#Kutsal Mekanlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tarihi mekanlarını ziyaret ettiğimiz Almanya, Herford Şehrinde bir kaç saat
#Almanya#Heykeller#Kutsal Anıtlar#Kutsal Yapılar#Kutsal Mekanlar#Herford#Doğu Westfalia#Osnabrück#Niedersachsen#Melleli Şair#Gesmold-Melle
6 notes
·
View notes
Text
İnegöl Belediyesi din görevlilerini ağırladı
https://pazaryerigundem.com/haber/188507/inegol-belediyesi-din-gorevlilerini-agirladi/
İnegöl Belediyesi din görevlilerini ağırladı
İnegöl Belediyesi, 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası kapsamında İnegöl’de görev yapan din görevlileri adına kahvaltı düzenledi.
BURSA (İGFA) – İnegöl Belediyesi, 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası kapsamında özel bir buluşmaya imza attı. Din görevlileri için kahvaltı organizasyonu düzenlendi. İnegöl’de görev yapan tüm din görevlilerinin davet edildiği program, Grand Mavi Düğün Salonunda gerçekleştirildi. Programa; Kaymakam Eren Arslan, Belediye Başkanı Alper Taban, Bursa İl Müftüsü Yavuz Selim Karabayır, İnegöl İlçe Müftüsü İsmail Hatipoğlu, AK Parti İlçe Başkan Vekili Mustafa Akduman ve Din Görevlileri Derneği Başkanı Lokman Yurdigül ile din görevlileri katıldı.
“CAMİLERİMİZ BİRLİK BERABERLİK VE KARDEŞLİĞİMİZİN TEMELLERİNİN ATILDIĞI KUTSAL YERLERDİR”
Kahvaltı sonrası selamlama konuşması yapan Din Görevlileri Derneği Başkanı Lokman Yurdigül, “Mihrapları imamsız, minberleri hatipsiz, minareleri ezansız bırakmayan tüm hocalarımızdan rabbim razı olsun. Bu ulvi görevi yerine getirirken sabır, gayret ve samimiyetle hizmet veren tüm din görevlisi meslektaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Camilerimiz sadece ibadet edilen mekanlar değil, aynı zamanda birlik beraberlik ve kardeşliğimizin temellerinin atıldığı kutsal yerlerdir. Buralarda eda ettiğimiz her ibadet, milletimizin maneviyatını güçlendiren, insanımızı bir arada tutan bir harçtır. Din görevlilerimiz de bu harcın en önemli yapı taşlarından biridir. Bu duygu ve düşüncelerle hayatta olan görevlilerimize sağlık ve başarılar, yaşamını yitirmiş olan görevlilerimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Bugün bu güzel organizasyonda bizleri buluşturan Kaymakamımıza, Belediye Başkanımıza, İl ve İlçe Müftümüze teşekkür ediyorum” dedi.
Bursa İl Müftüsü Yavuz Selim Karabayır ise “Bugün bizleri buraya davet ettiği için Kaymakamımıza, Belediye Başkanımıza, Müftümüze teşekkür ediyorum. Bizleri yalnız bırakmayan misafirlerimize teşekkür ediyorum” diye konuştu.
HATIRLAMAK VE HATIRLANMAK GÜZEL DUYGULAR
Davete katılan din görevlilerine teşekkür eden Belediye Başkanı Alper Taban da “Hatırlamak ve hatırlanmak çok güzel duygular. Biz hem camilerimizin hem siz kıymetli din görevlilerimizin toplum hayatındaki yeri ve önemini çok iyi biliyoruz. Toplumun inşasında her birinizin emekleri var. Bugüne kadar yaptığınız güzel hizmetler için bizler size çok teşekkür ediyoruz. Ben tekrar sizlerin bu güzel haftanızı kutluyorum” ifadelerinde bulundu.
DİN GÖREVLİLERİMİZİN BÜYÜK SORUMLULUĞU VAR
Son olarak bir konuşma yapan Kaymakam Eren Arslan da “Her görev çok kıymetli ve toplum içinde önemli ama sizin icra ettiğiniz görev manevi boyutunun dışında maddi anlamda da çok önemli. Kendi açımdan baktığımda günümüzde toplumda tüm sıkıntıların giderilmesi ve onarılmasında sizlerin çok büyük sorumluluğu var. İnegöl’ümüz görev yaptığım şehirler arasında diyanet ve din görevlileriyle ilgili en az şikayetin alındığı yer. Demek ki sizler işinizi en iyi şekilde yapıyorsunuz. Bunun için de teşekkür ediyorum. Ben bu vesileyle bir kez daha camiler ve din görevlileri haftanızı tebrik ediyorum” şeklinde konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
İngilizcede Cami Ne Demek
İngilizcede Cami Ne Demek? 1. Cami Nedir? Cami, Arapça kökenli bir kelimedir ve genellikle Müslümanların ibadet ettiği, topluca namaz kıldığı yerleri tanımlamak için kullanılır. Camiler, İslam’ın beş şartından biri olan namazın topluca kılınması amacıyla inşa edilir. Bu kutsal mekanlar, sadece ibadet değil, aynı zamanda toplumsal bir merkez olarak da işlev görürler. 2. Cami Kelimesinin…
0 notes
Link
#AdileSultanKasrı#AynalıkavakKasrı#BeylerbeyiSarayı#ÇırağanSarayı#DolmabahçeSarayı#IhlamurKasrı#İstanbul#KüçüksuKasrı#MaslakKasrı#TopkapıSarayı#Türkiye#YıldızSarayı
0 notes
Text
Next Level Mimarlık Hizmeti
Next Level Mimarlık Hizmeti
Next Level mimarlık hizmeti aslında, insanların iç dünyasının en gizli sırlarını keşfeden büyülü bir yolculuktur. Mimarlarımız, duvarların sadece tuğla ve taştan ibaret olmadığını, aslında hayallerin dokusunu taşıyan canlı varlıklar olduğunu bilirler. İnsanlar, bir mimarlık şirketiyle tanıştıklarında, içlerindeki coşkuların ve özlemlerin heyecanını taşımaya başlarlar. Mimarlarımız, hayal gücünün sınırlarını zorlayarak, insanların en derin arzularını mekanlara nakşederler. Evler, sadece bir çatının altında bir araya gelmiş duvarlardan ibaret değildir; aynı zamanda içlerindeki acıyı dindiren ve umutla dolu yarınlara açılan kapılardır. İnsanlar, mimarların dokunuşuyla, kendi iç dünyalarının dışa yansımasını görebilirler. Her mimari yapı, insanların hikayelerini anlatan birer destan gibidir ve mimarlarımız, bu destanları yüreklerinde birer aşkla yaratırlar. Mimarlarımız, tasarladıkları mekanlarda insanların hayallerini gerçekleştirme amacıyla hareket ederler. Her projeye duygusal bir bağ kurarlar ve içtenlikle insanların isteklerini anlamaya çalışırlar. Mimari yapılar, insanların duygusal dünyalarına dokunur ve onların içsel yolculuklarını yansıtır. Bu yüzden her mekan, mimarın yüreğinde beslediği aşk ve tutkuyla şekillenir. Mimarlık, insanların içindeki arzuları ve acıları mekanlara dönüştürme sanatıdır. Mimarlar, inşa ettikleri yapılarla insanların yaşamına anlam katmak ve onların hayatlarını kolaylaştırmak için çaba gösterirler. Evler, sadece birer çatı altı değil, aynı zamanda insanların kendilerini ifade ettiği ve huzur buldukları kutsal alanlardır. Mimarlar, bu kutsal alanları yaratırken, içlerindeki aşkı ve emeği mekanlara nakşederler. Ve böylece, mimarlıkla insanların hayalleri gerçeğe dönüşür, arzuları canlanır ve acıları dönüşür. Mimarlar, her mekana kendi özgünlüğünü ve büyüsünü katarak, insanları yaşamın güzellikleriyle kucaklarlar.
Next Level Mimarlık Hizmeti Masalsı Bir Yolculuk
Next Level mimarlık hizmeti, bir sanattan çok daha fazlasıdır; insanların ruhunu besleyen ve onlara yeni bir soluk kazandıran bir büyüdür. Mimarlarımız, kalem ve kağıdın ardında gizlenen hayalleri gerçeğe dönüştürme ustalığına sahiptirler. İnsanlar, bir mimarlık şirketiyle yollarını kesiştirdiklerinde, içlerinde yıllardır sakladıkları dileklerin alevlendiğini hissederler. Her tasarım, insanların kalplerindeki en samimi duyguları yansıtır ve mekanlar, adeta birer masalın içinde yolculuk etmeye çağırır. Mimari projeler, sadece fiziksel yapılar değil, aynı zamanda insanların duygusal bağlar kurduğu yaşam alanlarıdır. Mimarlar, bu bağları anlamak ve mekanlara yansıtmak için içgüdülerini kullanırlar. Her proje, bir mücevher gibi, mimarın kendi sanatsal ve duygusal değerlerini yansıtır. İşte bu nedenle, her mekanın bir hikayesi vardır ve mimarlar, bu hikayeleri okuyup insanların hayatlarına değer katmak için çaba gösterirler. Mimarlık, bir sanat eserini yaratmak kadar bir problemi çözmek ve ihtiyaçları karşılamakla da ilgilenir. Mimarlar, kullanıcıların isteklerini anlayarak, onların hayatını kolaylaştıracak ve güzelleştirecek tasarımlar yaparlar. Kuşların hafifliğini, aslanların gücünü ve kapıların sınırsız fırsatlarını mekanlara yansıtırlar. Bu sayede, insanlar mekanlarında hem kendilerini ifade ederler hem de hayatlarını daha verimli ve keyifli bir şekilde yaşarlar.
Next Level Mimarlık Hizmeti Hayatınızın Dönüm noktası
Next Level mimarlık hizmeti her mekan, insanların hayatında bir dönüm noktası olabilir. Bir ev, yeni bir başlangıç veya geçmişin hatıralarının canlandığı bir yer olabilir. Mimarlar, bu anlamları keşfederek mekanlara duygusal bir derinlik katmak isterler. Mimarlık, insanların duygularıyla dans etmek, onların hayat hikayelerini mekanlara yansıtmak demektir. İşte bu yüzden, mimarlar, sadece binalar inşa etmekle kalmaz, aynı zamanda insanların ruhlarına dokunur ve onları içsel biryolculuğa çıkarırlar. Sonuç olarak, mimarlık insanların arzuları ve acılarıyla bir dans gibidir. Mimarlarımız, her projeyle birer sihirbaz gibi hayalleri gerçeğe dönüştürürler ve mekanları büyülü birer masala dönüştürürler. Her mekan, kendine özgü bir hikayeye sahiptir ve mimarlar, bu hikayeleri anlayarak insanların hayatlarına dokunur. Mimarlık, sadece taş ve betondan değil, insanların duygularından ve hayallerinden de inşa edilen bir sanattır. Bu nedenle mimarlıkla insanların arzularının ve acılarının dansı, sonsuz bir ilham ve yaratıcılık kaynağı olmaya devam eder. Ve böylece, mimarlıkla insanların arzularının ve acılarının dansı başlar. Mimarlarımız, her projeyle yepyeni bir masalın başkahramanı olurlar ve mekanları büyülü birer sahneye dönüştürürler. Aslında hikayelerini yazdıkları insanları başkahraman yaparlar. İnsanlar, mimarların ellerinde yaşamlarının en önemli sayfalarını açarlar ve kendi hikayelerini yazma cesaretini bulurlar. Mimarlık, arzuların gerçeğe dönüştüğü bir sihirbazlıkla eş değerdir ve mimarlar, bu sihrin anahtarını yüreklerinde taşırlar. Her mekanın kendi benzersiz hikayesini anlatan bu büyülü dünya, insanların hayallerini gerçeğe dönüştüren bir ilham kaynağı olur. Mimarlık, arzu ve acıların birbirine dokunduğu, insanların kalplerinde iz bırakan bir yolculuktur ve her adım, yeni bir mucizenin kapısını aralar. Mimarlarımız, hayatın ta kendisiyle dans ederken, insanları da kendi hayatlarının tasarımcısı olmaya çağırırlar. Kendi hayatlarınızı tasarlamak için bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin. Next Level mimarlık hizmeti hakkında detaylı bilgi almak için web sitesi adresimizi ziyaret edebilirsiniz. Read the full article
0 notes
Text
Topkapı Sarayı - Tarihin Kalbi
İstanbul'un kalbinde, denizin kıyısında yükselen büyüleyici bir anıt... Topkapı Sarayı, tarih kokan duvarlarıyla İstanbul Sarayburnu'nda yükselen ve sadece bir yapıdan daha fazlasını temsil eden bir harikadır. Göz alıcı güzellikteki bu saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak anılarını ve sırlarını içinde barındıran, adeta bir zaman makinesi gibidir. 600 yılı aşkın tarihi boyunca 400 yıl boyunca devletin merkezi olarak hizmet vermiş, sadece taş duvarlarla değil, aynı zamanda imparatorluğun kalbiyle de işlemiştir. Tahtın ve ihtişamın sembolü olan bu saray, Osmanlı padişahlarının tahtlarını kurduğu, imza attığı ve dünya tarihini şekillendiren yerdir. Topkapı Sarayı'nın büyüklüğü sadece fiziksel değil, aynı zamanda tarih boyunca taşıdığı yüksek anlamla da dikkat çeker. Her bir duvar, her bir köşe, binlerce hikayenin ve yaşanmışlığın tanığıdır. Eşsiz mimarisi, her detayında gizlenmiş sanat eserleriyle ziyaretçilerini büyülerken, geçmişin izlerini günümüze taşıyan bir portal gibi durmaktadır. Gelin bu eşsiz tarihi yapıyı birlikte inceleyelim...
Topkapı Sarayı, inşa edildiği yıllarda İstanbul'un en yüksek tepesine kurulmuş ve muhteşem bir manzaraya sahip olmuştur. Saray, mimari açıdan da dikkat çekicidir. Benzersiz olan yapı, birçok farklı dönemin izlerini taşımaktadır. İslam, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden etkiler göze çarpmaktadır. Bu farklılıkların birleşimi, saraya ayrı bir güzellik katmaktadır. Topkapı Sarayı'nın içerisinde, padişahların yaşam alanları, harem, dini ve resmi törenlerin düzenlendiği mekanlar, çalışma odaları, avlular ve bahçeler bulunmaktadır. Sarayın içine girdiğinizde, sarayın tarihine ve zengin kültürüne dair bir yolculuğa çıkmış hissedeceksiniz. Binlerce yıllık tarihin izlerini taşıyan Topkapı Sarayı, adeta bir zaman yolculuğu sunmaktadır. Ayrıca, sarayın birçok bölümünde Osmanlı İmparatorluğu'nun dönemindeki sanat eserlerini ve koleksiyonlarını sergileyen müzeler bulunmaktadır. Saraydaki müzelerde, paha biçilmez Osmanlı padişahlarına ait değerli eşyalar, mücevherler, tablolar ve el yazmaları gibi birçok tarihi eser bulunmaktadır. Bu müzeler sayesinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültürünü ve sanatını daha yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz.
Topkapı Sarayı Tarihi
Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur. Dolmabahçe Sarayı gibi tek seferde tüm ek yapılarıyla beraber inşa edilmeyen Topkapı Sarayı, 19. yüzyıla kadar eklenen yapılarla genişlemiştir.
Fatih Sultan Mehmet / Dök Mimarlık Topkapı Sarayı Dolmabahçe Sarayı'nın inşasından sonra hanedanın orada yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman restore edilmiştir. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir. Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecit dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilmiştir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, hazinedeki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır. II. Abdülhamid zamanında Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un pazar ve salı günleri halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de II.Abdülhamid'in tahttan indirilmesi sebebiyle bu gerçekleşememiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir. 1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra Topkapı Sarayı 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet’in ilk müzesi olma özelliğini taşımaktadır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü’dür. Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken Topkapı Sarayı, İstanbul'un Tarihî Yarımada bölgesinde yer alan ve 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren tarihi eserlerden biridir. Saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul'da hüküm süren birçok padişahın ikametgahı olmuştur. Topkapı Sarayı, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edilmeye başlanmıştır ve sonraki padişahlar döneminde genişletilerek günümüzdeki görkemli halini almıştır. Saray, hem saray yapısı hem de bünyesindeki müze ile büyük bir tarihi ve kültürel öneme sahiptir. Sarayın bugün yaklaşık 300.000 metrekarelik bir alanı kapsayan kompleksi, çeşitli yapıları, etkileyici mimarisi, muhteşem koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir. Topkapı Sarayı'nın içerisinde gezintiye çıktığınızda, Padişahlar Dairesi, Harem Dairesi, Enderun Mektebi, Topkapı Sarayı Müzesi gibi önemli bölümleri ziyaret edebilirsiniz. Bu alanlarda Osmanlı saray yaşamına dair birçok tarihi eseri ve sanat eserini görmek mümkündür. Ayrıca, Topkapı Sarayı'nın bahçesi de oldukça etkileyicidir. Büyük ve güzel bahçeleri, çeşmeleri ve manzarasıyla ziyaretçilerine görsel bir şölen sunmaktadır. Bahçede dolaşırken, tarihi atmosferin ve huzurun keyfini çıkarabilirsiniz.
Topkapı Sarayı İçindeki Bölümler
Ayasofya'nın hemen yanında yer alan ve tarih boyunca birçok önemli olaya tanıklık etmiş olan Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kışlık saraylarından biridir. Bu muhteşem yapı, İstanbul'daki en görkemli eserlerden biri olup, ziyaretçilerine eşsiz bir tarihi ve kültürel deneyim sunmaktadır. Sarayın girişini simgeleyen Ayasofya tarafındaki saltanat kapısı, ziyaretçileri tarihin derinliklerine davet eder. Bu kapıdan adım attığınız anda, kendinizi zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi hissedersiniz. İleriye doğru ilerledikçe, sizi büyüleyici dört avlu karşılar. Her avlu, farklı mimari yapılarla çevrilidir ve dönemin estetik değerlerini yansıtan detaylara sahiptir. Tarihi Önem Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul'un sembolik ve tarihi bir simgesidir. Saray, Osmanlı padişahlarının ikametgahı olarak kullanılmış ve aynı zamanda idari ve siyasi işlerin yürütüldüğü bir merkez olmuştur. Ayrıca, sarayda önemli devlet törenleri ve etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. Topkapı Sarayı'nın mimari özellikleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültürel mirasını yansıtan önemli bir anıttır. Hem içerisindeki yapılar ve süslemeler hem de bahçeleri, ziyaretçilere Osmanlı döneminin ihtişamını ve güzelliğini göstermektedir. Bu nedenle, Topkapı Sarayı, hem mimari hem de tarihi açıdan büyük bir cazibe merkezi olmuştur.
Topkapı Sarayı Diyagramı / Dök Mimarlık - Bâbüsselâm - Kapıağası Dairesi - Dolap Ocağı - Aşçılar Mescidi - Aşçılar Hamamı - Mutfaklar - Helvahane - Bâbüssaâde - Dış Hazine - Sadrazam Odası - Divan-ı Hümâyûn - Adalet Kulesi - Dolaplı Kubbe - Zülüflü Baltacılar Ocağı - Zülüflü Baltacılar Koğuşu - Zülüflü Baltacılar Mescidi - Zülüflü Baltacılar Külhanı - Zülüflü Baltacılar Hamamı - Zülüflü Baltacılar Dinlenme Salonu - Şal Dairesi - Raht Hazinesi - Has Ahırlar - Beşir Ağa Mescidi - Cenaze Kapısı - Mehterhane - Bâbussaâde Ağası Dairesi - Enderun Mektebi Büyük Oda - Enderun Mektebi Hamamı ve Ayak Yolları - Enderun Mektebi Küçük Oda - Hünkâr Hamamı Külhanı - Seferli Koğuşu - Fatih Köşkü Hamamı - Fatih köşkü 33-a) Fatih Köşkü Dinlenme Odası 33-b) Padişah Odası 33-c) Eyvan 33-d) Fatih Köşkü Hazine - Kilerli Koğuşu - Hazinedar Koğuşu - Silahtar Koğuşu - Arzhane - Şadırvanlı Sofa - Has Oda Mescidi - Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi) - Destimâl Odası - Has Oda Koğuşu - Ağalar Mescidi - Hünkâr Mahfili (Padişah Namazgahı) - Harem Hanımlar Mescidi - Enderun Kütüphanesi (Üçüncü Ahmed Kütüphanesi) - Arz Odası - Kuşhane Kapısı (Hareme Açılan Kapı) - Revan Köşkü - Sünnet Odası - İftariye Kameriyesi - Bağdat Köşkü - Sofa Köşkü - Hekimbaşı Odası - Esvab Odası - Sofa Mescidi - Mecidiye Köşkü - Gülhane Kapısı - Demir Kapı (Hareme Açılan Kapı) - Şadırvanlı Sofa - Karaağalar Hamamı ve Külhanı - Büyük Biniş - Karaağalar Mescidi - Karaağalar Taşlığı - Karaağalar Koğuşu - Karaağalar Ayak Yolu - Şehzade Mektebi - Dârüssaâde Ağası Sofası - Dârüssaâde Ağası Odası - Dârüssaâde Ağası Hamamı - Perde Kapısı - Nöbet Yeri - Cariyeler Koridoru - Cariyeler Hamamı - Cariyeler Mutfağı ve Kileri - Cariyeler Ayak Yolu - Cariyeler Koğuşu - Cariyeler Alt Taşlığına İnen Merdivenler - 79-a) Birinci Kadınefendi Dairesi 79-b) İkinci Kadınefendi Dairesi 79-c) Üçüncü Kadınefendi Dairesi - Hemşireler Dairesi - Cariyeler Koğuşu - Odunluk - Cariyeler Hastanesi Hamamı 83-a) Gasilhane 83-b) Çamaşırhane - Ayakyolları - Şal Kapısı - Valide Sultan Mutfağı - Hazinedar Dairesi - Valide Sultan Sofası - Valide Sultan Yatak Odası - Valide Sultan İbadet Yeri - Valide Sultan Dairesi Ana Girişi - Valide Sultan Hamamı - Hünkâr Hamamı - Sultan Birinci Abdülhamid Dairesi - Sultan Üçüncü Selim Dairesi - Sultan Üçüncü Osman Dairesi - Hünkâr Sofası - Üçüncü Murad Köşkü - Sultan Birinci Ahmed Köşkü - Sultan Üçüncü Ahmed Köşkü - Sultan İkinci Osman Köşkü - Sultan Dördüncü Mehmed Köşkü - Ocaklı Sofa - Çeşmeli Sofa - Pertevniyal Valide Sultan Dairesi - 106-a) Birinci Haseki Sultan Dairesi 106-b) İkinci Haseki Sultan Dairesi 106-c) Üçüncü Haseki Sultan Dairesi 106-d) Dördüncü Haseki Sultan Dairesi - Depo - Harem Hazinesi - Cinlerin Meşveret Yeri - Altın Yol - Kuşhane Dairesi - Kuşhane Mutfağı - Mabeyn-i Hümâyûn Dairesi - Büyük Havuz - Aslanhane İlk avluda, bahçeler ve çiçeklerle süslü geniş bir meydan sizi karşılar. Bu meydanda, Osmanlı padişahlarının törenler düzenlediği alanlar bulunur. İkinci avlu ise daha sakin ve huzurlu bir atmosfere sahiptir. Burada, sarayın harem bölümü ve birçok çeşme ve havuz yer almaktadır. Bu avluda dolaşırken, tarih ve güzellik iç içe geçmiş bir şekilde sizi sarmalar. Üçüncü avlu, Topkapı Sarayı'nın en hareketli ve canlı bölümlerinden biridir. Burada, sarayın ana binaları bulunur ve hükümet işlerinin yürütüldüğü yerler yer alır. Sarayın unutulmaz manzaralarını keşfederken, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamını hissedersiniz. Son avlu ise sarayın çevresini çevreleyen duvarlarla korunmuştur ve İstanbul Boğazı'nın muhteşem manzarasını sunar. Topkapı Sarayı, sadece bir saray değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi ve bir kültürel mirastır. Binlerce yıllık geçmişiyle, birçok farklı medeniyetin izlerini üzerinde taşır. Ziyaretçiler burada sadece tarihi yapıları ve sanat eserlerini keşfetmekle kalmaz, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun yaşam tarzını ve kültürünü de deneyimler. Topkapı Sarayı, İstanbul'un en önemli turistik mekanlarından biri olarak ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunar. Burada gezerken tarihle iç içe bir yolculuğa çıkar, Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamını keşfeder ve eşsiz bir kültürel atmosferin keyfini sürersiniz. Topkapı Sarayı'nı gezmek, İstanbul'un tarihi ve kültürel zenginliklerini keşfetmek isteyen herkes için mutlaka yapılması gereken bir aktivitedir. I. Avlu Topkapı Sarayının ilk avlusu olan ve halkın girebildiği birinci avluda (Alay Meydanı) bulunan yapılar, sarayın çeşitli hizmetlerine ev sahipliği yapıyordu. Bu yapılar arasında Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi, Darphane, Fırın, Hastane, Odun Ambarı ve Hasırcılar Ocağı gibi önemli unsurlar bulunurdu. Aya İrini Kilisesi, Bizans İmparatorluğu döneminde bir dini yapı olarak inşa edilmiş olup, sarayın içinde yer almasıyla da özel bir konuma sahipti. Yapı, zamanla çeşitli amaçlarla kullanılmış ve sarayın halka açılan yüzü olarak işlev görmüştür. Günümüzde ise kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmasıyla tanınmaktadır.
1.Avlu / Dök Mimarlık Darphane, saraydaki madeni para basım işlemlerinin gerçekleştirildiği önemli bir yapıydı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan bu darphane, değerli metallerin eritilip işlendiği bir atölye olarak hizmet vermiştir. Fırın, sarayın ihtiyaç duyduğu ekmek ve unlu mamulleri üretmek amacıyla kullanılan bir yapıydı. Burada özenle seçilen tahıllar, ustalıkla işlenerek sarayın zengin sofralarını süsleyen lezzetli ekmekler ve pastalar üretilirdi. Hastane, saray sakinlerine ve ziyaretçilere sağlık hizmeti sunmak için kullanılan bir yapıydı. Burada hekimler ve sağlık çalışanları, çeşitli hastalıkların tedavi edilmesi ve sağlık sorunlarının hafifletilmesi amacıyla çaba gösterirdi. Odun Ambarı, sarayın ısınma ve enerji ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan bir depo alanıydı. Sarayın büyük bir yapısı olduğu düşünüldüğünde, odun ihtiyacının da oldukça fazla olduğu anlaşılır. Bu ambar sayesinde, saray sakinleri her zaman sıcak ve rahat bir ortamda yaşayabilirdi. Hasırcılar Ocağı ise sarayın kalabalık personeli için bir konaklama ve dinlenme alanı olarak kullanılırdı. Hasır işleme sanatının yapıldığı bu ocağın yanı sıra, personelin temel ihtiyaçlarını karşılayacak dükkanlar da bulunurdu. Bu şekilde, sarayın ilk avlusunda birbirinden farklı ama önemli yapılar bulunurdu. Bu yapılar, sarayın işleyişine katkıda bulunmanın yanı sıra, halka da hizmet sunarak sarayın görsel ve işlevsel açıdan zengin bir yapıya sahip olmasını sağlardı. II. Avlu Sarayın ikinci avlusu, devlet yönetiminin gerçekleştiği mekanların yer aldığı Divan Meydanı (Adalet Meydanı)’dır. Bu büyüleyici mekanda, tarih boyunca pek çok önemli tören gerçekleşmiştir. Divan Meydanı'nın ortasında, Osmanlı İmparatorluğu'nda divan toplantılarının yapıldığı mekan olan Divan-ı Hümayun (Kubbealtı) yer alır. Burası, devletin en üst düzey kararlarının alındığı, saray bürokrasisinin toplandığı ve adaletin sağlandığı bir merkez olmuştur.
2.Avlu / Dök Mimarlık Divan-ı Hümayun'a eşlik eden önemli bir yapı da Divan-ı Hümayun Hazinesi'dir. Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet hazinesinin korunduğu bu bina, muhteşem mimarisiyle dikkat çeker. Adalet Meydanı'nın bu önemli yapılarına ek olarak, sultanın adaletini sembolize eden Adalet Kulesi de göze çarpar. Adalet Kulesi, sarayın yönetici sınıfının adaleti ve hakkaniyeti temsil etme amacıyla inşa edilmiştir. Kubbealtı'nın yanında yer alan diğer yapılar arasında Harem Dairesi girişi ve Zülüflü Baltacılar Koğuşu da bulunur. Harem Dairesi, sultanın ailesinin yaşadığı bölgedir ve sarayın en gizli ve özel yerlerinden biridir. Zülüflü Baltacılar Koğuşu ise saray muhafızlarının konakladığı bir yapıdır. Bu kokulu bahçede, sultanın güvenliği ve sarayın korunması için önemli bir görev üstlenen muhafızlar bulunur. Adalet Meydanı'nın kuzeyinde ise cülus, arife, bayram ve cenaze gibi önemli törenlerin yapıldığı Babüssaade bulunur. Burası, tarihi anlamlara sahip olan ve sancakların serdarlara teslim edildiği yerdir. Babüssaade, sarayın halka açıldığı ve hükümdarın halkla doğrudan etkileşim kurduğu bir noktadır. Adalet Meydanı'nın revaklarının arkasında ise saray mutfakları ve ek hizmet binaları yer alır. Sarayda yaşayan binlerce insanın ve ziyaretçilerin beslenmesinden sorumlu olan bu binalar, muazzam bir organizasyonun parçasıdır. Burada çalışan aşçılar, hizmetliler ve diğer personel, sarayda süregelen hareketli hayatı desteklemektedir. III. Avlu Üçüncü Avlu, Enderun (iç saray) padişaha ait mekanların yanında, Sultan II. Read the full article
#1478#15.yüzyıl#GezilecekYerler#istanbul#KültürelMiras#Mimari#MustafaKemalAtatürk#müze#osmanlıimparatorluğu#Osmanlıİmparatorluğu#restorasyon#Saray#SarayMüzesi#sarayburnu#Sultanlar#TarihîYerler#Topkapı#TopkapıSarayı#Türkiye#UNESCO#unescodünyamirası
0 notes
Text
Edremit ankastre set tamiri
Edremit Ankastre Set Tamiri: Yenilenmiş Bir Mutfak İle Lezzetinizi Yeniden Keşfedin Hayatımızın merkezi olan mutfaklarımız, zaman içinde yıpranır ve kullanıma bağlı olarak işlevselliğini yitirebilir. İçinde birbirine aşık olduğumuz lezzetlerimizi yaratmaktan zevk aldığımız bu kutsal mekanlar, zaman içinde küçük arızalara maruz kalır ve tamir edilmeye ihtiyaç duyar. Baharatların dans ettiği,…
View On WordPress
0 notes
Text
kutsallik anlayisi
orgutlu dinlerin ortaya cikisindan cok once insanlik, gorunenin yani sira manevi bir dunyanin varliginin da farkinda oldugunu ifade etti. erken donem samanlar, avdaki basariyi saglama almak icin bu ruhsal dunyaya girmeye cesaret ettiler. tanrilarin ve tanricalarin varliginda, seylerin dogasinda kendiliginden var olan bir inanc gelisti -karanin ve denizin hayvanlarina yaklasmayi kontrol eden, yagmuru yagdiran ya da tutan, gok gurultusunu ve simsegi yonlendiren ve dunyayi baharda uyandiran guclu varliklar. ilk kutsal mekanlar dogal olarak var olan alanlardi -agacliklar, pinarlar, magaralar.
tanrilara ibadet cok eskidir. fransa laussel'de, elinde bereket boynuzu olup dogurganlik ve bereket tanricasini temsil eden bir heykel mo 25000 yilina dayanir. yunan sehri megara kuruldugunda, ilk kurban "insa oncesi" tanrilarina sunulurdu; hicbir zaman tanrilarin eksikligini duymayan romalilar ise hala "bilinmeyen tanri"ya sunaklar insa ediyordu.
samanizmde mit
paleolitik cagin onsezili insanlari buz devrinde magara resimleri yapti ve bunlarin bir cok kulturde karsiliklari vardi -digerlerinin yani sira kizilderili sifacilar, afrikali buyucu hekimler, aborjin bilge adamlar ve sibiryali samanlar. samanizmin "kendinden gecme teknikleri" ruhsal dunyaya girme ve orayla iletisim kurma amaciyla beden disi askinlik algisi uyandirmak icin dans, davullar ve halusinojenik maddeler kullanir.
busmanlar, uckagitci peygamber devesinin dunyayi ruya gorerek yarattigina inanir; busman samanlari ruh yolculugu, yagmur yagdirma ve sifa dagitma gibi guclerini gelistirmek icin ayni yaratici ruya haline girerler. sami samanlari trans halindeyken ilk olarak, yukarıdaki ya da asagidaki ruhlar alemine girmeden once, "kozmik eksen"e, dunyanin merkezindeki bir daga ucarlar. saman genellikle bir balik ruhunun uzerınde yolculuk eder, bir kus ruhu tarafindan yonlendirilir ve bir geyik ruhu onu korur. saivo'nun ust dunyasina bir cesit yardim icin yalvarmak, jabmeayimo'nun yeralti dunyasina ise hasta birinin ruhunu kurtarmak icin gidilir.
#myths#egyptian mythology#mitoloji#greek mythology#senseofholiness#shamanism#ancient roman myths#scandinavian myths
1 note
·
View note
Text
Sevdiğin Kişiyi Kendine Aşık Etme Duası
Sevdiğin Kişiyi Kendine Aşık Etme Duası
Sevdiğin Kişiyi Kendine Aşık Etme Duası Dualar, insanların arzu ve dileklerini ilettikleri, Allah ile aralarındaki iletişimdir. Sevdiğin kişiyi kendine aşık etme duası nasıl olur, diye merak edenler için tüm detayları araştırdık. Sevgilini kendine aşık etme duası? Sevdiğin erkeği aşık etme duası, aşık etme duası k günde kabul olur? En etkili aşık etme duası nasıl yapılır nelerdir? Merak edilen tüm sorular ve cevapları, yazımızın devamında yer almaktadır. İşte, tüm detaylar.
Sevgilini Kendine Aşık Etme Duası
Duaların amacı, Allah'a karşı duygularımızı ifade etmek ve onunla iletişim kurmaktır. Sevdiğin kişiyi kendine aşık etme duası, Allah tarafından hayırlı bir kısmet verilmesine vesile olur. Pek çok kişinin yıllarca arayışta bulamadığı kısmet için bu dua, birçok kişinin hayatını değiştirmiştir. Peki, Sevgilini kendine aşık etme duası? Duaların çeşitli okunma şekilleri vardır. Bazı dualar, Kur'an sureleri ile birlikte okunurlar. Bazıları da teşbih yaparak, yani Allah'ın isimlerini zikrederek yapılırlar. Her iki durumda da dualar, Allah'ın katına iletilir ve inanç dolu dualar, kısa sürede kabul olurlar. Aşık etme duasının özelliği, kişinin hayırlı bir kısmet bulmak için edilmesidir. Uzun süren bir duadır ve sıklıkla tekrar edilmesi gerekir. Burada önemli olan duamız kabul olana kadar inanmak, Allah'ın bize istediğimizi vereceğine güvenmektir.
Sevdiğin Erkeği Aşık Etme Duası, Sevdiğin Kişiyi Kendine Aşık Etme Duası
Her duanın kabulü için, inanç ve sabırla beklemek gerekir. Sevdiğin kişiyi kendine aşık etme duası, onun anında kabul olacağı anlamına gelmez. Duanın kabulü zaman alabilir. Bu süre zarfında bize düşen, sabır ile beklemektir. Sevdiğin erkeği aşık etme duası, o duanın okunması için gerekli olan en doğru zamandır. Aslında bir duanın edilmesi için gerekli olan belirli bir zaman dilimi yoktur. Ancak İslam inancına göre kutsal kabul edilen cuma günü, dualar için daha hayırlı bir gün olarak görülür. Ayrıca kandil günleri, miraç gecesi, bayram arifesi gibi günler de buna örnek gösterilebilir. Duanın edilme zamanı olmasa da günün belirli saatleri Allah katında daha kıymetlidirler. Gece herkes uyurken dua etmek, Allah katında çok değerlidir ve bu yüzden kuşluk vakti, yani sabah namazından önceki vakit, edilen dualar daha hayırlıdır denir. Yıllarca Allah'a dua etmiş lakin bir sonuca varamamış kişiler, bu hocalar sayesinde dualarının kabul olduğu ve aradıkları kısmetleri bulduklarından bahsederler. Eşini Aşık etme duası gibi güçlü dualar ise eski ve tecrübe ile sabitlenmiş yöntemler ile yapılırlar. Bu yöntemleri de ancak bu işin uzmanı, tecrübeli hoca ya da medyumlar yaparlar.
Erkek Arkadaşını Aşık Etme Duası, Sevdiğin Kişiyi Kendine Aşık Etme Duası
Pek çok duanın kabulü, belirli bir zaman dilimine bağlı değildir. Kimileri dualar ederler ve yıllar sonra ancak bu duaları gerçekleşir. Kimileri ise Sevdiğin kişiyi kendine aşık etme duası ardından kısmetlerine kavuşurlar. Her iki durumda da önemli olan şey, inanç ile yapılan bir dua ve ardından da sabırla beklenen ve güvenilen bir süre. Kutsal mekanlar ya da eski kutsal ayetler gibi ya da okunma şekilleri gibi farklı dua uygulamaları, bu süreyi kısaltmak için kullanılabilirler. Erkek arkadaşını aşık etme duası sorusuna net bir yanıt yoktur. Ancak bazı özel durumlarda bu süre çok kısa bir zamana inebilir. Bunun sebebi, belki bir yer ya da bir hocanın okuması gibi çeşitli nedenlerle bağlantılı olabilir. Her durumda belirttiğimiz gibi inançlı olunmalı ve sabırla duanın kabulü için beklenmelidir. Kendiniz de dua edebilirsiniz ancak bazı yöntemler, duaları daha etkili kılarlar. Peki, Aşık etme duası kaç günde etki eder? Duanın yapılabilmesi için gerekli olan ilk şart, kişinin gönlünde sevginin olmasıdır. Sevgi ve inanç olan gönüllerden edilen dualar, kısa sürede kabul olurlar. Duanın edilmesi bir ya da birkaç gün boyunca sürebilir. En Etkili Aşık Etme Duası Nasıl Yapılır ? Pek çok kişi, aşık etme duası ederek aradıkları kısmeti bulduklarından bahsederler. Sevdiğin kişiyi kendine aşık
etme duası, kişinin aradığı kısmeti bulmasına yardımcı olacak olan bir duadır. Duanın kabulü, elbette duanın sahibinde var olan inanca ve Allah'ın ona dileğini vereceğine olan güvenine bağlıdır. Pek çok kimse bu dua sonucunda mutlu sona ulaşmış, hayırlı bir kısmet bulmuş ve evlilik yoluna girmiştir. Pek çokları bu duanın etkisinden, onun tesir gücünden ve ne kadar çabuk etki ettiğinden bahsederler. Duayı kalpten inanılarak yapan kimseler, elbette aradıklarını bulacaklardır. Bazı durumlarda ise bu duanın daha bilgili bir kişi tarafından yapılması, çok daha etkili ve hayırlı olacaktır. Pek çok dua, Allah katında çok çabuk kabul görür ve insanların hayatı değişir. Sevdiğin kişiyi kendine aşık etme duası, sizin böyle bir değişime adım attığınızı gösterir. Sevgiliyi Tekrar Aşık Etme Duası yazımızı okumak için inceleyebilirsiniz. Duayı eden kişinin önemi, elbette şüphesizdir. Duanın doğru edilmesi ve inançla yapılması, Allah katında kabul görmesi için gerekli etkenler arasındadır. Bu yüzden, dua eden bazı hocalar vardır. Bu hocalar, sizin için Allah'a yalvarır, sizin hayırlı bir kısmet bulabilmeniz için dua ederler. Read the full article
0 notes
Photo
Günlerin uzamaya ve sıcakların artmaya başlamasıyla beraber #Munzur dağlarının karları da erimeye başladı. Beyazın hakimiyeti içinde oluşan #toprak adacıklarıyla baharın eli kulağında artık. Zaten baharın gelişini müjdeleyen süsenler, sümbüller de açmaya başladığına göre, doğanın uyanışıyla #rengarenk nimetlerini görmek, koklamak, hissetmek ve mest olmak için geri sayım başladı. #Ovacık'ın kısa süreli ve sarhoş edici bu #doğa şölenini yaşamak isteyenler bir aya kalmaz burada olsunlar.. Ovacık ovasında #kar hükmünü yavaş yavaş yitiriyorken, benim de #İstanbul'a doğru yine yollara düşme vaktimdir. İki haftalığına gelmiştim ama bugün tam 51 günümü doldurdum burada. Sürgünle biten #çocukluk yıllarından beri ilk defa kışı bu kadar doya doya yaşama fırsatı bulduğum için minnettarım! Yolların, elektriklerin, şebekelerin kapalı olduğu kışın en ağır günleri, iyi yanıyla modern hayatın dışına düşüp doğaya teslim olma, #arınma ve kendiyle başbaşa kalma anlamında bir #nimet ve meraklılarına gelecek #kış için şiddetle önerilir.. Son gün köyde #Hawtemal ritüelimiz vardı. Baharın gelişini ve astrolojik yeni yılın başlangıcını temsil eden bu dönemde evlerde yemekler verilir ve #kutsal #mekanlar #ziyaret edilip #lokma dağıtılır. Bir araya gelip #aşk ile lokmalarımızı aldık/verdik, baharı ciğerlerimize çektik. Gerçeğin demine #hü #erenler, ermeyenler :-) #Newroz'unuz şimdiden kutlu olsun!. (Ovacık, Tunceli, Turkey) https://www.instagram.com/p/CMmZ1MIrTuQ/?igshid=itggpfkb810k
#munzur#toprak#rengarenk#ovacık#doğa#kar#i̇stanbul#çocukluk#arınma#nimet#kış#hawtemal#kutsal#mekanlar#ziyaret#lokma#aşk#hü#erenler#newroz
0 notes
Text
Ayrı Geçse de günler Farklı olsa da mekanlar
Birbirini görmese de gözler Karşıdaki "His"leri anlayıverir bazı yürekler İşte böyle yüreklilere "Dost" derler Yüreği güzel "Dostlarıma"gönül dolusu
Günaydıınnlar💐🌻💐
Başta kendi annem olmak üzere tüm annelerin anne adaylarının şehit annelerinin anneler günün kutlu olsun bu kutsal duyguyu biz Annelere yaşattığı içinde rabbime binlerce şükürler olsun🤲🤲
Günümüz kutlu olsun sayfamın melekleri🌹🌹
153 notes
·
View notes
Text
Kocasinan’da camiler gül kokuyor
https://pazaryerigundem.com/haber/180470/kocasinanda-camiler-gul-kokuyor/
Kocasinan’da camiler gül kokuyor
Kayseri’de ilk olarak Kocasinan Belediyesi tarafından ‘Cami Temizleme Ekibi’ nin kurulduğunu hatırlatan Başkan Çolakbayrakdar, mescit ve camilerin kutsal mekanlar olduğunu belirtti.
KAYSERİ (İGFA) – Kocasinan’ın her şeyin en iyisine ve en güzeline layık olduğunu belirten Başkan Çolakbayrakdar, “Camilerimiz kutsal mekânlarımızdır. Belediye olarak camilerimizin, mescitlerimizin restore edilmesinin yanı sıra vatandaşlarımızın huşu içerisinde ibadet edebilmesi için camilerimizin daha temiz olmasına özen gösteriyoruz. Bu kapsamda kurduğumuz ‘Cami Temizleme Ekibi’ ile ilçe genelinde genelindeki 184 merkez ve 83 kırsal mahalleler olmak üzere toplam 267 caminin temizliği yapılıyor. Camilerimizde ayda en az bir defa genel temizlik yapılıyor ve gül suyu ile yıkanıyor. Ayrıca dini ve özel günlerde de gül suyu ile camilerimiz yıkanıyor. Camilerimiz de mis gibi gül kokan ortamda cemaatin ibadetlerini yapma imkanı sunuyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Daha Temiz Kocasinan’ parolasıyla yeniliklere imza atan Kocasinan Belediyesi, teknolojik temizleme cihazları ve profesyonel ekiplerle, camilerin dış temizliğinin yanında halı, kapı, cam, ahşap, kitaplık ve fayansları da hijyenik olarak temizleyip, gül suyuyla yıkıyor. Toplam 4’er kişiden oluşan 2 ayrı Cami Temizleme Ekibi, ilçe sınırları içerisinde bulunan tüm camileri ayda en az bir kez temizlerken, gül suyuyla ise camilerin mis gibi kokmasına katkı sağlıyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Link
0 notes
Text
Ahşap sehpalar
Yeni Konu https://www.beyazyastik.com/ahsap-sehpalar/
Ahşap sehpalar
İtalyan tasarımcılardan 11 orijinal sehpa aldık. Her biri, cesur bir yaklaşımın ve kusursuz uygulamanın parlak bir örneğidir. Doğal ahşabın dokusu, klasik ve modern tarzın iç mekanlarına iyi uyum sağlar, çeşitli malzemelerle birleştirilir ve doğal sıcaklığı korur.
Bu masanın yaratıcıları, yoğun şekilde büyüyen palmiyeler, tuhaf çiçekler ve nadir kuşların bulundu��u yeşil Bora Bora adasından ilham aldı. Yerel efsaneye göre, Polinezya’da “tanrılar tarafından yaratılmış” anlamına gelen kutsal Raiatea adasının yaratılması ve yerleşmesinden sonra sudan çıkan ilk adadır. Cattelan Italia Bora Bora masası meşe ağacından yapılmıştır. Taban, beyaz veya grafit renkli alüminyumdan yapılmıştır. Tezgahlar şekil ve boyut olarak farklılık gösterdiğinden her parça benzersizdir:
Riva 1920 Eco, iki çapta sunulan aromatik sedirden yapılmış küçük masalardır. Karakteristik eşmerkezli halkalara sahip işlenmiş bir ağaç gövdesi, eko tarzı iç mekanlar için idealdir. Doğal ahşabın görünümündeki düzensizlikler, çatlaklar ve değişiklikler, ahşabın kendine has özellikleri ve çevresel koşullara verilen doğal reaksiyonların sonucudur:
Modern bir iç mekanda güzel görünen küçük bir sehpa. Üç boyu mevcuttur ve sedir veya cevizden yapılabilir. Ahşabın doğal dokusu, kusursuz katı şekli vurgular:
Bu canlı sehpa, doğanın sanatsal özünü temsil ediyor. Altın ve kahverengi tonları ile tik kökünden elde yapılmıştır. Ağacın kökü zımparalanmış ve balmumu ile cilalanmış olup, dış kısımda iç kısımdaki organik şekil ile tezat oluşturan net bir geometrik şekil oluşturur. Türünün tek örneği olan Elite To Be Kobe, her dekor stilini tamamlamak için çeşitli boyutlarda birleştirilebilir:
İtalyan Fratelli Boffi fabrikası, harika şekillerde mobilyalar üretiyor. Kataloğu, yaşam alanı ve yatak odaları için tüm öğeleri içerir. Aynı zamanda hiçbiri diğerine benzemiyor. Her masa, sandalye, gardırop veya koltuk, ilgi çekici bir siluete ve özel bir çekiciliğe sahiptir. Fratelli Boffi LUI, tasarımcı tarafından oluşturulan, altıgen petek elemanlardan birleştirilmiş ayaklı bir tablodur. Philippe Besteheider… Tablolar bulmacalar gibi birleştirilerek yüzey alanı artırılabilir
Tonin Casa Rea sehpa iki boyutta mevcuttur ve canaletto ceviz veya koyu meşe olarak mevcuttur. Bacak, bir hacimsel rölyef tabanının etkisini yaratan birçok paralel plakadan oluşur:
Meridiani fabrikasının zamansız koleksiyonundan, konforun – sadece dokunsal değil, aynı zamanda görsel – her zaman öncelikli olduğu bir masa. Zanaatkarlık, uzmanlık, malzeme ve tekniklerle ilgili kesin bilgi bu mobilya parçalarını birer sanat eseri haline getiriyor. Gong silindirik sehpa masif ahşaptan yapılmıştır ve müşterinin isteği üzerine deri ile döşenebilir.
Costantini Pietro, her mobilya koleksiyonunda kullanılacak en iyi malzemelerin seçimine büyük önem veriyor. Kalite, en dayanıklı ahşabın seçiminden başlayarak tüm üretim sürecinin merkezinde yer alır. Her ürün, stabilite ve yük direncini değerlendirmek için sayısız teste tabi tutulur. Tasarımcı Giorgio Soressi’nin masası, bir kum saatinin şeklini andırıyor – zamanın geçiciliğinin bir sembolü – her anı takdir etmenin ne kadar önemli olduğunu mecazi bir hatırlatıyor.
Detaylara dikkat, doğal malzemelerin kullanımı, profesyonel zanaatkarların çalışmaları – tüm bunlar Gervasoni ürünlerinin ayırt edici özellikleri olmaya devam ediyor. Brick tablo koleksiyonu, kabuğundan soyulmuş gürgen ağacının bir parçasıdır. Laconic, dahice ve şehvetli Paola Navone’daki her şey.
Raffaello sehpa, kavisli bir cam taban oluşturan ve onu dayanıklı ve kompakt hale getiren sofistike bir tekniğin sonucudur. İki raf (ceviz veya meşe), Tonin Casa’nın beklenmedik malzeme kombinasyonları sayesinde her zaman yeni stiller denemeye hazır olduğunu kanıtlıyor:
Riva 1920’nin sahipleri Maurizio ve David Riva, kız kardeşi Anna ile birlikte aile atölyesine çocukken girdiler. Yetenekli, doğal malzemelere karşı büyük bir sezgi ve tutku ile mobilya endüstrisinde iş felsefeleri ile öne çıkmışlardır. İnsan sağlığına zarar vermeyen, aynı zamanda üretimin her aşamasında çevreye zarar vermeyen malzemeler kullanılarak, eski işçilik mirası ve geleneklerini korumak hedeflenmektedir. Yuvarlak tepeli Birillo sehpa tamamen sert kokulu sedirden yapılmıştır. Masa üstü aşağı doğru incelir ve tabana geçer. Riva 1920’nin karmaşık olmayan tasarımı, ahşabın güzelliğini ve çekiciliğini en iyi ifade eder:
Ahşap İtalya’dan masa Sahibini uzun yıllar dayanıklılık ve kusursuz görünümle memnun edecek ve odada rahat bir atmosfer yaratacaktır. İB Gallery kataloğunda masif meşe, kiraz, ceviz, kayın, kestane, venge ve diğer türlerden yapılmış İtalyan masa modellerini bulabilirsiniz. Modellerin çoğu çeşitli boyutlarda, malzemelerde ve renklerde mevcuttur.
1 note
·
View note
Link
Wilusa Tur Şehitlik Turları
Çanakkale Destanına bölgenin en tecrübeli firması olan Wilusa Turizm farkıyla şahit olmaya ve yaşamaya ne dersiniz? Covid-19'a karşı düzenli olarak dezenfekte işlemleri yapılan lüks araçlar ve uzman rehberler eşliğinde günübirlik şehitlik turlarımız veya konaklamalı şehitlik turlarımızla Çanakkale Şehitlikleri sizleri bekliyor! Çanakkale Şehitliklerinde unutulmaz bir tur sizleri bekliyor! Tarihi yarımadaya bir de Wilusa Tur farkıyla bakın.Yerel tecrübeyle Çanakkale Savaşları Tarihi Gelibolu Yarımadası savaş alanları ve savaş alanlarında bulunan şehitlikler ve anıtları gezip, görüp, anlamaya çalışmak üzerine rehber eşliğinde yılın her günü (365 Gün) devam eden günübirlik Çanakkale şehitlik turuna siz de katılın.
Nereleri Göreceğiz?
Namazgah Tabyası
Yüzeyden uzunluğu aşağı yukarı 65 km olan Çanakkale Boğazı’nın Avrupa Kıtası’ndaki topraklarındayız. Yanımızdan ip gibi süzülen boğazın suları Çanakkale’yi ikiye bölüyor. Bir tarafında Avrupa ve bir tarafında Asya Kıtası toprakları.
İşte bu toprakların karşılıklı olarak birbirine en yakın olduğu yer, yani Çanakkale Boğazı’nın en dar kısmı Kilitbahir Kalesi ile Çimenlik Kalesi’nin birbirine baktığı yerdir.. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra boğaz savunmasını güçlendirmek için bu bölgeyi karşışıklı olarak toprakla doldurmuş, Asya kıtasındaki topraklara Çimenlik Kalesi’ni, 1300 metre civarındaki karşı noktaya da Kilitbahir Kalesi’ni inşa ettirmiştir.
Hem boğazın en dar yerinde olması, hem de heybetiyle bizi karşılayan güzeller güzeli Kilitbahir Kalesi’nin biraz ilerisini anlatacağız size. Buranın da Avrupa Kıtası’nda olduğunu hatırlatmak isteriz. Yani Wilusa Turizm ile öyle bir yerden geziye başlıyorsunuz ki…
Namazgah Tabyaları’nı Görmek İçin 5 Neden
*Bir tarafınızda tüm asaletiyle Çanakkale Boğazı *Karşı kıyıda Asya kıtası toprakları, Çanakkale il merkezi *Üzerine bastığımız yerde Avrupa Kıtası toprakları *Yıllara meydan okumuş olan Kilitbahir Kalesi *Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri
Bu kadar farklı güzelliğin tek bir kareye sığdırılabileceği muhteşem bir yer burası. Ve üstelik birkaç adım ileride Namazgah Tabyaları da o kareye girebilmek için sırada bekliyor…
Tabya Ne Demektir?
Tabya kelimesini, askeri bir terim olarak hazırlık yapılan, malzemenin yığıldığı yer olarak ifade edebiliriz. Bu bağlamda içinde depo, ambar, cephanelik vs. olan, askerlerin uyuduğu, eğitim gördüğü ve aynı zamanda boğazdan yapılan saldırılara direniş gösteren yerlerdir. Kilitbahir’deki tabyalar, teknolojinin ilerlemesiyle kale içerine teçhizatın yeterli gelmiyordu. Boğaza giren gemiler için risk bu bağlamda azalıyordu. Tüm bu nedenler ışığında boğaz savunmasını güçlendirmek için gerekli yükseklik ve açıda inşa edilmişlerdi.
Namazgah'ın Anlamı Nedir?
Cami gibi kapalı bir alan yerine açık arazide topluca namaz kılınan yerdir. Kıble tarafında mihrap yerine taş ya da benzeri bir yapının bulunduğu sade meydanlardır. Bozcaada Namazgah, Gelibolu Namazgah bunlara örnek olarak verilebilir.
Belki de Namazgah Tabyası, içinde ibadet edilen kutsal mekanlar gibi. Tertemiz ve sade…
Namazgah Tabyaları, 26 tane küçük tepecikten oluşur. Bu tepeciklerin her biri bonet olarak adlandırılır. Bu bonetler yoldan bakıldığında giriş kısımları görülen barınaklar gibidir. Üst kısımları killi toprak veya çimle kaplıdır. Deniz tarafından bakıldığında kıyıda askeri bir alan değil de doğal tepecikler olduğu izlenimini vermek için bu şekilde dizayn edilmişlerdir. İç kısımları kalın taşlar kullanılarak inşa edilmişlerdir. Bonetlerin üzerinde sıkıştırılmış toprak ile çalı kullanıldığı da oluyordu. Böylece düşen mermilerin düşüş hızları, bu şekilde yumuşatılıyordu. Bu da merminin neden olduğu şiddeti azaltan önemli bir faktördü. Genelde bonetlerin zeminlerinde mermiler muhafaza ediliyordu.
İçlerinde odacıklar bulunan bonetlerin iç mimarileri, askerin o zamanki ihtyacına göre farklı amaçlar için değişiklik göstermektedir. Örneğin bir dönem bazı bonetler ağıl olarak kullanılırken, aynı bonet kimi zaman da ihtiyaç durumuna göre malzeme deposu olarak kullanılmıştır.
Namazgah Tabyaları, buraya yaptırılan ilk ve en büyük tabyadır. Ayrıca merkez tabya olma özelliğini taşımaktadır. Çanakkale savaşı sırasında tabyalarda görev yapan bataryaların bağlı olduğu 4. Ağır Topçu Alayı’nın karargah merkezidir. Bu yüzden de her saldırıda hedef olmuş, ağır darbeler almış ancak yeniden ayağa kalkmayı başarmıştır.
Alanda 16 tane top mekanizması olmasına rağmen, Çanakkale’de ancak 2 tanesi kullanılabilmiştir. Çünkü kalan 14 tane top mekanizmasının düşman gemilerini vurabilmesi için gerekli olan menzili, ne yazık ki yeterli uzunlukta değildir.
Tabyanın kesin olarak yapılış tarihi belli değildir. Ancak kapılardan birinin üzerinde 2. Abdulhamid tuğralı ve 1389 yani 1892 tarihli bir kitabe bulunmuştur. Bu bağlamda tabyaların son halinin 2. Abdulhamid döneminden kaldığını söylemek mümkün.
Bugun tüm ihtişamıyla bizi karşılayan Namazgah Tabyaları ziyarete açıktır. Burada bonetlerden bir tanesi müze haline getirilmiştir. Wilusa Turizm’in şehitlik içerisine yaptığı gezilerde Namazgah Tabyaları panoramik olarak görülebilmektedir.
Çanakkale Şehitler Abidesi
Gelibolu Yarımadası’nın belki den en güzel yerinde inşa edilmiştir. Eskihisarlık denen bu yer, Çanakkale Boğazı ve Ege Denizi’nin neredeyse birleştiği yerdedir.
1915 Çanakkale savunmasının temel sembollerinden biridir. Yapılış amacı da Türk gücünü sanat yoluyla göstermektir belki de. Bu yüzden bir proje yarışması yapıldı. Projeyi de Feridun Kip, İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş’tan oluşan ekip kazandı. Ancak anıtın yapımını hayata geçirmek hiç kolay olmadığı için temel atma işlemi ancak 1954 yılında yapılabilmiştir. 1960 yılında ziyarete açılan anıt, muhteşem bir mimariye sahip.
Karşıdan bakıldığı zaman ‘’Mehmetçik’’ kelimesinin ‘’M’’ harfini görüyoruz. Ayrıca klasik Roma’da sıklıkla uygulanan ‘’Zafer Takı’’ mimarisinin bir başka formudur. Tüm bunların yanında anıtımız Anadolu’nun birçok farklı noktasından buraya gelerek, vatan savunmasında canlarını veren şehitlerimizin gökyüzüne yükselişini de sembolize etmektedir.
Şehitler Abidesi, dört büyük ayak üzerine inşa edilmiştir. Bu ayakların her birinde rölyefler bulunmaktadır. Bu rölyeflerin deniz tarafına bakan dört tanesi deniz savaşlarını, kara tarafına bakan dört tanesi de kara savaşlarını vurgulamaktadır.41.7 metrelik anıt, bugün Türk zaferinin muhteşem bir sembolü olarak kayıtlara geçmiştir.
Bulunduğu konum nedeniyle anıt hem Çanakkale Boğazı’ndan hem de Anadolu’dan geçen herkes tarafından görülebilmektedir. Bu arada dünya üzerinde savaşta ölenler için yapılmış belki de en görkemli anıttır. Bu bağlamda da Gelibolu Yarımadası’nın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir.
Şehitler Abidesi’ni ziyarete gideceğimiz zaman göreceklerimiz anıt ile sınırlı değildir.
Abide Alanında Görülecek Yedi Nokta
- Neredeyse gökyüzüne ulaşan heybetli Türk Bayrağı - Çanakkale Savaşı’nın bazı kahramanlarının resmedildiği 45 metrelik duvar - Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 Mart 1934 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya okuması için verdiği yazıdan bir bölüm… Bu metin, Atatürk’ün hem insani değerlerini hem de devlet adamlığını ortaya koyan çok önemli bir konuşmadan bir kısımdır… ‘’Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız.Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır.Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.” - Meçhul Asker Anıtı. Çanakkale’den dönerken Avustralyalı bir asker, bir Türk şehidinin başını ülkesine götürmüştür. 2003 yılına kadar Avustralya’da kalan şehidimizin başı, 18 Mart 1013 tarihinde vatan toprağında ebedi yerine nakledilmiştir. - Çanakkale’de şehit olan 60 bin askerimizin isminin tek tek yazılı olduğu ve bu alanın il bazında alfabetik olarak kısımlara ayrıldığı sembolik Türk şehitliği - Sanatçı Metin Yurdanur tarafından yapılan muhteşem ‘’Mustafa Kemal Atatürk’’ anıtı - Sanatçı Tankut Öktem tarafından yapılan ve Türk askerinin centilmenliğini vurgulayan’’ Yaralı Asker’’ anıtı
Şehitler Abidesi’nin inşa edildiği yer, konum açısından da çok değerli bir yerdir. Bir tarafında Seddülbahir cephesi, bir tarafında Bozcaada, bir tarafında yüzlerce yıl önce yaşanmış olan Batı ve Doğu’nun ilk savaşı olan Troia Savaşı’nın yaşandığı yer… Burası her yönüyle, Çanakkale’nin taşıdığı her anlama vurgu yapan göz alıcı bir manzaraya sahiptir.
1915 Çanakkale savaşı sırasında Fransız cephesi olan bölge, aynı zamanda boğazdaki batıklara da ev sahipliği yapmaktadır. İngiliz gazetelerinde ‘’Davud’un sapanı vurdu’’ diye haberi çıkan İngiliz Goliath zırhlısı, Seyid Onbaşı’nın vurduğu ve bu alanda bulunan
İngiliz Ocean zırhlısı, ayrıca Fransız Bouvet Zırhlısı da 1915’in izleri olarak boğazın derinliklerinde, bir çok irili ufaklı batığın arasında yatmaktadır.
Hem kara hem de deniz savaşlarının ağır şiddetine tanıklık etmiş olan bölge, bugün sessiz sakin bir şekilde ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor.
Rumeli Mecidiye Tabyası ve Seyit Onbaşı Heykeli
Rumeli Mecidiye Tabyaları
Namazgah Tabyalarının biraz ilerisinde ve yine Kilitbahir Köyü sınırlarında Rumeli Mecidiye Tabyaları bulunmaktadır. Burası ile özdeşleşen Seyit Onbaşı’nın heykeli, sahilde tüm ziyarteçilerin dikkatini çekmektedir. O’nun görev yaptığı Mecidiye Tabyaları, anıtın karşısındaki Gonca Tepe eteklerinde bulunmaktadır. Burayı görebilmek için yolun içerisindeki yoldan, deniz seviyesinden yaklaşık yirmi metre yukarıda bulunan bonetlere yürümek gereklidir.
Mimar Fevzi Efendi’nin Mezarı
Çanakkale Boğazı manzarasına bakarak yürüdüğümüz yolun devamında ziyaretçileri bir Osmanlı mezarı karşılar. Buradaki tabyaların bakımı için görevlendirilen Fevzi Efendi, boğazdan geçen bir İngiliz gemisine engel olamaz. Bu yüzden idam edilmiştir. Mezarı da daha sonra buradaki yerine taşınmıştır. Mimar ve matematikçi de olan Fevzi Efendi’nin mezarının yanında ise bir şehitliğimiz bulunmaktadır.
18 Mart 1915 günü İngiliz ve Fransız donanmasına ait gemiler, yenilip boğazdan çıkarlarken tabyalara da mermi yağdırmaya devam etmişlerdi. Bu yüzden buraya isabet eden mermiler nedeniyle erlerden ne yazık ki şehit olanlar vardı. 1919 yılında hepsi bir araya getirilerek, Fevzi Efendi’nin mezarının yanındaki alana gömülmüşlerdi. 1966 yılında ise Çanakkale Şehitleri Abidelerine Yardım Cemiyeti de şehitlerimizin yattığı alanı çevrelemişler ve bir kitabe eklemişlerdi. Bu kitabeye göre yatan şehit asker sayımız ise 16’dır.
Mecidiye Tabyaları’nın Özellikleri
Savunma planlarında merkez grubu tabyaları arasında bulunmaktadır. Her saldırıda ilk hedeflerden biri haline gelmiştir. 4. Topçu Alayı, 2. Ağır Topçu Taburu’na bağlı 5. Batarya’yı oluşturan bir askeri merkezdi. 8 adet cephanelik, 7 adet de top yeri mevcuttur. Buranın da kitabesi mevcut değildir. Ancak 2. Abdulhamit döneminde kıyı tabyaları elden geçirilmiş ve güçlendirilmişti. Ziyaret esnasında betondan yapılmış olan makineli tüfek yerleri dikkati çekmektedir. 2. Dünya Savaşı sırasında boğaz savunmasını güçlendirme ihtiyacı doğdu. Bu yüzden Maraşel Fevzi Çakmak, çimento karışımından oluşan malzeme ile yapılan top yerleri inşa ettirdi.
Buradaki bonetler taban alanı dikdörtgen olan yapılardan oluşmaktadır. Üst kısmı ise beşik tonoz örtülüdür. Çatı kısmı toprakla kaplı olduğu için, Namazgah Tabyalarında olduğu gibi doğal görünümlü tepecikler burada da oluşmuştur.
18 Mart 1915’de buradaki komutan Yüzbaşı Hilmi Bey idi. Hilmi Bey, 18 mart günü askerlerine tarihe geçen emrini vermişti. “Şehit ve yaralıların yerine geçecekler atanmıştır. Ben ölürsem üzerime basıp geçin. Yaralanırsam önem vermeyin, ben de size öyle yapacağım. Bu savaşta hiçbir ödül beklemeyin. Bunu vaat etmem ve edemem” diyecek kadar özel bir askerdi. Zaferi kazanmamızın ardından o da sağ kalanların arasındaydı. Bir zafer yemeği sunmak istedi askerlerine. Etli kuru fasulye, bulgur pilavı ve un helvası…
18 Mart 1915 Nerdeyse dakikada 35 merminin düştüğü tabyalarda bazı toplar bile toprak altında kalmıştı. Mermileri taşıyan raylar kırılmış, vagonlar paramparça olmuştu. Mecidiye Tabyaları, bulunduğu konum nedeniyle neredeyse aşağıdaki tüm hareketliliğe şahit olmuştu. Saat 11.00: Seddülbahir yönünden gelen savaş gemileri Triumph, Agamemnon, Lord Nelson, Queen Elizabeth, Inflexible, Prince George görülmeye başlandı. Saat 11.15: Triumph, ilk mermiyi attı. İntepe’deki bataryalar buna karşılık vermeye başladı. Saat 11.45: Queen Elizabeth’in bir mermisi Çanakkale gümrük binası arkasına düşerek yangın çıkardı. Saat 12.20: Çimenlik Kalesi’nin içindeki tabyada bulunan cephaneliğe bir mermi isabet etti Saat 14.00: Bouvet yana yatmaya başladı ve üç dakika sonra battı. Sağ kalanları kurtarmak isteyen gemilere ateş edilmedi. Yani kurtarma çalışmaları engellenmedi. Saat 15.15: Namazgah Tabyası’na mermi düştü. Saat 16.30: Irresistible vuruldu. Saat 18.00’de Bouvet, Ocean, Irresistible batırıldı. Inflexible, Gaulois, Suffren, Agamemnon savaş dışı kaldı.
İşte tüm yoğun dumanın içinde, topları taşıyan raylar kırılmış ve vagonlar paramparça olmuştu. Bu yüzden Seyit Onbaşı o kocaman top mermisini sırtında taşımış ve Ocean zırhlısını vurmayı başarmıştı. Kendisine bu başarısının ardından onbaşılık rütbesi verildi. Bir de soruldu ne istediği. ‘’Çift tayın’’ dedi ama arkadaşlarının yanında mahcup hissetti kendini ve vazgeçti.
Savaştan sonra Seyit evine döndü. Balıkesir’in Havran ilçesinin Çamlık Köyü’ne. Odun kömürü toplayıp satıyordu. 1939’a kadar çalıştı. Ama zatüreye yakalanınca yorgunluğa daha fazla dayanamadı ve hayatını kaybetti…
Sahide gördüğünüz o anıt, işte 18 Mart günü Ocean zırhlısını batıran mütevazi kahraman Seyit Onbaşı’ya ait…
Wilusa Turizm size orada da eşlik edecek.
1453 yılında İstanbul başkent olduktan sonra Çanakkale Boğazı’nın savunmasına büyük önem verilmiş ve boğaz savunmasını güçlendirmek adına farklı dönemlerde kaleler ve tabyalar inşa edilmiştir. Bu savunma merkezlerinden bir tanesi Rumeli Mecidiye Tabyasıdır. Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’u Ege denizi üzerinden gelecek tehlikelere karşı korumak adına, 1896 yılında Sultan II.Abdülhamit tarafından Asaf Paşa’ya yaptırılmıştır. 18 Mart 1915 günü Yüzbaşı Mehmet Hilmi Şanlıtop komutasındaki Rumeli mecidiye tabyası, 6 adet topuyla boğazın savunmasında önemli rol oynamıştır. Çanakkale savaşlarında yaşanan olayların en meşhurunun gerçekleştiği, kahraman Seyit Onbaşının 215 kilogramlık top mermisini kaldırdığı yerdir. 18 Mart 1915 günü, itilaf donanmasının düzenlemiş olduğu saldırı sırasında Seyit Onbaşı’nın görev yaptığı Rumeli mecidiye tabyasına bir mermi isabet etmiş; buradaki askerlerimizin bir kısmını şehit etmiş, bir kısmını ağır yaralamış, bir kısmını da diri diri toprak altına gömmüştür. Yaşanan patlama nedeniyle tabyada bulunan topun da vinç mekanizması hasar görmüştür. Toprak altında kalan askerlerimizden bir tanesi de Havran’lı Seyit Onbaşı’ydı. Niğdeli Ali’nin yardımıyla topraktan çıkınca gördüğü bu manzara karşısında bambaşka bir ruh haline bürünen Seyit Onbaşı, kalbindeki vatan sevgisini iman gücüyle birleştirerek, ağırlıkları 140 190 ve 215 kilogram arasında değişmekte olan top mermilerinden bir tanesini kaldırarak 5 basamaklı topa çıkmış ve mermi ateşlenmiştir. O kutlu üniformayı giyen kahramanların, vatanları tehlike altında iken neleri başarabileceklerinin bir ispatı olan Seyit onbaşımızın yaptığı kahramanlığın daha iyi anlaşılabilmesi için buraya, savaş döneminde kullanılan toplardan bir tane getirilmiştir. Yarımadada görülebilecek en sağlam top buradadır. Kahraman Seyit Onbaşı’mızı ölümsüzleştirmek adına 215 kiloluk mermiyi kaldırışını gösteren bir heykeli yapılmıştır.
Yahya Çavuş Şehitliği
Gelibolu Yarımadası ziyaretlerimizde uğradığımız yerlerden biri de Yahya Çavuş Şehitliği’nin de bulunduğu Ertuğrul Tabyaları’dır. Burası Seddülbahir Köyü ile aynı ismi taşıyan cephede bulunur. İsmini, bulunduğu tepenin altındaki Ertuğrul Koyu’ndan alır. Tepenin ismi ise Gözcü Baba Tepesi olarak adlandırılmaktadır.
Yahya Çavuş Şehitliğinde Göreceğimiz Beş Nokta
- Ziyaret noktasına geldiğimizde sağ tarafımızda Cape Helles yani Helles Burnu Anıtı görülmektedir. Bu anıtın üzerinde İngiliz donanmasına ait gemilerin isimleri, dış duvarında ise ordudaki askerlerin ismi yazılıdır. - Sol tarafa doğru ilerlediğimizde ise karşımızda Ertuğrul Tabyaları bizi selamlar. İkinci Abdulhamit döneminden kalan bu tabyalar, Seddülbahir direnişinde çok önemli bir yere sahiptir. 3 bonet arasında 2 tane top kullanılmış, bunlardan ancak bir tanesinden izler görülebilmektedir. Restorasyon sırasında bulunan içindeki kemik ile bulunan ayakkabı, bu şiddeti gösteren bir örnektir. Tabyalar, 19 Şubat ile 25 Şubat arasında çok sert saldırılara maruz kalmıştır. Bunun nedeni, 18 Mart 1915 tarihinde yapılacak ana saldırı öncesi, direnişin en güçlü olduğu anahtar noktalarından birini ortadan kaldırmaktı. - Dalgalanan Türk bayrağının altında bulunan ‘’Ezineli’’ Yahya Çavuş Şehitliği bulunmaktadır. Şehitliğimizin içinde de heykeltraş Recep Özer’in yaptığı ve yarımadadaki direnişin sembollerinden biri olan Yahya Çavuş anıtı da, çıkartma noktasına bakan siperlerin yanındadır. - Burada ayrıca restore edilmiş olan Türk siperleri bulunmaktadır. Çanakkale Boğazı’nın insanı şaşkına çeviren güzelliği, pırıl pırıl parlayan suları, bir zamanlar kıyametin koptuğu siperlerin tam karşısındadır. - Yine sahile bakan tarafta da 25 Nisan çıkartma harekatını gösteren, cam ile korunmuş maket. Burası bulunduğumuz cephenin anlamak adına, ziyaretçiler açısından oldukça ilgi çekici yerlerden biridir.
Listeye dahil edilmeyen yerler de mevcuttur. Mesela Seddülbahir Kalesi, bu ziyaret noktasından çok net bir şekilde görülebilmektedir. Düşmanın ilk karşılandığı Çanakkale boğazı savunma hattını oluşturmak ve güçlendirmek için 1659 yılında inşa ettirilmiştir.
Ne yazık ki, 3 Kasım 1914 tarihindeki bombalanma sonrasında ilk şehitlerimizi verdiğimiz yer kaledir. Cephaneliğimizin infilak etmesi nedeniyle 5 subay ve 81 erimiz şehit olmuştur. Kale duvarına bitişik bir şekilde bulunan şehitlikte, ebedi yerlerinde yatmaktadırlar.
Aşağıya doğru baktığımızda ise, çıkartma noktasında yabancı bir mezarlık göze çarpmaktadır. Tam olarak ismi ‘’V Beach Mezarlığı’’ dır. Seddülbahir cephesinde ölen İngiliz askerleri için inşa edilmiştir.
Alanda tabyalara bakan tarafta ise ortada duran, tek bir mezar dikkati çekmektedir. ‘’Er Halil İbrahim’’ … Çanakkale savaşlarının belki de en şiddetli kısmı, bu bölge ile sahilin ilerisinde yaşanmıştı. 5 kilometrelik sahil oldukça zorluydu. Burası İngiliz 29. Tümen’in saldırıya geçtiği yerdi. Cephede hem saldırılar hem de savunma çok güçlüydü. Hatta Teke Koyu’na çıkmayı başarabilen altı İngiliz askerine, İngiltere’nin en yüksek nişanı olan Victoria Cross verilmişti. Bölgeye saldıran İngiliz kuvvetlerinin hedefi, sahili veya tabyaları elde tutmak değildi. Birkaç kilometre yakınlıkta olan Alçıtepe Köyü’ne ulaşmak, öncelikli hedefti. Ancak yoğun savunma karşısında, dünyanın en modern teknolojisine sahip olan İngiltere, bir avuç Türk askerini aşıp, hedefine ilerleyemedi.
25 Nisan 1915. Çıkarma harekatının ilk günü.
Yoğun bombalama sonrası, sayısı neredeyse bini bulan düşman birlikleri kıyıya doğru gelmeye çalışıyordu. 2000 asker de kıyıya yakın River Clyde isimli gemide bekliyorlardı. Bu gemiyi aynı anda daha fazla askeri kıyıya çıkartabilmek için gözden çıkartmışlar ve kıyıya oturtmaya karar vermişlerdi. Bu kadar sayıya rağmen Türk askerleri hem Ertuğrul Tabyaları hem de kaleden hiç durmadan ateşe devam ediyordu. Bu arada gemi de askerlerini boşaltmaya başlamıştı. Ama onlar da Türk ateşinden kaçamamışlardı. Kaçmayı başarabilenler de kum yığınlarının arkasında tıkanıp kalmıştı.
Bölgenin kahramanları 26. Alay 3. Tabur 10. Bölük askerleriydi. Hiç durmadan ateş ederek inanılmaz bir direniş göstermişlerdi. Burada bölük komutanı Yüzbaşı Hüseyin bey ağır yaralandığı için, Yahya Çavuş komutayı eline aldı. Bir avuç Türk askeri saatlerce mücadeleye devam ettiler. Takviye birlik yoktu. Zira aynı saatlerde Tüm Gelibolu Yarımadası beş ayrı yerden başlatılan düşman saldırısı ile baş etmeye çalışıyordu.
Saatler sonra burası İngiliz birliklerinin eline geçti. Hedefleri olan Alçıtepe Köyü’ne ulaşamamış, sahil bandında kalmışlardı. Bu da Türk askerlerine zaman kazandırmıştı.
1915’de karargah binasının olduğu yer, bugün Yahya Çavuş sembolik şehitliğidir. Oraya ismini veren Türk kahramanı Yahya Çavuş bacağından yaralanmıştı. Bu haliyle Alçıtepe Köyü’ndeki karargaha kadar ulaşıp, hayatta kalmayı başarmıştı. Balkan Savaşı sırasında bir daha düşmanla savaşırken geri çekilmeyeceği sözünü veren Yahya Çavuş, 4 Haziran 1915 tarihinde, gene Gelibolu Yarımadası’ndaki 3.Kirte taarruzu sırasında ağır olarak yaralandı. Ne yazık ki bir gün sonra şehitlik mertebesine ulaştı… Ziyaret noktamıza adını veren Yahya Çavuş, Çanakkale’nin Ezine ilçesinden gelerek savaşa katılmış bir kahramandı. Bizler burayı ziyaret ettiğimizde onun adının verildiği sembolik şehitliği de görmüş oluyoruz.
Bu arada Ertuğrul Tabyaları’nın da olduğu bu alandan gördüğümüz güzelim manzara, bir zamanlar çok şiddetli saldırılar yaşamış olan bölgenin dumanlar altındaki görüntüsü ile tezatlık oluşturmakta olduğunu da mutlaka eklemek gerekiyor.
Zira İngiliz savaş uçaklarının raporu vardı. Sahil en az kırk metre içeriye kadar cesetlerin kanı nedeniyle renk değiştirmişti…
Şahindere Şehitliği
Soğanlıdere Vadisinde boğaz manzarasını arkamızda bırakarak Şahindere’ye ulaşıyoruz. Çınarlıdere’nin hemen üzerinde, yeşillikler arasında bir yer burası. Kalabalık grupların olmadığı saatlere denk gelindiğinde sessizlik, yıllar önceki ortamı sunuyor sanki bize. Burası bir tedavi merkezi. Çanakkale savaşı sırasında getirilen yaralı askerler burada tedaviye alınıyordu. Ancak tedavileri yapılamayan, ya da tedaviye cevap vermeyen isimleri tespit edilmiş yaklaşık 2000 askerimiz de burada yatıyor. Yani burası hem bir sargı yeri, hem de şehitlerimizin mezar yerlerini görebileceğimiz gerçek bir şehitlik…
Sargıyeri ve Bazı Tedaviler
Sargıyeri, acil durumlarda tedavilerin yapılabilmesi için kurulan geçici tedavi merkezlerine verilen isimdir. Çanakkale’de savaş sırasında askerlerimizin bu ihtiyacını karşılamak için geçici tedavi merkezleri kurulmuştu. Buralarda sadece cephede yaralan askerler değil, tifüs, sıtma, dizanteri ve kolera gibi hastalıklar ile boğuşan askerler de tedavi edilmeye çalışılıyordu.
Kıta sargı yerleri ilk müdahaleyi yapıyordu. Yarası ağır olan askerler ise araba durak noktalarına sevk ediliyordu. Buradan da büyük sargı yerlerine gönderiliyorlardı. Şahindere de onlardan biriydi. Ağır yaralıları tedavi etmeye çalışıyor, gerekirse seyyar veya menzil hastanelerine sevk ediyorlardı. Bazı yaralı askerler de memleket hastanelerine sevkediliyordu.
Bu sevkler sırasında vapurlara bindirilen yaralı ve hasta askerler, çevre şehirlere gönderiliyorlardı. Yolculuk sırasında askerlerin beslenmesine gerçekten önem veriliyordu. Et, tavuk ve hatta bolca antep fıstığı da verilen yiyecekler arasındaydı. Bu şekilde bünyeleri güçlendirilmeye çalışılıyor, vapur yolculuğunda askerin daha fazla da sarsılmasının önüne geçilmiş olunuyordu. Sevk işlemi oldukça sancılı geçiyordu. Yollar bozuk ve uzundu. Ayrıca kullanılan araçlar çoğunlukla hayvanların çektiği arabalardı. Sıcak ile beraber, askerin hafif bir kanamalı yarası bile olsa, toz toprak, ter ve kan ile üniforma parçaları deriye yapışıyor; basit bir yaralanma bile asker için çok eziyetli bir tedavi süreci gerektiriyordu.
Tedavi merkezleri seçilirken hem cepheye yakın, mümkün olduğunca ulaşımın kolaylıkla ya da nispeten daha kolay gerçekleştirilebileceği yerler uygun görülmüştü. En önemli kıstaslardan biri de yakında olan bir su kaynağı idi. Çünkü su asker için hayattı. Özellikle yaralı askerlerin tedavi edilmeye çalışıldığı yerlerde çok daha hayati bir öneme sahipti.
Bazen ağır yaralı askerler getirildiğinde, doktorlar onların tedavilerini yapmakta zorlanıyorlardı. Çünkü bir çoğunun ellerindeki malzemeler yetersizdi.
Ayrıca sedyecilerin üzerinde gerçekten çok büyük bir yük olduğunu da eklemek gerekiyor. Cepheden araba durak yerlerine, sargı yerlerine hiç durmada koşturuyorlardı. Hem fiziksel olarak hem de ruhen çok yorulmuşlardı. Yorgunluktan yere yıkıldıkları da oluyordu. Çoğu zaman sessiz ve sakin olan Şahindere Şehitliği içerisinde savaş sırasında kıyamet kopuyordu. Bizim sessizliğini dinlediğimiz şehitlikte, sağlık görevlileri askerlerimizin acı dolu haykırışlarını dinliyordu.
Kan kaybı nedeniyle şoka giren askerler de oluyordu. Bu durumda hastayı sıcak tutmak gerekiyordu. Battaniyelerin yetmediği zamanlar çoktu. Seyyar fırınlarda ısıtılmış taş veya kiremitler, yaralı askerin vücuduna sarılırdı. Böylelikle vücut ısısı korunmaya çalışılırdı. Sonraki aşamada ise tuzlu su verilirdi.
Kişiden kişiye kan verme işlemi de sıklıkla yapılırdı. Ama 1915’deki tekniklerle o kadar acı verici bir işlem uygulanırdı ki, kan veren kişi birkaç gün izinli sayılırdı.
Doktorları en çok endişelendiren konulardan biri vurulmalardı. Özellikle karın vurulmaları. Çoğu askeri kurtaramıyorlardı. Bu yüzden Çanakkale’de karın yaralanmalarından çok asker hayatını kaybetti. Ameliyat edilseler de edilmeseler de askerler ölüyordu. Tüm bunların yanında bir de hastalıklar vardı.
-Bitlenmeden kaynaklanan tifüs. Kıyafetler seyyar fırınlarda ısıtılarak bitlerin ölmesine uğraşılmış, hatta bazı durumlarda karantina uygulamaları da yapılmıştır. Böylelikle salgının yayılmasının da önüne geçebilmek için uğraşılmıştır. -Yetersiz beslenmenin neden olduğu iskorbüt. Bunun için bol miktarda yeşil sebze ve salata tüketilmesi sağlanınca, hastalığa yakalan asker sayısı azaldı. Ama cephe ortamında taze sebze bulabilmek oldukça zorlu bir süreçti. -Savaş alanlarında sıklıkla karşılaşılan bakterilerden kaynaklanan kolera ve genel olarak temiz olmayan su ve gıdaların kullanılmasıyla ortaya çıkan dizanteri. Askerlere killi toprak yedirilerek salgın kontrol altına alınmış ve yayılması engellenmiştir. Bu arada cepheye yeni gelen askerler için aşılama yapmaya da önem verilmişti.
Ayrıca düzenli olarak çeşitli çukurlar kazılarak içleri kireç veya hayvan tezekleri ile doldurularak yakılmıştı. Böylece mikrop imha edilmeye çalışılıyordu. Başarılı da oluyordu.
Tüm bu ilkel metod ve çalışmalara rağmen, yaralı ve hasta askerleri kurtarabilmek için insan üstü bir gayret gösterilmişti. Şahindere gibi bir çok sargı yerinde çukurlar hazır tutulur, askerler şehit olduklarında bekletilmeden gömülürdü. Bu hem salgın hastalıkların önüne geçmek, hem de tedavi gören askerin morali için oldukça önemliydi.
Şehitlik
Şahindere şehitliğine uğradığımız zaman tüm bunları düşünerek, dinleyerek ebedi nekahathaneye uğramak için önümüzdeki uzun merdiveni çıkıyoruz. Önce savaş sırasında gömüldükleri halleriyle muhafaza edilmiş olan şehitlerimizin mütevazi mezarları çıkacak karşımıza. Buraya bakmak, buradan geçmek gerçekten çok hüzünlü…
Şehitlerimizin mezarlarının bizleri selamladığı küçücük yoldan geçerken , kenarda diğerlerinden ayrılmış bir mezar taşı dikkatimizi çekecek. Çoğu İzmir ve çevresindeki genç askerlerden oluşan 10. Tümen ve 30. Alay’dan Teğmen Mustafa Efendi… Mezar taşında tek bir cümle. ‘’Ruhuna gözyaşıyla Fatiha’’ …Biraz ilerideki Alçıtepe Köyü civarında vurulmuş ama kurtarılamamış olan genç askerimizin mezarı burası. Yürümeye devam ettikçe sağda ve solda hiçbir gösterişi olmayan şehit mezarlarımızı görmeye devam ediyoruz. Yolun bittği yerde belki de şehitlerimizin ruhlarının yükselişini simgeleyen bir anıt çıkıyor karşımıza. Burada yatan askerlerimizi isimlerini tek tek okuyabileceğimiz sembolik bir alan.
Yürüyemediğimiz, konuşamadığımız, nefesimizi kesip hüzne boğan bir yerdeyiz. Şahindere Şehitliği’ndeyiz.
Anzak Koyu ve Tören Alanı
25 Nisan 1915 tarihinde, Gelibolu Yarımadası’ndaki çıkarma bölgelerinden biri de Arıburnu sahilidir. Sahilin ilerisi Suvla Koyu, iç kısım ise Anafartalar taarruzunun yapıldığı Anafartalar Ovası’dır. Yarımadanın Ege Denizi tarafına bakan topraklarıdır. Bu sahiden denize doğru bakıldığı zaman ilk dikkati çeken yer, Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada’dır. Burası savaş sırasında İngiliz üssü olarak kullanılmıştır.
Gökçeada manzarasına eşlik eden, oldukça yüksek bir ada daha bulunmaktadır. O da bugün Yunanistan sınırlarında bulunan Semadirek yani Samotrake Adası’dır. Bu bağlamda Arıburnu sahili oldukça ilgi çeken bir coğrafi bir konuma sahiptir.
ANZAC Ne Demektir?
İngiltere’ye bağlı olarak Gelibolu Yarımadası’na gelmişlerdi. Australia & New Zealand Army Corps yani Avustralya ve Yeni Zellanda Kolordusu ismini taşıyorlardı. Yarımada’ya gelmeden önce Mısır’da eğitim almışlardı. Yazışmalarda kolordunun ismini uzun uzun yazmak yerine daha pratik olacak şekilde baş harflerinin kullanıldığı yeni bir terim ortaya çıkmıştı. ANZAC…
Arıburnu Çıkarması
25 Nisan 1915’de bu sahilde yapılacak olan çıkarmanın yapılacağı sahil aşağı yukarı 1500 metre olarak planlanmıştı. Ama belki eski haritalar, belki gece karanlığı, belki de ihmalkarlıkla çıkmak istedikleri alanın bir mil daha ilerisine ayak basmışlardı. Burası da ortalama 500 metrelik bir sahil şeridiydi. Yani daha ilk adımlarını hatalı atmışlardı. Bunun da bedelini oldukça ağır ödeyeceklerdi.
Üstelik karaya çıkan 1000’in üzerindeki Anzac askerine en yakın Türk birliğindeki asker sayısı toplam 80 kişiydi. Türk askerlerinin ateşi karşısında, belki hayatlarında ilk kez ceset gören Anzac askerleri, mesleği atadan askerlik olan Türk askerleri karşısında büyük panik yaşamışlardı.
Az sayıda bir grup Anzac askeri, programımız sırasında yakınından geçeceğimiz Düztepe’ye kadar ilerlemeyi başarmışlardı. Orada onları karşılayan, sahildeki balıkçı damlarından geri çekilmek zorunda kalan Türk askerleriydi. Burada mermisi biten Türk askerleri geri çekilmek zorunda kalmıştı.
İşte tam o sırada 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal, çıkarma bölgesini daha rahat görebilmek için araziyi dolaşırken, 261 rakımlı tepede geri çekilen Türk askerlerine rastlamıştı. Onları süngü hücumu almak üzere hemen yere yatırmıştı. Bu arada 57. Piyade Alayı’nı da devreye sokarak, az önce geri çekilmek zorunda kalan Türk askerlerini takip eden Anzac kuvvetlerine taaruz emri vermiştir.
Çanakkale’de Akdeniz Sefer Kuvvetleri’ne komuta eden Hamilton (Ian Standish Monteith Hamilton), ‘’gebe dağlar Türk doğuruyor’’ derken, Mustafa Kemal Atatürk askerlere şu sözleri söylemişti.
‘’ Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar gelebilir.’’…
Dahi ve vatansever komutan Mustafa Kemal, muhteşem askerleriyle tarihin gidişatını yeniden belirlemişti. En son Balkan Savaşları’nda büyük bir yenilgi alan Türk askeri, bunun acısını Arıburnu’nda, Anafartalar’da, Seddülbahir’de düşmandan çıkartacaktır artık…
Wilusa Turizm’in ziyaretçilerini mutlaka götürdüğü Arıburnu sahilinde, dikkatleri yol kenarında bulunan kitabe çeker. Türkçesinin Şehitler Abide’sinin bulunduğu alanda da yazılı olduğu metin, Mustafa Kemal Atatürk’ün centilmen bakış açısını da gözler önüne sermektedir.
“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”…
Arıburnu sahilinde bakanlar kurulu kararıyla adı “Anzac Koyu” olan yerde, her sene 25 Nisan tarihinde şafak ayini denilen bir anma töreni gerçekleşmektedir. Bu törene dünyanın bir çok yerinden resmi olarak temsilci katılmaktadır. Ama asıl katılımcılar, 25 Nisan 1915’de buraya ayak basan ve savaş hayatlarının ilk deneyimini bu topraklarda yaşayan “Anzac” torunlarıdır.
Bu bağlamda literatüre de ”Anzac Günü “ denilen bir ifade geçmiştir. Savaştan bir sene sonra, Avustralyalılar, 1916 yılında Londra, Sydney ve Melbourne kentlerinde ilk anma törenlerini gerçekleştirmişlerdir. 1920 yılında ise 25 Nisan Anzac Günü olarak ilan edilmiştir. Özellikle Avustralyalılar, bu ruhu yaşatabilmek ve Gelibolu’yu yeni jenerasyonlarına aktarabilmek için ülkelerindeki bazı yerlere “Atatürk” ismini vermişlerdir. Yeni Zellanda’nın başkentinde ise Atatürk National Park isminde bir milli park bulunmaktadır. Burada Atatürk’ün 1934’de yazdığı metnin (yukarıda belirttiğimiz) ingilizcesi yer almaktadır.
Gelibolu Yarımadası’nda 1915’e aldıkları yenilgi, onları daha milliyetçi bir bakış açısına taşımıştır. Bu yüzden seneler geçmiş olmasına rağmen, her yıl 1915’i andıkları bir tören yapma gelenekleri vardır. 25 Nisan 2000 tarihinden itibaren de her sene düzenli olarak tören alanı dediğimiz bu alanda çıkarma saati olan 05:30’da başlayan bir ayin yapılmaktadır. Başta Avustralya ve Yeni Zellanda olmak üzere, bir çok ülkeden gelen ziyaretçiler, bu programa katılmaktadırlar.
Kanlısırt Kitabesi
Conkbayırı’na giden yol üzerinde sağ tarafta büyük bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe üzerinde 6/7 Ağustos 1915 Anzac taarruzu hakkında kısa bilgiler bulunmaktadır. Bu kitabeye gelene kadar yol boyunca onlarca siper,anıt ve mezar da net bir şekilde görülebilmektedir. Wilusa Turizm’in deneyimli rehberleri, size gereken hatırlatmaları yapacak, buraları mutlaka gösterecektir.
Savaş sırasında aylarca süren mücadelede iki taraf da çok yorulmuştu. Üstelik sıcak, kara sinek ve ceset kokuları herkesi bezdirmişti. Umutsuzluk herkesi sarmıştı. Bitmeyen bir savaşta, sonu belli olmayan günler, moralleri iyice bozmuştu. Üstelik İngiliz ordusu üzerinde baskı da artıyordu. Dünyanın en modern teçhizatına sahiptiler. Asker problemleri yoktu. Deniz suyunu bile tatlı suya çevirecek bir teçhizatları vardı. Oysa karşılarında Balkan Savaşı’nda aldığı yenilgi ile oldukça sarsılan bir ordu duruyordu. Bu orduyu bir türlü susturmayı başaramamışlardı. Bu bir kısır döngüydü aslında. Başarısız oluyorlardı. İngiltere’den baskı geliyordu. Gene başarısız oluyorlardı. Bir avuç Türk yiğidini bir türlü aşıp, boğaza ilerleyemiyorlardı. Ara ara ilerleseler bile, saldırılar ve Türk savunması nedeniyle kilitlenip kalıyorlardı.
Bu yüzden büyük bir saldırı daha planlandı. Saldırı bölgesi ise Anafartalar olarak belirlendi. 9. İngiliz Kolordusu buradan ilerleyecek ve Anafartalar’a çıkarma yapacaktı.
9. İngiliz Kolordusu’nun başarılı olabilmesi için, Türk ordusunun dikkatini dağıtmak gerekiyordu. Bu nedenle ana saldırı ile aynı anda bir çok yerden tali saldırılar gerçekleşmişti.
Tarih 6 Ağustos 1915. Gelibolu Yarımadası’nın en uzun günlerinden biridir bu tarih. 6 ağustos tarihinde Zığındere’den İngilizler saldırdı. Başarısız oldular ve geri çekildiler. Yassı Tepe’den Fransızlar taarruza geçti. Hedeflerine ulaşamadan geri çekildiler. Aynı tarihte Saros Körfezi’nin kuzeyinden de Yunan gönüllü askerleri saldırıya geçti. Bu saldırı da diğerleri gibi Türk askerleri tarafından durduruldu.
Hatta 7 Ağustos tarihinde Wilusa Turizm’in programlarında mutlaka atıfta bulunduğumuz Mehmet Çavuş Anıtı’nın bulunduğu alana da saldırdılar. Ama Türk savunma sistemini aşamadılar. Hatta buradaki mücadele öylesine sert geçmişti ki, Mel Gibson ve Mark Lee’nin rol aldığı “Gallipoli” filminde bu olaya yer verilmişti.
Ancak Kanlısırt Vadisi’nde durum çok daha karışıktı. Aslında burası 25 Nisan günü Anzac kontrolüne geçmişti. Ama daha sonra efsanevi komutan Şefik Aker’in komuta ettiği 27. Alay, bu bölgeyi geri aldı. Aşağı yukarı 3 km’2lik bir alanda 6 ağustosta başlayan ve 5 gün süren çok şiddetli saldırılar yaşandı.
Siperlerin üstleri toprak ve çam kütükleriyle kapatılmıştı. Türk askerleri şarapnel parçalarından korunmak için böyle bir çözüm bulmuştu. Oysaki, el bombaları hesaba katılmamıştı. Taarruza geçen Anzac birlikleri, Türk siperlerinin içine el bombaları atıyordu. Sonra kısmen parçalanan kütüklerin arasından siper içinde bulunan Türk askerlerine ateş ediyorlardı.
Siperlerin hem altı hem de üstü cehennem gibiydi. El bombasından kaçan, mermiye, mermiden kurtulan yoğun dumana maruz kalıyordu. Gırtlak gırtlağa bir mücadele başladı. Bu arada Anzac askerleri el bombalarını adeta savuruyorlardı. Çünkü ellerinde bolca el bombası vardı. Bu yüzden istedikleri gibi kullanabiliyorlardı…
Cehennemin resmi belki de buydu. 125 rakımlı Kanlısırt ayrıca hem sahili, yani Anzac mevzilerini, hem de Türk mevzilerini gören bir vadiydi. Bu yüzden Anzac kolordusu tüm gücü ile saldırdı. 16. Tümen 47. Alay çok mücadele etti. Olmadı.
47. Alay komutanı Binbaşı Ahmet Tevfik ile 15. Alay komutanı Yarbay İbrahim şehit oldular.
2.280 şehit, 4.750 yaralı…Çoğunun akibeti belli olmayan 134 esir…
Mehmetçiğe Saygı Anıtı
Çanakkale savaşları, dünyanın en kanlı savaşlarından bir tanesi olarak bilinmesine rağmen, kahraman Mehmetçiklerimiz merhametlerini düşman askerlerinden bile esirgememiş, vatanlarını işgale gelen düşmanlarına bile acımasızca davranmamışlar yeri geldiğinde onların yaralılarını dahi taşıyıp karşı tarafa bırakmışlardır. Diğer savaşlarda eşi benzeri görülmeyen bu tarz hadiselerin Çanakkale’de yaşandığının ispatı olarak bu anıt dikilmiş ve düşman komutanlarını dahi saygısına mazhar olan Mehmetçiklerimiz için anıta ‘Mehmetçiğe Saygı Anıtı’ ismi verilmiştir. Bir Türk askerinin yaralı bir İngiliz subayını, İngiliz siperine taşırken ki halinin anlatıldığı anıtın kaidesinde, 1967 yılında ülkemize gelen Avusturalya genel valisi Lord Casey’nin Mehmetçikle ilgili övgü dolu sözleri yazmaktadır.
Conkbayırı’na doğru ilerlerken, bir tarafta Ege Denizi, bir tarafta da Çanakkale Boğazı’nın görüldüğü Albayrak sırtında Mehmetçiğe Saygı Anıtı bulunmaktadır. 1992 tarihinde Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır. Heykel, bir anlamda Türk askerinin centilmenliğini ifade etmektedir.
Gerçekten de, özellikle karşı tarafın hatıraları incelendiği zaman, Türk askerlerinin yaralılara karşı merhametli davranışları oldukça dikkati çekmektedir. Mesela Bouvet zırhlısı batarken, ona yardım için gelen gemiler, askerleri tahliye etmeye çalışırken Türkler hedef değiştirmiş ve yaralılara yardıma gelenlere saldırmamıştı.
Avustralyalı komutan General Bridge’in cephede vurulup ölmesi ile ilgili çıkan haberlerde de, Türkler’in Bridge’in taşındığı sedye geçene kadar, o yöne hiç ateş etmedikleri ilgili bilgiler yayınlanmıştı. Prof. Dr. Mete Tunçoku’nun “Anzakların Kaleminden Mehmetçik” adlı kitabında benzer bir çok örnek karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak Türkler hakkındaki barbar ifadelerinin yerini, Türklerin centilmenliğini alan örnekler bolca mevcuttur. Yaralıların yanına su bırakan Türk askerleri, esir kamplarında iyi muamele gördüğünü ifade eden yabancı askerlerin anlatımları, bunu sıklıkla vurgulamaktadır. Malta’daki bir hastaneden arkadaşına mektup yazan Avustralyalı Çavuş H.D. Collyer ‘’Türklerin aslında iyi kalpli insanlar olduğunu biliyorum. İşte bunu kanıtlayan hatırladığım üç olay: Bir keresinde 12 yaralı askerimiz, cephede Türk Kızılay ekibi tarafından bulunur. Esir alınmazlar. Yaraları sarılır ve kendilerine: Sizinkiler gelip sizi alırlar, denilip bırakılırlar. Bir başka sefer de Türk askeri yaralı bir askerimizi bulur. Yaralarını temizleyip sarar. Arkadaşları tarafından bulunması gecikebilir endişesiyle de yanına bisküvi ve süt bırakır. Gene bir başka Türk, yaralı bir askerimizin yarasını sarar ve hemen gitmesini söyler.”
General Gouraud ise Fransız ordusunda görev alır ve 1930 yılında Atatürk’e saygı ziyaretinde bulunur. Bu arada gazetecilere de bir savaş hatırasını anlatır. Cephede gezerken bir Türk askeri ile Fransız askerini yerde yaralı görür. Her ikisini de tedavi için oradan aldırır. Fakat daha sonra bu Fransız eri, onun hayatını Türk askerinin kurtardığını, kendi sargısı ile ikisinin de yarasını sardığını söylemiş, hayatta kalmasını o Türk askerine borçlu olduğunu ifade etmiştir.
Benzer örneklerin sayısı hiç az değildir. Bu bağlamda ‘’ Mehmetçiğe Derin Saygı Anıtı” Türk askerlerinin centilmenliğini sembolize eden şahane bir anıt olarak, Albayrak sırtında ziyaretçilerini beklemektedir…
57.Piyade Alayı Şehitliği
Conkbayırı’na birkaç kilometre kala… Wilusa Turizm’in aracı onlarca gerçek siperin ortasından geçen asfalt yoldan ilerlediği yerde, yolun sağ tarafında bir şehitlik bulunmaktadır. Yarbay Hüseyin Avni’nin mezarıdır orası. 57. Piyade Alay’ının disiplinli ve cesur komutanıdır. Cepheye geldiğinde binbaşı rütbesinde olan Hüseyin Avni Bey, şehit olduğunda yarbay rütbesindedir. Karargahına obüs gelmesi nedeniyle, sonsuz uykusuna uğruna mücadele ettiği topraklarda yatmaktadır.
Avni Bey’in soyadı Arıburnu değildir. Çok karıştırılır. Doğrusu Hüseyin Avni Arıburun’dur. Aslında eski haritalarda Anzac askerlerinin çıktığı alan Arıburnu olarak ifade edilirmiş. Ama Atatürk’ün ev sahipliğini yaptığı ve oğlu Tekin Bey’in de katıldığı bir akşam yemeğinde, Atatürk bu soyadı karışıklığını netleştirmiştir.” Arıburun sahili binlerce kahraman evladın kanıyla temizlenmiş, yani “arı” olmuş, yani tertemiz olmuş mukaddes bir yerdir. Bu şerefli ismi yanlış telaffuz etmeyin” diye uyarmış… Daha sonra hava kuvvetleri komutanımız da olan Tekin Arıburun, efsanevi komutan yarbay Hüseyin Avni Arıburun’un da oğludur. O da babası gibi bir 13 ağustos günü hayatını kaybetmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkenin kaderini Çanakkale’de çizmiştir. Sofya’da askeri ateşe iken askerlik görevine dönebilmek için defalarca dilekçeler yazmış, en sonunda “19. Tümen” Komutanlığı’na atanmıştır. Bu yüzden 2 Şubat 1915 tarihinde Tekirdağ’a gelir. Ona tahsis edilen 3 alaydan oluşan tümende ileride değişiklikler olsa da 57. Alay hiç değişmez. Tam Atatürk’ün istediği gibi disiplinli, deneyimli ve cesur askerlerden oluşmuştur. Neredeyse alayda Anadolu’nun her şehrinden askerler vardır. Eceabat’a gelirler. Yarbay Hüseyin Avni Bey, 57. Alay ile Bigalı Köyü’ne geçer.
Mustafa Kemal karargahta kalmaz. Siperleri gezer. Arazide dolaşır. Erlerle konuşur. Öğle yemeklerini onlarla yer. Harita çalışmaları yapar. Çünkü Balkan yenilgisi O’nu çok üzmüştür. Doğduğu şehir olan Selanik, tek bir kurşun atmadan düşmana teslim edilmiştir. Bu olay Mustafa Kemal’in çok gücüne gitmiştir. Bir daha böyle bir şey yaşanmaması için yoğun mücadele vereceği günler başlamak üzeredir.
25 Nisan sabahı…
Top sesleri duyulmaya başlamıştır. 9. Tümen komutanı Halil Sami Bey, kendisinden bir taburluk yardım ister. Bunun yeterli olmayacağını düşünür. Hızlıca karar alarak, Bigalı Köyü’ndeki 57. Piyade Alay’ını harekete geçirir. Zaten Yarbay Hüseyin Avni, alayı çoktan hazır etmiştir. Yaya olarak ilerleyen 57. Alay on dakikalık bir dinlenme sonrasında Conkbayırı’na doğru ilerlemeye başlamıştı.
Yarbay Mustafa Kemal 57. Alay 2. Tabur komutanı Yüzbaşı Ata Efendi’ye taarruz emri verdiğinde, hedef 261 rakımlı tepedir. Conkbayırı’ndan aşağı taarruz başladığında düşman epey şaşkındır. Yedikleri tokat, hiç beklemedikleri bir anda gelmiştir. Çünkü 57. Piyade Alay’ın askerleri Anzac askerlerinin karşısında bir duvar gibi, etten set oluşturmuşlardı.
Alay fırtına gibi esmeye devam etti. Hiç yorulmadan, pes etmeden savaştılar. 57. Piyade Alayı’nın sancağına kırmızı ve yeşil kurdeleli altın ve gümüş imtiyaz madalyaları takıldı. Bir de harp madalyası aldılar.
Galiçya ve Filistin cephelerinde de savaştılar. Ne yazık ki 1918 yılına gelindiğinde, mevcutlarının neredeyse dörtte üçünü kaybetmişlerdi.
O kahraman askerleri anmak için bu şehitliğimizi ziyaret edeceğiz. Ama bir tarafımızda Bombasırtı, bir tarafımızda Kesikdere Şehitliği.
Karşılıklı siperlerin neredeyse en yakın olduğu yerlerden biri olan bu bölgede bulunan Kesikdere Şehitliğimiz, 1115 şehit askerimiz için inşa edilmiştir. Buranın biraz gerisi de Bombasırtı Cephesi’dir.
Mustafa Kemal 14 Mayıs 1915 tarihinde Bombasırtı’nı şöyle ifade etmiştir.
“Biz ferdî kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasındaki mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkül ile biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehâdet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
Ve karşımızda aslında sayfalara sığmaz 57. Piyade Alayı Şehitliği
Nejat Dinçel tarafından tasarımı yapılan şehitlik ve anıt 1992 yılında ziyarete açılmıştır. 10 Eylül 1994’de 108 yaşında hayatını kaybeden Çanakkale gazimiz Hüseyin Kaçmaz’ın torunuyla el ele heykeli de hemen girişte ziyaretçileri selamlar. Diğer tarafta ise 45 m2lik rölyef, savaşın ruhunu aktarmaya çalışan bir eserdir. Mutlaka görülmelidir.
Conk Bayırı
Conkbayırı, 268 metre yüksekliğiyle Çanakkale savaşları kuzey cephesinin en önemli tepesidir. Çanak ve cenk sözlerinin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılan Conkbayırı tepesi, gerek Çanakkale boğazına gerekse de ege denizine hâkim konumundan ötürü itilaf ordusu askerlerinin mutlaka almak zorunda oldukları bir noktaydı. 25 Nisan 1915 sabahı zayıf gözetleme birliklerimiz karşısında Anzak koyunda karaya çıkan Anzak kuvvetleri bu tepenin yamaçlarına kadar ilerlemeyi başarmışlardı. 25 nisan sabahı Conkbayırı tepesinin yaklaşık 5 kilometre güneyindeki Bigalı köyünde bulunan 19. İhtiyat tümen komutanı olan Yarbay Mustafa Kemal Bey inisiyatif kullanarak, tümene bağlı 57. Alayını Conkbayırına hareket ettirmiş ve bu tepede onlara ‘’size ben taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!’’ emrini vermiştir. Bu emirle harekete geçen 57. Piyade Alayı, Anzak kuvvetlerini Conkbayırı yamaçlarından alarak aşağı doğru püskürtmüştür. Yarbay Mustafa Kemal Bey’in almış olduğu bu karar ve 57. Alayın başarısı Çanakkale savaşlarının dönüm noktası olmuştur. Conkbayırı tepesi Ağustos ayında da çok kanlı muharebelere sahne olmuştur. 8 ağustos 1915 günü tepenin ege denizine bakan yamaçları yeni Zelandalılar tarafından ele geçirilince, bölgede bulunan bütün kuvvetlerin sorumluluğu kendisine verilen Albay Mustafa Kemal Bey komutasındaki Türk kuvvetleri tarafından bu bölgeden püskürtülmüşlerdir. Conkbayırı taarruzu sırasında, İngiliz gemilerinden açılan top atışlarıyla Conkbayırı tepesi cehennemi bir ateşe maruz kalmış ve binlerce Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Bu bombardıman sırasında bir şarapnel parçası Albay Mustafa Kemal Bey’in göğsüne isabet etmiş ancak orada bulunan cep saati parçalanarak onun hayatını kurtarmıştır. Bu olay Albay Mustafa Kemal Bey’in yüce Türk halkına bağışlandığı an olarak tarihe geçmiştir. Conkbayırı tepesinde, eşsiz doğa manzaralarının yanı sıra, temsili siperler içerinde zaman geçirebilecek ve bu bölgede yaşanan olayların anlatıldığı kitabeleri okuyabileceksiniz.
1 note
·
View note
Text
Hindistan gezi notlarım/Fatma Nur Kayral
Yoga Vidya Gurukul
Mumbai /Nashik Ashram notları
25.10. 2019 cuma
Hindistan yolculuğum, varılacak yerin coğrafi konumu itibariyle uzun olduğu kadar, sonunda varılacak hiçbir noktanın olmaması açısından da göz açıp kapama mesafesindeydi diyebilirim. Cuma günü sabah İzmir’den İstanbul’a ve oradan Mumbai, Hindistan’a bütün gün boyunca süren yolculuğumuz Nashik şehrindeki Yoga Vidya Gurukul’da cumartesi sabah saat 11.30 da son bulmuştu.
Burada bizleri bolca kara ve sivrisinek, temiz, nemli ve yağmurlu bir hava, kafamızdaki meraklı düşünceler, yemyeşil bir doğa ve Şiva'nın girişteki maviye boyanmış heykeli ile güler yüzlü insanlar karşıladı. Aşram deneyimimiz boyunca küf kokusunun bize eşlik edeceğini henüz bilmediğimiz saatlerdi. Sabah erkenden yol kenarında yerel bir restoranda yediğimiz hardal, kimyon ve zerdeçal kokulu Hint yemeklerinin içindeki baharatların, aşram deneyiminin en ilginç noktalarından birini oluşturacağını kim bilebilirdi. Aşrama girişte önce kayıt yaptırdık. Ardından aşramın enerjisi en yüksek bölümlerinde yer alan odalarımıza yerleşirken bulduk kendimizi. Yazımı yazarken Bora hocama sordum aşram kelimesinin kısaca ne anlama geldiğini söyler misiniz diye: Aşram “Çaba ve çile içindeki yer”i kelime anlamı diye belirtti. Ardından düşündüm; çaba ve çile benim içimde mi, yoksa ben mi çaba ve çile içinde bir yerdeyim? Çaba ve çile içimdeki tüm çatışmalardan bazen yaralı bazen de, sağ çıkmayı başardığım bir yeri hatırlatıyor yani ilişkilerimi. Çatışma bütünlüklü bir ilişkiye içkinse, çatışması olmayan bir ilişki gerçek bir ilişki değildir diyorum ve çile ile çabanın olduğu yerde yani aşramda oluşan çatışmalara hazırlanıyorum, üstelik bütün silahlarımı bırakarak. Tüm bunları düşünürken Bora hocam “Aşram fiziksel bir yapıdır” diye cevap verince, kafamdaki çatışma da son bulmuş oluyor.
Aşramda ilk akşamım, anlamsızlığın hakim olduğu bir zaman dilimine dönüşmüştü. Neden buradaydım, burası neresiydi, beni neler bekliyordu? anlamlı ve gerçekliğime uygun hiçbir karşılığı yoktu. Bilinmezliğe katlanabilmek gerçek anlamda hissedilir bir dil oluşturmuştu da, henüz bu dili konuşmayı bildiğimi de sanmıyordum. Kocaman bir anlamsızlık kapısının önünde duruyordum ancak kapının ardında beni bekleyenlere hazır mıydım bilmiyordum. Alıştığım hiç bir şey yoktu burada; yüzler, tatlar, mekanlar, diller, duygular, hayvanlar ve havasını bile bilmediğim bu kocaman kapının ardında bana farklı deneyimler vadediyordu. Önce yüreğim daraldı, anlamsızlık denizinde boğulma korkusuyla bocalarken yorgunluktan uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda dinlenmiş olmanın verdiği güçle, yüreğimdeki ve kafamdaki çalkantının anlamını çözmek üzere erkenden kalktım. Macera başlıyordu.
26.10. 2019 cumartesi
Alıştığımız dünyanın bizi esir aldığı WiFi, aşramda tek bir noktada çekiyor. Sosyalleşmek, alıştığımız düzeni devam ettirmek, isyan etmek, kaçmak veya kendimle buluşmak veya karşılaşmamak için, tek bir nokta yani. Benim payıma düşen hangisiydi? Belki de hepsi. Yağmur yağıyor yine ahmakıslatan cinsten. Her yer ıslak, kokular muson ikliminden olsa gerek, küfün tonları. Ayağı kayıp düşenlerin oluşturduğu manzaralar çoğaldı, biride bendim. Bazı şeyleri öğrenmek, benimsemek ve alışmak zaman alacaktı, mesela kaymadan yürümek, baharat kokmak, kobra yılanlarının her yerde olabileceği fikri gibi. Burası bu mevsimde oldukça kalabalık, hem de zaman yavaş akıyor ve çoğu zaman da sessiz. Hem sıcak, hem de her dem yağmurdan nemli ve ıslak. Hem yeşil hem de güneşli. Hem hiç şarap yok ortalıkta hem de üzüm bağlarının ortasındayız. Hem kalabalık, hem de sessiz. Zıtlıklar aynı anda var olmak için mutlak doğruyu zorluyor adeta. Mumbai ise çok büyük, karmaşık ve zıt kutupların birlikteliği ilkesinin başkenti olma ünvanını hak eder cinsten bir şehir. Şimdi oradan 185 km civarı uzakta Nashik'deyiz.
Burada kullanılan tüm sular yağmur suyundan elde ediliyor. Saçlarım, cildim yumuşacık oldu. İçtiğimiz su bile yağmurdan elde ediliyormuş.
Bu akşam Bora hocamızla beraber grubumuza hoş geldiniz demek için Pooja seramonisi yapılacak. Puja veya pooja’nın anlamı; Hindular tarafından bir veya daha fazla tanrıya adanmışlık ibadet etmek veya bir konuğu ruhsal olarak kutlamak, ağırlamak veya onurlandırmak için yapılan bir ibadet töreniymiş. Özel misafirlerin varlığını onurlandırmak veya kutlamak için yapılıyormuş. Eğitime gelen her yeni gruba yapıyorlar. Tatlı dağıtıp Guru'nun fotoğrafına çiçekler sunuyorlar. Mantralar ve şarkılar da söyledik beraber, ardından herkes gurunun fotoğrafına çiçek sunarken dua etti. Aynı zamanda bu gezinin Diwali'ye denk gelmesi de sanırım Bora hocamın önceden planladığı bir şeydi. Puja ve Diwali bir arada oldu. Geleneklerine hala bu kadar bağlı olmaları çok hoşuma gitti, bizde geleneklere bağlılığın ne kadar azaldığını düşününce. Diwali “ışık demeti” anlamına gelen ve Hinduizmin en önemli festivallerinden biriymiş. Işıkların baş rolde olduğu bu kutsal festivalde; ışığın karanlığa, iyiliğin kötülüğe ve bilginin cahilliğe karşı zaferinin kutlandığını söylüyorlar. Kuzey yarım kürede her yıl sonbaharda kutlanan Diwali, kapılarda, pencerelerde, binaların çatılarında, tapınaklarda ve nerdeyse görebildiğimiz her yerde parlayan ışıkla gözümüzü kamaştırdı. Sonunda ise havai fişek gösterisi yaptılar, gökyüzü de ışıklara boyanmıştı. Bende içimdeki karanlığın, içimdeki ışığın zaferiyle aydınlanması için dua ederek uyudum içimdeki inancın gücüne sığınarak o gece. Neye inandığım önemli miydi yada kime belki hangi tanrıya hiç tanımadığım bu topraklarda. Bora hocam bir dersinde Hindistan için neye inandıklarından çok “inancın” önemli olduğunu söylediğini hatırlıyorum ve huzurla uykuya dalıyorum.
27.10.2019 pazar
Gün ne güzel aydı bu sabah da erkenden, ama yol yorgunluğum hala devam ediyordu. Yemekler ve kahvaltı benim için pek tercih edilir cinsten olmasa da alışmaya başlamıştım. Sevdiğime duyduğum özleme içkindi bu sabah meditasyonum. Tüm yorgunluğumu alan ağrı kesici bir tarafı vardı aşkın benim için. Ardından meditasyonda sevdiğim ve özlediğim herkes yanıma geliyor ve bana enerji veriyor sevgileri. Şükran duymak, dua etmek, olanı görüp şefkatle kabul etmek buradaki en güzel ritüelim haline geliyor.
Bora hocamız şehir gezimiz sırasında ilginç bir bilgi aktarıyor bize: Hindistan’da Ganj’ın çevreleyen şehirlerde, 12 yılda bir dünyanın en büyük festivali gerçekleşiyormuş. 2001 yılında yapılan festivale 60 milyon kişi katılmış. 2013 yılında ise 120 milyon Hindu katılmış. 12 yılda bire denk gelen o tarihlerde gitmemeye karar veriyorum Hindistan’a bu inanılmaz kalabalığı duyunca.
Bulunmaz Hint kumaşını bulmaya gideceğiz bugün Godawari, Nashik'e. Bora hocam ile doğuyu gezmek, gezdiğimiz yer ile alakalı felsefi ve coğrafi, güncel ve popüler bilgileri dinlemek, bunca zamandır anlattığı ve yazdığı, yoga eğitimlerindeki sembol ve dili yerinde görerek çözmek benim en büyük keyfim. Hindistan'daki aşramlar'ın en meşhuru, Beatles grubunun kaldığı Chaurasi Kutia olarak da bilinen Beatles Ashramının, Uttarkand eyaletindeki kuzey Hindistan şehri Rishikesh'e yakın bir yerde olduğunu ve Satyananda'nın Bihar'daki aşramında Jnana Yoga'nın ağırlıklı olduğunu bununla yoganın felsefesi ve yoga hakkında yazılan kitaplar ile tüm bilginin buradan Hindistan’a ve tüm dünyaya yayıldığını söylüyor hocamız.
Mahindra ve Nashik yol boyunca çok renkliydi. Türkiye’deki 3 tekerlekli motoguzilerin adı burada Rikşa. Aynı araçlar Tayland’da tuk-tuk olarak isimlendiriliyormuş. Böylesi kalabalık bir ülkenin toplu taşımasında az yer tutması açısından, trafik için oldukça iyi düşünülmüş bence bu küçük taksiler. Kentte kadın erkek ve çocuklar çok güzel giyinmiş, arabalar, evler ve dükkanlar ise çiçeklerle süslenmiş. Diwali'nin rengarenk çiçeklerle bezenmiş, kandillerle ışıklandırılmış güzelliğine her yerde rastlamak mümkün.
Godawari nehri kıyısında ve kasabanın içinde Nashik'e yakın bir yerleşkede geziyoruz. Buradan rudrakşa (Şivanın gözyaşları anlamına anlamına gelen aldık. Çok fakir ve pis bir kasaba olduğunu söyleyebilirim. Godawari nehri kıyısında tüm Hint gelenekleri gerçekleştiriliyor, ölü yıkama, çamaşırlar ve banyo. Tüm kasaba nehir kıyısına yakın yerleşmiş diğerlerinde olduğu gibi Ganj tüm Hindistanı besliyor.
Yerli halk bir şeyler satmak için elinden geleni yapsa da pazarlıkçı ruhumuz iş başındaydı.
Triambakesh ise Godawari 'den sonra aniden tertemiz caddeleri, avm' si ve düzgün yapılarıyla bir anda karşımıza Nashik şehri çıktı. Değişim çok ani olmuştu şaşırdık. Bu kadar kısa mesafede bu kadar ani bir değişim!
Aşramda yoga derslerimizi veren Hintli hocalar derse girişte ısınmaları daha kısa tutup hemen pozlara geçiyorlar. Birazda aşram mantığıymış bu, her an hazır olacaksın yoga yapmaya yani, onların bedenleri oldukça hazır görünüyor bize nazaran. Çünkü hayat tarzlarını oluşturuyor yoga, yani arada bir yaptıkları bir etkinlik değil her an hazır bulundukları bir yaşam tarzı.
Om-kara ve Triambak mantra 11 kez tekrar ediliyor burada. 5 duyu organı yani pança jnanedriyani, 5 fiil organı yani pança karmendriyani ile zihni de ekleyince toplam 11 elde ediliyor. Bu yüzden tekrarların 11 kez olduğunu ifade ediyor Bayan Purnima.
Gezi dönüşü gece Diwali 'yi kutladık. Çiçekler sunduk yüce guruya mantralarla. Şeker yedik hep beraber, ateşler yandı her yerde kandiller ve mumlar hiç sönmedi. Turuncu kasımpatı çiçekleri neredeyse her yeri süsledi. Bizde katıldık ritüele ve çiçeklerle dualarla hem kutsadık Guruyu hem de kutsandık. Yeni yıl hoş geldin. Belki bizim için de yeniliklerle geldin. Sonunda aşram bizim için çok ilginç ve yeni bir deneyim oldu. Yeniliklere gebe olması da kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu gezimiz boşuna Diwali 'ye denk gelmiş olamazdı. Günün sonunda rangolimizi (Diwalide renkli kumlarla evlerin önüne, her yerde yerlere çizilen mandalaya benzeyen şekiller) renkli kumlarla çizdik yere ve havai fişeklerle veda ettik geceye.
Bugün başımda bir basınç artışı söz konusu, sanırım çay, kahve içmediğim için. Hepimizde hafif dökülmeler. Sinir sistemimin zorlandığını hissediyorum. Tapas (riyazet-disiplin-çaba) aşramın en temel öğesiymiş. Bakalım nereye varacak bu baş ağrısı?
28.10.2019 pazartesi
"Yaptığın en küçük harekete bile kalbini, ruhunu ve aklını kat. Başarının sırrı budur" demiş S. Şivananda.
Aşram koşulları zor. Sabah 5'te uyanınca öğlen yemeğine kadar kısa bir mauna yani sessizlik yaptık grup olarak. Hiç konuşmadan enerjimizi sadece kendimize, içimize doğru yönlendirdik. Baktığın her şeyde, gördüğün her kişide, karşılaştığın her durumda kendimi fark etmem ne hoş, bununla birlikte boğazında ki düğümler de bırakmıyor insanın yakasını. Farkındalık böyle gelişiyor anladığım burada ve Antar Mauna: içsel sessizlik demek, böyle arınıyor insan karmasından aşramda, sadhana ve karma yoga yaparak; yani herkes her şeyden sorumlu ve karşılaştığım durumlara verdiğim tepkilerim tamamen benimle ilgili. Sadhana yoga öğretisinde spiritüel bir amaca, arınmaya, aydınlanmaya yönelik olarak yapılan uygulamaların genel adıdır ve düzenli olarak yapılması esastır. Yani ne yaptığımızdan çok nasıl yaptığımız önemli. Karma yoga ve Bhakti yoga beraber yani. Bhakti yogayı her akşam tüm aşramın katıldığı ve Tryambakam mantrasını 108 kez söylediğimiz yajna seramonisi ile yapıyoruz. Buna arada bir yaptıkları Bhajanı da (kiirtan) katalım. Seramonide sürekli yanan aleve dökülen Ghe yağının aynı zamanda ortamdaki havayı da temizlediğini söyledi Bayan Purnima yani Gurujinin eşi, Guruji ise bu okulun, aşramın gurusu. 108 adet tryambakam mantrası ve ilahiler söyleniyor. Ruhsala doğru böyle ilerliyorlar burada. Çok güzel bir seramoni, her akşam yemekten önce katılmayı adet ediniyoruz bizde keyifle.
Her akşam saat 17.00 civarında yağmur, sanki sözleşmiş gibi yağıyor hem de oldukça iyi yağıyor. Oysa gün içinde hava çok sıcak. Hocamız Gandar, hem yeşili, yağmuru hem de böyle bir güneşi bir arada göremezsiniz çok şanslısınız diyor bize. Diwaliye denk geldik ya ondandır diye düşünüyorum birden.
Bu akşam Bhajan var yani Kirtan yapacağız. Herkes müzik aletlerini paylaştı, sonsuz sevginin her yerde ve her zaman bizimle olduğunu anlatan mantralar ve şarkılar söylerken çok mutluyduk. Tabii ki dans etmeyi de ihmal etmedik. İnsan ruhsala doğru böyle zamanlarda birlik ve bütünlük hissiyle daha rahat ulaşıyor. Sevginin olmadığı her yer sararıp solmuyor muydu günün sonunda diye düşünüyorum yatmaya giderken, dilimde gurupuja mantra eşliğinde.
29.10.2019 salı
Bu sabah çok erken trekking ile başladık güne, güneşi selamlamak için aşramın arkasındaki dağa tırmandık sessizce. Çok uzun sürmedi tırmanışımız ama yağmurdan dolayı biraz tehlikeliydi. Havada tatlı bir serinlik ve hafif nemin eşlik ettiği yağmur da bizimleydi. Zirvede güneş doğarken surya namaskar (güneşe selam) serisini yaptık. Rüzgar içimize işlerken, harika bir manzara eşliğinde güneşi selamlıyor olmanın haklı bir gururu vardı hepimizin yüzünde. Huzur vardıysa ve mutlulukta ona eşlik ediyorduysa, işte tam olarak bizi de içine almıştı bu duygu. Çok uzun zamandır hissetmediğim ve belki de çok uzun zaman boyunca da hissedemeyeceğim bir duyguya tanıklık ederken, bu duygunun ne olduğunu tarif bile edemiyordum dağın zirvesinde meditasyon sırasında. Huzurun dayanılmaz hafifliğiyle aşağı inerken herkes birbirine yardım ediyordu. Ama sırılsıklam ve çamur olmuştu ayaklarımız, matlar ve ayakkabılar kirlendi. Oysa tüm bu kire, çamura inat ruhlarımız derinlemesine arınmıştı dağın zirvesinde.
Dönüşte hummalı bir temizlik bizi bekliyordu. Aynı gün başka odalara taşındık. Ttc öğrencileri ayrıldı aşramdan, böylece güzel odaları bize terk ettiler anlayacağınız. Herkes odasını pırıl pırıl temizleyip çıktı yeni odasına. Aşramda temizliği her daim katılımcılar yapıyor karma yoga olarak. Bizler bu konuda kimseye pabuç bırakmadık, tüm Nashik yaptığımız temizlikten dolayı bizi konuşuyormuş diye espri konusu bile olduk Bora hocamızın dilinde.
Sonunda yeni odalarda ve daha az börtü böceğin, yengeç ve kurbağanın olduğu alanda olduğumuza inanmak istiyorduk. Gandhar ise yanıldığımızı bu alanda en çok yılanın olduğunu söylerken ekliyordu; ama bu güne dek kimseyi sokmadılar. Rahatlamalı mıydık bilemezken, aşramda küçük bir panik havası esmeye başlıyor.
Kaldığımız yeni alan bana yatılı okulda geçen lise yıllarımı anımsattı. Zor yıllardı benim için hatırladığım ve hatırlamak beni duygusal anlamda biraz zorladı. Çelik ranza yataklar, ortalıkta asılı çamaşırlar, gece bitmeyen sohbetler, tuvalet, banyo sırası beklemek ve dolaptaki yiyeceklerimizle tam bir yatılı okul havasındaydık. İçeriden bakınca tam bir gecekondu hayatı yaşadığımızı düşündük ve bizi en çok eğlendiren de bu oldu. Kahkahalarımızı diğer tüm odalardan duyduklarını daha sonra öğrenecektik.
Güneş var gökyüzünde, tatlı bir rüzgarla dağılıyor sıcaklık ama gökyüzünden gelen ses, gök gürültüsü. Öte yandan cırcır böcekleri nihavent makamında şarkılar söylerken sallandığım salıncaktan ufka dalmak hep hatırlamak istediğim bir anım olarak kalacak.
Akşam yajna ya giderken yağmurdan yosun tutmuş taşlara dikkatsiz ve acele basınca yere düştüm. O acıyla hemen kalkıp yajna ya yetiştim ama kolum ve kalçamın ağrısından erkenden yatmak zorunda kaldım. Birde yatılı okul anılarımın kalp ağrısı eklenmişti bedensel ağrılarımın kıyısına.
Bu kadarıyla kurtulduğuma şükrederek uyumuştum saat 20.30'da, gözlerimde bir kaç damla yaşla.
30.10.2019 Çarşamba
Sabah yine 5'te uyandık. Mauna yapan arkadaşları rahatsız etmemek için bizde sessizdik. Her sabah 6’da gün başlıyordu aşramda. Meditasyon ve yoga her sabah keyifle beklediğimiz uygulamalar. Gün içinde ise farklı derslerimiz oluyor. Hindistan yemeklerini pişirmeyi öğrenmek, Hint baş masajı atölyesine katılmak, Gandhar’ın ve Bayan Purnima’nın teorik ve pratik dersleri ile Ayurveda sohbetlerimiz akılda kalacak başka bir konuydu.
Aşramda zaman zaman dadandığımız başka bir yerdi köy bakkalını andıran kokusuyla kendine has küçük dükkan. Tütsüler, takılar, ayurvedik yağlar, kıyafetler, sabunlar bizim için bambaşka bir dünyaya açılan bir kapı olmuştu. Hem alışveriş zevkimiz tatmin oluyor hem de orada vakit geçirmek farklı bir sosyalleşme biçimimiz olmuştu burada. Hemen yanında da kitapların olduğu dükkan ise aynı merakla baktığımız bir alandı.
Aşram da kalan ve bir şekilde çalışan herkesin komün bir hayat yaşıyor olması hayal ettiğim bir yaşam tarzıydı. Birlikte pişiriyor, üretiyor ve yiyip içiyorlardı. Çöpleri geri dönüştürüp hiç bir şeyin ziyan olmasına izin verilmiyordu. Herkes yaptığı işinin bilincindeydi. Ben çirkinim, eksiğim, herkes bana ne der, aman güzel ve derli toplu görüneyim, vay kırışmışım, kaşlarım uzadı hemen gidip aldırayım, tırnaklarımı, saçlarımı yaptırayım stresi hiç yoktu burada yaşayan hiç kimsede. Oldukları gibi öyle doğal ve güzeller ki. Kadınlarda eski ya da yeni demeden hep geleneksel kıyafet olan sarilerini giyiyorlardı hergün. Erkeklerde öyle sayılır, uzun bir elbisenin altında pantolon ve terlik. En büyük aksesuarları ise yüzlerinden hiç eksik olmayan gülümsemeleriydi içimizi ısıtan.
Gün sıradan bir aşram deneyimi ile sona eriyor.
Arada bir WiFi buldukça dış dünya ile iletişim kurma çabamız takdire değer ama son bir iki gündür kendiliğinden azalmış durumda. Günde sadece 1 kez girdim nete dün.
Kendimle başbaşa kaldığım zamanların kıymetini hiçbir şeyle ölçemem burada. Ben ve kendim bile değil, sadece ben.
31.10.2019 Perşembe
Bugün büyük temizlik günü, tüm aşram öğrencileri işlere eşit olarak dağıldık. Kiminin elinde toz bezi, kiminde paspas, kiminde ise süpürge vardı. Tüm aşram pırıl pırıl oldu. Birlikte el ele çalışmak, çalışırken içine gönüllülük ve sevgimizi katmak eminim hepimize iyi gelmişti. Karma yoganın insan ruhunu tazeleyen bir yanı vardı. Nereden mi anladım, herkesin yüzü gülüyordu. Nihayet ayurvedik masaj randevumu da almıştım ertesi sabaha. Sabah akşam düzenli yoga asana uygulamalarından ve yol yorgunluğundan sonra bu masajın çok iyi geleceğine emindim. Bugünse mauna, içsel sessizlik günüm. Sabahtan beri ağzımı açmadım. Biraz yazdım, biraz gezdim, meyve yedim ve çokça meditasyon yaptım. Mantralar söyledim içimden ve hep sustum. Sessizlik tanrıların diliymiş. Doğanın sesi içimizdeki sesmiş ve daima bizimle beraber olanmış, Gandhar hocamızın ifadeleriyle.
Ayrıca fark ettiğim en önemli şeylerden biri de sessizliğin sınırlarımı yeniden fark edip yenilediğim bir alan açması oldu. Sürekli konuşurken sınırları dış dünya koyuyordu, oysa iç sessizliğimdeyken sınırlarımı ben belirliyorum, daha önce hiç koyamadıklarımı da fark ederek.
Susunca anladığım diğer şey ise yargılarımın ardında başka bir dünya olduğuydu. Oysa dünya başka bir yer, insanlar başka. Stres altında günlük yaşamın içinde akarken daha doğrusu sürüklenirken göremediğim şeyler ne kadar parlak görünüyor burada. Tüm duyu organlarının işlevini azalttığım ve meditasyon ile duyu organlarımı rahatça geri çekebildiğim bir yerdi aşram. Bakış açımı değiştirebilme gücü veriyordu tüm bunlar bana. Daha fazla istediğin değil, olanla hatta azla yetinmeyi öğrenerek zenginleştiğim bir yer.
Günlerdir peynir, yumurta, çay, kahve, zeytin ve ekmek yok burada. İlk 2 gün sanki aradım ama sonra unutuldu gitti. Şimdi baharatların ismini ve nasıl kullanıldıklarını anlamaya çalışıyorum. Aşramda tapas ilk planda, yani disiplin çok önemli burada. Her zaman gülüyor Gandar hocamız ve bir o kadar da disiplini hissettiriyor. İncinmiyorsun asla sadece egonu nasıl geri çekeceğini öğreniyorsun aşram koşullarında.
En büyük şansım küçük bir aşram olan Yalova Köy evinde tüm bu çalışmaların benzerlerini son 8 yıldır deneyimlemiş olmam. Bu yüzden hazırlıksız değildim. Çocukluğum da aşramdaki hayata çok benzer bir hayatmış, burada anladım. Dahası yatılı okulun disiplinini ve komün yaşamını da katarsak hayat beni bu koşullara fazlasıyla hazırlamış sanki. Çünkü kendimi asıl burada gerçek evimde gibi hissediyorum, yani tam olarak merkezimde.
01.11.2019 cuma
Sabah her zamanki erken kalkışımızın ardından harika bir meditasyon ve hatha yoga dersi sonrası kendimi Ayurvedik masajın kollarına bırakıyorum. Gencecik, zayıf kara kuru Hintli bir genç kadının güçlü parmakları ve sıcacık yağ ile yaptığı masajın tüm bedenime mesajı net oluyor; kendini daha çok sev, daha çok dokun ve daha fazla hisset.
Hindistan'da günler uçarak geçerken buradaki birçok kişiyle daha yakın ilişkiler kurmaya başlamanın keyfi bu deneyimin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Yeni arkadaşlarım vardı artık.
Bugün Bora hocamız ile Triambakesh'teki Jyotirlinga tapınağına olan gezimiz Hintlilerin yapılara değil, daha çok ruhsallığa önem verdiklerini bir kez daha kanıtlar nitelikteydi. Onca harika eski yapılarda bakım neredeyse hiç yok. 3 yıl önceki Nepal gezimizde de aynı duruma tanıklık ettiğimi hatırlıyorum. Tapınakta Lord Shiva'nın Altın tacı pazartesi günleri görülebiliyormuş, oysa bugün Cuma. Genel olarak darshan için gelen Hintli adanmışların katı kıyafet kurallarına uyması beklenmese de, kutsal alan içinde özel bir pooja yapmayı tercih eden erkek adanmışların beyaz dhoti ve havlu giymesi bizim için çok ilginç görüntüler oluşturmuştu. Bu arada darshan (Darśana), bir tanrının veya kutsal bir insanın hayırlı görüşü anlamına geliyormuş. Böyle enerjisi yüksek tapınaklarda çeşitli sembol ve ritüllerle kutsanıp adanılan şey "yüksek bilinç" aslında. O bilince erişmek için adaklar, sunular her kültürde, dinde mevcut. Bizlerin Şiva *Linga'ya yaklaşık 5 metre mesafeden bakmamız ve sadece yakınına çiçek bırakmamıza izin verilirken, sadece özel Pooja yapmak isteyen adanmışların ana kutsal alana girip Linga'ya dokunmalarına izin verildiğini öğrendim bu gezide. *[linga: lord Şiva nın özel simgesi].
Alışveriş içinse harika bir yer burası. Rudrakşa, Şiva linga heykelcikleri, müskat ve kakule dövmek için havan, Şiva Şakti heykelleri ile Tiger balm, kolye, küpe, bilezik ve daha neler neler. Yediğimiz Hint burgerin tadı ise hala damağımda. Samosa denen bir börek de tadına bakılmadan dönülmemesi gerekenlerden. Ama yiyeceğin yerini doğru seçmek önemli, çünkü her işi elleriyle alelade yapıyorlar. Hijyenin h'si buralara az uğruyor.
Sokakların kralı ise yine inekler. Ben böyle sevimli kendini sevdiren, seven kişiyi yalayan inek görmedim. İsim de verdim benekliye, "Krişna". Neden Krişna diye sorarsanız eğer; burada dilediğin şeye kutsal kabul edilen tanrıların isimleri verilebiliyor.
Gezinin sonunda Gandhar hocanın harika dersi bizi bekliyordu. Konumuz meditasyon bugün. Gandhar hocanın, gerek dersini dinlerken gerekse sohbetlerinden anladığım, entelektüel bilgiyi pratik bilgeliğe dönüştürmüş bir kişi olduğu. Derste bize kendimizle arkadaş olup olmadığımızı sordu. Kendimizi arkadaşlarımızdan daha fazla eleştirdiğimizi, daha fazla kendimize kızıp, suçlayıp, yargıladığımızı yani kendimize karşı çok acımasız olduğumuzu ifade etti. Düşündüğümde haklı olduğunu fark ettim, çünkü içimizde çok güçlü duygular var ve onların ifade bulması için genelde faturayı kendimize çıkartıyoruz. Aşram koşulları kendimi sevmek ve şefkatle sararak, yargılayıp suçlamadan kabul ederek arkadaş olabileceğim bolca sessiz zamanlar vadediyor. Bu dersi ayrıca başka bir yazımda anlatmayı çok isterim.
Ardından da Ayurvedik Dr. Satish Chavan ile Ayurveda giriş kursuna başlıyoruz.
Yoga Vidya Gurukul, 1978 yılında buradaki hocamız Gandhar Mandlik'in babası olan Yogacharya Dr. Vishwas Mandlik tarafından kar amacı gütmeyen bir organizasyon olarak kurulmuş. Bu okul Bihar Yoga Okulu'ndan Swami Satyananda'nın vizyonundan ilham alıyor ve yönlendiriliyormuş. Hindistan geleneksel hatha yoga tarzı temel öğretim biçimleri. Hindistan'da 18000'den fazla yoga öğretmenine, yabancı ülkelerde 4500 yoga öğretmenine ve tüm dünyada 300.000'den fazla yoga öğrencisine sahip olan bu okulun bir parçası olmak bizlere de iyi geldi. Hindistan'da 35, Singapur, Avustralya, Hong Kong, Kazakistan, İtalya ve Tayland'da 5 merkezi olan “yoga vidya gurukul” seva bilinci ile hizmet vermeye devam etmesi de buranın bir parçası olarak bana çok iyi geldi.
Seva, Karma yoganın (benliği unutarak hizmet etmenin yogası) ve Bakhti Yoganın (teslimiyetin yogası) temel taşlarındandır ki; bu yoga türünde kendini düşünmeden vermeye odaklanmak, en yüksek seviyedeki ibadet olan ruhsal çalışmanın bedene dönüşmüş halidir.
2.11.2019 cmt
Muson yağmurları şarkılar söylüyor geldiğimizden beri. Dün gece başlayan yağmur hiç durmadan, sabah gün doğumuna kadar yağdı. Öyle sıradan romantik de değil, kazandan boşanırcasına. Saatlerdir yağan o yağmur nerede şimdi, onca su nereye gitti? Toprak müthiş hepsini kucaklamış görünüyor. Su kültürü hakim bir ülkede olduğumuz net zaten. Burada ısıtma sistemi yok, klima yok. Yani üşümek çok mümkün burada eğer hava kışın çok soğuk olursa.
Gündüzleri bu mevsimde 33 dereceyi gördük. Yağmurda kobra yılanları ortaya çıkıyormuş ve öyle kobrayı görünce ay ne şeker demeyin sabit kalın pek hareket etmeyin diye de uyardılar. Zaten her yerde yılan gördüğünüzde uymanız gereken talimatlar asılı. Panik yok yani. Bir kobra yılanı ile en yakın mesafede göz göze geldiğim yer olarak da burası kişisel tarihime kazınıyor.
Gandhar hocamızın babası buraya ilk geldiklerinde kobraların burada yaşadıklarını biliyormuş ve şöyle söylemiş; burası onların evi, saygılı olursak onlarda bize saygılı olur. Bu güne dek ne bir kobra öldürmüşler, ne de oradaki bir kişiyi kobra yılanı ısırmış. Önceleri yakaladıkları kobraları tutmuşlar ellerinde ama fareler çoğalmış bu kez. Doğanın dengesini bozduğunda hemen cevap veriyor bize, eğer dinlemesini bilirsek. Fareleri zehirlediklerinde ise onların leşini yiyen kedi, köpekler de telef olmuş. Burada olmak dersin kendisi anlayacağınız. Çünkü doğanın tam kalbindeyiz. Ayrıca hocalardan eğitim almak, sohbet etmekte üstünün kreması gibi. Sabah Bora hocamın harika dersinden sonra şimdi mutfakta karma yogaya gidiyoruz kalanlar da oda ve etraf temizliğine.
Mutfakta işler biraz karışık. Hem temizlik yapıyoruz hem de kahvaltılık ile öğlen ve akşam yemeklerine hazırlık yapılıyor. Mutfakta herkes kendi bulaşığını kendi yıkıyor ve kurulayıp yerine bırakıyor. Yemek yerken her daim sessizlik var. Biz yemeği yaparken bile sessizdik. Sessizliğe alıştım desem yeri var. Konuşmanın ne kadar yorucu olduğunu ve dinlemenin de enerjini nasıl aldığını fark ettim. Odaklanmak için sessizce içine dönmek gerek anlayacağınız. Sonra seslerin arasında bile belki mezkezlenebilir insan. Daha önce bilmediğim bir fasulye çeşidi ayıkladım, kabak, salatalık ve domates öğlen yemeği içindi. Papaya ve kavun ile süt hazırlığı ise kahvaltılık. Mutfakta 15 kişiye yakın sayıda vardık. Yeni ttc öğrencileri de gelince sayımız arttı. Artık yemek almak ve bulaşık yıkamak için sıra bekliyoruz.
Bugün Gandhar hocamızın dersi vardı.
Önce sorulamızı cevapladı ardından baba bir konu ile beraberdik; ZİHİN. Konuya hakimiyetine, hazırlanışına ve gülümseyerek anlatma disiplinine hayran oldum.
Derse başlarken “öncelikle zihinlerimizin burada olduğuna emin olalım” dedi ve sordu? Zihin nerede? Bu yazıyı okurken yani şu anda zihniniz nerede?
3.11.2019 pazar
Bu sabah yoga ve meditasyon pratiğimizde "Burada asıl olan içimize yaptığımız yolculuktur" dedi Bora hocam. Size anlattığım her şey buradaki deneyimlerin bendeki yansımaları hakkında. Aşram koşulları kolay değil doğru, bununla bereber aşramdaki koşulların ve eğitimlerin herkes üzerinde farklı etkileri olduğu kesin. Çünkü zihinsel koşullanmalarımız farklı her birimizin, çağrışımları başka, üstelik aynı olayların içinde olsak bile. Bu sebeple içimizdeki yolculuğun seyri ister istemez değişiyor. Bir kişide travma yaratan süreç, bir başkasında şifaya neden olabiliyor. Burada başkasının gözleriyle görmeye, bakış açılarımızı yenilemeye davet etti bizi Gandhar "zihin" den bahsederken. Bora hoca ise bu sabah dersinde son-uç'tan özgür, sür-eç kelimelerine çekti dikkatimizi, bizi nasıl etkilediğine.
Karma yoga, seva çalışmaları, her gün yaptığım bir ritüele dönüştü burada. Mutfak, oda ve çevremizi temiz tutmak üstelik bunu hep birlikte yapmanın güzelliği tartışılmaz. Yoga kelimesi, birleştirmek anlamına geliyor. Tüm deneyimlerim bu birlik hissine doğru akıyor.
Bizi var eden anne babamıza ve büyürken bizde emeği olan her bir kişiye, yediğimiz yemekteki her şeyi yetiştiren emek veren çiftçiye, bilgi veren öğretmene ve tüm doğaya, deneyimlerimiz için borçluyuz. Bu borcumuzu da ödemekle mükellefiz. Çalışarak, üreterek ve potansiyelimizi sonuna kadar kullanarak, karşılıksız beklentisiz vererek borcumuzu ödeyebileceğimizi anlatıyor Gandhar.
Ayurveda ve vinyasa dersleriyle aktı gün, asıl ders aşramda deneyim olsa da. Akşam yine yajna seramonisi yaptık, dualarım, sevdiklerim, arkadaşlarım ve herkes için, tüm doğa ve hayvanlar için. Gece yaptığımız şifa çemberi de niyet ve dualarımızı güçlendirdi. Sevgi sonsuzdur bu sebeple herkesi, her şeyi ve her yeri kaplasın diye beraberdik.
4.11.2019 pazartesi
Gün bütün zenginliğini sunduğunu anlatmak istercesine aydı bu sabah rengarenk çiçeklerin kokularıyla. Yaşamak tüm sorumluluğumuz, başka bir şey değil ve tabii ki önce zarar vermeden.
Bu sabah meditasyon ve yoga pratiğimin sonrasında shirodhara masajı aldım. Daha meditatif bir hale gelemezdim kanımca. İyi ki yaptım dediklerimden. Herkese tavsiye ederim.
Bu ülkede her şey yavaş geliyor bana, gün uzuuuun uzuuuun akıyor, hatta bazen akmıyor sanki. Sadece konuşmalar, insan sesleri, gülüşmeler duyuluyor gün akmazken. Sabrın tarihi bu coğrafyada yeniden yazılıyor benim için. Bunu sessizlik [mauna] yaptığım günler daha iyi fark ettim. Burada daha az konuştuğum kesin, daha az yediğim de. Burada , azalırken çoğalan en önemli şey “fark ettiklerim”. Mesela doğanın renkleri, yağmurun sesi, çiçeğin açıldığı ve kapandığı zamanlar, insanların yüzlerinin ayrıntıları, iç seslerim, yargılarım, iç sessizliğimin rehberliği, birbirinden güzel çiçeklerin kokuları. Trafik yavaş Nashik Mahindra'da ve insanlar yavaş anlıyor, sakin dinliyor. Kısacası biz hızlı kaldık burada, çok hızlı.
Nashik 'teki son günümüz. Yoga vidya gurukul'daki son derslerimiz de bugün. Yarın sabah erkenden Mumbai'da olacağız ve Çarşamba sabah 4.55'te uçağa binip Sharjah ve yaklaşık 5 saat bekledikten sonra İstanbul, ardından hemen İzmir. Mumbai'yi de gezme şansımız olacak böylece. İzmir beni nasıl bekliyor bilmiyorum. Bildiğim benim İzmir'e henüz hazır olmadığım. Her ne kadar daha önce de buna benzeyen inzivalarda bulunsam da bu sefer her açıdan bir başkaydı. Kafamda tuhaf sorular, kalbimde bir burukluk hissi ayrılmadan önce.
Bugün ziyaret ettiğimiz, Hindistan'ın Nashik - Maharashtra kentinin yakınında bulunan Pandavleni Mağaraları, Trivashmi Tepeleri'nin antik kaya mağaralarıymış. Bu mağaralar 2000 yıldan fazla bir süredir var olup, M.Ö. 3. yüzyıl ile MS 2. yüzyıl arasındaki döneme dayanmaktadır diye yazıyor tırmanacağımız yolun başındaki levhada. Pandavleni mağaraları Hinayana Budizm'ini temsil eden 24 mağaradan oluşuyor. Hepsi de birbirinden ilginç. Çevresi oldukça yeşil ve ağaçlandırılmış. Tepeden şehrin panaromik manzarası ise harika görünüyor.
Dönüşte 2'ye ayrıldık, alışveriş yapmak isteyenlerle, aşrama geri dönmek isteyenler olarak. Ben şehrin gürültüsü ile güneşin sıcaklığını çekemediğim için, aşramı özlediğimi fark ettim. Döner dönmez kendimi havuza attım. Gökyüzünün muhteşemliğini seyrederek yağmur sularıyla dolan bu havuzda yüzmenin tadı hiç bir yerde yoktu. Ardından Gandhar hocamızın gaddarca hazırladığı bir asana dersine katıldım. Zihinsel esnekliğinin ve bilgeliğinin bedenine de yansımaması mümkün değildi. Hayranlıkla hem izledim hem de asanaları yapmaya çalıştım.
Aşramın dükkanı küçük ve çok kullanışlı bir alandı. Son alınacaklar için yemekten sonra kendimi orada buldum diğer tüm arkadaşlarım gibi. Zaten bizden çok alışveriş yapan da olmadığını söylediler. Dükkanı boşaltan Türk grup olarak ünlendik. Bir diğer ünümüz de su ile her yeri yıkayıp temizlememiz konusuydu daha önce de yazdığım gibi.
Saat 20.30 'da ise Yoga Vidya Gurukul' un başkanı Guruji, eşi bayan Purnima ve oğulları olan hocamız Gandhar ile son buluşmamız gerçekleşti. Karşılıklı duygulu paylaşımlar, son tembihler, teşekkürler, fotoğraflar, bizde kalan izlerin aktarımı, Gandhar' ın flüt üflemesi, Purnima 'nın şarkısı ve belgelerimizin dağıtılması ile son bulan veda seramonisi akıllarımızdan hiç silinmeyecekti.
Gece içimde uçuşan zıt duygularla valizlerimi topladım ve zor da olsa uykuya daldım.
5.11.2019 Salı
Yoga Vidya Gurukul' un sabah saat 6.00'da yeni doğan güneşine, börtü böceğine, yılanına kobrasına, havasına, suyuna, yağmuruna, beni kucaklayan sıcacık atmosferine, çiçeklerine, toprağına, tanıştığım her güzel yüreğe kısacası her şeyine selam durdum ayrılık vakti gelip çattığında. Kendimce bir vedaydı bu. Belki yine gelme umudunu içimde barındırarak.
Yaklaşık 4 saat sonra 20 milyon nüfüsa sahip olan Hindistan’ın en kalabalık şehri Maharastra’nın başkenti, 7 adanın üzerine kurulmuş Mumbai’ye varmıştık. Meşhur Tajmahal oteline yakın, Fariyas otelinde odalarımıza yerleşip, yemek yedikten sonra rehber eşliğinde çıkıyoruz Mumbai gezimize.
Eski adı Bombay’mış kentin ve 1995’te Hindistan hükümeti tarafından adı sekiz kollu Tanrıça Mumba Devi’den esinlenerek Mumbai olarak değiştirilmiş. Bence en görkemli yapılardan biri Hindistan’ın “Giriş Kapısıydı”. Geçmişte Hindistan’a deniz yoluyla ulaşılır, limandan girilirmiş. Bu nedenle liman “Giriş Kapısı” (Gateway of India) adını almış. Gotik ve İslam üslubunu yansıtan anıt şeklindeki kapı 1911’de İngiltere Kralı V. George’un ülkeyi ziyareti şerefine yapılmış. İşin ilginç ve ironik bulduğum yanı ise, 1947’de Hindistan bağımsızlığını kazanınca sömürgeci İngilizlere kapının yine buradan gösterilmiş olmasıymış.
Burada antik çağlardan beri yerleşimlerin bulunduğunu söylüyor rehberimiz. 13’üncü yüzyılda kurulan kent 14’üncü yüzyılda Müslümanların, 16’ncı yüzyılın ilk yarısında ise Portekizlilerin eline geçmiş olması mimariyi de etkilemiş elbette. “Güzel Körfez” anlamına gelen “Bom bahai” ismini de Porkekizliler koymuş. 1661’de şehri II. Charles ile evlenen Braganzalı Catherine’ye düğün hediyesi olarak alan İngilizler devreye girince isim “Bombay”a dönüşmüş. İngilizler sayesinde Bombay limanı önem kazanmış ve ticaret gelişmeye başlamış. Aynı zamanda bir kültür şehri olan Mumbai’de Bollywood, 1978’de inşa edilmiş ve Hint sineması burada yılda 120 film çekiyormuş. Ama zaman yetmediği için biz gezip göremedik.
Mumbai üniversitesi ve kriket sahası karşılıklı çok güzel bir görsellik sunuyor. Burada İngiliz mimarisi ve yaşam tarzı hakim. Viktoria tren istasyonu Asya’da tren yollarının başladığı ilk yermiş. Mimariler bir harika. Gezimizi otobüsten seyrettiğim için pek fotoğraf çekemedim. Gregory David Roberts’in yazdığı “Shantaram” kitabının içinde anlatılan hikayede adı geçen mekanı da gördük, “Leopold kafe”. Burada kahve içmek isteyenler oldu bu yüzden. Kitabın baş sayfasında yazan yazı ise oldukça düşündürücü: “Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlayamadın demektir.”
Hindistan’da yaşayanların %70’i Hindu, % 20’si Müslüman ve % 10’u diğer dinlerden oluştuğunu öğreniyoruz yolculuk sırasında.
Banyan ağaçları Hindistan'da çok meşhur bir ağaç. Dalları yere kadar uzayıp dağılıyor. 450 yıllık Banyan ağaçları varmış. Banyan ağacının uzun yaşaması Hint ailelerinde uzun süre yaşasınlar diye, yere uzayan dallarından elde ettikleri bir ekstratı hem saçlarına sürüp parlak olması için, hem de rahat bir uyku uyumak için kullanıyorlarmış.
İlginç olan başka bir manzara da, 5000 kişinin aynı anda kıyafetlerini yıkayıp taşlara çarparak kurutacağı dev bir yıkama alanına tanıklık etmek. Yol kıyısında durduk hem fotoğrafını çektik açık hava çamaşırhanesinin hem de mini alışveriş yaparak tekrar yola koyulduk.
Gezinin diğer durağı da Mumbai de İskon tapınağıydı. Lord Krişna için bir tapınak. Orada keşiş Karuna bize rehberlik etti. Oldukça genç olan Karuna, adanmış bir kişinin bakışlarına sahip diye düşündürdü beni. Yaşından büyüktü cümleleri ve Bhagavat Gita'yı bir öğretmen ile okuyun mutlaka dedi bize. Kendisi ezbere biliyor gibiydi. Son birkaç aydır yağan yağmurlar yüzünden geçici çatılar yapılmış tapınağa. Rajasthan bölgesinden gelen kum taşları oyularak yapılmış tüm bina. Mimaride İslam ve Hindu öğeleri hakim. Tavus kuşlarının Hinduizm’de çok özel bir anlamı varmış. Yoganın farklı derinlik seviyeleri var diyor keşiş Karuna. Yoganın zihinsel bedensel ve duygusal anlamda ince ayar yaptığını anlatıyor, hayat amacımızı anlayabilmek için. Bu cevapları aramaya başlayınca ruhsal seviyeye gelmiş olduğumuzu anlıyorum. Bizim aynada gördüğümüz şey değil bir bilinç olduğumuzu anlamaya başlarız diye devam ediyor Karuna. Buraya gelenler için 2 yol vardır diyor; kişisel olan ve kişisel olmayan yol olarak. İki yol da doğru diyor. Güneşi hem görüyoruz hem de enerjisini hissediyoruz, ikisi de gerçek diye ekliyor. Kişisel olan yolu seçenler ilahi bir varlığa yöneliyorlar ve Hinduizm burada devreye giriyor. Hinduizm’de 3 ana karakter var; Krişna=Vişnu, Brahma ve Şiva (üçü de kendine özgü ilahi varlıklar). Krişna’nın elinde her zaman bir flüt var. Çocukluğunda elinde tuttuğu flüt, büyüdüğünde ise bir sopaya dönüşüyor ve Vişnu oluyor. Hinduizm’in ilginç yanı dişi ve erkek figürler hep yan yana olmasıymış. Bu tapınakta Krişna'nın odasındaki resimlerde de öyleydi.
Farsiler burada çokmuş eski zamanlarda, 100 yıl kadar önce bir yetimhaneye dönüşmüş bu tapınak. İlk kurulduğunda ahşapmış sonra taş ile değiştirilmiş. Ama Lord Krişna'nın odası 150 yıllık tik ağacından yapılmış ve hala ilk halini koruyormuş.
Oradan Mumbai’in en güzel sahili Chowpatty’den, Arap denizinin ufkuna doğru inen güneşin batışını izlemeye gittik. Güneş bile yavaş yavaş batıyordu burada, artık kesinlikle emindim. Chowpatty Plajı, Mumbai'daki en ünlü plajlardan biriymiş rehberin ifadesine göre. Şehrin göbeğinde yer alan bu plaja, çoğu insanın uzun ve yorucu bir günün ardından dinlenmek için uğradığı bir yer olduğunu da ekliyor. Kesinlikle haksız değildi, kocaman bir şehrin ortasındaki plajın gerçekten dinlendirici olduğunu İzmir’den biliyordum. Üzücü olan, her büyük şehirde olduğu gibi plajın artık denize girilemeyecek kadar kirli olmasıydı.
Geri dönüşte çarşıların alışveriş çağrısına kulak verdik. Elbiseler, etekler ve süs eşyaları satan dükkanlar oldukça renkli bir çerçeve çizmiş. “Shantaram” kitabında adı geçen meşhur Leopold Cafenin civarında gezindik biraz. Bu yıl vizyona giren “Mumbai Oteli” filminin mekanını yani Tajmahal otelini ve Hindistan’ın “giriş kapısını” uzaktan izleyebildim otobüste olduğum için. Belki başka bir gelişimde daha ayrıntılı gezme şansı bulurum umuduyla otelime geri döndüm.
Akşam pazarına indik saat 20.30 sularında birkaç arkadaş Mumbai'nin arka sokaklarında. Kısa mesafelerle kent ve insan manzaralarının böylesine değişmesi inanılmazdı. Bir yanda zenginliğin hüküm sürdüğü yerleri izlerken, diğer yanda sefaletin sınırının olmadığı bir alana tanıklık etmek çok ilginçti. Lüks arabaların üstüne çıkıp ağaç yapraklarını yiyen keçi ise "bunların hiç biri beni bağlamaz" der gibiydi.
Yazımı bitirmeden önce Gandhar hocamın bir sözü ile veda etmek istiyorum:
“Acı ve mutluluğu yaratan zihindir, çikolata değil. Stres, endişe ve depresyonda zihindedir. Aşramda özgürlüğünüzün elinden alındığını düşünmek ya da gerçek özgürlüğün aşram koşullarında bulunabileceğini düşünmek de zihindedir. Sizin için hangisi geçerli?”
Geri dönüş vakti geldi çattı. Valizler hazır ve gece yarısı yine yollardaydık. Uzun ve yorucu ama berberliğimizin verdiği bir keyifle akan yolculuğumuzun ardından evlerimize varmanın keyfini paylaştık whatsapp grubumuzdan hep beraber.
Yoganın birleştiren ve bağlayan anlamı, bu gezimize de damgasını vurdu. Bora hocama başta olmak üzere Yoga Vidya Gurukul’un tüm hocalarına ve değerli yol arkadaşlarıma bir kez daha sonsuz teşekkürler.
Yol’da olmak güzel…
Hariom Tat Sat
Fatma Nur Kayral
3 notes
·
View notes