#Küçüklü
Explore tagged Tumblr posts
bulancakajans-blog · 2 months ago
Text
Küçüklü ve Yalıköy Kavşağı Sinyalizasyona Kavuşuyor
Bulancak-Giresun istikametinde, Karadeniz Duble Sahil Yolu üzerinde bulunan Küçüklü-Yalıköy kavşağı sinyalizasyon sistemiyle daha kontrollü ve güvenli hale getirilecek. Bulancak Belediye Başkanı Necmi Sıbıç, sinyalizasyon siteminin yapılması için destek veren Giresun Milletvekili Ali Temür’e teşekkür etti. Son yıllarda artan trafik yoğunluğu ve trafik kazalarının önlenmesi için Bulancak, Küçüklü…
0 notes
selcandy · 1 month ago
Text
Bendeki üşengeçlik çok tuhaf bir üşengeçlik. Mesela e-devlet, e-nabız gibi platformlar için devlet tarafından verilen fattık futtuk şifreleri değiştirmeye çok üşenirim. Uuuğ, bununla uğraşmak gözümde büyür büyür, ötelenir. Sonra hiç üşenmem, oturup o şifreleri ezberlerim. Benim hafızam yan yana geldiğinde hiçbir şey ifade etmeyen büyüklü küçüklü harflerden ve karmaşık sayılardan oluşan şifrelerle dolu. Hayatı zorlaştırarak kolaylaştırmak garip bir dürtü gerçekten.
29 notes · View notes
yaralanma · 7 months ago
Text
tumblrı geçtim ben kendime nazar değiren bi insanım kimseye ihtiyacım yok cidden cildim ne güzel diyorum ertesi gün boka dönüyor ne güzel uzun süredir hasta olmuyorum diyorum max 1 hafta içinde çok fena hasta oluyorum bugün gün içinde içimden şey geçirdim benim uzun süredir başım ağrımıyor ilaç falan da kullanmıyorum dedim 1 saattir deli gibi başım ağrıyor ya da mesela en son her şey çok güzel gidiyor mutluyum dediğimde hayatım tepetaklak olmuştu böyle daha aklıma gelmeyen bi sürü küçüklü büyüklü kendime nazar değiriyorum
19 notes · View notes
nev-i · 7 months ago
Text
Abartısız şu an vücudum da altmışa yakın sivrisinek ısırığı var. Hayatımda ilk defa bu kadar çok oluyor.. Kızarıklık kabarıklık oluşmaya başladı kaşıdıkça.. Kaşımamaya çalışıyorum mümkün olduğunca.. Ellerimin üstü, kolum boydan boya kıpkırmızı büyüklü küçüklü beneklerle dolu.. Boynum da her yerde.. Gören şaşırıyor.. Bu gidiş nereye böyle bilmiyorum ama bu defa çok farklı..
5 notes · View notes
karanliginleydisi · 5 months ago
Text
Oğlum saat sabahın üçüü ve ben 12 de uyudum. Rüyamda( kâbus da olabilir) bir sürü yılan vardı evde büyüklü küçüklü, iğrençti .Dışarı çıkıyorum kocaman bir yılan ayak bileğimden ısırıyor, annem yılanları öldürmeye çalışıyor babama sesleniyorum gelmiyor beni ısıran yılanın acısını hissediyorum sonra öldürüyorum. Noluyoruz ya kim arkamdan iş çeviriyor, sivrisinekler yüzünden mi böyle oldu, Çarşamba akşamı banyo yaptım diye mi? babaannem hep kızardı bana haklıydı belkide .Kafamda deli sorular ve kaçan uykumun arkasından öylece bakıyorum. Ya bide şeyi gördüm Ronaldo ve sevgilisini ne alakaaa
5 notes · View notes
hatiragulzaman · 2 years ago
Text
Tumblr media
🖋🖋🖋
Rusya’da en yüksek not 5 iken, bir çocuğun boş kağıt verse bile alabileceği en düşük not 2 imiş. Bu uygulamadan yeni haberdar olan birisi şaşkınlıkla Moskova Üniversitesi’nden Dr. Theoder Medraev’e sormuş;
“Boş kağıt veren bir öğrenciye neden 0 yerine 2 veriyoruz, niye öğrencilere adil davranmıyoruz.?” diye.
Medraev bu soruyu;
“Her sabah 7′ de, soğuk havalarda bile kalkıp okula gelen, tüm dersleri takip eden, toplu taşıma ile sınava saatinde yetişen ve soruları cevaplayamasa bile en azından sınava giren ve başka bir hayat yaşayabilecekken okumayı seçen birine nasıl 0 verebiliriz. Biz, sadece sınavdaki sorunun cevabını bilmiyor diye hiçbir öğrenciye 0 veremeyiz. En azından insan olduğu ve denediği için o öğrencilere de saygı göstermeliyiz.” diyerek cevaplamış.
Düşündüm de; Doğduğumuz andan beri küçüklü, büyüklü ne kadar çok farklı farklı sınavlarla karşı karşıya kaldığımızı, zaman zaman aldığımız 0 lar nedeniyle nelerden vazgeçtiğimizi ve bu vazgeçişler nedeniyle asla keşfedilmeyen potansiyelleri…!!!
Düşününce paylaşmak istedim, yıkmanın en kolay iş olduğunu, asıl zor olanın yapıcı yaklaşarak, ilmek ilmek yol almak olduğunu. Hakkınız yense de, 0 alsanız da hayatın önünüze getirdiği sınavlarınızda bilin ki asıl hakkettiğiniz notunuzun en az 2 olduğunu.
Bir sınavda başarısız da olsanız, deniyor olmak bile bir başarı değil midir…?!
Hayat sınavında herkese başarılar….
alıntı.
.Rus öğretmenlerime kan kustururdum🙄Artık işlemediğim suç ve tahribatların faturası bana kalırdı.
Hiç unutmadığım ama hatırladığımda pişman olmadığım bir olaydı bu Müdürün odasına kocaman yarasa bırakmıştım..
BU HAK (HESAP GÜNÜ ÖDEŞME) AHİRETT'E NASIL SONUÇLANACAK BİLMİYORUM
ALLAHIN RAHMETİ GENİŞTİR .
Bende olamazlar islamdan habersiz bir cahildim
Mevla bizi affede bayram o bayram ola.
18 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year ago
Text
içimde küçüklü büyüklü çatışmalar var ve ben galip gelmeyeceğim.
3 notes · View notes
pepetheking · 1 year ago
Text
Boş Kağıda 2/5
Tumblr media
Rusya’da en yüksek not (5) ken, bir çocuğun boş kağıt verse bile alabileceği en düşük not (2)imiş.
Bu uygulamadan yeni haberdar olan biri şaşkınlıkla Moskova Üniversitesi’ndeki Dr. Theoder Medraev’e sormuş, “boş kağıt veren bir öğrenciye neden (0) yerine (2) veriyoruz, niye öğrencilere adil davranmıyoruz” diye.
Medraev bu soruyu, “her sabah 7’de soğuk havalarda bile kalkıp okula gelen, tüm dersleri takip eden, toplu taşıma ile sınava saatinde yetişen ve soruları cevaplayamasa bile en azından sınava giren, başka bir hayat yaşayabilecekken okumayı seçen birine nasıl (0) verebiliriz” diyerek cevaplamış.
Biz demiş, sadece sınavdaki sorunun cevabını bilmiyor diye hiçbir öğrenciye (0) veremeyiz.
En azından insan olduğu ve denediği için o öğrencilere de saygı göstermeliyiz.
Düşündüm doğduğumuz andan beri küçüklü büyüklü ne kadar farklı sınavlarla karşı karşıya kaldığımızı, zaman zaman aldığımız (0) lar nedeniyle nelerden vazgeçtiğimizi, vazgeçişler nedeniyle asla keşfedilmeyecek potansiyelleri...
Düşününce paylaşmak istedim yıkmanın en kolay iş olduğunu, asıl zor olanın yapıcı yaklaşarak ilmek ilmek yol almak olduğunu.
Hakkınız yense de, (0) alsanız da hayatın önünüze getirdiği sınavlarınızda bilin ki, asıl hakettiğiniz notunuz en az (2).
Ve ilkinde başarısız da olsanız, deniyor olmak bile bir başarı...
3 notes · View notes
kedilervemiyavlar · 1 year ago
Text
Bu gece biraz içimi dökmek istiyorum ,geçmişime ,geçmişimdeki arkadaşlarıma,hayatıma saniyelik olsa da giren ,yolda yürürken gülümsediğim minik cücelere(çocuklar),aileme,sevgilime,herkese kısaca ve en önemlisi Kedim ,ve camiadaki bütün kedilere …Hayatı bir dönem aşırı kendime yük ettim , sizlere de yük ettim biliyorum ,bunun için hem minnet duyuyorum hem de sizlerden özür diliyorum.Hayat bu ya hep inişli çıkışlı dediler , belkide benim çıkışım inişimin hemen üstünde kalan ufak bir kısım.Ara ara çok unuttum ,bazen düşünmeyi bile unuttum .Robotlaştım.Düzeliyorum dedim ama belkide sadece sandım.Ben bu hayatı çok sevdim.Sevdiğim gibi de amatör bir ressamın boyaları tuvale dağıttığı gibi dağıttım. Ama biliyorum bir şekilde yine devam edeceğim.Etmek zorunda değilim ama edeceğim.Çünkü ben üzmekten çok korkan aynı zamanda da çok üzen aptal denemeyecek kadar bile aptal bir insanım. O yüzden kimsenin üzülmesini istemem .Eğer veda edersem , besleyemediğim her kedi,hatta iyi bakamadığım her hayvan ,gülümseyemediğim minik cüceler ,ailem,sevgilim daha nicesi daha bir sürü büyüklü küçüklü detay düşüncelerim …Onlara bir ömürü zindan etmeye hakkım yok.İntihar etmeyi düşünen herkese gelsin bu yazdıklarım.Ölümü kafasında kuranlara,ölmeyi deli gibi isteyip asla yapamayanlara gelsin. İnanın ya da inanmayın.Milyarda bir taneciğiz. İyi veya kötü.Ama benim inandığım düşüncelere göre bu hayata bir daha tekrar gelemeyeceğiz ya da gönderilmeyeceğiz.Psikolojik rahatsızlıklara sahip olabilirsiniz.Fiziksel rahatsızlıklara sahip olabilirsiniz.Dış görünüşünüzü ,karakterinizi eksik görüyor olabilirsiniz.Arkadaşlar asla tamamlanmayacak hiçbiri.Ara ara bu yazdıklarım sizi üzüp mutlu edebilir eğer etkilenecekseniz bence okumayı bırakın.Asla mükemmel bir hayat olmayacak.hep bir eksik ,hep bir fazlalık olmak zorunda.Bu hayatta denge kavramı yok.Bana göre böyle.Bir kelebek tek gününde kanat çırparken ,yıllarca ömür biçilmiş bir kuş kanadını kırdıktan sonra eskisi gibi olmayabilir.Bu hep böyledir.Kabullenin ya da kabullenmeyin.Bu yaşıma kadar hep yük ettim düşünceleri kendime hala daha ediyorum .Ve bu böyle devam edecek biliyorum.Etsin.Etmeli demekki.Ben mutsuzsam belki başka bir yerlerde birisi çok mutludur.Denge yok arkadaşlar.İntihar bir kaçış yolu bile değil.İntihar hiçbir şey bile değil.Şuan odaklanmakta zorluk çekiyorum yazarken.Devam edeceğim yazmaya daha sonra.Kendinize cici bakın şimdilik.Ama unutmayın dengenin olmadığı bir yerde hep bir sarsıntı olur,kendinize ufak tutunma yerleri bulun,kendi yöntemlerinizle…
4 notes · View notes
bensutsevmem · 1 year ago
Text
Doğum Günü Yazısı '23
İyi ki doğdum.
Otuz dört nehrinden otuz beş denizine ulaştığımız bu sıradan ve güzel Eylül sabahında buraya uğrayan herkese günaydın.
Her ne kadar doğum günü yazılarını yıllar içinde geri dönüp okumak ve öğrendiklerimi hatırlamak ve hatta bazen ne kadar yol katetiğimi görmek için, sanki kendi kendime konuşur gibi yazıyor olsam da son birkaç senedir tahminimden de fazla kişiden aldığım yorumlar ve ��ncesinde "yazı geliyor mu" diye soranlar sayesinde, bu monologların benden - ve Seda'mdan - başka bir okuyanı ve hatta bekleyeni olduğunu artık kabul ettim. Açıkçası kendimi her yıl baştan tanıma yolculuğuma birden fazla kişinin eşlik ettiğini bilmek biraz korkunç olsa da, aynı zamanda beklenmedik derecede güzel bir hismiş. Her ne sebeple olursa olsun bu sabah burada benimleyseniz, geldiğiniz için teşekkür ederim.
Gözüm(üz)de büyüttüğümüz kadar var mı bilmiyorum, fakat otuz beş daha ilk kulacını atmadan berrak ve derin gözüküyor. Beklentisiz girmeye çalışıyorum bu yaşa ben biraz, yine her zaman olduğu gibi başıma geleceklerden habersizim ve eminim yine hiçbir şey planladığım veya umduğum gibi gitmeyecek ama olacaklardan umutluyum bu sefer. Dahası, şimdiden olamayacaklardan ve olduramayacaklarımdan bile gururluyum.
Çok güzel yol aldım otuz dört yaşımda çünkü, hazır buradayız - anlatayım.
Bu yaşım daha başlar başlamaz - ve ben daha bir önceki yılın mental yorgunluğunu ruhumdan atamamışken - üzerime birçok sorumluluk yükledi. Dürüst olalım, yüksek ihtimalle (yani kesin) bunları üzerime kendim bilerek ve isteyerek aldım zaten. Bu çok da şaşırtıcı değil, zira benim genel tutumum hep bu oldu fakat aynı zamanda son iki yıldır belli hedeflerim vardı ve bu hedefleri tutturmak için canım çıkana kadar çalışmam gerekiyordu. Ben de çalıştım. Bu sayede bu yaşım daha önce çok uzak hayaller gibi görünen küçük veya büyük birçok şeyi, bir anda avucumun içine koydu. Öyle ki, bundan birkaç sene önce "nasıl olacak" dediğim şeyler, bu sene "eh buna da şükür" oldu.
Otuz dördümde öğrendim - hayır kabullendim - ki benim yoğunluklardan ve yorgunluklardan yersizce keyif alan bir yapım var. Bunu daha önce kendime itiraf etmeye cesaretim olmamıştı belki, zira hayat önüme hep boyumdan büyük zorluklar, planladığımdan yüksek beklentiler ve istediğimden ağır sorumluluklar çıkarttı ve ben hep bu tutumu bunlara yordum. Bu yaşımda öğrendim ki geçtiğimiz yıl kafama çok takılan bu "aman bana kimse bir şey demeden ben her şeyi düşüneyim" ve "her şeyi yüzde yüz doğru yapayım, çünkü yapabilme kapasitem var" davranışları ve belirlediğim bu standartların dışına en ufak çıktığım durumlarda kendimi çılgın gibi dövmelerim, "bunu nasıl beceremedim-düşünemedim, hiç benim yapacağım iş değil" demelerim, başkaları hata yaptığında o başkasının hata yapacağını öngöremediğim ve durumu engelleyemediğim için bile kendime kızmalarım ve kendimi suçlu hissetmelerim aslında çocukluktan gelen öğrenilmiş bir kıymet görme, eleştirilmeme ve yara almama garanticiliğiymiş. Bu yaşımda, insanın kendi kendine gereğinden yüksek standartlar koyması ne demekmiş ve ne kadar gereksizmiş öğrendiysem de, farkında olmadan yıllardır kullandığım savunma mekanizmalarımın yaşım ilerledikçe ruhumu ve bedenimi ne kadar yorduğunu anlayabilmem ve bunları yıkabilmem için birilerinin gözümün içine bakıp bana kendime neler yaşattığımı tekrar tekrar anlatması gerekti. Bunun için, teşekkürler Ekin.
Bu yaşımda fark ettim ki, bana hayatımda kıymet verdiğim ve sözünü/görüşünü önemsediğim birçok kişi tarafından gerek sözle, gerek davranışla büyüklü küçüklü birçok şey için "yapamazsın" denmiş. Bu, bazen isteyerek bazen de hiç farkında olunmadan, gerek elde olmayan imkanlardan veya var olan imkanların benim istek ve arzularım yönünde eğilip bükülmesine duyulan isteksizlikten, gerek tamamen bana yön ve şekil verme ihtiyacından, gerekse sadece canımı yakma isteğinden doğmuş. Bu "yapamazsın" sözü, derinlerde bir yerde hep kalmış, belli ki içimi kemirmiş, beni geride tutmuş, yer yer kendimden şüphe etmeme sebep olmuş ve işin sonunda bana, kendimi hem kendime hem de başkalarına kanıtlama zorunluluğu aşılamış. Bunu da bu yaşımın sonlarına doğru hiç beklemediğim biri bana "yapamazsın" der demez içimden çıkan öfke etrafıma kalın bir duvar ördüğünde anladım. Hem bedenim hem aklım açık açık savunmaya geçti ve kendimi bir anda "böyle bir yoruma ihtiyacım yok" diye sayıklarken buldum. Ne acı. İsterdim ki hayatımda bir şeyleri de birileri bana "yapamazsın" dediği için değil “yapabilirsin” dediği için başarmış olayım. Olmadı, olmamış. Ben hep çoğu şeyi "başka şeylere rağmen" yapmışım. Rağmen ne zor bir kelime. Hep yorgunluk, hep hırs, hep bir savaşma, akıntıya karşı kürek çekme hali. Ama işte her şeye rağmen, buradayız.
Bu yıl anladım ki, ne kadar sevgi dolu, ne kadar iyi niyetli ve ne kadar önemsiyor olursak olalım hiçbirimiz çocuklarımızı - ister kendi çocuğumuz, ister kardeşimiz, ister yeğenimiz, ister kendi çocuğumuz saydığımız biri olsun - yaş aldıkça bir yerlerinden yaralamadan, daha da beteri çoğunlukla yaraladığımızı bile fark etmeden yetiştirmeyi veya bunlara sebep olmadan onlara yoldaş olmayı başaramayacağız. Hepimiz - ama hepimiz - sahip olduğumuz hayat şartları, aklımız, öğrenilmiş çaresizliklerimiz, bir önceki nesilden gelen yaralarımız ve o günkü imkanlarımız çerçevesinde ancak elimizden gelenin en iyisini yapabilmeye mahkumuz. İşin kötüsü eminim ki elimizden gelenin en iyisi ne kadar iyi olursa olsun asla yeterince iyi olmayacak. Bu yıl, bu bilgi ve kabulleniş ile, bugüne kadar bazen farkında dahi olmadan birçok şey için suçladığım herkesi ve daha önemlisi çoğunlukla görmezden gelmeme rağmen bugüne kadar içten içe kendimi üzdüğüm için kendimi affettim.
