#Kalbine Yenildi
Explore tagged Tumblr posts
kalemineiyibak · 3 months ago
Text
Dün Senden Ayrılıyorum
Dün senden ayrılıyorum, Umorontikanta; yani, dildarcanın saçma cümlesi, sevgilim… Kahvem günaşırı, huşu fincanlarında aşkın dilini cıbırca öğrenirken, çayım partilerde boy gösteriyor. Her yudumda içimdeki özlem kalbime buz tadı veriyor.
Yarın seninle barıştım, aşkım. Sıcak, mizantropist lavlarda ejderhanın süksesi şimdi lavanta kokusunu aldığım anda hissettiğim bir merhaba. Geçmişin gölgesi, geleceğin resminin ufak bir dokunuşuyken, şimdinin sohbetinde dünün senli varlığına soyunuyorum.
Gözlerinin yaşamak denizinde ağına takılan bir balığım sevgilim, gözlerini görmeden yüzebilmem mümkün değil. Yelkenler halka açık bir ayrılık busesi kondururken ünlemime; oturup seni yaşamak gibi içtim iki saat sonra. Evveliyatına başlayan külliyat, caboricanka derken benim dilim; cıbırca diliyle kardeş oldu sevgilim; femilorinta sana sarılmayı hayal ederken, kalbinden duyduğum sesin samimi sesi.
Bu küçük sohbetlerin nizamında “Koşuk, Kalk!” diyor Edebiyat. Koğuş kalkıyor, sol-sağ kalbim şaşarken. Sende kaybolup sohbetinde dirilmeyi seviyorum. Ah, bir de sevdiğim, neler saçmalıyorum ben? Tuzlamayı unutma cümlemi, tansiyonun düşükse eğer.
Bak! Nah! Şurada! Ahan da işte hayali gerçekçi cümlelerimin tam vuruşunda. İmgeler nikah memuru, konsantrasyon hayır dedi. Karmaşık cümlelerin sürekli ve sade anlatımlı kuşakları, daha önce düşen cemreyi ekimin isteği üzerine kabul etti.
Havalar da epey değişti, sevgilim. Gönlünün nasılsın sokağında her kuşun eti yeniyor demek ki.
Mısır almıştım sana, sarının ayrılık değdiği bugününün kapitalist bozumunda. Anılar depreşip depresif takılırken, topuklu ayakkabımın sesi, rüzgarı korkutmuştu üç saat sonra. Sade ve vurucu cümlelerle oluşturulan etkili bir yazı olmak, bu denemenin çakal niyeti. Kalbim sana koşarken düştüğünde, gözlerinin yedi renginin o zalim belası ömrüme; sözlerinin hasret budalası zahmetli cümlesi bu aşka okunuyor. Kabul edilir inşallah. Elemterefiş kem gözlere, sen şiş sevgilim.
Sevgilim kelimesi, sivrisinek tarafından ısıtılıp yenildi. Kanıma en çok sen doymuşsun demek ki. Afiyetle, potumorintoburumbu hasretim. Dila’nın saçma kelimelerinin rüzgarı kalbine değsin.
Görsellik fanusunda balığımın yemi bulundu; havalandırmalar bugüne antidepresan, dünde sensiz bir nefes darlığı. Bak! Perdemin hikmeti öttü, sanırım kuşlar penceremi yuvaları sandı. Ahan da işte hayali gerçekçi cümlelerimin tam vuruşunda. İmgeler nikah memuru, konsantrasyon hayır dedi. Karmaşık cümlelerin sürekli ve sade anlatımlı kuşakları, daha önce düşen cemreyi ekimin isteği üzerine kabul etti.
Havalar da epey değişti, sevgilim. Gönlünün nasılsın sokağında her kuşun eti yeniyor demek ki.
Ludik kamburdan kaf dağına evhamlar rastika, zalimim. Kıvrıl da bir köşeye, metnimin ketum olmayı unutan her hali gönlüne yanaşsın. Sen, küçük dokunuşların tablo canlandırması; ben, dünün aynısı… Aynada gördüm kendimi, sanki bugün yarının mastikası!
Dila VARLI
8 notes · View notes
haber-euro-turk · 5 months ago
Text
Şekerpınarlı Senay Mutlu Kalbine Yenildi
Şekerpınar Cumhuriyet mahallesinde ikamet eden Senay Mutlu (40) dün gece evinde gfeçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Bulgaristan’ın Kırcaali Çelikler köyünden Halil Mutlu ve Işıklar köyünden Rayme Mutlu’nun oğulları Senay Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Cenazesi bugün ikindi namazına müteakip Şekerpınar Şehit Ali Atik camisinden kaldırılacak. Gazete olarak Merhuma Allahtan Rahmet, Kederli…
0 notes
kentdenizlicom-blog · 6 years ago
Photo
Tumblr media
KentDenizli.com sizler için yeni bir haber hazırladı: https://www.kentdenizli.com/ogretim-gorevlisi-kalbine-yenildi.html
Öğretim Görevlisi kalbine yenildi
Tumblr media
Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Kemal Daşcıoğlu, İzmir��de hayatını kaybetti. Kalp rahatsızlığı nedeniyle ameliyata giren 46 yaşındaki öğretim görevlisi, Çal’ın Ortaköy Mahallesi’nde son yolculuğuna uğurlandı.
Dr. Öğretim Üyesi Kemal Daşçoğlu için Pamukkale Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Eğitim Fakültesi Fuaye Alanı’nda düzenlenen cenaze törenine merhum Daşçıoğlu’nun ailesi başta olmak üzere PAÜ yönetimi, çalışma arkadaşları, çok sayıda akademisyen ve idari personel ile birlikte öğrencileri katıldı. Törende konuşma yapan Rektör Yardımcısı ve Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Erdinç Duru PAÜ’nün acı kaybı için şunları dile getirdi: ‘‘Kemal Hocamız çok iyi bir öğretmendi. Türkiye’nin dört bir yanına yetiştirdiği öğretmenler ile birçok insanın hayatına dokundu. İyi öğrenciler yetiştirdi. Bizim için de iyi bir mesai arkadaşıydı ama takdiriilahi bu gidişi hepimizi üzdü. Ben kendisini gülümseyen çocuksu yüzüyle hatırlayacağım. İyi ki hayatımıza dokundu ve hayatımızın bir parçası oldu. Toprağı bol olsun. Ailesine, yakınlarına ve tüm Pamukkale Üniversitesi camiasına baş sağlığı diliyorum.’’
Tören sonunda Dr. Öğr. Üyesi Kemal Daşçıoğlu, Pamukkale Üniversitesi Kınıklı Merkez Yerleşkesinde yer alan Müftü Ahmet Hulusi Efendi Camiisi’nde cuma namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından sevenleri ve çalışma arkadaşları tarafından memleketi Çal Ortaköy Mahallesi Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı.
0 notes
gggmedya · 5 years ago
Photo
Tumblr media
"ŞOK ÖLÜM! Alanyalı genç Mustafa Can lösemiyle savaşırken kalbine yenildi" https://gggmedya.com/antalya/sok-olum-alanyali-genc-mustafa-can-losemiyle-savasirken-kalbine-yenildi/
0 notes
colorfulinfluencermusic · 3 years ago
Text
Dayanamıyorum artık ne seninle yapabiliyorum ne sensiz yapabiliyorum aslında senle yaparım ama sen eski sen olursan yaparım. Şimdi sen yoksun, sen yoksan ben yokum. Sen yoksun her şey yarım, her şey anlamsız aldığım nefes, yediğim yemek her şey anlamsız. Madem sevmoyodun beni neden beni beni sevdiğine inandırdın? Seni sevmeye gücüm kalmadı artık, yaşamaya gücüm kalmadı. Sen gittin bu dünya başıma yıkıldı. Ben senin yaralarını sardım. Sen yaraların sarıldıkça uzaklaştın benden. Tek istediğim beni anlamandı tutup sana şimdi kendimi anlatamam ama anlamanı o kadar isterim ki. Kimsenin iyi misin sorusuna ihtiyacım yokken senin yalandan umursamasan bile sorduğun nasılsına o kadar ihtiyacım var ki. Kimseye yenilmeyen ruhum, mantıģım sana nasıl yenildi anlayamadım ki bi baktım kaptırmışım kendimi sana. Şimdi bana ben öyle demek istemedim desen saçma bi yalan bile söylesen ağzından çıkan her şeye inanırım ihtiyacım var çünkü. Ne zormuş birisine deli gibi ihtiyaç duymak, ne zormuş hiçbir şeyi unutamamak, ne zormuş kalbine laf geçirememek. Her şeyi unuttuğun bi anda kalbinin,mantıģının sana oyun oynaması ne zormuş meğer. Kalbinin bir anda sızlaması, mantığının o an dona kalması, elerinin titremesi, öylece kala kalmak. Tek isteğim beni kalbine saklamandı ama unutmuşum benden başka herkese yer var orda..
Gelmemeye giden kız
25 notes · View notes
bitimsiz · 4 years ago
Text
Yaşamak kadar buğulu bir camdan seslenmeyi denedim. "Sil şu gözlerimin hizasını ötelerden!" Soluğum yetmez bazı şeylere, yetmeyecek de. Ama bil istedim. Göz, kalbin aynası olmasa bile anlatır bazı şeyleri çünkü. Ve sil ki göresin bu yaşamı. Sonra anlat güle sevdayı bir bir, bülbülün başını okşa ve sen de şakı. Sana gizli kalmaktır benim tanımım. Hiçbir sesin dokunduğu şiir ben değilim. Hiçbir pencerenin baktığı manzara ben olmadım. Ve hiçbir mürekkep benim için dökülmedi kağıda, parmaklarıma. Böylesine saklandım, ölesiye sakladım bedenimi. İfadesi gücüme giden yüzümü. Ne var ki ellerim isyankâr oldu. Bilek gücüm yaşamımı devirdi. Kendine yenildi. Soluğum yetmez bazı şeylere, yetmeyecek de. Ama bil istedim. İçimdeki saflığı denizle kıyasladım, affet. Gözlerimi denize çevirdim. Kalbimi oradan gör istedim. Bu yaşam buğuludur ve yüzüme süzülür. Ama beni bulmak mümkün değil. Sen ötelerden duymazsın sesimi. Beni bilmek sana yaşamak değil.
53 notes · View notes
gecmisin-izleri · 4 years ago
Text
Güçlü insanlar kalbine yenildi.
28 notes · View notes
mihrimahsult · 3 years ago
Text
Merhaba baba. Ben bugün bir kalbim olduğunu tekrar hissettim. Bugün tekrar kalbim kırıldı ama senin bir kalbim olduğundan haberin yoktu demi. Ben hep yenildim yine kalbim yenildi neden biliyor musun? Senin dolduramadığın veremediğin sevgiyi başka birinden beklediğim için.. Artık ben aptal bir kızım bunu kabul ettim, kabul ediyorum. Gözümü açtığımdan kapatacağım güne kadar gerçekten hissiz bir şekilde bedenine değil de kalbine sarılmayı çok isterdim.. Ama yine de umudum olmadan küçük bir kız çocuğun olarak seni seviyorum. ❤️
4 notes · View notes
curzaien · 3 years ago
Text
senden kaçtı, çünkü korktu. senin sevgin onun kalbine ağır geldi, taşıyamadı ve yıkıldı. senden kaçtı, çünkü o senin sevgine yenildi.
5 notes · View notes
my-solara99 · 4 years ago
Text
GERÇEK HAYATIN KİTABI
Gerçek Hayat Kitabı
Brifing 1/366
Usta öğretir:
Üç Kez ve Yedi Mühür
İlahi Vahiyler - Meksika
1866-1950
Rab diyor ki:
1. Zamanın başında bir baba olarak insana iyilik yapması için ilham verdim. Fakat insanlar ilâhi emirlerden yüz çevirip putperestliğe kapıldılar ve Bana karşı iğrenç eylemlerde bulundular. Güçlüler kazandı, zayıflar yenildi ve adam kadını köle olarak aldı. Bu nedenle, Sina Dağı'nda Musa'ya yasanın On Emrini vermek gerekli hale geldi. Bu yasa İsrail halkına hükmedecek emirleri içeriyordu. Onlarla birlikte ona söylenmelidir: Kim öldürürse aynı yargıyı kabul etmelidir. Kim bir şey çaldıysa onu kardeşine iade etmelidir. Kim kötülük yaparsa gözü gözle, dişiyle dişini ödemelidir.
2. İkinci sefer yaklaşıyordu ve ben İsa'da aranızda yaşamaya geldim ve Size Sözümde dedim: "Birisi sağ yanağına vurulursa sol yanağı da sunun. Düşmanlarınızı affedin." Ve bulunduğunuz Üçüncü Çağda size şunu söylemeye geldim: Babanızın katili insan adaletinin zulmüne uğrayıp kapınızı çalıp yardım dilerse ne yapardınız? - Onu koruyun. Bunu yaparsanız, birbirinizi sevmenizi emreden Cennetteki Babanızın ilahi yasasını gerçekleştirmenize izin verecek ruhsal gelişimi başardığınızı kanıtlayacaksınız; her ruh şifalanmalıdır, zarafet yaşamında ölü olan ruhları yeni hayata uyandırın.
3. Bugün ruhunuzla konuşmaya ve yedi mührün içeriğini, tarihinizin kitabını, kehaneti, vahyi ve doğruluğu size açıklamaya geliyorum.
4. Şimdi Altıncı Mühür'e ait olan zamanda yaşadığınızı söylemeye geldim.
5. 1866 yılı bu ışık zamanının başlangıcını işaret eder. Elıas'ı gizemin perdesini kaldırması ve insanlık arasında Kutsal Ruh olarak tezahür ettiğim zamanı başlatması için gönderdim. Elias, Benim tarafından habercisi olarak atanan bir adamı aydınlattı. O, peygamberin sesini ruhtan ruha işiten, benim adımla kardeşlerini çağırıp bir araya getirmesini * emreden Roque Rojas adına seçildi çünkü ilahi bir vahiy insanlığın kaderini aydınlatmaya hazırdı. Bir kuzu kadar nazik ve alçakgönüllü olan Roque Rojas, manevi sese itaat etti ve cevap verdi: "Rabbimin iradesi bana yapılsın."
(* "Kardeşler": Öğretiler sırasında sık sık "kardeşler" ifadesini buluruz. Bu sadece büyük insan ailesinin erkek temsilcilerine atıfta bulunmakla kalmaz, aynı zamanda kadınları da içerir. "Kardeş" kelimesi sadece "komşu" anlamına gelir - her iki cins - ve aynı zamanda insanların birbirleriyle olması gereken ilişkiyi ifade eder: kardeşlik. İsa, "... biri sizin efendiniz, Mesih, ama hepiniz kardeşsiniz" (Matta 23: 8) 6. Roque Rojas bir grup inançlı ve iyi niyetle bir grup kadın ve erkek topladı ve orada, ilk görüşmelerinin koynunda, Elias habercinin zihninden kendini ortaya çıkardı ve şöyle dedi: "Ben, başkalaşımdan biri olan Peygamber Elias'ım. Tabor Dağı."İlk öğrencilerine ilk öğretileri verdi, aynı zamanda onlara ruhsallaştırma çağını duyurdu ve İlahi Üstadın ışınının yakında halkına kendisini ileteceğini kehanet etti.
7. Roque Rojas'ın mütevazı buluşma yerinin bu adamın sözüne inanan adanmışlarla dolu olduğu bir gün, Elijah ağzının aklını aydınlatmak için geldi ve Benden esinlenerek bu inananlardan yedi tanesini meshetti. Mühür temsil etmeli veya sembolize etmelidir.
8. Daha sonra, ilanımın vaat edilen anı geldiğinde, seçilen yedi kişiden yalnızca birinin Saf Eş'in gelişini beklediğini ve bu kalbin aklı ilk akla gelen Bakire Damiana Oviedo'ya ait olduğunu buldum. Sebat ve hazırlıklarının bir ödülü olarak İlahi Işının Işığı.
9. Damiana Oviedo Altıncı Mührü temsil etti. Bu, Altıncı Mühür'ün ışığının bu çağı aydınlattığının bir başka kanıtıydı.
10. İkinci Çağda bir kadının rahmi, bir anne rahmi buldum ve bu gün ve çağda Damiana Oviedo'nun saf ve iffetli kalbinde dinlendim. Bakire rahmi İsrail halkı için bir anne gibiydi ve onun arabuluculuğuyla liderleri (kilise liderlerini), "seçmenleri" ve "işçileri" * hazırladım. Yaşlılığın eşiğine gelmesine izin verdim ve ona dedim ki: Kendini bir sevgi kaynağı olarak yükselten ve kalplerinde bir iman meşalesi yakanlar, şimdi dinlen. Benim Kanunumu gayretle izlediği ve kirletilmesini istemediği için ruhen işe gelmeme izin verilmesini istedi; ve ona bunu verdim.
(* İsa'nın "bağdaki işçiler" benzetmesine dayanarak 11. Aynı zamanda ona başka bir görev verdim: Damiana, bulutlu suların kristal berraklığındaki sularla karışması benim iradem değil Liderlerin sağında, iman meşalesi onlarda her geçen gün artabilsin. Bulunduğun yerden bu insanlarda sevin ve kendini tazele. Seni seven ve beni tanıyan kalabalığı görün. Onları terk ettin, bak, meşale hala yanıyor, Efendi dedi ki: Aşk eken sevgi biçer; ışık eken ışık biçer.Ses taşıyıcıların (aracı organ olarak) ve yolların zihinlerini hazırlamak için mücadele ettin Seçtiklerimi arındırmak için; işte bu sizin tohumunuz.
12. Gerçekten size söylüyorum, insanlar: Damiana, Üçüncü Çağ'da Mary'nin temsilcisi olarak size şefkat ve şefkat vermek için gelen saf bakiredir. Bu yolu izleyen bakireler kutsanmıştır, çünkü onları lütfumla yıkayacağım. Ve benim çocuklarım olan hepinizi öğrencilerime dönüştürmek benim ilahi arzumdur, çünkü ayrılık anım yaklaşıyor ve sizi insanlığın efendileri olarak bırakmak istiyorum.
13. Yolunuzun amacına ulaşmak ve alçakgönüllülüğünüz ve yardımseverliğinizle dünyanın kudreti olmak için sessiz bir adımla yürüyün.
14. Bu zamanın materyalist insanları da beni aradı. Sesim onlarda ruhsal rezonans buldu ve Üstad bolluk içinde huzur verdi; ama onlarla olmama rağmen, beni kabul etmek istemediler ve farklı türden tohumları ekmek istediler.
15. Şu anda sizi alıyorum ve size çok beklediğiniz varlığımı ve ışığımı veriyorum. Hakikat yolundan sapan kardeşlerinizi kınamayın, çünkü yarın başka yollarda da yolunuzu kaybedip kaybetmeyeceğinizi bilmiyorsunuz. Seni yoldan sapmaktan alıkoyacağım ve sana süt ve bal vereceğim.
16. Bugün size geçmişin öğretilerini zihninize geri çağırmak için Sözüm'ü tekrar söylemeye geliyorum. Ancak, İsa'nın İkinci Çağ'da onu yeryüzünün ekmeği ve şarabıyla simgelediği biçimde size Kutsal Komünyonu hatırlatmaya gelmedim. Sözümü temsil etmen için sana maddi ekmek teklif edilen zaman bitti. Bugün benim sözüm ekmektir ve onun ilahi anlamı, size her an ruhsal olarak sunduğum kutsal şaraptır.
17. Kendinizi besleyin, kendinizi besleyin, bu benim isteğim. Hile ile beslenenlere gerçeği verin. İnançsızları Bana getirin ve uyuşmazlığı ve uyuşmazlığı ortadan kaldırın, böylece sonsuz yaşam ekmeği tüm çocuklarıma ulaşır. çünkü sen düşmek üzereyken aşkım kurtarmaya geldi. Bir fırtınadaki can simidi gibi, merhamet dolu ruhum sizi kurtarır.
18. Duruşma saatinde terk edildiğinizi hissettiğinizde, inancınızı güçlendirmek için varlığımı hissetmenize izin veriyorum.
19. Sonra dudakların sustu, beni kınayarak zaten küfretmeye hazırdı: "Tanrım, sen benim seçilmişin olduğumu söylediğinde neden kardeşlerimin beni incitmesine izin veriyorsun?"
20. Ey öğrencilerim olmaya hala karar vermemiş olan küçük çocuklar, şunu söylememe rağmen: Ziyaret edilen ve duruşmada kendini güçlü gösteren, kardeşini bağışlayan ve Benim adımı kutsayan ne mutludur; çünkü ışık onun varlığından çıkacak, bu da onu reddeden öğretime dönüştürecek.
21. Her iyilik, yeryüzünde değil ahirette alınan mükafatını bulur. Fakat kaç kişi, ruhani yaşamı için hiçbir şey yapmayanın ona girerken haksız bırakılacağını ve o zaman tövbesinin büyük olacağını bilmeden, yeryüzünde bu mutluluğu yaşamak ister.
22. Yavaş yavaş, benim öğrettiklerim insanların hayatın özünü veya anlamını anlamalarına olanak tanıyacak; o zaman bu kısa dünya turu ruhun yararına kullanılacaktır. Fakat bunun için birbirinizi affetmeniz gerekir ki insanlar arasında ışık ve huzur filiz versin.
23. Ama müritlerim, sizler bile bu erdemlere şu anda bir örnek vermezseniz, insanlık hala kimi umut edebilir?
24. Size kanını ve canını veren ve bir kalabalığı seven ve onu yargılamalarına, kınamalarına ve öldürmelerine rağmen siz bağışlayanın size söylediği şeyin bu olduğunu bilin.
25. Ama gerçek olan hayat, aşk ölümsüzdür ve bakın, burada bir kişinin zihniyle Ruhum'un duyurusunda aranızda yeniden var. Şu andaki sözüm sizin için şu dersi tekrarlıyor: "Efendi öğrencilerini sevdiği için birbirinizi sevin." Bunu da açıklamak istiyorum ki, her gizem aydınlansın ve vasiyet olarak sana bıraktığım ve insanların daha sonra gizli tuttuğu ya da kapattığı o kitabın sizden tekrar açılması. *
(* Anlaşılması zor olan ve kısmen reddedilen Yuhanna'nın Vahiyinin anlamı, tamamen onaylanır ve anlamıyla Rab tarafından açıklanır. 26. Birçok perde yırtılacak. Sözüm karanlığı örten bir ışık kılıcıdır yerlebir edilmiş.
27. Gizli bilgiler gün ışığına çıkacak ve bilinmeyen öğretiler size açıklanacaktır. Pek çok gizem çözülecek; ama bu vahiyleri dünya kitaplarında bulamazsınız, ama bu benim sözümde.
28. Gerçekten ışığın çocuğu olmak isteyen herkes, Sözümün derinliklerini saygıyla kavrayacak ve orada kendisini öğretmesini bekleyen Efendisini tanıyacaktır.
29. Doğrusu, dünyaya barış getirecek ve bu insan ırkını uçurumdan kurtaracak olan, insanların öğretileri olmayacaktır.
30. Birbirlerini inkar eden ve benim öğretimi vaaz ettiklerini söyleyen dinleri görün.
31. Bu nedenle, bu zamanda yeni havarilerim, Elçilerim olmaya çağrılanların tümü, bu Müjdeyi kardeşlerine vermeye layık olabilmeleri için temizlenecek ve arındırılacaktır.
32. İkinci Çağda, öğretimi dünyaya yayan on iki öğrenci vardı. Üçüncü Çağda her "İsrail kabilesinden" on iki bin kişi benim hakikat ve sevgi öğrettiğimi tüm insanlığa duyuracak.
33. Bu yüz kırk dört bin (144.000) nerede? - Bazılarının ruhani, diğerlerinin de enkarne olup olmadığına bakılmaksızın, Elias onları toplama sürecindedir. Hepsi bu ilahi çalışmada ruhsal olarak birleşecekler.
34. Birçoğu sizi şaşırtacak büyük olaylar göreceksiniz; ama talimatlarımla size ışığı vereceğim, böylece asla kafanız karışmasın. Babanızı ve kardeşlerinizi sevmeniz için size ilham verecek olan sözümü inceleyin. Baba'ya hizmet etmek ya da kendinizi Üstün'ün müritleri olarak adlandırmak için yüz kırk dört bin kişi olmak gerekli değildir. Bu numaraya ait olanlar, işi benim işimin öncüsü ve koruyucusu olmak olanlardır.
35. Bugün ruhumla geliyorum. İkinci seferde insan olduğum için halkın gözüne göründüm.
36. Pek çok kişi Beni gördüklerinde kendilerine sordu: Tanrı adına konuşan kim? Ve diğerleri onlara dediler: "Meryem'in oğlu ve marangoz Yusuf, o Celileli'dir." Sonra İsa'yla dalga geçtiler.
37. Ama marangozun oğlu, doğuştan kör olanların ışığı ve onun ortasında onları iyileştiren İsa'nın yüzünü görebilmesini sağladı. Üstün'ün okşamasının mucizesini hissettiklerinde, ayaklarının dibine secde ettiler ve boğazlarının tepesine O'nu vaat edilen Kurtarıcı olarak tanıdıklarını bağırdılar.
38. Kâfirler, şok içinde kendilerine sordular: Pek çok kişiden biri olarak tanıdıkları bu basit kişinin böylesine büyük mucizeler gerçekleştirmesi nasıl mümkün oldu?
39. Bugün ruhum var ve insanlar artık Bana marangozun oğlu diyemiyorlar; ama doğrusu size söylüyorum ki, o zaman bile bana böyle seslenme hakkı yoktu. Bir bakirenin hamile kalacağı ve onun rahminde "Söz" ün beden olacağı yazılmıştır. Ailenin reisi Yusuf, yalnızca bakirenin ve çocuğun yaşam yolunda insanların gözüyle görülebilen koruyucu bir meleğiydi; Öte yandan Meryem, Tanrı'nın anne sevgisinin ve Mesih'in insan kısmı olan İsa'nın annesinin enkarnasyonuydu.
40. Basit talimatlarla, sizin için sır olarak adlandırdığınız ve olmayan vahiyleri yavaş yavaş anlaşılır hale getireceğim. Deneme saatlerinde Babanıza düşüncelerinizi iletebilmeniz için size dua etmeyi öğreteceğim.
41. Size her zaman dua öğretildi.
42. Musa, Mısır'da kaldığınız son gece ve çölden geçtiğiniz tüm süre boyunca dua etmenize * izin verdi.
(* Bu, İsrail halkında Musa zamanında enkarne olan herkesi ifade eder. 43. Size Rab'bin Duasını ikinci kez öğrettim, böylece ondan ilham alarak, ihtiyaçlarınız için Babanıza dönebilir ve her zaman onun gelecek krallığının vaadini sunabilirsiniz. olmalıdır; böylece O'na bağışlanma isteği ile gelip, böylece borçlularınızı da aynı şekilde affedip affetmediğinizi vicdanınıza sormalısınız.
44. Şimdi size dudaklarınızdan değil, ruhunuzun en derinlerinden fışkıran ve tevazu ve güven içinde Bana konuşan manevi duayı öğretiyorum: "Rab, senin içimizde yapılacak."
45. Sana iyileşmeyi öğrettim. İsa balsamdı, O sağlıktı, Sözü onu işitenleri iyileştirdi, Eli dokunduğuna sağlık getirdi. Bakışları onu kabul eden kişiye sonsuz rahatlık veriyordu; Hatta ceketine imanla dokunulduğunda, O'na gelen acı ve ıstıraptan bunalmış olanlara barış sağladı; ve hatta kaptanın yüzüne damlayan kanı bile gözlerini kayıp görüşe geri döndürdü.
46. ​​Bu tür mucizelere ancak bu sevginin kızı olan sevgi ve merhamet ile ulaşılabilir. Onlarla iyileşebilirsin.
47. Kendimi sana çok yakın hisset; Hayatınızın zor anlarında size bunun kanıtlarını veriyorum. İçinde varlığımı hissetmek için yüreğimi kalbinizden hazırlamak benim çabamdı.
48. İçinizde olmama rağmen Beni nasıl hissedemiyorsunuz? Bazıları beni doğada görüyor, diğerleri beni sadece her şeyin ötesinde hissediyor, ama doğrusu size her yerde ve her yerde olduğumu söylüyorum. Ben de senin içindeyken neden beni hep senin dışında arıyorsun?
49. Size kim olduğumu söylediğimde, sizinle konuşan sesi ne duydunuz ne de anladınız ve Beni gördüğünüzde kime baktığınızı bilmiyordunuz. Bu, ruhsal duyarlılık eksikliğinizin kanıtıydı.
50. Ama sonunda siz Bana geldiniz, böylece size öğreteceğim ve sadece kusurlarınızı göstermeyeceğim. Geçmişinizi bir kefaret yükü olarak zihninizde taşıyorsunuz *.
(* "Kefaret": Bu duyurular sırasında "kefaret" kelimesine tekrar tekrar rastlıyoruz, bu terim tüm çalışma boyunca kırmızı bir iplik gibi ilerliyor. Eleştirel okuyucu şunu sorabilir: Kefaret - neden ve ne için? Tanrı insandır Kanunu verilmiş, onu elçileriyle ve vicdanımızdaki sesiyle defalarca açıklayarak, bize sürekli hatırlatıyor.Yasaya uymak, dünya hayatımızda bize huzur, mutluluk, sağlık, çalışma ve ekmek getirmelidir. İlahi olana karşı işlenen suçlar Halbuki kanunlar kendiliğinden ciddi sonuçlara sahiptir ve yeryüzünde günah işlemeyen, yani Tanrı'nın kanununu çiğnemeyen insan yoktur.Bu nedenle, bazılarının fiziksel ve zihinsel olarak acı çektiğini görüyoruz.çünkü yaşam tarzları üzerindeki bilge ilahi yasaları göz ardı ettiler. Diğerleri, hemcinslerine içmeleri için verdikleri aynı acı kadehi boşaltır. Çünkü birine verdiğimiz veya yapmayı düşündüğümüz kötülük, er ya da geç yoğun bir biçimde bize geri dönüyor, çünkü davranışımızın daha fazla etkisine de katlanmak zorundayız. Şair Friedrich Schiller, şu sözlerle özdeşleştirdi: "Lanet budur. kötülük, kötülük üretmeye devam etmelidir. " İyi ya da kötü, ekdiğini biçmek, Tanrı'nın kusursuz doğruluğunun değişmez yasasıdır. Bu, Kutsal Kitap'taki temel cümleyle ifade edilir: "Bir insan ne ekerse, biçer." Hıristiyan teolojisinde, Tanrı'nın gelişimi ve eğitimi için bu temel, manevi yasaya sahiptir,Sebep ve sonuç yasasına karşılık gelen, ona önem vermez ve İsa'nın kurban ölümünün eksik, tek taraflı bir yorumuyla, onu çoğu Hıristiyan'ın bilincinden bastırır. Ve bu gerçeğin çoğu zaman çok sert gerçekliğinde kendi deneyimleriyle farkına varan insanlar, çoğu zaman onu sevgi dolu bir Tanrı ve Baba fikriyle uzlaştıramazlar.çoğu zaman onu sevgi dolu bir Tanrı ve Baba fikriyle bağdaştıramaz.çoğu zaman onu sevgi dolu bir Tanrı ve Baba fikriyle bağdaştıramaz.
İlâhi Yasanın ihlallerinin otomatik olarak ağır sonuçlara yol açtığı söylenmişse, bu ağır sonuçların - ya da denemelerin - insanın ebedi kurtuluşuna hizmet ettikleri için Tanrı'nın sevgisini içlerinde taşıdığı da belirtilmelidir. Çünkü acı çekerek insan kendisi ve hayatı hakkında daha derin düşünmeye başlar. Bazen bir ziyaretin amacını göremez çünkü zihninin geçmişinde çözemeyeceği bir gizem vardır. Bununla birlikte, birçok durumda, Cennetteki Baba, insanın mahkemesinin nedenini anlamasına izin verir. Tanrı'nın iradesine teslim olursa, tövbe ederse ve Tanrı'dan af dilerse, Tanrı'nın sevgisi de onu bağışlar. Bununla birlikte, kişi bunun tüm acı ve zorlukları bir anda ortadan kaldırmadığını anlamalıdır.Çünkü Tanrı'nın doğruluğu, yaptığı yanlışın sonuçlarından onu kurtaramaz. Ancak affedilmesi onu cesaretlendirir, rahatlatır, umut verir ve duruşmaya daha kolay dayanabilmesi için onu güçlendirir. Onu sabırla ve Tanrı'ya güvenerek taşırsa, suçunu kefaret etme yolundadır. Bu şekilde acı, hayatında büyük bir öğretmen haline gelir ve içsel olarak ne kadar çok değişir ve hayatını Tanrı'nın iradesine göre şekillendirirse, geçmiş suçluluk duygusuna kefareti o kadar kolay olur ve o kadar çabuk özgürleşir.bu yüzden suçunu kefaret etme yolunda. Bu şekilde acı, hayatında büyük bir öğretmen haline gelir ve içsel olarak ne kadar çok değişir ve hayatını Tanrı'nın iradesine göre şekillendirirse, geçmiş suçluluk duygusuna kefareti o kadar kolay olur ve o kadar çabuk özgürleşir.bu yüzden suçunu kefaret etme yolunda. Bu şekilde acı, hayatında büyük bir öğretmen haline gelir ve içsel olarak ne kadar çok değişir ve hayatını Tanrı'nın iradesine göre şekillendirirse, geçmiş suçluluk duygusuna kefareti o kadar kolay olur ve o kadar çabuk özgürleşir.
Kişisel denemelerimiz, artan sayıda gelen ve gelmeye devam edecek olan dünya çapındaki rahatsızlıklara gömülüdür. Yargı zamanı kişisel ve geneldir. Yargı Dalgası bizi nerede ve nasıl vurursa vurursa - ister dünya çapındaki sıkıntılarla bağlantılı olarak ister kişisel denemelerde - asıl mesele içsel olarak hazırlıklı olmamızdır. Ölüm bize gelene kadar beklememeliyiz, ama hayatımızın bir an önce ilahi emirler ve vicdanımızdaki ışık tarafından yönetilmesine izin vermeliyiz ki, ruhumuz burada yeryüzündeki ilahi kanunu ihlallerinin kefaretini tamamlasın ve - ondan kurtulun Kusurların yükü - ebedi krallığa girebilir. Aksi takdirde hata ve hatalarından dolayı yüklenir,ahirette zor bir yol var.
51. Sonra yükünüzü üzerinizden alacağım ve dinlenmenize izin vereceğim, üzüntünüzü gidereceğim ve yüreğinizdeki umut ışığını yakan yiyecekler sunacağım.
52. Hayatın sınavlarıyla katılaşan kaç kalp, Sözümün uysallığı tarafından alt edildiğini hissetti. Teselli bulduklarını, sağlıklı olduklarını ve yeni hayata uyandıklarını hissettiler. Öyleyse, beni takip edenler, aldıklarını gücüme ve sevdiklerine atfediyorlar ve ruhları artık benden ayrılamıyor çünkü kalpleri şükran ve sevgi dolu ve ruhani giysilerinin saf beyazına sahip değiller. en zengin hükümdarın kraliyet giysilerini takas edecekti.
53. Ama benimle kalan ve sözümü berrak su akıntısı gibi kabul etmelerine rağmen, kötü eğilimlerini koruyanlar var. Bunlar arasında kıskanç Cain gibi davrananlar; Rab'be sunduklarının, erdemli Habil gibi davranan alçakgönüllülerinkinden daha az hoşnut olduğunu gördüklerinde kalpleri öfke ve kıskançlıkla yanar ve dilleriyle sahip oldukları iki ucu keskin kılıcı acı içinde kardeşlerine çekerler. canını yakmak. Acılarına hıçkıra hıçkıra hıçkıra bırakıp onları öldürdükten sonra sığınağıma gelirler, düşüncelerini yükseltirler ve ikiyüzlülükle beni sevdiklerini söylerler.
54. Yine de zihinleri ve kalpleri sertleşmiş bu küçük çocukları Benden zorlamıyorum; Onları harika testlere tabi tutuyorum ve sözümü iyice hissetmelerine izin veriyorum. Eğer eğilirlerse, kazandılar; isyan ederlerse, yine yoldan sapmak ve başka bir fırsatı beklemek zorundadırlar.
55. İyi öğrencilerim olabilmeniz ve gerçek bilgeliğe sahip olabilmeniz için size tüm bunlardan bahsediyorum.
56. Bilginizle asla övünmemelisiniz, çünkü Babanın sırrı yalnızca O'nun kapısını alçakgönüllülükle çalanlara açıklanmıştır.
57. Dünyanızı süren ve değiştiren bilim adamları sevgiden ve iyiden ilham alsalardı, bu zamanın bilimi için ne kadar bilgiye sahip olduğumu çoktan keşfetmiş olacaklardı, sadece bu çok küçük kısım değil. onlar çok hayal ediyorlar.
58. Süleyman hikmetli olarak adlandırıldı çünkü yargıları, öğütleri ve sözleri hikmetle şekillendi; ünü krallığının sınırlarını aşarak diğer ülkelere ulaştı.
59. Ama bu adam, bir kral olmasına rağmen, alçakgönüllülükle Rabbinin önünde diz çöktü ve bilgelik, güç ve koruma istedi, çünkü kendisinin sadece benim kulum olduğunu anladı ve benden önce asasını ve tacını koydu. Eğer tüm bilim adamları, tüm bilim adamları aynı şekilde hareket etselerdi - hikmetleri ne kadar büyük olurdu, şimdiye kadar bilinmeyen kaç doktrin hala benim gizli bilgi hazinemden onlara ifşa edilirdi!
60. Siz, materyal olarak çok azınız, ne âlimlerin ne de bilim adamlarının size açıklamadığı çok fazla bilgiyi zaten almışsınız.
61. "Bedenin dirilişinin" gizemi, ruhun reenkarnasyonunun açığa çıkarılmasıyla açıklığa kavuşturuldu. Bugün, bu sevgi ve adalet yasasının amacının, ruhun kendisini mükemmelleştirmesi olduğunu, asla kaybolmayacağını, çünkü Baba'nın ona sunduğu kurtuluşu için her zaman bir fırsat olarak açık bir kapı bulacağını biliyorsunuz.
62. Bu kanuna dayanan her ruha ilişkin yargım mükemmel ve acımasızdır.
63. Sizi nasıl yargılayacağımı tek başıma biliyorum çünkü her kader erkekler için anlaşılmaz. Bu nedenle hiç kimse diğerlerine maruz kalmaz veya ihanete uğramaz.
64. Ruhlar günahlarında kendilerini yitirdikten sonra, bunca mücadele ve yenilgiden sonra ve uzun yolculuklardan sonra, deneyimlerinden dolayı bilgelik dolu, acıdan arınmış, faziletleriyle yüceltilmiş, uzun hac yolculuğundan bıkmış halde Bana gelecekler. ama çocuklar gibi basit ve mutlu.
65. İnsanlar, önünüzdeki zamanı düşünün ve sözümü dinleyin çünkü "yol" budur. Görevinizi tanıyın ve yerine getirin ve acılarınızı sabırla taşıyın, çünkü mükemmelliğin zirvesine ulaşmak için dikenden yoksun bir yol yoktur.
66. Sözümün nuru insanları bu üçüncü seferde birleştirecek. Benim gerçeğim her zihinde parlayacak, inançlardaki farklılıklar ve kültler ortadan kalkacak.
67. Bugün bazıları Beni Yehova'da seviyor ve Mesih'i inkar ederken, diğerleri Mesih'te Beni seviyor ve Yehova'yı tanımıyor; bazıları Benim varlığımı Kutsal Ruh olarak kabul ederken, diğerleri Kavgalar ve Kutsal Üçlemim konusunda parçalanıyorlar.
68. Ve şimdi bu insanlığa ve onu ruhi yönden yönetenlere soruyorum: Hepiniz gerçek Tanrı'ya itiraf ederken, neden kendinizi birbirinizden uzaklaştırıyorsunuz? Beni Yehova'da seviyorsan, gerçektesin. Beni Mesih aracılığıyla seviyorsanız - O yol, gerçek ve yaşamdır. Beni Kutsal Ruh olarak sevdiğin zaman ışığa yaklaşıyorsun. Sadece bir Tanrınız var, sadece bir Babanız. Tanrı'da var olan üç İlahi Kişi yoktur, yalnızca üç farklı gelişme aşamasında insanlığa kendini gösteren bir İlahi Ruh vardır. Bu derinliğe girdiğinde, çocukluğunda sadece bir ilahi ruhun var olduğu üç kişiyi gördüğüne inanıyordu. Bu nedenle Yehova ismini duyduğunuzda Tanrı'yı ​​Baba ve Yargıç olarak düşünün. İsa'yı düşündüğün zamanÖyleyse Tanrı'yı ​​O'nun içinde Efendi, sevgi olarak tanıyın; ve Kutsal Ruh'un kökenini anlamaya çalışırsanız bilin ki, O'nun ölçülemez bilgeliğini daha ileri olanlara açıkladığında, Tanrı'dan başkası olmadığını bilin.
69. İnsanlığı ilk kez bugün olduğu gibi ruhsal olarak gelişmiş bulmuş olsaydım, kendimi onlara Baba, Üstat ve Kutsal Ruh olarak gösterirdim; o zaman insanlar sadece bir tanrı olan üç tanrı görmezlerdi. Ama öğretilerimi doğru yorumlayamıyorlardı ve fikirlerine göre erişilebilir ve küçük tanrılar yaratmaya devam etmek için kafaları karışacak ve yolumdan uzak duracaklardı.
70. İnsanlar bu gerçeği görür ve kabul eder etmez, biraz sevgi ile kaçacakları bir hata nedeniyle birbirlerini yanlış anladıkları için pişman olacaklar.
71. Yasayı tanıyın, iyiyi sevin, sevgiyi ve merhameti eyleme dönüştürün, ruhunuza evine yükselmesi için kutsal özgürlüğü verin, beni seveceksiniz. Bana gelmek için nasıl davrandığınıza ve nasıl olmanız gerektiğine dair mükemmel bir örnek ister misiniz? - Örnek olarak İsa'yı alın, onun içinde beni sevin, onun aracılığıyla beni arayın, onun ilahi yolunda bana gelin; ama beni fiziksel formunda veya imajında ​​sevmemeli veya öğretilerinin yerine getirilmesini ayinler veya dış formlarla değiştirmemelisiniz, çünkü aksi takdirde farklılıklarınızda, düşmanlığınızda ve fanatizminizde ebediyen kalacaksınız.
72. Beni İsa'da, ama O'nun öğretisinde O'nun Ruhu'nda sevin ve ebedi yasayı yerine getireceksiniz; Çünkü Mesih adaletinde sevgi ve bilgelik, ruhumun varlığını ve her şeye kadiriyetini tanıması için insanlığa verdiğim bir birlik oluşturmak için birleştirilir.
73. Mesih sevgiyse, ben sevgi olduğumda O'nun Yehova'dan bağımsız olduğuna inanabiliyor musunuz?
74. Kutsal Ruh bilgelikse, ben bilgelik olduğumda bu ruhun Mesih'ten bağımsız olarak var olduğuna inanıyor musunuz? "Söz" ve Kutsal Ruh'un iki farklı şey olduğunu düşünüyor musunuz?
75. Yalnızca tek bir Tanrı'nın var olduğunu ve sonsuza kadar yalnızca tek Tanrı olacağını anlamak için İsa'nın insanlara öğrettiği kelimeden yalnızca bir şeyi bilmek yeterlidir. Bu yüzden O'nun aracılığıyla dedim ki: "Oğul'u tanıyan, Babayı bilir çünkü O Bende ve Ben O'nun içindeyim." Daha sonra insanlara farklı bir zamanda döneceğini açıkladığında, sadece ben tekrar geleceğim demedi, Kutsal Ruh'u, Yorganın Ruhu'nu, Hakikatin Ruhunu göndereceğine söz verdi.
76. Mesih Kutsal Ruh'tan neden ayrı olsun? Onunla Ruhu'na gerçeği, ışığı ve teselli getiremez mi?
77. Erkekler benim gerçeğime ne kadar az nüfuz ettiler ve nüfuz ettikleri bu küçük şeyde nasıl kafaları karıştı! En derin gerçeklere ulaştıklarına inanıyorlar; ama gerçeği aldatmak, öldürmek, huzuru bozmak ve birbirlerini yanlış anlamak için kullandıkları sürece, sözümün öğrettiklerinin tam tersi, insanlar gerçeğin yolunda olduklarını söyleyemezler. yürüyün.
78. Bu zamanda hepinize mesajımı gönderiyorum, O insanlar arasındayken İsa'nın ağzından insanlığa vaat edilmiş bir mesaj.
79. Bu doktrinin başlangıçta hafife alınacağını biliyorum çünkü benim sözüm aracıları gibi basit yaratıklar ve günahkarlar tarafından teslim edildi. Ama bu vahyin içerdiği gerçek geçerli olacak ve bu öğreti duyulacak, çünkü onun özünde Kutsal Ruh, Yorgan ve vaat edilen gerçek mevcuttur.
Huzurum seninle olsun!
2 notes · View notes
hbkultursanat · 5 years ago
Photo
Tumblr media
ELENİ ÇAVUŞ 1920'li yıllarda Karadenizde GERİLLA SAVAŞI vardı. Pontoslu Rumlar binlerce yıllık medeniyetlerini kurtarmaya, sürgün ve soykırımı durdurmaya, kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Tamer Çilingir'in kaleminden kadın gerilla ELENİ ÇAVUŞ'un öyküsünü okuyalım... Eleni Çavuş için bir grafik çalışması da benden.. https://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/tamer-cilingir-pontosun-son-partizanieleni-cavus Site Türkiye'de engelliymiş. Bu nedenle okuyamayan arkadaşlar için yazıyı buraya kopyalıyorum. "Pontos'un son Partizanı:Eleni Çavuş Son partizan, bir kadındı… Silahlar bırakılmış, mübadeleye uygun olarak sürgün başlamış, bütün Karadeniz’de kendini Rum olarak ifade edenler çoktan gitmişlerdi… Sadece bir partizan, sadece bir kadın terketmedi, 3 bin yıllık topraklarını… Sadece o kalmıştı koca Karadeniz’de “Ben Rumum, ne aslımı inkar edeceğim ne de gideceğim vatanımdan” diyen… 1924 yılının Aralık ayında son çatışma haberi geldi Nebyan’dan (Bafra)… Yüzlerce askerin kuşattığı bir mağarada günlerce direnen “Eleni Çavuş adlı Pontoslu Rum Partizan ölü olarak ele” geçirilmişti. ARKALARINDAN AĞLANMAYAN ASKERLER Kimi askerler vardır, yurtlarını korumak için savaşır ve ölürler; arkalarından ağıtlar yakılan, ağlanan ve minnetle anılan askerlerdir. Kimi askerler de vardır ki, sadece kendilerine emir veren bir avuç kan emicinin emrinde, onların çıkarı için savaşır, üç kuruş para için insanlığını satar, başkalarının yurtlarında savunmasız insanlara işkence yapar, onları kendi topraklarından sürer, çoluk çocuk, kadın ayırmaksızın can alırlar. İşte bu askerler, arkalarından ağlanmayan askerlerdir. Arkalarından ağlanmayan askerlerdendi, Osmanlı’nın İttihatçı askerleri. Ve 1916 yılının Aralık ayında Samsun/Havza’nın Elmalıca köyündeki Rum evlerini ateşe verdiler. Taş üstünde taş bırakmayacaksınız emrini almışlardı İstanbul’dan. Osmanlı’yı, 1.Emperyalist Paylaşım Katliamı’na ortak eden İttihatçılar, savaş ortamını fırsat bilip bir yıl önce 1.5 milyon Ermeni’yi ve 250 bin Süryani’yi soykırımına uğratmış, şimdi de sıra Rumlara gelmişti. Savaşın gölgesinde bu iş bitmeli, Anadolu’da tek bir Hristiyan kalmamalıydı. Müslüman olan ama Türk olmayan diğerleri ile ise daha sonra ‘hesaplaşılacaktı’. Bu büyük planın amacı tüm Anadolu’nun “Türk Yurdu” olmasıydı. ELENİ’NİN BİRİCİK OĞLU MİLTİYADİS Elmalıca köyünde katledilenlerden birisi de 18 yaşındaki Miltiyadis idi. Annesi Eleni’nin tek çocuğu idi Miltiyadis. Etten, kemikten, ruhtan; aşkla, sağlıkla, huzurla bir ömür yaşamayı dilemiş ama son nefesini acıyla, kederle, hüzünle vermişti annesinin gözü önünde. Oysa ne umutlarla büyütmüştü Miltiyadisini, Eleni. 1908 yılında yapılan “Devrim” kutlamaları sırasında Samsun’a o zaman 10 yaşında olan oğlunu da götürmüş, bu topraklarda Müslümanlarla birlikte huzurlu bir yaşam sürebileceğine olan umudu çoşkuya dönüşmüştü. Oğlu da okuyacak, belki İstanbul’a gidecek, iyi bir mesleği olacak, kendileri gibi yoksul yaşamayacaktı. Ama ne olduysa bir karanlık çöküverdi Pontos’un üzerine. Önce Ermenilerin başına gelenleri duydular, dereleri kızıl akıyordu artık Karadeniz’in. Osmanlı, büyük savaşa girmişti ama 1915’de Trabzon’da, Amasya’da, Gümüşhane’deki Ermeniler sürgün edilmiş, sürgün yollarında da öldürülmüş diye laflar dolaşıyordu ortalarda. Rus ordusu Giresun’a dayanmıştı nerdeyse. Rumların da sürgün edileceğinden bahsediliyordu köşebaşlarında. Gizliden gizliye bir şeyler oluyordu; Eleni yıllarca ailesi gibi bildiği Müslüman komşularının gözlerinde artık başka şeyler görüyordu. Duydukları doğruydu Eleni’nin. 1916 RUM TEHCİRİ Osmanlı ordusunun namlı komutanlarındandı Vehip Paşa. Alman danışmanlarıyla birlikte bir askeri güvenlik planı hazırladı. Osmanlı’nın emperyalist paylaşım savaşına katılması ile beraber askere alma faaliyetleri de artmaya başlamıştı. Rumların bu savaşta Osmanlı adına savaşa katılmayı reddetmeleri, ulusal bilincinin yükselmesiyle birleşince Osmanlı bu durumu tehdit olarak görmeye başladı. Özellikle de 1916 Mart’ında Osmanlı’ya karşı savaş ilan eden ve kuzeydoğuda Batum’dan, doğuda da Kars yöresinden Osmanlı topraklarına giren Rusya’nın batıya doğru ilerleyişi, bu planın yapılmasının bahanesiydi. Karadeniz’de yaşayan Pontos Rumlarının, Ruslar gibi Ortodoks Hristiyan olmalarının, Osmanlı için ciddi bir güvenlik sorunu yaratabileceğini ve bu olasılığa karşı önlem almak zorunda olduklarını fısıldadı Alman “dost”ları Vehip Paşa’nın kulağına. Nitekim askere çağrılan Rumların büyük bir bölümü orduya katılmak yerine dağlara çıkarak firari olarak yaşamayı tercih etmişlerdi. 1915 yılında yaşanan Ermeni Soykırımı’nın ardından sıranın kendilerine geldiğini düşünen, özellikle Pontos (Karadeniz) Rumları partizan örgütlenmeleri oluşturmaya başladılar. İşte bu koşullarda Osmanlı Devleti “Ermeni Tehciri” nin ardından ikinci bir tehcir kararı aldı. Hükümet ”savaş alanlarına, askeri tesislere yakın ve casusluk faaliyetlerinin görüldüğü Rum yerleşim bölgelerini öncelikli tahliye edilecek bölgeler” olarak belirledi. ELENİ, NASIL ÇAVUŞ OLDU? Ermeni ve Süryani Soykırımının yaşanmasının ardından, yeni bir soykırımının önüne geçmek için Rumlar, partizan birlikleri örgütlemiş ve otonom gruplar dağlara çıkmaya başlamıştı. Tehcire direnebilen köy ve kasabalar direnecek, o ölüm yürüyüşlerini reddeceklerdi. Eli silah tutan herkes partizanlara katılırken, birçok köy ve kasabada geride kalan çoluk çocuk, ihtiyarlarlar korunmasız kalmışlardı. İşte Eleni’nin köyü de bunlardan biriydi. Topal Osman’ın çeteleri, Osmanlı askerlerinin desteğiyle Elmalıca köyünü kuşattığında, bütün Rumlar direneceklerini, yurtlarını terketmeyeceklerini söylediler. 15 yaşın üzerindeki bütün erkekler ölüm yürüyüşlerine katılmak zorundaydı. 18 yaşındaki Miltiyadis de bunlardan biriydi ama kendi ayaklarıyla ölüm yürüyüşüne gitmeyecekti, kararlıydı. Arkadaşlarıyla beraber direnme kararı aldılar, çatıştılar… Osmanlı’nın İttihatçı askerleri için fark etmiyordu ha ölüm yürüyüşünde ölmüşler ha köyde çatışmada. Bu yüzden öldürmek için ateş etmeye başladılar… Kurşun sesleri yükselirken köyden, kadınlar da telaşlıydı… Hele Eleni, kocasını daha önce kaybetmiş, hayatta bir tek oğluna umut bağlamış, onunla nefes alıp veren Eleni… Evde silah yoktu, hepsi partizanlara vermişlerdi silahları… Odun kırdığı balta aklına geldi… Bir hışım onu kapıp silah seslerinin olduğu yere doğru koşmaya başladı… Ama yetişemedi… Son gördüğü bir çavuşun elinde süngüsünü oğlunun kalbine saplamasıydı… Oğluyla göz göze geldiler… Zaman durdu mu, dünya durdu mu, nefes alıyor mu? Bilemedi Eleni… Tek bildiği oğlunun o mavi gözleriyle ona son kez bakışıydı… Oğlu birkaç metre ötesinde son nefesini vermişti… Yetişememişti… Dakika geçmedi aradan… Saniye belki… Eleni, Miltiyadisin; biricik oğlunun kanlar içinde yerde yatarken, süngüsüyle suratını parçalayan çavuşun üzerine yürüdü, yavrusunu yitirmiş bir kaplan gibi, önce çavuşa baltayla saldırdı… Çavuş bir kadından gelen saldırıyla ne olduğunu bile anlayamamıştı… Ama bu defa Eleni’ye saldırdı… Karadeniz kadınıydı Eleni, güçlü, kuvvetli, cesur… Baltayı çavuşun omuzuna saplamasıyla elindeki süngüyü alması bir oldu… Çavuşun oğlunu öldürdüğü yerden kalbinden sapladı süngüyü… En çok da oğlunu yüzünün parçalanması dokunmuştu ya Eleni’ye, çavuşun suratına dokunmadı yine de… Ama onu aşağılamak istedi, ceketini ve çizmelerini çıkardı… Çavuşun kanı, ceketin sol göğsünün üzerine çıkmıştı… Bir madalya gibiydi çavuş ceketinin sol göğsündeki kan izi ama bu Eleni’nin umrunda değildi. Unutmamalıyım bana ve kardeşlerime çektirilen bu acıyı diye düşündü… Çavuşun ceketini alıp sırtına geçirdi ve dağlara çıktı… O her gün, her saat ona oğlunun öldüren bu adamdan ve ona emir verenlerden nefret ettiği için, unutmamak için bakıyordu o kan izine… O artık Nebyan dağlarında bir partizandı. Nebyan dağları kadın erkek birçok partizanı, kaptanı sakladı konuk etti ya… Bir tek Eleni, giydiği ceketten dolayı Eleni Çavuş diye anılır olmuştu. MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ Eleni gibi birçok partizan dağa çıkarken Osmanlı da bu arada, emperyalist paylaşım savaşında yenildi ama savaş Pontos dağlarında bitmemişti… İttihatçıların yarım bıraktığı yerden bu kez Mustafa Kemal’in askerleri devreye girdiler. Ermenilerin işi bitirilmişti, Rumların ki yarım bırakılmamalıydı… Bu yüzden 19 Mayıs 1919 yılında Pontos’a gelen Osmanlı paşaları ilk iş Topal Osman ve çetesiyle görüştü. Ve Pontos Rum Soykırımının ikinci dönemi başladı. Gemi kazanlarında, mağaralarda diri diri yakılarak, boğularak, köylerinde kurşunlanarak, süngülenerek, ölüm yürüyüşlerinde açlıktan, soğuktan ve çetelerin saldırıları ile 353 bin Pontoslu Rum katledildi. PARTİZAN ELENİ ÇAVUŞ Ancak partizan hareketi her şeyden önce Rumlara yapılan yoğun saldırılar karşısında büyük bir direniş göstererek, 353 bin insanın katline sebep olacak Pontos Soykırımı‘nın çok daha büyük rakamlarla sonuçlanmasını engellemişti. İşte Pontos dağlarında direniş destanları yaratan bu partizanlardan birisi olarak Eleni Çavuş, Topal Osman ve çetelerinin ve tabi ki Mustafa Kemal’in “başbelası” olmayı hiç bırakmadı… Karakol baskınlarında, askeri mühimmat taşıyan kervanlara yönelik saldırılarda, halk düşmanlarına yönelik cezalandırma eylemlerinde hep Eleni Çavuş’un adı geçer. 1 Mayıs 1923 yılından itibaren, Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan ‘mübadele anlaşması’ gereği, kendisine Rum diyenler Yunanistan’a yollanmaya başlar. Sürgüne gidenlerin, 3 bin yıllık topraklarını terkederken yaşadıkları acılar bir yana, ���Türküm” deyip geride kalmayı tercih edenlerin yaşadıkları da önemlidir. Birçoğu “yaşamak” için, geçmişini unutmaya çalışmış, çocuklarına, torunlarına yalan hikayeler anlatarak, unutmayı yeğlemiştir. Egemenlere kendilerinin en iyi Müslüman, en iyi Türk olduğunu ispat etmekle ömür tüketmişlerdir. Sağ kalan partizanlar da silahlarını bırakır, kimi kılık değiştirerek mübadele kafilelerinin arasına karışıp Yunanistan’a giderken, kimi deniz ya da kara yoluyla başka ülkelere kaçar. Ama bir kişi kalır Pontos dağlarında hem Rumum hem de toprağımı terk etmem diyen… Eleni Çavuş… Eleni Çavuş, ne yurdunu terkeder, ne de Rumluğundan vazgeçer. O hala gözleri önünde katledilen oğlunun ve 353 bin Pontoslu Rum için adalet derdindedir. Tek başına Nebyan dağlarında savaşmayı sürdürür. Ta ki 1924 yılına kadar… Aralık 1924’te soğuk bir kış günü Nebyan dağlarında Mustafa Kemal’in askerlerince bir mağarada kuşatma altında kalır. Pes etmez, son kurşununa kadar savaşır… Son nefesini verirken aklında köyü, hayalleri, eşi ve gözleri önünde hunharca katledilen oğlu vardır. Yine komşularıyla özgür ve mutlu yaşayacağı hayatın hayali uzaktadır şimdi… Yarım kalsa da hayalleri, elinden geleni yapmasının getirdiği huzurla ve sevdiklerine, oğluna kavuşacağının mutluluğu sarar yüreğini… Günlerce süren direnişin ardından son Pontoslu partizan olarak ölür." Tamer Çilingir
5 notes · View notes
canasafali · 5 years ago
Text
Gerger kalesi-Zümrüt papaz
Tekrar döndü arkasını ve baktı yıkılan kaleye. Güneşin kızıllığının yaktığı taşların
yıkıntısında boylu boyunca yatan anılarının ülkesine…
Şimdi kale yok edilen bir geleceğin ülkesi mi olacaktı… Döndü önüne.
Zincir acıtıyordu yalın ayaklarını. Sızlayan ayaklarının ve kanlanan zincirlerinin eşliğinde yürümeye devam etti…
“Bir de tanrı var diyorsun papaz Zümrüt . Biz tanrıyı Gerger kalesinin yıkılan duvarlarının altında bıraktık. Gömdük silahlarını ve iktidarını Adıyaman topraklarına. Soruyorum sana tanrı nerede. Taşıdığımız şu kahrolası kalbin içindeki beni sana esir eden vicdanda mı. Yoksa senin iki dudağının arasından dökülecek olan ölüm fermanının içinde mi. Yoksa acıların toplamı mı tanrı ediyor.
Hem Sonra ..
Niye korkunun iktidarıdır tanrı? Güçlünün daha sevgili olması gerekmez mi. Dedim ya, Gerger dağlarına bıraktık kemirgen korkularımızı. Korkularımızdan kurtuldukça güçleniyoruz görüyor musun. Şimdi söyle hangimiz yargıcız. Senin tanrının elçisi olman benim iki dudağımın arasında hapsolmuşken. Hangimiz güçlüyüz. Sen korkununun ve itaatin iktidarısın. ben ise sevginin ve aşkın. Sana itaat etmeyeceğim ve sen köpürerek üstüme yürüyüp beni yok edeceksin. Korkacaksın çünkü benden…”
Güneşin yaktığı kayaların arasından bir kaplumbağanın süzüldüğünü gördü. Aheste adımların arkasında yüzyıllık yolculuk taşıyordu. İzlemeye koyuldu. Dinginliğine hayran oldu. Küçük kaya parçalarının ve yaban otlarının arasından emin adımlarla geçişi seyretti bir sure. Niye yitirdik dinginliğimizi. Niye kendimden emin değilim. Niye kayboldum doğup büyüdüğüm topraklarda. Sırtımızda taşıdığımız evlerimiz nerede. Nereye gidiyorum ben. Yolum nerde benim. Ya yol gösterenim. Niye çaresizim böyle. Kalbimi ve aklımı alıp götürmelerini seyretim öyle umutsuz. Nerde bıraktım ki ikrarımı.
Güneş yükseldikçe kavruluyordu dağlar. Ve dağları hatta nehrin kenarlarını çürümüş lahanaya benzeyen insan ölülerinin kokusu sarıyordu yavaş yavaş. Bu kokuyu tanırım bizans topraklarından. Kılıçın ve gücün kanatan kokusudur bu. Yabancısıdır bu toprakların. Roma’dan taşınan tüm kokular gibi. Halfeti.. bir zamanlar yaban çiceği kokardın sen. Genç kızların kır çiçekleri toplardı dağlarında ve temmuzda çiçek kokusu dayanılmaz olurdu buralarda. Öğlen vakti tüm evlere ılık ılık girerdi çiçekler.
Nerede şimdi senin pirin. Çiçek kokulu pirimiz nerde halfeti. Nerede şimdi gün ortası kurulan dostluk sofraları. Selvi boylu yoldaşların nerede.
“ susuyorsun Zümrüt .. İsayı çarmıha asan da değil mi bu sendeki suskunluk. Suskunluk kanattı tüm tarihini senin. İsanın kanı bulaştı tarihine. İnancın ne senin
Nasıl din ki senin dinin ezgiye düşman ola. Huzur bulduğumuz, ona ulaşmak için geçtiğimiz tüm yolları yasaklayan tanrı olur mu. Ya aşkla ulaşamadığımız tanrı bizim olur mu? Ateşe koşan kelebekler gibi döne döne girmeli tanrının koynuna. Bütünleşmeli tek bedende. Uğruna yaktığımız her bedenden fışkırmalı tanrı. Ruh ve akıl dönmeli asıl sahibine. Bizde emanet duran her şey gibi. Ancak o zaman açılır gözündeki perde…
Oyy Gerger , yaratanların ve aşıkların ülkesi… Esir ettiler pirini. Açılan her yara onarır kendini. Yeter ki can ihanet etmesin bedene.
Gün daha dağların ardında söylenti iken düştük yollara. Birazdan hava aydınlanacak ve duru bir Diyarbekir sabahı başlayacaktı. Yaban kengerlerinin ve çalı çırpının kanattığı ayakların sızısı dayanılmaz olsa da kurtuluşun birkaç adım ötesindeydik işte. 14 bin yıllık yürüyüştü ya bizimkisi, şimdi Kaş’ın, Efes’in, Bağdat’ın, Silvan’ın, Halep’in, Babil’in, Kudüs’ün ve bil cümle Anadolu dergahlarının İznik’te biat ettikleri Roma’nın orduları peşimizdeydi. Yüzbinlerin silahlı karanlığına doğru, 200 erkek, 35 çocuk, 161 kadın ve yarım bir papaz. Güruh-u Naci soyu…
-Dinin neyi emreder Zümrüt ? İnsana ulaşamayan din ulaşır mı tanrıya. Sevginin aşkın ve nefs’in dinginliğinin adı değil midir tanrı? Öldürmeden içindeki savaşı, dindirmeden çokluk ile hiçlik arasındaki cihatı tanrıya ulaşır mı insan. Savaş varsa içte verilmelidir. Her insan dindirebilse içindeki savaşı, yenebilse kendi benciliğini yeryüzü aşka keser o zaman. Yoksa din de kanatacaktır sürekli tanrıyı…
Gidenlerin ardından baktı bir süre. Geride kalmıştı ya şimdi Kanboğazı Mağaralarına sığınmalı idi. Çobanların ve dağ köylerin ateşlerinde ısınmalı idi bir süre. Bir süre tereyağı kokusunda dağılmalı dağlara.. Kuvvetini toparlamalı bir süre davar sütünde. Sonra at sürmeli Hitit topraklarının güneşine doğru. Peşine takıp koçerleri, yetişmeli pirine. Hitit toprakları ya bu eller, şimdi konstantin şehrinin soylu şövalyeleri çiğniyor gelincikli papatyalı dost topraklarını. Kızılırmak yine kana bulanıyor heybetinde arap ve acem diyarından gelme tayların.
Ah Dumuzi, çobanların tanrısı! Dön bak bir sürülerine şimdi. Dağılmış koçerlerine. Yolsuz yolaksız başıboş gezer dururlar Hitit topraklarında. Kırılmış çömlekleri, dağılmış aşiretleri. Yok olmuş dirlikleri. Ah dumuzi çobanların sevgilisi. Sunduğumuz kurbanların aşkına toparla güneşe duaya durmuş sevgimizi.
– Kardeşliği sorgularsın ya Zümrüt ! Hani der ya kutsal kitap aynı ana babadan gelme insanların 72 milleti. Habil ve kabilde öldürdün sen kardeşliğini. Biz yaşattık can gözlerimizde. Bölüştük yarin yanağından gayrı. Alemi ayırmadık kendimizden, özümüzden. Sebepsiz kırılan bir incir ağacının acısını yaşattık günlerce yüreğimizde. Toprağı anamız bildik. Çiçeği de, ağacı da davarı da ve bil cümle ne varsa toprağın üzerinde, topraktan doğan, toprağa dayanan kardeşimiz bildik yıllarca. Can kardeşiyiz biz cümle mahlukatla.. Sorgula sorguladığın bu ise…
Anadolunun yarattığı tanrıları dönüştürdü ya kendine, şimdi Romalı bir düşmandı, dost topraklarının Aresi. Babil sırtlarındaki İskendere hiç benzemiyordu İznikte vaftiz edilmiş, ve kuşatılarak ulemalarca, Gergeri’ne yürümüş İstanbul efendisi. Düşmandı iskenderden. Ve yok ediciydi. Kanboğazı mağarası, ortasında yaşam devam etse de, çeperleri tutulmuştu kargılarında siyah bayrak taşıyan din ordularınca.. oy kör gözlü sefalet … Pirimizin yok oluşuna seyircimi kalacaksın. Bahçelerinde güller var senin güller. Güllerini deren düşman ellere alkış mı çalacaksın. Türkülerin var her toprağında ve bir taşında, türkülerini susturanlara uzaktan mı bakacaksın.
?????
Papaz Paul vakur hareketlerle oturdu yere. Eline bir çiçek vardı. Zincirlerini bileklerine doğru itti ve kokladı çiçeği. Gülümsedi. Sonra ağaçların arasında gözüken aya baktı. Serdi anlını aya. Gülümsemesi devam ediyordu. Zümrüt ayaktaydı ve telaşlı bir bekleyiş içindeydi. Gözlerini dikti Paule. Bu ihtiyar niye bu kadar rahatı. Günün ilk ışıkları ile sallanacaktı bir ağaçta boynu halbuki. İnsan bu kadar ölümüne yakınken, yaşamın içinde olabilir miydi büsbütün. Yarın zor gün olacak diye düşündü içinden. Yerinde duramıyordu. Niye bu kadar inat etmişti ki şu ihtiyar. Kabullense vaftiz edilmeyi, kutsal ruha teslim olsa hemen affedilecekti halbuki. Bizansın en büyük din adamı olacaktı…
…Sen sadece iktidarın dinini savunuyorsun yaşlı Zümrüt . Şimdi de müziği sorguluyorsun ya. Aşk halidir aşığın müzik. Tanrının yeryüzündeki salınıp gezmesidir müzik ayışığında. Güzel olanın iç geçirerek içine alınmasıdır müzik. Ruhun gökyüzüne yükselmesi, meşk halidir tanrı ile. Müziği kovarsan inancın içinden, ne kalır içinde? Biçimsel bir tapınmadan başka…
At sürdük gündüz gece, at sürdük dağ taş, at sürdük binlerce koçerle. Gergere doğru at sürdük ulaşmak için pirimize. Ayışığında geçtik Hitit topraklarından. Yetim çocuklar gibiydi geride bıraktığımız toprak. Öksüz öküz ve davar sürüleri geçti yanımızdan. Roma’nın karaltısı içinde ağlıyordu ayaklarımızın altından akıp geçen toprak. Bu topraklar ki kafa tutmuştu yazgısız tanrılara. Kendine dost olmayana. Şimdi Gerger sırtlarında binlerce kargının ve mızrağın ucunda sarılmıştı Anadolu. İznik’te toplanan şer sarmıştı bir avuç sevdalı güvercini. Kardeş topraklarının bağı bostanı, elması narı teslim alınmıştı Konstantinin azgın düşlerinde.
Bir masalın kahramanları idik bir zamanlar. Bir şehir yaratmıştık ki, çobanlardan, göçerlerden ve rençberlerden, tek anayasası rıza üzerinde kurulan. Tüm insanların kardeşliği, kardeşin bacıya eşitliği, komşunun komşuya rızalığı. Aç olanın olmadığı, tok olanın komşusu için çalıştığı. Tüm evlerin kapılarının ardına kadar açık olduğu. İkrarın tek kural olduğu. Hakkından fazlasını almayan rençberin tarlasını tüm rençberlerle sürdüğü. Üzüm herkesindi ya, elma da öyle nar da öyle.
Kaldırmıştık insanın insana üstünlüğünü. Her insan sadece tanrıya sorumluydu. Din tanrıya bağlılıktı ya, tanrı bilirdi kimin kendisine daha yakın olduğunu. İnancına karışmak yabanın çekirgesinin, tanrıya eş tutmaktı kendini. En büyük günahtı. Zerdüştte aynı sofradaydı, Manici köylüde. Rıza idi ya esas olan, kulun kuldan razılığı yeterdi tanrıya. Bir masalın kahramanları idik ya bir zamanlar, bir vardık ve hep varolacaktık insan yaşadıkça..
Birkaç kadın kalktı yerinden duaya durdu yeni doğan güne. Askerler ittiler onları kadınlar tekrar döndüler sıraya. Kurumuş bir vişne ağacına geçirdiler ipi. Taş verdiler ellerine ayakları zincilerle bağlı Gerger kaçaklarının. Ve öne çıktı papaz Zümrüt…
Bir çocuk doğdu Malatya’da… Babası gözlerini öptü doğar doğmaz. Annesinin kucağına verdi bir karagözlü çocuğu. Annesi sardı sarmaladı ve keçi sütü ile emzirdi çoban çocuğunu. Adını türkülerin koyacağı bir Malatya fatihini.
-Ve sana son sözümdür papaz Zümrüt.!.. Tanrı aklın imparatorluğudur. Kalp gözü ile ektiğini akılla biçmedikçe yeşermez inancın bahçeleri. Emekle sulayacak, sevgi ile eğleyeceksin. Sevgi ile bakmadığın göz sadece kusur görür. Aşk kusuru örtünce yücelir. Gördüğünü örteceksin. Cenneti istiyorsan dünyayı cennet kılacaksın. Cehennem öyle bir yer ki herkes kendi ateşini bu dünyadan götürür. Aklınla ulaştığında tanrı göreceksin ki, hiç olan aslında her şeydir.
Sofralar kuruldu Hoy’da Horasan’da. Kardeş evlerinden gelen tüm azıklar, harman edildi aynı sofrada. Yenildi içildi. Sonra döndü İbrahim Sani, oğlu Bektaş’a.
-Oğul bilirmisin? Bir er yaşarmış Zal şehrinde. Düşmanının karşısında bileğini büken çıkmamış ama, yeni doğmuş bir emlikten daha masummuş dost ocağında, yar kucağında. Dinleyelim bir, hele bin yıllık yolculuğunda taşıdığı soluğu kimselere göstermeyen Anadolu dervişini. Yüzündeki masumiyet Zaloğlu Rüsteme benzeyen bu Urum kardeşini..
Akşam serininde askerler çekildi Halfeti şehrinin agorasından. Şimdi yalnız aluç ağacının o acılı gıcırtısı ve ipin ucunda dimdik duran o ulu ihtiyarın, sanki her an kalkıp ipi boynundan çıkarıp yürüyecekmiş gibi duran karartısı. Gök gürledi birden, meydan ışığa kesti. Duvar dibinde karartıları gördü camdan meydana bakan yaşlı gözler. Karartılar karanlığın içinden süzülüyordu. Sonra bir şimşek daha. Sonrasında daha güçlü birisi. Ve dördüncü şimşek yarıp yüreğini göğün inerken yere camdan bakan şaşırdı kaldı. İstavroz çıkarıp duaya durdu. Bir az önce ipin ucunda sallanan sanki ipini çıkarıp boynundan yürüyüp gitmişti. Geride aluç ağacın suçluluğu kalmıştı Halfeti düzünde.. Ardından bir şimşek daha çaktı. Ardından bir daha. Sabaha kadar bu sürüp gitti. Gün ağardığında yaşlı gözlerinden yaşlar akarak duaya duran çoktan ölmüştü…
Malatya kalesinde doğan kara gözlü çocuğa bir at, bir kılıç verdiler. O yürüdükçe Bizans üstüne Anadolu’da ne varsa insan namına ardından yürüdüler. Dün Gergerde yenilen düşler, bir çığ olup Üsküdar önlerine geldiler. Yedi düvele namı yayılan karagözlü çocuğunun soyuna Balaban deyip, ay ışığı düşlerinin şahı dediler. Şahlarına kul olanlar, şahlarının Keşiş Dağında yatan atasına Hüseyin Gazi dediler.
Bektaş tuttu elinden sıkıca babasının. Bin yıllık türkünün iline gitmek için yandı tutuştu. Madem size bir er gerek dedi İbrahim Sani, ben akçadım. Alın size bir er ki, aşkı dağlardan yüce, gönlü deryadan geniş. İlmi insan yaşadıkça yaşatacak olan. Alın size bir er. Varın söylen Anadoluya, Bizans bitti ama zulmü taşındı yeni gelenlere… Ama dursunlar, bir yiğit gelecek ki Hoy’dan deyin, Anadolu böyle eren görmeye…
Anadolu.. on bin yıllık insanlığın anası… Ne güzel anasın ki sen, seni zapte gelenler nedense hep zaptedildi suyunca, toprağınca, aşkınca. Hani nerde o kıyıcı Traklar, nerde o german ırkları? Seni benzetmeye çalışanlar hep sana benzedi. Nerde Koca Hitit, Frigler nerde şimdi? Ya o koskoca İonya. Suyundan içen aşka kandı. Kardeşliği, sevgiyi taşıdı dukaklardan kalbe her katren. Geldikleri toprakların yok edicileri, nasılda aşka kesti üzerinde. Anadolu, onbin yıllık yarim. Sen bunları da yenersin… Nerede ihtiyar papaz ?
Kale kapısına vardığımızda, bizans askerleri boşaltıyordu şehri. Zümrüt’ün yüzünü aradı gözlerim. Kara pelerinlerin ardında buldum, gözlerini, yüzünü. Ağlıyordu. Ağlıyordu ya toprağa düşen iki damla gözyaşı yeşertecekti anadolu aydınlığını, batının gözlerine skolastik perde inerken… Bunu hissettim. Çok sürmeyecekti buralarda kara şovalye hikayeleri. Kara donlu köylülerden kahramanlar yaratacaktı o iki damla gözyaşı. Bir sel olacaktı sonra… Ala gözlü nazlı pirim… Efsaneler yayılacaktı saz ustalarının ağıtlı sesinden tüm dünyaya. Adını nesiller boyu her eve taşıyacaktı hozanlar...
Adem kanmıştı Havva’ya da yine de taşırdı ciğerinin bir köşesinde cennetten getirdiği son nefesini dedi Silvanlı Pavlus. Ve başladı Guruh-u Naci hikayesini anlatmaya. Pür dikkat kesildi talebeleri bu tarihin en asi hekiminin ağzından dökülenlere. Pek konuşmazdı aslında. Söylenecek sözü olan konuşsun derdi ve susardı genelde. Konuştuğu zaman bilin ki söyleyecek çok önemli sözü vardı ve bu kez orada olanlar aslında tarihin en önemli sözlerinin birini dinlediklerini bilmeden de olsa dinliyorlardı bu kayadan sert adamın her ağzından çıkanı.
Gün yeni doğuyordu Karacadağ ovasında. Sarı başak dalları sabah yelinde sallanıyor ve güneyin ılık havası Bektaş’ın yüzüne vuruyordu. İşte bu topraklar diye düşündü, iyi işlenirse bütün mahlukatı doyurabilecek kadar cömert, sevecen, bereketli anadolu topraklar. Sarı renkli, beyaz renkli, siyah renkli, buğday renkli… Rengine bakmadan herkese aşk sunan, dostluk sunan toprak ana, az ötede nasıl çöl iken anadolu üzerinde cennet yaratabiliyor. Sular ne kadar berrak ve temiz, göller balık dolu ve dağların rengi gözükmüyor çiçekten. Burası insanlara vaadedilmiş cennet diye düşündü Bektaş. Bu yüzden bu topraklarda yeşermeliydi insanı aslına dönderecek fikirler.
Yürüdükçe içini daha bir sevinç ve tarifsiz mutluluk kaplıyordu. Aşk diyordu ve son anlarda bu kelime ağzından dökülür olmaya başlamıştı ..Sadece aşk. Dünya bir aşk üzerine kurulmuştu. Kainatta herşey aşk yüzünden pervaneydi ve sürekli aşkla dönüyordu. Gece gündüze aşıktı, ay güneşe. Toprak suya aşıktı, dağlar gökyüzüne. Aşk fikri öyle sarhoş etmişti ki Bektaş’ı ayağı yerden kesilmişti. Döne döne ilerliyordu koşa koşa.
Aşk diyordu Silvanlı Pavlus. Dünya aşk üzerine kurulmuştu. Önce adem yaratıldı. Yalnızdı ve manasızdı. Adem aşkı tatsın ve o aşk yeryüze yayılsın diye yaratıldı Havva. Ademi manalı kılan Havva idi. Ve yaratılanların en güzeli dedi Silvanlı Pavlus. Şeytan yaratılanların en güzeli idi. Ve kendini o kadar değerli görüyordu ki, bu iki faninin önünde secde etmektense isyankar olurum dedi ve uzaklaştı tanrıdan. Sonra Havva’nın gözüne göründü en güzel haliyle. Havva içindeki nefsin kurbanı oldu, şeytana uydu ve Adem en saf haliyle kandı Havva’ya. Elma bahane oldu ve cennetten kovuldular kutsal kitaba göre.
Aşk dedi Silvanlı Pavlus. Aşk öyle birşeydir ki hem gözlerininiz açar dünya ayan beyan olur aşığa, hem gözlerinizi kör eder önündekini göremez hale gelir cennetten olursunuz. Aşkı bir nefse kurban ederken Havva, insanlığın en büyük suçunu işledi aslında ve insanlığa miras bıraktı bu şuçu. Nefs paylaşmayı bilmez. Ama aşk paylaştıkça senin olandır aslında. İnsanın mayası aşktandır. Nefs mayaya düşen küftür dedi doktor Pavlus.
Öğrencileri pür dikkat dinliyorlardı bu tarihe kanıyla not düşecek çağının en önemli filozofunu. Durdu Pavlus. Masadan bir bardak su aldı ve devam etti. Su sırdır. Hem ayan beyandır hem yoktur. Nasıl baktığın önemlidir. Havva sırrı görmedi işte. 36 kız 36 erkek çocuk doğurdu ve 72 millet bu çocuklardan yayıldı... Kulp da içinde Gerger de !..
Ama Adem gün geçtikçe Havva’dan uzaklaşıyordu ve yalvarıyordu tanrıya kendisine yeni bir eş versin diye. Tanrı bir gün cennetinden hurilerin en güzelini gönderdi Ademe içindeki cennetten getirdiği son nefesin temizliğine hürmeten. Havva daha önce buldu Naciye’yi ve kıskandı kapattı onu bir mağaraya. Ademin haberi bile yoktu. Sonra ademi yarışa davet etti. Her ikisi de bir küpe bir nefes üfleyip küpü kapattılar. 40. gün hangi küpte daha güzel şey yeşermişse o yarışmayı kazanacaktı. Adem cennetten getirdiği son nefesi de üfledi küpe. Küpten Kulp’a bir damla döl düştü varıp gidecekti Gergerli Ademine ...
Günler geçiyor Havva heyecanlanıyordu. 39. gün gitti açtı küpleri. Kendi küpünden yılan çıyan fitne fesat yayıldı dünyaya. Ademin küpünde ise su vardı ve su içinde kırkıncı gününde tamamlanacak bir embriyo. Kapattı küpü korktu kaçtı. Ama ellerken ayağını da sakat bıraktı. Bu küpten bir erkek çocuk doğdu, kulptan bir kız çocuğu... Cennetten gelen nefesten yaratılan ve şeytana hiç uymamış. Kulptaki ile evlendirdiler onu. Adına Yunus dediler ve bu soydan gelenlere de Gürüh-u Yunus soyu (seçilmişlerin soyu) dediler. 72 milletten farklı olarak bu soydan gelenlerin aşk ile yoğrulduğuna ve mayalarına küf düşmediğine inandılar. Tanrı dostları idi bu evliler.. Kulp havası Havva’ya, Havva havraya..
Efsane bu dedi Pavlus ama bu bilindik hali. Bilim neresinde bunun diyeceksiniz şimdi. Ama durun bekleyin. Bu efsane içinde bir sırrı saklıyor. Suyu hatırlayın. Ayan beyandır veya yoktur. Aşk ile bakmak, akilane bakmaktır. Giz düşün içindeydi oysa !...
Bektaş az gitti, uz gitti ve ulaştı Eskişehire. Moğol istilası altındaydı Anadolu. Köyler yanıyor, insanlar ölüyordu. Aşk unutulunca nefs başlıyor dedi. Nefsi terbiye edemedikçe durmayacaktı dışardaki savaş.
İznik kapısında imparator Konstanstinin askerleri vardı. Gece askerler basmıştı İznik şehrini. Papaz Zümrüt’ün başına ödül verilmişti. Her ev didik dikik aranıyor, kent dışında çatırlar ateşe veriliyordu. Hititler, Firgler, Ermeniler, Asuriler ve bil cümle anadolu halkları bizansın soğuk kılıcının ucunda dimdik duruyor ama Papaz Zümrüt’ü ismi sır edilip unutuluyordu.
Ve İznik gölünün ortasında yaşlı bir balıkçının çektiği kayık, ilk dördün ayın yol göstericiliğinde sulara kardeş olmuş karşı kıyıya ilerliyordu...
Belki gitti bu handan bir yolcu herkesten habersiz .. Geldi iki can çift nefessiz..Tekerürdü hepsi, Nuh tufanından bu yana Kulpun havası Gergerin nefesiydi !.. Arasında Adem ötesinde Havva !.. Kim gide kim kala ?
1 note · View note
korkutkalkan · 2 years ago
Text
Halı saha maçında kalbine yenildi
Halı saha maçında kalbine yenildi
Denizli’de yaşayan Ömer Şenşahin (38), arkadaşlarıyla beraber halı sahada buluşarak futbol oynamaya başladı. Burada bir süre sonra Şenşahin, kalbini tuttuktan sonra fenalaşarak yere yığıldı. Arkadaşlarının yaptığı ilk müdahalenin ardından Şenşahin, Denizli Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Durumu kötüye giden ve kalp krizi geçirdiği belirlenen Şenşahin, yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yazarurfa · 3 years ago
Text
Tumblr media
Okul müdürü kalbine yenildi https://www.urfayazar.com/okul-muduru-kalbine-yenildi?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr Detaylar sitemizde.
0 notes
bitimsiz · 6 years ago
Text
İşittim seni
Demediğini bırakmadı
Kalbin, kalbim gibi
Rüzgârdım seni
Üşümenin koynunda
Yordum, sardım teni
Sorunum seni
Özlemediğimi söyledi
İçim, yenildi yeni
Gördüm seni
Ucu bucağı olmadı
Sınır, kırmızı çizgi
Bilirim seni
Bilmeklerin tekrarı
Öldürür, bile beni
31 notes · View notes
afyonhaberleri · 3 years ago
Text
20 yaşındaki milli tekvandocu kalbine yenildi
20 yaşındaki milli tekvandocu kalbine yenildi
Kalp krizi geçiren 20 yaşındaki Tekvando Milli Takımı sporcusu Osman Kaplan yaşamını yitirdi. Şanlıurfa’da kalp krizi geçiren 20 yaşındaki Tekvando Milli Takımı sporcusu Osman Kaplan hayatını kaybetti. Milli Takım ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Gençlik Spor’da forma giyen Osman Kaplan, arkadaşlarıyla dolaştığı sırada fenalaştı. 112 Acil Servis ekiplerince hastaneye kaldırılan Kaplan, burada…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes