#Hürriyet Gazetesi
Explore tagged Tumblr posts
proofhead · 2 months ago
Text
Hürriyet'ten 30 Ağustos Hediyesi!
İşbirliği/reklam değildir. Ağustos ayının ortalarında, Hürriyet Gazetesi‘nde aşağıdaki ilanı gördüm. Yıllardır gazetelerden kuponla herhangi bir şey almamıştım. İlanda yalnızca 7 kupona, üstelik 30 Ağustos’ta elimizde olmak üzere tam 100 tane Atatürk posteri hediye edileceği yazıyordu. Oldukça heyecanlandım. Yedi gün boyunca ikişer adet Hürriyet alıp kuponlarımı biriktirdim. Kuponlarım yedişer…
0 notes
ozlemayral · 2 years ago
Text
YOLUNDAN VAZGEÇME
Tumblr media
1964 yılında bisikletiyle Hacca gitmek istiyor. (Fakat gideceğini kimseye ilan etmiyor.)
Cebinde sadece 66 lirası var. Yollarda paraya çok ihtiyacı olmuyor. Vaaz verdiği yerlerde önüne sofralar kuruluyor.
Cilvegözü Sınır Kapısı'na varıyor. 1952 yılına ait pasaportunu gösteriyor. Fakat 5.000 lira döviz alması gerektiği söyleniyor, parası olmadığından geçemiyor.
Yolundan vazgeçmiyor. Tel örgülerden bisikletini atıyor. Ardından kendisi de atlıyor. Bu kez bisikletini kucağına alıyor. Mayın tarlasından geçip Suriye asfaltına çıkıyor. Bisikletine binerek hızla ilerliyor. Amman’a varıp mola verdiği sırada tanıdıkları ile karşılaşıyor.
'Buradan öteye zorlanırsın, bizimle gel' diyorlar. Başta kabul etmiyor ama zorla ikna ediyorlar. Bisikletini Amman’da birisine emanet edip tanıdıklarıyla yola devam ediyor. Otobüsle Mekke’ye varıp Hac vazifesini tamamlıyor.
Dönüş yolunda (bir aksilik yüzünden) otobüsü kaçırıyor.
Arabadan arabaya aktarma yaparak Amman’a varıyor ve bisikletine kavuşuyor.
(Ürdün ve Suriye'yi geçtikten sonra) 'Nasılsa memleketime gidiyorum' diyerek bisikletiyle Türk hududuna geliyor. İşte orada, 5.000 liralık döviz almadığı ve kaçak geçtiği için tutuklanıyor.
(Savcılığa çıkarılan) Mehmet Neşet amca, 'Bu suçsa ben Beytullah’ı görmeye gittim. Gavur olmaya gitmedim ya, ne yaparsanız yapın' diyor, cezasına razı oluyor.
Mehmet Neşet Öz’ün bisiklet yolculuğu savcının çok dikkatini çekmiş. Savcının talebiyle bisikletli fotoğrafı çekiliyor.
Ve o fotoğrafı Hürriyet Gazetesi basıp haber yapıyor. Ailesi olayı gazeteden görüp öğreniyor, yanına gidiyorlar fakat alıp gelmek mümkün olmuyor.
Mehmet Neşet amca 27 gün cezaevinde yattıktan sonra beraat ediyor. Yol arkadaşı bisikletiyle otobüs bindirilip evine gönderiliyor.
Uzak akrabaları ve köylüleri Hacı Mehmet Neşet Öz için hep 'Yollarda ölecek, ölüm haberi gelecek' dermiş. Fakat vefatı söyledikleri gibi olmamış.
Vefatından bir gece önce köyündeki dört kahveye de girerek herkese çaylar ısmarlamış, 'Yarın benim bayramım var' demiş.
Ertesi gün, 19 Şubat 1976'da sabah saatlerinde yatağında huzur içinde vefat etmiş. Nur içinde yatsın. Allah rahmet eylesin."
8 notes · View notes
hetesiya · 2 months ago
Text
Sait Çetinoğlu Soykırım'ın mimarı Talat
Soykırım'ın mimarı Talat
Sait Çetinoğlu
Tarih, 15 Mart 1921. Yer, Berlin.
Birinci Emperyalist savaşa bir emperyalist kampa Turan hayalleriyle gözükara bir şekilde dahil olup yenilgi sonrasında bir Alman denizaltısıyla Almanya’ya kaçan İttihatçı lider Talat Paşa, tütün almak için sabah saatlerinde evinden çıktı. Hardenberg Caddesi’nde 100 metre yürümüştü ki, İran’dan gelen 24 yaşındaki Soykırım suçlularının cezalandırılmaması karşısında bu suçları işleyenlerin peşine düşen Şahan Natali’nin liderliğindeki Nemesis örgütünden Sogomon Tehleryan tarafından vurularak öldürüldü. Üzerinden “Mehmed Sait” adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı. Tehleryan Berlin’de yapılan duruşmasında beraat eder. Bunda Ermeni halkına uygulanan Soykırımın rolü olduğu kadar Almanların da bu Soykırıma olan dahilleri gündeme gelmemesi için kısa süren duruşmada Tehleryan beraat etmiştir.
NYT Gazetesi muhabiri 16 Mart günü Berlin’den Talat’la ilgili şu haberi verir: “ALMANYA’NIN DOSTU OLARAK TALAT’IN YASI TUTULDU”. Öldürülmüş eski vezirin bir Berlin Bankasında 10 milyon mark değerinde servete sahip olduğu belirtildi. (Berlin, 18 Mart- Alman basını), Türkiye kesin olarak yıkılmadan bir kaç gün öncesine kadar Almanya’nın hakiki dostu kalan Talat Paşa’nın ölümüne yas tutuyor. Otoriteler, Talat’ın Berlin’deki varlığından habersiz olduklarını söyledi. Talat takma isimle Hardenbergstrasse’da yaşadı fakat onun buradaki hemşerilerinin bazıları onun varlığını biliyordu ve Talat, genellikle ülkesini sefaletten kurtarmaya gelen adam olarak algılandığı Motzstrasse’deki Türk Derneği’ne bazı zamanlar giderdi.
Talat’ın eşi de Said Ali Bey’in hanımı kişiliğinde (adı altında) Berlin çevresinde çok iyi tanınırdı. Çok kibar, modern ve kadın özgürlüğünün savunucusu olarak düşünülürdü. Talat’la evlenmeden hemen önce, açıkça örtüsüz görünerek Türk ulemasının ��fkesine meydan okuduğuna dair rivayet vardır. Talat’ın işleriyle derinden ilgileniyor ve İstanbul’daki belirli çevrelerle sürekli iletişim halinde olduğu söyleniyordu. Talat, modern Hardenbergstrasse’de çok geniş bir apartman kiralayabilecek ve kendisini Avrupa ve Türk konforuyla donatabilmesini sağlayacak kadar bol miktarda paraya sahipti. Talat’ın, Deutsche Bank’daki kasada saklanan 10 milyon mark’tan daha fazla olan servete sahip olduğuna dair hikayeler vardır.”
Talat Paşa’nın cenazesi uzun yıllar Türkiye’ye getirilemedi ve Almanya’da bir kilisede muhafaza edildi. Adolf Hitler, Türk-Alman ilişkilerini kuvvetlendirmek için özel bir jest yapıp Talat Paşa’nın kemiklerini 25 Şubat 1943 tarihinde Türkiye’ye gönderdi. Talat Paşa’nın cenazesi askeri törenle, (İstanbul) Abide-i Hürriyet Anıtı’nın sağ yanındaki 50 metre uzaklığa defnedildi. Talat’ın cenazesinin getirilişinin bir de eşi Hayriye Hanım (Bafralı) tarafından nakledilen hikayesi vardır:
“…1931 yılında, Almanya’da bulunduğumuz yıllarda en yakın dostlarımızdan biri olan eski Deutsche Bank Müdürü Wassermann bana bir mektup gönderdi. Alman kanunlarına göre bir cenazenin gömülmeden en fazla on sene bekleyebileceğini söyleyerek, müddetin dolmak üzere olduğunu ve karar vermemi istedi.”
Aradan geçen on yıl boyunca en büyük isteğim, Paşa’nın kemiklerini Türkiye ye getirtebilmekti. Mektupla birlikte… Şükrü Saraçoğlu’na gittim. Meşrutiyet öncesinde Paşa’nın kendisine birçok yardımları olduğunu her vesileyle söylerdi. Konuyu açtım, ‘Bu iş beni aşar, gelin sizi Atatürk’le görüştüreyim’ dedi.
Ankara’ya, Çankaya Köşkü’ne gittik. Mustafa Kemal ile çok eski yıllardan gelen bir dostluğumuz vardı, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Paşa ile görüşmeler yapmak üzere evimize sık sık gelir, annesi Zübeyde Hanım, kayınvalidemle Selanik’te başlayan dostluğunu İstanbul’da da devam ettirirdi.
Çankaya’da başlayan görüşmemiz o akşam Tahsin Uzer’in evinde devam etti. Bazı bakanların da iştirak ettiği konuşmamızda Atatürk, Paşa’nın kemiklerinin nakli konusunda uzun uzun düşündü. ‘Paşam, Talât, rahmetinize muhtaç. Kanı orada döküldü ama, müsaade edin cenazesi vatanına gelsin’ dedim. Atatürk; ‘Biliyorsunuz Hayriye Hanım, Talât Paşa’yla hiçbir düşmanlığımız yoktu. Birinci harbe girmemizden onu hiçbir zaman suçlu görmedim, harbe katılmaya mecburduk, İstiklâl Savaşı sırasında da Paşa’nın bizi arkamızdan vurması muhtemel azınlıkları önceden naklettirmesinden büyük fayda gördük’ diyerek, ‘Cenazesinin naklini benden şu anda istemeyin, Almanya ile bu konuda görülecek hesabımız var, izin verin şimdi gömülsün, zamanı gelince onu bizzat ben getirtirim’ cevabını verdi. Ancak, bu işi yapmasına ömrü kifayet etmedi.”
Savaşa dahil olmakla imparatorluğun tasfiyesine neden olmakla birlikte Tehcir olarak nitelendirdiği uygulama ile de, yüzyıllardır anayurtlarında yaşayan Ermenileri Soykırıma uğratarak bu coğrafyadan silen Talat, 1876 yılında Edirne’de doğdu. Askeri rüştiyenin son sınıfında diplomanın verildiği sırada bir öğretmenini dövmesiyle okuldan uzaklaştırılır. Babasının dostlarının araya girmesiyle tekrar okuluna dönüp diplomasını alır ancak diploma geç verildiği için Askeri idaiye gidemez. Talat’ın okul hayatı burada sona erer. Edirne posta telgraf idaresinde katiplik görevi ile devlet kapısını aralar. Bir süre sonra katipliğin yanında Alyans Israelite okulunda Türkçe öğretmenliği görevini de yürütecektir. Bu okuldaki görevi sırasında düşünce yapısında yeni gelişmeler filizlenir. Fransız Devrimi ile tanışır, Okul eğitiminin Siyonist ilkeleri doğrultusunda yurtsuz Musevilerin bir ulus ve buna bir yurt yaratma düşüncelerinden etkilenir. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi Hafız İbrahim’le tanışması Cemiyetle de tanışmasına vesile olacaktır. Mithat Şükrü (Bleda) vasıtasıyla da Cemiyete üye olur. Talat’ın dahil olduğu Edirne’deki Grubun ihbar edilmesi sonucu 1895 yılında Talat gözaltına alınır. Mahkemede 3 yıl ceza alır, iki yıl sonra bir affı şahane ile serbest bırakılırak Selanik’e gönderilir. Her sürgünde olduğu gibi Talat’a da Selanikte bir maaş verilmektedir. Talat burada Cemiyet sempatizanlarıyla ilşki kurmada gecikmez. Yeni bir çevre edinir. Bu yeni çevre sayesinde daha sonra Selanik posta idaresinden seyyar posta memurluğu görevi verilecektir. Bu yurt dışından gelen yayınların ve bildirilerin Talat’ın eliyle ilgililere rahatça ulaştırılması demektir. Bu görev aynı zamanda ilişkileri kurmada ve geliştirmede Talat’a ve Cemiyete çok önemli bir kolaylık sağlayacaktır. Talat bu işlevi gözü kara bir şekilde yerine getirir. Mithat Şükrü “Talat, hepimizden daha cesur, daha atak, dünyaya metelik vermeyen bir karaktere sahipti. Önünde, arkasında dolaşan hafiyelere rağmen davranışlarından sapmıyor, hatta onlarla dalaşmaktan geri kalmıyordu” der. Talat’ın Selanik’teki muhalifleri toparlamasına ve Cemiyeti yeniden şekilllendirmesinde bu seyyar posta görevi önemli avantajlar sağlamıştır. Eylül 1906 da Cemiyet sempatizanlarını bir araya getirirerek gizli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni teşkil ederler, bu ilk toplantıda, Askeri rüştiye müdürü kaymakam/yarbay Bursalı Mehmet Tahir, Askeri rüştiyenin Fransızca hocası binbaşı Naki (Nakiyüddin Yücekök) Bey, Üçüncü Ordu müşavirlik yaveri (Makedonya ıslahatında görevli İtalyan general Degergis’in yaveri) yüzbaşı Kazım Nami (Duru), Eski İzmir valise Rahmi (Arslan) Bey, yüzbaşı Hakkı Baha (Pars) Bey, yüzbaşı Edip Servet (Tör), yüzbaşı İsmail Canbolat Bey, yüzbaşı Ömer Naci ve Mithat Şükrü (Bleda) bulunmaktadır. Tahmin edileceği gibi grubun lideri tartışmasız olarak Talat’tır. Bir heyet-i Aliye seçilir, bu heyet, Talat, Canbolat ve Rahmi Beylerden oluşmaktadır. Sonraları bu heyete Merkezi Umumi adı verilecektir. Cemiyette bütün kararlar bu heyet alacak diğerlerine onaylatılacaktır.
