Tumgik
#Hadi 1900
bulutlarmiisalii · 2 years
Text
Geçen sene bir aileye dolu dolu aldığımız 2 koli için 600 TL gibi bir ücret ödedik.. Bu sene 1900 TL. Hadi biz şımaardık, abarttık 400 500 TL diyelim. 1400 1500 TL hak mı bu? Durumu olmayan hangi aile ulaşsın. 1900 TL'nin içinde meyve, sebze, et ürünleri yok.
48 notes · View notes
lacikata · 4 years
Text
Kesempatan.
Alhamdulillah ala kulli hal kesempatan itu masih Allah Subhanahu Wata’ala beri. Khususnya ketika beliau sakit, sebab di luar sana ada sebagian anak yang tidak memungkinkan kondisinya untuk mendampingi atau merawat langsung disebabkan mengikuti suami merantau misalnya. 
Tanganmu masih bisa menyuapi beliau makan atau memberikan obat, sibin, menyisir rambut, menata bantal untuk tidur, membetulkan selimut secara langsung, dsb sedang di luar sana ada sebagian anak yang hanya bisa menatap melalui video call dan merapal doa dari kejauhan.
“Maka nikmat Tuhanmu yang manakah yang kamu dustakan?” (QS. Ar-Rahman: 55)
Lelah itu manusiawi namun semoga lelahmu tidak pernah lebih besar dari syukurmu.
Diriwayatkan dari Abu Darda radhiyallahu ‘anhu, Rasulullah shallallahu ‘alaihi wa sallam bersabda,
“Orang tua adalah pintu surga paling tengah. Kalian bisa sia-siakan pintu itu atau kalian bisa menjaganya.” (HR. Tirmidzi no. 1900; Ibnu Majah no. 3663; Ahmad 6: 445. Al-Hafizh Abu Thahir mengatakan bahwa hadis ini hasan)
Semoga senantiasa Allah Subhanahu Wata’ala mampukan untuk berbakti serta bersabar menghadapi.
“Whenever you have the chance to make your parents happy, do it. You will never know if it would be your last chance.” - Handoko Tjung
57 notes · View notes
apenitentialprayer · 4 years
Text
South Asian Islam: A Reading List
A collection of books and articles for those who may be interested in the subject. I included chapters for books so that people could see if anything in particular interested them. If someone wants a copy of any of the articles mentioned, feel free to private message me for the pdf. Islam in Asia: Religion, Politics, and Society, edited by John Esposito. Two relevant chapters.     - Pakistan: Islamic Government and Society     - India: Muslim Minority Politics and Society Islamic Revival in British India: Deoband, 1860-1900, by Barbara Metcalf     - The ‘Ulama in Transition     - The Madrasah at Deoband     - The Style of Religious Leadership     - Social Milieu of the Deobandi ‘Ulama           (Alternative Movements of Renewal)     - The Ahl-i Hadis and Barelwis     - Aligarh and Nadwah Reliving Karbala: Martyrdom in South Asian Memory, by Syed Akbar Hyder     - Visions and Re-visions of Karbala     - Mourning in Migrant Spaces     - Commemorative Politics and Poetics     - Lyrical  Martyrdom     - Iqbal and Karbala     - From Communal to Ecumenical Aurangzeb: The Life and Legacy of India's Most Controversial King, by Audrey Truschke     - The Grand Arc of Aurangzeb's Reign     - Administrator of Hindustan     - Moral Man and Leader     - Overseer of Hindu Religious Communities     - Auranzeb's Legacy Religious Nationalism: Hindus and Muslims in India, by Peter van der Veer     - Religious Nationalism     - Religious Formations     - Ritual Communication     - Peregrinations     - Conceptions of Time     - Words and Gestures “Appropriated Islam: Hindu-Muslim Cultural Symbiosis and Matriliny Among the Mappilas of Kerala,” by Musthafa Farook and Haskerali E.C. “Shia Lamentation Rituals and Reinterpretations of the Doctrine of Intercession: Two Cases from Modern India,” by David Pinault “Myths and Prejudices about 'Love Jihad',” by Jyoti Punwani “Love Jihad and Demographic Fears,” by Mohan Rao “Identity Politics Revisited: Secular and 'Dissonant' Islam in Colonial South Asia,” by Teena Purohit “Angels and Madonnas in Islam: Mughal and Other Oriental Miniatures in the Vollmer Collection,” by Franz-Joseph Vollmer
4 notes · View notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (8 Eylül 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (8 Eylül 2019)
Müge Boz, Merve Toy, Özge Özacar ve Ali Tınaz’un dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 20:30’da “Hadi Klasik”nda 10.000 TL.
Joker Kodu:  Joker Kodu ekleme sayfasında “Hediye Joker” sekmesine tıklayıp, “Hadi İzle” bölümündeki reklam videolarını izleyin. Her 5 video için 1 Joker kazanın. Sınırsız Jokerka…
View On WordPress
0 notes
meylilal · 6 years
Text
Tumblr media
Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:
1900. Suheyb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ onlara:
- Size vermemi istediğiniz bir şey var mı? diye soracak. Onlar:
- Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyelim, diyecekler. İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacaktır. ”
Kaynak : Müslim, Îmân 297. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 11
80 notes · View notes
Text
09.12.2021 Volkan
Çok muhterem arkadaşım, 1900 yılların başlarında dinginleşmek için bir çiftlikte çalışırken, işçilere yapılan haksızlıklara dayanamayıp, onları örgütleyen, toprak sahiplerine karşı çıkıp istenilen koşulları sağlayıp, kafası çalışan bir grubu da sözcü yaparak oradan ayrılan, sonrasında Küba'da Fidel ve Ernesto adında gençlerle domuzlar körfezinde Amerikan emperyalizme kafa tuttuğu sırada, o sözcü grubun toprak sahipleri ile anlaşarak yine işçileri ezdiğini öğrendiğinde, Fidel ve Ernesto'ya "hacılar benim mühim bir işim çıktı bundan sonrasını siz zaten halledersiniz, ver ordan sosyalizmi, hadi koçlar bana müsaade" coşkusuyla uzaklaşırken Fidel'e "bak bu Ernesto deli dolu adam, Arjantinli, Küba devriminden sonra tutaman sen bu herifi, adamı sal gitsin, dönerse vardır bir çakal planı, dönmezse devrimci adamın önde gidenidir " telgrafını çekerek gözünün arkada kalmadığını belli eden; enginlere sığmayıp taşarak bir solukta kendini o çiftlikte bulan ve o sözcü gruba kafa göz dalarak neredeyse suratlarını bir domuza çeviren, orada oturan George adlı gence "bunu hikayeleştir gelecek nesiller neler olduğunu bilsin ama direkt yazma biraz imalı yolla anlat" diyerek oradan batan güneşe doğru usulca uzaklaşan, çok sonra Ernesto adlı gencin Bolivya'da köylülerce ispiyonlandığını ve öldürüldüğünü öğrenince, derin üzüntülerle inzivaya çekilip, çakra makra, üçüncü göz, kundali borusu ne varsa açıp astral seyahatlere başlayıp, meditasyonun kaynağına ulaşıp, bir bardak suyundan içip, elini yüzünü yıkayıp ferahlayıp, bütün açtıklarını geri kapatıp, her şeye sıfırdan başlayan, cesur yürek, közde kül bırakmayan kişilik Levent.
“Her şeye olduğu gibi bize de zam geldi” cümlesini dillere pelesenk olduğu, zam ve oranlarının resmen ete kemiğe bürünerek gerçekten evlere de gitmeye başladığı, ilk başlarda kapılarda, bu ne yeaa geldi yine tipini ziktiğimin terslemeleri ile karşılaştıkları ama sonra lan temizlik işlerinde kullanırız alalım biz bunu eve şark kurnazlığının yapıldığı, lakin durumun öyle olmadığının anlaşıldığında ise atı alanın 3. Köprüden çoktan geçtiği ve köprü parasında bile çoktan halka kitlendiği; Dolar, Euro, Sterlin’in  parmaklarına ufak çizip atıp, ellerini birleştirip, kan kardeşi olduğu ve tl yi oyunlarına almadıkları gibi ülkenin girişinden bulunan kapı düğmesine basıp kaçan veletlerden dolayı, yine birileri düğmeye bastı bu sefer yakalayacaz eşşoğğlularını diyerek pencerelere koştuğumuz ama bir türlü yakalayamadığımız, istemeden de olsa düzenli egzersiz yaptığımız, çağdaş, demokratik ve hayatı bir skeç gibi yaşadığımız komik yıllardı.
İşte bu yıllarda Levent’im, allah seni inandırsın, kendimi ilim irfan yoluna adayayım dedim. Biraz tembel ruhlu olunca kısa yoldan ulaşayım baktım ki bir yol yok. Hemen bir ilan dedim ki kısa yoldan ilim irfana ulaşmak için yol yapacağız. Bakma insanımız ilim irfan bunlara değer veriyor neyse işte insanlardan parayı topladım. Yol kenarları boş olur mu diyerek bir de otel parası topladım. Hak verdi insanlar, ne öyle boş boş yol mu olur diyerek. Eee sonra baktım arazi kalmadı, insanlar sadece otelde mi kalacak site yapalım şu ormanlık arazilere dedim sonuçta orman içinde oturmak keyiflidir diye onun için de her şey halloldu bir çırpıda. Haliyle bu rahatlığa bir de deniz lazımdı, ordan burdan çektim kanalları, miss gibi oldu senin anlayacağın. Sonra baktım bu bilim irfana giderken daha böyle öküz gibi para kazanılıyordu, fezaya çıkmanın da tam vaktiydi. Tabi burada insanları ikna etmek zor oldu, düz dünyacılarla yuvarlık dünyacıları tek potada eritmek, titanyumu ağzınla hohlayarak eritmek kadar zordu anlayacağın. Bir şekilde bu virajı da atlattık derken ne çıktı, Amerikan emperyalistlerini baş kuklaları, Elon Musk’ından Jeff Bezos’una, türlü türlü adamlar, yok illa ilk biz çıkacaz da marsa gidecez de neymiş dün osurmuş kötü kokmuş da… Nasıl paralar akıtıyorlar nasıl yalvarmalar öp beniler, yut beniler, yala beniler, şap beniler, manyak manyak işler. Sonra nalet olsun atom fiziğine de ilim irfana da bundan sonra itlik hergelelik düsturum olacak laaaannn demeye kalmadı ağzımın ortasına bir yumruk yedim, bütün galaksiyi kısa yoldan gösterdiler sağolsunlar. Meğerse metrobüste ayakta uyuya kalmışım hem de iş saati çıkışı. İstanbul iş çıkışı saatlerinde; menopoza girmiş teyze gerginliğine, emekliye ayrılmış balkon amcası sinirliliğine, beni anlamıyorsunuz ergen isyanına   benziyor Levent’çiğim.  
1 note · View note
izimbozada · 3 years
Photo
Tumblr media
Kuzey Ege seyahatlerimizin mutat yeri Cunda’dayız. İşte böyle yeni bir yolculuğun müjdesi borazan gibi ötünce, ver elini sahilin çarpıcı güzellikte noktasındaki @cundadespotevi ! Anlatıya göre Despot’un öyküsünden yöreye daha etkin bir söylence düşünülemez. Cumhuriyet ve öncesi Ege taşrasının uygar ve kozmopolit yaşamından kalan izleri koruyarak, elle tutulur bir duyarlık ve özenle restore etmişler tarihi yapıyı. Her yaştan çocuklu aileler için de uygun bir ortam yaratmışlar. Denizin restoranın içine kadar işlediği 1862 Restaurantları ve Yund Spa’ları Despot Evi’nin bir başka hoş özelliği. Bu denli süzülmüş bir zevke sahip Cunda Despot Evi işte. 🚤 Salmaner isimli özel tekneleriyle, doğanın özenerek yarattığı cömert ada koylarına giderek büyük bir gün organize ediyoruz kendimize. Program dönüşü şömineli ve jakuzili suit odamızdaki ekstra king size yatağın içine yarım saat gömülür gömülmez de yorgunluk sızımız hemen geçiveriyor. Günün ilk ışıklarıyla kıyı boyu bir uçtan bir uca yürümenin keyfi de kaçırılacak gibi değil Cunda Despot Evi’nde. Mavi boyalı pata pat motorlu balıkçıların kayıklarının sesi, koşanlar, okula giden öğrenciler, orta boylu yelkenliler: klasik Cunda manzaraları… Ada böylece yaz/kış fark etmeksizin, sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar yaşıyor ve deviniyor hep. Despot Evi’nin iki kişi kahvaltı dahil oda fiyatları 1.700 Liradan başlıyor. ☎️ 0 266 327 1900 🍳 Despot Evi’nde yaptığımız bomba gibi bir kahvaltı sonrası soluğu pazar yerinde alıyoruz. Renk ve ses cümbüşü bir pazar bu! Tezgâhlarda yok yok. Her şeyin en güzeli en tazesi. Mandalinaları, narları seçerken pazarcılarla sohbet etmek de ayrı bir keyif. Neyi hangi köyden getirdiğini öyle tutkuyla anlatıyorlar ki… Tam anlamıyla Ege’deyiz. Pazardan sonra elimizi kolumuzu sallayarak, ☕️ Taş Kahve’de köşede oturan güler yüzlü dedelere selam verip; daracık arnavut kaldırımlı sokaklara giriyoruz. Çık çık bitmeyen girintili çıkıntılı yokuşların arasında kalmış anıtlar ve tarihi Rum evleri başlı başına bir roman Cunda’da.✏️ Yazının devamı yorumlarda👇 Nasıl beğendiniz mi burayı, Hadi yorumlara bir ❤️ kalp atın öyleyse😌 (Cunda Despot Evi) https://www.instagram.com/p/CXK93SmNQYQ/?utm_medium=tumblr
0 notes
zamankaybolmaz · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Enfeksiyon hastalıklarının salgınlar halinde yayılması, en çok korkulan tıbbi vakalardan biri sayılır. Çünkü salgınların durdurulması, tıpkı yayılmış orman yangınlarında olduğu gibi, çok zordur ve insan faktörüyle direkt ilgili olması, durdurulmasını güçleştirir.
İnsanlardaki hastalıkları tedavide ciddi problemlerle karşılaşılabilir: Etik değerler, kişilik haklarına saygı duyulma zorunluluğu, hastanın yanlış bilgiler vermesisayılabilecek başlıca problemlerdir.
Tifolu Mary yazısına bu uzun girişi yapmamızın bir sebebi var: Tifolu Mary, ya da tam ismiyle Mary Mallon, sağlık çalışanlarının kabuslarında gördükleri hasta davranışlarını birer birer uygulamıştı.
1938 yılında öldüğünde, geride 10 salgın, 47 hasta ve 3 ölü vardı.
İsterseniz hikayeyi baştan alalım.
Tifo, 20. yüzyılın en çok ölüme sebebiyet veren hastalıklarından biri olarak kabul edilir. Bu hastalığa yakalananların ateşleri 40 C’ye yükselir, hastada terleme, gastroenterit ve ishal başlar. Bu sebeple hızla su kaybettirir.
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında, tifo, salgınlara sebep olmaktadır ve tedavi seçenekleri yeterince gelişmemiştir. Dönemin kaynaklarına göre 19. yüzyılda tifo sebebiyle ölüm oranı 100,000’de 65’tir. En çok kayıp verilen sene 1891’dir ki o yıl her 100,000 kişiden 174’ü tifo sebebiyle ölmüştür.
Mary Mallon, 1869 yılının 23 Eylül’ünde dünyaya gelir. İrlanda’dan ABD’ye taşınır.
20. yüzyılın başlarında ABD’ye gelen bir İrlandalı, aşçılıktan başka işlere uygun görülmez. Belki de bu sebeple olacak, Mary de 1900 ile 1907 yılları arasında New York’ta aşçılık yapar.
Buraya kadar her şey normal görünmektedir.
Her şey New York’un Mamaroneck bölgesindeki bir evde aşçı olarak çalışmasıyla başlar.
2 hafta sonra, evde oturanlarda tifo hastalığı görülür.
Bunun üzerine evden ayrılan Mary, 1901 yılında Manhattan’a geçer. Burada bir evde çalışmaya başlamasının hemen ardından evin fertlerinde ateş ve ishal baş gösterir. Evin çamaşırcısı ise tifo sebebiyle hayatını kaybeder.
Mary, 2. evi de bırakır, bir avukatın evinde çalışmaya başlar. Belki de diğer 2 evdeki kısa çalışma mazisinin etkisinden kurtulmak ve uzun süre çalışmak istemektedir. Fakat bu ümidinin gerçekleşmeyeceği kısa sürede anlaşılır:
Evdeki 8 kişiden 7’sinde tifo hastalığı ortaya çıkar!
Mary, bu sefer hastaları bırakıp gitmek istemez. Hastaların bakımını üstlenir. Fakat kendi bakımı altındayken, ev halkının hastalıkları şiddetlenir.
Bu işten de bir şekilde ayrılan Mary, 1904 yılında Long Island’da bir başka evde çalışmaya başlar. Yine 2 hafta içinde evdeki 11 kişinin 6’sına tifo bulaşır.
Bu kadarla kalır mı dersiniz?
Kalmaz. Mary yine işyerini değiştirir. Bu sefer 3 kişiye tifo bulaşır.
Bu belki böylece devam edip gidecektir ama Mary’nin çalıştığı evin arazi sahibi, bir sağlık memuru olan George Soper’i, hastalığın yayılma sebebini bulması için çağırır. Durumu dikkatle inceleyen sağlık memuru, Mary’nin tifo taşıyıcısı olabileceğini düşünür.
“Gözden kaçırılabilir mi?” demeyin. O ana dek, ABD’de canlı tifo taşıyıcısına rastlanmamıştır.
Tifonun konak değiştirmesi, genellikle taşıyıcı olan bir insan tarafından kirletilen su veya yiyecekle gerçekleşmektedir. Bu durum, sağlık memurunun şüphelenmesinin de temel sebebidir.
Soper, Mary’den idrar ve dışkı örneği almak istediğinde, Mary kontrolü inatla reddeder. George Soper daha sonra 1906 yılında Journal of the American Medical Association’da bulgularını yayınlar.
Mary ile 2. karşılaşmalarında yanında bir doktor da getiren Soper, yine Mary Moller tarafından reddedilir. Mary’nin bu reddinde, güvenilir bir kimyagerin Mary’nin önceki tahlillerinde bakteri taşımadığını tespit etmesi etkili olmuştur. Üstelik, daha önce de söylediğimiz gibi, bu dönemde bir hastalığın bir insanda bulunup ondan yayılabileceği ve ona zarar vermeyebileceği bilinmemektedir(Taşıyıcılık).
George Soper, Mary’nin taşıyıcı olduğundan emindir. Bir başka karşılaşmalarında, Mary’ye hakkında bir kitap yazacağını ve bütün idarecilere göndereceğini söyler. Bunu duyan Mary kendisini banyoya kilitler.
New York City Sağlık Departmanı Dr. Sara Josephine Baker’ı Mary’ye gönderir fakat Mary yanlış bir şey yapmamasına rağmen, suçlandığını söyler. Bir nevi kontrolü tekrar reddeder.
Bu durumu bir sonuca kavuşturmak isteyen doktor, birkaç gün sonra polis memurlarıyla beraber Mary’nin çalıştığı yere gelir ve Mary’yi tutuklatır. New York Sağlık Departmanı, Marry’nin tifo taşıyıcısıolduğunu açıklar.
Bu, ABD tarihinde ilk tifo taşıyıcısı vakasıdır. Nort Brother Island’da 3 yıl karantinada tutulan Mary, yiyecek işlerinde çalışmaması şartıyla daha sonra serbest bırakılır.
Hikaye böyle bitseydi, herhalde “Bilmeden insanlara zarar vermiş, sonra bulunmuş. Ne yapsın?” denebilirdi.
Fakat hikaye burada bitmedi.
Mary Brown takma ismini kullanmaya başlayan Mary, şu garipliğe bakın ki New York Sloan Hastanesi’nde, evet hem de bir hastanede, aşçılığa başladı ve burada tam 25 kişiye tifo hastalığını bulaştırdı. Hastalık bulaşanlardan 2’si öldü.
Sağlık çalışanları, Mary’yi tekrar buldular ve aynı yere bu sefer ömür boyu karantinaya gönderdiler. Burada ünlenen Mary ile gazeteciler röportajlar yaptılar. İlerleyen zamanlarda, adanın labaratuarında tekniker olarak çalışmasına izin verildi.
Mallon, 11 Kasım 1938 yılında, 69 yaşındayken hayatını kaybetti.
“Tifo sebebiyle herhalde” mi diyorsunuz?
Hayır efendim. Mallon’un ölümüne, pnömoni (Bir akciğer hastalığı) sebep oldu.
Buna rağmen otopsi sonucunda safra kesesinde de canlı tifo bakterileri görüldü. Belki de Mallon’un vücudu da tifoya bağışıklığını yitirmeye başlamıştı.
Mary’nin cesedi, yapılan cenaze töreninin ardından yakılır.
O zamandan beridir, hastalığını kabul etmeyen hastalık taşıyıcıları için “Tifolu Mary gibi…”yakıştırması yapılır.
Mary’nin “bile bile” çalışmaya devam etmesinin sebepleri üzerine çokça konuşulmuştur.
Bazıları bunun basit bir “hastalığı reddet” tepkisi olduğunu söylerler.
Sosyologlar ise, bu olayların büyümesinde, o dönem ABD’sinde İrlanda göçmenlerine sadece aşçılık işlerinin verilmesinin etkisi olduğuna inanırlar.
Öyle ya, herhalde Mary, aşçılığı hayatının anlamı olduğu için seçmemişti.
Tifo aşısı 1897 yılında Almroth Edward Wright tarafından bulunur.
Bu uzun ve hüzünlü hayat hikayesinden çıkarılabilecek yığınla ders var. Ben bir tanesini hatırlatarak yazımı bitirmek istiyorum.
Bir daha, birileri, size temizliğin, karantinanın, tıp bilgisinin batıdan geldiğini söylerse, bu yazıyı hatırlayarak gülümseyin. Bir de şu Hadis-i Şerif’i hatırlayın:
“Hastalık olan yerden çıkmayınız, hastalık olan yere girmeyiniz.”
Toplum içi sağlık bilinci oturmamış toplumlar, her zaman salgınlarda daha çok sıkıntı çekiyorlar.
http://opereysin.com/edebi-hezeyanlar/806-tifolu-mary/
7 notes · View notes
operasyon · 3 years
Text
2001 yılında babam bu günkü parayla 1100 lira maaş alırken 1300 liraya 14 yaşında bir ford almıştı. 
Yani nerdeyse bir aylığına ikinci el bir araba almıştı. Kazasız bir arabaydı sadece kaportasının çamurluk kısmında bir kaç çürük vardı. Bir aylık maaşa alındı 15 yıl daha kullanıldı.
Tumblr media
Bu da bu sabah Ankara’da alınabilecek 14 yaşındaki en ucuz fordların değeri. Kafadan yüz bin lira bayılmadan aynı tarz bir araba alamıyorsun.
İşçi maaşları şimdi yüz bin lira mı oldu? Hadi biraz daha düşük alalım seksen bin lira mı oldu?
Sonuç:İkinci el otomobil fiyatları şimdi on kattan daha fazla artmış.
Çünkü sıfır otomobil fiyatları çok yüksek. 
Ne oldu da çok yüksek? Otomobil imalatımı azaldı o yıla göre?
Hayır. ÖTV adında bir vergi konuldu ama buna vergi demeye bin şahit ister. Bu vergi belki belki 2001 de de vardır ama herhalde böyle yüksek değildi.
------
Yönetenler diyor ki 1600 motor gücüne kadar bir otomobil  alırsan, bir tane de bize alacaksın. Yani üretici o otomobili sana yüz bin liraya satıyorsa sen iki yüz bin vereceksin. Yüz bini üreticiye yüz bini bize.
Otomobilin 1600 motordan daha yüksekse... 1600-1900 arasıya sen kendine bir araba alırsan bir buçuk araba da bize alacaksın. Satıcı sana arabayı yüz bin liraya satıyorsa sen arabayı iki yüz elli bine alacaksın. Yüz bini üreticiye, yüzelli bini bize gelecek.
Otomobil 1900 motordan daha güçlüyse biz onu lüks sayarız. O zaman kendine bir araba alırsan aynısından bize iki tane alacaksın. Arabayı bir milyona aldıysan biz  onu sana 3 milyona satarız. Bir milyonu üreticinin, iki milyonu bizim diyorlar.
İşte bu halk bunu diyenlere oy veriyor.
------
Şimdi ilk arabam opel record’u düşünüyorum. 1900 motordu, bir de arkasında imalatında metal harflerle lüx diye yazılıydı ki vergiden kaçma imkanı yok arba kendini ele veriyordu.  Konforuyla sağlamlığıyla sıfırı bu gün çok rahat bir milyon lirayı aşardı. İki milyon da bunun ötv vergisi olurdu. Üç milyonluk araba. Vay be diyorum kendime, yaşamadım deme, üç milyonluk otomobilin vardı oğlum senin 
0 notes
redkani · 5 years
Photo
Tumblr media
Muş Bostankent köyünden Redki aşiretinden merhum Hacı Budak oğlu Hadi Seki (1900 Rewan doğumlu) ve merhum Melle Esed oğlu Ebubekir Orhan. Allah mekanlarını cennet eylesin. #rewan #elegez #axmaxan #eşîraredkî #mexaşa #koseyi #digor #dikoyi #malakose #malamelkê #Qoçelan #karaağıl #bostankent #kop #koğak #evci #karabağköyü #gomalaza #êlaredkan #redkanaşireti #redkan #redki https://www.instagram.com/p/B7yvvKflgUg/?igshid=1l2wd6fezdtwv
0 notes
datingwiththecity · 7 years
Photo
Tumblr media
Bugün çok büyük ihtimalle ikinci kez yakalayamayacağım bir şans geçti elime. Anlatayım…
Bir süredir astım şüphesiyle nefes darlığı çekiyorum. Bu nedenle haftanın birkaç gününü açık ve temiz havada geçirmeye çalışıyorum. Bu haftanın adresi ise Büyükada’ydı.
Sabah 08:00 vapuruyla Ada’ya geldim. Akşam üzerine kadar çalıştım. Akşam üzeri de yürüyüşe çıktım ve bir süre sonra görkemi nefes kesen Adliye Binası’yla karşılaştım.
Üç buçuk adam boyundaki demir kapısı mesai saati bittiği için kapalıydı. Ancak belli ki, hemen yanında çalılarla ve paslı demirlerle kapattıklarını sandıkları ancak orta boy bir koli boyunda boşluğa sahip kısmı görmemişlerdi.
Askerliği Ankara’da emekli bir albayın bahçesinden vişne çalarak geçiren ve merakının götürdüğü yerlerde iki kez “ışığı görmeye” yaklaşmış biri olarak elbette ki kapılar da, dikenli teller de, çalılar da beni durdurmamıştı.
Alice gibi girdiğim delikten gerçekten Harikalar Diyarı’na düştüm. İlk olarak karşıma çıkan bahçe değil, Monet’in sonbahar tablosuydu. Rengârenk yaprakların arasında saatlerce oturup, mükemmel binayı ve kulesini fotoğraflamak istedim sadece.
Tumblr media
Beyaz ahşap ve çok yıpranmış binanın yanında gül kurusu rengindeki kuleye bakıp sadece bir saniyeliğine “Keşke çıkabilsem”i geçirdim içimden. Halbuki gerçekten binanın kapısından adım atmaya razıydım.
Yan bahçeden binanın ana giriş kapısına bağlanan mermer köprüye kadar çıktım. Büyüleyiciydi… Sadece büyüleyici…
Bir adım attım, iki adım attım… “Bina sanırım terk edilmiş” derken hemen giriş katın penceresinde açık bir televizyon, biraz daha dikkatli bakınca güvenlik görevlisini gördüm.
“Lanet olsun ya, ‘Nasıl girdiniz içeri?’ deyip kovalayacak” diye geçirdim içimden. Ama yine anlamadığım bir şekilde binaya doğru çekilmeye devam ettim. “En fazla ‘Hanımefendi çıkar mısınız yassah’ der azarımı yer çıkarım” diye düşündüm. Toplamda 10 adımda geçtim köprüyü. Güvenlik görevlisi görmedi beni. Pencerelerden birinden içeri baktım, ahşap kapıyı itmeye yöneldim ki kapı kendiliğinden açıldı ve karşımdaki güvenlik görevlisi değil polisti.
Tumblr media
Tam olarak dört saniye içinde zihnimde “Hadi bakalım Gökçen açıkla şimdi” cümlesi geçerken, ağzımdan “Merhaba, içeri girebilir miyim?” cümlesi çıktı. “İçeri girebilir miyim?” mi???
Yani ortamı şöyle açıklayayım. Perili gibi görünen devasa bir köşkün önündesiniz, araziye kaçak girmişsiniz, kendi ayaklarınızla polisin kapısına kadar gitmişsiniz, hava kararmak üzere ve hâlâ tek istediğiniz fotoğraf çekmek…
Çoook uzun süredir görmediğim tatlılıkta bir polismiş meğersem karşıma çıkan. Ben nasıl enik gibi baktıysam suratına, yüzüne bir gülümseme dağıldı. “Tabii girebilirsiniz ama siz nasıl girdiniz içeri?” dedi.
Ben de “Yan bahçeden. O kapıyı da kapatsanız iyi olur. İnsanlar girebilir” dedim gülerek. (Yahu kızım üç katlı ıssız bir adliye binasının mahkeme salonu önünde bir polise ‘suçunu’ itiraf ediyon. Sussan mı accık?)
Yine tatlı tatlı sırıttı memur bey. “Cesaretinize hayran kaldım” dedi. Ben de sanırım bundan gaz almış olacağım, “Yukarıyı gezebilir miyim?” dedim. Her izin almamdan sonra geçen iki saniyelik cevap bekleme süresi bana sorgu mahkemesi gibi gelse de komiser beni bir kez daha şaşırttı. “Tabii, yalnız odalar bu kattaki gibi kilitlidir. Ama buranın en güzel manzarası tuvalettendir. Buyrun bakalım.”
Ahşap sesi senfonisiyle iki kat çıktık merdivenlerden. Bahsettiği tuvalete kadar geldik. “İlginç bir şekilde buranın en güzel manzarası tuvaletten gözüküyor” dedi yine gülerek. Yalnız az bile demiş. Bir manzara var, insan ya hacetini görmeye utanır ya da “ishal” gibi tatsız ama tuvalette uzuuun zaman geçirmenizi sağlayan hastalığa yakalanmak ister. 
Tumblr media
Bir fotoğraf çektikten sonra, bir anda şöyle dedim: Keşke kuleye çıkabilsem. Komiser, “Tabii olur, buyrun çıkalım” dediğinde boynuna atlıyordum. 360 derecelik görüş açısına sahip, yaklaşık 20 metre uzunluğundaki kuleye tırmanırken ellerim terliyordu.
Alice’in sığmak için ilaç içtiği ve ardında Harikalar Diyarı olan küçük kapı gibi bir kapı açıldı ve… Ben hayatımda böyle bir manzara görmedim. Yani çok ülke gezdim, çoğu kez nefesim kesildi. Ama çok azında heyecandan titredim. Çok azında “Fotoğraf çekmek istemiyorum. Burada kalayım ve izleyeyim n’olur” diye geçirdim içimden. (Ki deklanşörden parmağını çekmeyen biriyimdir)
Herhalde 20 dakika kadar kalıp 200 fotoğraf falan çektim. O sırada muhabbet de başladı komiserle. Yusufmuş adı. Vardiyalı çalışırmış orada. Bugünkü vardiyası da akşam 5 sabah 9’muş. Ada’da yaşıyormuş. Karşılaştığım Adalıların aksine “Muhteşem bir şey Ada’da yaşamak” diyor. (“Ada’da yaşamak mı, her an dünyanın en mükemmel çilingir sofrası manzarasına sahip bir yerde çalışmak mı?” diye geçirdim içimden) Zaten neredeyse bir yıldır düşünüyorum Ada’ya taşınmayı. Hep korkutuluyordum “Lodosu var poyrazı var. Berbat olur buralar. İşe geçemezsin, evine gelemezsin” diye. Varsın olsun be… Zaten her şey yolunda giderse 40 yıl daha bu dünyadayız. Varsın 365 günün 10’unda da işe gidemeyim, papaz olayım patronla.
Tumblr media
Beni sordu Yusuf komiser. “Gazeteciyim” diyemedim. Affet Yusuf komiser yalan söyledim. Ama ne bileyim korkmandan korktum. Hiç hoşuma gitmedi sana yalan söylemek. Yıllar oldu bıraktım yalanı… Ama seni korkutmak istemedim. Oraya haber için girdiğimi zannetmeni istemedim, sen bana bu kadar iyilik etmişken. “Güzel sanatlar öğrencisiyim” dedim. Bir gün inşallah yine karşılaşırız da açıklarım doğrusunu.
Tekrar aşağı indik üç katlı köşkten. Çıkışta “Ben geldiğim yerden dönerim” dedim pişkin pişkin. Güldü. “Olur mu kapıyı açarım senin için” dedi. Üç adam boyundaki sürgülü kapıyı açtı. “Sendeki bu azimle çok iyi yerlere gelirsin” dedi. Beş yılda geldiğim, hatta çoğunda “gelmek zorunda kaldığım” yeri düşünüp gülümsedim huzursuz. “İnşallah Yusuf komiserim” diyebildim sadece.
Teşekkür edip ayrıldık…
Yürürken düşündüm… Yusuf komiser o binayı boşaltacaklarını, yeni Adliye binasına taşınacaklarını, o binanın da restorasyona gireceğini söylemişti. Yani, az önce yaşadıklarım için asla ikinci bir şansım olmayacaktı. O binanın kapısına kadar gelsem, başka bir polis Yusuf komiser kadar anlayışlı ve güleryüzlü olamayabilirdi. İyi ki merak etmiştim, iyi ki o delikten geçmiştim, iyi ki gülümsemiştim geri dönmek yerine, iyi ki “girebilir miyim?” demiştim, iyi ki o kuleye çıktım… Yoksa asla “günbatımı” koleksiyonumun en nadide parçası oluşamayacaktı.
Bu hayata aşkım da merakım da bitmiyor. İyi ki de bitmiyor… İkisi de başıma bir dünya şey açtı bugüne kadar. Ama yüzde 90 güzellikler getirdi. Ve ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin, bu güzelliklerin en iyisi mesleğim. Özellikle şu ara çok fazla gidip gelmelerim oluyor gazeteci olmaya daha ne kadar direnebileceğim ile ilgili. Ama olmuyor be… Kendimi başka meslekte düşünemiyorum. Ben… Kendini, çocukken hayalini kurduğu mesleğin içinde bulan şanslı azınlıktanım. Amen!
**********
Bu arada otele döndüğümde biraz binanın tarihçesine baktım. Çok fazla bilgi yok. 1900’lerin başında yapılmış.. Yani nereden baksan yüz yaşın üzerinde. Bir de ilginç bir ayrıntı var. Köşk’ün ilk sahibi 1800’lerin sonuna damga vurmuş Rum asıllı banker Hazzo Pulo’ymuş. Hani şu Galatasaray Lisesi’nin çapraz karşısındaki pasaja adını veren adam. Hazzo Pulo, ülkeyi terk edince koskoca mülk, önce Hazine’ye devredilmiş, sonra Murat Pinyatoğlu’na satılmış.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1929’da Hükümet Konağı olarak kullanılmaya başlanan Köşk’ün denize kadar uzanan bahçesi, zaman içerisinde usulsüz şekilde bölünmüş. Bütün arazinin kapladığı alan 10 bin 527 metrekare.
3 notes · View notes
ciplakyazar-blog · 5 years
Text
En Çok Etkilendiğim Efsane Film Sahneleri
Tumblr media
Herkes gibi benim de favori filmlerim var. Arşivimde 1000+ film olduğundan sizler için en etkilendiğim film sahneleri adında özel bir liste yapmak istedim. En sevdiklerim arasından, en önemli ve en güzel sahneleri kırpıp yotube üzerine yükledim. Özellikle Godfather için altyazıları tek tek elle eklemek zorunda kaldım. Bazen sırf can sıkıntısından filmleri izlemeden, sadece bu sahneleri izleyip kapattığım oluyor. Eklemiş olduğum film sahneleri biraz şiddet içeren sahneler olduğundan, bunu da ayrıca belirtmek isterim. Korkmayın öyle vampir ya da cin falan çıkmayacak. Sadece uyarmak istedim. Hadi listeye geçelim o zaman. Kelebek: Final Sahnesi Kelebek, yani orijinal adıyla Papillon filmini bir çoğumuz izlemiştir. Fakat bu filmde gerçekten anlatılmak istenen öylesine güzel bir duygu var ki, ne olursa olsun kimsenin ulaşamayacağı, elinizden asla alamayacağı bir duygu anlatılıyor. Her seferinde içimi sızlatan bir sahnedir bu. Bu yüzden zaman zaman açıp tekrar izlerim bu sahneyi bana hep unuttuğum bir şeyi hatırlatır. Filmin aslında bir çok bölümünden kesitler yapabilirdim ama özellikle şu sahneyi eklemek istedim: Guguk Kuşu: Biz Deliyiz! Sanırım farkında değilim ama bir jack Nicholson hayranıyım. Zaten iyi bir sinemasever olup, Jack Nicholson'u sevmemek mümkün değil. Bazıları için sıradan ya da vasat bir film sayılsa da, benim için Guguk Kuşu filminin ayrı bir yeri vardır. Film sahneleri içinde geçen en sevdiğim replik ise ''biz deliyiz'' olmuştur.  Bakın o repliği nerede ve nasıl kullanıyor. Cennet Sineması: Bir Hikaye Film Sahneleri için eklemek istediğim bir diğer bölüm de Cennet Sineması filminden. Hani bazı filmler vardır, kıyıda köşede kalmış, yıldızı parlamadan sönmüştür. Bu film de aslında biraz öyle bir film. Güzel bir kurgusu olduğundan filmin sonunda da tebessüm ettiren bir final sahnesi var. Ama ben sizlere final sahnesini göstermeyeceğim. Filmin arasında sıkışıp kalmış incecik güzel bir hikaye var. Aklıma geldikçe bu hikayenin anlatıldığı sahneyi açar tekrar izlerim. Bakın o hikaye neymiş. Anlayabilene güzeldir. :) Amerikan Güzeli: Öfkeyle Geçen Zaman Amerikan Güzeli filmi, Kevin Spacey'in pek bilindik bir filmi değil, bunu tahmin ediyorum. Kendi eklemiş olduğum film sahneleri dışında aslında bu filmde hoşuma giden iki sahne daha var. Birinci sahne; patrona posta koyarak işinden ayrılması, ikinci sahne ise davette tanıştığı adamın pardon sizi hatırlayamadım demesi üzerine ''önemli değil, ben de olsam kendimi hatırlamazdım'' demesi. Dramdan ziyade biraz da psikolojik ve düşündürücü bir film aslında Amerikan Güzeli. Yine de son sahnede öylesine etkileyici bir final ve altın yaldızlı replikleri sıralar ki Kevin Spacey. Filmin tamamı sırf bu final sahnesi için bile izlenebilir diyorum. Baba: Carlo'nun Cezası Kesilir Baba serisini kim izlememiş, repliklerini kim ezberlememiştir ki? Hayır aslında abarttım. Bu film çoğunlukla diyaloglar üzerine olduğundan repliklerini ezberlemek bu yüzden pek mümkün değil. Ama doğallık ve oyunculukta hala dünyanın en iyileri arasında yerini korumaktadır. Serinin son filmine bir türlü ısınamadım ben. Yine de ilk filmde Micheal'ın ipleri eline alarak babasının yerine geçmesiyle birlikte, oldukça etkilendiğim ve de çok sevdiğim bir replik var. ''Bugün tüm aile işlerini bitireceğim. '' Bu yüzden en etkilendiğim film sahnelerine bu diyaloğun geçtiği sahneyi de eklemek istedim. Bonnie and Clyde: Son Sahne Mükemmel mi? Değil. İzlenir mi? Bir sinemaseverseniz izlenir arkadaşım. Yapım yılını göz önünde bulundurursak aslında oldukça kaliteli bir filmdir. Son sahnede (tam da tuzağa düştüklerini anladıkları anda) bir kaç saniyelik bir göz göze gelmeleri vardır Bonnie ve Clyd'ın. Bazen filmin havasına girmek için başında sonuna tekrar izliyor ve o bakışı tekrar hissedebilmek için nefesimi tutuyorum. Kötü oldu bee deyip kapatıyorum sonra da. Ancak film sahneleri listeme bu filmin son sahnesini de eklemek istedim. 1900 Efsanesi: Düello Sahnesi Karşılıklı kapışma olan bir sahne varsa, kesinlikle izlenir. Film zaten favori filmlerim arasında olduğundan bu sahneyi de özellikle eklemek istedim. Hayatını bir gemide yaşayarak ve piyano çalarak geçiren bir adam düşünün. Gemi belki kıta kıta geziyor ama adam karaya ayak basmıyor. Gemi onun evi gibidir çünkü. Ancak bu adam öylesine mükemmel piyano çalar ki, bir gün ünlü bir piyanist onunla tanışmak ve kapışmak için gemiye gelir. Olacakları kimse kestiremediği için, gemideki yolcular bu kapışmanın nasıl sonuçlanacağını merakla izler. İşte o kapışma sahnesi: Joker: Para Yakma Sahnesi Bu sahne, baştan sona eklemiş olduğum film sahneleri arasında belki de en dikkatimi çeken sahnelerden biridir. Joker aslında deli değildir, tam tersi, para ile sahip olunacak/olunmayacak şeylerin bilincinde olan ve düşmanı olan Batman'ın zekasıyla karşısında duran bir karakterdir. Para yaktığı sahne ise; film sahneleri arasında tam bir kült film olmasını sağlayan muhteşem bir sahnedir. Eklemek istediğim bir film sahneleri daha vardı ama... Bu yazıyı da böyle derlemek istedim açıkçası. Videolara baştan sona şöyle bir baktım da aslında eklemek isteyeceğim başka sahneler de olabileceğini fark ettim. Amiral filminin son sahnesi mesela. ''Gözlerinizin bağlanmasını ister misiniz? Söylemek istediğiniz bir şey var mı? Ve ardından başkanın Elveda Amiral deyişi. Neyse başka sefere diyorum artık. Biraz onedio tarzı olduğunun farkındayım ama içimden bu şekilde paylaşmak geldi ve paylaştım. Filmleri elbette öneriyorum. Ama beğenmeyip de gelip bana dert yanmayın. Herkesin bir zevki var sonuçta. İyi geceler sinemaseverler. Sizler de böyle ulan şu sahneden çok etkilenmiştim günlerce aklımdan çıkmadı dediğiniz sahneler varsa yazın. Belki aralarında izlemediğim çıkar da yeni bir film keşfetmiş olurum :) Film tavsiyesi isteyenler, izleyecek film bulamayanlar sinemaskop kategorisine göz atabilir. Orada belki ilginizi çekecek bir film bulursunuz. Ya da siz de benim gibi blog yazıyorsanız yazamama sendromuna iyi gelen filmler listeme bakabilirsiniz. Read the full article
0 notes
berabergezsek · 6 years
Text
BİLECİK
Tumblr media
Bilecik, Osmanlı İmparatorluğu'nun doğduğu topraklardır. Her yıl Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt şenlikleri, Bilecik iline bağlı Söğüt'te yapılmaktadır. Bölgede zengin mermer ocakları mevcuttur. Sakarya ırmağının etrafında kurulan ve göletleri ve derelerinin zenginliği ile tanınan yöre antik çağlardan günümüze tarihin izlerini taşır.
Tarihte pek çok kavmin uygarlık ve egemenliğine sahne olan Bilecik, Kayı Boyu'nun Orta Asya'dan 400 çadırla gelip Söğüt'te, Osmanlı Devletinin kuruluş merkezliğini yaptığı yerdir. İlin tarihçesinin çok eskilere dayanması ve Osmanlının kurulduğu yer olması ayrıcalığı yanında, Kurtuluş Savaşı'nda verdiği çetin mücadeleler ve kazanılan zaferlerle Cumhuriyetin kuruluşunda da önemli bir role sahip olmuştur. Üzerinde çok sayıda arkeolojik ve tarihi eser bulunan, Bilecik'teki tarihi eserlerin çoğunu Osmanlı döneminde yapılan camiler, türbeler, hanlar, hamamlar, sivil mimari örnekleri , imaret ve benzeri yapılar oluşturmaktadır.
Gezi Planı
Pelitözü Göleti Bilecik Müzesi Osmanlı Padişahları  Tarih Şeridi Saat Kulesi Üç Boyutlu Osmanlı  Devlet Arması Şeyh Edebali  Türbesi Dursun Fakıh  Türbesi Ertuğrul Gazi  Türbesi     Ertuğrul Gazi  Müzesi Söğüt Müzesi Kaymakam Çeşmesi Çelebi Sultan  Mehmet Cami Metristepe Zafer  Anıtı İnönü Şehitliği Cennet Vadi Rest.
Pelitözü Göleti
Etrafı çam ağaçları ile kaplı olan Pelitözü Göleti, il merkezine 7 km uzaklıktadır. 213.50 hektar alanı olan gölet sulama amaçlı oluşturulmuştur.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bilecik Müzesi
Bilecik Müzesi 1794’te iki katlı jandarma binası olarak inşa edilmiş, daha sonra alt kat hapishane yapılmıştır.1921-1922 yıllarındaki Yunan işgalinde tamamen yanmış olan binanın enkazı üzerine işgalden sonra iki kat olarak adliye binası inşa edilmiş, alt katı hapishane olarak kullanılmıştır. 1996 yılında cezaevinin yeni yapılan binasına taşınmasıyla birlikte Müze olarak kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen bina 2005 yılındaki restorasyon-teşhir-tanzim ve çevre düzenlemesi çalışmalarından sonra 2006 yılından itibaren müze olarak hizmet vermektedir. Müzede arkeolojik ve etnografik eserler yer almaktadır.
Ziyaret Saatleri: 08:00 – 17 :30
Giriş Ücretsiz
Tumblr media Tumblr media
Osmanlı Padişahları Tarih Şeridi
36 Osmanlı Devleti padişahının, dedeleri Şeyh Edebali Hazretleri'nin huzurunda buluşacağı ve Osmanlı Padişahlarının hayatının görsel ve işitsel teknolojilerle anlatılacağı 200 metrelik Osmanlı Padişahları Tarih Şeridi projesi, ülkemizin ve dünyanın en uzun tarih şerididir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Saat Kulesi
Osmanlı’ da, saat kulesi yapma geleneği oluşmaya başlamıştır. Saat kulelerinin Anadolu’ nun içlerine kadar yayılmasının en önemli sebebi, II. Abdülhamid 1901 yılında valilere, saat kulesi yapımıyla ilgili göndermiş olduğu fermandır. 1907 yılında, Bilecik’ te bu emir doğrultusunda, Ertuğrul Mutasarrıfı Musa Kazım Bey tarafından bir saat kulesi yaptırılmıştır.
On beş metre yüksekliğinde olan kule, İstasyon Caddesinde bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabede 1997-2008 yılları arasında restore edildiği yazılıdır. Kule, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen dört dikdörtgen prizmadan oluşmaktadır. Alttaki iki katın köşeleri kesme, cephesi moloz taştandır; üstteki katlar ise ahşaptandır. En alt kısmında yuvarlak kemerli kapı ve onun üzerinde aynı şekilde bir pencere bulunmaktadır. İkinci katta balkonu vardır. Balkon üzerindeki ahşap bloğun dört cephesinde, kare kadranlı birer saat yer almaktadır. Üzeri piramidal külahla örtülmüştür. 
Tumblr media
Üç Boyutlu Osmanlı Arması
OSMANLI DEVLET ARMASINDA BULUNAN REMZ VE ALAMETLERİN ANLAMLARI Güneş halifeliği, ay padişahlığı, silahlar devlet gücünü, çiçekler sevgi ve muhabbeti, terazi adaleti, kitap hukuku ve Allah'ın kanunlarına bağlılığı, en alttaki yuvarlak şekiller başarılı kişilere verilen devlet nişanlarını ifade eder. En üstteki yuvarlak içindeki tuğra devrin padişahının tuğrasıdır. Hilal Ay içindeki yazı: Osmanlı Devletinin Padişahları Allah-ü Tealâ'nın Muaffak kılması ve yardım etmesine dayanırlar.
Tumblr media
Şeyh Edebali Türbesi
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN MANEVİ KURUCUSU ŞEYH EDEBALI
Şeyh Edebali, 1206 yılında doğmuş İslam ilahiyatçısı, din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi’nin kayınbabası ve hocasıdır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş zamanlarını yaşamış olan Şeyh Edebali, Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu ve fikir babası olarak kabul edilmektedir.
Tefsir, hadis ve İslam hukuku konularında uzmanlaşan Edebali, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi dönemin büyükleri ile aynı zamanda yaşamıştır. Bilecik’te bir dergah yaptırmış olan Şeyh Edebali, öğrenci yetiştirmekle ve halkı aydınlatmakla uğraşmıştır.
Türbede Şeyh Edebali ile birlikte, şeyhin neslinden altı büyük ve dört küçük sanduka vardır. Sanduka odasının haricinde iki oda daha bulunmaktadır. Türbe ve dergâh, Sultan II. Abdülhamid döneminde ve son olarak da 2012 yılında tadilat görmüştür.
Türbenin hemen yanında aynı tarihlerde inşa edildiği tahmin edilen, Osman Gazi’nin eşi Bala Hatun ve annesinin sandukalarının bulunduğu bir türbe daha bulunmaktadır.
Tumblr media
Dursun Fakıh Türbesi
Dursun Fakih, Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna şahitlik etmiş bir Türk bilgini. Karaman doğumlu olan Dursun Fakih, Şeyh Edebalı'nın öğrencisi olup, tefsir, hadis ve fıkıh bilimlerini okumuş. Daha sonrasında ise Şeyh Edebalı'nın kızıyla evlenerek hem kendisinin damadı hem de Osman Gazi ile bacanak olmuş. 1299 yılının Eylül ayında Karacahisar'ın fethedilmesinin arıdndan Osman Gazi adına Cuma Hutbesi'ni okuyan ve Cuma namazını kıldıran Dursun Fakih, bu sayede hem Osman Gazi'nin hür ve istiklal sahibi bir devlet başkanı olduğunu hem de Osmanlı Devleti'nin istiklalini tüm dünyaya ilan etmiş oldu.
Dursun Fakih, Osmanlı Devleti'nin ilk imam hatibi ve ilk kadısıdır. Anadolu'da milli birlik ve milli kültür birliğinin oluşmasına hizmet eden bir Türk büyüğü olarak 1327 yılında hayata gözlerini kapamıştır.
Tumblr media
Ertuğrul Gazi Türbesi
1231’de Söğüt’e yerleşmiş 1281’de ise vefat etmiştir. Babası oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı boyundan Süleyman Şah’tır,annesi Hayme Ana,eşi ise Halime Hatun’dur.Ertuğrul Gazi’nin,Sungur,Tekin,Gündoğdu ve Dündar isimli üç kardeşi,Osman,Saru Batu(Savcıbey) ve Gündüz isimli üç oğlu vardır.Selçuklu ordusunun Sivas yakınlarında büyük Moğol birliği ile savaşında Ertuğrul Gazi’nin Selçukluların yardımına koşması ve zaferdeki katkısı nedeniyle Selçuklu hükümdarı Alaeddin tarafından kendisine Ankara tarafındaki Karadağlar mıntıkası ikta olarak verildi. Ertuğrul Gazi daha sonra aşiretiyle beraber Söğüt ve Domaniç’e yerleşti(1230).Ertuğrul Gazi,çevresinde bulunan beylik ve devletlerin durumlarını,siyasi şartlarını iyi değerlendirdi.Komşularıyla daima iyi geçinerek aşiret ve tebaasını güçlü bir durumda rahat ve huzur içinde yaşattı.Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra,küçük oğlu,Osman Gazi kavim ve kabilesinin reisi oldu.Osman Bey’in bağrından çıkarak denizleri,diyarları,kıtaları ve ülkeleri muhteşem dalları arasına alacak olan çınarın kökü toprağa yayılmaya başladı.Öyle ki,bu çınarın gölgesi altında bütün insanlık Asr-ı Saadetten sonra,bir daha görüp hayal edemediği bir şekilde tam altı asır yaşadı
          Ertuğrul Gazi,kuruluş döneminde Ahi Şeyhi olan Edebalı’dan büyük yardımlar görmüş ve oğlu Osman Gazi’ye vasiyetinde’de bunu açıkça dile getirmiştir.
ERTUĞRUL GAZİ'NİN OSMAN BEY'E VASİYETİ
Bak oğul!
Beni kır; Şeyh Edebalı'yı kırma
O bizim boyumuzun ışığıdır
Terazisi dirhem şaşmaz.
Bana karşı gel; ona karşı gelme!
Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim.
Ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur.
Baksa da görmez olur.
Sözümüz Edebalı için değil,
Senceğiz içindir.
Bu dediklerimi vasiyetim say... 
  Ertuğrul Gazi Türbesi
Türbe 1737’de III. Mustafa tarafından restore ettirilmiştir. Daha sonra II. Abdülhamid zamanında da onarım görmüştür. Bu onarımlar esnasında mezarlığın giriş kısmına iki adet çeşme yaptırılmıştır.
Türbenin yanı başında Ertuğrul Gazi’nin eşi Halime Hatun ile oğlu Savcı Bey’in mezarları yer almaktadır.Türbede ayrıca kardeşi Dündar Bey‘in ve silah arkadaşlarından Abdurrahman Gazi, Konur Alp, Karamürsel, Hasan Alp,  Saltuk Alp, Kaplan Çavuş ve yine Osman Gazi’nin silah arkadaşları olan Akbıyık Bey, Aydoğdu Bey, Hamit Bey, Emir Ali, Yorgan Ata, Aykut Alp, Gündüz Bey, Aktimur Bey, Pazarlı Bey  ve Çoban Mirza Bey’in mezarlarıda burada yer almaktadır.
Türbenin yanında Osmanlı Beyliği’nin kurucusu ve Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Gazi’nin makam mezarıda burada yer almaktadır.
Ertuğrul Gazi Türbesi, Yunan işgalinde tahrip edilmiş, mezarı parçalanmış ve kurşunlanmıştır. Türbenin duvar ve pencerelerindeki kurşun izlerini bugün dahi görebilmeniz mümkündür.
Tumblr media Tumblr media
Ertuğrul Gazi Müzesi
Söğüt Ertuğrul Gazi Müzesi’nin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte belediye reisi Memiş Ağa tarafından 1900’lü yılların başlarında “sargı evi” olarak inşa edildiği bilinmektedir. Ahşap işçiliğiyle dikkat çeken yapının ön cephesinde yan yana iki yuvarlak kemerli kapı, iki yan duvarlarda ise dikine dikdörtgen birer pencere ve üstlerinde üçgen alınlılar yer almaktadır. Ahşap kırma çatılı olup çatı alaturka kiremitle kaplıdır.
Eski Türk evi mimarisiyle restore edilerek 2001 yılında hizmete açılan Müze’de Söğüt ve civarı ile yakın çevrede yaşayan Yörüklere ait etnografik eserler ve eşyalar sergilenmektedir. Müzede ayrıca sancak, eski giyim ve kuşamlar, el dokuması kilim ve halılar, silahlar, ölçü ve tartı aletleri, peşkir ve para keseleri, arkeolojik de mevcuttur.
Tumblr media Tumblr media
Ziyaret Saatleri: 08:30 – 17 :30
Giriş Ücretsiz
Kaymakam Çeşmesi
Söğüt ilçe merkezinde bulunan, 1919 yılında Kaymakam Sait Bey tarafından yaptırılmış Neo-Klasik üsluptaki çeşme, Osmanlı mimarlık sanatı son döneminin önemli bir örneğidir. Çeşmenin üç kenarının ortalarında dilimli vazo biçiminde yalakları, yalakların iki yanında kabartma yaldız motifleri bulunmaktadır. Yüzeyler ve sivri kemerler niş biçiminde olup, nişin içi ve üstü renkli çinilerle kaplıdır. Çeşme dört cephelidir ve Kütahya çinileri ve mermerden yapılmıştır.
Tumblr media
Çelebi Sultan Mehmet Cami
1414—1420 yılları arasında Sultan I. Mehmet Çelebi tarafından yaptırılmış olup, Osmanlı Mimarlık Sanatının kubbeli yapılar türündeki ilk örneklerindendir. Dikdörtgen görünümlü olan ve 12 kubbesi bulunan Camii, Sultan II. Abdülhamit tarafından onarılmış ve onarım esnasında genişletildiğinden bazı değişikliklere uğramıştır.
Tumblr media
Metristepe Zafer Anıtı
İnönü Savaşlarının kazanıldığı ve büyük önder Atatürk'ün İsmet İnönü'ye gönderdiği kutlama telgrafında "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz" diye belirttiği yer olan Metris Tepe'de şehitlerimizin yüce anılarını yaşatmak amacıyla inşa edilmiş, görünüşüyle Türk'ün yenilmezliğini simgelemektedir.
Tumblr media
İnönü Şehitliği
İstiklâl Savaşı’nın Metristepe-İnönü istikametinde gelişen ve tarihimizde İnönü Savaşları olarak bilinen savaşların geçtiği cephedir. 844 mezardan oluşmaktadır ve 1930 yılında Milli Savunma Bakanlığınca yaptırılmıştır.1981 yılına kadar Haziran ayı içinde yapılan şenlikler bu yıldan itibaren İnönü Savaşı’nın kazanıldığı tarih olan 1 Nisan günü yapılmaya başlanmıştır.
Dikdörtgen duvarlarla çevrili olan mezarların ayakuçlarında Türk bayrakları resmedilmiştir. Burada 4 200 şehit’in kaydı olmasına rağmen isimleri bilinemediğinden sadece 141 mezar vardır. Şehitliğin ortasında küçük boyda mermerden bir anıt vardır. Üzerindeki pirinç levhada ise şu sözler yazılmıştır:
"Ey Yolcu burada şu gördüğün mezar
Türklerin İstiklâl abidesidir.
Bir gökten bir göğe haykıran rüzgâr
İnönü Cengi'nin Zafer Sesi'dir."
İlçe merkezinde İsmet İnönü Anıtı, I. ve II. İnönü Savaşları’nın simgesidir. Geniş ve yüksekçe bir platform üzerinde büyük bir ay-yıldız onun yanında da asker kıyafeti ile İsmet İnönü’nün heykeli vardır. Anıtın ön tarafında ise savaşı simgeleyen rölyefli kabartmaların bulunduğu geniş ve alçak bir friz yer alır. İlçe merkezindeki karargâh binası restore edilmiştir. Ayrıca Çukurhisar Köyü’ndeki kerpiçten basit bir köy evini de İsmet İnönü ikinci bir karargâh olarak kullanmıştır.
Tumblr media Tumblr media
0 notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (7 Eylül 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (7 Eylül 2019)
Müge Boz, Merve Toy, Özge Özacar ve Ali Tınaz’un dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 20:15 ve 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 20:15’de “Joker Hadisi”nde Joker Hakkı.
Saat 20:30’da “Türk Reality Showları”nda 10.000 TL.
Joker Kodu:  Joker Kodu ekleme sayfasında “Hediye Joker” sekmesine tıklayıp, “Hadi İzle”bölümündeki reklam…
View On WordPress
0 notes
adeirwansyah · 5 years
Text
ARTIKEL FILM: Menengok Kritik Film Indonesia Masa Lampau
Tumblr media
image credit: Twitter Arie Kriting @Arie_Kriting, 29 April 2017, 08.00 PM.
Oleh Ade Irwansyah
Kehadiran film di negeri ini tidak dimulai oleh kritik, melainkan iklan. Pemutaran film pertama di Indonesia (waktu itu masih disebut Hindia Belanda) pada 5 Desember 1900 diawali dengan iklan di koran. Ini wajar. Sebab, kritik film baru dimulai ketika film selesai. Tidak mungkin kritik film hadir lebih dulu dari filmnya.
Sejak permulaan abad ke-20, perhatian pers pada film sudah ada. Asrul Sani menulis di jurnal Prisma tahun 1990, “kritik film di Indonesia sejak semula selalu berada di tangan wartawan dan dengan demikian tidak lepas dari pekerjaan wartawan: yaitu melaporkan sesuatu yang baru, dalam pengertian si penulis lebih banyak menekankan aspek kebaruannya daripada aspek kelanggengannya sebagai hasil karya seorang sineas.” 
Karena kritik diperlakukan tak ubahnya berita, “kritik-kritik awal tentang film lebih banyak memberitakan isi cerita film tersebut dan nama-nama pemainnya.”
Beberapa wartawan terkemuka awal abad 20 juga terjun jadi sineas, sebagai penulis skenario hingga sutradara.  Sekadar menyebut contoh, Albert Balink seorang sineas yang membuat film Pareh (1935) dan Terang Boelan (1937) dulunya adalah wartawan De Locomotief (Semarang) yang sering menulis tentang film. Lalu ada pula Andjar Asmara. Ia pernah menjadi wartawan berbagai koran dan majalah terjun ke dunia film di tahun 1940. Ia jadi sutradara perusahaan film JIF (Java Industrial film) di Jakarta. 
Sosok lain adalah Kwee Tek Hoay, sastrawan sekaligus wartawan terkemuka. Ia tergolong kritikus yang kerap menulis tajam. Film Resia Borobudur  (1928) dikritik keras begini, “tidak perloe moesti orang djoestain dengan begitoe kasar, karena penonton jang ada poeja pengertian soedah tentoe mendjadi jemoe.” (Panorama, taon ka-3, no 136, 20 Juli 1939). Yang dimaksud “djoesta” adalah bagian dialog yang berpanjang-panjang hingga menjemukan. Seperti Balink dan Andjar Asmara, Kwee Tek Hoay juga kemudian menjadi sineas. Film yang ceritanya ia tulis antara lain Boenga Roos dari Tjikembang (1931), diangkat dari novelnya. 
Selepas merdeka penuh akhir 1940-an, film Indonesia memasuki masa keemasan tahun 1950-an baik sebagai karya seni maupun kritiknya. Di masa ini untuk pertama kalinya sejak  lahir di bumi Nusantara film diapresiasi lewat penghargaan dan perayaan bernama Festival Film Indonesia, tahun 1955. Di tahun 1950-an pula puncak pencapaian film sebagai karya seni terjadi. Banyak kalangan menilai film terbaik Indonesia sepanjang masa adalah Lewat Djam Malam karya Usmar Ismail, rilis tahun 1954. Filmnya berkisah tentang seorang bekas tentara bernama Iskandar (A.N. Alcaff) yang gagal menyesuaikan diri dalam masyarakat setelah bergerilya sekian tahun. Sitor Situmorang, dalam kritik filmnya, memuji film itu “… sudah sampai pada taraf yang dicapai oleh sastra dan puisi Indonesia modern dan seni lukis, dalam hal sikap kejiwaan terhadap kejadian dan perasaan manusia sekarang…”
Kritik film juga berkembang pesat di tahun 1950-an. Bahkan Zainal AN mencatat “sejarah kritik film di Indonesia baru dimulai sekitar awal tahun ’50-an.”  Semakin banyak media yang menaruh perhatian pada perfilman. Soal film di antaranya banyak ditulis di media cetak macam majalah Aneka. Zainal menyebut kritikus film tahun 1950-an antara lain Usmar Ismail (selain jadi sineas, Usmar juga aktif menulis soal film), Hamildy T. Djamil, Bus Bustami, Rasyid Abdul Latief, Lingga Wisnu, Misbach Yusa Biran, Purwana dan lainnya.  
Antara akhir 1950-an sampai pertengahan 1960-an, kritikus film juga lahir dari dunia pers. Dalam catatan Zainal, penulis kritik film masa itu antara lain Zulharmans, Chaidir Rachman, Hadikamajaya, Harmoko, J.S. Hadis, Setia Darma, Setyadi Tryman. Sedangkan media yang memberi tempat pada kritik film antara lain Berita Minggu, Pos Indonesia, Hari Minggu, Berita Republik, Pikiran Rakyat, Indonesia Raya, Abadi, Siasat, Star Weekly, Surat Kabar Pedoman dll.  Lalu ada pula Gayus Siagian. Ia sineas (menulis skenario beberapa film-film Usmar Ismail) yang juga kritikus film. 
Memasuki masa Demokrasi Terpimpin situasi politik yang memanas merambah perfilman. Film sebagai karya seni individual mendapat tentangan keras dari politisi dan seniman berhaluan kiri (baca: PKI dan Lekra). Bagi golongan kiri, seni—dan demikian juga film—harus didedikasikan bagi “revolusi yang belum selesai.” Di sini politik jadi panglima bagi setiap ragam seni. Apa yang digelorakan seniman Lekra dan PKI itu mendapat reaksi lewat Manifes Kebudayaan (lazim disebut Manikebu) pada 1963.  
Seniman masa itu terbagi dalam dua kubu, pengusung “politik adalah panglima” dan aliran realisme-sosialis-nya dengan penganjur Manikebu dan pandangan humanisme universal-nya. Film pun tak luput dari sasaran tembak. Film yang dianggap “beraroma” humanisme universal ditentang keras media milik golongan kiri. Karenanya, kritik film era itu, terutama di media berhaluan kiri atau yang resmi milik PKI, mengecam film-film yang mengandung pesan—entah tersirat atau tersurat—dari  “golongan Manikebuis”. 
Contoh jelasnya terjadi pada Pagar Kawat Berduri (1963). Harian berhaluan kiri Bintang Timur (edisi 14 Maret 1963) mengkritik film Asrul Sani itu dengan judul “Kita Minta Perhatian Serius Bung Karno Terhadap Film Pagar Kawat Berduri” yang dinilai sebagai “… mempertegas watak tanggapannya tentang Revolusi Indonesia… dan jahatnya prinsip ‘Humanisme Universil’-nya Asrul mengebiri patriotisme dan heroisme pejuang-pejuang revolusi…”  Harian Warta Bhakti menulis begini: “Dalam Pagar Kawat Berduri ada pembela imperialis dan kolonialis… (Film itu) harus dinilai kembali supaya tidak telanjur banyak yang merasa terhina.”  
Filmnya kemudian disita dan diteliti militer—bahkan diteliti Sukarno sendiri. Namun kemudian boleh beredar luas tanpa gunting sensor sedikitpun. Hiruk pikuk “politik adalah panglima” ini berakhir seiring peristiwa G30S di tahun 1965, pembubaran PKI, pembunuhan massal dan pemenjaraan anggota serta simpatisan PKI (termasuk seniman-senimannya) selama 1965-1967, dan lahirnya Orde Baru.  
Ketika Orde Baru Soeharto mencapai stabilitasnya di tahun 1970-an film Indonesia berkembang pesat.  Stabilitas politik dan ekonomi (apalagi setelah Indonesia dapat untung dari booming harga minyak di tahun ’70-an) menyuburkan industri film dari segi kuantitas. Film Indonesia diproduksi puluhan judul per tahun. Lantas, bagaimana kualitasnya? 
Nah, di sini kritikus film berperan. Kritikus banyak mengalamatkan kritik tajam pada film-film Indonesia. Goenawan Mohamad menulis, “film-film Indonesia masa ini [tahun ’70-an—pen.] terkenal karena kostum cemerlang hingga mengesankan suasana butik dan lalu-lintas peragawati, juga mobil-mobil gemerlap, juga rumah-rumah yang dipajang dan dilengkapi benda-benda kemilau, juga hiburan malam yang lazimnya berlangsung di sekitar night-club, dan juga lanskap kota—biasanya Jakarta—yang mengandung simbol ‘metropolitan.’”  Film Indonesia telah kembali pada “dosa asal”-nya, hanya sebagai barang dagangan yang menghibur. Hiburan ini utamanya pula buat kaum miskin di perkotaan. Mereka disuguhi mimpi jadi orang kaya lewat film. 
Kondisi ini menimbulkan rasa khawatir. Salim Said, kritikus film yang bergiat di tahun ’70-an, menulis di tahun 1975, “maju mundurnya kritik tergantung sepenuhnya pada maju mundurnya sang objek… Lewat karya-karya seni yang makin matanglah seorang kritikus bisa memerlihatkan kebolehannya.”  Artinya, bila film-film yang lahir melulu film-film hiburan penjual mimpi, sulit muncul kritik yang bermutu. Yang muncul malah kritik yang menggerutu. Itupun hanya dianggap angin lalu. 
Alhasil, kritik film juga mengalami kemundurannya di zaman Orde Baru. Asrul Sani menulis di tahun 1990 kalau “kritik film kita belum berhasil menemukan sikap yang tepat yang sesuai dengan tugasnya, yaitu menjadi pandu untuk orang banyak dalam memilih film baik dan membantu seorang sineas menyadari kekurangannya.”  
Lalu, dalam sejarah film dunia sejumlah pertumbuhan gaya baru pembuatan film justru dimulai dari kritik film. Dalam sinema Perancis gerakan New Wave (gelombang baru) atau  Nouvelle Vague dimulai kritikus film Francis Truffaut dan kawan-kawannya yang kemudian dibuktikan lewat membuat film sendiri. Hal semacam itu tak pernah terjadi dalam sejarah kritik sinema kita.   
Yang kita lihat kini sebuah keriuhan. Media sosial memungkinkan kritik film muncul dalam 140 karakter di Twittter, atau dalam bentuk posting di Path dan Facebook. Sekarang semua orang adalah tukang kritik. Tapi, bila hanya jadi tukang kritik, buat apa? ***
Bahan Bacaan
Asrul Sani, “Perkembangan Film Indonesia dan Kualitas Penonton”, dalam Prisma No.5, Tahun XIX 1990.
Goenawan Mohamad, “Film Indonesia: Catatan Tahun 1974”, dimuat dalam Goenawan Mohamad, Seks, Sastra, dan Kita, Pustaka Sinar Harapan, Jakarta, 1981.
JB Kristanto, Katalog Film Indonesia 1926-2007, Penerbit Nalar, Jakarta, 2006.
Salim Said, Pantulan Layar Putih, Pustaka Sinar Harapan, Jakarta, 1991.
Zainal AN, tulisan tanpa judul dalam Festival Film Indonesia: Buku Kritik Film Indonesia 1982-1983, PWI Jaya Seksi Film, Teater, dan Kebudayaan—Badan Pelaksana FFI 1983, Jakarta, 1983.
CATATAN: 
*) Artikel ini saya tulis untuk dimuat di buku Usmar Ismail Awards 2017. Di ajang pemilihan film terbaik oleh wartawan tersebut, saya menjadi salah satu jurinya. 
0 notes
mobil13com-blog · 5 years
Text
ZTE Blade V10 ve ZTE Blade V10 Vita Özellikleri Karşılaştırma 
Yeni haber paylaştı! https://www.mobil13.com/zte-blade-v10-vita-18269.html
ZTE Blade V10 ve ZTE Blade V10 Vita Özellikleri Karşılaştırma 
Son MWC fuarında, ZTE aynı anda iki orta bütçeli çözüm sundu: V10 ve V10 Vita akıllı telefonlar. Dürüst olmak gerekirse, cihazlar ikiz kardeşler gibi aynıdır, ancak buna rağmen tamamen farklı kullanıcılar için tasarlanmıştır. Daha fazla detay aşağıda.
ZTE Blade V10 Özellikleri
Boyutlar: 157.8 × 75.2 × 7.8 mm, 156 g Ekran: 6.3 “, 2280 × 1080 (~ 400 ppi), 19: 9, IPS, 2.5D İşlemci: 8 çekirdekli MediaTek Helio P70, 2.1 GHz Bellek: 4 GB RAM, 64 GB sabit Fotoğraf Makinesi: 16 Mp, f / 1.8, 1.12 µm + 5 Mp, f / 2.2 (ana çift), 32 Mp, f / 2.0 (ön) Batarya: 3200 mAh İşletim Sistemi: Android 9 Pastası İletişim: USB C Tipi, Wi-Fi, Bluetooth, GPS, GSM / GPRS / KENAR (900/1800/1900 MHz), WCDMA / HSPA (900/2100 MHz), LTE cat.7, NFC
ZTE Blade V10 Vita Özellikleri
Boyutlar: 157.1 × 75.8 × 8.1 mm, 150 g Ekran: 6.26 “, 1520 × 720, 19: 9, IPS, 2.5D İşlemci: 8 çekirdekli Spreadtrum SC9863A, 1.6 GHz Bellek: 2/3 GB çalışır durumda, 32/64 GB sabit Fotoğraf makinesi: 13 megapiksel, f / 2.0 + 2 megapiksel (ana çift), 8 megapiksel (ön) Batarya : 3200 mAh İşletim Sistemi: Android 9 Pastası Bağlantı: microUSB, Wi-Fi, Bluetooth, GPS, GSM / GPRS / KENAR (900/1800/1900 MHz), NFC
  ZTE Blade V10 Tasarımı
Tasarım ile ilgili olarak, burada piyasadaki hemen hemen tüm büyük trendleri kullanılmaktadır. Ve bu hiç de fena değil.
Ön panelde 6,3 inç büyük IPS ekran bulunmaktadır. Çözünürlük 2280 × 1080 piksel, 400 ppi. Piksel yoğunluğu amiral gemisidir ancak çerçeveler incelikte kayıtları bozmaz. Ancak ekranın kenarları yuvarlanır ve koruyucu camın kenarlarında 2,5 D’lik bir dirsek vardır.
Üst kısımda, üzerinde konuşmacının bulunduğu 32 megapiksel “ön uç” altında damla şeklinde bir çentik vardır. Altta sadece boş bir çene var. Logolar ve sensörler olmadan.
Akıllı telefonun kenarları ekrana yuvarlanır, ancak cihaz yuvarlanmaz ve güvenle elinizi tutar. Sol tarafta hafıza kartı ve SIM kartlar için karma bir yuva bulunur. Sağ taraf monolitik bir ses seviyesi tuşu ve parlak bir güç düğmesi içeriyor.
En altta bir hoparlör ve mikrofon olan bir C Tipi konektör var. Cihazın üst kısmında başka bir mikrofon ve kulaklıklar için 3,5 mm jak bulabilirsiniz.
Arka panel, karakteristik çift kam projeksiyonuna sahiptir. Bir sonraki parmak izi tarayıcı. Hemen altında ZTE logosu.
Arka kapağın taşmadığını not etmek zor. İlginç görünüyor, ancak pratikte hızla baskılarla kaplı hale geliyor. Plastik bir malzeme olarak kullanılır, ancak teknolojik işlem seramiklerin etkisini ancak görsel olarak ve dokunuşla elde etmeyi içerir.
ZTE Blade V10 Vita Tasarımı
Bu benzer bir cihaz gibi görünüyor. Ama hadi küçük şeylere bakalım. Herkes çerçevenin biraz daha büyük olduğunu fark etmeyecek, böylece IPS ekranının toplam boyutu 6.23 inç’e düşürülmüş olacak. Çözünürlük ayrıca daha küçüktür ve 270 ppi piksel yoğunluğu veren 1520 x 720 pikseldir.
Hoparlörün önünde hoparlörü ve kameranın altındaki oyukları görebilirsiniz, ancak daha küçük görünüyor. Ve özelliklerine göre daha mütevazı bir 8 megapiksel elde ediyoruz.
Farklılıklardan bir diğeri: ses rocker ayrıdır ve parlak güç düğmesinin bir kabartması vardır. Altta, solunda bir mikrofon, sağında da bir hoparlör olan bir microUSB bağlantı noktası bulunur. Ancak bunu yalnızca müziği açarak ve sesin yalnızca bir delikten geldiğini fark ederek anlayabilirsiniz.
Yukarıda da 3.5 mm jak ve mikrofon var. Kameranın arkasında çift kamera var, daha küçük, kendi alanında bir flaş içermiyor. Evet, basittir, fotoğraf özelliklerinin ayrıntılı bir karşılaştırması sizi daha fazla beklemektedir.
Eski model parmak izi tarayıcıya benzer şekilde, üreticinin logosunun hemen üstündedir. Ve son fark, cihazın altındaki servis bilgisinin mevcudiyetidir.
Ağırlık ve Performans
Vita sürümünün “daha hafif” bir model olduğunu hemen açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu bakımdan, bu cihazın yetenekleri kıdemli bir yoldaşınkilerden biraz daha düşüktür.
Gemide ZTE Blade V10, dört gigabayt RAM destekli bir MediaTek Helio P70 işlemci. Daha genç modellerde, tüm işlem iki ya da üç gigabayt RAM’ın birlikte çalıştığı Spreadtrum SC9863A tarafından kontrol edilir. Bu arada, çok sayıda RAM içeren bir sürüm alırsanız, eski modelde olduğu gibi, NFC bu durumda gizlenecektir.
Dolayısıyla, bu iki cihazın performansındaki fark, bu Android’in dokuzuncu sürümüyle iletişim kurmaktan tamamen zıt bir deneyime yol açıyor. ZTE Blade’in (10) hızı kabul edilebilir olarak adlandırılabilir. Parmak izi tarayıcıya verilen yanıt neredeyse anında gerçekleşti, animasyonlar oldukça yumuşak. Birkaç sekme açıp galeride gezindikten sonra fazladan friz almıyoruz.
Aynı genç modeli hakkında söylemek zor. Boş bir cihazda, masaüstlerinde gezinme veya çoklu görev açma gibi sarsıntılı animasyonlar elde edebilirsiniz.
Eski model parmak izi tarayıcıya benzer şekilde, üreticinin logosunun hemen üstündedir. Ve son fark, cihazın altındaki servis bilgisinin mevcudiyetidir.
Oyuncaklara başlarken tüm izlenimlerim onaylandı. Örneğin, Asphalt 8, eski sürüm için yüksek ve genç sürüm için düşük ayarlar. Sentetik test AnTuTu, eski modeli 137 bin “papağan” a maruz bırakırken, en küçükleri yalnızca 76 bin kazandı.
Her iki akıllı telefondaki batarya 3200 mAh kapasiteye sahiptir. Ancak daha az verimli demir daha ekonomiktir. Üreticinin, genç sürümü aktif ve genç için akıllı telefon olarak konumlandırması garip. Bu tür insanlar anında kararlar alır, enerjiyle parlar ve cihazın sahibinin hızına ayak uydurması gerekir.
Kamera Özellikleri 
Eski model, f / 1.8 diyafram açıklığına sahip 16 megapiksel sensör ve f / 2.2 diyafram açıklığına eşlik eden 5 megapiksel lensten oluşan çift kameraya sahip. Şu anda, daha genç sürüm, 2 megapiksel sensör tarafından desteklenen f / 2.0 açıklıklı 13 megapiksellik bir ana modül ile donatılmıştır.
#td_uid_1_5ce3a2da9a4c3 .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-v10-vita-kamera-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_1_5ce3a2da9a4c3 .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-v10-vita-kamera2-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
ZTE Blade V10 Vita
1 of 2
Farkı belirginleştirmek için, aynı koşullarda çekim yapıldı. Kareler hiçbir şekilde işlenmedi, HDR “Otomatik” moddaydı.
#td_uid_2_5ce3a2da9c6e8 .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-v10-kamera-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_2_5ce3a2da9c6e8 .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-vita-kamera-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
1 of 2
Vita versiyonunun gökyüzündeki beyaz dengesinde tutarlı bir şekilde yanlış olduğunu fark ederken, eski model çerçevenin bu kısmını tam olarak işler. Küçük detaylarda, garip bir şekilde, Blade V10 önderlik ediyor.
#td_uid_3_5ce3a2da9e815 .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-saksi-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_3_5ce3a2da9e815 .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/zte-blade-v10-vita-saksi-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
1 of 2
Genel olarak, eski modelin çekim seviyesi iyi olarak adlandırılabilir. Portre modu bazen nesnelerin sınırlarını karıştırır. Işıktan karanlığa geçiş biraz gürültülüdür, iyi aydınlatma koşullarında detaylandırılacak soru yoktur.
#td_uid_4_5ce3a2daa0670 .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/karanlik-cekim-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_4_5ce3a2daa0670 .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.mobil13.com/wp-content/uploads/2019/05/karanlik-cekim2-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
1 of 2
Ön kamera özel layık. Eski versiyon kötü ışıkta bile iyi bir özçekim yapmanızı sağlar. Ve eğer bu olmadan yaşayabilirsin, o zaman arkadaşlarınla ​​bir fotoğraf paylaşmayı dene. Lensin kullanışlı olduğu yer burasıdır.
İzlenimler
Çoğu zaman, akıllı telefon kullanıcıları ekranla etkileşime girer. Her iki modelde de iyi bir IPS matrisi görüntünün özelliklerini farklı bakış açılarıyla değiştirmesine izin vermez. Ancak eski sürümün renk paleti biraz daha dürüst. Evet ve daha büyük çözünürlük meyve veriyor. Yalan söylenecek şey, V10 ekranından ayrılmak gerçekten zor. Vita iken ekran sadece iyi bir izlenim bırakıyor.
Her iki cihaz da güncel donanım yazılımı sürümüne güncellendi. Benden önce V10 Vita’yı kimin aldığını bilmiyorum, ama çoğu zaman güç düğmesine tepki vermedi. Aynı zamanda, tarayıcı ekranı açmak ve cihazın kilidini açmak için basit bir dokunuştan yoksundu.
Ve dürüst olmak gerekirse, 2 GB RAM açıkça yeterli değil. En az 4 GB görmek istiyorum, bu tarayıcıda ve birkaç sosyal ağda gezinmek için yeterli. Bu arada, genç sürüm, uygulamayı değiştirirken düzenli aralıklarla verilerin üzerine yazar.
Eski cihazın özerkliği, ekranın 5-6 saati için yeterlidir. Daha genç modellerde ise 20-30 dakikada biraz daha fazla bekleniyor.
Her iki akıllı telefon da düzenli olarak parmak izi toplar ve ellerde iyi kayar. Ama şahsen, yeterince cam veya metal çerçevem ​​yoktu.
Bulgular
ZTE Blade V10 kolayca ana cihaz olarak kabul edilebilir, harika bir ekran ve iyi bir kamera sizin sadık arkadaşlarınız olacak. Performans oyuncaklar için yeterlidir, ancak her zaman maksimum grafik ayarında değildir. Ve günlük işler için akıllı telefon tamamen hazır.
ZTE Blade V10 Vita, ağabeyinden biraz daha hafiftir, bu hem normal işlerde hem de fotoğrafçılık gibi yardımcı işlerde fark edilir. Bununla birlikte, cihaz çok zorlayıcı olmayan bir kullanıcı bulacak, kutudan çıkar çıkmaz iyi bir tasarım, iyi bir ekran ve Android 9.0.
Fiyatlara gelince. Rusya satışlarının başlaması 20 Mayıs’ta yapılacak. Cihazlar Svyaznoy mağazalarında aşağıdaki fiyatlardan temin edilebilir:
0 notes