Tumgik
#Hadi 6 Ekim
aykutiltertr · 5 months
Video
youtube
Beşiktaş Marşı - Gücüne Güç Katmaya Geldik ✩ Ritim Karaoke Orijinal Traf...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/1hLsI4Gnb2k ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Beşiktaş Marşı - Gücüne Güç Katmaya Geldik ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Beşiktaşspor Marşı) Bm                 F#       Sevdalı yüreklerde beyaz sürgünler F#                  Bm Halayla, türkülerle sevdi bu kalpler Bm                   F# Yıldızlarlar tutuştu siyah beyazla F#                  Bm Marşlarımız ağlasın kartal aşkıyla F#               Bm Beşiktaş seninle ölmeye geldik..     Bm Beşiktaş Bm         F# Gücüne güç katmaya geldik, F#           Bm Formanda ter olmaya geldik,        (Nak.)   F#               Bm Beşiktaş seninle ölmeye geldik..     Bm Beşiktaş Bm                  F# Barbaros meydanında dün gibi sevdan F#                     Bm Derin bir nefes çektik abbasağadan Bm                F# Bir umudum sensin anlıyormusun F#               Bm Hayat yaşanmıyor senle olmadan F#               Bm Beşiktaş seninle ölmeye geldik     Bm Beşiktaş Beşiktaş marşları Vodafone Arena Tribünler Bu maddede, Beşiktaş JK marşları listelenmektedir. Beşiktaş marşları, güfte ve besteleri Gücüne Güç Katmaya Geldik ”Gücüne güç katmaya geldik” sözleri Uğraş Şahin Polat ve Özer Özçetin[1] tarafından yazılan, düzenlemesi Birol Can ve Emrah Demiralp tarafından gerçekleştirilen, müziği ise Mehmet Suavi Saygan'ın Tükenme şarkısından uyarlanan, Beşiktaş Jimnastik Kulübünün bilinen marşıdır.Birol Can’ın söylediği marş 1999 yılından itibaren, günümüzde Beşiktaş Vodafone Park Stadyumu'nda çalmaktadır. Her maçtan önce çalan marş, zamanla gelenek halini almıştır. Şarkıcı, Hakan Peker'in "ateşini yolla" şarkısı da, Beşiktaş tribünlerinde, ritüel haline gelmiştir.Her maçtan önce mutlaka Beşiktaş Vodafone Arena'da, Kazan'da, Ağaçlı Yolda, Beşiktaş semtinde söylenmektedir. 2011 senesinde dönemin futbolcuları, Ricardo Quaresma, Hugo Almeida, Manuel Fernandes ve Simao Sabrosa Portekizliydi. Bu sebeple Beşiktaş taraftar grubu marşı Portekizceye çevirdi.BJK İnönü Stadyumunda, söylendi. 100.Yıl Albümü 100. Yıl Albümü Beşiktaş Jimnastik Kulübü stüdyo albümü Süre 52:32 Şirket DMC Müzik Yapımcı Mustafa Sandal, Ufuk Yıldırım 100. Yıl Albümü, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 2002-03 sezonundaki 100. Yıl kutlamaları için Mustafa Sandal ve Ufuk Yıldırım tarafından hazırlanmış bir taraftar albümüdür. Şarkı listesi # Şarkı Süre 1. BJK 100. Yıl Marşı 5:13 2. BJK 100. Yıl Marşı 3:57 3. Şampiyon Kartal 3:55 4. Beşiktaş Sen Bizim Herşeyimizsin 3:44 5. Bekleriz İnönü'ye 2:40 6. Hadi Hisset 2:29 7. Samanyolu 3:51 8. Kartal Gol 2:43 9. Beşiktaş Marşı 3:27 10. Beşiktaş Sevgisi Ruhumu Sardı 3:07 11. BJK 1903 Marşı 3:42 12. Şampiyonlar Sayfası 3:09 13. Canımız Feda 3:47 14. Kartal Marşı 3:04 15. BJK 100. Yıl Marşı (Remix) 4:10 16. Gol Sonrası 0:59 17. Gol Sonrası - 2 0:27 18. Gol Sonrası - 3 1:28 [8] Sessiz Tezahürat Beşiktaş taraftarı, dünyanın ilk sessiz tezahüratını yaptı. 23 Kasım 2016 tarihinde Vodafone Arena da oynanan UEFA Şampiyonlar ligi Beşiktaş, Sl Benfica maçının başlama düdüğü ile birlikte bir anda susarak bir dakika boyunca işaret diliyle ‘Irkçılığa hayır’ ve ‘Kara Kartal’ diye bağırdı. Sessiz bir koroya dönüşen siyah beyazlı tribünler, bir dakika boyunca işitme engelli alfabesi ile tezahürat yaptı. Irkçılığın yanı sıra işitme engellilerin problemlerine dikkat çekmek amacıyla yapılan sessiz tezahürat ile dünyanın en büyük sessiz korosu da oluşturulmuş oldu. Başarıları Türkiye Sağırlar Milli Federasyonu Onur Ödülü [13] Kaynakça ^ "Deplasman Otobüsü - Senin Peşinde Yollar Bize Memleket - efsane". deplasman-otobusu.tr.gg. 30 Ekim 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Ekim 2021. ^ Beşiktaş'ın, Gücüne Güç Katmaya Geldik Marşı tarihi nedir ? kim besteledi ? Müziği kime aittir ? [1] 15 Kasım 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. ^ "Gücüne güç katmaya geldik şarkı sözleri". 25 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Kasım 2016. ^ "Gücüne güç katmaya geldik nota ve sözleri". 25 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Kasım 2016. ^ "Beşiktaş marşı sözleri gücüne güç katmaya geldik". 25 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Kasım 2016. ^ "Beşiktaş seninle ölmeye geldik tezahüratı". 24 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi.
0 notes
baybaykus · 6 years
Text
Tumblr media
BEKA MESELESİ…
Dönüp dönüp, ikide bir “Beka Meselesi” deyip duruyorlar…
Adı Süleyman Şah Saygı Karakolu’ydu. Hatay, İskenderun, Edirne neyse o da aynıydı. Öz be öz Türk toprağıydı. Fakat tek bir kurşun bile atmadan IŞİD eşkıyalarına terk ettiler! Beka meselesi etmediler!
Ege’deki 17 adamızı ve bir kayalığımızı Yunan’a teslim ettiler! Beka meselesi etmediler!
Yine Ege’de; Hava sahamız ve kıta sahanlığımız Yunan tarafından kevgire döndürüldü, ihlaller halen daha devam ediyor! Ama beka meselesi edilmedi/edilmiyor!
Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildi (müzik notası bile veremedik). Beka meselesi olmadı!
Mavi Marmara vuruldu, gemideki vatandaşlarımız kurşuna dizildi! Donanmamız yerinden bile kımıldayamadı! Beka meselesi olmadı!
Teröristler Habur’da krallar gibi karşılandı!
PKK’nın ayağına çadır mahkemeleri taşındı!
PYD lideri teröristin ayağına kırmızı halılar serildi!
Kürdistan paçavraları hem İstanbul’da, hem de Cumhuriyet’in başkenti olan Ankara’da direklere toka edildi!
Barzani Eşkıyaları bir 29 Ekim günü zafer işaretleriyle Türk topraklarından terörist PYD’ye yardım için geçirildi!
Öcalan’ın bildirisi Diyarbakır meydanında okutuldu!
Ama bunların hiçbirisi beka meselesi olmadı!
Tarım ve hayvancılık bitirildi! Samanı ve soğanı dahi yurt dışından alıyoruz! Beka sorunu olmuyor!
Köylü bitirildi, Türk tohumu yok edildi! Türk milleti GDO’lu tohuma ve kansere mahkûm edildi! Beka meselesi edilmedi!
Allah’ın ıspanağı 10 lira, fakirin katığı soğan 6 lira, patates 7 lira; fındık, fıstık ve narenciye haricindeki her şey ithal, çarşı Pazar hem el yakıyor hem de yürek! Ama beka meselesi olmuyor!
Limanlar satıldı, yaylalar satıldı, topraklar yahu topraklar satıldı! Hem de babalar gibi satıldı! Yine beka meselesi olmadı!
Rahmetli Rauf Denktaş’a etmedik bırakmadılar! Milli dava olan Kıbrıs’ın elden gitmesi için Kıbrıslı Türklere “Yes be annem” bile dedirttiler! Lakin beka meselesi olmadı!
“T.C.” tabelalarını söktüler!
“Ne mutlu Türk’üm diyene” levhalarını her yerden indirdiler!
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldılar!
“Türkçülük bölücülüktür” dediler ve Türk’ü maden suyu şişelerinden bile kazıdılar! Hiç de beka meselesi olmadı!
Üretimi bitirdiler!
Şeker fabrikalarını sattılar!
Türk Ordusu’na kumpas kurdular!
Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarıyla ordunun şerefli subaylarını ve astsubaylarını zindanlara tıktılar!
Askeri hastaneleri kapattılar!
Harp Akademileri’ni ve askeri okulları kapattılar!
Ordunun komuta yapısını bozdular! Beka meselesi olmadı!
Kozmik odalarımıza girdiler ve ülkemizin bekası için çalışan tam 813 evladımızı infaz ettirdiler! Beka meselesi olmadı!
Yahu, parlamenter sistemi mezara koydular! Ama yine beka meselesi olmadı!
Son icraatları ise ASKERİ FABRİKALARI SATMAK! Her ne hikmetse, bu bile beka meselesi olmuyor!
Eh, şimdi diyorlar ki; “Belediye seçimleri kaybedilirse beka meselesi olur”.
Hadi oradan!
Türk milleti için beka sorunu oluşturan bir etken varsa, o da sizsiniz.
(EY TÜRK UYUMA!
Diyorlar ki,
"Satış değil işletme devri."
İşte, böyle diye diye getiriyorlar Sevr'i.)
HASİP SARIGÖZ
5 notes · View notes
45egeli45 · 6 years
Text
Tumblr media
NAZİLLİ.. VENEZUELA.. AZRA AKIN..
Dünya gerçekten küçük..
Hadi okuyalım..
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro Türkiye'yi ziyaret ediyor.
İyi de, bu fotoğrafın Maduro ile ne ilgisi var, diyeceksiniz!
Var, zira Londra'da Dünya güzeli seçildiğinde Azra Akın'ın üzerindeki giysi, Sümerbank Nazilli Basma Fabrikasında üretilmişti.
80 yıl kadar önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün hayata geçirdiği AKILLI PROJE’den; Atatürk’ün SOSYAL FABRİKA PROJESİ’nden söz etmek istiyorum…
O FABRİKANIN VENEZUELLA’DA NE İŞİ VAR?
Gazeteci-yazar Banu Avar, Venezuella’da karşılaştığı bir olayı şöyle anlatmıştır:
'' "Şehri göreceğimiz tepeye doğru tırmanırken, Kemal Atatürk tabelasını geçince şaşırdım ki, tepeye geldik. Genç kız rehber heyecanla ‘şu fabrikayı görüyor musun? yanında nikah salonu, şu sağlık ocağı, şu okul onun arkasındaki de bizim ev.’ ‘Eeee ,dememe kalmadı’ Rehber ‘Biz buna ATATÜRK modeli’diyoruz’ diye yapıştırdı.”
Venezuella’da bu gördükleri ve duydukları üzerine duygulanan Banu Avar: "Venezuella tepesinde tüylerim diken diken, gururum tavan yapmıştı..." diyerek anlatmıştır heyecanını…
Peki ama, Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki Venezuella’da “Atatürk Modeli” diye adlandırılan bir fabrikanın ne işi vardı?
“Atatürk Modeli Fabrika” da nedir?
Türkiye’de bu fabrikadan var mıdır?
İşte bütün bu soruların cevaplarını verebilmek için şimdi hep birlikte Nazilli’ye uzanalım!
ATATÜRK’ÜN DEV PROJESİ: NAZİLLİ SÜMERBANK BASMA FABRİKASI
Venezuella’daki “Atatürk Modeli Fabrika’ya” esin kaynağı olan fabrika, 1937’de Atatürk tarafından açılan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’dır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemlidir.
Atatürk’ün kafasındaki fabrika, sadece üretim yapılan bir mekan değil, aynı zamanda “ar-ge” çalışmalarının yapıldığı bir laboratuar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkanlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir “yaşam alanı”, bir kampustur.
Atatürk, işçilerin yüksek standartlarda, her türlü imkândan yararlandıkları bu “sosyal fabrikaları” Anadolu’nun her yanına yapmayı planlıyordu. Ama bu projesini yaygınlaştırmaya ömrü yetmeyecekti.
Fabrika, Türk-Sovyet ortak yapımıdır. Makineler ve teçhizatların çoğu Sovyetler Birliği’nden narenciye karşılığında alınmıştır. Fabrika kuruluşundaki işçi açığını kapatmak için 120 Sovyet montör ve mühendisi istihdam etmiştir.
Fabrikanın temelleri 25 Ağustos 1935’te atılmış, yapımı 18 ayda tamamlanmış ve 9 Ekim 1937’de açılmıştır. Bina ve makineler dâhil, 8 milyon liraya mal olmuştur.
Fabrikanın, 28 bin iğ ve 800 otomatik tezgâh ile çalışmaya başlaması ve 2.400.000 kilo iplik işlemesi planlanmıştır. Bununla 20 milyon metre basma imal edilecektir.
Fabrika 15 bin ton kömür yakacaktır.
Fabrika her gün en fazla 2400 işçi çalıştıracak ve ücret olarak senede 1 milyon lira ödeyecektir.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, sosyalist ülkeler de dâhil, dünyada görülmemiş bir “sosyal” niteliğe sahiptir. Evet, fabrika kurulurken Sovyet modeli esas alınmıştır, ama genç cumhuriyetin genç mühendisleri Türk devrimine has, çok özgün bir eser ortaya çıkarmayı başarmışlardır.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, 1930’ların dünyasında bir benzerine daha rastlanmayacak kadar özgün bir “sosyo-kültürel” ekonomi projesidir.
İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın şaşırtan özellikleri:
1. Fabrika, balolar, danslar ve partiler düzenlemiştir: 1930’ların ortalarına kadar kadınlı erkekli hiçbir toplantıya katılmamış halk, fabrikanın organize ettiği balolar, danslar ve partilerle sosyalleşmiş, özellikle kadın ön plana çıkmaya başlamıştır.
2. Fabrikada sinema salonu vardır: 1937 yılında 12 bin kişinin yaşadığı bir kentte, bu fabrika bünyesinde 700 kişilik bir sinema salonu açılmıştır. İki defa memurlara, iki defa işçilere ve iki defa da ustalara olmak üzere haftada toplam altı defa film gösterilmiştir
3. Fabrika Halkevi kurmuştur: Fabrika “Sümer Halkevi” adıyla bir halkevi kurarak halkı her konuda bilinçlendirmeye çalışmıştır. Bir fabrika bünyesinde açılan ilk ve tek halkevi Sümer Halkevi’dir. Halkevinin şubelerinde çalışanların büyük çoğunluğu fabrika işçisidir. Halkevinin, hazırladığı oyunları sergilemesi için fabrika içinde bir sahnesi vardır.
Sümer Halkevi biçki-dikiş kurslarında her yıl birçok genç kız meslek sahibi olmuştur. Halkevi civar köylere geziler düzenlemiş, köylülerin sorunlarıyla ilgilenmiş, köylere ilaç ve sağlık elemanı göndererek hastaların tedavisini sağlamıştır.
4. Fabrikanın korosu vardır: Fabrika çalışanları arasında bir müzik grubu oluşturulmuştur. Klasik müzik seslendiren grup Nazilli, Aydın ve Denizli’de konserler vererek “çok sesli” müziğin Anadolu’da tanınmasını sağlamıştır.
Fabrikada yemek aralarında dünya klasiklerinden eserler okuyan bu koro (grup), işçilerin Beethoven zevke ulaşmalarını sağlamıştır. Fabrikada, çalmayı bilen işçilerin kullanımlarına açık bir de piyano vardır.
5. Fabrikanın hamamı vardır: Fabrika bünyesinde kurulan bir hamam, hem işçilere hem de Nazilli halkına hizmet vermiştir.
6. Fabrikanın Ressamları vardır: Fabrika bünyesindeki desinatörler belli zamanlarda fabrika dışına çıkarak Nazilli ve çevresinin güzel resimlerini yapmışlardır. Fabrika ressamlarının yaptığı bu tablolar açık arttırmalarda satılmıştır. Resim heykel sergileri de düzenleyen fabrika Nazilli’de güzel sanatların gelişmesini sağlamıştır.
7. Fabrikanın spor kulübü vardır: Fabrikanın bünyesinde kurulan lacivert-beyaz renkli Sümer Spor, futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks branşlarında faaliyet göstermiştir.
Fabrika bünyesindeki Sümer Spor futbol Sahası Türkiye’nin ilk “alttan ısıtmalı” futbol sahalarından biridir. Ayrıca yine fabrika bünyesinde, basketbol, voleybol sahaları, güreş minderleri, boks ringi, tenis kortu ve paten pisti vardır. Nazilli’de toplumsal kaynaşmayı güçlendiren “paten eğlenceleri” ve” bisiklet yarışları” Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın mirasıdır.
8. Fabrika halka bedava basma dağıtmıştır: Bir sosyal fabrika olarak tasarlanan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, altı ayda bir halka “ıskarta basma” dağıtmıştır.
9. Fabrikada işçi hakları üst düzeydedir: Çok sayıda işçiyi barındıran fabrika işçi haklarına da çok önem ermiştir. İşçi ve Memur Biriktirme Sandıkları, İşçi Ölüm ve Hasatlık Yardım Sandıkları oluşturulmuş, fabrika içinde işçi sağlığını koruyacak 40 yataklı bir hastane, bir eczane bir de laboratuar kurulmuştur.
Nazilli’nin kâbusu haline gelen sıtma hastalığı fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutulmuştur. İşçilere mesleki eğitim verilen fabrikada ayrıca işçiler için beş sınıflı bir okuma-yazma kursu, daha doğrusu bir küçük okul vardır. Sümer İlköğretim Okulu adlı bu işçi okulunun 980 öğrenciye sahiptir.
Ayrıca bir işçi radyosu ve işçi çocukları için 26 yatak ve 40 mevcutlu bir kreş kurulmuştur. İşçiler ve memurlar, fabrikanın hemen önünde özel olarak inşa edilen 264 dairelik ve 1000 kişilik lojmanlarda çok uygun bir ücretle kalırken, bekâr işçiler için 350 kişilik bir “Bekar İşçi Pavyonu” vardır.
Lojmanda kalamayan işçi ve memurları şehirden fabrikaya taşımak için düzenli seferler yapan GIDI GIDI adı verilen mini bir tren kullanılmıştır. Fabrika işçilerinin yiyecek ve giyeceklerini temin etmek için fabrika bünyesinde bir kooperatif vardır. Fabrikanın, işçilere hizmet veren güzel ve temiz bir fırını, işçi yemekhanesi, memur kantini ve bir de hamamı vardır.
10. Fabrikanın ar-ge bölümü vardır: Daha fabrika açılmadan fabrikada kullanılacak kaliteli pamukların çevrede yetiştirilmesi için 200 adet modern tohum ekme makinesi satın alınmıştır.
Yine pamuk işinde kullanılmak üzere birçok modern tarım aleti ve makinesi bölgeye getirilerek çiftçilere dağıtılmış ve bunları nasıl kullanacakları öğretilmiştir. Fabrika içinde mekanik odası, fizik laboratuar, tarım laboratuarı gibi ar-ge bölümlerinde, fabrikada yapılacak üretimin kalitesini arttırmak için çalışmalar yapılmıştır.
11. Fabrikanın atölyesi vardır: Fabrikanın büyük bir atölyesi vardır. Bu atölyenin demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi, kaynak ve teneke işleri yapan bir kısmı vardı. Diğer fabrikaların ahşap parça ihtiyacı olan makine vurucu kolları burada yapılırdı.
12. Fabrikanın elektrik ve su santralleri vardır: Fabrika, bir dönem hem kendi elektrik ihtiyacını hem de Nazilli kentinin elektrik ihtiyacını kendi bünyesindeki bir elektrik santraliyle sağlamıştır. Dört kazan ve üç türbinli olan bu santral, 2500 kw gücündedir. Fabrikanın su ihtiyacını karşılamak için bir de su santrali vardır.
İşte Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası… İşte Atatürk’ün “Sosyal Fabrika Projesi”nin ilk uygulaması… İşte genç cumhuriyetin, halkına, insanına, işçisine bakışı…
KAYNAK:
Banu Avar
Sinan Meydan
Soner Yalçın
DERLEYEN:
Akif Tanrıkulu
Not: Mustafa Kemal Atatürk'ün Akıllı, Sosyal Fabrika projesi, Köy Enstitülerini kuranlara ilham kaynağı olmuştur.
5 notes · View notes
yavuzbay-fan · 6 years
Text
ŞU YAZIDA YANLIŞ OLAN BİR SATIR VARSA ALTINI ÇİZİP GERİ GÖNDERİRMİSİNİZ.
*Sahipsiz vatanın batması haktır,*
*Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır.*
(M.Akif Ersoy)
Yazar Hasip Sarıgöz'ün yazısı..
*BEKA MESELESİ…*
Dönüp dönüp, ikide bir “Beka Meselesi” deyip duruyorlar…
Adı Süleyman Şah Saygı Karakolu’ydu. Hatay, İskenderun, Edirne neyse o da aynıydı. Öz be öz Türk toprağıydı. Fakat tek bir kurşun bile atmadan IŞİD eşkıyalarına terk ettiler! Beka meselesi etmediler!
Ege’deki 17 adamızı ve bir kayalığımızı Yunan’a teslim ettiler! Beka meselesi etmediler!
Yine Ege’de; Hava sahamız ve kıta sahanlığımız Yunan tarafından kevgire döndürüldü, ihlaller halen daha devam ediyor! Ama beka meselesi edilmedi/edilmiyor!
Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirildi (müzik notası bile veremedik). Beka meselesi olmadı!
Mavi Marmara vuruldu, gemideki vatandaşlarımız kurşuna dizildi! Donanmamız yerinden bile kımıldayamadı! Beka meselesi olmadı!
Teröristler Habur’da krallar gibi karşılandı!
PKK’nın ayağına çadır mahkemeleri taşındı!
PYD lideri teröristin ayağına kırmızı halılar serildi!
Kürdistan paçavraları hem İstanbul’da, hem de Cumhuriyet’in başkenti olan Ankara’da direklere toka edildi!
Barzani Eşkıyaları bir 29 Ekim günü zafer işaretleriyle Türk topraklarından terörist PYD’ye yardım için geçirildi!
Öcalan’ın bildirisi Diyarbakır meydanında okutuldu!
Ama bunların hiçbirisi beka meselesi olmadı!
Tarım ve hayvancılık bitirildi! Samanı ve soğanı dahi yurt dışından alıyoruz! Beka sorunu olmuyor!
Köylü bitirildi, Türk tohumu yok edildi! Türk milleti GDO’lu tohuma ve kansere mahkûm edildi! Beka meselesi edilmedi!
Allah’ın ıspanağı 10 lira, fakirin katığı soğan 6 lira, patates 7 lira; fındık, fıstık ve narenciye haricindeki her şey ithal, çarşı Pazar hem el yakıyor hem de yürek! Ama beka meselesi olmuyor!
Limanlar satıldı, yaylalar satıldı, topraklar yahu topraklar satıldı! Hem de babalar gibi satıldı! Yine beka meselesi olmadı!
Rahmetli Rauf Denktaş’a etmedik bırakmadılar! Milli dava olan Kıbrıs’ın elden gitmesi için Kıbrıslı Türklere “Yes be annem” bile dedirttiler! Lakin beka meselesi olmadı!
“T.C.” tabelalarını söktüler!
“Ne mutlu Türk’üm diyene” levhalarını her yerden indirdiler!
Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldılar!
“Türkçülük bölücülüktür” dediler ve Türk’ü maden suyu şişelerinden bile kazıdılar! Hiç de beka meselesi olmadı!
Üretimi bitirdiler!
Şeker fabrikalarını sattılar!
Türk Ordusu’na kumpas kurdular!
Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarıyla ordunun şerefli subaylarını ve astsubaylarını zindanlara tıktılar!
Askeri hastaneleri kapattılar!
Harp Akademileri’ni ve askeri okulları kapattılar!
Ordunun komuta yapısını bozdular! Beka meselesi olmadı!
Kozmik odalarımıza girdiler ve ülkemizin bekası için çalışan tam 813 evladımızı infaz ettirdiler! Beka meselesi olmadı!
Yahu, parlamenter sistemi mezara koydular! Ama yine beka meselesi olmadı!
Son icraatları ise ASKERİ FABRİKALARI SATMAK! Her ne hikmetse, bu bile beka meselesi olmuyor!
Eh, şimdi diyorlar ki; “Belediye seçimleri kaybedilirse beka meselesi olur”.
Hadi oradan!
Türk milleti için beka sorunu oluşturan bir etken varsa, o da sizsiniz.
(EY TÜRK UYUMA!
Diyorlar ki,
*"Satış değil işletme devri."*
*İşte, böyle diye diye getiriyorlar Sevr'i.*)
2 notes · View notes
bensutsevmem · 6 years
Text
Doğum Günü Yazısı’18
İyi ki doğdum.
Nasıl anlatsam, nerden başlasam… Koskoca 29 yıl geçmiş ulan hale bak gözümü açıp kapadım 18’dim, hop 25, sonra oha 29 derken bir sene sonra da hassiktir 30 bitti olacak işte. Şimdilik tam 29.
Bu yaş garip bir yaş oldu. Adeta kendime “iki ile başlayan yaşları geride bırakırken, çekilmemiş dert bırakmayayım” sözü vermişim gibiydi şerefsizim. Gerçi bu yaşlarda insana gereksiz bir farkındalık, saçma bir “kendimi bulmalıyım” yükü de geliyormuş, biraz da ondan oldu sanırım; hadi onu da hallet, bunu da düzelt, şunu da yoluna sok, şu da içinde kalmasın derken yine Eylül oldu.
Vay be. Neyse, başlıyorum yine.
Efendim dünya üzerindeki 29. yılım, mükemmel gittiğini ve artık son olduğunu zannettiğim bir ilişkinin kocaman bir panik atak sınavına dönüşmesi ve sonradan bu yaşın ilk altı ayını tamamen silip atmama sebep olacak akıl almaz saçmalıkta bir takım olaylar silsilesi ile başladı. Aslında yazıyı kafamda ilk oluşturmaya başladığım aylarda, bu yılın ilk altı ayını “bazı şeyler yazıya dökmeye bile değmiyormuş” diyerek atlamaya karar vermiştim ama sonra vazgeçtim; madem her şey bir amaç için yaşanıyor ve insana mutlaka bir şeyler katıyor o zaman bu dönem de beni ben yapan bir “şey” olarak kayıtlara geçsin.
Eylül ayı hatırladığım kadarıyla doğum günü kutlamaları ile geçti, inanın geçen yıl doğum günümü nasıl kutladığımı bile hatırlamıyorum, özel bir şey yapan olduysa affola, o sıralar Amerika’ya taşınan sevgilimin derdinden başka hiçbir derdim yoktu. Kendimi tamamen onun dertlerine adamış şekilde, aman o gittiğinde nasıl problemlerle karşılaşacak, aman ne zorluklar çekecek, ben taa buralardan ona nasıl destek olurum diye kafayı yemeye düştükten sonra bir adım öteye zıplayıp sevgilimin “sen de bunları kullanacak bunlarla yaşayacaksın” demesi üzerine kendimi excel tabloları üzerinden ev tahlilleri yapmalara, face-timedan salonumuza koltuk seçmelere, LCD televizyonun kaç ekran olacağına, yatak odası takımı koyu renk mi olsun yoksa açık mıdan, bu sehpa bu TV ünitesine uyar mıya, araba dört kapılı mı olsun, jeep mi olsun yoksa spor araba mı acaba gibi meselelere verdim. Sonrasında adapte olma ve yerleşme sürecini neredeyse hiçbir kararı tek başına vermek zorunda kalmayarak rahatça atlatan sevgilimin benden aniden uzaklaşması ile bu dertlerim son buldu. Bu yıl bazı insanlara kendimi ne kadar kolay kullandırttığıma ve bazı senaryolara nasıl gözü kapalı, körü körüne inanıp atladığıma ben bile şaşırdım. Tüm bu olanların sonunda, sonunda kendime saygı duymayı öğrendim. Anladım ki, insan kendine gerçekten saygı duymanın ne demek olduğunu ancak bu güne kadar hiç yapamadığını kavradığında öğreniyormuş.
Bunlardan çok daha önemlisi, bu dönem içerisinde en büyük derdim ve hatta belki de bugüne kadar yaşadığım en çaresiz, en akıl almaz ve en cehennem azabı durum, burada yaşadığım sıkıntılar ve yalnız kalmamın iyice tetiklediği panik atak ve anksiyete bozukluğum oldu. Bundan seneler önce bir MRI tetkiki sırasında kendini hissettirmeye başlayan ve bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi bir uçak yolculuğunda bana merhaba diyerek o gün hayatımın 3,5 saatini cehennem azabına çeviren ve bundan önce yalnızca uçak yolculuklarında kendini hatırlatarak bu yolculuklarla başa çıkmayı bana öğreten bu muhteşem mental hastalık, Ekim ayı ortasından itibaren hayatımı iyiden iyiye esir aldı ve bu konuda bugüne kadar öğrendiğim her şeyi unutmama sebep oldu.
Daha önce yaşadığım fiziksel veya hayata dair herhangi bir problem gibi kolayca ve kendi çabamla çözülemediğini anlamamla, kendime derhal bir psikiyatrist ve bir psikolog bulup bütün aklımı iki kadına emanet etmem yaklaşık 4 günümü aldı. O günden sonra kendimi, bu iki kadına ayrı ayrı “ne olur bana yardım edin çünkü ben bu şekilde 13 saat boyunca Amerika’ya uçamam” diye yalvarırken buldum. Hayatımın en kötü 6 saatini ise, neredeyse bir yıl öncesinden planladığım ve hepinizin tahmin edebileceği gibi yapmayı canımı verecek derecede çok istediğim İngiltere yolculuğumdan önce yaşadım. Ben hayatım boyunca hiç, bir havaalanında “ben galiba o uçağa binemeyeceğim” diye ağlayarak yerlerde sürünmedim. İnsan beyninin kendi kendini alt etmesi, belki de gerçekten başa gelebilecek en çaresiz durum. Kendi zihnim, düşüncelerim ve beden bütünlüğüm adına tüm kontrolü bir zır delinin eline vermişim de uzaktan kendimi izleyip “vah zavallı kızcağız” diyormuşum gibi bir hissiyatı bir daha asla yaşamak istemem. Umarım, bir daha da yaşamam ama psikoloğumla geçirdiğim birkaç aydan öğrendiğim en önemli şey bunu bir daha yaşamaktan da korkmamam gerektiği oldu. Bu yıl öğrendim ki böyle durumlarda en önemlisi “Bunu bir daha yaşayabilirim, ama sorun değil, yaşarsam bunu tekrar alt edebilirim.” demekmiş.
Apar topar havaalanı eczanesinden aldığım bir uyku ilacı ile gittiğim İngiltere tatilim, aslında çocukluk arkadaşımın düğünü için olsa da, içinde bulunduğum bu saçma sapan ruh hali ve hayatımın geri kalanını oturup enine boyuna birlikte planladığım insandan kopmanın eşiğinde olmam sebebiyle düğün gecesi haricinde tamamen flu, anlamsız, mide bulantıları içinde, uykusuz, yediğim butternut squashtan tut içtiği Pimms’e hiçbir şeyin tadını almayarak ve her dakikası diken üzerinde geçti. Hayatım boyunca hiç, İngiltere’den keyif alamadığım olmamıştı. Gördüm ki, her şey gibi cidden bunun bile bir ilki varmış.
Düğün günü ise, hiç tanımadığım 45 yabancı insanın ortasında bile yaklaşık 20 dakika sonra ortamın göz bebeği, herkesin sağa sola çekiştirip bir şeyler anlattığı, dinlediği insan olabildiğimi gördüğüm anda öğrendim ki evet, kendim olabildiğimde gerçekten sevilebiliyorum.
İngiltere’den döneceğim günün sabahında kendimi 5 aydır kullanılmış olmanın hissiyatından ani bir kararla ayırmamın ardından omuzlarımdan büyük bir yük kalktı. Bu yaşımda tekrar tekrar anladım ki, ben belirsizlikle yaşayamıyorum fakat uzun vadeli planlar da hiçbir anlam ifade etmiyor ve kendi içimde bunu bir dengesini bulmam gerekiyor. 29 yaşımda, bu dengeyi bulmayı öğrendim.
Aynı zamanda, yaşayarak anladım ki ikili ilişkiler tamamen “göze almak ve gözden çıkartmak” ekseninde ilerliyor. Tek bir tarafın her şeyi göze alması ise hiçbir şeye yetmiyor. Sonrasında gördüm ki, insanın aynı sene içinde bazen bir şeyi, iki kere öğrenmesi gerekiyor. :)
Bu süreçte ben, tüm hayatımı, ailemi, işimi, arkadaşlarımı geride bırakma uğruna yaptığım Amerika’ya taşınma planlarıma el sallarken, hayatımdaki iki insan bana burada olabilecek en büyük desteği vermeye çalışarak, muhteşem bir Noel yemeği organize etti. 29 yaşımda bu olayla birlikte başlayan bir aydınlanma ile tekrar fark ettim ki, benim hayatımda gönül borcumu istesem de asla ödeyemeyeceğim bir sürü insan var.
Bu yıl öğrendiğim şeylerden bir tanesi de, ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım insanların hala “bana bir şey olmuyor” sanmasıdır. Bu yaşımda, yaşadığım şeylerin yarattığı yükü etrafıma yansıtmamam sebebiyle dertlerimin hala ailem tarafından bile “hafif” addedilmesinin, küçük ya da büyük başımdan geçen kimine göre “saçma” olayların bende yarattığı çeşitli fiziksel, duygusal ve mental durumların yadırganarak sanki bile isteye yaptığım şeyler olduğu yargısının değişmeyecek bir tavır olduğunu öğrendim. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, aklı başında hiçbir insan evladı bile isteye 48 kiloya düşmez ve kendini bu denli çirkinleştirmez. Her neyse.
29 yaşımda yeni yıla, öpüşerek girdim. İtiraf etmeliyim ki bu duruma en az sizin kadar, ben de şaşırmıştım.
Bu yaşımın Mart ayında muhteşem bir şey oldu. Açıkçası mucize diyemem, çünkü cidden uğraş gerektiren bir süreç sonrasında aniden davet edildiğim Londra’daki bir doğum günü partisine giderken geçirdiğim 4 saatlik uçak yolculuğu ile, panik atak problemine bir nokta koyduğumu fark ettim. Elbette böyle hastalıklar bir daha asla geri dönmeyecek şekilde şak diye bitmez ama o gün tam 2,5 sene sonra ilk defa, bir uçak yolculuğunu ilaçsız, sakin, kendinde ve hatta uçak yolculuğu bitecek diye üzülerek geçirdim. Bu yaşımda istesem de istemesem de insanın kendi kendini hasta etmesi dahil her kötü şeyin bir sonu olduğunu öğrendim. Şükürler olsun. Tabii Londra’ya ayak basar basmaz, bir önceki tatilin ne kadar kötü ve ne kadar boş geçtiğini de anladım ama bazen insan her şeyi kontrol edemiyormuş işte.
Bu yıl ben, Mert’in doğum günü partisinde pastadan çıkan Kate Moss ile dans ederek, kendi çıtamı kendi kendime arşa taşımış bulundum. İyi mi ettim, tartışılır ama ikinci Londra tatilim bu yaşımda başıma gelen en güzel anlardan biriydi.
Bu yaşın ikinci dört-beş ayı, yine farkında olmadan kendimi başkaları için heba ettiğim, saçma sapan bir kısırdöngüye dönüştü.
29 yaşımda bir gece nefes nefese bir yokuştan aşağı koşup bir adama dakikalarca sarıldıktan sonra, gitme demenin kal demekle aynı şey olmadığını öğrendim. Kurtarılmak istemeyen veya kurtarılmaya izin vermeyen insanlara yardım edemeyeceğimi ve hatta bazen bazı insanları kurtarmanın “iyilik” sayılmadığını zaten biliyordum ama bir insana bütün içtenliğinizle “seni kurtarmaya değil seninle boğulmaya geldim” bile deseniz bazen onlarla boğulmanıza, sonra yüzeye çıkmanıza ve sonrasında onlarla yüzmenize bile izin verilmeyebileceğini bu yıl öğrendim.
Bu yıl tam olarak, “Bir şeyi seviyorsan serbest bırak, dönerse senindir; dönmezse hiç senin olmamıştır.” ı yaşadım. İlk gün kapınıza kadar gelenlerin, çok değil 4 ay sonra beş dakika kendi kapısının önüne inmeyi bile teklif etmeyebileceğini öğrendim. Bir insanın hayatındaki yerinizden sürekli şüphe duyuyorsanız eğer, o hayatta hangi sıfatla olursa olsun aslında bir yerinizin olmadığını, yani kısacası emin olamamanın aslında emin olmak olduğunu öğrendim.
Bu hayatta bu yaşa kadar en çok anlayamadığım şeylerden biri “kendinizi affedin” olgusuydu. Yaptığım her şeyi kendi isteğim ve kararımla yapmışken ve sonuçlarına da bile isteye ve gerektiğinde seve seve gerektiğinde de sike sike katlanırken neden kendimi “affetmem” gerekebileceğini çok uzun süre sorgulamıştım ve bu yaşımda sonunda bu sorunun cevabını verebileceğim bir durum ile karşı karşıya kaldım. Hayatımda ilk defa vicdanım ile kendime olan saygım ve sağlığım arasında kalıp kendimi ve akıl sağlığımı seçtim ve sonrasında bu kararım yüzünden haftalarca kendi kendimi suçladım. Sonrasında da kendimi affetmeyi öğrendim. “Ben aslında iyi biriyim.” olgusunu insanlara anlatmaya veya kanıtlamaya çalışmanın boş olduğunu fark ettim ve sonunda “birileri de beni kötü bilsin bu hayatta” demeyi öğrendim. Hatta öğrendim ki, böyle dememe rağmen, o insanlar yine de beni kötü bilmeyebiliyormuş.
Bu yıl, anlayışlı olma durumunu bir sanat formuna çevirmenin ben dahil hiç kimseye bir faydasının olmadığını öğrendim. Bir duruma her iki tarafından bakıldığında, her iki tarafın da haklı olabileceğini tekrar gördüm. Biliyordum ki insan hiçbir zaman yanlış yerde, yanlış zamanda olmuyor ama tekrar gördüm ki, bazen, bazı durumlarda kimse kimseyi suçlayamıyor. Yine de içten içe biliyor ve inanıyorum ki insan, durum ne olursa olsun bir şeyleri gerçekten isterse, yapmanın bir yolunu buluyor. 
Kısacası, olmayacağı varsa olmuyor işte.
Sonuç olarak 29’umda, kalbimi açıp, duvarlarımı yıkıp, elini tuttuğum herkes önce elimi bıraktı sonra da bencilce ya onları yanımdan göndermemi ya da kendim çekip gitmemi bekledi. Kısacası hayaller kurduğum herkes beni hayal kırıklığına uğrattı ve ben hayal kurmaktan bu yaşımda vazgeçtim.
Bu yıl Nisan ayında yakın çevremden kimse ölmedi. Ama daha önemlisi, o ay mutlaka yaşaması gereken bir insan vardı ve o yaşadı.
29 yaşımda tüm bu kargaşanın içerisinde yemyeşil gözleriyle ruhumun içine içine bakan bir adam sayesinde, o bana kattığı şeyi fark etmese de, bu hayattaki en büyük defomun ne olduğunu öğrendim. Gördüm ki, herhangi bir yerde veya bir grupta istenmediğimi hissettiğim anda öyle bir hale düşüyorum ki etrafıma duvar üzerine duvar örüyorum ve sonra o duvarları yıkmaya bırak etrafımdakileri, benim gücüm bile yetmiyor. Üzerinde uzun uzun düşününce fark ettim ki, “istenmeme duygusu” yıllardır merak ettiğim “acaba babamla yaşadığım şeyler bende nasıl bir araz bıraktı” sorusunun da cevabıymış. Bu yıl acı da olsa bu sorunun cevabını da verdim.
Bu yaşımın son aylarında lise arkadaşlarım beni evlat edindi. Bu yaz belki hiç Çeşme’ye ya da Bodrum’a gidemedim ama her hafta sonu güneşi Kilyos’ta deniz kenarında dans ederek doğurdum ve gülerek batırdım. Öğrendim ki güneş, belli bir zaman sonra illaki doğuyor. :) Annemle bol bol tatil yaptım, yoga yaptım, güldüm, dans ettim. Ne yazık ki bu yaşımda, her yıl usanmadan çektiğim o meşhur “diren meme” fotoğrafını çekemedim. Akyaka’yla tanıştım. Nehrinin soğukluğundan, insanlarının sıcaklığına, rakının buzundan, ağaç gölgesinin serinliğine ve masmavi gözlerine bakmalara doyamadığım bir adamın saatlerce saçımı sevişine, ne kadar huzur varsa yaşadım. Bir de bu yaşımda öğrendim ki, arılara alerjim yokmuş.
Bir arıya basmamın ve zavallı yaratığın istemeden ölümüne sebep olmamın üzerine bu yıl, çok alakasız bir şekilde, insanların cidden bana önem verdiğinde bunu ister istemez gösterdiklerini ve hiçbir şeyin buna engel olamadığını öğrendim. Hiç kimse, hiçbir zaman aşırı yoğun veya aşırı kötü durumda veya elinden bir şey gelmez halde değil. İsteyen insan, her şekilde, “bir” şekilde seni önemsediğini sana göstermenin veya en kötü hissettirmenin bir yolunu buluyormuş ve bu, bir “ayağın nasıl oldu” mesajı kadar basitmiş. Bu yaşımda işte bunu, tam da olması gerektiği gibi, yaşayarak öğrendim.
Gittiğim bir tatilde tamamen kendi isteğimle yaşadığım kıpkısa, tek gecelik bile denmeyecek bir ilişki sonrası, bugüne kadar kimseyle “seks” yapmadığımı ve hep “seviştiğimi” fark ettim. Herkes adına seks derken ben inatla sevişmek dediğimde anladım ki, etrafımdaki insanlar bu olayı benden çok daha farklı algılıyorlarmış ve ben bugüne kadar tek seferlik bile olsa kimseye “öylesine” dokunmamışım. Bundan sonra dokunabileceğimi de sanmıyorum. 
Bu yıl, hala hiç yüz yüze gelmediğim ama tam 10 senedir tanıdığım bir adam şak diye ve şenliklerle, bambaşka bir şehirden uzanıp hayatıma tekrar dokundu. İyi de etti, insan bazen hem boş konuşabileceği hem de adam gibi sohbet edebileceği birden çok kişiye ihtiyaç duyuyor. Bunun yanında tam sekiz sene öncesinden bir insan da tekrar hayatıma girdi, içimde kalmıştı, iyi oldu. :D
Bu yıl hayatımda uzun süredir ilk defa, amaçsız kaldım. Fark ettim ki hayatta hiçbir hedefim, gayem, dileğim ve isteğim kalmamış. Baya, tamamen tükenmişim ve bir süredir rüzgarda yaprak misali sürükleniyormuşum. Boşluk duygusunun nasıl bir şey olduğunu bir kez daha öğrendim. Sanırım bu hissiyat her yaşta farklı bir şekilde vuruyor. Bu ruh halinden çıkmak adına, dünya üzerindeki 30. yılım için kendime derhal bambaşka hedefler belirledim ve elbette yine hiçbir şeyin planladığım gibi gitmeyeceğine adım gibi eminim. Olsun.
Bu yaşımda, henüz kendi insanlarımı bulamadığımı anladım. Bunun için başka bir ülkeye ya da şehre mi taşınmam gerekli, girmediğim ne kadar ortam varsa -kaldıysa- onlara mı girmem gerekli, bazı şeylere, olgulara, doğru veya yanlış bildiklerime bakış açım mı değişmeli, yoksa biraz daha mı yaş almam gerekli bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o da aramaya devam edeceğim.
Bu yılın sonlarına doğru kalbimi tamamen temizledim ve kendime yeni bir sayfa açtım. 29 yaşımda kadın erkek ilişkilerinden beklentimi “birinin evi olmak istiyorum”a indirgedim. 
Bu yıl tam iki Edis konserine gittim. Neden, çünkü ben verdiğim sözleri er ya da geç tutarım. Sonra uzun zamandır özlemini çektiğim bir ortama şak diye geri döndüm ve hiç tanımadığım insanlarla 40 yıllık dostlarımmış gibi kalkıp konserlere gittim, biriyle yalandan nişanlandım, bir diğeriyle neredeyse tam iki ay boyunca kesintisiz dertleştim, gülüştüm, sohbet ettim. Bir de bir sürü alt benliğim oldu, ama o uzun hikaye, sonra anlatırım. :lol:
--
Uzun lafın kısası 29 yaşımda yine kendimden çok etrafımdakilere hak verdim, başkaları için çabaladım, yerlerde süründüm, en büyük iç savaşımı bütün vücudum uyuştuğu halde bir minibüsten çığlık çığlığa inmemek için verdim, en büyük zaferimi bir uçakta ayık kafayla sırıtarak kazandım, çok güldüm, daha çok ağladım, neredeyse bütün dolabımı yenilemek zorunda kaldım, bir buçuk ay boyunca defalarca doğum günü kutladım, sayısız mum üfledim hatta bu yüzden insanlardan küfür yedim (PS: Size ne lan, istediğim kadar doğarım size mi sorucam? Hiç.), dışlandım, yalnız kaldım, eksik kaldım, bomboş kaldım, heves ettim, hayal kırıklığına uğradım, fazlasıyla dans ettim, yeterince uykusuz kaldım, haddimden çok para harcadım, yine hiç para biriktirmedim ve çalıştım, çalıştım, çalıştım.
Benimle tüm bu süreçlerden geçen, geçmeyen, yanımda olan, olamayan, beni her ne olursa olsun uzaktan da olsa seven herkese bir bir teşekkür ederim. Kadehimi önce size, sağlığımıza ve dertsiz başımıza, sonra kaybettiklerime, sonradan kazandıklarıma,  hiç kaybetmediklerime, hep yanımda olanlara, ben yaş almaya devam ettikçe asla yanımda olamayacaklara, kalbime sızanlara, sadece kalbimde kalanlara, hiç dokunamadıklarıma, kalbime dokunanlara, imkansızlara, hep yanımda istediklerime, hep yanında kalacaklarıma  kaldırıyorum. Hiçbirinize ne gönül ne vefa borcumu ödeyebilirim. Size olan sevgimi yeterince gösteremediğime ise eminim. İyi ki varsınız lan. 
30’da görüşmek üzere.
Dee.
7 notes · View notes
egitimzade · 3 years
Text
ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYELER/Cizre Günlükleri
Bir hikayeyi anlatmaya neresinden başlarsınız?
Ben hikaye anlatmam ki diyenler olabilir aramızda, aslında bir arkadaşımızla her buluştuğumuzda, her bir yakınımızla bir araya geldiğimizde alt metnimiz şudur; hadi bana hikayeni anlat. Hepimiz, hemen her gün yapıyoruz bunu. Bu sabah ütü yaparken elimi yaktım, Kadıköy’de sarhoş biri yemek ısmarlamamı istedi hayır diyince üzerime yürüdü ve o esnada yaşlı bir adam araya girdi, yeni bir kitap okudum… hepsi bizim hikayemize her an eklenen yeni hikayeler.
Bir süredir hikaye anlatıcılığıyla ilgileniyorum. Instagram profilimde #kendihikayenisev yazıyor. Hakkını vermeye çalışıyorum kendi gerçekliğimi bilmenin. Bir süredir de hayatımı en çok etkileyen şehirlerden biri olan Cizre’yi anlatmayı düşünüyordum ama biliyorsunuz ki İstanbul’da yaşıyorum ve bu şehirde böyle şeyler için çok istemediğiniz sürece zaman ayrılmıyor.
Neyse başa dönüyorum; bir hikayeyi anlatmaya neresinden başlarsınız? Ben galiba hep son olayı söylüyorum, biliyor musun Büşra …. Oldu. Sonra nasıl olduğuna dönüyorum. Cizre’de de son yaşadığım olaylardan birini anlatacağım ki öncesini merak edip sorarsanız yazmaya devam ederim. Ayh çok uzattım, başlıyorum;
2014 Ekim 3, kurban bayramı. Doğuda ulaşımın zor olduğu zamanlar (Şimdi nasıl bilmiyorum) Hani Cizre’den Adana’ya giden otobüs 5-6 saatlik yolu neredeyse her köyde ve kafasına estiği yerde durarak 10 saatte falan tamamlıyor. Birkaç günlük bir tatil için yolu gitmeyi göze alamadım ve Cizre’de kalmaya karar verdim ki arkadaşlarım ‘biz arabayla gidiyoruz, gel ya burada yalnız kalma…’ diyince beraber koyulduk yola 4. gün tekrar dönmek üzere aynı arkadaş grubumla sabah saat 09:36’da Adana’dan Cizre yoluna düştük. Murat biraz da siyasetin içinde olduğundan haberdarmış ama ben bilmiyordum, meğer ortalık karışıkmış.
Öyle bi gidiyoruz ki Cizre’ye, hiç mola vermeden, annemin yaptığı böreğin yanına bi yerden çay alıp arabada yiyip içiyoruz ve hep hareket halindeyiz. 24 yaşındayım ve arabadaki herkesle aşağı yukarı aynı yaşlardayız. Birimiz türkü dinlemeyi seviyor bir süre türkü dinledikten sonra rock müzik sevenin gönlünü yapıyor, şarkıcılardan ve kimlerin konserine gittiğimizden konuşuyoruz. Arabadaki tek kadınım. Önde oturuyorum ve kafam arkaya dönük muhabbet ediyorum, derken Murat’tan şöyle bi cümle geldi; Kızıltepe yanıyor. Şaka mı gülümsemesiyle kafamı çevirdim ve şehir gerçekten yanıyor sayın okuyucu. Şaka değilmiş. Simsiyah bulutlar ve upuzun bir araç kuyruğunun en sonundaki arabanın içinde şaşkınlıkla bir süre şehre baktık. O sırada PKK’nın şehir yapılanmasından olan biri yanımıza geldi ve eylemde olduklarını, yolu kapattıklarını, Silopi’den başlayıp batıya doğru tüm yolların kapatıldığını, bir süre misafirleri olacağımızı söyledi. Beklemeye başladık arabanın içinde. Ee nereye kadar bekleyeceğiz? Geri dönelim, yol kapalı, bir yere girelim, yol kapalı. Çatışma çıktı, panzerler ortalığa döküldü, radyoda Mardin’de sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, askerlerin tanklarla şehre indiğini duyuruyorlar ama biz sokaktayız?! Onlarca arabayla olan biten tüm kargaşayı kâh arabanın içinde kâh kaputun üzerinde izledik. Bir ara ergenlik döneminde MTV müzik ödüllerinde Eminemin totosunu nasıl açtığını bile konuştuk. Ya ne yapacaktık? Oturup ağlayalım mı?
saat 15:32’de Kızıltepe’de izlemeye ve yaşamaya başladığımız film seti 6 saat kadar sürdü. İnsaflı birilerine denk geldik ki susadık diyince bize su getirdiler, 3 yaşında bi kız çocuğu korkmasın diye oyun bile oynadık. Şimdi düşününce şaka gibi geliyor… neyse 6 saatin sonunda bizi misafir eden arkadaşlar dediler ki ‘biraz ilerde dinlenme tesisi var, oraya gidebilmeniz için yolu açıyoruz, oraya gitmeyip yola devam ederseniz ilerde başka arkadaşlarımız var onlar ne der, ne yapar bilmiyoruz…’ biz Cizre’ye varabilecek olmayı çoktan çıkarmıştık zaten aklımızdan. Mardin’deki tanıdıklarımıza ulaşmaya çalışıyoruz bizi evlerine kabul edeceklerini söylediler. Kızıltepe Mardin arası 13km ilerlemeye başladık, her taraf yanıyor, lastik mi istersiniz, sökülmüş kaldırım taşları mı, devrilmiş elektrik direkleri mi… Mardin normalde Arapların, Kürtlerin, Süryanilerin ve ezidilerin beraber yaşadığı, inanılmaz hoşgörülü bi memleket. Şehrin iki girişi var; biri Kızıltepe’den diğeri de Nusaybin yolundan. Kızıltepe yolunda da çatışma olduğunu görünce ‘oha Mardin’e ne olmuş?’ sorularıyla Nusaybin yoluna yöneldik yirmi beş km sonra orada da işlerin karışık olduğunu görünce tüm ışıkların kapalı olduğu bi köyde benzinlikten bozma bi yerin mescidinde biraz uyumaya karar verdik. Tüm bu yol boyunca kaç kere durdurulduk, kaç kere kimlik gösterdik hatırlamıyorum bile. Astsubay bi arkadaşımı aradım orduevine almazlar mı ki bizi, her yerde insanların elinde silah var, ben devlet memuru kimliğimle oradayım, üst baş artık ne arayacaklarsa baksınlar da bir yere girelim istiyoruz ama nafile. Tüm çabalarımız boşunaydı ve o minik benzinlikte gece 2 oldu saat. Bu arada annemler aradılar ve ben evde olduğumu söyledim. O esnada arabanın yakınlarında dumanlar tütüyordu. İnanılmaz bir telefon konuşması, babam diyo ki ‘kuzu daktilonu burada unutmuşsun, neyse yeni evine kısmetmiş…’ aklımdan yaşayacak mıyım acaba o daktiloyu kullanacak kadar diye sorular geçiyor. Sağlık olsun baba diyip telefonu kapattım.
Gece saat 2 olunca herhalde yol açılmıştır diyip yola çıktık ve tatamm Nusaybin merkezde yeniden durdurulduk. Bu sefer şanslıyız cakası yüksek bir dinlenme tesisi. Açım, tuvalete gitmek istiyorum, su içmek istiyorum ve uykum var. Evet, onca şeyin içinde temel ihtiyaçlarımı karşılayamamak rahatsız etti beni. Off ya şimdi buranın mescidinde mis gibi uyurum diye düşünüyordum ki kapıyı açıp içeri girince televizyonlarda izlediğimiz bi sahneyle karşılaştım; sağlı sollu masalar ve duvar diplerinde ahşap köşkler var, masaların üzerinde bebekler uyuyor, her tarafta insanlar ve perişan haldeler. Yutkundum.
Kamyon arkasında taşınan ve güvenlik güçlerine yakalanan mülteciler gibi kendi ülkemizde bi yere sıkışıp kalmıştık. Polise ve askere ulaşamıyorduk bunu çok da dert etmeyip su içmenin ve uyumanın peşine düşmüştük. Kendimize bi masa bulduk; birer çorba, birer çay içtik. Cizre’de görev yapan, otobüsle yola çıkan tanıdıklara rastladık, otobüs oraya kadar gelmiş yol kapalı olunca yolcuların hepsini bırakmış ve gitmiş. Hahaha. gerçekten gülmüştüm orada da Selçuk’un bana sinirli sinirli bakışlarına rağmen.
O gün öyle bi gündü ki arkadaşlar Kürt Türk sevgililer ayrıldı, evlenmeyi planlayanlar nişan attı. Biraz siyaset (ne işe yarayacaksa) biraz da eve varabilecek miyiz diye konuştuktan sonra hepimiz o masada sızmışız. Sabaha karşı saat 6 gibi güneş vurdu gözüme. Kalktım, ağzım yüzüm yamulmuş. Tesisin önüne çıktım, Peşmergelerden biri elinde keleş bekliyor. ‘Ne zaman açacaksınız yolu’ diye sordum. ‘Bilmiyorum belki 1 hafta belki 10 gün sonra’ dedi. ‘Ya bu insanlar ne yapacak o kadar zaman burada’ dedim. ‘Bize verilen talimat bu’ dedi. (Korkmadın mı sorusuna peşin yanıt; o evreyi geçmiştim) o sıra hızır mı olduğundan hala şüphelendiğim yaşlı bi amca yanıma yanaştı; kızım nereye gitmeye çalışıyorsun, ne iş yaparsın, araban var mı… gibi sorular sordu. Dedim içerde arkadaşlarım var; gelin ben size yolu tarif ederim dedi. Koştura koştura içerdekileri uyandırdım. Amca bize mahalle aralarındaki yolu tarif etti; buradan sola dönün, ikinci sokaktan sağa, sonra tekrar sola, arka yoldan Midyat’a çıkın o yol açık. Allah razı olsun amca. Bin kere razı olsun. Arabayı haşat ede ede, yollardaki taşları ve barikatları çeke çeke midyat yoluna çıktık. Saat 08:43’te Cizre’ye varmıştık.
Annemlere evdeyim diyince o dönem ev arkadaşım Dilşat’a da haber verdim, ararlarsa uyuyor de diye, sabaha kadar uyumamış. Cizre’de de olaylar varmış koridora çekmiş yatağını öylece beklemiş. Karşı komşumuz ve yakın arkadaşımız Celil bütün gece kapıyı tıklatmış geldiler mi diye. Evin kapısını çalınca Dilşat kocaman sarıldı, apartmanın koridorunda ağlarken kapı sesini duyan Celil de geldi, kocaman olmuş 3 kişi sarıldık, kocaman sarıldık. Yaşlarımız kadar… O sıra şöyle dedim; ‘öleceğiz sandım’ gülmeye başladım. Hep beraber gülerken ‘Gerizekalı biz de öyle sandık!’ Dediler.
Ölmemiştim. Ama çok düşündüm ölüm hakkında; ne kadar kolaydı. Hemen dibimdeydi hem de. 24 yaşıma rağmen, bu kız çok genç, daha yeteri kadar kahkaha atmadı, anne olmadı, yurt dışına çıkmadı, dünyayı adımlamadı demeyecekti o gün ölseydim.
O gün ölseydim ertesi gün gazete manşetlerinde olacaktım; PKK 24 yaşında 3 yıllık öğretmeni katletti, unutmayacağız! Yazacaklardı. Ama unutacaklardı. En çok annemi babamı düşündüm; çok üzülürlerdi.
O gün kendime bir söz vermişim fark etmeden; ölene kadar gülecek, ölene kadar yaşayacağım.
Tumblr media
📸: İsviçre Tarih Müzesi
Not; ben sonra yurt dışında birkaç ülke gördüm, çok güldüm ve ellerimle serçeleri besledim.
Not2; Anlatılmayı Bekleyen Hikayeler Seiba Anlatı Merkezinde Roza Erdem’in eğitiminin adı. Bana ilham oldu. Hikayesini sevmek isteyenlere de tavsiye olsun.
0 notes
erkankarakiraz · 3 years
Text
Tumblr media
“Aslıhan Tüylüoğlu’nun ‘Bican Kadar Bir Boşluk’ başlıklı şiiri, karşıtlarıyla var olan kavramları kurcalayarak ilerliyor. ‘Bican’ ismiyle özel bir imaj olarak karşılığını bulan varlığın yitirilişinin anlamlandırılması, ancak şairin hayatına dâhil oluşuyla açıklanarak gerçekleştirilebiliyor. Şiir okurunun karşısında duran anlama/anlamlandırma engelleri listesinde belki de başa oynayan birincil unsurlardandır ‘özel imajlar’. Tüylüoğlu, ölümüyle şiirinin konusu ettiği varlığı -e, hadi açıklayayım, kedisini- dizeleriyle ölümsüzleştirme, anısını yaşatma güdüsüyle yola çıkmış gibi görünüyor. Bir kayıptan başka başka kayıplara, bir yastan varolmanın sancısına varan bir güzergâhı takip ediyor şiir boyunca; ara duraklarda aşkla buluşup, Süreya’dan dolu dolu bir dize ödünç alıp onu kendi diline tercüme ederek Venüs’ten Mars’a sitem ediyor: ‘Şimdi şu benim gözlerim/ Bir hüzün tutturmuş/ Bir kara sevda kuşanmış geliyorlar’ (Süreya evrenindeki karşılığı, ‘Ah şimdi benim gözlerim/ Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor’ bu dizenin). Dünyayı sırtında taşıyan bir şiir ‘Bican Kadar Bir Boşluk’. Kendini kendiyle var eden, kendiyle dağıtıp parçalayan ve kendinden doğup yenilenen. Bütün şairler bilir: şair, çoğu zaman teselli arar; ancak bulur bulmaz da hiç aramamışçasına elinin tersiyle itiverir. Şiir, şairin uzvudur. Tüylüoğlu, o uzvu ehlileştirmeden, yas acısıyla okşuyor.”
- Erkan Karakiraz
_____
ASLIHAN TÜYLÜOĞLU’nun “Bican Kadar Bir Boşluk” başlıklı yepyeni şiiri, 6 Ekim 2021 Çarşamba gününden itibaren ELEŞTİREL KÜLTÜR sitesinden okunabilecek.
https://www.ekdergi.com/
***
Erkan Karakiraz'ın editörlüğünü yapıp seçtiği eserler, birer eleştirel yorum eşliğinde ELEŞTİREL KÜLTÜR internet sitesinin edebiyat bölümü olan Litera'da yayımlanıyor. Daha önce matbu ya da dijital hiçbir ortamda yayımlanmamış öykü ve şiirlerinizi [email protected] e-posta adresine gönderebilirsiniz.
#eklitera #EleştirelKültürLiteraÖyküŞiir #şiir #AslıhanTüylüoğlu #ErkanKarakiraz #EKDergi #EleştirelKültür #Eleştiri #Yorum
INSTAGRAM
@tuyluogluaslihan
@e_karakiraz
@literaoykusiir
@elestirelkultur
.
.
.
0 notes
aykutiltertr · 5 months
Video
youtube
Aşkı Bulamam Ben - Murat Boz ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop)  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/-hcZqXB18cY Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Aşkı Bulamam Ben - Murat Boz ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop) Bm                F# Kimini dudağından kimini gözünden Bm                F# Kimini düşündüren zeki sözünden Bm                           F# Kimini uzun bacak bacaklarından Bm               F# Kimini profilden kimini belinden Bm               F# Kenarından ya da köşesinden Bm                         F# Kimini kıvır kıvır saçlarından Bm                  F# Kimini göbeğinden kimini sesinden Bm             F# Kimini (ha ha) nefesinden Bm                     F# Kimini serin bakışlarından Bm     F#       Bm      F#    Bm  F# Beğenirim hepsini severim ayıramam Bm     F#          Bm            F# Seçemedim hiçbirinden vazgeçemedim    Bm F# Of aman Bm Na na na na na na       F# Mecnun olamam ben Bm Na na na na na na           F# Böyle aşkı bulamam ben Bm Na na na na na na          F# Leyla’ya varamam ben Bm Na na na na na na            F# Hiçbirinden cayamam ben Bm              F# Uğrarım hepsine fazla kalamam Bm              F# Sormam telefon karıştırmam Bm               F# Bir anda müptela olurum hem de                         Bm Üzmem çünkü ben yarıştırmam Murat Boz Boz, Ekim 2011'de sahnedeyken. Doğum Murat Boz 7 Mart 1980 (44 yaşında) Karadeniz Ereğli, Zonguldak, Türkiye İkamet Yeniköy, Sarıyer, İstanbul Eğitim İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi İstanbul Bilgi Üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi Meslek Şarkıcı-şarkı yazarı · yapımcı · oyuncu Evlilik Eliz Sakuçoğlu (e. 2008; b. 2012) Resmî site muratboz.com Müzikal kariyeri Tarzlar Pop · R&B Çalgılar Davul · keman · ney · piyano Etkin yıllar 2006-günümüz Müzik şirketi Stardium · DSM · DMC Murat Boz (d. 7 Mart 1980, Zonguldak), Türk şarkıcı ve oyuncudur. İlk ve orta öğrenimini doğduğu yer olan Karadeniz Ereğli, Zonguldak'ta tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. 1999'da İstanbul Bilgi Üniversitesini kazandı, bu okulu bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesinde eğitimine devam etti. Aynı yıllarda başta Tarkan olmak üzere birçok şarkıcıya vokalistlik yaptı. Boz, solo kariyerine 2006 yılında çıkardığı "Aşkı Bulamam Ben" single'ı ile adım attı. Bir sonraki yıl ilk stüdyo albümü Maximum'u satışa sundu ve çıkışını öven pek çok ödül kazandı. Ardından Şans (2009), Aşklarım Büyük Benden (2011) ve Janti (2016) albümleriyle kariyerini sürdürdü. Bu albümlerde yer alan "Maximum", "Uçurum", "Para Yok", "Özledim", "Sallana Sallana" ve "Adını Bilen Yazsın" şarkıları Türkiye Resmî Listesi'nde ilk beş başarısı gösterirken "Geri Dönüş Olsa", "Kalamam Arkadaş" ve "Janti" ise zirveye yerleşti. Şarkıcı, müzikal kariyerinin yanı sıra 2014'ten itibaren oyunculuk kariyerine odaklanarak Hadi İnşallah (2014), Kardeşim Benim (2016), Dönerse Senindir (2016) ve Öldür Beni Sevgilim (2019) filmlerinde başrol oynadı. Piyano, keman, davul ve ney çalabilen Murat Boz, müzikal kariyerinin yanı sıra çeşitli firmaların reklam yüzüdür ve bu firmaların reklam filminde rol almıştır. O Ses Türkiye programının dört jüri üyesinden biridir ve ilk sezonun kazanan jüri üyesidir. Ödülleri arasında dört Altın Kelebek Ödülü ve iki Kral Müzik Ödülü bulunmaktadır. İlk yılları Murat Boz, 7 Mart 1980'de Zonguldak'ın Karadeniz Ereğli ilçesinde, Ayşe Nedret ve Tonya'da doğan[1][2] Cafer Boz çiftinin Ali adındaki ilk çocuğundan sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi.[3][4][5] İlk ve ortaöğrenimini bu ilçede tamamladıktan sonra annesi, Boz'u müzik yarışmalarına yönlendirdi ve güzel sanatlar lisesine gitmesi için hazırladı.[3] Boz, 1995 yılında girdiği yetenek sınavlarını kazanarak İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesine başladı ve burada 4 yıl yatılı okudu.[3] Okulda, piyano ve keman dersleri aldı.[3] 1998'de Milliyet gazetesi tarafından düzenlenen Liseler Arası Müzik ve Halk Oyunları Yarışması'nın birincisi oldu, daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesinin Caz Vokal bölümüne katıldı.[6] Bu okulu tamamladıktan sonra ise İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'na başladı.[3] Boz, 2000'li yılların başında vokalistlikten para kazanmaya başladı ve ilk olarak Emel Müftüoğlu'nun vokalisti olarak çalıştı.[3] Daha sonra Burcu Güneş, Demet Sağıroğlu, Grup Hepsi, Hande Yener, Nazan Öncel, Nil Karaibrahimgil, Nilüfer ve Tarkan dâhil olmak üzere birçok şarkıcıya konserleri ile stüdyo albümü kayıtlarında vokalist olarak eşlik etti.[6] Bu şarkıcılardan en fazla Tarkan ile çalıştı; Tarkan'ın altı yıl vokalistliğini yaptı.[3] 2004 yılında, Nil Karaibrahimgil'in Nil FM (2004) albümünde yer alan "Bronzlaşmak" şarkısının klibinde rol aldı.
0 notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (6 Ekim 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (6 Ekim 2019)
Merve Toy, Özge Özacar, Ali Tınaz ve Cem Avnayim’in dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 20:30’da “Hadi Klasik”te 10.000 TL.
Joker Kodu:  Joker Kodu ekleme sayfasında “Hediye Joker” sekmesine tıklayıp, “Hadi İzle” bölümündeki reklam videolarını izleyin. Her 5 video için 1 Joker kazanın. Sınırsız Joker
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Turan Dursun’dan sonra;  Uğur Mumcu ve Hrant Dink’ten önce… 6 Ekim 1990 tarihinde…  Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede. Cinayeti İslami Hareket Örgütü üstlendi.  Cumhuriyet’i telefonla arayan kişi Üçok’un “Tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden” cezalandırıldığını söyledi.  Ve ekledi: “İslama sınır koyanları idam etmeyi borç biliriz.”  Bugün orta yaşını ve yaşlılığını sürenler…  Ne Bahriye Üçok öldürüldüğünde ne de öncesindeki ve sonrasındaki siyasi cinayetlerde öğrenmeleri gerekeni öğrenmediler; korkmaları gerekenden korkmadılar; görmeleri gerekenleri görmediler.  Sanki her şey olağanmış gibi yaşamaya, tercihlerini ona göre yapmaya devam ettiler.  Şu anda eğitimden hukuka, Meclis’ten sokağa dini politikaya alet edenlerin elinde ve dilinde oyuncak olan bu ülkede..  Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ortacağ Türk-İslam Tarihi Bölümü’nü bitiren…  Aynı zamanda Devlet Konservatuvarı Opera bölümüne de devam eden…  On bir yıl lise öğretmenliği yaptıktan sonra 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne ilk kadın öğretim üyesi olarak giren…  Politikayla uğraşan, milletvekilliği yapan, köşe yazıları, araştırma kitapları yazan…  Ve hayatı boyunca yobazlığa savaş açıp kadın haklarını savunan;  Dini çağdaş, gerçekçi ve hoşgörülü bir felsefeyle yorumlayan bir kadın ilahiyatçının…  1989’da televizyonda yapılan bir açık oturumda, “İslamda örtünmenin zorunlu olmadığını” açıklamasından sonra yoğun tehditler almasının; Ve nihayetinde evine gönderilen bir bombalı paketle öldürülmesinin korkunç gölgesinin…  Bir gün kendi çocuklarının üzerine bir kâbus gibi çökeceğini hesaplayamadılar.  Başörtüsü sorununun inançla değil doğrudan siyasetle ilgili olduğunu ta en baştan söyleyen bir bilim insanının ne hayatından ne de ölümünden ders aldılar.  Üçok’un kitaplarını, köşe yazılarını bulun okuyun.  Kadınların kapanmasının İslam tarihindeki yerinden, Atatürk heykellerinin put denilerek kırılmasına…  O yıllarda din derslerinde çocuklara öğretilenlerden, iktidar heveslilerinin şeriat özentiliğine kadar…  Bugün bu ülkeyi tehdit eden ne varsa hepsi üzerine daha en baştan, tehlike henüz uzaktayken yazan, konuşan ve düşünen bir insan…  Bundan çeyrek asır önce bu ülkede evine gönderilen bombalı bir paketle neden öldürüldü… çok net göreceksiniz.  O öldürüldüğünde doğan çocuklar bugün 27 yaşındalar.  O çocuklar ve onlardan sonra doğanlar belki de Üçok’un adını hiç duymadıkları… Bu cinayetin diğerler cinayetler gibi rejimi yıkmaya yönelik ilk adımların zeminini hazırladığını sezemedikleri…  Kendi geleceklerini derinden etkileyen bu miladın anlamını düşünmeye hiç yönlendirilmedikleri için…  Bugün bu kadar korunaksız ve savunmasızlar.  Onlar…  Eğer bu bilginin ışığında aydınlanan doğru bir refleksle büyüyebilselerdi…  Geleceklerinin hangi tehditlerin hedefinde olduğunu net bir şekilde öğrenebilselerdi…  Bu yaşadığımız ülke, hatta dünya… emin olun, şu an bambaşka bir yerdi.  Hadi bari şimdi gidin anlatın çocuklarınıza.  Bundan 27 yıl önce…  Çok kıymetli bir Bahriye Üçok neden öldürüldü bu ülkede?
Mine Söğüt (Cumhuriyet)
28 notes · View notes
085361 · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İyi akşamlar...😊
Hadi Yalova' ya...😉
Yalova, bugünkü idari bölünüşe göre merkez ilçeyle birlikte 6 ilçeden oluşmaktadır. İlçeler; Yalova Merkez, Altınova, Armutlu, Çınarcık, Çiftlikköy ve Termal'dir. Yalova'nın 6 ilçe belediyesi ile birlikte, toplam 15 belediyesi bulunmaktadır; merkez ilçede 1 (Kadıköy), Altınova'da 3 (Kaytazdere,Subaşı ve Tavşanlı), Çınarcık'ta 4 (Koruköy, Esenköy, Kocadere ve Teşvikiye) ve Çiftlikköy'de 1 (Taşköprü) belediyesi ve toplam 43 köyü vardır ve Osmanlı Devleti bu topraklar üzerinde kurulmuştur.
Yalova, 6 Haziran 1995 tarihinde il olmuştur.
Armutlu Yarımadası'nın kuzey kıyısı ile Samanlı Dağları'nın kuzey eteklerine kurulmuş olan Yalova, Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara bölgesinin güneydoğu kesiminde yer almaktadır. İlin kuzeyinde ve batısında Marmara denizi, doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa (Orhangazi-Gemlik ve İznik ilçeleri) ve Gemlik körfezi yer almaktadır. Yalova ilinin kuzeyinden güneybatısına kadar olan sınırları Marmara Denizi ile çevrilmiştir.
Kıyılar, girintili çıkıntılı bir özellik göstermez. Yalova'nın 39-40º kuzey enlemi, 29-61º doğu boylamları arasında denizden yüksekliği 2 metre, en yüksek noktası 926 metredir. 839 kilometrekarelik alanı ile ülke yüzölçümünün % 0.11'lik bölümünü kapsamaktadır.
Yalova, yüzölçümü itibariyle Türkiye'nin en küçük ilidir ve 105 km ile denize en uzun kıyısı olan turistik illerinden de birisidir.
Yalova, verimli ve bereketli ovalara sahiptir. Çınarcık, Gökçedere, Kirazlı, Kılıçköy ve Taşköprü ile deniz arasında birbirinden alçak tepeciklerle ayrılan büyüklü küçüklü ovalar oluşmuştur. Bu ovalar, akarsular boyunca uzanmakta olup çevrelerinde meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktadır.
Yalova'nın toplam yüzölçümünün (847,000 ha) %82'si, tarım arazisi (221,730 ha), orman alanı (468,090 ha) ve çayır-mera arazisinden (7,944 ha) oluşmaktadır.
İlin bitki örtüsünü makiler ve ormanlar oluşturmaktadır. Samanlı Dağları'nın kuzey ve güneyinde vadi içlerinde bulunan makiler, bu kütlenin etekleri boyunca kesintili şeritler ve parçalar halinde bulunurlar.
Yalova'nın güneyindeki dik yamaçlar gür bir orman örtüsü ile tamamen kaplıdır. Ormanlık alanlarda genellikle kayın, meşe, gürgen, kızılcık, kestane ve ıhlamur ağaçları görülür. Yalova'daki ormanlardan çevrenin odun ve kereste ihtiyacı karşılanmaktadır.
Yalova il sınırları ekolojik çeşitliliği kadar etnik ve kültürel çeşitliliğiyle de zenginlik göstermektedir. Anadolu'nun her yanından aldığı göçlerle hem inançsal hem de dilsel çeşitliliği artmıştır. İl genelinde Türkçe'den başka Pomakça, Avarca, Çerkesçe, Lazca, Gürcüce, Dargice, Kürtçe, Boşnakça, Tatarca/Karaçayca konuşan etnik grupların yerleşimleri bulunmaktadır. Ayrıca İzel, Şebnem Ferah, İbrahim Kutluay, Mehmet Okur gibi ünlü isimler Yalova doğumludur.
Yalova Adının Kaynağı
Yerleşmenin Antik Çağ’daki adı tam olarak bilinmemekle birlikte Pylai (Bugünkü Hersek Köyü ) ve Termal kaplıcalarının o zamanki adı olan Pythia adları birleştirilerek havalinin ortak adı PYLOPYTHİA adını kullandığı sanılmaktadır. Daha sonraki kaynaklarda XENODOCHION adına rastlanmaktadır. 15. ve 16.yy. tarihçileri ise bu yöre için Yalakova adını kullanmışlardır. Bölgeye Yalakabad da denmiştir. 16.yy. tarihçilerinden bazıları, Yalakova adının İzmit ve Yalova’ya egemen olan ve İstanbul tekfuru ile ilişkisi bulunan Yalakonya adında bir kadının adıyla bağlantılı olduğu görüşündedirler. Evliya Çelebi Kara Yalvaçoğlu tarafından fethedilen havalinin Kara Yalovaç olarak adlandırıldığını yazmıştır. Yalıova olan bu adın zamanla ( -ı) harfinin düştüğü ve Yalova olarak söylendiği bilinmektedir. Atatürk’ün davranışı da , bu iddiayı doğrular görünümdedir. Atatürk , Türk Tarihi ile ilgili olarak Yalova’yaptığı bir çalışmanın altını imzalarken , 16 / 17 .8.1931 tarihini yazmış ve altına : ( YALİ OVA / YALOVA ) DİYE NOT DÜŞMÜŞTÜR.
Genel Tarihi :
Antik Çağ’da adı XENODOCHION olan yerleşme hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Yalova’nın tek başına tarihini ortaya çıkarmak mümkün olmamıştır. Prehistorik çağda bu bölgede Anadolu kavimleri yaşamıştır. Buluntulardan edinilen varsayımlara göre Yalova Prehistorik çağda bir geçit yeridir. Bu bölgede M.Ö.1200 yılında Frigler, M.Ö. 700 yıllarında Bithynler egemen olmuştur. Bizanslılardan sonra bir süre Selçukluların yönetimine giren kasaba, Haçlı Seferleri Sırasında yakılıp yıkıldı. Osman Bey’in komutanlarından Yalvaçoğlunca ele geçirilen yöre Yalakabad adını aldı. 1867′de Hüdavendigar ( Bursa ) Vilayet Merkez Sancağı’na bağlı bir kaza iken, 1901′de bağımsız İzmit Sancağı’na bağlandı. Atatürk’ün isteği üzerine 1930′da İstanbul İlçeleri arasına katılan Yalova, 6 Haziran 1995′de İl merkezi olmuştur. Merkez İlçeye bağlı 12 köy bulunmaktadır. Altınova İlçesi: Kocaeli İli Karamürsel İlçesi’nin bir bucak merkezi olan Altınova 1987′de belediye teşkilatı olmuş, Haziran l995′de ise İlçe Merkezi olarak Yalova İli’ne bağlanmıştır. İlçeye bağlı 16 köy bulunmaktadır. Altınova’da bulunan Helenopolis ( H) Konstantin tarafından kurulan önemli bir yerleşme merkezidir. Konstantin, annesi Helena’nın adına buraya Helenopolis adını vermiştir. Justiniaus devrinde Roma İmparatorluğu’nun merkezi İstanbul’a taşındıktan sonra Helenopolis İstanbul- İznik yolu üzerinde bulunduğu için çok önem kazanmıştır.
Akarsular:
Yalova’daki en önemli akarsular, kaynağını Samanlı Dağları’ndan alır. Gemlik ilçesi sınırları içinde, uzunluğu 40 km, debisi 3943 km/sn ve yıllık su hacmi 120.000.000 metreküp olan Selimandra deresi doğmaktadır. Dereağzı denilen yerden Samanlı deresi adını alarak denize dökülür. En geniş ve en uzun akarsudur. Bol su taşır. Nacaklı deresi bölümünde ormanlar arasında Sudüşen mevkiinde 30 metrekarelik bir şelale bulunur. Altınova ilçesinde, Hersek deltasının oluşmasını sağlayan Yalakdere bulunmaktadır. Diğer önemli akarsular; Kocadere deresi, Karpuz dere, Samanlı deresi, Safran deresi, Balaban deresi, Elmalık deresi, Sultaniye deresi ve Kılıç deresidir.
Denizler:
Yalova ilinin kuzeyinden güneybatısına kadar olan sınırları Marmara Denizi ile çevrilmiştir. Kıyılar girintili-çıkıntılı bir özellik göstermez. Sahil şeridi dar olmakla birlikte, doğal plaj özellikleri göstermektedir. Yalova ili kıyıları kumsal, sadece Çınarcık ve Esenköy sahilleri çakıltaşlıdır.
Göller:
Yalova’nın tek doğal gölü Kocadere beldesinin güneyindeki Delmece Yaylası civarında bulunan ve Dipsiz Göl adıyla bilinen krater gölüdür. Bunun dışında Termal ilçesinde Gökçe Baraj Gölü bulunmaktadır.
Yaylalar:
İlin en önemli yaylası, Kocadere ve Teşvikiye beldelerinin güneyinde yer alan Delmece Yaylası’dır. Bu yayla çam ormanlarıyla kaplıdır. Delmece Yaylası’na Teşvikiye’den ayrılan toprak yolla ulaşılabilir.
Süs Bitkileri Yetiştiriciliği:
Yalova’daki süs bitkileri üreticiliği, ülke genelinde önem taşımaktadır. Ülkede üretilen kesme çiçeklerin % 20′den fazlasını Yalova karşılamaktadır.
Süs bitkileri yetiştiriciliği; salon ve süs bitkileri, bahçe ve çevre düzenlemesinde kullanılan ağaçlar, soğanlı ve rizomlu süs bitkileri, kesme çiçek olmak üzere dört kısımda toplanır.
Yalova’da halkın önemli bir kısmı geçimini çiçekçilikten sağlamaktadır. Akköy, Koruköy, Kadıköy, Samanlı, Hacımehmet, Laledere, Safran, Elmalık, Kazimiye, Taşköprü ve Çiftlikköy’de yaygın bir şekilde çiçekçilik yapılmaktadır.
Kesme çiçek üretimi ağırlıklı olarak başta Kadıköy merkez olmak üzere Elmalık Yolu, Elmalık Köyü, Kazimiye, Çiftlikköy, Laledere ve Hacımehmet köylerinde yapılmaktadır.
Saksı çiçek üretimi ise; Yalova merkez, Altınova ve Taşköprü’de gerçekleştirilmektedir. Yalova’da yetiştirilen süs bitkileri ülkenin her yerine pazarlandığı gibi, yurt dışına da ihracatı yapılmaktadır. Yalova’da Taşköprü Üretim Tesisleri, ihracat mezatıdır. Mayıs ayından Ekim ayına kadar kesme çiçek ihracatı yapılmaktadır.
Genellikle karanfil birinci sıradadır. Kesme çiçek üretiminde İzmir’den sonra Yalova gelmektedir. Yalova Antalya iliyle bu konuda başabaş gitmektedir. Yalova aynı zamanda Türkiye’yi yaz aylarında besleyen tek ildir. Kesme çiçek, Yalova’dan nakliye organizasyonu ile tüm il borsalarına gönderilmektedir.
Saksı çiçekciliği ve dış mekan çiçekçiliği ile Yalova bir numara olup, ilde bulunan Gardenia Çiçekçilik Kuruluşu, dış mekan ve peyzaj da ilk sırayı almaktadır.
Çiçek ve Yalova:
Çiçek Yalova’nın simgesidir.
Türkiye’de çiçek üretimi ilk kez Yalova’da başlamıştır.
Türkiye’nin çiçek üzeritimin % 85′i halen Yalova’da gerçekleşmektedir.
Turizm:
Yalova, her mevsim turizm olaylarının yaşanabildiği, Termal turizmi, kıyı turizmi, av turizmi, spor amaçlı doğa turizmi (Trekking, Hikking, Biking, zıpkınla dalma, kıyı turizmi), kamp-karavan turizmi, günübirlik turizm, sosyal turizm (gençlik turizmi, üçüncü yaş turizmi, av turizmi, kara avcılığı, deniz avcılığı) imkanlarına sahiptir. Özellikle dünyaca ünlü Termal ve Armutlu kaplıcaları Türkiye’nin birinci derecede öncelikli kaplıcaları olmaları sebebiyle Yalova için çok önemli turizm kaynaklarını oluştururlar.
Arıcılık:
Yalova’nın iklim ve bitki zenginliği yönünden arıcılık için uygunluğu, gelecek nesillerde de sürdürülebilir en önemli avantajlarından birisidir.
Ihlamur, kestane, böğürtlen, kekik, akasya, karabaş otu Yalova’nın bitki örtüsünün zenginliğini ortaya koymaktadır.
Bu zenginlik, arı ürünleri içerisinde doğal vitamin ve protein kaynağı polenin değerini de arttırmaktadır.
Görülecek Yerler:
Yürüyen Köşk:
İşte “Ağacın dalını kesmeyin, köşkü kaydırın.” cümlesinin kurulduğu efsanevi yer. Evet, kulağa ilk başta bir efsane gibi gelse de, Atatürk tarafından bu emrin verildiği gerçektir ve hayata da geçirilmiştir. Bir ağacın dallarını kesmekle meşgul olan bahçıvanı gören Mustafa Kemal, bahçıvana neden böyle yaptığını sorar. Sebebinin ağacın dallarının köşkün duvarına dayandığını öğrenen lider, ağaca ve yeşile olan saygısının bir nişanesi olarak meşhur “Köşkü kaydırın.” emrini verir. Dönemin şartlarına göre oldukça ütopik bir istekmiş gibi görünmesine rağmen, bu emir uygulanır ve köşkün altına yerleştirilen raylar ile yaklaşık 5 metre kaydırılır
Kara Kilise:
Çiftlikköy ilçesinde yer alan Kara Kilise, Doğu Roma zamanlarından kalma bir yapı olması sebebiyle Yalova’nın tarihine ışık tutan en önemli yapılardan biri. Aslında yapımı Bizans Dönemi’ne kadar uzansa da, ilk kayıtlar Roma Dönemi’ne rastlamakta.
İlk yapıldığında Roma'ya ait bir su yapısı olan, Bizans döneminde ise kiliseye çevrilen Kara Kilise, Yalova'nın Çiftlikköy ilçesinde bulunmaktadır.
Sahil Mahallesi'nde yer alan yapı, il merkezine 3 kilometrelik bir mesafededir. Diğer kiliselerden farklı yönlere doğru uzanır. Yönü kuzey-güney eksenindedir.
Dipsiz Göl:
Yalova’nın tek doğal gölü Kocadere beldesinin güneyindeki Delmece Yaylası civarında bulunan ve Dipsiz Göl adıyla bilinen krater gölüdür.
Sudüşen Şelalesi:
Yalova ilinin termal ilçesi Üvezpınar köyü sınırları içinde bulunan Su düşen şelalesi seyredenleri kendine hayran bırakıyor. Yalova ilinden tamamen asfalt bir yoldan geçilerek şelaleye varılıyor. Sudüşen şelalesine, Samanlı Dağları’nın eteğinde ki Haydariye köyü ile Üvezpınar arasında ki vadiyi süsleyen dere yatağından ulaşılıyor. Nacaklı deresi üzerinde bulunan Sudüşen şelalesinden başka bölgede irili ufaklı bir çok şelale yer alıyor.
Erikli Yaylası:
Yalovanın, çınarcık ilçesinin Teşvikiye KÖyü çevresinde bulunan erikli yaylası haftasonu yeşil bir gün geçirmek isteyenlere uygun bir tercihtir. Yayla denizden yaklaşık 600 metre yüksekliktedir. Bölgede gezerken Meşe, Kestane, Karaağaç, Ihlamur, GÖknar, Gürgen, elma ağaçlarını görebilirsiniz.
Erikli Şelalelerini mutlaka görmelisiniz. Yükselen iki basamak halinde olan şelalelerden ilk gördüğünüz küçük olandır. Daha ileri devam edildiğinde asıl büyük olan yaklaşık 10 m. den dökülen şelaleye ulaşabilirsiniz. Yaz aylarında yaylada kalan hayvancılıkla uğraşan insanlar vardır. Bu yüzden Yürüyüş yolunda karşınıza bir inek çıkarsa şaşırmayın. Şelalelerin altındaki gölette yüzebilirsiniz. Suyun soğuk olmasından dolayı ancak, yazın en sıcak zamanlarında yüzebileceğinizi hatırlatalım. Yürüyüş yollarında sürekli derelerden geçeceğiniz için ayaklarınız ıslanabilir. Bu yüzden yedek ayakkabı çorap vb eşyalar almanızda fayda var.
İsmi yayla olmakla beraber aslında denizden çok yüksek olmayan bir düzlük diyebiliriz.
Delmece Yaylası:
Delmece Yaylası Çınarcık İlçesi’ne bağlı Teşvikiye Beldesinden çıkılan ve sahilden 17 km içeride, tamamı asfalt yol olan ve çok geniş düzlük bir alanı kaplayan, eşsiz doğal güzelliklere sahiptir.
Bu büyük alanda çam, meşe, kestane ve ıhlamur ağaçlarından oluşan çeşitli ağaç türlerinin, yakın çevresinde şelalelerin ve “dipsiz göl” olarak bilinen derin bir krater gölünün bulunduğu doğa harikası’nın yanı sıra “şifalı su” diye bilinen birde içme su kaynağı vardır.
Ayrıca Teşvikiye beldesi’nde bulunan Delmece Yaylası doğal yürüyüş parkurları ile farklı doğal güzellikleri yaşayarak ulaşabileceğiniz seçenekler sunması bakımından çok ilgi çekicidir. Delmece Yaylası alanı 400 dönüm olup, üzerinde 60 hane ahşap ve 20 hane kargır bina bulunmaktadır.
Görseller sırasıyla: Dipsiz Göl - Delmece Yaylası - Erikli Yaylası - Kara Kilise - Sudüşen Şelalesi ve Yürüyen Köşk.
0 notes
gokhanerturkey · 5 years
Text
Tumblr media
“Psikolojik savaş” ve “algı operasyonu”
ASAM Kendir Enstitüsü kurucusu Yalçın Koçak korona virüsü için kenevirin çözüm olabileceğini söyledi. Geçen gün birlikte Tekirdağ’a gittik, Vali bey ve rektör beyle bu konuyu konuştuk. Korona konusu gündeme oturunca da bir basın açıklaması yaptı.
Koronadan açıklanan en baba rakamla ölü sayısı kaç, hadi 4000 de. Peki aynı sürede bulaşıcı diğer hastalıklardan ölen insan sayısı 2.477.777. Sadece kanserden ölen insan sayısı 1.567.573. Ölüm sebebi olarak sigara gösterilen 954.149. Düşükten ölen çocuk sayısı 8.111.566. Doğum sırasında ölen anne sayısı 58.995. Bakın bugün dünyamızda günde 3.014 kişi veremden ölüyor. Zatürreden 2216, Hepatit B’den ölen insan sayısı 2430. AIDS’den ölüm 2110, sıtmadan ölen 2002 kişi. Şu her gün yediğimiz şekerin sebeb olduğu hastalıktan ölenlerin sayısı koronadan ölenden çok çok daha fazla.
Türkiye’de 2009-2018 yılları arasında, 12 milyon trafik kazası meydana geldi. Yaşanan kazalarda 52 bin 95 kişi yaşamını kaybederken, 2 milyon 694 bin kişi yaralandı.
Trafik kazalarında dünyada her yıl yaklaşık 1.250.000 kişi hayatını kaybediyor ve dünyada her yıl trafik kazalarında yaralanan kişilerin sayısı 20 ile 50 milyon arasında. Ve bir sürü engelli. Dünya genelinde her 100 bin kişinin 18,2’si trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Bu rakam, 24 saniyede bir kişinin ve günde yaklaşık 3 bin 700 kişinin trafik kazalarında öldüğüne tekabül ediyor.
Ölümlü kazalardaki 5 ana risk faktörü ise hız, alkol, kask kullanmamak, emniyet kemeri takmamak ve çocuk koltuğu bulundurmamak olarak öne çıkıyor. Gerçek bu iken çoğu kimse alkolden vazgeçmiyor, motosikletliler kask takmıyor, yolcular da kemer takmıyor.
Peki ne oldu da, virüs bulaşanların %3’e yakını hayatını kaybederken, tüm dünyada 3 ayda 3000 kişinin hayatını kaybettiği bir olay dünya genelinde böyle büyük bir paniğe sebeb oldu?
Ya biri bize yalan söylüyor, yahut binlerle değil, yüzbinlerle, milyonlarla ifade edilmesi gerek. Ya salgının devamı halinde dünya çok büyük bir tehdit altında, ya da psikolojik bir harp taktiği olarak bir algı operasyonu yapılıyor. Dünya nüfusuna ilişkin Faşist New Malthus’cular devrede ve dünya nüfusunu 8 milyar seviyesinden 500 milyon seviyesine çekmek için bir algı operasyonu yapılıyorsa, o zaman iddia edildiği gibi, bu korku salan yaygaranın ardından aşısını bulduk diye, dünyayı kısırlaştırmak için bir operasyona mı hazırlanıyorlar!. Bu mikrop ekonomik ve siyasi bir operasyon için malzeme olarak mı kullanılıyor.
Bu konuyu İstanbul sözleşmesi, CEDAW, Yeni Malthus’çu akım ve Yeni Freud’çu akım, LBGT ile birlikte düşünmek gerek. Bu anlamda dünyamız bu lobilerin çok yönlü saldırısı altında olduğunu da unutmayalım. Biz Müslümanız. Bu iddiaların gerçek olup olmaması bir yana, bir Allah’ın emaneti olan can’ı korumak için dikkatli olacağız. Temizliğe dikkat edeceğiz. Mikroptan uzaklaşacağız ve mikrobu kendimizden uzaklaştıracağız.
Bunun için buyurun size bir reçete: Yurtdışından getirebiliyorsanız, ya da üniversitelerde ARGE’si yapılan kenevir ürünü THC ve CBD’den ürün bulabilirseniz kullanın. Saf kenevir yağı da faydalı olur, ama bulabilirseniz. Erbakan haşhaş konusunda Amerika’nın dayatmasına direnmişti. Bakalım AK Parti kenevir konusunda CBD-THC karşıtlarına karşı direnebilecek mi? Çam reçinesinden sprey işe yarayabilir. Özellikle gece öksürüklerinde. Kekik yağından buhur da önemli. Her yemekten sonra tuzlu su ya da sirkeli-limonlu suyla gargara ve ardından 2-3 karanfil. Boğazından başlayarak bağır aşağı okaliptüs ya da kekik yağı. Limonata, bal, limon, sirke, nane, kekik, el blendirinde çekip miks edecek. Sabah akşam 1 bardak içecek. Sabah kara çörek otu yağı bir tatlı kaşığı. Sabah bir kaşık susam yağı, soğuk sıkım kepeksiz. Sabah bir kaşık keçiboynuzu pekmezi. Sabah bir bardak meyan şerbeti. Normal çayın demi, parmağı yakmayacak sıcaklıkta buruna birkaç defa çekilecek Sinüziti temizlemek için. Öz savunma mekanizmasını güçlendirmek için her sabah aç karnına, bir avuç tuzsuz, kavrulmamış, kabuklu kabak çekirdeğinin içi çıkartılıp yenecek. Beyinli kelle paça, bir gün durup bir gün, kekikli biberli, sarımsaklı. Haftada bir tuz odası, derin nefes alarak/ özellikle gece öksürüğü ve boğazdaki hırlama ve nefes darlığı için. Biz üzerimize düşeni yapalım. Bu arada, kader, rızık, ecel neyse o. Ecel gelmişse başağrısı bahane.
Bakıyorum da, adam bir piyango alıyor, büyük ikramiyenin kendine çıkacağını hayal ediyor. Korona virüsü geliyor, sokağa adım atmaya korkuyor, çünkü hemen ölüverecek. Bakın Ecel gelmişse sizi kimse yaşatamaz, gelmemişse sizi kimse öldüremez. Bahanesi, sebebi ne olursa olsun, ecel yazılmışsa gideriz. Dikkatli ve tedbirli olmak ayrı bir şey ama işi korkuya ve paniğe dönüştürmek başka bir şey. Hastalıktan önce bu korku ve panik, toplum, ülke ölçeğinde ölüm kadar olmasa da çok vahim sonuçlara sebep olabilir. Önümde Koçak’ın basın açıklaması var, başka bilgiler var. Durum ortada: 24 saniyede bir kişinin ve günde yaklaşık 3 bin 700 kişinin trafik kazalarında öldüğünü biliyoruz, ama böyle bir korku ve panik yaşamıyoruz. Ölüm sebepleri belli iken, çok ucuz, bedava, basit tedbirleri bile almıyoruz. Sigaradan da vazgeçmiyoruz mesela, şekerden de. Şeker “en tatlı ölüm” vesilesidir. Şimdi size tuzla gargara tavsiye ediyoruz, ama şekeri değil tuzu yasaklıyoruz, Esrar bahanesi ile mesela Solvent, Tiner, Aseton’u yasaklamazken THC ve CBD’yi yasaklar gibi. Ben o kimyasallar da yasaklansın demiyorum ama, onlar da uyuşturucu olarak kullanılabiliyor. Mesela rafine edilmemiş saf tuzu insan ihtiyacından fazla almaz. Ama bizim batı tıbbına kafayı takmış sağlıkçılar düşünmezler ki, kuzey halkları fazla terlemez ve onlar tatlı su değil maden suyu içerler ve bu yoldan aldıkları tuz bizim doğrudan aldığımız tuzdan fazladır. Biz tuz açlığımızı ise tuzlu ayran, şalgam suyu, turşu suyu ile gideririz. Ama bizim bakanlık tuzu yasaklar, şeker serbest! Taşları toprağa bağlar, köpekleri sokağa salarlar. Otomobilde kemer takma zahmetine bile katlanmayanlar hemen suratlarına maske takıp dolaşmaya başladılar. Ama çoğu hâlâ yediklerine, içtiklerine dikkat etmiyor. O yiyip içtiğiniz marka yiyecek içecekler, paketlenmiş endüstriyel gıdaların sebeb olduğu ölüm vakaları Korona’dan çok çok daha fazla, ama kime anlatacaksın. Hem de “Helal” sertifikalı!
Bakın biraz da bu tıp, bu ilaç sanayii hasta ediyor. Her şeyi ile yanlış değil bu sektör, ama bu piyasa kendine bağımlı müşteri arayışı içinde. Hasta edenler de bunlar, tedavi bahanesi ile sömürenler de. Bu kanlı bir piyasa. Belki bu korona bu vesile ile bazı konuları yeniden konuşmak ve bir bilinç oluşturmak için iyi bir vesile olabilir. Bir musibet, bin nasihattan iyidir çünkü. Bu musibetten bari böyle bir kazanım elde edelim. Kenevirimizi bu “yasak lobisi”nin elinden kurtaralım, illegal ekimlerden elde edilen kenevirleri yed-i emin olarak TİGEM’e, üniversitelere, bu maksatla kurulmuş Kooperatiflere ve işletmelere verelim de ülke bu tür krizlerde toplum sağlığı için batının himayesine muhtaç olmadan kendi imkan sahibi olsun.
Koçak’ın bu konu ile ilgili taleplerine gelince; Batılılar ellerinde çantalarla dünyayı dolaşıp kenevir ekecek alanları kiralarken, yerli yatırımcılarımızın teşvik edilmesi yerine engellenmesi kabul edilemez. Gümrüklerde bekletilen tohumlara ihtiyacımız var. Korona aşısı 6 ay ister diyorlar. Nisan’da daha fazla alana kenevir ekerek 4 ay sonra ki hasatla Türkiye bu alanda kendi öz kaynaklarından bu salgınlara karşı güçlü bir bariyer oluşturabilir. Bunun için bir an önce başta Tekirdağ ve Sakarya olmak üzere ekim alanlarının genişletilmesi, gümrükte bekleyen tohumların ithaline engel olunmaması, başta TİGEM ve üniversiteler olarak yeni ekim alanlarının belirlenmesi, THC ve CBD ile ilgili tahditlerin kaldırılarak tarımsal denetimin TİGEM’e, tıbbi üretim ve denetim için, Sağlık Bakanlığı ve SGK’nın yetkilendirilmesini, endüstriyel alanda Sanayi Bakanlığının tarımsal alanda Tarım Bakanlığı, çevre yönü ile Şehircilik Bakanlığının yetkilendirilmesi ve bu bakanlıkların politika kurullarının bu anlamda hızla yeni kararlar alarak yönetmelik, genelge ve kararnamelerin bu yönde ıslahı gerek. Neyse, bugünlük de bu kadar. Korku ve panik yok. Yalan haberlere itibar yok. Dikkat ve tedbir var. Selâm ve dua ile.
14 Mart 2020
0 notes
tuketicielektronigi · 5 years
Text
Sony'nin PS5'i Getirebileceği Etkinlikler ... E3 Dışında
Tumblr media
Olaylar Sony PS5 getirebilir ... E3 Taipei Game Show dışında PAX Doğu / Batı, Tokyo Game Show, PlayStation Deneyimi dönüş? Sony, ikinci yıl üst üste E3 2020'ye katılmayacağını (ve PlayStation 5'in 2020 sonbahar tarihi için getirilmeyeceğini) açıkladı. Ancak Sony, bunun "dünya çapında yüzlerce tüketici etkinliğine katılacağını" belirtti. Bunlar başka hangi olaylar olabilir? Hadi bir bakalım. Sony, geçmişte Taipei Oyun Şovuna katılmıştı ve 6 - 9 Şubat tarihleri ​​arasında en yeni başlıklarından bazılarını bir kez daha gösterecek. Elden Ring de dahil olmak üzere gösterilerinin çoğunu zaten açıkladı, bu yüzden bizim için çok yakında olabilir PlayStation 5 ile ilgili bir şey görmek için. PAX East 27 Şubat - 1 Mart tarihleri ​​arasında gerçekleşiyor ve Sony'nin genellikle orada bir varlığı var. Şubat, PlayStation 4'ün 2013 yılının Şubat ayında tanıtıldığı için PlayStation 5'in ortaya çıkması için iyi bir zaman olabilir ve PAX East, en azından video göstermek veya hatta dünyanın görmesi için camın arkasında bir konsola sahip olmak için iyi bir etkinlik olabilir. PAX West genellikle Ağustos ayının sonuna yaklaşır ve PAX East gibi Sony de Seattle etkinliğine katılmaya devam etti. Tokyo Game Show, Sony için her zaman büyük bir etkinlik olmuştur ve 24-27 Eylül tarihleri ​​arasında gerçekleşmesi ile, Tatil tarihi başlamadan önce Japon izleyicilere pazarlanmak için iyi bir yer olabilir. Paris Oyunlar Haftası, Sony'nin büyük bir geçmişe sahip olduğu bir başka etkinlik. Bu yılki etkinlik 23-27 Ekim tarihleri ​​arasında ve PlayStation 5'i dünyaya sunulmadan önce göstermek için iyi bir zaman olabilir. Şimdi, Sony "yüzlerce" tüketici etkinliğinden bahsetti, bu da Sony'nin yıl boyunca etkinliklere ev sahipliği yapmayı planladığı anlamına gelebilir. 2017'den beri bir gösteri görmemiş olan PlayStation Experience'ın geri dönüşünü görebilir miyiz? PlayStation otobüslerini kullanacaklar mı yoksa dünyadaki şehirlerde diğer pop-up etkinliklerine ev sahipliği yapacaklar mı? Sadece zaman gösterecek. Bir şey açık, Sony'nin PlayStation 5 için bir planı var ve bir zamanlar tüm video oyunları için yılın merkezi olan E3'ü içermiyor. PlayStation 5 hakkında daha fazla bilgi için resmi logosuna bakın, onaylanmış tüm PS5 oyunları listemize ve PlayStation 5 ile Xbox Series X karşılaştırmamıza bakın. Bizim için bir ipucu var mı? Olası bir hikayeyi tartışmak ister misiniz? Lütfen [email protected] adresine bir e-posta gönderin. Adam Bankhurst, IGN için bir haber yazarıdır. Onu Twitter'da @AdamBankhurst ve Twitch üzerinden takip edebilirsiniz. Bu makalede PlayStation 5 PlayStation 5 Platformları reklamı
0 notes
muceddid · 5 years
Photo
Tumblr media
بسم الله الرحمن الرحيم Eser: Quran, Hadis, @askveilim kasidesi Havass: Muceddid ismi ve Üzeyr Sırrı Meknun; Nüzulde 26. Hurufu Mukattaat; 30Rum1; ELM الٓمٓ Açılımı الم: المائة ELM: ELMiet Mecrun: Her yüz yılın başında basedilen müceddidler. * Her yüz yılın başında basedilen müceddidler: ✓1- Hz. Ali 2- Caferı Sadık 3- Buhari 4- Eşari 5- Gazali 6- Geylani 7- Mevlana 8- Şahı Nakşibend 9- Fatih Sultan 10- İmam Suyuti 11- İmamı Rabbani 12- Şah Veliyullah 13- Mevlana Halid ✓14- Şahı Nur ✓15- @RTErdogan 16- Mehdi. * www.muceddid.tumblr.com www.30elm26.tumblr.com Son Güncelleme 20 Ağustos 2019 00:05 21 Ekim 2019 14:38√ * بسم الله الرحمن الرحيم Quran'ın/ 113 surenin başlangıç cümlesi olan BismillahirRehmanirRehîm 19 harften oluşur; ilk harf B noktalı yani nokta ilmi harfi... geri kalan 9'u Hurufu Mukattaat harfleri (olmak üzere tekrarsız 10 harftir.., onun için cewşen onar isimdir…) * Besmelede üç isim bulunur; Allah, Rahman, Rahim... ikincisi hem İlahi isim hem üç ayrı mukattaat harfleri الٓرٰ حٰمٓ نٓ ELR HM N ve hem açılım الر : الرحمن ELR: ELReHMaN. Yani kelime kısaltmaları olan Hurufu Mukattaat'ların açılımı vardır... www.40hm16.tumblr.com * Besmeledeki 3. isim Rahim, Quran'da hem Allah hem AllahResulü Muhammed için geçer…; yani 30 Hurufu Mukattaat'ın havassı 30 İlahi isim... ve Quran'da ismi/bahsi geçen 30 Peygamberdir...; Buradaki konu ile ilgili havass Muceddid ismi ve Üzeyr'dir. * Üzeyr, Sur gibi yıkılmış bir yerleşim yerine uğrar ve 2Q259. ayette geçtiği gibi فَاَمَاتَهُ اللهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ Allah onu yüz öldürür, sonra baseder. İşte heryüz yılda basedilen müceddid ile ilgili hadis bu ayete uygun ve Quran'daki kaynağı bu ayet olmalı. www.31elm15.tumblr.com * Allah Cedid ismiyle yeni halk getirir. Müceddid ismiyle Kitablar ve Nebiler ile tecdidde bulunur. Hem hadiste geçer ki اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْاُمَّةِ عَلٰى رَاْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا Allah bu ümmete her yüzyılın başında dinin müceddidi baseder. * Ustad Seyyid Kadri Dîwana İrfan @askveilim #22d61: صَاحِبِى عِلْمِى خُدَا يَه اَزْ چِه بِيژِمْ نُقْطَه بَا يَه اِبْنِى عَمِّى مُصْطَفٰى يَه هَمْ مُجَدِّدْ شَهْسُوَارْ Allah ilminin sahibidir Ne diyeyim ba noktasıdır Mustafanın amcası oğludur Hem müceddid şahsuvar. www.askveilim.tumblr.com * Ustad Seyyid Kadri, Meleklerin bildirdiğine göre Allah katında çok makbul bir @askveilim olan kasidede Hz. Ali'nin Müceddid olduğunu belirtir. Aslında Hemîd-Mecîd türünden ve Cedîd ile kökü aynı olan Müccedid, İlahi isimlerdendir جديد\مجدد حميد\محمد Cedîd/Muceddid Hemîd/Muhemmid. * * Hz. Ali, İlk müslümanlardan Vahyi katibi İlmin kapısı Ba noktası Kaleler fatihi Şura üyesi 4. Halife Mutlak imam Talut gibi 313'leri olan Ehli beytin ilk imamı Hak üzere olan taifenin lideri Tarikatta silsile başı Eseri: Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut Kasidesi. www.celcelut.tumblr.com * Şahı Nur (Seyyid Muhammed Ali Hüsammeddin), Dîwana İrfan: İsa Yahya Zülkifl Musamız. Gavsı geylani Ali Şahı buhara Ali İmamı Rabbani Ali Hazreti Mevlana Ali Halifeler tacı Ali Adnan vekili Devranın sultanı Alimler sütunu İlmi ledün üstadı Kalblerin merhemi İns ve cin şeyhi. www.SahiNur.tumblr.com www.diwanairfan.tumblr.com www.ihsanyolu.tumblr.com * @RTErdogan (Receb Tayyib Erdoğan), İstanbul Belediye Başkanı Başbakan Cumhurbaşkanı İmaman Nuceba Şair (26Q227) Süleyman gibi arza varis salihlerden (21Q105) Hak üzere olan taifenin lideri Kaleler fatihi. Vahşilerin bastığı yeri tamir eden Talut gibi 313'leri olan. www.45hm22.tumblr.com www.20th7.tumblr.com www.10elr11.tumblr.com www.46hm23.tumblr.com www.27ts9.tumblr.com * H1273=M1857 doğumlu 14. Müceddid Şahı Nur ile H1373=1954 doğumlu 15. Müceddid Tayyib arasında yüz yıl var. Tayyib hicri yüz yılın başında 1414'te/yüz yılı 14 geçe İstanbulu Fethederek Belediye Başkanı, Miladi yüz yılın başında 2003'te/yüz yılı 3 geçe Başbakan oldu. Hem tüm ümmetçe bilinen. * 15. Asrın Müceddidi Tayyibin yaptığı tecdid: Baş örtüsü serbestisi Okul derslerinde Quran okutulması... Orduda yemek duasında Tanrı yerine Allahımıza hamd olsun değişikliği Diyanet aracığı ile Kürdçe Meal, Kürdçe Dîwanların bastırması TRT'de Kürdçe Kanal serbestisi... * Şeyh Saidi idam eden, Tekkeleri kapatan Atatürk'ün, "Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz" ile Said Nursi'nin "Tarikat zamanı değil" sözü tebdildir ki Tekke ve Zaviyeler kanunu ile tecdid yapılabilir. * Tek partili dönemde CHP tarafından müzeye çevirilen Ayasofyayı kendisine bağlı olan Diyanet ibadete açarsa ve hem Diyanet mealleri, gözden geçirilip tahrif yerler düzeltilirse veya piyasadan toplatılırsa ki bunlar, 15. Asrın Müceddidi @RTErdogan'ın tecdidi olur... www.32elm25.tumblr.com * Buradaki listede, hadisin her yüz yılın başında...ifadesine uygun olarak toplamda 16 Müceddid ismi verilmiş ama başkaları 12+1 isim vermiştir ki hem eksik hem yanlıştır…: http://www.yeniasya.com.tr/suleyman-kosmene/on-iki-imam-ve-hazret-i-mehdi_210708 * Verdikleri ilk isim Ömer bin AbdülAziz'dir ki tecdidi Resulullahın okyanus kadar tecdidi yanında bir damla kadar bile olamaz. * 2. Müceddidi İmam Şafiiyi gösteriyorlar. Halbuki İmam Hanbelin hocası olan İmam Şafii, İmam Malikin talebesi o da Caferı Sadıkın talebesi. Netice olarak talebeleri olan dört mezheb imamları kurdukları mezheb dindeki tecdididir Caferı Sadıkın. * 13. Müceddid olarak gösterdikleri Said Nursinin yaşadığı asır 13. asır değil 14. asırdır. Son müceddid göstermeleri de Her yüzyılın başında diye hadisin ifadesine uymuyor. Çünkü şu an 15. asırdayız. Müceddid sayısı, asra göre 16 olmalı 12 Halife ile ilgili hadisteki sayı ile değil… * Said Nursi, Mevlana Halidden yüz yıl sonra dünyaya gelmiş ve Mevlana Halidin cübbesi ondaymış diye müceddidmiş. Peki Mevlana Halid de bir önceki müceddidden yani Şah Veliyullahı Dehleviden yüz yıl sonra mı doğmuş? * Bir önceki müceddidin yani Şah Veliyullahı Dehlevinin cübbesi ile mi müceddid olmuş? Her bir müceddid yüz yıl sonra doğmuş mu? Ve her biri cübbe ile mi müceddid olmuş? * Burada verilen listede de linki verilen listede de yer alan 4 müceddidin doğum tarihlerine bakıldığında hiçbiri bir diğerinden yüz yıl sonra doğmuş değil: İmam Suyuti 848 İmamı Rabbani 971 Şah Veliyullah 1114 Mevlana Halid 1193 * Hiçbir müceddidin demediğini müceddid olduğu iddia edilen Said Nursi Risale-i Nur’da defalarca “Tarikat zamanı değil” demiş. Bu bir tecdid değil tebdildir. Eğer tecdid ise Tekke ve Zaviyeleri kapatan Kâmal Atatürk de tecdide bulunmuş! * Cübbeli Ahmed de Şeyhinin müceddid olduğunu iddia eder ve tecididinin sakal bırakma olduğunu örnek gösterir… iş sakal bırkmaya kaldı ise sakal bırakmayan Said Nursi yandı… * 14. Müceddid Şahı Nur'un Asrında Mehmed Akif Ersoy'un İstiklal Marşı: "Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal" Süleyman Hilmi Tunahanın Quran öğretmesi, imam yetiştirmesi, Başbakan Adnan Menderes'in, CHP'nin Türkçe okuttuğu ezanı yeniden aslı gibi okutması tecdiddir. * Hüseyin Atay, Mustafa İslamoğlu gibi birçokların İman Esaslarının 6 değil 5'tir diyerek inkar ettikleri Kader Esasını isbat etmek tecdiddir. Reşad ve Edip Yüksel gibi 19cuların inkar ettikleri Beraet suresinin son iki ayetini 9Q128-129'un Quran'dan olduğunu isbat etmek tecdiddir. www.50q1.tumblr.com www.11elr12.tumblr.com * Bunları, Meleklerin müjdelediği @askveilim www.askveilim.tumblr.com ehli isbatlayacak inşaallah… O da 29 sure başlarındaki 30 Hurufu Mukattaat'ın الر كهيعص طس حم ق ن Saklı Sırrı ile... * .
0 notes
30elm26 · 5 years
Photo
Tumblr media
بسم الله الرحمن الرحيم Eser: Quran, Hadis, @askveilim kasidesi Havass: Muceddid ismi ve Üzeyr Sırrı Meknun; Nüzulde 26. Hurufu Mukattaat; 30Rum1; ELM الٓمٓ Açılımı الم: المائة ELM: ELMiet Mecrun: Her yüz yılın başında basedilen müceddidler. * Her yüz yılın başında basedilen müceddidler: ✓1- Hz. Ali 2- Caferı Sadık 3- Buhari 4- Eşari 5- Gazali 6- Geylani 7- Mevlana 8- Şahı Nakşibend 9- Fatih Sultan 10- İmam Suyuti 11- İmamı Rabbani 12- Şah Veliyullah 13- Mevlana Halid ✓14- Şahı Nur ✓15- @RTErdogan 16- Mehdi. * www.muceddid.tumblr.com www.30elm26.tumblr.com Son Güncelleme 20 Ağustos 2019 00:05 21 Ekim 2019 14:38√ * بسم الله الرحمن الرحيم Quran'ın/ 113 surenin başlangıç cümlesi olan BismillahirRehmanirRehîm 19 harften oluşur; ilk harf B noktalı yani nokta ilmi harfi... geri kalan 9'u Hurufu Mukattaat harfleri (olmak üzere tekrarsız 10 harftir.., onun için cewşen onar isimdir…) * Besmelede üç isim bulunur; Allah, Rahman, Rahim... ikincisi hem İlahi isim hem üç ayrı mukattaat harfleri الٓرٰ حٰمٓ نٓ ELR HM N ve hem açılım الر : الرحمن ELR: ELReHMaN. Yani kelime kısaltmaları olan Hurufu Mukattaat'ların açılımı vardır... www.40hm16.tumblr.com * Besmeledeki 3. isim Rahim, Quran'da hem Allah hem AllahResulü Muhammed için geçer…; yani 30 Hurufu Mukattaat'ın havassı 30 İlahi isim... ve Quran'da ismi/bahsi geçen 30 Peygamberdir...; Buradaki konu ile ilgili havass Muceddid ismi ve Üzeyr'dir. * Üzeyr, Sur gibi yıkılmış bir yerleşim yerine uğrar ve 2Q259. ayette geçtiği gibi فَاَمَاتَهُ اللهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ Allah onu yüz öldürür, sonra baseder. İşte heryüz yılda basedilen müceddid ile ilgili hadis bu ayete uygun ve Quran'daki kaynağı bu ayet olmalı. www.31elm15.tumblr.com * Allah Cedid ismiyle yeni halk getirir. Müceddid ismiyle Kitablar ve Nebiler ile tecdidde bulunur. Hem hadiste geçer ki اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْاُمَّةِ عَلٰى رَاْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا Allah bu ümmete her yüzyılın başında dinin müceddidi baseder. * Ustad Seyyid Kadri Dîwana İrfan @askveilim #22d61: صَاحِبِى عِلْمِى خُدَا يَه اَزْ چِه بِيژِمْ نُقْطَه بَا يَه اِبْنِى عَمِّى مُصْطَفٰى يَه هَمْ مُجَدِّدْ شَهْسُوَارْ Allah ilminin sahibidir Ne diyeyim ba noktasıdır Mustafanın amcası oğludur Hem müceddid şahsuvar. www.askveilim.tumblr.com * Ustad Seyyid Kadri, Meleklerin bildirdiğine göre Allah katında çok makbul bir @askveilim olan kasidede Hz. Ali'nin Müceddid olduğunu belirtir. Aslında Hemîd-Mecîd türünden ve Cedîd ile kökü aynı olan Müccedid, İlahi isimlerdendir جديد\مجدد حميد\محمد Cedîd/Muceddid Hemîd/Muhemmid. * * Hz. Ali, İlk müslümanlardan Vahyi katibi İlmin kapısı Ba noktası Kaleler fatihi Şura üyesi 4. Halife Mutlak imam Talut gibi 313'leri olan Ehli beytin ilk imamı Hak üzere olan taifenin lideri Tarikatta silsile başı Eseri: Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut Kasidesi. www.celcelut.tumblr.com * Şahı Nur (Seyyid Muhammed Ali Hüsammeddin), Dîwana İrfan: İsa Yahya Zülkifl Musamız. Gavsı geylani Ali Şahı buhara Ali İmamı Rabbani Ali Hazreti Mevlana Ali Halifeler tacı Ali Adnan vekili Devranın sultanı Alimler sütunu İlmi ledün üstadı Kalblerin merhemi İns ve cin şeyhi. www.SahiNur.tumblr.com www.diwanairfan.tumblr.com www.ihsanyolu.tumblr.com * @RTErdogan (Receb Tayyib Erdoğan), İstanbul Belediye Başkanı Başbakan Cumhurbaşkanı İmaman Nuceba Şair (26Q227) Süleyman gibi arza varis salihlerden (21Q105) Hak üzere olan taifenin lideri Kaleler fatihi. Vahşilerin bastığı yeri tamir eden Talut gibi 313'leri olan. www.45hm22.tumblr.com www.20th7.tumblr.com www.10elr11.tumblr.com www.46hm23.tumblr.com www.27ts9.tumblr.com * H1273=M1857 doğumlu 14. Müceddid Şahı Nur ile H1373=1954 doğumlu 15. Müceddid Tayyib arasında yüz yıl var. Tayyib hicri yüz yılın başında 1414'te/yüz yılı 14 geçe İstanbulu Fethederek Belediye Başkanı, Miladi yüz yılın başında 2003'te/yüz yılı 3 geçe Başbakan oldu. Hem tüm ümmetçe bilinen. * 15. Asrın Müceddidi Tayyibin yaptığı tecdid: Baş örtüsü serbestisi Okul derslerinde Quran okutulması... Orduda yemek duasında Tanrı yerine Allahımıza hamd olsun değişikliği Diyanet aracığı ile Kürdçe Meal, Kürdçe Dîwanların bastırması TRT'de Kürdçe Kanal serbestisi... * Şeyh Saidi idam eden, Tekkeleri kapatan Atatürk'ün, "Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz" ile Said Nursi'nin "Tarikat zamanı değil" sözü tebdildir ki Tekke ve Zaviyeler kanunu ile tecdid yapılabilir. * Tek partili dönemde CHP tarafından müzeye çevirilen Ayasofyayı kendisine bağlı olan Diyanet ibadete açarsa ve hem Diyanet mealleri, gözden geçirilip tahrif yerler düzeltilirse veya piyasadan toplatılırsa ki bunlar, 15. Asrın Müceddidi @RTErdogan'ın tecdidi olur... www.32elm25.tumblr.com * Buradaki listede, hadisin her yüz yılın başında...ifadesine uygun olarak toplamda 16 Müceddid ismi verilmiş ama başkaları 12+1 isim vermiştir ki hem eksik hem yanlıştır…: http://www.yeniasya.com.tr/suleyman-kosmene/on-iki-imam-ve-hazret-i-mehdi_210708 * Verdikleri ilk isim Ömer bin AbdülAziz'dir ki tecdidi Resulullahın okyanus kadar tecdidi yanında bir damla kadar bile olamaz. * 2. Müceddidi İmam Şafiiyi gösteriyorlar. Halbuki İmam Hanbelin hocası olan İmam Şafii, İmam Malikin talebesi o da Caferı Sadıkın talebesi. Netice olarak talebeleri olan dört mezheb imamları kurdukları mezheb dindeki tecdididir Caferı Sadıkın. * 13. Müceddid olarak gösterdikleri Said Nursinin yaşadığı asır 13. asır değil 14. asırdır. Son müceddid göstermeleri de Her yüzyılın başında diye hadisin ifadesine uymuyor. Çünkü şu an 15. asırdayız. Müceddid sayısı, asra göre 16 olmalı 12 Halife ile ilgili hadisteki sayı ile değil… * Said Nursi, Mevlana Halidden yüz yıl sonra dünyaya gelmiş ve Mevlana Halidin cübbesi ondaymış diye müceddidmiş. Peki Mevlana Halid de bir önceki müceddidden yani Şah Veliyullahı Dehleviden yüz yıl sonra mı doğmuş? * Bir önceki müceddidin yani Şah Veliyullahı Dehlevinin cübbesi ile mi müceddid olmuş? Her bir müceddid yüz yıl sonra doğmuş mu? Ve her biri cübbe ile mi müceddid olmuş? * Burada verilen listede de linki verilen listede de yer alan 4 müceddidin doğum tarihlerine bakıldığında hiçbiri bir diğerinden yüz yıl sonra doğmuş değil: İmam Suyuti 848 İmamı Rabbani 971 Şah Veliyullah 1114 Mevlana Halid 1193 * Hiçbir müceddidin demediğini müceddid olduğu iddia edilen Said Nursi Risale-i Nur’da defalarca “Tarikat zamanı değil” demiş. Bu bir tecdid değil tebdildir. Eğer tecdid ise Tekke ve Zaviyeleri kapatan Kâmal Atatürk de tecdide bulunmuş! * Cübbeli Ahmed de Şeyhinin müceddid olduğunu iddia eder ve tecididinin sakal bırakma olduğunu örnek gösterir… iş sakal bırkmaya kaldı ise sakal bırakmayan Said Nursi yandı… * 14. Müceddid Şahı Nur'un Asrında Mehmed Akif Ersoy'un İstiklal Marşı: "Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal" Süleyman Hilmi Tunahanın Quran öğretmesi, imam yetiştirmesi, Başbakan Adnan Menderes'in, CHP'nin Türkçe okuttuğu ezanı yeniden aslı gibi okutması tecdiddir. * Hüseyin Atay, Mustafa İslamoğlu gibi birçokların İman Esaslarının 6 değil 5'tir diyerek inkar ettikleri Kader Esasını isbat etmek tecdiddir. Reşad ve Edip Yüksel gibi 19cuların inkar ettikleri Beraet suresinin son iki ayetini 9Q128-129'un Quran'dan olduğunu isbat etmek tecdiddir. www.50q1.tumblr.com www.11elr12.tumblr.com * Bunları, Meleklerin müjdelediği @askveilim www.askveilim.tumblr.com ehli isbatlayacak inşaallah… O da 29 sure başlarındaki 30 Hurufu Mukattaat'ın الر كهيعص طس حم ق ن Saklı Sırrı ile... * .
0 notes
hayatayorumlar · 7 years
Photo
Tumblr media
Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede Laiklik savunucusu SHP PM üyesi, eski senatör ve milletvekili Doç. Dr. Bahriye Üçok, 27. ölüm yıldönümünde özlemle anılıyor.
Bombalı paket kargoyla geldi
Üçok, 6 Ekim Cumartesi günü, kargoyla Çankaya’daki evine gönderilen bombalı paketin elinde patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Saldırıyı, ‘İslami Hareket’ adlı örgüt üstlendi.
Gazetemize telefon eden bir kişi Üçok’u “tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden cezalandırdıklarını” söyledi. Üçok’un iki kol ve bir bacağının kopmasına yol açan bombanın İstanbul’dan özel Ekspres Kargo şirketi aracılığıyla gönderildiği ve paketteki iki kitabın içine yerleştirilmiş olduğu anlaşıldı. Üçok, saat 16.00 sıralarında evine döndüğünde, kargo şirketinden adına gönderilen bir paketin olduğunu bildiren notuyla karşılaştı. Kızı Kumru Üçok, kargodan paketi alarak eve getirdi ve girişteki pazar çantalarının yanına bıraktı. Kumru Üçok, patlamayı şöyle anlattı: “Paketi aldı. İçinden iki kitap çıktı. Kâğıtlara ulaştığında kitapları çıkarmakta zorluk çektiğini belirterek, ‘Bunu çok sarmışlar, içinde bir şey olmasın? Bunu ben dışarda açayım, sen uzak dur’ dedi. Ben aşağıya indiğimde arkasından patlama oldu.”
Aydın din bilgini
Bahriye Üçok 1919’da Trabzon’a doğdu. Yüksek öğrenimini Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Türk-İslam Tarihi Bölümü’nde tamamladı. 1964’te “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı teziyle doçentliğe yükseldi. Üçok, 1971 yılında Senatör seçildi. 5 yıl boyunca Cumhuriyet Senatosu Divan Üyeliği yaptı. 1977’de CHP’ye katıldı. 12 Eylül’den sonra kurulan Halkçı Parti’nin 1983’te kurucu üyesi oldu ve bu partiden Ordu milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 1986’dan itibaren Sosyal Demokrat Halkçı Parti üyesi oldu ve 1990 Eylül’ünde bu partinin Parti Meclisi Üyesi seçildi. Üçok katıldığı toplantılarda sık sık laiklik, kadın hakları ve irtica tehlikesi üzerinde durmuştu. Özellikle “Laiklik ve Kadın Hakları” üzerine yazıları ve söylemleri olan “Laikliğin Savunucusu İlahiyatçı” denilen aydın din bilginiydi. Öldürüldüğünde, SHP’nin hazırladığı “Laiklik Raporu”nun çalışmalarını yürütüyordu. Cinayeti işleyenler, azmettirenler ise aydınlatılamadı.
Mine Söğüt’ün 6 Ekim 2017 köşe yazısı da altta:
Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede
Muammer Aksoy, Çetin Emeç ve Turan Dursun’dan sonra; Uğur Mumcu ve Hrant Dink’ten önce... 6 Ekim 1990 tarihinde... Bir Bahriye Üçok öldürüldü bu ülkede. Cinayeti İslami Hareket Örgütü üstlendi. Cumhuriyet’i telefonla arayan kişi Üçok’un “Tesettür konusundaki düşünceleriyüzünden” cezalandırıldığını söyledi. Ve ekledi: “İslama sınır koyanları idam etmeyi borç biliriz.” Bugün orta yaşını ve yaşlılığını sürenler... Ne Bahriye Üçok öldürüldüğünde ne de öncesindeki ve sonrasındaki siyasi cinayetlerde öğrenmeleri gerekeni öğrenmediler; korkmaları gerekenden korkmadılar; görmeleri gerekenleri görmediler. Sanki her şey olağanmış gibi yaşamaya, tercihlerini ona göre yapmaya devam ettiler. Şu anda eğitimden hukuka, Meclis’ten sokağa dini politikaya alet edenlerin elinde ve dilinde oyuncak olan bu ülkede.. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ortacağ Türk-İslam Tarihi Bölümü’nü bitiren... Aynı zamanda Devlet Konservatuvarı Opera bölümüne de devam eden... On bir yıl lise öğretmenliği yaptıktan sonra 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne ilk kadın öğretim üyesi olarak giren... Politikayla uğraşan, milletvekilliği yapan, köşe yazıları, araştırma kitapları yazan... Ve hayatı boyunca yobazlığa savaş açıp kadın haklarını savunan; Dini çağdaş, gerçekçi ve hoşgörülü bir felsefeyle yorumlayan bir kadın ilahiyatçının... 1989’da televizyonda yapılan bir açık oturumda, “İslamda örtünmenin zorunluolmadığını” açıklamasından sonra yoğun tehditler almasının; Ve nihayetinde evine gönderilen bir bombalı paketle öldürülmesinin korkunç gölgesinin... Bir gün kendi çocuklarının üzerine bir kâbus gibi çökeceğini hesaplayamadılar. Başörtüsü sorununun inançla değil doğrudan siyasetle ilgili olduğunu ta en baştan söyleyen bir bilim insanının ne hayatından ne de ölümünden ders aldılar. Üçok’un kitaplarını, köşe yazılarını bulun okuyun. Kadınların kapanmasının İslam tarihindeki yerinden, Atatürk heykellerinin put denilerek kırılmasına... O yıllarda din derslerinde çocuklara öğretilenlerden, iktidar heveslilerinin şeriat özentiliğine kadar... Bugün bu ülkeyi tehdit eden ne varsa hepsi üzerine daha en baştan, tehlike henüz uzaktayken yazan, konuşan ve düşünen bir insan... Bundan çeyrek asır önce bu ülkede evine gönderilen bombalı bir paketle neden öldürüldü... çok net göreceksiniz. O öldürüldüğünde doğan çocuklar bugün 27 yaşındalar. O çocuklar ve onlardan sonra doğanlar belki de Üçok’un adını hiç duymadıkları... Bu cinayetin diğerler cinayetler gibi rejimi yıkmaya yönelik ilk adımların zeminini hazırladığını sezemedikleri... Kendi geleceklerini derinden etkileyen bu miladın anlamını düşünmeye hiç yönlendirilmedikleri için... Bugün bu kadar korunaksız ve savunmasızlar. Onlar... Eğer bu bilginin ışığında aydınlanan doğru bir refleksle büyüyebilselerdi... Geleceklerinin hangi tehditlerin hedefinde olduğunu net bir şekilde öğrenebilselerdi... Bu yaşadığımız ülke, hatta dünya... emin olun, şu an bambaşka bir yerdi. Hadi bari şimdi gidin anlatın çocuklarınıza. Bundan 27 yıl önce... Çok kıymetli bir Bahriye Üçok neden öldürüldü bu ülkede?
Tumblr media
3 notes · View notes