1907’den sonra Talat artık Selanik’te dikkat edilen ve önemsenen bir kişiliktir. Selanik’te Bulgar ayrılıkçıların eylemleri Talat’ta sılahlı mücadelenin önemini kavratır ve Ordu içinde teşkilatlanmaya hız verir. Selanik’teki on kişilik çekirdeğin 7’si asker kökenlidir. Bu nitelik ordu içinde teşkilatlanmada bir avantaj sağlayacaktır. Selanikteki çekirdekten sonra Manastır’da örgütünün kurulması izler. Manastır’da Enver önemli rol oynayacaktır. Örgüte alınacakları saptar, merkezi umuminin onayını alarak onların yeminini yaptırarak Manastır örgütü kurulur. Bu şubenin karakteri ise üyelerinin askeri kimliğidir. Manastır şubesinin önemli üyeleri arasında Resneli Niyazi ve Kazım Karabekir sayılabilir. Karabekir’in örgüte katılması Manastır örgütünü güçlendirdiği gibi ardından tayin edildiği İstanbul’da örgütün kurulması ve gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Cemiyet silahlı kuvvetler çevresinde hızla yayılmış, asker ve sivil üyeleri artmış, gizli ve ihtilalci bir güç olmuştur. Paristekiler de ülke içinde oluşan bu güce ilgisiz kalamazlar. Selanik’e gizli olarak gelen Paris temsilcisi Dr. Nazım birleşme anlaşması yapmış ve örgüt Terakki ve ittihat ismini almıştır. 1908’e gelindiğinde Rumeliyi artık sadece örgüt kontrol etmektedir. 10 Temmuz/23 Temmuz 1908’de de İstanbul’u kontrol edeceklerdir. Talat’ın örgütü artık Cemiyet-i Mukaddes’tir. Talat, yanında Hafız Hakkı, Necip, Rahmi ve Hüseyin (Tosun) Beylerle birlikte 19/31 Temmuz 1908’de İstanbula el koymak için Selanikten İstanbul’a hareket eder. İplerin Cemiyet’te (aslında Talat’ta ) kalmak kaydıyla hükümetlere üye olarak Cemiyet’ten kabineye katılan olmaz ve Sultan Hamid’e de dokunmazlar. Ta ki 31 Temmuz/13 Nisan 1909 tarihine kadar. Bu tarihte bir askeri ayaklanma olur ve Talat bir ara kontrolü kaybeder. Ayaklanmacılar Talat’ı aramaktadırlar (Talat’ı, daha sonra 1915’te ölüme göndereceği Kirkor Zohrab, saklayak kurtaracaktır. 1915’te Talat kendisine yapılan bu yardımı unutmuştur. Zohrab, 1 Haziran’da Talat’la yaptığı görüşmede Soykırımı kastederek ‘Neden bu suçu işliyorsunuz?’ der. Talat ise, ‘size verecek cevabım yok, biliyorsunnuz Ermeniler haindir’ yanıtını verir. Zohrab da ‘Şunu biliniz ki, bu kadar kolay kurtulamayacaksınız bu sorumluluktan; ben size hesap soracağım’ der. Akşam yeniden Beyoğlu’ndaki Cercle d’Orient Kulüp’te –İstiklal Caddesi’ndeki şimdiki Saray Muhallebicisi’nin üstü- buluşurlar ve baraber yemek yiyip kağıt oynarlar. Bu çok sıradan hep yaptıkları bir şeydir. Zohrab gece yarısı çıkar ve -şimdki Gümüşsuyu Askeri Hastenesi’nin karşısındaki Gümüşsuyu Palas Apartmanının 3. katının sol dairesi- evine gider. Sabaha karşı evine gelen polisler onu alıp ölüm yürüyüşüne götürürler).
Selanik’ten gelen Hareket Ordusu güvenliği kısa sürede sağlar ancak bu olay Sultan Hamid’in sonu olacak, tahtan indirilerek sürgüne yollanacak yerine, Talat’ın kolaylıkla kontrol edeceği Mehmet Reşat’ı Sultan olarak tahta geçireceklerdir. Bu değişim dönemin kartpostallarında da görülür. 1908’de Sultan Hamid yanında resmedilen Enver ve Niyaziye “bunlar kim?” diye bakmakta iken, 1909 da Enver ve Niyazi’nin ortasında yer alan Sultan Memet Reşat’ın bakışı “ben kimim?” Anlamındadır. 1909 da aynı anda Kilikya’da Ermenilere karşı yerel İttihatçıların kışkırttığı geniş çaplı bir katliam hareketi başlar. İstanbul’da ki ayaklanmayı control altına alan Talat, Adana’ya da Dedeağaç’tan bir taburu asayişin temini için gönderir. Bu sırada ateşkes ilan edilmiş Ermeniler büyük güçlerin araya girmesiyle sılahsızlandırılmışlardır. Dedeağaç taburu nezaretinde sılahlı milislerce ikinci kıyım baştılır ve Ermeniler 30 bin civarında kayıp verirler. Bu katliamda, Ermenilerin dışında diğer gayrimüslimlerden (Asuri/Süryani, Rum) ve Arap milliyetinden kişiler hatta Amerikan miyonundan kişiler hayatlarını kaybederler. Adana’da 1909’da 1915’in bir anlamda provası yapılmıştır. Mizancı Murat bu olaylardan İttihat ve Terakki’yi sorumlu tutar.
PROVOKATÖR İHSAN
Katliamların provokatörü İtidal Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı İhsan Fikri’dir. İhsan Fikri, yayınlarıyla Müslümanları tahrik ederek olayların başlamasına sebep olmuştur. İhsan Fikri, olaylar sonunda bir ceza da almamıştır. Oğlu Cavit Oral yıllarca, CHP, DP ve AP sıralarına mebusluk hatta bakanlık görevlerinde bulunur.
1908’de Selanik’te başlayan bir askeri darbe ile yönetimi elegeçiren Talat, 1912’de yine bir askeri grup olan Halaskar-ı Zabitan tarafından ikinci kez iktidardan uzaklaştırılır. Tekrar iktidarı eline geçirmek için Talat bakanlar kurulunu basıp nazırlardan birinin öldürüldüğü meşhur Bab-ı Ali baskınını tezgahlayarak imparatorluğa el koyar. Artık ipler tamamen Cemiyet’in (Talat’ın) elindedir. O gün Talat’ın yönlendirciliğinde eli sılahlı, İmparatorluğa el koymak üzere Bab-ı Ali’nin önünde olanlar; Cemal, Enver, Kardeşi Nuri, amcası Halil ve Yakup Cemil aynı zamanda Ermeni Soykırımını gerçekleştiren kadro olması tesadüf değildir. O gün orada olanlar 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle imparatorluğun çöküşüne kadar imparatorluğun kaderini elinde tutarlar.
1915 ‘te de, Talat mimar olarak Soykırımdan başka bir şey olmayan tehciri tezgahlayacak, diğerleri de uygulayacaklardır. Başvezir Talat, 2 Kasım sabahının erken saatlerinde bir Alman gemisiyle kaçırılır. Talat’ın İstanbul günleri sona erer. Talat, Almanya’dan da Kemalist harekete destek verir. Hareketin liderleriyle yazışmalarını sürdürür. Almanya’da da Ermenilere ilgisini esirgemez. Ermenistan Cumhuriyetine askeri harekat için Karabekir’i cesaretlendirir. Karabekir’e bir mektubunda; “Azizim Karabekir, eğer askeri hazırlıklarını tamamlamışsan taarruzunu başlat” demesi Ermenilerle ilgisini hala kesmediği anlaşılmaktadır.
0 notes
aykutiltertr · 2 months ago
Video
youtube
Toz Duman - Bülent Serttaş ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör Disko & Oryantal...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/R4FEszpQ7n4 ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Toz Duman - Bülent Serttaş ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör Disko & Oryantal Beste Tural Toğrul) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupM4P5kNhKHd4hJZpIK_4kMF ➤ ESER ADI                :  TOZ DUMAN ➤ SÖZ GÜFTE            : TURAL TOĞRUL ➤ BESTE - MÜZİK      : TURAL TOĞRUL ➤ USÜL                       : 8/8 DÜYEK DİSKO - ORYANTAL ➤ MAKAM - DİZİ        : KÜRDİ , MİNÖR ➤ ARANJÖR              :  OZAN DOĞULU ➤ ENSTRÜMANLAR : YAYLI GRUP KEMAN ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   : BYBİLO'S Bülent Serttaş TOZ DUMAN Aşk dedim burada bir aşk görmedim hüzün sokaklarında yürüdüm bu bedenin içinde nasıl çürüdüm sen hiç bir şey görmedin YAPIM: BYBİLO’S Prodüktör: Selvi SERTTAŞ Söz Müzik: Tural Toğrul Aranje: Ozan Doğulu                             ŞARKI SÖZÜ BİLMEDİM BUNUN ADI NE BİLMEDİM AŞK DEDİM BURADA BİR AŞK GÖRMEDİM HÜZÜN SOKAKLARINDA YÜRÜDÜM BU BEDENİN İÇİNDE NASIL ÇÜRÜDÜM SEN HİÇ BİR ŞEYİ GÖRMEDİN FERYADIM YAYILDI CÜMLE CİHANA DEDİKODUMUZU YAYAN YAYANA BİRKERE BİLE GELMEDİN YOLLAR KARANLIK GEÇİLMİYOR HAKLI HAKSIZ SEÇİLMİYOR DOĞRUYU KİMSELER BİLMİYOR TOZ DUMAN İSTERSEN TOPLA İSTER YAK SENLE BENİM SUÇUMUZ ORTAK YİNE HERŞEY KARIŞTI BAK TOZ DUMAN BURASI TOZ DUMAN Bülent Serttaş Doğum 18 Kasım 1965 (58 yaşında) Elaz��ğ, Türkiye Tarzlar Türkü Meslekler Türkücü, oyuncu[1] Etkin yıllar 1983-günümüz (şarkıcı) Eş Selvi Serttaş Çocukları 3 Bülent Serttaş (d. 18 Kasım 1965, Elazığ), Türk halk müziği sanatçısı, söz yazarı ve oyuncu. 1983 yılından itibaren çeşitli mekanlarda sahneye almaya başlayarak müzik yapmaya başladı. Adana'da bir gazino da şarkı söylerken Hilmi Topaloğlu tarafından keşfedildi. İlk albümü Delikanlı yayınlandı. 1997 yılında piyasaya çıkan Aşığım Yanmışım albümüyle popülerliliğini arttırmıştır.[2] Türkücülüğün yanı sıra; 2010 yılında Çakallarla Dans, 2012 yılında Patlak Sokaklar: Gerzomatve 2014 yılında ise Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı filmlerinde rol almıştır.[1] Bülent Serttaş, Selvi Serttaş[3] ile evli ve 3 çocuk babasıdır. Diskografisi Albümleri 1991: Utanıyorum (Avare Çocuk) 1993: Delikanlı 1995: Sen Varya Sen 1997: Aşığım Yanmışım 1997: Anlayacaksın - Mektup 1998: Sana Yaşıyorum 2000: Alın Yazımsın 2001: Her Şeyine Hastayım 2002: Ağlama Meleğim 2005: Tükendi Dost Sohbetleri 2008: Emir 2011: Bitmez sana sevdalarim 2013: Sen Diye Diye 2017: Ablalar Single'ları 2007: Ne Mutlu Türküm Diyene 2013: La Bize Her Yer Ankara 2015: Adamın Dibi (Çeşme) 2016: Haber Gelmiyor Yardan (ft. Serdar Ortaç) 2018: Bodrum Akşamları (Akustik) 2019: Sevda İçerde 2019: Elini Kolunu Sallayacak 2020: Seyyah 2021: Yıllar utansın 2021: Akdeniz 2021: Sen Bensiz Nefes Alamazsın 2022: Aklıma Sen Gelince 2022: Filhakika 2022: Dili Ballım (duet İpek Demir ile) 2023 Neler Umdum Neler Buldum Filmografisi Çakallarla Dans - 2010 Patlak Sokaklar: Gerzomat (General) - 2012 Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı - 2014 Yildizlar da Kayar: Das Borak - 2016 Kaynakça ^ a b "İmdb Bülent Serttaş Sayfası". imdb.com. 16 Ocak 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Bülent Serttaş". karnaval.com. 5 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Hayatımın anlamı huzur verenim". Hürriyet Gazetesi. 14 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Bülent Serttaş'ın Geniş Ailesi". 8 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. Dış bağlantılar Discogs'ta Bülent Serttaş diskografisi Taslak simgesi Bir Türk şarkıcı ile ilgili bu madde taslak seviyesindedir. Madde içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkı sağlayabilirsiniz. Kategori: Türk şarkıcı taslaklarıYaşayan insanlar1965 doğumlularKeban doğumlularElazığ ili doğumlu sanatçılarTürk arabesk şarkıcılarıTürk halk müziği ses sanatçılarıTürk erkek sinema oyuncularıEsen Müzik sanatçılarıSindoma Müzik sanatçılarıŞahin Özer Müzik sanatçıları20. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar1990'ların şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları2020'lerin şarkıcıları
0 notes
ozel-buro · 4 months ago
Text
MOSSAD DOSYASI : MİT'in yakaladığı Mossad ajanları serbest bırakılıyor
MİT’in yakaladığı Mossad ajanları serbest bırakılıyor MİT, 2020 yılından bu yana gerçekleştirdiği operasyonlarda çok sayıda Mossad ajanını ele geçirdi ancak dava süreçleri basına yansımayan tutuklu ajanların serbest bırakılması dikkat çekti. 2024-07-24 Hürriyet gazetesi yazarı Nedim Şener, MİT’in İsrail gizli servisi Mossad’a yönelik operasyonlarında yakalanan ajanların akıbeti ile ilgili…
0 notes
haytaogluyunus · 6 months ago
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 19 MAYIS (1939)
AZERBAYCAN TÜRKLERİNDEN FİKİR ADAMI, YAZARI
AHMET AĞAOĞLU’NUN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.
AĞAOĞLU, Ahmet
(1869-1939)
İSLAM ANSİKLOPEDİSİNDEN ALINTIDIR.
Türk gazetecisi ve siyaset adamı.
Aslen Karabağlıdır. İlk ve ortaokulu Şuşa’da, liseyi Tiflis’te bitirdi. Özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrendi. 1889’da Paris’e giderek Sorbonne Üniversitesi’nin Tarih ve Filoloji Bölümü’ne devam etti. Bu arada İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenleriyle tanıştı. Daha öğrenci iken La Nouvelle Revue ile Revue Bleue’de ve Tiflis’te çıkan Kafkas gazetesinde yazıları yayımlandı. 1892’de Londra’da toplanan Şarkiyat Kongresi’ne katılarak Şiî mezhebinin doğuşu ve gelişmesine dair bir tebliğ sundu. Tahsilini tamamladıktan sonra Azerbaycan’a döndü (1894). Tiflis, Şuşa ve Bakü’de öğretmenlik yaptı. Bir taraftan da “millî uyanış hareketi”ne katılarak Türk ve müslümanların haklarını Rus makamlarına karşı savunmak için kurulan Kaspiy (1903) ve Şarkî Rus (1903) gazetelerinde yazılar yazmaya başladı. 1905 Rus meşrutiyetinden önceki günlerde doğan hürriyet havası içinde çıkmaya başlayan Hayat (1904) gazetesinin yazı kadrosunda yer aldı. 1905’te İrşad’ı çıkardı. Rusya’da Türkler’in haklarını korumak maksadıyla Difai isminde siyasî bir dernek kurdu (1906). Bu arada Tiflis’te Hüseyinzâde Ali ile Füyûzât (1906) adlı haftalık bir dergi, iki yıl sonra da Bakü’de Terakki gazetesini çıkarmaya başladı. Faaliyetleri sebebiyle Rus makamlarının baskı ve takibine uğradığı için II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine Türkiye’ye geldi (1909). Bir süre Şehbenderzâde’nin çıkardığı Hikmet ile Eşref Edip’in yayımladığı Sebîlürreşâd mecmualarında yazılar yazdı. Maarif müfettişliği ve Süleymaniye Kütüphanesi müdürlüğü yaptı. Fransızca Jeune Turc gazetesinde çalıştı. Tercümân-ı Hakîkat gazetesinin başyazarı oldu. Türk Ocağı’nın kuruluşuna katıldı (1911) ve yayın organı Türk Yurdu dergisinin yayımında faal rol oynadı. Dârülfünun’da Rusça muallimliği ve Türk-Moğol tarihi müderrisliği yaptı. İttihat ve Terakkî Cemiyeti genel merkez üyesi oldu ve Afyonkarahisar mebusu seçildi (1912). I. Dünya Savaşı sonunda Rusya’da ihtilâl olup oradaki Türkler bağımsız devletler kurmaya başlayınca, Ağaoğlu da Azerbaycan’a yardım için gönderilen orduda kumandan müşaviri olarak bulundu (1918). Azerbaycan parlamentosuna üye seçilerek bir süre orada kaldı. Türk ordusu Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kalınca Ruslar’a karşı İngiltere’nin desteğini sağlamaya çalıştı. İran’da yapılan İngiltere-Azerbaycan görüşmelerine başkan olarak katıldı. Aynı amaçla Paris Barış Konferansı’na giderken uğradığı İstanbul’da İngilizler tarafından tevkif edildi (1919). Önce Limni’ye, arkasından Malta’ya sürüldü. İki yıl kadar devam eden mevkufiyetinden sonra Ankara’ya döndü (1921). Matbuat umum müdürü ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesi başyazarı oldu. İkinci devre Kars mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Bu arada 1931 yılına kadar Ankara Hukuk Mektebi’nde hukūk-ı esâsiyye hocalığı yaptı. Mustafa Kemal’in emriyle katıldığı Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş ve çalışmalarında faal rol oynadı (1930). Fırka kapatılınca siyasî hayattan ayrılarak İstanbul Dârülfünunu’nda müderris oldu (1931). Bir taraftan da Akın dergisini çıkarmaya başladı. Ancak muhalefet yaptığı gerekçesiyle dergisini kapatmak zorunda bırakıldığı gibi üniversitedeki görevinden de ayrılmak mecburiyetinde kaldı (1933). Ölümüne kadar Kültür Haftası ve İnsan dergilerinde yazılar yazdı. 19 Mayıs 1939’da İstanbul’da öldü.
Sağlam hukuk formasyonu ve kusursuz Fransızca’sı yanında polemikçi bir gazeteci olan Ağaoğlu, Türk fikir ve siyaset hayatında bilhassa 1912’den sonra etkili olmuş bir yazardır. Ağaoğlu’nun faaliyet ve yazılarının ekseriyetini önceleri Türk milliyetçiliği ve Türk kültürü teşkil ederken, sonraları fikir hürriyeti ve bilhassa Avrupa medeniyetini tam anlamıyla benimseme konuları ağırlık kazanmıştır. Üniversite yıllarında hocası Ernest Renan’dan, İslâmiyet ile ilgili konularda Paris’te tanıştığı Cemâleddîn-i Efgānî’den, siyasî konularda ise Ahmed Rızâ’dan etkilenmiştir. Fransa’da bulunduğu yıllar onun özellikle Fransız İhtilâli’nin getirdiği düşüncelere yaklaşmasına, Batılı liberal kavram ve değerleri inceleyip benimsemesine imkân vermiştir.
Hayatında başlıca üç devir ve üç hâkim fikir görülen Ağaoğlu, daha çok, etkisi altında kaldığı fikirleri taşıyıcı bir özelliğe sahiptir. Bu bakımdan Rusya devresinde Rusya müslümanlarının birleşmesini ve ilerlemesini savunmuş, oradaki çalışmaları zorlaşıp İstanbul’a geldiğinde, devrin İslâmcı yayın organı Sebîlürreşâd kadrosu içinde yer alarak bu istikamette yazılar yazmıştır. İslâmcı yanının ağır bastığı bu devreden sonra İttihatçılar’la tanışması ve onların yayın organlarında yazılar yazmasıyla onun Türkçülük tarafı ortaya çıkar ve dinî düşünceden uzaklaşma devri başlar. Son devresi ise Cumhuriyet yıllarıdır. Bu devreden sonra Ağaoğlu tam anlamıyla bir Batıcı olarak görünür. Kurtuluş için Avrupa medeniyetinin eksiksiz benimsenmesini, Batı’nın özellikle liberal düşünce ve ferdî hürriyet ile eş anlamlı olduğunu savunur. Malta’da sürgündeyken yazdığı ve ancak Cumhuriyet döneminde yayımlanabilen Üç Medeniyet (İstanbul 1927) adlı kitabında, dünyanın tanıdığı üç büyük medeniyetten Budha-Brahma ve İslâm medeniyetlerinin çökmekte olduğunu, Batı uygarlığının ise bütün unsurlarıyla ayakta ve dünyaya hâkim bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona göre “medeniyet bir hayat tarzı olduğundan içine bütün yaşayış, düşünüş ve duyuş tarzları girer.” Batı medeniyeti, Budha-Brahma ve İslâm medeniyetlerini bütün alanlarda yenerek üstünlüğünü göstermiştir. Bu sebeple onu parça parça almak yeterli değildir. Türkler iki defa din değiştirdiklerine göre, Batı medeniyetini tam anlamıyla ve bütün müesseseleriyle kabullenmeleri de imkânsız değildir. Bu ve benzeri fikirlerinden, iktisadî ve içtimaî meselelerdeki farklı düşüncelerinden dolayı başlangıçta beraber olduğu İslâmcı ve Türkçü aydınlarla fikrî mücadele içine girmiş, başta Gaspıralı İsmâil Bey olmak üzere Babanzâde Ahmed Naim, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Şevket Süreyya Aydemir ve Mehmed İzzet tarafından şiddetle tenkit edilmiştir.
Ahmet Ağaoğlu’nun gazete ve dergilerde kalan yüzlerce yazısından başka, pek çoğu ders notlarından meydana gelen eserlerinin bazıları şunlardır:
İslâm ve Ahund (Bakü 1900); İslâma Göre ve İslâm Âleminde Kadın (Bakü 1901, Hasan Ali Ediz tarafından İslâmlıkta Kadın [İstanbul 1959] ve İslâmiyette Kadın [Ankara 1985] adlarıyla tekrar yayımlanmıştır); Üç Medeniyet (İstanbul 1927, eserin Latin harfleriyle ilk baskısı 1972’de İstanbul’da yapılmıştır); İngiltere ve Hindistan (İstanbul 1929); Serbest İnsanlar Ülkesinde (İstanbul 1930); Hukuk Tarihi (İstanbul 1931-1932); Devlet ve Fert (İstanbul 1933); Etrüsk Medeniyeti ve Bunların Roma Medeniyeti Üzerine Tesiri (İstanbul 1933); Etika (Kropaktin’den tercüme, İstanbul 1935); Ben Neyim (İstanbul 1939); Gönülsüz Olmaz (Ankara 1941); İran İnkılâbı (İstanbul, ts.); İhtilâl mi İnkılâb mı? (Ankara 1942); Serbest Fırka Hatıraları (İstanbul 1949).
0 notes
korkutkalkan · 7 months ago
Link
Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, CHP'nin değişimin yararını gördüğünü, İYİ Parti lideri Meral Akşener'in de sandıktan çıkan mesajı yerine getirdiğini belirterek, "Peki AK Parti ne yapacak?" sorusunu yöneltti.Selvi, milletin sandıkta verdiği mesajın alındığını görmek istediğini kaydederek, "2017 Anayasa referandumundan bu yana AK Parti 2018 genel seçimlerinde, 2019 yerel seçimlerinde, 2023 genel seçimleri ve 2024 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir’de birinci parti olamıyor. AK Parti, büyükşehirlerden kopuyor. Gençlerden kopuyor. Bunda ekonomik sıkıntı kadar genel politikalardaki uygulamaların da payı çok büyük. Bu konuda bir strateji oluşturulacak mı? Yeni bir siyaset dili geliştirilecek mi?" ifadelerini kullandı.
0 notes
bernamegeh · 7 months ago
Text
Şaban Arslan Kimdir Hayatı
Gazeteci Şaban Arslan, 1967 yılında Ordu’nun Ünye ilçesinde dünyaya geldi. Şaban Arslan, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Gazetecilik Bölümü’nü bitirdi. Gazetecilik mesleğine Hürriyet Gazetesinde başlayan Arslan, ardından sırayla Akşam Gazetesi´nde İstihbarat Şefliği ve Haber Müdürlüğü, Yeni Şafak Gazetesi´nde İstihbarat Müdürlüğü…
View On WordPress
0 notes
futbolpenceresi · 8 months ago
Text
LACIVERT BUYU
FUTBOL'UN PSİKODİNAMİKLERİ
”Türkiye'de, Fenerbahçe Cumhuriyeti sağlıklı başarılı ve ilkse bu ülkede her şey mutlu ve huzurludur. Esnafın yüzü güler, perakendeci ve toptancıların tezgahında mal kalmaz. Tiyatrolar, sinemalar, sazlar, barlar meyhaneler fuldur. Stadlar Türkiye'nin her vilayetinde lebaleptir. Fenerbahçe gittiği her kente kendi ile birlikte büyük bereketini götürür, i...ler diye uğurlanmasına rağmen.
Fenerbahçe Cumhuriyeti ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte,adı konamaz... "
İslam ÇUPİ, 19 Eylül 1985
“Hürriyet Gazetesi, Türkiye’de son dönem seçim araştırmalarının en başarılı ismi Adil Gür yönetimindeki A&G Araştırma Şirketi’ne oldukça kapsamlı ve ilginç sonuçlar elde edilen bir futbol araştırması yaptırdı. Ortaya en ateşli, en çok taraftara sahip, en çok kızılan, en çok para harcayan, en erkek taraftarı olan takımlar çıktı.
En çok taraftar yüzde 33.8 ile Galatasaray’ın. Ardından yüzde 26.6 ile Fenerbahçe geliyor. Beşiktaş 18.4 ile üçüncü. Yüzde 10.1 ile dördüncü Trabzonspor’u yüzde 2.9 oranla Bursaspor izliyor. En ateşli taraftar yüzde 44.8 ile Çarşı taraftarı. Bunu Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor takip ediyor. Takımına en bağlı taraftar Cimbombom’un. Aynı şekilde en sıkı seyirci ve izleyici kitlesi de sarı-kırmızılı. Futbol için en çok taraftarı bulunan Galatasaraylılar futbola en çok vakti de harcıyor. Ama iş paraya gelince cimriler. En az harcamayı onlar yapıyor. Fenerbahçe taraftarı spora en çok parayı harcıyor. “
“Türkiye'de Fenerbahçe Amerika'dır,öbür kulüpler bütün dünya...Bütün dünyada darbeler bir kelle düşürüp yerine başka kelle koyabilir, sosyalizm, komünizm beklenmeyen yumuşama resitalinin tuşlarına doğru parmak uzatabilir, utanç duvarı, özgürlük kuleleri, yıldızı tek ve kırmızı saraylar yerle bir edilebilir, dünya döner, yaşam bir başka biçimde çığlıklar atar sabahlara...Ama paranın tek sahibi giderse, hayat biter. O zaman dünya rekabeti değil, dünya mezarlığı kurulur bu yaşı başı belirsiz yuvarlak kürede...” İslam ÇUPİ, 05-09-2000
http://www.galatasaray.org/index.php
“Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte,adı konamaz... "   İslam ÇUPİ
”According to Kant, the world outside ourselves causes only the matter of our sensation. Our brains order this matter and supply the concepts of which we understand experience”.
"Kant'a göre dışımızdaki dünya yalnızca duyumlarımızın maddesine neden olur. Beynimiz bu maddeyi düzenler ve deneyimden anladığımız kavramları sağlar." Systems Thinking, Systems Practice, Peter Checkland, Wiley
 “Doğa yasalarını andıran ona sığmayan birtakım sanılardan oluşan çerçevelere paradigma denir.”
 “Mayıs: Galatasaray, UEFA Kupası’nı kazandı 2000 yılı Mayıs ayında Galatasaray, UEFA kupasını kazanan ilk Türk takımı oldu.”
 “Yalnız, aykırı tek bir örnekten ötürü paradigma yanlışlandı diye kenara bırakılamaz.”
“KADIKÖY'DEKİ MAÇLAR
Fenerbahçe ile Galatasaray'ın Kadıköy'de yaptığı son 11 resmi maç şöyle:
Tarih Organizasyon Sonuç (FB-GS) ---------- -------------- ------------- 07.02.2001 Türkiye Kupası 4 – 4 06.05.2001 Lig 2 – 1 16.02.2002 Lig 1 – 0 06.11.2002 Lig 6 – 0 29.02.2004 Lig 2 – 1 22.05.2005 Lig 1 – 0 08.03.2006 Türkiye Kupası 2 – 1 22.04.2006 Lig 4 – 0 03.12.2006 Lig 2 – 1 08.12.2007 Lig 2 - 0 
1. juninho fenerbahçe türkiyenin en büyük kulübü ve galatasarayayla kadiköyde yaptığı maçlara bakınca çoğunu fenerbahçe yenmiş yani bu haber fenerbahçe için çok önemli değil fenerbahçe her zaman galatasaraydan üztündür
http://magazinhaberi.com/magazin-haberleri/37961/buyu-bozuldu
http://yeni.beykent.edu.tr/WebProjects/Uploads/METIN%20INCEOGLU_Tutum-algi-iletisim.pdf
Üç büyük klübümüz arasında Fenerbahçe, medya ve kitle iletişim araçları arasında, uzun zamandan beri, yönetici, yazar, muhabir düzeyinde en çok temsile sahip olanıdır. Bu yüzden kitle iletişim araçları, gazete, televizyon, radyo ve dergilerin yayınlarında Fenerbahçe haberleri daha ağırlıklı yer tutar, Fenerbahçe daha başarılı ve büyük bir takım olarak tanıtılır. Sürekli olarak bu mesajlara (propagandalara) maruz kalan Fenerbahçe taraftarı, spor yazarı, yöneticisinin zihninde Fenerbahçe’nin gerçekten en büyük takım olduğuna ilişkin kalıplar, yargılar oluşur. Bu kalıp ve yargılar ise dış dünyadan gelen uyarılardan bağımsız bir algılama yaratarak bu büyüklük inancını ve kalıplarını besler. Üç büyük klüp arasında (bugüne kadar) sportif alandaki başarılar açısından büyük bir fark olmamasına rağmen Fenerbahçe camiasının üyeleri arasında kendilerinin en başarılı, en büyük, en çok taraftarı olan klüp olduğu inancı yaygındır.
Bu inancın oluşması ise mesleklerinin zirvesinde yer alan bazı Fenerbahçe taraftarlarının medya içinde önemli mevkilere tırmanması, kendi benliklerine ilişkin özgüven, başarı ve mükemmellik duygularıyla inançlarını seçtikleri varlıklara atfetmeleri, kendi benliklerinden pay alan kusursuz ve en büyük Fenerbahçe kalıbının oluşması, ellerindeki medya gücüyle bu doğrultuda yapılan yoğun bir “EN Büyük Fenerbahçe” bombardımanına girişmeleri ve Muzaffer Şerif’in grup içi uyum mekanizmalarına ilişkin deneylerinde elde ettiği bulgulara uygun olarak diğer Fenerbahçe taraftarlarının da grup içinde ağırlığı olan bu ağır abilerin oluşturduğu grup ortalamasına uymasıyla gerçekleşmiştir.
 Bu süreç sonunda Fenerbahçe taraftarlarının zihinlerinde “Büyük Fenerbahçe” kalıbı oluşmuş, dış dünyadan alınan duyu verileri bu kalıbın süzgecinden geçtikten sonra bilince ulaşır hale gelmiş ve Fenerbahçe taraftarları, zihinlerinde bulunanı dış dünyada da bulur olmuşlardır. Zihinlerindeki kalıba uyan veriler abartılmış, uymayanlar ise ego ve savunma mekanizmalarıyla rasyonalizasyon süzgeçlerinden geçirilerek elenmiş, önemsiz hale getirilmiştir. Bu sanal büyüklük inancı fazlasıyla abartılmış, yazılara, tavırlara, davranışlara yansıyan kibir halesi yaygınlaşmıştır. Bu kabından taşan kibirli hal ve davranışlara karşı gösterilen tepkiler de yine aynı mekanizmalar sonucunda Fenerbahçe’nin büyüklüğü inancını beslemiş, Fenerbahçe camiasi, kendi kendini onaylayan, dış dünyadaki tepkileri de onaylama vesilesine dönüştüren kapalı bir inanç grubuna dönüşmüştür.
Oysa zihinlerdeki büyük Fenerbahçe ile fani dünyadaki kanlı canlı Fenerbahçe arasında dağlar kadar fark vardır. Zihinlerdeki Fenerbahçe’nin büyüklüğü camia mensuplarında beklentilerin de yüksek olması sonucunu doğurur. Beklentilerle doğru orantılı başarı olmadığı için de klüp yöneticileri, teknik direktörler, oyuncular sürekli değiştirilir. Sürekli transfer yapılır, sürekli hoca değiştirilir, sürekli yönetimler değişir. Bu yüzden, klüp yönetimine yıllarca kaos ve kargaşa hakim olmuştur.
Fenerbahçe taraftarı, Fenerbahçe söz konusu olduğunda rüyalar aleminde uçuşa geçer, çünkü zihninde bir masal dünyası yaratmıştır. Bu masal dünyasının sırça köşkü ise kitle iletişim araçlarının yoğun bombardımanı sonucunda inşa edilmiştir. Aynı taraftar, gerçekliğin başka herhangi bir alanı söz konusu olduğunda her fani gibi, her fani kadar nesnel, tarafsız olabilmektedir.
Türk futbol dünyasının, yaklaşık yüz yıllık tarihinde, üç büyük klüp arasında maddi ve manevi açıdan büyük farklar olmamıştır. Buna karşılık Fenerbahçe’de, camia üyeleri arasında var olan yüksek beklentiler nedeniyle oluşan kaos, kargaşa ve istikrarsızlık diğer iki büyük klübe göre daha fazla yer tutmuştur. İmkanların eşit, yönetim ve istikrarsızlığın dengesiz olduğu bu koşullarda diğer iki büyük takımın Fenerbahçe’ye göre az da olsa daha başarılı olması gerekirken her üç klübün de başarı açısından kabaca aynı düzeylerde bulunması futbol dünyamızın loş kalmış köşelerinin ağırlıklı olarak sarı lacivert renklerle bezenmiş olmasıyla açıklanabilir ancak.
Fenerbahçe ve diğer iki büyük klüp arasındaki arzu, istek ve beklenti farkı klüplerin başarı çizgisinden de izlenebilir. Galatasaray ve Beşiktaş takımları 14-15 yıl gibi uzun süreler şampiyonluk hasreti çekmişken bu süre Fenerbahçe camiasında 5-6 yıldan öteye gitmemiştir. Beşiktaş ve Galatasaray takımları istikrarlı şampiyonluk serilerini daha kolay yakalarken, Fenerbahçe aynı istikrarı yakalayamamıştır. Beşiktaş ve Galatasaray daha huzurlu ve sakin yönetilirken Fenerbahçe bir türlü kargaşadan kurtulamamıştır.
Fenerbahçe taraftarlarının zihninde yaratılan büyük Fenerbahçe imgesinin altı yıllarca doldurulamamıştır. İslam Çupi’nin, “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte,adı konamaz... " ibaresinde görüldüğü gibi zihinlerde ve gönüllerde olan büyüklük bir türlü tanımlanamamaktadır çünkü dış dünyada bu imgeye tekabül eden bir büyüklük bulunmamaktadır.
Galatasaray’ın 2000 yılının Mayıs ayında UEFA kupasını alması ise Fenerbahçe taraftarlarının gerçek dünyadaki sıradan Fenerbahçe gerçeği ile kendi zihinlerindeki büyük Fenerbahçe sanrısı arasında ördükleri kalın zırhta derin bir delik açarak büyük bir travmaya yol açmıştır. Zihinlerde ve gönüllerde Fenerbahçe en büyüktür ama dış dünyada büyüklüğün en somut göstergesi olan Avrupa başarılarında Galatasaray öndedir. Egoları sarsan, gururları ayaklar altına alan bu gerçeği silmenin yolu olan daha büyük bir başarıyı kısa vadede yakalamak ise hayaldir. Bu durumda zihinlerdeki büyük Fenerbahçe imgesini korumak için , dış dünyadaki büyüğü, en azından kendi evinde sürekli yenmek, yaraları sarmanın en kolay yolu haline gelir.
Yine futbol dünyamızın loş sarı lacivert köşelerinde kalan bir seri sonucunda bir Saraçoğlu efsanesi yaratılmıştır. Dış dünyada en başarılı, en büyük Galatasaray’dır, ama zihinlerdeki en büyük Fenerbahçe, en büyüğü sürekli yenmektedir. Yaralar sarılmış, ego tamir edilmiş, kırılan gurur ayağa kaldırılmıştır. Yaşar Kemal’in “Dağın öte Yüzü” üçlemesinde anlattığı yoksul ve çaresiz köylülerin yaşama tutunmak için ürettiği ermiş köylü Taşbaş efsanesi gibi Saraçoğlu Efsanesi yaratılmış ve ona tutunulmuştur.
İttire, kaktıra yaratılan Saraçoğlu efsanesi giderek kendine doğrulayan bir kehanete dönüşmüş, her iki camianın, oyuncusundan yöneticisine kadar bütün mensuplarının kendilerine biçilen rolleri kanıksamaları ve o rollere (gardiyan ve mahkum) uygun kişilik ve tavırlar sergilemesiyle sonuçlanmıştır. Böylece çok ciddi sonuçlara yol açabilecek bir travma hasarsız olarak atlatılmıştır.
Galatasaray’ın UEFA kupasını kazanması ise benzer tutum, davranış ve tepkilerin Galatasaray camiası mensuplarında da ortaya çıkmasıyla sonuçlanmış, taraftarların zihninde az da olsa maddi bir temeli olan “Büyük Galatasaray” imgesi doğmuştur. Fenerbahçe’nin yıllarca içinde kıvrandığı ortama bu defa Galatasaray yuvarlanmış, istikrarsızlık, sürekli transfer ve hoca değişiklikleri olağan uygulamalar haline gelmiştir. UEFA kupası yolunda, içine düşülen borç tuzağı, yükselen beklentilerle beslenen transferlere, istikrarsız yönetimlere yol açmış ve sonunda takımın ve klübün dibe vurmasıyla sonuçlanmıştır. UEFA kupasıyla başlayan ve Saraçoğlu efsanesiyle sonuçlanan travmanın nedeni olan dış dünyadaki “Büyük Galatasaray” imgesi yerle bir olmuş, Fenerbahçe’nin Aziz Yıldırım yönetimindeki uzun istikrarlı yönetiminde yapılan alt yapı hamleleri en azından futbol dışındaki dallarda meyvelerini vermeye başlamış, gerek Türkiye gerek Avrupa seviyesinde şampiyonluklar teker teker kayıtlara geçmeye başlamış, böylece “Büyük Fenerbahçe” imgesi yeniden kurulmuş, işlevini, var oluş nedenini yitiren Saraçoğlu efsanesinin Saraçoğlu’nun çimlerine gömülmesi bir çıkmayan kırmızı kart hatasına bakmıştır.
0 notes
seslimeram · 1 year ago
Text
Binbir Yara
Tumblr media
Binbir yaranın üstünde yükseliyor ülke. Dününden şimdisine ulaşan, şimdiden yarınlarına tam anlamıyla taşınmak istenen cerahat nüvesinin dolaylarında o yaralar birer ikişer onar, yüzer büyüyor. Bir kıymık tanesi kadar başlayanın bugün bütün benliği / ülkeyi sarmasını aralıksız seyretmeye mecbur kaldığımız bir yerden sesleniyoruz. 1894-6 Kilikya kırımının her nasıl 1915 Medz Yeghern / Aghet’ine yol verdiğini bugün az çok biliyoruz. O Ermeni halkına reva görülenlerin, yok etmenin, Sayfo ile Süryanilere, Küçük Anadolu Kırımı ile Pontos Rumlarına, Smyrna Felaketi ile Rumların kalanına, eylendiğini biliyoruz az ya da çok. Bütünüyle Osmanlıdan çıkışın Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun temellendirilip var edildiği odaktan, cumhuriyetin yüz yıllık tarihinde nelerin ilga edildiğini mahvının her nasıl şekillendirildiğini artık az çok seziyoruz değil mi? Binbir yaranın üstüne basa basa var edilmiş kötülük dolu hallerin o Kilikya yıkımından sonra kademe kademe ötekiler için cehennem pratiğine Varlık Vergisi, Aşkale Sürgünleri, 20 Dolar 20 Kg Tehciri gibi nicesi ile varılır. Deneyimlenen, uygun / reva görülen şey bir kere daha hayat pratiğinin aralıksız bir halde çalınmasıdır.
Binbir yara var edilirken söz naçar kalsın da nasıl olursa olsun diye hamleler birbiri ardıl sıra imal ediliyor. Bir memleketin yaşatan bir yer olmaktan alıkonulmasının güzergahına her gün yeni eklemeler yapılıyor. Cerahat öylesine kolayca, sıradan bir eylemmiş gibi tam ve eksiksiz çoğaltılıyor ki, yıkıntıların, berhava edilmiş olan hayat gailesinin, ilga edilmiş olagelen tecrübenin karşısında dur durak bilinmeden bir kötülük serencam eyliyor. Aleni bir biçimde kötülük istikamet eyleniyor. Nedir ki bunca tatsızlık hali değil mi diye soran eden olursa diye aralıksız yüceltilen kötülüğün kırıp döktüğü, nefretin ayrıştırdığı, lincin ve tehditlerin bitimsiz birer yaraya dönüştüğü bunların tümünün birlikte binbir yaraya en kestirmeden evrildiği ülke gerçekliği zaten her şeyi anlatacaktır. Ol takvim yapraklarında kendisine yer bulan, gel gelelim maarif takviminde görünmez addedilen, resmi olanların da pek çoğunda ismi dahi anılmayan yaraların günleri bütün bu anlatmak istediğimiz irin dolu karanlığı görünür kılar. Bir yeri, yurdu ev olmaktan çıkartan cerahatin meseli artık yalın, apaçık bir halde yaşatılan her gündedir. Gelmişi, geçmişi, dünü hepsini kapsayan bir şimdisi ve yarının ta kendisinde bu devinim, bunca açık nobran bir yıkımın tezgahta her gün var edildiği yerdir bu ülke, bir zamanların ülkesi!
Altmış sekiz yıl önce var edilmiş 6-7 Eylül (1955) bütünüyle bu ülkedeki o ev olma hali ve muhteviyatının topyekun imha edilmesine bariz bir kanıtı oluşturur. Modern Türkiye nam tahayyülün kökünün kurutulmasının da başlangıç noktası olduğunu bugün artık çok aleni bir biçimde söyleyebileceğimiz bir karanlık kalkışma, devlet, onun yancısı faşistler ve galeyana getirilmiş olagelen yurttaşlardan mülhem çetelerin varlıkları, kurgudan has gerçekliğe geçişleriyle binbir acıya bir ek var edilir. Yılmaz Murat Bilican’ın T24’te yayınlanmış makalesinden iliştirelim: “1955 yılına bakarsak, ülke gündemindeki en önemli madde Kıbrıs sorunudur. Grivas önderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamış, saldırılar kamuoyunda büyük bir öfkeye neden olmuştur. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmiş, Konferans 29 Ağustos’ta başlamış ve Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’yi temsilen yerini almıştır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşlarını ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, Hürriyet Gazetesi yazarı ve hükümetle yakın ilişkileri olan bir kişidir. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli İstihbaratla ilişkileri bilinmektedir. "Türkiye Türklerindir" alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan aleyhtarı yayın yürütmektedirler.
Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği ve konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini belirten telgrafı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, aslında olaylar için adeta başlat komutu verir. 5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Ortam oldukça sıcaktır.
Beklenen Kıvılcım Selanik’ten Gelir
6 Eylül günü öğlen saatlerinde radyolar, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını duyurdu. (Gerçekte bahçeye atılan küçük çaplı bir patlayıcı binanın iki camını kırmıştı sadece) Demokrat Parti ve Milli istihbaratla yakın ilişkide olan Istanbul Ekspres gazetesi, bu haberle normal tirajının çok üstünde baskı yapar. (Bunun için önceden kağıt stoğu yaptığı iddia edilmiştir)
Öğleden sonra ellerinde tek tip sopalarla harekete geçen gruplar Önce İstiklal’de gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya ve yağmalamaya başlarlar. Yağma kısa sürede, diğer semtlere de yayılır. Sonradan tanıkların anlattıkları, grup liderlerinin ellerinde listelerin olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini, bazı ev ve işyerlerinin önceden tebeşirle işaretlendiğini, cana zarar vermemek üzere uyarıldıklarını gösterir. (Bu sayede az can kaybı, bol tecavüz olmuştur.) Benzer eylemler İzmir’de de başlar. 6 Eylül gecesi olaylar artık çığırından çıkmıştır yağma ve zorbalık akıl almaz boyutlara ulaşmış ve kontrol kaybedilmiştir.”
Celal Bayar Efendi’nin “galiba dozu kaçırdık” itirafına rağmen unutturulmak isten bir yıkım halidir, var edilmiş olagelen. Cürümlerle, cerahatle, kesintisiz bir nefretle ortada hiç ama hiçbir zaman var edilmemiş olagelen bir saldırı haberi sonrasında kent sınırları içerisinde yaşamaya çalışan Rumlar başta olmak üzere, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Kıptiler, Bulgar ve Rus Hristiyanlar, Yahudiler, İstanbul dışında azdan az kalmış olagelen yukarıdaki dinsel inanç sahiplerinin yanında Arap Hristiyanlar, her milletten Katolikler ve gözdağına en kolay teslim edilebilecek olagelen bir başka kesim Romanlar hedef kılınır. İstanbul’da Şişli, Nişantaşı, Feriköy, Pangaltı, Beyoğlu, Samatya, Bakırköy, Yeşilköy’de yer alan ev, iş yerlerine, kent çeperine serpiştirilmiş kilise, ayazma ve dinsel ünvanlar taşıyan kurumlara, eğitim kurumlarına ve mezarlıklara, kısacası aidiyetini buralı hiç ama hiçbir zaman saymadıklarına tehdidi, bir de pogromu var ederek, onunla hemhal olarak imal eder bu ülke! Rum tarihçilere göre en az 15 ölü, üç yüzün üstünde yaralı ( kimlikleri ortaya ç��kmasın diye saklanmayı mecburen tercih eden binler), bilinen en az altmış kadına doğrudan tecavüz, şiddet ve ötesinde işkenceye varan taarruzlar var edilir. Dönem için büyük bir rakam olan birkaç yüz bin kişilik bir güruh eliyle aşağı yukarı dört binin üstünde ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog, 5 binin üstünde dükkan / iş yeri olan binaya saldırı gerçekleştirilir. Tümünü üst üste koyduğunuz vakit binbir yaranın her nasıl biçimlendirildiği de az çok ortaya çıkar. Nihayetinde Rum’a gözdağını var edebilmek için en olmayacak şeylerin peşinden koşulurken, sahiden de ipin ucu bile isteye kaçırılır. Bir kentin belleği, dokusu tahrif edilir. İçine sinmiş olan ezgisi cenaze marşına dönüştürülür, bir kakofoni dışında hiçbir şeyin duyulmadığı, zebani inlemesiyle hayat takas edilir. Çürümüşlük içine rehin edilmiş ülke gerçek kılınır. (Veriler Uluslararası literatürde 6-7 Eylül hakkındaki en kapsamlı kitabın yazarı olarak tanınan Speros Vryonis’in verdiği rakamlardır.) https://t.co/cJShN18lZa
Bir de bütün bu yıkımı halen sahiplenen, arka çıkanlar vardır: “Yapanların eline sağlık, aynısını tekrar yapıp diğer azınlıkları da ülkemizden kovmalıyız tek kurtuluş yolumuz budur.” diye yaza duracaklardır binbir biçimde. İçlerindeki irinle, sinkaflara tutunarak, kin kusup nefret saçarak bir utanç organizasyonu / yıkım daha sahiplenilir. Modern ülke tahayyülünü var ederken içindeki gayrimüslimin sadece “zararsız” olanlarıyla bağ kuran, ötekilerini “düşman” gören bir zihniyetin tezahürü her gün bambaşka açılardan sokaktadır o 6-7 Eylül 1955’in karanlığının izindedir. Tümüyle ülkenin yenilenmesi halini, nefretle, ırkçılıkla, sonsuz bir kinle birlikte kurgulayan aklın sunduğu / yönlendirdiği her düzlem bir başka cerahati birlikte getirir. 68 yıl sonra ülkenin her nerede durduğu, yıkım / kırım ve cinai faaliyetlere, linç girişimlerine nasıl da meylettiğinin utanç verici suretleri bütün o birkaç günde var edilmiş olanı da sahiplenen ülkeyi / yurttaş denilen yepyeni kastın halini açık eder. Korkunç değil mi, gerçekten utanç verici değil mi?
Bianet’ten Hikmet Adal’ın haberinden aktaralım: “bianet editörü Ruken Tuncel’in ailesine yönelik ırkçı taciz ve saldırıya ilişkin yeni bir gelişme yaşandı.
Büyükçekmece 1. Aile Mahkemesi, Beylikdüzü İlçe Emniyet Müdürlüğünün olay günü, saldırgan M.Y. ve A.Y.’nin Tuncel ailesine yaklaşmasını engelleyen önleyici tedbir kararını kaldırdı.
Mahkeme, saldırının "komşuluk ilişkisinden kaynaklandığını" ileri sürerek 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun uygulanamayacağına hükmetti. Her cezai soruşturmanın 6284 sayılı yasa kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar verdi.
Tuncel ailesinin avukatı Destina Yıldız mahkemenin kararını eleştirerek 6284 sayılı kanunun tam da bu ve benzer konular için var olduğunu söyledi.
Yıldız “Mahkeme ‘komşular arası ilişki’ demiş ama 6284 sayılı kanunun amacı ve kapsamına aykırı bir şekilde karar vermiş. Kanunun amaç ve kapsamı çok açık bu konuda. Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama ihtimali olan kadın, çocuk, aile bireyi ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişiler diyor. Şiddet söz konusu. Tehdit altında olan bir kadın söz konusu. Yasanın amacı zaten bunun önlenmesi. Kanunun uygulanabilmesi için şiddetin illa aile arasında olması gerekmiyor. Ama mahkeme buna rağmen ‘komşuculuk’ diyerek tedbir kararını kaldırmış. İtiraz edeceğiz” dedi.
Ruken Tuncel de “Emniyet aşamasında avukatımız Destina Yıldız 6284 sayılı kanun kapsamında önleyici tedbir kararı talep etti. Ancak mahkeme talebi komşuluk ilişkisi-kavgasına sığdırarak reddetti. Silahla tehdit var. Evde silah olduğu ifade ediliyor ama bunun için bir arama kararı dahi çıkarılmıyor. Üstüne tedbir kararı reddediliyor. Mahkemenin kararı aslında soruşturmanın ne şekilde yürütüleceğini gösteriyor. Var olan şey nefret saldırısı ama bu komşuluk kavgasıymış gibi gösterilmek isteniyor” diye konuştu.
Ne olmuştu?
bianet editörü Ruken Tuncel’in ailesi 10 Ağustos’ta İstanbul Beylikdüzü’ndeki evlerinde ırkçı tacize ve saldırıya uğradı. Tuncel saldırı sırasında evde değildi. Ancak kardeşi Sinem Tuncel darp, annesi ve teyzesi ise tehdit edildi.
Polisin aranması üzerine M.Y. “Polis size gelmez. Ben arayayım ki nasıl geliyor görün. Devlet benim, polis benim. Trabzonluyuz, sizi yakarız. Bu Aleviler, her ayak sizde. Uyuşturucu satmak sizde, eroin kullanmak sizde. Yürüyüşlere gidiyorsunuz, bu yürüyüşe gitmeye benzemez. Pompalım var benim, bir pompalıya bakarsınız. Şarjörü boşaltırım." dedi.
Bina sakinlerinin dışarıya çıkmasıyla da A.Y., Tuncel ailesine “Bunlar terörist" şeklinde, anne M.Y. de “Bunlar Ermeni, bunlar terörist” diye nefret söyleminde bulundu.
Geri dönen A.Y. bu sefer de Sinem Tuncel’in çenesine yumruk attı. M.Y. ise eline bir sopa alarak Sinem ve Ruken Tuncel’in teyzelerine vurmaya çalıştı. Sinem Tuncel araya girmesiyle darbe kendisine geldi ve yaralandı.
Aile daha sonra emniyete giderek ifade verdi ve M.Y. ile A.Y.’den şikayetçi oldu. Tuncel ailesi ayrıca bir başka komşuları E.Y.Y hakkında da ‘kışkırtma ve hedef göstermeden’ şikayette bulundu. Tuncel ailesi önleyici tedbir kararı çıkartarak M.Y. ve A.Y.’nin yanlarına yaklaşmasını yasaklattı.”
Bir gazetecinin başına getirilen saldırganlığın tamamlayıcı unsuru, ırkçı taciz olarak var edilir. Kanunlar önünde yurttaşın eşit olduğu zikredilirken, ol 6-7 Eylül’e her nasıl arka çıkılmaya devam olunduğunun da nişanelerinden birisidir sürgit paldır küldür sarf edilen cümleler. “Devlet benim, polis benim. Trabzonluyuz, sizi yakarız. Bu Aleviler, her ayak sizde. Uyuşturucu satmak sizde, eroin kullanmak sizde. Yürüyüşlere gidiyorsunuz, bu yürüyüşe gitmeye benzemez. Pompalım var benim, bir pompalıya bakarsınız. Şarjörü boşaltırım. Bunlar Ermeni, bunlar terörist” Böyle bir tahayyülle çıkagelen, nato kafa, nato mermer bir akıl tutulmasının karşısında sıradanın hayatının ehemmiyetini kim ne zaman fark edecektir ki sahiden? Yinelemelerle, bambaşka tanımlamalarla, sokakta her gün karşı karşıya kalınan, her gün başka bir yerde birimizden bir başka “ötekisini” hedefe koyan ve var edilmiş cüretin kötülüğü güncellenirken, cezasızlık zırhının sınırları da sonsuzluklara kadar ulaştırılan bir yerde hangi hakkaniyet, nasıl bir yüzleşme ihtimali söz konusu edilebilir ki? Tümüyle nobran, bir biçimde kötülükle soluk ala duran, içindeki kini, onca yıkımın sorumlusu addedebilecek bir öteki bulduğunda ona yükleyen şu herkesin sahibi olduğunu zanneden akıllarla tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Sahiden, nasıl!
Binbir yaranın üstünde yükseliyor ülke. Her anlamda şekillendirilmiş olagelen nefretin, her gün üstüne eklenmiş, boca edilmiş linçlerin kıyısında acıları biriktiriyor bir ülke. Bir tek yaraların çoğaltılmasına çaba sarf ediliyor. Dün Anastasia, Eleni, Anna’nın, dün Georges, Yanni, Stavri’nin başına getirilmiş onları bu deryadan çekip kopartmış olanın güncellenmesine devam olunuyor. Planlı programlı bir pogrom kalkışmasının ardılından yirmi dolar, yirmi kg yükle derdest etme halleri nasıl var edildiyse bir mübadele sarmalı Ermeni, Süryani, Kıpti, Arap Hristiyanlara var edildi, ediliyor. Şimdi o bilinmez, başa sanki hiç gelmez addedilen Alevi’ye, Kürd’e, Ezidi’ye, Arab’a binbir biçimde yeniden ve yeniden buluşturuluyor. Cerahatin menzili kılınan bir sahnede hayatın ederi, anlamı, tüm kapsamı derdest ediliyor. Ne hiddet tükeniyor, ne nerede hata yapılıyor buna kafa yorup, iki satır özeleştiri. Bir kuru özrün dahi çok görüldüğü bir zeminde yaşatılan her kırımdan, tahakküm hamlesinden sonra çıkagelen vatan, millet cümlelerinin de var edilen karanlığı örtbas etmek adına yinelendiği açıktır. Bir demokrasi pratiğinden uzaklaştıkça, hayatın bu sahnedeki duruşu / anlamı pejmürde bir kabalığa, eksiltmeye tabi tutuluyor. Bunca yıldır o yaşatan yerin, yok eden, tüketen bir cerahate evrimine dair itirazlar var ediliyor. Bugün şu raddede evi yok olmanın kıyısına taşımış bir zeminde dağ taş Türk’ün olsa ne yazar sahiden, her şeyi yitirdikten sonra? Tümüyle kötülüğün benliğine teslim olunduktan sonra her şey güllük gülistanlık dense ne yazar sahiden? Düşünüyor musunuz, kaybettiklerinizi, onca zamanda izi kalmasın denilenlerin bıraktığı izi, yarayı, bereyi... Sahiden oralarda mısınız, duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Speros VRYONIS’in Külliyatından: The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of September 6 – 7, 1955, And The Destruction Of The Greek Community Of Istanbul
0 notes
elazigsurmanset · 1 year ago
Text
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Uraloğlu, “Devlet Zarar Ediyor” Algısına Net Cevap Verdi!
Tumblr media
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, CHP'nin başını çektiği "Köprüler, otoyollar yapıldı geçen yok! pahalı, devlet zarar ediyor" gibi asılsız iddiaları rakamlarla çürüttü. Bakan Uraloğlu, “Hesaba girecek olursak çok basit. İstanbul-İzmir Otoyolu için köprü maliyeti 1,4 milyar dolar. Beraberindeki otoyolun maliyeti 4,6 milyar dolar. Toplam 6 milyar dolarlık yatırım. Devletimizin karı burada 3 milyar dolar. Firma 19 yıl işletecek. Finasman giderleri, işletme giderleri var. Süre sonunda da köprü ve otoyolumuzda hiçbir bakım ihtiyacı olmaksızın yapıp devletimize teslim edilecek. Ayrıca vatandaşımızın zaman ve yakıttan sağladığı elde ettiği karda diğer kazanımlar” dedi. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Anadolu Yayıncılar Derneği’nin Anadolu Sohbetleri programına katıldı. Bakan Uraloğlu, Anadolu Yayıncılar Derneği Genel Başkanı Sinan Burhan, Dernek Genel Başkan Yardımcısı iskender Yılmaz, Türkiye Gazetesi Ankara Temsilcisi Akif Bülbül, Habertürk Ankara Temsilci Fevzi Çakır, Ülke TV Ankara Temsilcisi Mustafa Pala, TV 100 Ankara Temsilcisi Deniz Gürel, Haber Global Ankara Temsilcisi Işınsu Tezkan, KanalD Ankara Temsilcisi Zafer Şahin, Türk Medya Grup Temsilcisi Melik Yiğitel, Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Emin Pazarcı, TV100 Yazarı Hacı Yakışıklı, Hürriyet Gazetesi TBMM Haber Müdürü Turan Yılmaz ve Kanal Fırat Televizyonu Genel Müdürü Zeki Akbıyık’ın gündeme dair sorularını cevaplayarak, açıklamalarda bulundu. Son günlerde sıkça eleştiri konusu haline maksatlı olarak getirilen otoyollar ve köprülere ödemelere ilişkin cevap veren Bakan Uraloğlu, Kamu-Özel iş birliği tüm bu yatırımların sadece yüzde 20’sini oluşturduğunu söyledi. Bakan Uraloğlu, burada devletin zarara değil, aksine karı olduğunu ifade etti. Bakan Uraloğlu iddialara ilişkin net konuşarak, rakamları açıkladı. “Toplam Da 6 Milyarlık Hizmet Yapılmış” Uraloğlu, “İşi yapmadan önce Yap-İşlet-Devret mi yoksa Kamu-Özel İş Birliği olarak mı? Bunun birçok yöntemi var. Kamu-Özel İş Birliği bunlardan bir tanesi. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın sadece yüzde 20’si Kamu Özel İş Birliği’nin olduğunun altını çizmek istiyorum. Yüzde 80’i milli bütçeden yapılıyor. Doğru fiyatlandırma ve doğru hesap yapıp hizmete açılmasıyla ilgili süreç başlatıyoruz. Yapım sürecinde devletin kasasından hiç para çıkmadan 3 ya da 5 yıl yönetiyoruz, yürütüyoruz. Hesaba girecek olursak, devletin karı, zararı nedir ortaya koyarız. Mesela İzmir-İstanbul otoyolu hesabını çok kabaca yapabiliriz. Toplamda köprü 1,4 milyar dolar, devamında otoyol 4,6 milyar dolar. Toplam da 6 milyarlık hizmet yapılmış. Bunun finansman gideri var, bakım işletme giderleri var. Bunu üst üstte koyuyorsunuz. Firma bunu 19 yıl işletecek ve sonunda da hiçbir bakımı olmaksızın, bütün bakımlarını yaparak size vermiş olacak. Sizde bunu kullanmaya devam edeceksiniz. Buradaki devletin karı yaklaşık 3 milyar dolardır. Vatandaşımızın burada zamandan, yakıttan elde ettiği tasarruflarda cabası. Karbon emisyon salınımda yılda 21 milyon ton tasarruf etmiş olacağız” Devletin Karı 3 Milyar Dolar Bakan Uraloğlu, İstanbul-İzmir Otoyol ve köprünün işletme bakın ve onarım maliyetlerinin devlete yükü hesaplanmadan eleştirilmesinin doğru bir yaklaşım olmadığını ifade ederek, “ Şimdi 2035 yılında devralacağız oradaki bütün otoyolu, adam o zamana kadar her şeyiyle işletecek, her şeyiyle. Bakım, onarım, aydınlatma, havalandırma ve en sonunda bütün üst yapısını, asfaltını yenileyerek bize teslim edecek, ağır bakımı da dahil yenileyerek bize teslim edecek. Yaklaşık 165 milyon dolar da kamulaştırma bedeli şirkete ödettik yine aynı şekilde. Buradaki aşağı-yukarı 19-20 yıllık yatırım, yapım, finansman ve işletme maliyetleri yaklaşık 13 milyar lira, aşağı-yukarı hani kaba bir hesap yapıyoruz. Burada garanti edilen rakam da 10,5 milyar lira, yani bunu hesaplamak çok kolay. Bizim hesaplarımız herkese açık, aynı zamanda sayış denetimine tabidir, raporlar da açıktır. Alıp incelenebilir, buyursun herkese bu hesabı verebiliriz. Yani devletin burada yaklaşık 2,5-3 milyar dolara yakın bir kazancı söz konusu, hesabı böyle yapmak lazım” dedi. Read the full article
0 notes
altinovaguncel · 1 year ago
Text
"Kılıçdaroğlu ikinci turda kazanamaz"
Yavuz Ağıralioğlu’ndan 2. tur yorumu: Kılıçdaroğlu ikinci turda kazanamaz Yavuz Ağıralioğlu, CNN Türk’te Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan’ın İYİ Parti’den ayrılma süreci ve 14 Mayıs seçimleriyle ilgili sorularını yanıtladı. Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na eleştiriler yönelten Ağıralioğlu “Dokuz kere yenilmiş birinin onuncu maçına kimse gitmez.…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
turkiyehaberi · 2 years ago
Link
TYBB Edirne Şube Başkanı Erdoğan Demir, bir süreden süreden beri tedavi tedavi  görmekte olan  Hürriyet, Milliyet, Önder Gazetesi Muhabiri...
0 notes
incorrectjournalist · 2 years ago
Text
Bursa Hakimiyet’te bir zamanlar...
Levent Elpen
Bursa Hakimiyet, Bursa’nın ilk ofset baskıyla günlük yayınlanan gazetesiydi. Bütün Türkiye’yi göz önüne alacak olursak, yerel basının önde gelen büyük gazetelerinden biriydi. Logosunun altında “Türkiye’nin en büyük şehir gazetesi” yazıyordu. Sahibi ise Armağan Gerçeksi adında eski bir gazete dağıtımcısı olarak görünüyordu. Esasen gazetenin büyük patronu, İstanbul’daki Günaydın gazetesiydi. Günaydın, Bursa Hakimiyet’in büyük ortağıydı. Kocaeli, Sakarya ve Adana’da da buna benzer başka yerel gazetelere sahipti. Hepsi, Günaydın gazetesinin ofset yayınlanan “Bölge gazeteleri” projesinin bir parçasıydı. Günaydın’ın sahibi ise Türkiye’de önce “Gün”, sonra da aynı adlı ilk ofset baskılı gazeteyi çıkartan Haldun Simavi’ydi. Haldun Simavi, Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş, Hürriyet gazetesini çıkartan gazeteci ve karikatürist Sedat Simavi’nin oğluydu. Hürriyet gazetesini ise o dönemde kardeşi Erol Simavi yönetiyordu. Türkiye’nin o zamanki en çok satan iki büyük gazetesinin sahibi iki kardeşin arası ise hiç iyi değildi. Birbirlerine rakip olmaktan ziyade birbirlerini görmezden geliyor gibiydiler.
1981 sonunda haftada bir karikatür bırakmak için uğramaya başladığım bu gazetede 1982 ve 1983 yıllarında neredeyse kadrolu karikatürist gibi her günüm geçmeye başlamıştı. Üniversitede ekonomi okumama rağmen, gazetede çalışmak, çok daha cazip geliyordu. Böylece gazete ortamına tamamen ısınmıştım. 1983 yazında Bursa Hakimiyet kadroları birden boşalıp rakip başka bir ofset yayınlanacak gazeteye neredeyse toplu halde geçince, Bursa Hakimiyet’in yazı işlerinde büyük bir kadro sıkıntısı başgöstermişti.
Bursa Hakimiyet’in yukarıda saydığım iki patronundan birini Bursa’da yaşadığı için ara sıra görüyorduk ama elbette Haldun Simavi’yi Bursa’da hiç görmemiştik. Aslında gazetenin asıl patronu, fiili yöneticisi ve gazete politikalarını tamamen belirleyen kişi ise Genel Müdür Saruhan Ayber idi. O yıllarda yayın yönetmeni veya genel yayın yönetmeni titri pek kullanılmıyordu. Saruhan Bey de gazetenin hem genel yayın yönetmeni hem de gazetenin idari yöneticisi olduğundan, “genel müdür” sıfatı ona daha çok yakışıyordu. Saruhan Bey, İzmir’den, Ege bölgesinin en büyük yerel gazetesi Yeni Asır’dan gelip Bursa Hakimiyet’in başına geçmiş ve 1974’de gazeteyi neredeyse tamamen kendi çabalarıyla kurduğu kadroyla çıkarmaya başlamıştı.
Bu arada ofset baskı ile tipo baskı tekniği hakkında da kısa bilgi vermek gerekiyor. Tipo baskı, kurşun dizgi (entertip) ile dizilen yazılar ve klişe yapılmış resimlerin oluşturduğu metal kabartılı kalıplara boya verilerek kâğıda baskı alınması yöntemidir. 1980’li yıllara kadar Türkiye’de çok sayıda gazete, tipo baskı tekniğiyle basılıyordu. Cumhuriyet gazetesi de 1983’e kadar tipo baskı yapıyordu. Bursa merkezde de Bursa Hakimiyet dışında yayın yapan gazetelerin hepsi tipo tekniği ile basılıyordu. Tipo, neredeyse yüz yıldır Türkiye’de kullanılan eskimiş bir teknikti. Kurşun dizgisinin buharı ise sadece dizgi servisindeki değil bütün gazetedeki basın emekçilerini etkiliyordu. Bu yüzden basın sözleşmelerinde bütün gazete işçilerine bu kurşun zehirine karşı önlem olarak yoğurt verilmesi kuralı getirilmişti. Bursa Hakimiyet ise hiç tipo tekniğiyle basılmamıştı. Türkiye’deki bir çok gazeteden de önce 1974’de ofset tekniğiyle basılmaya başlanmıştı. Ofset tekniği, tamamen saydam olan polyester filme ışık verilip pozlanması yoluyla alınan kabartısız metal kalıplara boya verilerek yapılan baskı tekniğiydi. O dönem uygulanan ofset tekniğinin hazırlık aşamasında, gazete sayfaları resim yerleri ayırılarak sadece yazı alanları ile çalışılır, resimler yine polyester filme alınır, sayfanın tamamı polyester filme alındıktan sonra, montajda kesilip ayrılan yerlere yapıştırılırdı. Resimler bazen de direkt copy proof olarak sayfaya yapıştırılır, böylece montajda ayrıca yerleştirilmesine gerek kalmazdı. O dönem gazete sayfa filmleri ve resimleri, tamamen negatif olarak çalışılıyordu. Yani resimleri “Arap”ından ayırt ederek montajda yerleştirmemiz gerekiyordu. Resimleri genellikle siyah-beyaz olarak kullandığımız ama çoğu yeri renkli basılan Bursa Hakimiyet’te bu yüzden zaman zaman yanlış resim yerleştirmeleri de olabiliyordu. Örneğin bir haberde kullanılan Bursa genel görüntüsünde montajcının gözü şaşarsa evlerin damları baş aşağı şekilde gazetede basılabiliyordu. Sayfaların teknik hazırlığında yazıların, resimlerin ve resim yerlerinin milimetrik sütunlu kartonlara yapıştırılarak hazırlandığı aşamaya pikaj, bu sayfaların polyester filme alındıktan sonra kalıptaki pimlere geçirilen deliklere uygun olarak şablonu ayarlanmış asetata çalışıldığı aşamaya ise montaj deniyordu.
İşte bu pikaj ve montaj işlemleri için yazı işleri ile teknik servis arasında aracılık ve şeflik yapacak bir kadro vardı. Esas olarak yazı işlerine bağlı olan bu üç-dört kişilik dar kadro, hem yazı işlerinde hem de teknik serviste çalışmakta, iki servis arasında mekik dokumaktaydı. Geceleri nöbetçi kalanları ise sadece yazı işleri sorumlusu değil aynı zamanda teknik servisin de şefi olarak çalışmış oluyordu. Bu kadroya o zamanlar “Sayfa sekreteri” deniyordu. Sadece gazetecilerin bildiği bu iş türü, toplumda hiç bilinmiyordu. Dışarıda birine ne iş yaptığımı anlatmaya çalıştığım zaman, “Gazetede telefonlara mı bakıyorsun” diye soruyorlardı. Oysa sayfa sekreterinin işi, yazı işlerinde toplanan haber ve resimleri, sayfalara bir plan kâğıdı üzerinde çizerek yerleştirmekti. Pikajda kullanılan milimetrik sütunlu kartonun aynısı kâğıda basılı olarak sayfa sekreterinin önünde dururdu. Bu plan kâğıdına sayfanın başlıkları, spotları, haberin veya köşenin yazısının sığacağı alan ile dikdörtgen veya kareler halinde resim yerleri 50 santimlik cetvel ve kurşun kalem ile çizilir, plan üzerine gerektiğinde notlar yazılır, yazılar dizgiye yazı karakteri ve punto numaraları not edilerek, resimler de kamera servisine ölçüleri yazılarak verildikten sonra plan kâğıtları bu halde pikaj servisine teslim edilirdi. Pikajcı, gelen planı çalışacağı kartonun yanına asar, sekreterin verdiği ölçüyle dizgiden çıkan yazıları parafin makinasından geçirdikten sonra keser, plandaki gibi sayfaya yapıştırırdı. Yazılar plandakinden uzun gelmişse sayfa sekreterinden yazıyı kısaltmasını isterdi. Yazı kısa gelmişse de yerine yetecek miktarda uzatılmalıydı. Sayfa sekreterliği işinde tecrübeli olanların çizdiği planlar, genellikle pikajdan sorunsuzca çıkardı. Plana işaretledikleri yazıları ve resimleri yerine tam oturanlar, artık iyice bu işte pişmiş sayılırdı. Yazıları plandaki yerine bir türlü oturmayanlar, sürekli kısa veya uzun yazıyla baş etmek zorunda kalanlar, yazı uzun gelince neresinden usturuplu olarak keseceğini bilemeyen veya kısa geldiğinde bir iki ara başlık çıkartamayan, resimaltları ekleyemeyenlerin ise işin acemisi olduğu anlaşılırdı. Kısacası, gazete yazı işlerinde sayfa sekreteri olarak çalışmak için sadece yazıdan iyi anlamak, bugünün anlayışıyla söylersek, “editörlük” yapmak yeterli değildi. Aynı zamanda iyi bir görsel yetenek ve grafik tasarım yeterliliği de gerekiyordu.
Gazetede karikatür çizdiğim zamanlar, ilan servisinin de birkaç tasarım ve uygulama işini yaptırdıklarından, bir de DGSA’nın (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) Grafik Tasarım bölümünün sınavlarına girdiğimi bildiklerinden, gazetede sayfa sekreteri olmak için biçilmiş kaftan olduğumu düşünmüş olacaklar ki, gazete kadrosu aniden boşaldığında sayfa sekreterliği yapmam için ilk teklifte bulunduklarından biri ben olmuştum. Bursa Hakimiyet Genel Müdürü Saruhan Ayber, 1983’ün Temmuz ayının ortalarında, bizzat odasına çağırıp beni bu işe layık gördüğünü ve “yazı işleri müdür yardımcısı” olarak çalışmak isteyip istemediğimi sormuştu. Kabul edince beni hemen İstanbul’a, Günaydın gazetesinin merkezine, yaklaşık onbeş gün sürecek bir canlı kursa göndermişti.
GÜNAYDIN VE TAN’DAKİ SAYFA SEKRETERLİĞİ STAJINDAN KALANLAR
İlk olarak Bursa Hakimiyet’in de bağlı olduğu Günaydın’ın “Bölge gazeteleri” ofisinde sayfa plan çiziminin nasıl yapıldığını öğrendikten sonra Günaydın ve Tan gazetelerinin yazı işleri merkezlerinde pratik yapmaya başladım. Günaydın’ın teknik servisindeki sayfa yapımında yazıların sayfaya yerleştirilmesi ile ilgili düzeltmeleri yapıyordum. Yazıların uzun veya kısa gelmesi ile ilgili sorunlar, ara başlık ve spot çıkarılması, resimaltı yazımı veya düzeltilmesi, hatta gerektiğinde başlığın yeniden yazımı gibi işlerde yardımcı da olsam, epey iş görmüştüm. Gazetenin ilk taşra baskısındaki hataları da kontrol ediyordum. Bütün bu işleri yaparken Günaydın yazı işlerinin bulunduğu salonda, sayfa sekreterlerinin plan çizdiği büyük uzun masanın arkasındaki duvarda asılı olan tahta panoda bir not kâğıdı, dikkatimi çekmişti. Yaklaşıp okuduğumda şu uyarının yazılı olduğunu gördüm:
“Cezaevlerindeki grev haberleri yapılmayacak!”
“Cezaevlerindeki grevler” de ne oluyordu? O güne kadar cezaevleriyle ilgili hiç böyle bir “grev” haberine rast gelmediğim gibi siyah-beyaz yayın yapan devlet televizyonu TRT’nin, 7 Kasım 1982’deki referandumda yüzde 92 oyla cumhurbaşkanı seçilen General Kenan Evren’in yayınladığı konuşmalarından başka bu konuda bir fikrim de yoktu. Notta yazılı ifadenin, “cezaevlerindeki açlık grevlerini” kast ettiğini daha sonra anlayacaktım. Bu konuda haber duymamamızın sebebini ise hemen anlamıştım: Sıkıyönetim, bu haberleri yasaklamıştı. Bu konuda haber yayınlandığı takdirde ilgili gazeteye toplatma, yayın durdurma ve hatta kapatma cezası uygulanıyordu.
Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte ilan edilen sıkıyönetim, 1983’te bütün illerde yürürlükteydi. Sıkıyönetim, ancak 1984 yılından itibaren yavaş yavaş kaldırılmaya başlanmış, Bursa’da 1985’e, İstanbul’da ise 1987’ye kadar devam etmişti. Askeri darbeye karşı direnişlerden, toplumun hiç haberi yoktu. Binlerce insan, “örgüt üyeliği” suçlamasıyla gözaltına alınıyor, sıkıyönetim yasası gereğince 90 gün gözaltında tutulabiliyor ve yetersiz delillerle idama dahi mahkum edilebiliyordu. Türkiye, 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşı büyültülerek, sırf gözdağı vermek için 13 Aralık 1980’de idam edildiğini, yıllar sonra öğrenecekti. Aynı şekilde cezaevlerinde “örgüt üyeliği” gerekçesiyle tutuklu bulunanların açlık grevleri de yıllar sonra öğrenilebildi. Bu arada insanlar, siyah-beyaz TRT televizyonunun servis ettiği görüntülerde, yüzleri açık olarak, genellikle başları öne eğdirilmiş şekilde, önlerinde “örgütsel doküman” diye gösterilen kitaplarıyla birlikte teşhir edilmeye devam etti. Bu şekilde teşhir edilenlerin çoğunluğu, sıkıyönetim yargılamalarında beraat etti. Buna rağmen, topluma “terörist” diye gösterilmelerinin hesabını soramadılar. Üstelik toplu halde teşhir edilmeleri yanında bir de yakın plandan tek tek gösteriliyorlardı.
Günaydın yazı işlerinde gördüğüm nota bir süre bakakalmıştım. Sonra yine işime devam ettim. Günaydın’ın genel müdürü o sırada Zafer Mutlu’ydu. Bursa’dan beni arayıp bir haberin faksını istemişlerdi. Zafer Mutlu’ya sorup izin almaya çalıştığımda yüzüme bile bakmamıştı. Böyle biriydi.
15 günlüğüne gönderildiğim Günaydın kursu, bir aya evrilmişti. Bir süre sonra Tan gazetesinde çalıştırmaya başladılar. Burada yaptığımız bütün iş şuydu: Çizilmiş sayfa plan kâğıdı üzerine dizgiden çıkan yazıları kesip yapıştırarak oturup oturmadığını test etmek, uzun gelirse uygun kısaltmaları yapmak, kısa gelirse uzatmak, ara başlık ve spotunu belirleyip yazdırmak. Ama asıl önemlisi şuydu: Her bir resmin resimaltı yazısı, tam resmin uzunluğuna eşitlenecekti. Resimaltı tek satır ise tam resim sonuna yetecek kadar kelime uyduruluyordu. Resim ikinci satıra geçmişse yine aynı işlem yapılıyordu. İkinci satırda genellikle daha çok boşluk kalıyordu. Resimaltı uzun ise bu sefer de uygun kelimelerden kesmek gerekiyordu. Günümüzün twitter’ında 140 kelimeyi tutturmak gibi düşünülebilir. Günaydın’ın ana gazetesinde böyle bir kural yoktu. Bu sadece Tan’a özel bir uygulamaydı. 1983 Mayıs’ında yayına başlayan Tan gazetesini, gerçeküstü, asparagas, yalan-yanlış haberleriyle, erotik poz veren kadın resimleriyle tanıyıp ciddiye almıyorduk. Dönemin apolitize edilmeye çalışılan, geleceğine ilişkin karamsarlıklarla dolu gençliğine yönelik yayınlandığı besbelli idi. Özellikle erkeklik abartısıyla süslü, kadını hiçe sayan, cinsel objeden öteye göremeyen anlayışıyla zaten şiddetin egemen olduğu ataerkil toplumda çok satış yapması hedeflenen bir (sözde) gazeteydi. Tan’a yönelik tepkiler, çıktığı andan itibaren başlamıştı ve darbe düzenine karşı yeni yeni uyanışların başladığı, yasal seçimlerin gündemde olduğu bir zamanda, apolitikliğin simgesi haline geldiği ifade ediliyordu.
Her sayfası renkli basılan, büyük boy erotik kadın fotoğraflarıyla süslü Tan, “Boyalı basın���ın bugün dahi en net simgesi olarak görülür. Biraz Bild, biraz da The Sun karışımı gibi görünen, İtalyan erotik çizgi romanlarının gazete diline yakınlaştırılarak evrimleştirilmiş hali gibi duran Tan, bir Rahmi Turan projesiydi. Gazetenin tüm yönetimi, baştan aşağı ondaydı. Tan’da gece yaklaşık 12’ye kadar çalıştırıldığım için gündüz onunla pek karşılaşmıyordum ama gece telefonla gazeteyi idare ettiğine yakından şahidim. Bir gece Tan’ın yazı işleri müdürünü telefonla nasıl fırçaladığını görmüştüm. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu, karşı taraftan. Ses, telefondan gelmesine rağmen bütün yazı işlerinde duyuluyordu. Yazı İşleri Müdürü Hasan Kılıç, telefonu eliyle kulağından uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. Böylece Tan’daki resimaltı eşitleme zorlamasının, bu adamın takıntılarından kaynaklandığını anlamış oldum.
Hangi şart ve anlayışla, nasıl yapıldığını, dönemin şartlarını açıklamaya çalıştığım sayfa sekreterliği işi, böyleydi.
ÜZERİME HER ŞEYİN “YIKILDIĞI” BURSA HAKİMİYET GÜNLERİ
Ağustos 1983’de Bursa Hakimiyet’e döndüm ve hemen işe başladım. Her şeyden önce, İstanbul’daki teorik ve pratik eğitimin, Bursa’dakine çok da uymadığını, yaptığımız işin fiiliyata geçtiğinde ne kadar zor olduğunu ancak Bursa’da çalışmaya başladıktan sonra anlayabildiğimi belirtmek isterim. Yalnız işin iyi tarafı şuydu ki, benimle birlikte çoğu çalışan, boşalan kadrodan sonra işe alındığı için enellikle acemiydi. Herkes, işi yeni öğreniyor, özellikle teknik kısıma çok sayıda yeni eleman alınıyor, bunlara işi anlatmak için de Günaydın’ın İstanbul merkezinden küçük bir ekip gönderiliyordu. Yazı işleri ve sayfa sekreterliğinin durumu da benzerdi ama onlar için İstanbul’dan kontrol ekibi istenmemişti. Benimle birlikte sayfa sekreterliğine iki kişi daha başlatılmıştı ama bunlar nedense benim gibi İstanbul’a gönderilmemişti. Üstelik ikisi de benimle aynı üniversitede öğrenciydi ama ikisini de okulda hiç görmemiştim. Eylül 1983’den itibaren gazetede haftada iki ya da üç gün kadar gece nöbetçiliğine yapıyordum. Böylece iş yükünün asıl yoğunlaştığı kısmı ve zamanları iyice anlamaya başlamıştım. Bursa Hakimiyet’in gündeme yönelik sayfaları hemen tamamen akşam 18’den sonra yapılıyordu. Sekiz sayfalık gazetenin zaten beş sayfalık kısmı da böylece geceye kalıyordu. Esasen gazete içeriğinin önemli bir kısmı da ilandı. Nöbetçi kaldığım gecelerde gazetenin bütün yükünün gece nöbetçisine kaldığını anlamam uzun sürmedi. Öte yandan, üniversitede dersler de başlamıştı ama bu derslere katılmam, işe başladığım için iyice zorlaşmıştı. Üstelik, sınav zamanları gazeteden yaklaşık on gün için izin almam gerektiğinden, sınav harici zamanlarda haftalık izin kullanamıyordum. Yani haftanın yedi günü çalışıyordum. O zamanlar üniversitelerde iki vize ve bir final uygulandığından, her biri için onar gün izin aldığımda, zaten yıllık iznim neredeyse dolmuş oluyordu.
1 Ocak 1984’den itibaren ise Bursa Hakimiyet’in daimî gece sorumlusu olmuştum. Böylece haftanın yedi günü, gazetenin hemen hemen bütün yükünü omuzlamış da oluyordum. Geceye bırakılan sayfalar da, giderek çoğalmış ve birinci sayfa dahil hepsini yapar hale gelmiştim. Özetle, tekrar edeyim: Üniversitedeki derslerimin sınavları için izin aldığım zamanlar haricinde haftanın yedi günü, gazetenin sekiz sayfasını da genellikle ben yapıyordum. Sayfaların teknik işleri bitince de montajları toplayıp matbaaya götürüyordum ve bir de baskı kontrolü yapıyordum. Bütün bu işler, akşam 18’den ertesi gün sabaha karşı 3’e, 4’e, bazen 6’ya kadar sürüyordu. Günde 10-12 saatlik bir çalışma söz konusuydu. Diğer sayfa sekreterleri ne mi yapıyordu? Haftanın iki günü çıkan dörder sayfalık magazin ve spor eklerini yapıyorlardı. Gündem sayfalarını çizdiklerinde ise sadece çizip bana bırakıyorlar, gece boyunca kalamayacakları için sayfanın tamamlanmasını beklemeden çekip gidiyorlardı. Nasıl olsa kendileri yerine de çalışan bir “gece sorumlusu” vardı!
Bursa Hakimiyet’in her şeyden önce bir yerel gazete olduğunu ve şehir veya bölge haberlerine öncelik verdiğini göz önünde tutmak gerektiğini belirtmeliyim. Ulusal haberler, çok önemli gelişmeler olmadıkça manşetlere çıkmazdı. Bursa’daki önemli gelişmeler, cinayetler, trafik kazaları, yangınlar, polisiye olaylar, Bursalı ünlüler veya vali, belediye başkanı gibi yetkililerin icraatları ve konuşmaları, Bursaspor’un yenilgi veya başarıları, Bursa Hakimiyet’in birinci sayfa manşetlerinin vazgeçilmeziydi. Elbette arada Kenan Evren’in konuşmaları veya ülkenin kısıtlanmış siyasal ve ekonomik durumuna ilişkin haberler de manşetlere çekilebiliyordu. Bursa Hakimiyet, anlaşılacağı üzere merkez-sağ bir siyasal çizgiyi benimsemişti ve bunda Saruhan Ayber’in siyasal eğilimleri ve çevresinin de katkısı büyüktü. Ayber, Bursa’nın önde gelen işadamı ve siyasal kişiliklerinin hepsiyle içli dışlıydı. Hem dönemin yükselen partisi ANAP ve Turgut Özal ile hem de siyasi yasaklı Süleyman Demirel ile teması olduğu da belliydi. Örneğin, Turgut Özal ve Anavatan Partisi’nin, ilk serbest seçimleri darbe lideri Evren’in Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne oy verilmesini isteyen televizyon konuşmasına rağmen sürpriz şekilde kazandığı 6 Kasım 1983 gecesi, Ayber’in odasında Demirel’in en yakınındaki isimlerden biri olan Cavit Çağlar misafirdi ve seçim sonuçlarını beraber izliyorlardı. Oysa seçim sonuçlarının az çok kesinleşerek verildiği  sabaha karşı yapılan gazete baskısında, ANAP ve Özal, birinci sayfada öne çıkıyordu. Elbette Demirel ve Özal, o dönem daha tam olarak karşı karşıya gelmemişti. Herkes, dönemin ruhuna uygun olarak, “liberal-sağ” bir sivil iktidarın yönetime gelmiş olmasını normal karşılıyordu, belli ki. Esasen, “sol”un bütün renklerinin üzerinden silindir gibi geçmiş olan 12 Eylül askeri darbesi, sağa gül döşeli yollar açmıştı.
PKK’NIN 15 AĞUSTOS 1984 BASKINLARI BURSA HAKİMİYET’TE NASIL YAYINLANDI?
Çalışma şeklimi, meslek türümü ve dönemin şartları ile özelliklerini ayrıntılarıyla saydığım bu ahval üzere, Bursa Hakimiyet gazetesinde 17 Ağustos 1984’de neler olduğunu anlatabilirim.
Hayli sıcak geçen 1984 yazının o günü, gece çalışması için gazeteye her zaman olduğu gibi 18’de gelmiştim. Gelir gelmez yazı işlerindeki telâşlı hava, dikkatimi çekmişti. Rutin işleri yaptıktan sonra yazı işleri ve haber müdürleri tarafından gazetenin birinci sayfası ve gazetenin basılması konusunda uyarıldım. Birinci sayfanın manşetini çoktan dizdirmişlerdi, geri kalan yerler ile bağlantılı sayfalar çalışılacaktı. Manşet haberin konusu şuydu: 12 Eylül öncesi Apocular olarak bildiğimiz PKK, 1980’den beri ilk kez, kalabalık bir güçle Türkiye’nin güneydoğusundaki iki şehir merkezine saldırmış, şehirlerde bir süre serbestçe propaganda yapmıştı. Bir yıl kadar önce, 1983 baharında Irak’a sınır ötesi harekât yapılmasına sebep olan ama ismi verilmeyen örgütün, Türkiye içine bu kadar kalabalık bir kadroyla girip rahatça eylem yapacağını, dönemin askerî rejim koşulları da dikkate alındığında, kimse düşünememişti. Bu, açık bir meydan okumaydı.
Belirttiğim gibi Bursa Hakimiyet bir şehir gazetesi olarak bu tür haberleri manşete pek koymazdı ama demek ki bu sefer durum gerçekten ciddiydi. Ulusal bir sorun olduğu açık olduğundan, bir şehir gazetesinin manşeti bile okuruna durumu iri puntolarla ifade etmek zorunda kalmıştı.
Manşetin tam olarak nasıl atıldığını maalesef hatırlayamıyorum. Elimde o günün gazetesi de yok. O dönem çalışıp ürettiğim gazete arşivlerimin neredeyse tamamı, öğrenci evindeki bir arkadaşım yüzünden yok oldu. Bu yüzden manşeti hatırladığım kadarıyla anlatacağım…
PKK’nın Eruh ve Şemdinli ilçe merkezlerine eş zamanlı saldırılarında hayatını kaybeden asker ve siviller vardı. Bu itibarla manşette, “Hain saldırı” gibi bir ifade kullanmış olmalıyız. Peki bu olaylar 15 Ağustos 1984’de cereyan etmemiş miydi? Neden 17 Ağustos’ta haber yapıyorduk? Çünkü bütün Türkiye’ye ve ulusal basına da iki gün sonra haber resmi ajans kanalıyla servis edilebilmişti. Haberi çalıştığımız gün, ben de saldırının yeni olduğunu sanıyordum. Saldırının iki gün gecikmeyle basına duyurulduğunu daha sonra öğrenecektik. Sıkıyönetim şartlarında bu tip bir olayın duyurulması bile önemli bir gelişmeydi.
Bursa Hakimiyet yazı işlerinde Anadolu Ajansı’na ait bir alıcı teleks makinesi vardı. Sadece ajanstan gönderilen metinleri bir rulo kâğıda basan bu yazıcıdan, gece gönderilen baskınla ilgili “ambargolu” olduğu belirtilen haberleri de manşet habere ekledim. Yazı işleri ve haber müdürleri, sıkıönetimden izin gelmedikçe gazeteyi asla baskıya göndermememi istemişti. Her ihtimale karşın, alternatif bir manşet ve haber sayfası da çalışmıştık. Sıkıyönetim, bu haberin yayınlanmasını engellerse, hazırladığımız diğer manşet ile baskıya gidecektik.
Sıkıyönetimden haberi nasıl mı alacaktık? Elbette dinlediğimiz polis telsizi yoluyla…
SIKIYÖNETİMDEN İZİN BEKLEMEK...
Bursa Hakimiyet Haber Müdürü Erol Nural’ın odasında, devamlı surette pencere kenarında duran zamanın polis telsizinden biraz daha irice, el radyosu görünümünde, kalın ve uzun antenli bu çok kısa dalga (FM) radyo alıcısı, Kenan Evren’in 1982’de yaptığı Çin ziyaretine katılan Bursa Hakimiyet temsilcisinin geçerken Hong Kong’dan alıp getirdiği bir cihazdı. FM radyosu ve televizyon yayını seslerinin yanı sıra polis telsizi konuşmalarını da çekiyordu. O yıllarda polis telsizleri bu frekanstan yayın yapıyordu. Hatta zaman zaman evlerde televizyon izlenirken araya yakından geçen ekip otosunun seslerinin karıştığı da oluyordu ama evdeki televizyonlarda polis telsizini sürekli izlemek pek mümkün değildi. Oysa bu cihaz, pek hassas ayarlıydı. Polis konuşmalarının bulunduğu kanal öyle güzel ayarlanıyordu ki, kesintisiz bütün asayiş ve trafik polisi konuşmalarını dinleyebiliyorduk. Sadece siyasi şube konuşmaları yoktu. Herhalde devlet, dinlenmesin diye o kanalın bütün gizlilik ayarlarını yapmıştı.
Yazı işleri müdürü ve haber müdürü tarafından “Gazeteyi baskıya hazır et ama telsizden haberin basılması talimatı gelene kadar sakın matbaaya gönderme” diye sıkı sıkı tembihlendiğim için teknik servisteki işleri bitirir bitirmez telsizin başına oturup beklemeye başladım. Rutin, “4345-4654. Namazgâh’daki kazada yaralı için ambulans anons edin” veya “4648-4246. Malum şahsı yakaladık, merkeze getiriyoruz” gibi anonslar, uzun süre devam etti. Bu tür konuşmaları dinlemek oldukça sıkıcıydı ama başka çare yoktu. Arada sırada gidip Anadolu Ajansı teleks alıcısını kontrol ediyordum, yeni bir gelişme var mı, diye… Epey bir zaman geçtikten sonra nihayet, gece yarısına doğru, telsizden, beklenen şu anons yapıldı:
“Gazeteci arkadaşlara söyleyin, ee, söyleyin, malum haberi basabilirler. Sıkıyönetim izin verdi.”
“Oh, şükür” diyerek hemen çoktan hazırlanmış montajları alıp matbaaya koşturmuş, gazetenin dağıtımının gecikmemesi için matbaanın baskının başlamasını istediği saate ucu ucuna yetiştirmiştim. Böylece Bursa Hakimiyet de, Türkiye’deki bütün gazeteler gibi 18 Ağustos 1984 tarihli baskısında, 15 Ağustos’ta Şemdinli ve Eruh ilçe merkezlerine yapılan PKK baskınlarını haber verebilmişti.
1 note · View note
aykutiltertr · 3 months ago
Video
youtube
Antepli - Bülent Serttaş ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Çiftetelli GaziAntep)  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/o9HfYlbLrsM ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Antepli - Bülent Serttaş ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Çiftetelli GaziAntep) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI              : ANTEPLİ SÖZ GÜFTE          : ? BESTE - MÜZİK    :? USÜL                      : ÇİFTETELLİ MAKAM - DİZİ      : UŞŞAK - MİNÖR YÖRESİ İL İLÇE     : GAZİANTEP KAYNAK KİŞİ        :? ARANJÖR             :? ENSTRÜMANLAR: ZURNA, KANUN, CÜMBÜŞ, YAYLI KEMAN GURUBU                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Sen Diye Diye (2013) - FA MÜZİK YAPIM Parçayı iTunes'tan İndirin : http://geni.us/2M34 Antepli Şarkı Sözleri : al mendiller alınsın davul zurna çalınsın antepli eyleniyor güzel kızlar salınsın meşhurdur şire hanım şehre küstü bir yanım şu yalancı dünyanın gözündesin antepli katmer bulur tavayı lezzet kaplar havayı severek yer antepli çağdaş’tan baklavayı meşhurdur şire hanım şehre küstü bir yanım şu yalancı dünyanın gözündesin antepli su burcunda buluşup çağa çoluk karışık düğün dernek dolaşıp döktürüyor antepli meşhurdur şire hanım şehre küstü bir yanım şu yalancı dünyanın gözündesin antepli mangalını yakarak allebenden akarak saçaklıdan bakarak çık canı gör antepli meşhurdur şire hanım şehre küstü bir yanım şu yalancı dünyanın gözündesin antepli eğlence dünyasının gözündesin antepli FA MUZIK YAPIM Fa Müzik Bülent Serttaş Doğum 18 Kasım 1965 (58 yaşında) Elazığ, Türkiye Tarzlar Türkü Meslekler Türkücü, oyuncu[1] Etkin yıllar 1983-günümüz (şarkıcı) Eş Selvi Serttaş Çocukları 3 Bülent Serttaş (d. 18 Kasım 1965, Elazığ), Türk halk müziği sanatçısı, söz yazarı ve oyuncu. 1983 yılından itibaren çeşitli mekanlarda sahneye almaya başlayarak müzik yapmaya başladı. Adana'da bir gazino da şarkı söylerken Hilmi Topaloğlu tarafından keşfedildi. İlk albümü Delikanlı yayınlandı. 1997 yılında piyasaya çıkan Aşığım Yanmışım albümüyle popülerliliğini arttırmıştır.[2] Türkücülüğün yanı sıra; 2010 yılında Çakallarla Dans, 2012 yılında Patlak Sokaklar: Gerzomatve 2014 yılında ise Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı filmlerinde rol almıştır.[1] Bülent Serttaş, Selvi Serttaş[3] ile evli ve 3 çocuk babasıdır. Diskografisi Albümleri 1991: Utanıyorum (Avare Çocuk) 1993: Delikanlı 1995: Sen Varya Sen 1997: Aşığım Yanmışım 1997: Anlayacaksın - Mektup 1998: Sana Yaşıyorum 2000: Alın Yazımsın 2001: Her Şeyine Hastayım 2002: Ağlama Meleğim 2005: Tükendi Dost Sohbetleri 2008: Emir 2011: Bitmez sana sevdalarim 2013: Sen Diye Diye 2017: Ablalar Single'ları 2007: Ne Mutlu Türküm Diyene 2013: La Bize Her Yer Ankara 2015: Adamın Dibi (Çeşme) 2016: Haber Gelmiyor Yardan (ft. Serdar Ortaç) 2018: Bodrum Akşamları (Akustik) 2019: Sevda İçerde 2019: Elini Kolunu Sallayacak 2020: Seyyah 2021: Yıllar utansın 2021: Akdeniz 2021: Sen Bensiz Nefes Alamazsın 2022: Aklıma Sen Gelince 2022: Filhakika 2022: Dili Ballım (duet İpek Demir ile) 2023 Neler Umdum Neler Buldum Filmografisi Çakallarla Dans - 2010 Patlak Sokaklar: Gerzomat (General) - 2012 Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı - 2014 Yildizlar da Kayar: Das Borak - 2016 Kaynakça ^ a b "İmdb Bülent Serttaş Sayfası". imdb.com. 16 Ocak 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Bülent Serttaş". karnaval.com. 5 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Hayatımın anlamı huzur verenim". Hürriyet Gazetesi. 14 Şubat 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. ^ "Bülent Serttaş'ın Geniş Ailesi". 8 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2014. Dış bağlantılar Discogs'ta Bülent Serttaş diskografisi Taslak simgesi Bir Türk şarkıcı ile ilgili bu madde taslak seviyesindedir. Madde içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkı sağlayabilirsiniz. Kategori: Türk şarkıcı taslaklarıYaşayan insanlar1965 doğumlularKeban doğumlularElazığ ili doğumlu sanatçılarTürk arabesk şarkıcılarıTürk halk müziği ses sanatçılarıTürk erkek sinema oyuncularıEsen Müzik sanatçılarıSindoma Müzik sanatçılarıŞahin Özer Müzik sanatçıları20. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar1990'ların şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları2020'lerin şarkıcıları
0 notes
ozel-buro · 10 months ago
Text
CIA DOSYASI : Ankara'dan CIA'yi şok eden karar
Ankara’dan CIA’yi şok eden karar Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, bugün kaleme aldığı köşe yazısında, Ankara’nın yabancı istihbarat servisleri hakkında aldığı yeni kararı değerlendirdi. 22 Ocak 2024 Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, bugünkü köşesinde Türkiye’nin yabancı istihbarat servislerine karşı aldığı yeni bir kararı aktardı. Diplomat bir tanıdığı ile arasında geçen diyaloğunu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes