. Türkiye, bölgesel güç olma iddiasını basitçe ve sadece indi düşüncelere kapılarak yapmıyor. Bir gerçeğe, bir zemine dayanarak yapıyor. Bunun şu anda uluslararası sosyolojik zemini var. Gidin İstanbul’daki bütün otellerde her gün icra edilen toplantıların genel profiline şöyle bir göz atın, bu manzarayı çok açık şekilde görürsünüz. Böyle bir İstanbul’a Kaşıkçı profilindeki birinin sıkça uğrama noktasına gelmiş olması şaşırtıcı değil. Kaşıkçı ve Kaşıkçı gibiler, en seçkin insanların davet edildiği toplantılarda ilk akla gelen birkaç isimden birisi oluyordu.”
“Her ay geliyor muydu Kaşıkçı?”
“Türkiye’ye her ay gelmesine vesile olacak bir etkinlik, faaliyet, toplantı veya konferans oluyordu. Sadece o değil, herhangi bir isim söyleyin, onun Türkiye’ye hangi sıklıkla geliyor olduğunu size söyleyebilirim. Şu anda yolu Türkiye’den geçmeyen hiçbir dünya entellektüeli kalmamıştır diyebilirim. İstanbul’a bir şekilde uğramayan hiçbir düşünür, aktivist, hele İslam dünyasında öne çıkmış bir isim kalmamıştır. Tabi ki Kaşıkçı’nın özel durumu da var. Kaşıkçı, Suudi Arabistan’dan ayrıldıktan sonra 1-1,5 yıl kadar önce Washington’da yaşamaya başladı. Türkiye ile bağları bir insani yakınlaşma dolayısıyla oluştu. Bir hanımefendiyle evlilik planlaması yapmaya başlamışlar. Ondan dolayı zaediyorum Türkiye’ye biraz daha sık gelmeye başlamış. İstanbul’da kendisine bir daire satın almış, evliliğin hazırlıklarını en ciddi ve hızlı bir şekilde yapmaya başlamıştı.”
“O zaman Türkiye’de mi yaşamaya karar vermişti?”
“Aslında düşüncesi hem Türkiye hem Washington’da yaşamaktı. Hatice hanım henüz okulunu bitirmemiş, doktora öğrencisi, hem de Türkiye ile bir bağı olsun istiyordu. Türkiye’yi çok seviyordu. Sanırım eninde sonunda döneceği yerin Türkiye olacağını düşünüyordu. Bunu Hatice hanıma da belli ediyordu. Bir şekilde bana da arkadaşlara da belli ediyordu. Özellikle Turan (Kışlakçı) ve benim de kurucuları arasında oldu��umuz Türk Arap Medya Merkezi, orada bu şeyleri hissettiriyordu. Türkiye’de kendini buluyordu, aradığı sıcaklığı buluyordu. 1,5 yıldır sadece ülkesinden değil aile ortamından da ayrıydı. Aile ortamında yaşama arzusu, hele hele bir Türkle evlenmesini biraz daha fazla istekli kılıyordu.”
“Türkiye’yi İslam dünyasının bir merkezi gördüğüne dair konuşmaları olduğunu biliyoruz. Bu konudaki yaklaşımı nasıldı?”
“Kesinlikle böyle. AK Parti dönemi öncesinde de hep Türkiye’ye böyle bir önem atfetmiş. ‘Türkiye, eninde sonunda tarihinin, coğrafyasının kendisine atfettiği rolden geri duramaz.’ buna dair genel bir paradigmatik yaklaşımı vardı. AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin kat ettiği yol, ortaya koyduğu demokratikleşme, insan hakları ve kalkınma noktasındaki performans onu gerçekten çok hayran bırakıyordu, etkiliyordu, memnun oluyordu ve seviniyordu. Türkiye ile ilgili bütün olumlu haberler onu coşturuyordu. Türkiye ile ilgili kötü haberler, darbe dönemi olsun, gezi hadiseleri olsun onu kaygılandırıyordu. Bunlarla ilgili güzel yaklaşımları, analizleri de oluyordu. Türkiye’nin bilhassa kalkınma ve demokratikleşme noktasında kat ettiği yolla Arap dünyasında çok iyi bir model oluşturduğunu, eninde sonunda tüm Arap dünyasının bu modelden etkilenerek bir yerlere gideceğini belirtiyordu. Tabi hiçbir modelin bir yere tıpatıp uygulanamayacağının o da farkındaydı ama bir tür esinlenmenin, bu tarz bir etkilenmenin, Türkiye’den esen bir rüzgarın oralarda da yankılanacağının çok farkındaydı ve bunu da hissettiriyordu. Arap Baharı sürecinde mesela, paralelliğin mutlaka oluşmakta olduğunu görüyordu. Arap Baharı sırasında çok büyük bir coşku yaşıyordu. Kendi ülkesine muhalif değil idiyse de o dönemde, Arap Baharı sürecinde ülkesiyle muhalif düşüncelere sahipti. Buna rağmen bu muhalif düşünceler onu ülkesinde takip edilmesi, susturulması gereken bir insan kılmıyordu. Açıkçası, kendi ülkesinin Arap Baharı’na yaptığı olumsuz katkıdan mutsuzdu. ‘Muhalif gazeteci’ olarak niteleniyor ama bu son 1,5 yıl içinde ona yapışmış bir ifade olarak kaldı. Onun öncesinde gayet iyi ilişkileri var. Muhalefet ediyordu, eleştiriyordu, kendi yönetimini eleştirmekten çekinmiyordu ama eleştirirken çok gerçekçiydi. Yani bir alternatif arayışında değildi. Yani başka bir hanedan, Suud ailesinden başka bir aile, bir kral arayışı yoktu.”
Tam olarak ne istiyordu?
“Nasıl İngiltere’de bir krallık varsa, Suudi Arabistan’da da bu krallığın ülkenin bir gerçeği olduğu düşüncesindeydi. Ona dair bir itirazı yoktu. Ama bu krallığın İngiltere’deki gibi daha demokratik, insan haklarına daha saygılı, daha iyi bir yönetim olma imkanı vardı. Onun için Kral Abdullah vefat ettikten sonra yerine gelen Kral Selman bin Abdülaziz’in ilan ettiği reform politikaları onu bir hayli umutlandırmış ve çok lehte beyanlarda bulunmuştu. Hatta Yemen’de var olan o kaosu giderebilecek bir müdahaleye çok itirazı yoktu. İlk etapta buna da muhalif değildi.”
Siz bir yazı yazdınız. Cemal Kaşıkçı’nın suçu neydi? Orada da bu cinayeti sorguladığınız Cemal Kaşıkçı’nın suçu neydi gerçekten? Neden hedef alındı?
“Tabii benim bahsettiğim Cemal Kaşıkçı’nın bu olayda neden öldüğü, burada nasıl bir hataya düştüğü. Suçu ‘Güvenmekti’ demiştim. Kendi ülkesine çok güvendi. Ülkesinin, insanının kendisine böyle bir kötülük yapmayacağına çok güvendi. Türkiye’ye güvendi. Türkiye içerisinde böyle bir olayın gerçekleşemeyeceğine çok güvendi. Çünkü Türkiye güçlü bir hukuk devleti, kanun devleti, polisin gücünün ve kabiliyetinin çok iyi olduğu bir ülke. Dolayısıyla burada kendisine yönelik bir suikast veya kaçırma olamayacağını düşünüyordu. Bir de tabi konsoloslukta böyle bir şeyin olamayacağına güvendi. Sıradan insanın güvenebileceği en basit şeye güvendi. Bu güven zedelenmiş oldu. Bir insanın konsolosluğa giderken, konsolosluğuna güvenememesi gibi bir ihtimali akla getirdi bu olay. Korkunç bir olay. Bir insanın kendi ülkesinin konsolosluğuna güvenememesi ne demek? Her insanın yurt dışında kendi ülkesinin konsolosluğuna bir şekilde işi düşer. Konsolosluklar eğer insanların rahatlıkla cinayetler işleyebildikleri ve bunu ört bas edebildikleri yerler ise bu insana güven vermez ki. Modern dünya, güven duygusunun ve gerçeğinin çok gelişmiş olmasıyla tanımlanan bir dünya değil midir? Tabi kendi ülkesi tarafından kendisine atfedilen bir suçu yok. Suçu muhalif olmaksa bu muhalefeti eskiden de vardı. Bazen Arap Baharı sırasında kendi ülkesine muhalefet etti ama kimse ona ‘Neden muhalefet ediyorsun?’ demedi. Bu sefer bir takım tutuklamalara yaptığı itirazlar, başlarda desteklediği Yemen müdahalesinde daha sonradan işlerin çığırından çıkması, çok ciddi insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmış olması, Suudi Arabistan’ın oradaki varlığının Yemen krizini çözmek yerine daha da derinleştiriyor olduğu noktasında bir takım gözlemlere sahip olmaya başladı. Şu anda hepimiz bu gözlemlere sahibiz. Şu anda tüm objektif gözlemciler Suudi Arabistan’ın Yemen’de sorunu çözmek gibi bir misyonunun kalmadığını, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın İran ile beraber Yemen’de krizi daha da derinleştirdiğini biliyor. Bu üç ülke Yemen’i Yemen’e bırakmıyor. Aynı şey şu anda Suriye’de, Libya’da ve Mısır’da söz konusu. Kaşıkçı, kendi ülkesi yani Suudi Arabistan’ın sorunu çözmek bir yana, sorunu daha da derinleştiren bir rol oynadığını açık açık söylüyordu. Bu eleştiriler yapılır. Bunlar tek başına rahatsız eder eyvallah ama bir öldürme sebebi olabilir mi, yok etmeyi gerektirecek kadar bir insandan nefret etmeyi gerektirir mi? Öyle zaediyorum ki daha başka sebepler de vardı, daha ötede sebepler. Suudi Arabistan’ın şimdiki yönetimi tarafından Cemal Kaşıkçı sadece muhalif gazeteci olmasıyla değil zaediyorum biraz da muhalefeti örgütleme kapasitesine sahip bir beyin olarak da görüldü. Ona bu rol de atfedildi. Bu sadece vehmedilen bir rol. Kaşıkçı’nın o kadar da abartılacak bir rolü yoktu. Kendisinin söylediği, ‘Benim böyle bir rolüm olamayacağıydı.��� ‘Suudi Arabistan’da böyle bir şeyi yapmak şu anda mümkün değil’ diyordu. Ama öbür tarafta böyle bir vehim vardı. Bu vehim nereden kaynaklandı? Ben bu vehim biraz korkaklıktan, paranoyadan ve iktidar paranoyasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.”
Suudi Arabistan’da doğmuş, büyümüş, devletin çeşitli kademelerinde görev almış, devletin çeşitli gazetelerinde genel yayın yönetmenliği yapmış. Arkasında önemli bir tecrübe var. Ama fikri olarak baktığımızda karşımızda neo-Selefi, Vahabi bir toplumdan ortaya çıkan ama daha özgürlükçü fikirlere sahip olan bir isim var. Aslında böyle birisinin ülkede yapılan bir takım değişikliklerden umutlanması gerekmez miydi?
“Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımızın da itiraz ettiği ‘ılımlı İslam’ gibi kavramlarla bir reform politikası ilan etmişlerdi. Bunlar güya İhvan’a karşı. Suudi Arabistan’ı geri bırakan İhvanmış gibi bir söylem kullanıyorlar. Çok yanlış kodlamalarla giden bir süreç bu. Olayı ideolojiye vuran ama kendisi o ideolojiden kurtulamamış bir zihniyet var ortada. Kaşıkçı da son mülakatlarından birinde aynen böyle şeyler söylemişti. Suudi Arabistan’daki anlayış, yüz yıl önce atalarının yönettikleri gibi ülkeyi yönetme isteği. Siyasette bir açılım yapmadıktan sonra, sadece dinle uğraşmak, sadece dindar insanların farklı anlayışlarıyla uğraşmak sizi hiçbir yere götürmez. Sadece dindar insanları biraz daha rencide etmekten başka bir anlam ifade etmez. Esasen o dindar dediğiniz insanların inanç ve düşünceleri belli bir siyasi anlayış tarafından kullanılmadığı sürece çok da zararlı olmaz. Bugün geliyoruz biz tüm dünyadaki terör, şiddet sarmalını bir mezhebin bir anlayışına bağlıyoruz. Halbuki o mezhebin, o anlayışın hiçbir fonksiyonu yok. O mezhebi, o anlayışı kullanabilen siyasi odaklar işin asıl sorumlusudur. Yoksa o din anlayışı her yerde olur. Her yerde insanlar dünyayı çok farklı dini anlayışlarla, hurafelerle, bidatlarla yorumlar. Bu dünyanın kaderidir. Ama problem, bunları siyaseten alıp değerlendirebilmek, bunları siyasetin bir parçası haline getirmektir. Zihniyet dünyaları ile siyaset arasındaki ilişkiyi ihmal ederek bu noktada hiçbir analiz yapılamaz. Zihniyet dünyalarını hedef alacak yerde maddi altyapıyla uğraşmak lazım. Maddeci bir görüntü vermiş olmayayım ama işin bir de altyapısı var. Bu altyapı ihmal edilerek, sadece zihniyet dünyasını hedef almanın hiçbir anlamı yok. Unutmayalım ki, Türkiye’de rasyonelliğin, makullüğün ve ılımlılığın sebebi olarak gösterilen aynı Hanefilikten ve Maturidilikten Afganistan ve Pakistan’da Taliban veya el-Kaide tarzı bir kültür üretilebilmiştir.”
Özellikle Arap Baharı sonrası Arap dünyasında demokrasi rüzgarı esmiş, insan haklarının daha geniş biçimde uygulanacağı, ifade hürriyetinin daha geniş bir şekilde bütün Arap dünyasında yer alacağı, serbest seçim sistemiyle halkın istediği kişileri iktidara getireceği yeni bir döneme dair kanaat oluşmuştu hepimizde. Hemen ardından bir İhvan, Müslüman Kardeşler mevzusu gündeme geldi. Bu anlamda Körfez’de de Müslüman Kardeşler korkusu çok büyük. Hem Körfez’in bu Müslüman Kardeşler paranoyasını değerlendirmenizi istiyorum hem de Cemal Kaşıkçı’nın fikri yapısıyla İhvan’a olan bakışını merak ediyorum.
“İhvan korkusu aslında demokrasi korkusudur. Çok net ve açık. İhvan, şimdiye kadar İslam dünyasının hiçbir yerinde demokrasi dışında herhangi bir yolla iktidara gelmek gibi bir yol gütmedi. Öyle bir planı, programı yok. Eğer düşünce dünyalarına yükleneceksek İhvan’ın düşüncesi çok daha eleştiriye açık, kendi içinde çeşitlilikleri barındırabilen modernize olmaya da çok yatkın bir anlayış. Demokrasiyi de destekliyor. Dünyada yaygın oldukları her zeminde demokratik yollarla iktidara gelmeye de açıklar. Hiçbir şekilde şiddete bulaşmadılar ve şiddeti kendi programlarının parçası haline getirmediler. Hangi ülkede hangi İhvan grubu böyle bir şey yapmış? Peki böyle olmadığı halde Mısır’da ne oldu? Seçimle iş başına geldi, darbeyle gitti. Seçimle iş başına gelenler herhangi bir şiddet enstrümanı kullanmadılar. Ama onları devirenler şiddetin en acımasızını kullanıp 3 bin savunmasız insanı katletti. Bu arada Körfez ülkelerinin desteklediği Selefi gruplar da darbeyi, katliamlara rağmen desteklediler. (Elbette bütün Selefi gruplar öyle değildi, nitekim Mısır’da darbeye karşı çıkan Selefi gruplar da vardı, liberal gruplar da vardı. Onların hepsi darbeye karşı çıktılar.) Açıktır ki, İhvan bu işin mağduru oldu. İhvan şu anda İslam dünyasında herhangi bir şiddet faaliyetinin faili değil hep mağduru, nesnesi ve kurbanı. Ona bu kadar yüklenmek çok saçma bir şey. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da İhvan’ı şeytanlaştırmak ve ötekileştirmek için çok yoğun bir propaganda var. Bu yönde bir söylem takip ediliyor ve dünyanın parası harcanarak lobi faaliyetleri yapılıyor. ABD’de, İngiltere’de İhvan’ın bir terör örgütü olduğu lansmanını yapmaya çalışıyorlar. İhvan’ın savunmasını yapmak bize mi düşer? Düşmez. Biz İhvan mıyız? Değiliz. Bizim İhvan’la bir alakamız var mı? Elbette ki yok. Biz İhvan’ı İslam coğrafyasının çok önemli bir parçası olarak görüyoruz. Ben bir sosyoloğum. Sosyolog olarak İslam dünyasının her tarafıyla az çok ilgileniyorum. Şu anda İslam dünyasında demokrasi dostu veya demokrasiye yatkın diyebileceğimiz, beraber çalışabilecek İhvan’dan daha organize ve daha güçlü bir grup yok. Bu ister Sudan’da, ister Libya’da, ister Yemen’de, ister Irak’ta olsun. Tamamen demokrasiyle çalışmak isteyen, demokratik yollarla mücadele vermek isteyen, ülkeleri üzerinde demokrasi baskısı yapan İhvan’dan daha güçlü bir grup yok. Bu yüzden İhvan düşmanlığı olsa olsa, demokrasi düşmanlığı olsa gerek. İhvan hiçbir yerde darbe yapmadı, hiçbir yerde şiddete de başvurmadı. Bilakis İhvan’ın her yerde makulü aramaya çalışan bir yaklaşımı var.”
Türkiye’yi veya hatta AK Parti’yi İhvanla özdeşleştirmelerini nasıl anlamak gerekiyor? Aradaki ilişki nedir?
“Tabi Türkiye’yi İhvanla bir ve beraber göstermeye çalışmalarına da ayrıca değinmek gerek. Türkiye veya AK Parti’yi İhvan’la özdeşleştiriyor olmalarını çok basit ve ucuz bir propaganda olarak görüyorum. Bahsettiğim çerçevede İhvan’a dair sosyolojik tespitleri size saatlerce yapabilirim. AK Parti’nin de analizlerini yaparız. AK Parti ile İhvan arasında dağlar kadar fark vardır. AK Parti ve İhvan, apayrı dünyalardır. AK Parti bir defa İslamcı bir parti olmadığını baştan itibaren deklare etmiştir. Siyasi parti olarak iyi yönetime, adil yönetime taliptir. Ülkenin kalkınmasına, demokratikleştirmesine ve özgürleştirilmesine taliptir. AK Parti, toplumun tüm renklerini, çeşitliliklerini bünyesinde barındıran, toplumun ortak aklı ve iradesini yansıtan bir yapıdır. AK Parti’yi bir zihniyete hapsedemezsiniz. Biz ‘AK Parti İslamcı parti değil’ derken elbette AK Parti İslam’a mesafeli, İslam’la alakası olmayan bir parti demek istemiyoruz. Ama AK Parti içinde hiç İslam’la alakası olmayan, İslam’a inanmayan seküler, liberal veya başka eğilimlere sahip insanlar da olabiliyor. Bu anlamda AK Parti’yi tanımlayan şey dinsel tutumu değil. AK Parti’de insanları bir araya getiren şey ülkenin geleceği, kalkınması, demokratikleşmesi, özgürlüklerin geliştirilmesi, güvenliği ve genel kimliğidir. Biz kimseye dini bir kimlik veya ideoloji yüklemek durumunda değiliz. Kendimize öyle bir misyon yüklemedik. Bununla birlikte AK Parti muhafazakar demokrat bir partidir.”
Kaşıkçı sosyal medyada da aktif biriydi. Fikirleriyle bir ilham kaynağı mıydı?
“2 milyona yakın takipçisi vardı. Bir tweet atığında, bir açıklama yaptığında bir saat içinde yüzlerce, hatta binlerce tepki alabilen biriydi. Bu özelliği muhtemel ki Suudi Arabistan’da bazı kişileri kızdırıyordu.”
Kaşıkçı İhvancı bir fikre mi sahipti? Ondan dolayı mı Körfez’de tehlikeli görünüyordu? İhvan’ın bölgede demokrasiyi savunan bir yapı olduğunu mu düşünüyordu?
“Muhtemelen Kaşıkçı İslam dünyasındaki birçok entelektüeli tanıdığı, birçok İslami veya siyasi çevreyle çok yakın ilişki içinde olduğu gibi, İhvancı çevrelerle de yakın ilişki içindeydi. Onlarla da belki bir etkileşim içinde olabilirdi. Ama onu salt bir İhvan çizgisine hapsetmek doğru değil. Çok daha farklı kesimlerle, liberallerle de çok iyi ilişkide olan bir insandı. Hem Mısır’ın hem İslam coğrafyasının liberalleriyle de sol cenah insanlarıyla da yakın bir ilişkisi, etkileşimi olan bir insandı. Ama dindar bir insandı. Gerçi bugün İhvan dediğimiz çizginin de sınırlanabilir bir çerçevesi yok. Selefilik gibi değildir. Selefiliğin belki sınırlanabilir çerçevesi var. İhvan düşüncesi içinde çok farklı düşünürler de çıkabilmiştir. Demokrasi konusunda ultra fikirler öne sürebilen insanlar da çıkabilmiştir. O anlamda çok sınırlayıcı ve tanımlayıcı bir şey değil. İslam coğrafyasında insanlara bir kimlik atfettirebilecek bir yapı sayılmaz aslında. Onun için ben İhvan’ı demokrasi kültürüyle bağdaşan bir yapı olarak görüyorum. Elbette birçok yerde çok farklı yanlışları, siyasi hataları da olmuştur ve bunun bedelini de ödemektedir. Cemal Kaşıkçı’nın siyasi bir pratiği veya örgütsel bağı yoktu. Suudi Arabistan içinde örgütlü bir yapının parçası değildi. Zaten uzun zaman resmi bir hüviyeti vardı. İhvan hareketi içinde organik bir rol almış değildi. Ama fikri olarak belki bir yakınlık görülebilir. Demokrasiyi, demokratik açılımı savunuyordu. Ama isteyebileceği demokrasi cumhuriyetçi değil belki Suudi Arabistan bağlamında monarşik bir demokrasi olabilirdi. Bu arada tabii ki fikirleri sadece Suudi Arabistan’a hapsedilemez. Tüm İslam dünyasıyla ilgili, Türkiye ile ilgili de düşünen bir insandı. Türkiye’de olup bitenleri de çok yakından izliyor, fikir yürütüyordu. Mısır için de… Arap Baharı sırasında tüm İslam dünyasının topyekün tekrar demokratik bir yönetime kavuşmasına dair fikirleri vardı. Bu konuda çok aktifti. Zaten katıldığı toplantılarda bu konular üzerinde konuşuyordu. Suudi Arabistan’ın buna verebileceği, vermediği, vermekten çekindiği katkı, hatta yaptığı engellemeler üzerine de tabi ki konuşuyordu. Bu da onu ilginç kılıyordu. Şunu söyleyebilirim, Suudi Arabistan’dan bu şekilde bu kadar açık, geniş ufuklu konuşabilen çok fazla insan çıkmıyor. Çıksa bile bu kadar kendini rahat ifade edemiyor. Hem İngilizce hem Arapça olarak kendini çok iyi ifade ediyordu. O yüzden ben diyebilirim ki bu tür toplantılarda söyleyeceği şeyler en çok merak edilenlerden birisiydi.”
Özellikle Arap dünyasından birçok aydın Türkiye’de, Avrupa’da yaşıyor. Kaşıkçı suikasti onlar için demokrasi yolunda teşvik edici mi korkutucu etkisi mi olacak?
“Cemal Kaşıkçı’nın başına gelen olayın tüm aydınları korkutacağını kimse düşünmesin. Ben öyle inanıyorum ki, ölme veya öldürülme biçimi, yaşadığı hayatı şehadetle taçlandırmış oldu. Onurlu, duruşlu ve mücadele dolu bir hayat yaşadı. Söyleyeceklerini söylemekten hiçbir zaman geri durmadı. Çekinmedi. Bazıları onun Suudi Arabistan’a geçmişte yakın durmuş olmasını eleştiriyor ama bu neden eleştiri konusu olsun ki? İnsan kendi ülkesine her zaman muhalif olmak zorunda değil ki. Önemli olan mutlak yanlış gördüğü şeyleri eleştirmekten, düzeltmeye çalışmaktan geri durmamak. Arap Baharı’nda aleni şekilde kendi ülkesini eleştirdi. Ülkesinden farklı bir duruş sergiledi. Katar meselesinde de farklı duruş sergiledi. Farklı duruş sergilediği için kendisinin inanmadığı şeyleri savunmak zorunda kalmamak için kendi ülkesini terk etmek zorunda kalmış bir insan. Hicreti yaşamış bir insan. Hicreti yaşamış olmaktan dolayı bir ıztırap içerisinde yaşadı ama o hayatın anlatımı belki bir model bile oluşturur. Netice itibarıyla onun ölümüyle, onu öldürenler onu öldürmüş oldukları, öldürmeye karar verdikleri ana lanet ediyor. Çünkü rezil olmuş oldular. Bu işe bulaşmış olan herkes hem rezil oldu hem belasını buldu hem de cezasını da çekecektir. Dünya vicdanında, kamu vicdanında yargılanmaktan kurtulamayacaklar. Onun şehadeti böyle bir olaya vesile olmuş oldu. Bu olay insanları daha özgür düşünmeye, düşündüklerini bir duruşla, bir bedelle taçlandırmaya dair canlı bir model oluşturdu. Özgür düşünmenin bir bedeli olabileceğini de gösterdi belki de. İnsanlar ‘Özgür düşünelim ama başımıza hiçbir şey gelmesin’ demeye daha yatkınlar elbet. Öyle bir dünya yok. Dünya, kuruldu kurulalı özgür düşünen insanların bir bedel ödemek zorunda oldukları bir yerdir.”
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
guncelpdfindir-blog · 6 years ago
Text
Ortadoğu Yıllığı 2012
Ortadoğu Yıllığı 2012 Ortadoğu Yıllığı 2012’nin birinci bölümünde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ele alınırken ikinci bölümde “Çekirdek Ortadoğu” olarak tanımlanan bölgede bulunan 15 ülkede 2012 yılında siyasi ekonomik ve toplumsal alanda yaşanan gelişmeler bir yıllık formatında incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise bağımsız makaleler yer almaktadır.
Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2012 / Kemal İnat Ortadoğu Ülkelerinin 2012 Yılı Gelişmeleri Irak 2012 / Rıdvan Kalaycı İran 2012 / Murat Yeşiltaş Filistin 2012 / M. Cüneyt Özşahin Lübnan 2012 / Cenap Çakmak İsrail 2012 / Yıldırım Turan Suudi Arabistan 2012 / Muhittin Ataman – İsmail Akdoğan Mısır 2012 / İsmail Numan Telci Suriye 2012 / Nebi Miş Ürdün 2012 / Zafer Akbaş Birleşik Arap Emirlikleri 2012 / Mustafa Caner Yemen 2012 / Ensar Muslu Kuveyt 2012 / Fahriye Keskin Umman 2012 / Selim Dursun – Sefa Mutlu Koca Katar 2012 / Mustafa Yetim Bahreyn 2012 / Ahmet Öztürk Ortadoğu Üzerine Makaleler Türkiye’nin İsrail ile İlişkilerinin Değişen dinamikleri: Bir ‘Güvenlikleştirme’ Analizi/ Ali Balcı – Tuncay Kardaş Ortadoğu’da Dinsel ve Mezhepsel Çatışmalarda Ulemanın Rolü Üzerine Eleştirel Bir Yaklaşım / Muammer İskenderoğlu Franda’da İslamofobik Söylemin Ana Akımlaşması ve Arap Baharı’nın Ekisi / Ömer Behram Özdemir Arap Baharı’nın İran-Suudi Arabistan İlişkileri Üzerindeki Etkisi / İsmail Akdoğan
Ortadoğu Yıllığı 2012
0 notes
yenicagkibris · 6 years ago
Text
Siyasi alaturkadan akademisyen lakırdıcılarına - Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-KdS Benim özellikle 12 Eylül döneminden başlayarak BBC Türkçede takip etmekte olduğum ve Kökeni Kıbrıslı olan Metin Münürün geçenlerdeki yazısı aslında basit, fakat burada hiç söylenmemesi gereken doğru olması nedeniyle, oldukça çakışan önemli bir ifadeydi. K. Kıbrıs yetkililerinin konumunu net şekilde “Konya valisi kadar yetkilerinin” olmadığını basit dil ile yazar. Üstelik, Metin Münür öyle siyasal olarak net duruş göstermemeğe çalışıp, gazetecilik gözüyle yazı yazan birisidir. Ben senelerdir Metini böyle anladım. Katılmadığım görüşleri olmasına rağmen, iyi gazetecilik yapması ve referans olarak da kulanma şansım olması nedeniyle, hep izledim. Nitekim, Metin Münür sırf gazetecilik ve köşe yazarlığı yapıp kendince görüşlerini belirtiği için de AKp rejiminin ilk Miliyet gazetesinden kovdurtuğu gazetecidir! Anlayacağınız, Metin Münür gibi gazetecinin yazdığı ve kıyası “Konya valisi” ile yaptığı gerçeği, onca kriz dalgasının vurmasına ve altüsletrin oluşuna rağmen, K. Kıbrısta kendini Erdoğan karşıtı gösteren kesimlerce dahi yapılmadı. Bundandır ki Münürün yazısı okuyanlar tarafından karşılık buldu. T.24 yazılan bu makalenin ayni zamanda önemli Türkiyeli aydınlarca da okunduğunu anımsatayım. Fakat, acı olan, burada onca gerçeğe karşın bu tesbit kıyası yapılmadı. Metinin devamında gösterdiği seçeneği de pek söyleyen olmadı! “Kıbrıs sorununun çözüm” alternatif olması gerektiği….. Brakın yaklaşmayı, hala göstergelerin keskinliğine rağmen, hala içsel tetbirler gibi anlamsız ve kamuyoyunda resmen karşılık bulan Siyasal Alatürka gündemleri arasında da sıkışıp kaldık. Hele kazayla bazı mesleki veya çalışma gurupların rantına dokununca da çığlıklar başlar! Kamu çalışanların ek mesayi veya kiralarda sabit kur gibi kararlar hemen rantcıları tarafından tepkiyle karşılandı. Fakat, onca öneri ve tepki, olayın temel noktası olan TL bağımlılığı ve daha geneli Türkiyeleşen K. Kıbrısın yöneticilerinin Türkiyedeki il valisi kadar yetkisi olmama duruşu hala oldukça uzak….. Uzak da lakırtıya meraklı ve ünvanıyla yanlışını örtüp ünlü olacağına kesin inanan Akademisyen tipleri de ayni kervana etiketleri ile katılıyorlar! Öyle konuşmalar yapıyorlar ki sanırsınız bir yanda ingilterede yaşıyorsunuz, ansızın kendinizi Kaf dağının ardında bulursunuz. Ama, şu krizin Finans kapitalin Türkiye dalgasının TL bağımlılığını pek duymazsınız. Garantörsüz olmaz, sığınılacak liman kelimeleri ise siyasal olmazsa olmazdır. Biz kendi kulandığımız parada etkimiz yokken, Merkez bankasında yetki sahibi değilken, masada da kurulacak Merkez bankasında eşitlik isteğip olmadığı zaman da Ruma veriştirmeği başta Akıncı hazretleri hemen yapıyor…. İsterseniz, konuya son günlerdeki konuşturulmayan ve içeleştiğimiz Türkiye yaşanmışlıklarıyla, nasıl bir bağlarda olduğumuz ve “olmazsa olmazımızın” aynasına bakalım…… Sevgili eski hocam ve Ünüversite bitirme tezimin de akademisyeni olan Emre Kongar, Türkiyedeki son yaşanan iki olguyu alıp birleştirdi! “Şarbonlu adalet”* Türkiyede pek duyulmayan Şarbon garantinaya dek uzanan gelişme, şaşırtıcı olması gerekirdi. Üstelik ek bilgi ile ital edilen etlerin yaklaşık 6 aydır Vetenirerler tarafından kontrol edilmediği de vurgulandı. Şaşırabilirsiniz: Türkiye et hem de önemli sayıda havanla ital ediliyor. Oysa, eski ezberde, Türkiye önemli havancı bir ülke olup, kaçak la birlikte havan ihraç ediyordu. Şimdi, kontrolsuz ve hem de önemli sayıda birçok ülkeden et ital ediliyor! Ardından da Şarbon hastalığı çıkıyor… Hani, Et ve Balık kurumları “devlet kasaplık yapmaz” denilip, özeleştirilip kapatılıp binaları ranta açıldıydı!****** Halk Bankın marifetleri ta ABD yargısına dek uzanıp, vreilecek ceza beklenip, onun siyasi pazarlığına girişilirken: şimdi de yarım saat içinde Dolar ve URO satışıyla yapılan vurgun konuşulmaya çalışılınıyor. Denetcilere göre en azından banka yöneticileri istifa etmeleri gerekir! Bu yarım saat içinde yaklaşık 4 Milyon doları alanların da elinden alınamıyacağı belirtiliniyor. Ama, Halk Bank öylesine olaylara karıştırıldı ki Hakan Atila ABD hapisanesinde bulunurken, bankaya gelecek cezayı engeleme adına rehin pazarlıkları papazla yapılmaktadır.***** Özellikle, zamanında Ortam gazetesi ve Yeni Çağ haftalık yayın organını izleyenler, benim Telekom özelleştirmesi üzerine oldukça detaylı uyarıcı yazılarıma raslayacaktır. Ayni zamanda ilgili dönemde başta Ahmet Uzuna da uzun uzun uyarı dolu belgelerle buradkki ceptelefon gibi iletişim konusundaki özelleştirme adımlarına da birlikte yer verdim. Şimdi, önce Ahmet uzun konusunda öyle bir haklı çıktım ki, şimdi onu savunan yok. İletişimde Telefoncu kamu kardeşimin ne hale geldiğini herkes görüp destek dahi vermiyor! Aynisi, neyazık ki elektrik için de geliyor…. Türkiyedeki Türk Telekom özelleştirmesinin de fiyasgosu öylesine yaşandı ki, Lübnan kökenli Sudi sermayedarlı ve ingilliz tamamlayıcı tekel iyi bir vurgun vurdu. Kiranın önemli kısmını ödemedi* Aldığı krediyi de ödemedi* Karın önemli kısmını da cebine koyup, kuruluşu alırkenki kasadaki parayla birlikte alıp gitti! Sadece, kurumu alırken ki zorunlu özelleştirme parasının birkısmını ödedi. Şimdi, Telekom, resmen kredileri alınan bankaların, ödenmeme sonucu bu payı ele geçirdiler. Geldi, aldı ve kaçtı. Refik Harerinin veya genel Hareri sülalesinin o dönemki ayni şirketin Yunanistanda ABD elçiliğinden Cumhurun dahi dinlenme sgandalının da olduğu gerçeği dahi uyarmaya yetmedi. Yunanistan hemen kovarken, Türkiye Telekomu veriyor, benzerini kamucu geçinen CTp Ahmet amca ve Ferdi hazretleriyle birlikte teslim ediyorlardı!***** Herkes “biz hariç” idlipi ve Suriyenin Kuzeyini konuşup geleceğini deşiyor. İlginç bir haber, Kuzey Suriyedeki ÖSO dan geldi. Meyerlim, bu çapulcu cihatcıların maaşlarını Türkiye ödüyor. Ödeme şekli de TL! Türk Lirasının düşmesi ile Suriyeli ve öteki bağlantılı maaşcılar Türkiyeden Suriye para birimli ödeme istemeğe başladılar. Ozaman!Başka haberleşmeyen önemli bilgi de şu: günlerdir çeşitli şekilde Dersimde ormanlar yanıyor. Yangınlara güçlekler altında halk müdahale ediyor. İdiyalara göre PKK kesimini açığa çıkarmak için topcu ateşiyle çıkarılmaktadır. Hat ta, CHP heyeti konuyu incelemeye gidince de kente sokulmadı. CHP tıs çıkarmadı… Türkiye batı medya kesimi de suskunca öteki bölge gelişmeleri gibi geçiştiriyor….. Derken, yazı öncesi gelen ekonomi haberleri ile eflasyonun yükselmeye devam edip son 20 yılın en yüksek rakamları çıktı. Ekonomide daralma olmaktadır. Şirketlerin sıkışmaya başladığı da görülüyor. Döviz istikrarsız şekilde yükselti bandını hep yukarılara çekiyor. Bu bilgiler Türkiyede peşpeşe gelirken de burada sanki TL bahar dönemini yaşayıp, Türkiye kendi reçeteleriyle kurtulmuşcasına siyasal alaturka şarkılarına devam ediliyor. “hükümet reforum yapmalı* Türkiyenin paketlerini uygulayıp, oradan gelecek nakit le kriz atlatılacak mış! Koltuk bekleyen ötekine istifa derken, koltuktaki de Türkiyeye gidip konuşacağını söylüyor. Bu arada bizde de fırsatı kulananlar fiyat artışları, döviz simsarcılıkla da köşeleri dönüyor.Akademik lakırtılarla da sanki kriz buradan kaynaklanıp, yönetime tetbirler söylemeye veya ahaliye “dövizle borçlanmayın” diyerek bilimselikler lakırtılaşıyor. Ensonki tuhaflık da şu: sokakta konuştuğum ve adı Akademisyen biçiminde ifade etirilen kişi, ilginç tesbitini patlat tı! “Bak, Katar ve çin Türkiyeye para verip bu krizi çözecekler” dedi. Doğrusu “maşalah” dedim. Demek ki Katara dek işimiz düştü. Ama, onlar Güneye para akıtıyor demeği de engeleyemedim. Boşuna değil, okul değil cami, Camileri tarikatlara devredip Kuran Kurslarla kendi insan tiplemelerini de yetiştiriyorlar. Bizler ise beleşçilik ile işbirliğine öylesine alıştık ki çanakale gezisinde göstere göstere gericilik olan ilişkileri, bedava adına alıp susuldu! Böylesi gerçekler yaşanırken, TL kökenli vuran dalganın Türkiye adını söylemelerini mi bekleyelim?
0 notes
ahu-kaya-blog · 7 years ago
Text
Yavuz Sultan Selim kimdir
Tumblr media
Yavuz Sultan Selim kimdir, Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu, İslam halifelerinin yetmiş dördüncüsü olan Yavuz Sultan Selim, doğuya düzenlemiş olduğu seferler sonunda halifeliğin Osmanlı hanedanına geçmesini elde etmiştir.Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470‘de Amasya’da dünyaya geldi. Babası II. Bayezid, anası Dulkadırlı ailesinden Aişe Hatun’du. Şehzadeliği Amasya’da geçen Yavuz Sultan Selim, devrin mühim âlimlerinden Arap ve Fars Dili ile yüksek din ve fen dersleri aldı. Devlet idaresi ve askeri mevzularda eğitim alması için Trabzon Valiliği’ne atandı. Babası II. Bayezid’in güçlü bir padişah olmaması dolayısıyla, Yavuz Sultan Selim’in rlı kalmadı. Trabzon’a akınlar düzenleyen Gürcüler üstüne seferler düzenledi. 1508 senesinde Kars, Ardahan, Erzurum ve Artvin’e düzenlemiş olduğu seferler ile buraları Osmanlı topraklarına kattı. Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği döneminde Doğu Anadolu’da Şah İsmail’in başlatmış olduğu propaganda hareketleri şiddetli bir hal almıştı. Yavuz Sultan Selim bu durumdan babasını haberdar ettiyse de II. Bayezid hiçbir önlem almamıştı. Sultan Selim, Valilik göreviyle bu propaganda hareketlerinin önüne geçemeyeceğini bilmekteydi. 24 Nisan 1512‘de babasının tahttan indirilmesini sağlayarak kardeşleri korkut ve Ahmet Çelebileri saf dışından bıraktı ve Osmanlı Devleti’nin başına geçti. II. Bayezid bundan kısa bir süre sonrasında 26 Mayıs 1512‘de vefat etti. Yavuz Sultan Selim tahta geçtikten derhal sonrasında 1512 ve 1513 yılları aralığında Şah İsmail sorununu halletti. Safevi Devleti’ne karşı düzelediği seferler ile ülkenin doğu kesiminin güvenliğini sağlamış oldu. Doğu sınırları güvence altına alındıktan sonrasında Macar, Eflak, Boğdan, Venedik ve Mısır elçileriyle görüşüp yürürlükte olan sulh antlaşmalarını devamı için görüşmeler düzenledi. Bu sırada Şah İsmail, doğuda Akkoyunlu Devleti’ni yıkmış ve bu bölgeyi kendi kontrolüne almıştı. Koyu bir Şii taraftarı olan Şah İsmail, bölgede yaşayan Sünnilerin Anadolu’ya göç etmesine niçin olmuştu. Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da iktidarını sağlamlaştırmasının tek yolu Şah İsmail üstüne yürümek olduğunda batı illerindeki devletler ile anlaşmalar yapılmıştı. Yavuz Sultan Selim 1514 senesinde, ordusuyla birlikte İran üstüne sefere çıktı. 23 Ağustos 1514‘te İran Safevi devleti ile meydana getirilen Çaldıran Savaşı sonucunda Safevi devleti büyük bir yenilgi aldı. Sultan Selim’in Tebriz’e girmesi ile Şah İsmail firar etti. 15 Eylül 1514‘te Sultan Selim, Tebriz’den Karadağ’a yöneldi. Çaldıran Savaşı’ndan sonrasında İran’nın tamamı ele geçirilmek istense de hava koşullarının uygunsuzluğundan dolayı Amasya’ya dönüldü. Sadece Erzincan ve Bayburt ele geçirilmişti. Kısa bir süre sonrasında Anadolu’daki ve yeni ele geçirilen topraklardaki hakimiyetin kuvvetlenmesi için 12 Haziran 1515‘de Dulkadıroğlu Beyliği’ne son verildi. Böylece Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı topraklarına geçti. Fatih Sultan Mehmet döneminden beri süregelen Hicaz su yolları ve hacıların güvenliği mevzuları yüzünden Mısır Memlük Devleti ile Osmanlı Devleti’nin arası açıktı. Safevi Devleti’nin Memlük Devleti ile ittifak yapmasından dolayı Yavuz Sultan Selim ikinci doğu seferine çıktı. 5 Haziran 1516‘da çıkılan seferde Osmanlı ordusu kısa zamanda Mısır sınırlarına dayanmıştı. Mısır’a bağlı olan Antep ve Besni Kaleleri kısa zamanda teslim oldular. Mısır hükümdarı Kansu Gavri yenilerek öldürüldü. 24 Ağustos 1516‘da Mercidabık zaferinin kazanılmasından sonrasında tüm suriye Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 28 Ağustos 1516‘da Halp’in alınmasından sonrasında Hama, Humus ve Şam ele geçirildi. Lübnan Emirleri Osmanlı hakimiyetine girdiler. Arkasından Gazze ve Kudüs şehirleri alındı. Mercidabık Savaşı’ndan sonrasında Mısır’ın başına geçen Tumanbay, osmanlı hakimiyetini kabul etmemekteydi. Tumanbay yönetimindeki Mısır ordusuna karşı 22 Ocak 1517‘de Ridaniye Savaşı kazanıldı. Bu savaşla beraber Memlük Devleti yıkılmış, bölgede Osmanlı hakimiyeti güçlenmiş oldu. Bu seferler sonucunda Suriye, Filistin ve Mısır Osmanlı hakimiyetine girdi. 24 Ocak 1517‘de Kahire’nin alınmasından sonrasında Yavuz Sultan Selim Kahire’de Memlük Devleti’ne bağlı bulunan Abbasilerden halifeliği aldı. Yavuz Sultan Selim’in halifeliği alması ile Kahire’de bulunan mukaddes emanetler Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’a getirildi. Osmanlı Devleti, İslam dininde bağlayıcılık ve güç elde eden halifelik kurumunu ele geçird, Böylece ilk halife olan Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim oldu. 12 Eylül 1520‘de “Aslan Pençesi” adında olan bir çıban yüzünden vefat etti. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonrasında Sultan Selim Camii’ndeki türbeye defnedildi. Ölümünden sonrasında yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman geçti. Yavuz Sultan Selim döneminde bayındır faaliyetlerine de ehemmiyet verildi. Diyarbakır Fatih Paşa, Elbistan Yüce Camii, Şam Salihiye’de Muhyiddini Arabi’ye Camii, İmaret ve Türbesi yaptırıldı.
Tumblr media
Padişah
Tumblr media
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler süre içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre doktor muayenesinin yerini alamaz, doktor muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Arkadasca isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile ilgili en küçük bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur. Read the full article
0 notes
zerihcom · 5 days ago
Text
Erdoğan’dan Lübnan’a Mesaj: “Suriye İçin Birlikte Hareket Etmeliyiz”
2 minutes Kaynak: Kokludegisim.net Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Lübnan Başbakanı Necib Mikati ile Ankara’da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, Suriye’nin geleceği ve bölgesel istikrar konularında önemli mesajlar verdi. Erdoğan, “Suriye’de artık yeni bir dönem başlamıştır. Suriye’nin iki önemli komşusu olarak birlikte hareket etmemiz gerektiği…
0 notes
medyarehberi-blog · 7 years ago
Text
Tillerson Ankara ile temasa geçecek
Tillerson Ankara ile temasa geçecek
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Amman’da başlayacağı görüşmelerine Türkiye, Lübnan, Mısır ve Kuveyt’le devam edecek.
Tillerson’ın bölgedeki temasları 16 Şubat’a kadar sürecek. Türkiye ile Suriye’deki gelişmeler ve ABD-Türkiye ilişkileri ele alınacak.
  TÜRKİYE İLE SURİYE HAKKINDA GÖRÜŞME OLACAK
Tillerson, Ankara temasları sırasında Türk yetkililerle bölgesel konuları ve ikili ilişkileri ele…
View On WordPress
0 notes
aynur-dogan · 7 years ago
Text
2017’nin Vizesiz Gidilen Ülkeleri
Tumblr media Tumblr media
Yurt dışına gezi etmek artık eskisi kadar kolay olsa gerek. Bilgisayar ve web teknolojisinin gelişmesinin yanı sıra, artık pek oldukca Avrupa, Asya, Afrika ve ABD ülkesi ülkemizden gidecek Türklerden vize istemiyor. Gelin bu ülkelerin isimlerine beraber göz atalım… TÜRKİYE’DEN VİZE İSTEMEYEN ÜLKELER – 2017 TÜM LİSTE Vizesiz Antigua-Barbuda, Vizesiz Arjantin, Vizesiz Arnavutluk, Vizesiz Bahamalar, Vizesiz Barbados, Vizesiz Belarus, Vizesiz Belize, Vizesiz Bolivya, Vizesiz Bosna-Hersek, Vizesiz Brezilya, Vizesiz Brunei Sultanlığı (Yalnız 72 Saate kadar transit vize) Vizesiz Ekvador, Vizesiz ElSalvador, Vizesiz Fas, Vizesiz Fiji, Vizesiz Filipinler, Vizesiz Gambiya, Vizesiz Guatemala, Vizesiz Gürcistan (Geçişlik da gerekmez) Vizesiz Haiti, Vizesiz Honduras, Vizesiz Hong Kong, Vizesiz İran, Vizesiz Jamaika, Vizesiz Japonya, Vizesiz Kamerun, Vizesiz Karadağ, Vizesiz Katar, Vizesiz Kazakistan, Vizesiz Kırgızistan, Vizesiz Şimal Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (Geçişlik da gerekmez) Vizesiz Kolombiya, Vizesiz Kore Cumhuriyeti (Cenup Kore), Vizesiz Kosova, Vizesiz Kosta Rika, Vizesiz Kuveyt , Vizesiz Libya, Vizesiz Lübnan, Vizesiz Makau Hususi İdare Bölgesi, Vizesiz Makedonya, Vizesiz Maldivler, Vizesiz Malezya, Vizesiz Moldova, Vizesiz Mauritus, Vizesiz Moğolistan, Vizesiz Nikaragua, Vizesiz Nevis, Vizesiz Palau Cumhuriyeti, Vizesiz Panama, Vizesiz Peru, Vizesiz Rusya, Vizesiz Samoa, Vizesiz Singapur, Vizesiz San Marino, Vizesiz Santa Lucia, Vizesiz Sırbistan, Vizesiz Suriye, Vizesiz Swaziland, Vizesiz St. Vincent-Grenadines, Vizesiz St Kitts, Vizesiz StLucia Vizesiz Şili, Vizesiz Şeyseller, Vizesiz Tacikistan, Vizesiz Tayland, Vizesiz Trinidad-Tobago, Vizesiz Tunus, Vizesiz Tuvalu, Vizesiz Uruguay, Vizesiz Ürdün, Vizesiz Vanuatu, Vizesiz Venezuela, Vizesiz Vatikan. (Sadece ulaşım İtalya üstünden sağlandığı için vize gerekir) Vize için lüzumlu evrakların toparlanması ve meydana getirilen vize harcamaları, daha seyahate çıkmadan canımızı sıkmaya yetiyor. Üstüne dünyanın en pahalı pasaportuna meydana getirilen harcamalar ile yurtdışı çıkış harcı bunun tuzu biberi olmaya yetiyor. Ülkeler ile ikili ilişkileri ve dostluğu pekiştirecek politikalarla, vizesiz Avrupa ve vizesiz dünya yolunda sağlam adımlarla ilerleme kaydedileceğini umuyoruz.
Tumblr media
OKUDUYSANIZ yada IZLEDIYSENIZ PAYLAŞIN LÜTFEN HERKES OKUSUN Read the full article
0 notes
kitapindiroku · 7 years ago
Text
Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset) Kitabı pdf indir pdf indir
Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset) Arap Aleviler, Türkiye?nin çok kültürlü yapısı içerisin-de yer alan etno-dinsel kimlik gruplarından biridir. Arap Aleviler yüzyıllardır Akdeniz çevresine yerleşmiş bir heterodoks islam topluluğu olarak bilinmektedirler.2 Kendilerini etnik olarak Arap, dinsel olarak Alevi kimliğiyle ifade eden bu topluluk mensuplarının yaklaşık dört yüz yıl süren Osmanlı egemenliğinden sonra bir kısmı Suriye, bir kısmı Lübnan, geriye kalan kısmı ise Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında yaşamaktadırlar. Söz konusu yaşam alanlarında 20. yüzyılın başında bü-yük iktisadi, siyasi ve toplumsal dönüşümlere tanıklık edildi. Bu dönüşümler, altüst oluşlar temelde siyasal egemenlik biçiminin dönüşmesi şeklinde tezahür etti: Osmanlı imparatorluğu coğrafyasında imparatorluğun bölüşülmesi ve parçalarının yeni siyasal egemenlik rejimleri olarak vücut bulması söz konusu olmuştur. Bu coğrafyada çok etnili, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü imparatorluk idaresinden temelde ve uzun dönemde ulus devlet tarzında örgütlenen siyasal egemenlik rejimlerine geçilmiştir. I. Dünya Savaşı ile başlayıp II. Dünya Savaşı ile tamamlanan yeni uluslararası güç dengesinin kurulması sürecinde çizilen ulus devlet sınırları ve oluşturulan siyasal kodlar, bu coğrafyanın çok etnili, çok dinli, çok kültürlü yapısının söz konusu sınırlara ve kodlara tabi kılınması anlamına gelmiştir. 20. yüzyıl sonlarında dünya siyasal iktisadi matrisinde yaşanan dönüşümler, yüzyıl başında belirlenen kodların, kurumların, yaratılan tabiiyetlerin sorgulanıp dönüştürülmesine neden olmuştur. Böylece siyasal egemenlik rejimlerinin dönüştürülmesi ihtiyacı bir kez daha baş göstermiştir. Geçmişte bastırılan, siyasal egemenlik kodlarının içinde kendilerine yer bulamayan, fakat tarihsel olarak siyasal karakteri haiz topluluklar tanınma talebiyle yeniden tarih sahnesine çıkma fırsatı bulmuşlardır. Tabi oldukları siyasal egemenlik rejimlerince tanınma talepleri, kimliğe yönelik haklar olarak kavranmıştır. Her bir egemenlik biriminin, siyasal, hukuksal kodlarınca tanınmayan topluluklarıyla ilişkileri doğal olarak kendi içinde özgünlükler barındırmaktadır: Siyasal rejimin niteliği, çoğunlukta olan gruplar, azınlık olanlar, vb. hususlar mevzubahis ilişkinin kimi belirleyicileridir. ilişkinin mahiyeti ne olursa olsun, bu durum her devleti bu toplulukları siyasal egemenlik rejimi içine çekme sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Uluslararası güç dengesinin, güç reji-minin yapısının değişmesiyle birlikte, sorun daha çetrefil bir hal almış, (etnik, dini, kültürel, yani siyasal) tanınma talebi somut hak taleplerine dönüşmüştür. Çoğu durumda ulus devletin esası haline gelmiş olan homojenleştirici (tektipleştirici) yurttaşlık hukukuyla üstesinden gelinemeyecek siyasal gerilimler, şiddet olayları, katliamlar ve iç savaşlara tanıklık edilmiştir.
Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset) Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
leventgelegen · 7 years ago
Photo
Tumblr media
New Post has been published on http://sunsavunma.net/guncel/amerikan-destekli-suudilerin-katardan-talepleri/
Amerikan Destekli Suudilerin Katar’dan Talepleri
Amerikan Destekli Suudilerin Katar’dan Talepleri
Derhal Katar’daki Türk Askeri Varlığını Sonlandır!
Listedeki talepler, İran ile olan ilişkiler ile İslami Devlet ve Şam’ın Fethi Cephesi dâhil, bütün aşırılık yanlısı ve terörist gruplarla olan bağlantıların kesilmesini içermektedir.
Yazar: Patrick Wintour, The Guardian, 23 Haziran 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 23 Haziran 2017
Suudi Arabistan ve Körfezdeki müttefikleri, Katar’a iki haftadan beri uyguladıkları ticaret ve diplomatik ambargoyu kaldırmak karşılığında, Katar tarafından finanse edilen TV yayın kuruluşu al-Jazeera’nın kapatılmasını da içeren 13 maddelik bir ültimatom verdiler.
Associated Press tarafından elde edilen talepler listesi, onlarca yıldan beri Körfezde süregelen en kötü diplomatik krizde gerilimin yeni bir boyuta taşınması anlamına gelmektedir.
Suudi Arabistan ve boykota liderlik eden diğer ülkeler olan Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır, son günlerde, arabuluculuk sürecini başlatma gayretlerine yardım etmek isteyen ABD dışişleri bakanlığının, spesifik taleplerini belirleme yönündeki yoğun baskılarına maruz kalmışlardır. Suudiler tarafından liderlik edilen ittifak, Arap dünyasında en çok izlenen al-Jazeera medya kuruluşunu, kendi hükümetlerinin desteklenmesinin de altını oyan İslamcıların bir propaganda aracı olarak görmektedir.
Katar’dan talep edilen diğer ana istekler, İran ile olan ilişkilerin azaltılmasını, ülkedeki Türk askeri üssünün kapatılmasını, terörist organizasyonlarla ilişkilerin kesilmesini ve listede bağımsız ülkelerin iç işlerine karışma olarak tanımlanan faaliyetlere son verilmesini içermektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri dışişleri bakanı Anwar Gargash, Katar karşıtı ittifakın bir rejim değişikliği talebinde olmadığını vurgulamaktadır. Gargash yaptığı açıklamada Katar’ı, talep listesini çocukça açıkladığı için suçlamış ve bu hareketi ciddi arabuluculuk faaliyetlerini baltalama veya kimseye aldırmama politikasının diğer bir işareti olarak gördüğünü ifade etmiştir. Gargash’a göre Katar’ın komşularının talepleri ve endişelerini ciddiye alması gerekmektedir, yoksa bir boşanma gerçekleşecektir.
Liste Katar’a, krizde arabuluculuk yapmaya çalışan Kuveyt tarafından iletilmiştir. Katar’a istekleri karşılaması için 10 gün süre verilmiş fakat belirtilen taleplerin yerine getirilmemesi durumunda ne yapılacağı ifade edilmemiştir.
Katar’ın Orta Doğu’daki Pozisyonu Nedir?
Katar, Arap yarımadasında, tek kara sınırı Suudi Arabistan, yine tek deniz sınırı da İran ile olan minik bir ülkedir. Eskiden İngiltere’nin hamiliğinde olan Katar, bağımsızlığını 1971 yılında kazanmıştır ve o tarihten günümüze kadar da al-Thani hanedanı tarafından yönetilmektedir. Dünyada kişi başına düşen en yüksek geliri ile bu minik monarşi, muazzam petrol ve doğal gaz rezervleri sayesinde inanılmaz derecede zenginleşmiştir. Körfezdeki Arap komşularıyla arasındaki gerilim, Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan İslami hareketleri desteklemesi nedeniyle, son yıllarda iyice artmıştır. Katar şu anda izole edilmiş ve bir köşeye itilmiş durumdadır.
Birleşik Krallığın talepleri makul bulmadığının bir işareti olarak İngiltere dışişleri bakanı Boris Johnson, Cuma günü yaptığı açıklamada; ‘‘Körfezin birleşmesi ancak olaya dâhil olan bütün ülkelerin ölçülebilir ve gerçekçi tedbirleri görüşmeye hazır olmasıyla mümkün olabilir.’’ ifadelerini kullanmıştır. Birleşik Krallık, Körfez ülkelerine durumu yatıştırmak ve halen uygulanan ve bölgedeki herkesin yaşamını olumsuz etkileyen ambargo ve sınırlamaları kaldırmak için bir yol bulmaları çağrısında bulunmuştur.
Katar’a yönelik ABD politikası bugüne kadar karmakarışık bir seyir izlemiştir. ABD Başkanı Donald Trump, açıkça Suudi ambargosundan yararlanma peşindedir ve Katar’ı bir terör cenneti olarak tanımlamaktadır. ABD dışişleri bakanı Rex Tillerson ise bu hafta başında yaptığı açıklamada, Katar’dan talep edilen isteklerin makul ve uygulanabilir olması gerektiğini ifade etmiştir. Tillerson, ABD Başkanı Donald Trump’ın ambargoyu destekleyen tutumundan 180 derecelik bir dönüşle, yaptıklarını haklı gösteren nedenler bulmadaki başarısızlıkları nedeniyle Suudiler ve müttefiklerini kınamıştır.
Beyaz Ev sözcüsü, Cuma günü The Guardian’a verdiği demeçte, ABD’nin hala listeyi incelemeyi sürdürdüğünü ve bütün taraflar ile temas halinde olduğunu açıklamıştır. Sözcü ABD’nin, tarafların bu problemi çözmelerini ve bölgedeki bütün ortakları arasındaki bütünlüğün tekrar sağlanmasını görmeyi arzu ettiğini ifade etmiştir. Dışişleri bakanlığı sözcüsü, listede yer alan talepler hakkında ayrı ayrı yorum yapmaktan kaçınmış ve tarafların diyalog yoluyla problemi çözmelerini talep ettiklerini vurgulamıştır.
ABD’nin Katar’da büyük bir askeri üssü bulunmakta ve izolasyonun sürdürülmesi durumunda Katar’ın İran ile bir ittifaka zorlanmasını bir risk olarak görmektedir. Washington’a göre bu durum bölgenin güvenliği açısından büyük bir risk oluşturmaktadır.
Al-Jazeera medya kuruluşu İngilizce bölümü genel müdür vekili, medya organının kapatılması yönündeki talebi şiddetle kınamıştır. Giles Trendle, al-Jazeera’nın yayınlarını sürdürmeye kararlı olduğunu söylemiş ve Associated Press’e, yayın kuruluşunun bütün dünyadaki olayları tutarlı ve tarafsız olarak sunmaya devam edeceğini açıklamıştır.
Yayın kuruluşunun kapatılmasına yönelik talepler, Trendle tarafından, bölgede demokrasinin sesini susturma ve ifade özgürlüğünü baskı altına alma çabaları olarak değerlendirilmiştir.
Türkiye savunma bakanı, Katar’daki askeri üssün kapatılmasının gözden geçirilmesiyle ilgili önerileri reddetmiş ve askeri üssün kapatılmasına yönelik taleplerin, Ankara’nın Körfez ülkesiyle olan ikili ilişkilerine müdahale anlamına geleceğini ifade etmiştir. Türkiye savunma bakanı Fikri Işık, televizyon yayın kuruluşu NTV’ye yaptığı açıklamada, üssün kapatılmasına yönelik bir madde görmediğini ifade etmiştir. Bakan Işık’a göre Katar’daki askeri üs bir Türk üssü olmasının yanı sıra Katar’ın bölgedeki güvenliğini de koruyacaktır.
Talep listesinde Katar rejiminin değişmesine yönelik bir madde bulunmamaktadır. Bununla birlikte Katar’ın, yapılan talepleri ciddi görüşmeler için temel alması da olası görülmemektedir.
Katar, ambargonun uygulanmaya başladığı 5 Haziran 2017 tarihinden itibaren yiyecek ikmali açısından Türkiye’ye ve daha az bir oranda da İran’a bağımlı olan bir ülkedir. Büyük ekonomik gücü olan ve yaptırımlara süresiz dayanma kabiliyetinde olan Katar, ambargo kalkana kadar görüşmelere başlamayacağını açık ve net bir şekilde ifade etmiştir.
Katar ambargosu: Farklı Ülkeler Nasıl Dâhil oldu?
13 maddelik talepler listesinin kaleme alınması öncesinde, Salı günü bir açıklama yapan Katar dışişleri bakanı Sheikh Mohammed bin Abdulrahman al-Thani, ülkesinin her zaman uluslararası kurallara bağlı kaldığını ve İslami Devlete karşı savaşan uluslararası koalisyonda anahtar bir rol üstlendiğini ifade etmiştir.
France 24’e verdiği demeçte Katar dışişleri bakanı, Katar’ın, Suriye topraklarında, Şam’ın Fethi Cephesinin eski adı olan Nusra Cephesini desteklemediğini ve herhangi bir terörist organizasyona destek vermediğini ifade etmiştir.
Katar’ın, Suudi Arabistan’ın ana rakibi olan İran ile bağlantıları, sadece uluslararası yaptırım rejimi ile uyumlu ve Körfez İş Birliği Konseyi tarafından onaylanan ticaret ile sınırlandırılabilir.
İran ile olan ilişkileri kesmek oldukça zor olabilir. 2022 Fifa Dünya Kupasına ev sahipliği yapacak olan Katar, İran ile gelirlerinden bir kısmını bu organizasyonu düzenlemede kullanacağı, muazzam büyüklükteki doğal gaz yataklarını paylaşmaktadır.
Katar, teröristlere mali destek sağlamadığı yönünde ısrarını sürdürmektedir ve daha önce yaptığı bir açıklamada, uygulanan ambargonun, komşularınınkinden ziyade, Arap Baharına daha yakın olan bağımsız bir dış politika yürütmesinin cezası olduğunu ifade etmiştir.
Suudi Arabistan’ın Katar’dan Talepleri
İran ile diplomatik ilişkileri sınırla ve onun diplomatik misyonlarını kapat. İran Devrim Muhafızları üyelerini ülkeden çıkar ve İran ile bütün ortak askeri iş birliğine son ver. İran ile sadece ABD ve uluslararası yaptırımlara uygun olan ticaret ve alım satımlara izin verilecektir.
Başta Müslüman Kardeşler, İslami Devlet, El Kaide ve Lübnan Hizbullahı olmak üzere terör örgütleri ile olan bütün ilişkilerini kes. Resmi olarak bu grupları terörist olarak ilan et.
Al-Jazeera ve bağlı kuruluşlarını kapat.
Arabi21, Rassd, Al-Araby, Al-Jaded ve Middle East Eye dâhil, Katar’ın mali destek sağladığı haber merkezlerini kapat.
Derhal Katar’daki Türk askeri varlığını ve Türkiye ile Katar topraklarındaki bütün ortak askeri iş birliğini sonlandır.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Bahreyn, ABD ve diğer ülkeler tarafından terörist olarak tanımlanan bütün kişi, grup veya organizasyonlara mali destek sağlamayı durdur.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn’den terörist figürleri ve aranan kişileri derhal ülkelerine iade et. Varlıklarına el koy ve yaşadıkları yerler, hareketleri ve finans durumlarıyla ilgili talep edilen bilgileri sağla.
Bağımsız ülkelerin iç işlerine müdahaleye son ver. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn tarafından aranmakta olan kişilere vatandaşlık vermeyi bırak. Daha önce vatandaşlık verdiklerinden, bu ülkelerin yasalarını ihlal edenlerin vatandaşlıklarını geri al.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn’deki siyasi muhaliflerle olan bütün ilişkilerini sonlandır.  Katar’ın geçmiş temaslarını ve bu muhalif gruplara olan desteğini gösteren dosyaları ver.
Katar’ın son yıllardaki politikalarından kaynaklanan ölümler ve finansal kayıplar için tazminatları öde. Tazminat miktarı, Katar ile koordine edildikten sonra belirlenecektir. 
Taleplerin kabul edilmesini müteakip ilk yıl her ay, ikinci yılda üç ayda bir denetim yapılmasını kabul et. Takip eden 10 yıl boyunca Katar, taleplere uyması açısından yıllık olarak izlenecektir.
Kendini diğer Körfez ve Arap ülkeleri ile askeri, politik, sosyal ve ekonomik açılar kadar, ekonomik meselelerde de Suudi Arabistan ile 2014 yılında yapılan anlaşma ile uyumlu hale getir.
Katar’a iletilmesinden itibaren 10 gün içinde bütün talepleri kabul et yoksa liste geçersiz hale gelecektir.
  Çevirenin Notları: Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından Katar’a verilen ültimatomun beşinci maddesinde ‘‘Immediately terminate the Turkish military presence in Qatar and end any joint military cooperation with Turkey inside Qatar – Derhal Katar’daki Türk askeri varlığını ve Türkiye ile Katar topraklarındaki bütün ortak askeri iş birliğini sonlandır!’’ ifadesi yer almaktadır.
Türkiye ile Katar arasında askeri eğitim, işbirliği ve birlik konuşlandırılması kapsamında yapılan hukuki düzenlemeler çerçevesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Katar’da birlik konuşlandırması sürecinin bir parçası olarak, 22 Haziran 2017 günü saat 08.00’de 5 zırhlı araç ve 23 personelin Doha’ya intikali tamamlanmıştır. Bundan sonra da faaliyetler planlandığı şekilde uygulanmaya devam edilecektir.
Genelkurmay Başkanlığı, 22 Haziran 2017
Katar’a ulaşan silahsız Türk askerleri uçaktan inerken.
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ise yaptığı açıklamada Katar’daki üssün kapatılması gibi bir olasılığın söz konusu olmadığını ifade etmiştir. Bakan Işık; “Katar’daki Türk üssü hem Katar askerinin eğitimi hem de güvenliği için yapılan bir faaliyettir. Bundan kimsenin rahatsız olmaması lazım. Şu anda bu askeri anlaşmanın yeniden masaya getirilmesi gibi bir ihtimal yok” demiştir.
Savunma bakanı, bu talebi henüz resmi olarak görmediğini ama böyle bir talebin ikili ilişkilere müdahale anlamı taşıyabileceğini açıklamıştır.
Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://www.theguardian.com/world/2017/jun/23/close-al-jazeera- saudi-arabia-issues-qatar-with-13-demands-to-end-blockade
0 notes
kenardakalanlar · 8 years ago
Text
Trump, adamları ve Ortadoğu
ABD'de Donald Trump dönemi başladı. Trump, devir teslim töreninde yaptığı konuşmada radikal İslam'ın ''kökünü kazıyacaklarını'' öne sürdü. Peki, yeni dönemde dört yıl boyunca Ortadoğu'yu şekillendirecek kadrolar kimdir? Bu isimlerin Rusya, NATO ve İslam ile ilgili görüşleri neler?
Tumblr media
Mike Flynn: Ulusal Güvenlik Danışmanı
Trump yönetiminin en şahin isimlerinden ilki, yeni dönemde ulusal güvenlik danışmanlığı görevini yürütecek olan Korgeneral Mike Flynn. Flynn, Obama yönetiminin IŞİD'in ortaya çıkmasını sağladığını ima etmişti. Müslümanlara karşı korku duyulmasını mantıklı bulan Flynn, İslam'ı bir dinden çok ideoloji ve kansere benzetmişti. İran'a karşı daha agresif olunması düşüncesinde olan korgeneral, Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesini savunuyor. Yeni dönemin ulusal güvenlik danışmanına göre ABD, IŞİD'e karşı olan savaşta Rusya ile daha yakın işbirliğine girmeli.
Tumblr media
James Mattis: Savunma Bakanı
1. Körfez Savaşı, Irak Savaşı ve Afganistan'da önemli görevlerde bulunan General James Mattis, sıkı bir NATO destekçisi. Kısa vadede ABD'ye yönelik en büyük tehdidin Rusya'dan gelebileceğine inanan Mattis'e göre Putin'in en büyük hedefi NATO'nun çözülmesi. General, yine de ABD'nin Rusya ile ilişkilerini sürdürmesi gerektiği kanaatinde. İran'ı Ortadoğu'da denge ve barışın önündeki en büyük tehdit olan gören Mattis, nükleer anlaşmanın iptalini ise savunmuyor. Yeni dönemde savunma bakanlığı görevini yürütecek olan general 2015'te yaptığı bir konuşmada Sisi'nin Mısır en için en iyi opsiyon olduğunu açıklamıştı.
Tumblr media
Rex Tillerson: Muhtemel Dışişleri Bakanı
Tillerson, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yakın ilişkileri nedeniyle en çok tepki çeken isim oldu. Tillerson ayrıca daha önce askeri veya bürokratik hiçbir görev almamış nedeniyle eleştiriliyor. Exxon şirketinin eski CEO'su halen dışişleri bakanlığına atanmış değil. Tillerson'a göre Ortadoğu'da en büyük öncelik IŞİD'i yenmek. Bunun için de Rusya ile işbirliğini savunuyor. Ona göre ABD'nin Rusya'nın hedef ve hırsları ile ilgili açık bir diyalog kurması gerekiyor.    
Tumblr media
Mike Pompeo: Muhtemel CIA Direktörü
Şu an Temsilciler Meclisi'nde bulunan Mike Pompeo, Cumhuriyetçi Parti'nin radikal kanadı Çay Partisi'nden. İran nükleer anlaşmasına karşı olduğunu açıklayan Pompeo, henüz CIA direktörlüğüne atanmış değil. Pompeo, ‘Rus yayılmacılığı’ndan ve Lübnan Hizbullah'ının 'şeytanca eylemleri'nden rahatsız. Ayrıca Suriye rejimine karşı güç kullanılması gerektiğini savunmuş bir isim.
Tumblr media
Daniel Coats: Muhtemel Ulusal İstihbarat Direktörü
10 yıl boyunca senatörlük yapan Coats, NATO'nun güçlü bir destekçisi. Coats, Rus birlikleri Kırım'ı işgal ettiğinde Obama yönetiminin Rusya'ya dönük yaptırımları artırması gerektiğini söylemişti.  
0 notes
ahu-kaya-blog · 7 years ago
Text
Emile Lahoud kimdir
Tumblr media
Emile Lahoud kimdir, Émile Jamil Lahoud, eski General, 1936 doğumlu ve 15 Ekim 1998‘den bu yana Lübnan Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı. Bununla beraber ustalaşmış bir scuba dalgıcı ve yüzücü. Arap ülkelerindeki tek Hristiyan devlet başkanı olan Lahoud’un vazife süresi, Lübnan yasalarına bakılırsa 6 senelik tek bir dönemden oluşması gerekirken, meclis tarafınca meydana getirilen anayasa değişikliği ile 3 yıl uzatıldı. Émile Jamil Lahoud, 12 Ocak 1936‘da Lübnan’ın Beyrut kentinde iki çocuklu Hristiyan bir ailenin ikinci oğulları olarak dünyaya geldi. Lübnan bağımsızlık hareketi liderlerinden General Jamil Lahoud ve eşi Ermeni asıllı Adrenee Bajakian‘ın öteki oğulları, Yüksek Hakkaniyet Divanı Başkanı, Yargıç, Nasri Lahoud ise 1934 senesinde, Jamil’den 2 yıl ilkin doğmuştu. Çocukluğunun ilk yıllarından itibaren Lübnan’ın bağımsızlık mücadelesine şahit olan Émile Lahoud, ilköğretimi La Sagesse‘de tamamladı. Ortaöğretimine başladığı Brummana High School‘u bitirmesinin arkasından, 1 Ekim 1956‘da babasının adımlarını izleyerek, Askeri Akademi’ye katıldı (deniz kuvvetleri). 1958 – 1960 yılları aralığında Büyük Britanya‘da vapur mühendisliği eğitimi aldı. Sonraları katılmış olduğu kurslar ve almış olduğu eğitimler yardımıyla bilimsel nitelikli kariyerini geliştirdi: Kimyasal Bakteriyolojik Işınım Koleji, (Chemical Bactirio Radiation College, A.B.D.), 1967-1968. Gemicilik kursu, (Naval Staff, Rhode Island, A.B.D.), 1972-1973. Vapur Kumanda Koleji, (Naval Command College, Rhode Island, A.B.D.), 1979-1980. 1967‘de üyesi olduğu Lübnan Mühendisler Topluluğu’nun 1998 senesinde onursal başkanı oldu ve Ekim 2002‘de The Royal Institution of Naval Architects tarafınca onursal yoldaş diye deklare edildi. Lübnan Sivil Savaşı’nın son yıllarında (1975 – 1990), General Michel Aoun komutasında hizmet eden Émile Lahoud, orduda birçok mevkide vazife yapmış oldu. 1983 yılına kadar ordu karargahında personel ile ilgili görevlerde çalıştı. 1983 – 1989 yılları aralığında Müdafa Bakanlığı Askeri Komite Başkanlığı görevini yürüttü ve 1985 senesinde Tuğamiralliğe, 28 Kasım 1989‘da ise Korgeneralliğe terfi ederek Lübnan Silahlı Kuvvetler Komutanlığı görevine getirildi. 1998 yılına kadar bu görevi yürüten Lahoud, aynı yıl Lübnan Cumhurbaşkanı oldu. Ordudaki kariyeri süresince, Lübnan ordusunun tekrardan inşa edilişinde ve tertipli bir ordu kurumunun oluşumunda büyük katkılar sağlamış oldu. Ellinin üstünde takdir belgesi, nişan ve madalyayla ödüllendirildi. Sadece söz mevzusu süreçte ve devlet başkanlığı esnasında, Suriye ile içinde bulunmuş olduğu koordinasyon ve yakınlık, internasyonal ortamlarda eleştirilere yol açtı. Her ne kadar cumhurbaşkanlığı süresinin anayasa değişikliği ile uzatılmasının, ülkesindeki demokrasiyi güçlendirdiğini iddia etse de, Suriye Devlet Başkanı Başar El-Esad‘ın ülke politikaları üstündeki tesiri, başta A.B.D. olmak suretiyle bazı devletlerin tepkisini çekti. Birçok basın kurumunca çoğunlukla “Suriye yanlısı Devlet Başkanı” olarak söyleniş edilen Lübnan Cumhurbaşkanı Émile Lahoud; film izlemeyi, müzik dinlemeyi ve okumayı sevmektedir. Ek olarak ustalaşmış bir scuba dalgıcı ve yüzücü olan Lahoud’un 1955 senesinde yüzmede Lübnan şampiyonluğu vardır. Émile Lahoud, 1967‘den bu yana Andree Amadouni ile evli ve biri kız olmak suretiyle üç çocuk babasıdır. 1969 doğumlu kızı Carine, Elias Michel El-Murr ile evlidir. 1975 doğumlu olan oğlu Émile Jr., babası şeklinde iyi bir yüzücüdür ve onun da Lübnan şampiyonluğu bulunmaktadır. 1977 doğumlu minik oğlu Ralph ise 1988 Seoul Olimpiyatları‘na katılan en genç atlet ünvanına haizdir.
Tumblr media
Cumhurbaşkanı  
Tumblr media
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler vakit içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre doktor muayenesinin yerini alamaz, doktor muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Arkadasca isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile ilgili en küçük bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur. Read the full article
0 notes