Tumgik
#Ki kalkıp ders çalışsam
tartillo · 10 months
Text
Kalkıyım ders çalışıyım desem ne kadar verimsiz ve boş geçeceğinin farkındayım bu yüzden uyumam gerekiyor ama asssla uyuyamıyorum ve reflüm başladı sanırım midem yanıyo
6 notes · View notes
sunjinsgarden · 2 years
Text
Motivasyon, Disiplin ve Ders Çalışmak
Ders çalışmak, akademik hedeflere ulaşmak için bir çabadır. Ders çalışmak için en temelde bir motivasyona ihtiyaç var. Motivasyon, bir hedefi gerçekleştirmek için gerekli olan kısa süreli “beyin yakıtı”dır. Motivasyon sanmadığınız şeyler bile bir motivasyon olarak karşımıza çıkar. Mesela, sorumluluk yerine getirme isteği de bir motivasyondu, beğenilmek istemek de.
Bilimsel olarak durum nasıl?
Motivasyonun temelini haz duygumuz oluşturur. Haz duygumuz sık sık mutluluk durumu ile karıştırılsa da haz, kısa süreli sonuçlar almamıza neden olan sonuç odaklı duygudur. Yani motivasyon hazı (hedefin sonundaki ödülü) düşünme içgüdüsüyle doğar.
Fakat bizim odaklanmamız gereken sonuç değil süreçtir. Bunun ne kadar zor olduğunu biliyorum, inanılmaz sonuç odaklı çalışan bir beyne sahibim ama gerçek şu ki; sonuca odaklanmayı bıraktığımız zaman başarıya ulaşacağız. Tabii bu başarının kişisel sözlüğünüzdeki anlamına göre de değişir.
Başarı çoğu kişi tarafından yine bir sonuç olarak algılanır ve hatta “başarılı ol” gibi hedefler belirleriz kendimize. İlk yanlış, başarı bir süreçtir. İkinci yanlış, başarı bir hedef olamaz, çünkü beynin fonksiyonlarına ters düşecektir. Beyin sonuç odaklı çalışsa da hedefleriniz için somutluk ister, karşılığı olmayan şeylerden hoşlanmaz. Yani “başarılı ol” hedefinin beyinde karşılığı yok, bir eylem olmalı ortada. Örneğin: “Fonksiyonlarla ilgili 100 soru çöz.”
Yani başlamak için motivasyona ihtiyacımız var ama kesinlikle motivasyon devam etmemiz için bir yakıt değil. Yolun ilerleyen saflarında yakıtımızı disiplin olarak değiştireceğiz. Motivasyon bir kıvılcım, yelleyip ateşe dönüştürmek veya rüzgarın söndürmesini beklemekse bir seçim.
Peki, disiplin nedir?
Disiplin, herhangi bir eylemi düzenli aralıklarla bir hedef için tekrar etmektir. Kulağa rutin gibi de geliyor olabilir, nasıl ele almak isterseniz. Zaten disiplinin bir parçası da rutine dayanır.
Motivasyon nasıl disipline çevrilir?
İlk başta motive olmalısınız, kolayca motive olabilir bir insan, çabuk gaza gelen varlıklarız. Bunun için bir motivasyon videosu veya belirlediğiniz bir iki temel hedef ve alt hedefler işinizi görebilir. Bu konuda @onesetvision önerebilirim.
Motive olduktan sonra kulağa en korkunç gelen kısım geliyor; yapmak. Bir şeyler olsun istiyorsanız eylem göstermek zorundasınız. İnanın başka hiçbir kaçarı yok, tek akıllı siz değilsiniz. Subliminaller, manifestler, kopyalar... Eğer bu yoldan ilerlerseniz varacağınız tek yer, hiçbir yer. O yüzden şu hayatta bir şeyler yapmak istiyorsanız; akılda belirleyin, yazın, yapın.
Öncelikle kendinize fazla yüklenmeyin, başlangıç için günde 1 hedef veya sizi zorlamayacaksa 2 akademik (başka bir şey de olabilir, sadece konumuz ders çalışmak olduğundan böyle ilerleyeceğim) hedef belirleyin. Ardından yapın ve bunu 3 gün sürdürün. Bu 3 gün boyunca kendinizi gözlemleyin: Her şey verimli miydi, süreyi nasıl kullandın, yöntemin yanlış mı, dikkatın çabuk dağılıyor mu, yanlış saatlerde mi çalıştın, çok mu çalıştın/az mı çalıştın, ortam mı yanlış?... Ardından sorulara cevap arayıp bulduğunuz cevaplara göre çalışmanızı yeniden düzenleyin ve öyle de deneyin (bunu yapacak vaktiniz varsa). Bu şekilde deneme yanılmayla kendiniz için en iyi olanı bulacaksınız. Bulduğunuzdaysa ise motivasyonu disipline çevirmek için tam 21 gün boyunca düzenli çalışmalısınız.
Bu 21 günlük süreçte size önerebileceğim tek şey düşünmeyin. Örneğin, siz sabah kalkıp elinizi yüzünüzü yıkamak için düşünür müsünüz? Hayır, bu sizin için bir rutin çünkü. Aynı şekilde ders çalışmak için de düşünmemelisiniz. Ders çalışmak zorunda olduğunuzu bilmeli ve yapmalısınız. “Acaba ne zaman yapsam, şöyle mi çalışsam, nereden başlasam?” gibi sorular oldukça gereksiz. Tek yapmanız gereken düşünmeyi kesip masanıza oturmak. Masaya oturduğunuzda da sadece bir dersten başlayın ve onu tamamlayın, onu tamamlamadan sakın başka bir derse geçmeyin. Bu size tamamlamayı öğretecek. Çünkü herkes bir işe başlayabilir ama herkes bir işi tamamlayamaz. Ardından tamamlamanın size getirdiği özgüvenle -tabiri caizse gece kafanı yastığa koyduğunda içinin rahat olması- diğer başlayacağınız iş ip söküğü gibi gelecek. Ne de olsa beyin telefonlardan daha tatmin edici dopaminin tadını bir kere aldı.
Hiç ders çalışmayan birisi için biraz olayların nasıl döndüğünden bahsedeyim. Söylemekte fayda var, ben analitik + işitsel zekayım.
Öncelikle zeka tipinizi bulmaktan başlayın -yukarıda anlattığım deneme yanılma veya internetteki testleri çözmekle kısaca halledebilirsiniz.- Ardından kendi zeka tipinize göre çalışma stilleri araştırın ve o deneme sürecine mutlaka dahil edin, bu size öğrenmeyi öğretecek.
Kendi zeka tipim ve kendi değerlerime göre çalışmam şöyle ilerler:
Öncelikle çalışacağım dersi belirlerim, konularını tek tek çıkarırım. Zaten halihazırda alışkanlığım olan tuttuğum notlardan çalışmaya başlarım. Konunun genel hatlarını bütün hâliyle öğrenirim ilk başta, ardından detaylara inerim. Konunun genel olayını anlamadan detayları kalıcı hafızama atmakta zorlanıyorum, beynim detayları bağlayacak genel olayı bulamıyor. Konuya çalışırken youtube üzerinden konu anlatım videoları izlerim, işitsel zekam nedeniyle bu benim için daha kalıcı. Konuyu kavradıktan sonra ise soru çözüm videoları izler, bir de onları işitsel zekama kaydederim. Konuyu bilmek ve soru çözmeyi bilmek iki ayrı konu bana kalırsa. En sonunda ise elbette soru çözerim.
Bu sizin için böyle olmak zorunda değil. Size uyduğu sürece her öğrenme yolu doğrudur. Yanlış yoktur, kimsenin disiplinini/öğrenme tarzını kopyalamaya çalışmayın.
2 notes · View notes
Text
15.01.2020
Merhaba,
İki gündür burada ne kadar çalıştığımı paylaşıyorum. Ancak bugün paylaşamayacağım. Çünkü toplasan toplasan yarım saat bile çalışmadım bugün.
Hayır geç uyanmadım, hayır dershaneye gitmedim, hayır önemli bir işim de yoktu. Sadece çalışmadım. Erteledim durdum. Sabah kalkıp yiyecek bir şeyler aldım ve herkes uyuyor olduğu için telefondan video izleyeyim bari dedim. Yeni uyandım hemen ders çalışsam kafam almaz ki dedim. 1, 2 derken nerdeyse 3 saat aralıksız telefonla uğraştım. Sonra ne oldu? Başım ağrıdı. Televizyon izledim, yemek yedim, annemin ben çalışayım diye bana yaptırmadığı ne kadar saçma sapan ev işi varsa hepsini yapmaya kalkıştım. Tekrar televizyon izledim. En son 1 saat önce annem mutfakta birlikte ders çalışalım dedi. O kadar saçma sapan şeyle beynimi doldurduktan sonra tabiki de kafam almadı. Yarım saatte bıraktım.
Peki bugün ne yaptım? Bugün yaptıklarım bana ne kazandırdı?
Hayat sadece dersten veya sadece üniversite sınavından ibaret değil tabiki. Ancak bugün yaptıklarım bana hiçbir yönden hiçbir şey katmadı.
Biliyordum da böyle olacağını. İzlediğim videolar inanılmaz güzel filmlerden kesitler, en sevdiğim diziler, en komik veya en yararlı videolar değildi. İzleyecek bir şey bile bulamadım. Sırf ders çalışmamak için oyalanmak için ne varsa anasayfada amaçsızca izledim kısaca.
Diğer yaptıklarımı anlatmıyorum bile.
Haziranda durup da "Aaa 15 ocakta geçirdiğim o gün ne güzeldi, ne eğlenceliydi." diyecek miyim? Asla. Hatırlamayacağım bile bu yaptığımı.
Böyle devam ederse ne diyeceğim peki? "Keşke o zamanlarda da çalışsaydım. Belki 1 net daha yapsam doktor olabilecektim." .
Bunu yapmamalıyım, yapmamalıyız. Keşke bunu sabahtan fark etseydim. Keşke sabah bana biri bunları anlatsaydı diye yazıyorum bunları size.
Hoş, böyle olacağını içten içe biliyordum. Ama biri sizinle ciddi ciddi konuşunca işinize gelmediği için görmezden geldiğiniz o gerçekleri kabulleniyorsunuz.
Ama bunun "keşkem" olmasına asla izin vermeyeceğim. Yarın bugünü telafi edeceğim. Yarın o kadar çok çalışacağım ki kendime dönüp "İyi ki dün dinlenmişim yoksa bugünkü kadar yoğun bir çalışmayı asla yapamazdım." diyeceğim.
Buraya yazmaya ilk başlamam takip ettiğim başka bir blog sayesinde oldu. O da aynen benim yaptığım gibi günlük ne kadar çalıştığını, neler yaptığını gün gün yazıyordu.
Madem öyle bugünü de onun yazdığı bir yazıyla kapatayım: "Gözyaşı döksen dahi hayat güzel. Azalttığın gülümsemeleri tekrar çoğaltmaya bak. Çünkü biliyorum yarın erken kalkacaksın."
İyi geceler.
6 notes · View notes
uchello-blog · 5 years
Text
Aylak kadının ölümü
Eğer ben geldiğim zaman, tarihimde bir leke gibi duruyorsa, bir kaç yüz eski çağ, ben derim ki o zaman: “Be hey ne kocaman bir hayat; daraltalım biraz, bedenime uygun, ne dar ne de büyük olsun bu kadar” Annem ne der biliyor musunuz? : “Dört dörtlük insan yok” Birisi annemin beynini yıkamış ki dört dörtlük olmak gibi bir ütopyanın içinde olmamaktan ötürü, üzülüyor kimi zaman, dertlerine bakıp. 
Ben de bu yüzden ona bakıp lafımı geri aldım. Vazgeçtim, benzemekten de olmaktan da her şeyden de…
“Yemem ben bu numaraları, o hayatın içine tam geleceğim diye, şişemem ya da küçültmem” gibi maskeli cümlelerle kendimi marjinalize etmeye çalışsam da aslında tam bir “gücenik” tim. Bu yüzden iyisi mi öldürün beni, kumsalda kumlarla doldurarak burnumu genzime kadar. Ölürken denizin sesini duymak isterim illa ki, çölü duyumsatan kum taneleri ile o tek parçalı büyük kumlukla birlikte, doluversin içime Allah’a olan tüm inancım. Sonra da beni, denizdeki kumların arasına gömün ve öyle heybetli olsun ki mezarım, mezar taşımın üzerine sığsın Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar’ının hepsi. Ben bensem onlar da kim demeyeyim artık, kemiklerim sızlamasın düşünmekten; açık seçik yazın, okusun gelen geçen ve başımı uzatıp kumdan dışarı korkunç bir gül gibi, ben de; güleyim, benden, gözleri olan ve burnu akan bir gülden korkar gibi korkan herkese, onlara! Denizin içindeki kocaman bir taşın dibinde açmış tuhaf bir gülün etrafında dolaşan dalgıçlara yani ve ben diyeyim ki onlara: “Öldüm ve hala irdeliyor musunuz beni insanlar! Ruhum size musallat olacak. Beyaz çarşaflarımı giyip, uğuuuuuuu diyeceğim evlerinizin içinde. Çocuklarınızın burunlarını ısıracağım ve onlarla arkadaş olup, sizi daha da çok korkutacağım. Kendi kendine konuşan kızını pedagoga götürünce dalgıç, o pedagogu da korkutacağım. Sonra bütün çocukların ellerinden tutup, dünyayı ele geçireceğim.”
Dünyayı ele geçirmek: Aslında ne kadar da modernist bir dert. Burada kendimle çelişir gibi görünmüş olabilirim. Aslında bilinenlerin şekline uygun olamadığım için beni öldürün dediğim için. Ama sonuçta ölülerin her şeye hakkı olabilir. Zaten yıkım tarafında durmasaydım insanın, geçen çağlar boyunca, şimdi bir yaşayamayan değil, “çantalı” bir insan olmaz mıydım? Sonuçta sorgulamadan ve sorgusuzluğun “muhteşemliğinin” eksikliğinden doğan uykulu halimle her şeye geç kalmadım mı? Beni bu yüzden yargılamazsınız umarım.
Tamam tamam, şaka yapıyorum tabiki de -öyle diyelim burda- ağzımı açıp tek kelime etmem pedagoga da dalgıca da… Belki de ederim. Sonuçta ben rüyanın ötesine geçmiş birisiyim ve kaybedecek neyim var ki; hiç kendimde olmayan kendimden başka? 
Aslında, şöyleydim bir zaman -hatırlıyorum-; hep gevelerdim lafı ağzımda, bir o yana bir bu yana; potansiyel bir enerji gibi, tortop olmuş, zıp zıp zıplardım en fazla yerimde ve yine gevelerdim lafı ağzımda, bir o yana bir bu yana:
O yüzden beni defterden silin  istiyorum ki artık düşünmeyeyim; her şeyi. Ben, benler yani biz ve Türkçeye aykırı olmaksızın söylüyorum bunu, bizler! Hepimiz… Tam da şimdi, bir ayet gibi olsun istiyorum yazdıklarım, kadim ve vakur: “Seni, biz, bir gülün içindeki koku gibi sakladık.” derken biz, “Gül, kendi kendini koklar mı? Koku kendisini koklar mı? O zaman beyin neden düşünsün ki, yaşa gitsin” diyen bir çağda, her şey başka birisi gibi artık. Halbuki, koku kendisini çok iyi bilmeseydi ve gül kendisini koklayabileceğine inanmasaydı, olur muydu ki hiç, bu kadar zamansız bir hakikat. O hakikati unutturacak kadar uzak şimdi kadim kitaplar ve şiirler. Konuştuğumuz kayıp bir dil, unutlmuş bir lisan gibi değil mi? 
Eğer ben - ya da parçalanarak sağa sola dağılan biz- geldimse, durdumsa, baktımsa ve bir de gördümse; güldümse aslında korkudandı. “Kopartmayın beni topraktan yolmayın!” Eğer biz, ya da sıkışa sıkışa taş kesilen bir ben, geldimse ve yeşerdimse; korkudan, vakti geçmeden koparıverirler diye, vazoda bir süs olmaktan çok korkardık çünkü biz. Kendi varoluşumuzdan uzağa daha uzağa giderdik, ondan korkardık, onu tanımaktan korkar tanımamaktan acırdık. Çağların en korkuncu hiç gelmemişken daha, onun içinde, kendi kokusunu arayan bir gül gibi havayı solurduk. Olduğumuz yerde, onun içinde, hep ondan kaçardık. 
Çağların en korkuncunda yine, şimdi, öldürün beni; ki heybetli bir mezarım olsun -ve üzerine sığsın, hem Kafka’nın Dönüşüm’ü hem de geri kalan her şey- beni orda bırakın. 
Eğer ben, ya da korkuların önünde bayrak açıp borazan öttüren benlerden bir kaç tanesi, yağmursam da kuraksam da, bir zararım dokunurdu kendime bu yüzden. Ölümden korkup, hakikakatten kaçtığım için. Buna rağmen sorduğu zaman geçmişte bir ses, oldurmadan önce bize ya da parçalarımızdan bir tanesi olan bana, “nesin sen?” diye, “gül!” der miydim hiç? Yalan olduğunu bile bile…Doğru olduğuna bu kadar inandığım halde… Demez miydim? İşte hep bunun cevabına kani olmaya çalışırken, bir yüzyıl daha devrildi gözlerimin önünde. Annem hep, dört dörtlük insan yoktur derdi. Ben de neydim hiç bilemediğim için, bütün suçu o geçmiş yüzyıla atabilirdim. 
Başa dönelim. 
1-ben öldüm
2- ben ölüyorum
3-ben yaşamıyorum
4- ben yaşayamıyorum
5-siz ne için yaşıyorsunuz?
6-siz koku değilsiniz, değilsiniz
Diğer her şeye  gelince, bu kadar hızla çoğalan bir şey, hayra alamet değildir; olsa olsa, habis bir ur. Acılı bir ölüm ve içinden söküp atma isteği... Sahi ben neden ölmüştüm? Çirkinlikten mi? Korkudan mı?Çok uyumaktan mı?Uyumamaktan mı? Bademciklerimi aldırırken masa da mı kaldım? Narkozdan mı? İçimde neşter mi unuttunuz yoksa içtiğim son çeyrek yüzyıl reflüden geri fışkırıp, bir gece güzel rüyamda boğdu mu beni? Sahi ben neden öldüm, bisiklet mi çarptı yoksa uçak mı? Yaram neremde, bir bakar mısınız? Ölülerden korkuyorsanız, sayın dalgıçlar, denizin ortasındaki bu anıt mezarda, işiniz ne? Tutunamayanları okumaya geldiyseniz mezar taşımdan, bir iyi bir kötü haberim var sizlere; iyisi, bu hayli ünlü bir roman; kitabı var yani, alıp okuyabilirsiniz, bu kadar zahmete gerek yok ki... Kötü haberse, artık zaman bu kadar “kalın” bir kitabı okumak için çok dar. Onun sadece özeti olduğu esas bulutsa, hiç yağamadan buharlaşıp gitti. Zaten her şeyin sebebi bu.
Bir yaram vardı ve ona sahip olmak istemiyordum. Madem onu atamıyordum kendimden o zaman kendimi attım o yaradan dışarı. Ölümüm böyleydi benim, şimdi yanlış hatırlamadıysam. Yaram yaşamaya devam ediyor dünyada. Bugün öğle yemeğinde, biber dolması yedi. Bazen ne yaptığını hissedebiliyorum onun. Üzüldüğü zaman rüyamda görüyorum, üzülme, sen sadece yarasın, canı acıyan benim diyorum. 
16- (biraz daha düşündükten sonra dediklerim) Varoluşumuzun içini oyup, pirinçle doldurdum. Daha basit bir başka yaşamı da olmalı insanın, içini eşyalarla ve istedikleriyle doldurup durduğu bir başarı hikayesi filan. Karanlık ve karmaşık yaşamının bir kenarında, bunaldığı zaman orada yemek yiyip denize baksın. Ayaklarını uzatıp uyuyakalsın ve uyandığı zaman saçlarının dibi terlemiş olsun. “Amma da terlemişim yav” diyen ve göbeğini kaşıyan birisi olarak kalkıp, bir renk cümbüşünün içinden geçerek, ki geçerken, varoluşunun dolmasına bir baksın ki yanmasın ve bir kitaba varsın; çamaşır iplerinin üzerinde, yer çekimine mahkum, baş aşağı duran beyaz çamaşırların arasından geçerken, yanık tenine güneş vursun. “Ben tatili”nde, her şeyden bir sıyrılsın bir sıyrılsın ki, ben olsun. Ne gül ne fiyonk ne lale ne koku, ne tencere ne tava ne hayal ne güzel ne de çirkin değil. Ben, ben oldum. Sen ya da sürekli kabarıp taşan ve taşarken bir sürü ilham verip, sonunda ocağı batıran ama sonra yanık yanık kokup yine ilham veren ama ocağı illa ki batıran süte benzeyen her şeyden başka bir şey. 
"Çok başka bir şey olmak için ölmek" belki de modası çoktan geçmiş bir şeydir. Biteviye yaşamak, modası geçmiş bir şeydir. Yaşamın içinde kendine tutunarak aylaklık edebilmek gibi. 
2 notes · View notes
kunalaa · 7 years
Text
ARADIĞINIZ NUMARA ARTIK KULLANILMAMAKTADIR.ÇÜNKÜ HADDİNDEN FAZLA KIRILIP ÜZÜLMÜŞTÜR.ARTIK RAHAT BIRAKIN, YETER DA
sabah 8’den akşam 5’e kadar derse giriyorum.yurda en erken 6’da gelebiliyorum.sen de bana diyorsun ki “sevgilimle kavga ettim,moralim bozuk bana zaman ayırmıyorsun,sözde en yakın arkadaşımsın!?”.sanki yorgunluktan ölürken seni teselli etmemişim,sabah 6 da kalkacak olmama rağmen gece 2 ye kadar derdini dinlememişim gibi azarlanıyorum.ben bi şey anlatmaya çalışsam “dert ettiğin şey bu mu takma” cevabını alıyorum.sevgilin nazını çekmiyor diye eften püften kavga çıkarıyorsun kırk kere aynı şeyi anlatıyorsun laf etmiyorum.sahiden bu kadar bencil olmanız ağrı yapıyor bende,oturduğum yerden kalkamıyorum. tükeniyorum. eskiden bi konuda fedakarlık yapınca iyi bi şey yaptığımı hissederdim şimdi eksildiğimi hissediyorum. daha ne kadar eskileceğim siz tamamlanın diye. beni kim tamamlayacak. üstelik üzgün olduğunda yanına gidebileceğin bi sevgilin bile var. ben üzülünce ders çalışırken ağlıyorum.kimse de ağlama demiyor. o yüzden tüm gece ağlıyorum. sabah 6 da kalkıp derse gidiyorum sonra. ben nasıl arkadaşım ki seni dinlemiyorum öyle mi? kusura bakma bu kadar hor kullanırsan biter. ben de bittim. bi kere nasılsın diye sormadın. kendi kendime yetmeye çalışırken böyle azarlanınca bir miktar üzüldüm.bazen empati olayını tamamen kapatmak istiyorum. beni düşünmeyenleri ben niye düşünüyorum moduna girmeyi istiyorum.ama sevgi. insanları bu kadar sevmese miydim acaba? çünlü hiçbiri beni sevmiyor da. neyse,her şey yolunda.
(değil.)
0 notes