34 yaşımın Haziran ayında yeniden teyze oldum. Ada, çekik gözleri ve hokka burnu ile sonunda hayatımıza dahil oldu. Henüz kendisi el kadar olduğundan çok anı biriktirmiş olamasak da gelecek için bir hayli heyecanlıyım. Yılın büyük çoğunluğunu Ahu'dan ters bakışlar yiyerek, Ali ile İngilizce şarkılar söyleyerek ve Beren ile resim yaparak geçirdim. Yaz'ı kucağımda gezdirdim. Kaan'ı ancak anne karnında, Leyla'yı ise sadece fotoğraflarda görebildim. Eylül ayında sıradan bir Pazar günü ise Ahu, aniden beni sevdiğine ve birlikte oyun oynamaya, el ele tutuşup dolanmaya değer olduğuma karar verdi. Umarım yeğenlerim ve ben daha çok yaşlar geçireceğiz birlikte, keyifle.
Bu yaşın sonlarına doğru, bazı durumların ve bazı işlerin bile isteye başarısız olmasına göz yummayı öğrendim ve hiç kimse benden bunun için nefret etmedi. Kimse beni işten kovmadı, itibarım yerle bir olmadı, kimse bana daha değersizmişim gibi davranmadı. Kimse ölmedi, evren alev almadı. Bazı işler zamanında yetişmedi, bazı hatalar ben düzeltmediğim için olduğu gibi kaldı, başka insanların sorumluluklarını üstlenmeyi yarı yarıya bıraktım ve inanır mısınız dünya dönmeye devam etti. Hayat aynı kalitede aktı, kimse küsmedi. Bu yaşımda insanlardaki kredimin ve gözlerindeki değerimin zannettiğimden çok daha yüksek olduğunu ve ben bazen unutsam da karşımdakilerin benim de insan olduğumu unutmadığını öğrendim. Kendime yeterince yüksek krediler vermediğimi fark ettim. Mütevazi kalayım diye yeri geldiğinde kırk takla atarken kırkıma beş kala kendi kıymetimi anlamayacak hale geldiğimi fark ettim. Umarım 35'imde yavaş yavaş bu yanımı geliştirmeye devam edeceğim.
Dahası, bu yaşı bitirmeme saatler kala, kendisinden asla beklemeyeceğim insanların bile bazen kendi kıymetlerini sorgulayabildiğini, şüpheye düşebildiklerini ve tekrar tekrar hatırlamaları gerektiğini öğrendim. Açıkçası belki de bu konu hakkında duymam gereken son cümleler de bunlardı. Çünkü bu yazıyı yazarken geçmiş yazıları düşünüp, "Acaba seneler i��inde kendimi tekrar ediyor muyum?" diye çok hayıflanmıştım. İnsan veremediği sınavlara hayatı boyunca girmeye devam ediyor zira. Bu yaşımın sonunda öğrendim ki, bu konuda da yalnız değilmişim.
Kalbim boş kaldı 34'ümde yine. O köşeye kimseyi alasım gelmedi. Üzerinde düşünecek çok şeyim vardı; belki de beynim hiç susmadığından kalbime konuşma sırası gelmedi, ya da kimseleri yakıştıramadım oraya - bilemiyorum. Ama ikili ilişkilere dair de üzerinde düşündüğüm çok şey oldu. En önemlisi de, birinin yaralarına saygı duymak ile sargı olmak arasındaki farkı ancak bu yaşımda kavradım. Saygı duymanın gereklilik olduğunu biliyordum zaten ama saygı duyayım derken sargı olmaya çalıştığımı yeni öğrendim. Bu sınırın çizilmesinin çok zor olduğunu ve karşımdaki insanların bazen isteyerek bazen de bilmeden bu aşırı verici halimi kendi yararına kullanıp, yaraları iyileştikten sonra "topal yürürse ilk bastonunu kırarmış" misali ilk benden vazgeçtiklerini de yeni anladım. Otuz beşimde bu sınır üzerinde de çalışacağım bakalım.
Bu yıl - şaşırtıcı olacak ama - ilk defa bir astrolog ile görüştüm. Bu biraz garip - biliyorum - çünkü aslında yıldızlar ve gezegenlerle olan ilişkim hiçbir zaman Hawking'in kara delikler ile ilgili teorilerinden, deGrasse Tyson'ın belgesellerinden, Cox'un seminerlerinden, Kaku'nun paralel evren anlatımlarından öteye geçmemişti. Astrolojiye çok ilgim ve bu hususta çok da bilgim olmamasına rağmen, her insanın belli alanlarda bir potansiyeli ve bu potansiyelin "bir şeyler" tarafından desteklendiği zaman dilimleri olduğu fikri hoşuma gitti. Belki de bu yıl ilk defa "bir şeyler" bana "yapabilirsin" desin istedim. Daha da ötesi, "bunu bu vakitte yaparsan daha da güzel olur" desin, yani en azından bir şeyler her zaman olmasa da zaman zaman bana da destek olunduğunu hissettirsin istedim. İster gerçek olsun, ister olmasın; bugüne kadar kozmik ya da değil hiçbir güce sırtını tam tamına yaslayamamış biri olarak bu fikir bir hayli hoşuma gitti. Kesin tarihlerden ve net söylemlerden hoşlanmadığımı bilen, bana sadece ihtimaller üzerinden genellemeler yapan (ve yüksek ihtimalle sırf bu yüzden hayatının en tırt danışmanlığını vermiş olan) sevgili astroloğumu da buradan öpeyim. Bu korkak kıza olan desteğin için teşekkür ederim.
Otuz dördüm bolca keyif gördü. Her yıl olduğu gibi yine yepyeni insanlar dahil oldu hayatıma, yurtdışındaki dostlar geldi yine, hasret giderdik keyifle. Ofiste yeni yeni insanlar tanıdım, kahvelerime eşlik ettiler çokça. Şubat'ında tarifsiz acısıyla, tanıdık tanımadık herkesin bir olmasıyla, sonrasında hazin yenilgilerle ve toparlanıp tekrar ayağa kalkmalarla geçti yıl. Bol kitap okumakla geçti. Bir de biletini alıp gitmeyi unuttuğum konserler ile... Yaz ayları hep deniz kenarında geçti huzurla, gündoğumuyla, günbatımıyla, rakısıyla, balığıyla... Hepsine çok şükür. En çok da her dönemeçte, her kararda ve her kararsızlıkta kazık kadar kızının yanında dağ gibi duran anneme şükür. Birlikte daha nice keyifli yıllarımıza annem.
Bu yaşımda ilk defa yoga dersi aldım, spiritüel edinimi hakkında çok da konuşamam ama okul zamanlarını gördüğüm birinden eğitim alıyor olmak bambaşka güzellikte bir histi diyebilirim. Tıpkı konservatuar çıkışına gittiğim insanı sahnede izlemek, elimle pastalar, kekler yedirdiğim insanın bebeğini emzirdiğini görmek gibi. Bana araba farı ezberleten insanın kendi çocuğunu oyuncak arabayla gezdirdiğini izlemek gibi tıpkı. 34'ümde hayatına eşlik etmeye devam edebildiğim herkese ayrıca minnettarım.
Velhasıl güzel, yer yer hüzünlü ve bol düşünceli bir yaş oldu otuz dört. Yaşlandım demek için çok genç olduğumun bilincindeyim, ama bu yıl yaş almanın yanında biraz da yaşlandım derim.
Zira son birkaç yaştır iyice fark ediyorum ki zaman hep aynı hızda aksa da bedenim artık bir yılda bin yıl devirmiş kadar hızlı yaş alıyor. Aklım daha geçen gün bir önceki yazıyı yazmışım gibi netken ruhum sanki bir önceki yazının üzerinden on yıl geçmiş gibi hissediyor. Artık eskisi gibi arka arkaya her gece sosyalleşemiyorum misal, yoruluyorum. Hiçbir Cumartesi gecesi uyumadığımız, 18 saat aralıksız dans ettiğimiz yaz aylarını, asfaltta oturup güneşin altında bütün gün konser izlediğimiz vakitleri, günlerce çamurlarda yuvarlandığımız festivalleri hatırladıkça kendi anılarımdan şüphe duyuyorum, anlatırken bu hikayeler artık sanki biraz abartıyormuşum gibi geliyor kulağıma. Tekila shot yerine mezcal negroni tercih ediyorum artık, bardan bozma kalabalık restoranlara gidip bira tabağı yemek yerine sakin bir rooftop dining daha cazip geliyor. Fazla beyaz şarap mideme dokunuyor. Yolculuklar beni daha çok yoruyor, artık sadece hafta sonu için Bodrum'a bile gitmeye üşeniyorum. Yediğim her şey doğrudan kalçalarıma iniyor mesela. Akşamları yürüyüşü aksatırsam hemen belli oluyor ama yanlış ayakkabıyla yürürsem de ertesi gün hemen belim ağrıyor. Saçlarım daha çok ilgi istiyor, sağlıklı durmaları için beyazlarımı boyatmam ve sıklıkla uçlarından kestirmem gerekiyor artık. Birkaç sabah art arda erken kalkayım, sonraki birkaç gün erken yatasım geliyor. Cildim bozulmasın diye yediklerime daha çok özen göstermem gerekiyor. Belli bir süre önce planlanan, bileti alınan veya sözü verilen her şeyi mutlaka ama mutlaka bir yere yazmam gerekiyor, yoksa unutuyorum.
Bazen kendimi fazla yoruyorum - farkındayım - ama bu yıl fark ettim ki belki de yeterince doğru alanlarda yormuyorum ve bu yüzden ruhen de hızla yaşlandığımı hissediyorum. 34 yaşımın sonlarına doğru bu konu doğrultusunda birçok karar verdim. Otuz beşte çok daha başka hikayeler yazmayı umuyorum.
Yeni yaşımda niyetim, bana kendimi iyi hissettirecek her şeye öncelik vermeye çalışmak, temennim güçlü olduğum bilgisi ile güçsüz olduğum kaygısı arasında sıkışıp kalmamak. En büyük amacım ise seneye geri dönüp bu yazının bir yenisini yazdığımda aynı şimdi olduğu gibi gülümseyebilmek.
Yaşlarıma, yazılarıma, kahkahalarıma ve gözyaşlarıma eşlik etmeleriniz için çok teşekkür ederim, hepinizle nice yıllara.
Dee.
3 notes · View notes
yasamaksarkisi · 2 years ago
Text
küçüklü büyüklü olaylar yaşıyoruz, hepsi de az çok değiştiriyor bizi. değişim iyiye doğru olsa da geriye bakıp kendimin bazi hallerini özlüyorum. tüm bu hayal kırıklıklarından önce nasıl biriydim ben? neye üzülüyorum diye kendime sorduğumda yanıtını bulamıyorum sadece kollarımı iyice birbirine sarıp ağlamak istiyorum. değişiyorum ve asla o zeynep olamayacağım yeniden. maalesef ve iyi ki. bilmiyorum üzgünüm
6 notes · View notes
yenicagkibris · 2 months ago
Text
Şam'da neler oluyor? - Hediye Levent
Şam’ın merkez meydanlarından biri olan Emevi Meydanı’nda küçüklü büyüklü gruplar sevinç gösterileri yapıyordu.  | Fotoğraf: Hediye Levent 10 Aralık’ta, sabahın çok erken saatinde Şam’a geçmek üzere Lübnan sınır kapısındaydım. Lübnan tarafı yine güvenlik önlemlerini artırmıştı, sınırdan sivillerin geçişlerine izin verilmiyordu ancak Lübnan pasaport şubesinin tam karşısındaki araziden insanlar…
0 notes
illkeepcoming · 2 months ago
Text
Bölüm 1 - Baxri Şehri
Sıcak bir ağustos günüydü. Kaptan Z, ağır yüklü gemisi yavaşça iskeleye sokulurken gözlerinde gizleyemediği bir heyecanla civara kurulmuş pazara bakıyordu. Karaya son ayak bastığından beri 2 ay bile geçmemişti ama onun gibi insan canlısı biri için böylesi kalabalık bir şehrin velvelesi, deniz yaşantısının donuk biteviyeliğinin ardından cennet gibiydi. Alabildiğine geniş ve gelişmiş bir iskeleydi burası. Her yer büyüklü küçüklü gemilerle ve bağrışıp duran insanlarla doluydu. Kumaş seçen genç kızlar, tamiri birazcık ucuza getirmek için gemi ustalarıyla ağız dalaşına girmiş denizciler, dilenciler, dünyanın başka hiçbir şehrinde görülemeyecek türden bir cesaretle erkekleri yataklarına davet eden açık saçık giyinmiş fahişeler, yerlerde sürünen cüppeleriyle büyücüler ve bağırarak içki içen gösteriş meraklısı paralı askerler... Küçük bir kasabada büyümüş herhangi bir insan için göz korkutucu bir yerdi burası Gemiden inmeden önce mürettebatına göz atmak için arkasını döndü. Hepsinin gücü kuvveti yerindeydi ve şimdiden şehirde geçirecekleri bir haftada yapacaklarının planlarını kuruyorlardı bile. Akıllarından geçenleri tahmin etmek zor değildi. Adamlarını çok iyi tanıyordu. 
0 notes
guneyteknoweb · 3 months ago
Text
Ne Olacağı Belli Olmaz: İşte Evinizde Mutlaka Olması Gereken Tıbbi Malzemeler
Bazen ev içinde küçüklü büyüklü kazalar, beklenmedik sağlık sorunları yaşanabiliyor. Böyle zamanlarda da elimiz hemen ilaç dolabına gidiyor ve kimi zaman hayat kurtarıcı o tıbbi malzemeyi bulabiliyoruz. Bu kadar şanslı olmanız için de tabii gerekli bazı ekipmanlara ihtiyacımız var. Kimi zaman doktora gitme imkânımız olmaz ya da doktora gidecek kadar da vahim bir durum değildir ama bir şey…
0 notes
hacialikara · 4 months ago
Text
Küçüklü büyüklü: vivo X200 Pro ve X200 Pro mini duyuruldu! İşte özellikleri
Android telefon dünyası için her yıl olduğu gibi bu yılın da dönüm noktalarından biri bugün atıldı. MediaTek Dimensity 9400 işlemciden güç alan ilk cihazlar olarak piyasaya çıkan vivo X200 serisi tanıtıldı. Seride bulunan X200, X200 Pro, ve X200 Pro mini modelleri birbirinden iyi özellikleri ile geliyor. İşte vivo X200 Pro ve X200 Pro mini özellikleri… vivo X200 Pro ve Pro mini özellikleri…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
necroistyaziyor · 5 months ago
Text
mezarlıklar & ben
Ben Bursa’nın sayısız tarihi mahallelerinden birinde büyüdüm. Evimizin karşısında metruk bir halde, aslında hamam olduğunu çok sonradan öğrendiğim bir bina ve daracık bir sokakla hamamdan ayrılan bir cami vardı. Ailem hep evin karşısındaki bu camiye giderdi bana da onları beklerken dua okumam söylenirdi “ölülerin ruhuna değsin”. Ölülerin nerede olduğunu, caminin haziresi olduğunu sonradan öğrenecektim. Burası, 15. Yüzyıldan kalan, Orhan gazinin silah arkadaşı, Timurtaş paşanın oğlu Umur Bey’in camii ve hamamıydı. Zamanla, caminin yanındaki mezarlık cami duvarlarının küçük camları arasından dikkatimi daha çok çekmeye başladı. Büyüklü küçüklü mezar taşları, üzerinde o zamanlar anlamsız resimler gibi görünen yazılar bize oyun gibi gelirdi. Taşların bazıları daha büyük ve süslüydü çiçekli olanlar da vardı küçük kavuklular da.
Küçüklüğümde en sevdiğim üzerinde çiçekler olan şimdi Fatma Hanıma ait olduğunu bildiğim duvar kenarındaki bir taştı. Kuzenim ise üzerinde kılıç resmi olanları severdi. Sonradan bu tip mezar taşlarının Zeyni Şahideleri olduğuna dair bir bilgilendirme tabelası yerleştirildiğinde bunların özelliğini ve şekillerin de aslında kılıç olmadığını fark etmiştim. Ne camiye girip çıkan komşular ne de Kuran kursuna gittikçe ortada koşturan çocuklar, bu taşların bir zamanlar bir insana ithafen yapıldığını biliyordu ya da hepimiz bu gerçeği görmezden geliyorduk. Hem küçük camlardan dua okuduğumuz hem de etrafında oynadığımız bu taşların bir veda yazısı olduğu gerçeğinin yarattığı ironisini çok sonra fark etmiştim. Anlamadığım, varlığından bile haberim olmayan bir dilde yazılmış olması, gerçek ve acı arasına elle tutulur bir soyutlama getiriyordu sanki. Karşısında büyüdüğüm bu hazire, her gittiğim yerde mezar taşlarına ayrı bir dikkatle ve nostaljiyle bakmamı sağladı. Zamanla, tarih okumaya da başlamamla, o küçük camlardan her baktığımda aklımdan farklı sorular geçti. Her biri başlı başına bir hikaye barındıran, sanat eseri niteliğindeki Osmanlı mezar taşlarını aslında her birimiz belki karşı camide, belki bir köşe başında, köyde veya müzede görmüşüzdür ve belki de çoğumuz onları görmezden gelmişizdir. Ölüm hayatımızın bu kadar önemli bir parçası iken ölüm ritüellerini, geleneklerini araştırmak ancak yakın zamanda gereken ilgiyi görmeye başladı. Biz de birlikte, giderek büyüyen mezarlık grubumuz ile, geçmiş insanların hayatının bu kadar değerli ve bir o kadar da arka planda kalmış bir parçasına dokunmaktan çok mutlu oluyoruz.
Meyçem Ceren Ulu
0 notes