Tumgik
#Fay Hattı
muhtarabi · 4 months
Text
Deprem Nasıl Oluşur? Yer Kabuğunun Gizli Gücü
Deprem, yer kabuğundaki kırılmalar sonucu ortaya çıkan ve büyük enerji ile yayılan titreşimlerdir. Depremler genellikle yer altında bulunan fay hatları boyunca meydana gelir ve büyük hasarlara neden olabilir. Deprem Tanımı ve Önemi Deprem, yer kabuğundaki kırılmalar sonucu ortaya çıkan ve enerjinin yayılmasıyla meydana gelen doğal bir olaydır. Depremler, büyük ölçekli hasarlara ve can…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yaziatolyesi · 11 months
Text
Antakya’m, Sil Gözyaşlarını | Hatice Elveren Peköz
Antakya’m, sil gözyaşlarını… Yıl 2023, 6 Şubat, Saat 04.17, şiddetli deprem, domino taşı bir etki ile 10 il aynı anda sarsıldı! İnsanlar derin bir uykudayken, 6 Şubat saat 04.17’de 7.7 büyüklüğünde, saat 13.24’te ise 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Depremler Hatay’da da büyük yıkıma neden oldu. Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki depremin etkilediği 10 ilden en…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
cuneytyardimci · 1 year
Text
Eğer Prof Dr İhsan Ketin’ i tanımıyorsak, Adını her duyduğumuzda göğsümüz kabarmıyor ve Yüreğimiz cız etmiyorsa hepimiz utanmalıyız!!!
Ayıp bana,
Sizlere de ayıp,
Ancak,
En çok da minnet duymamız gereken bu saygıdeğer insanları bizlere öğretmemiş olanların ayıbıdır bu…
Tıpkı minnet duymamız gereken bir diğer tanımadığımız bilim adamı Süreyya Tahsin Aygün gibi…
0 notes
belkidebirharfimben · 2 years
Text
Bizim depremlerimizin merkez üssü insandır
İnsan ilgi ister. Daha doğrusu varoluşunun, varlıkta kalışının ve varlığının arttırılmasının elinde olmadığını kalbinin derinlerinde hisseder. Buna tepkisi iki şekilde olur: 1) İlgiyi 'muhtaciyeti' açısından kavrar. Aczini görür. Fakrını idrak eder. Allah'ın merkezinde olduğu bir iletişim alanı açılır önünde. Bu alan Rahmet penceresinden kendisini de karşı merkezde tutmaktadır. Aczini bilmek öncelikle kendine şefkat etmektir. Yaratıcı olarak Allah merkezde olduğu gibi yaratılanlar içinde de insan merkezdedir. Hatta insanlar içinde herbir fert Ehadiyetin tecelli merkezidir. Odaktadır. Sorumlulukları vardır. Muhataptır. Bunlardan kaçamaz. Bunları unutamaz. 2) İlgiyi 'hakediş' yönünden tutmaya çalışır. Burası yüzeydir. Sözde gücünü düşünür. Sözde zekasına itimat eder. Bunların kendisini hiyerarşide yükselttiğini zanneder. Kibre sarılır. Kendisini şefkatin alanından dışarıya iter. Yalnız kibrin şöyle bir kem getirisi de vardır: Menfaat açısından herşeyin merkezinde görürken kendisini, sorumluluk açısından kaçabildiği kadar kaçar merkezden. İki merkezli bu yapı kaçış argümanlarını da üretir. Ve ister ki hep gündemde onlar olsun.
Bunu ilk olarak Lee Strobel'ın Hani Tanrı Ölmüştü'sünde okuduğumu hatırlıyorum. (Daha sonra bilim-din ilişkisi üzerine yazılmış başka eserlerde de rastladım.) Hristiyanlığın, aydınlanma çağında, ateizm karşısında hızla alan kaybetmesinin bir sebebinin de 'Aristo gökbilimi' olduğunu söylüyorlardı. Evet. Hristiyanlık, Aristo gökbiliminde dünyanın madde olarak da merkezî bir konumda tarif edilmesini avantajlı görmüş, onu din adına nass gibi sahiplenmiş, özümsemiş, yeni gökbilim karşı konulmaz kanıtlarıyla çıkageldiğinde de ister istemez ağır darbeler almıştı. Güneşin dünyanın değil dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söyleyenlere direnişi de bundandı. Bu Yunan kozmoğrafyasının düpedüz yanlışlanmasıydı.
Ancak İslam aynı husustan dolayı bir sarsıntı geçirmemişti. 'Nasıl başardığı' konusu araştırıldığında şu sonuca varılıyordu: İslam hiçbir bilim anlayışını nassların yerine koyacak kadar sahiplenmiyordu. Onları bir tevil/tefsir olarak kulağına yakın tutuyordu. Âlimleri de eserlerinde bu tarz bilgilere yer veriyorlardı. Lakin ayetlerin/hadislerin 'metinlerinin ne söylediği' ile 'nasıl tevile/tefsire tâbi tutuldukları' apayrı meselelerdi. Bu nedenle, zamanın bilimine dair bir bilgi yanlışlandığında, İslam bu bilgi yanlışını kolaylıkla arkasında bırakabiliyordu. Nitekim, Aristo gökbiliminin 'dünyanın merkeziyeti' üzerine kurulu düzeni yanlışlandığında, müslümanlar bundan hiçbir sarsıntı geçirmediler. Çünkü insanın önemini dünyanın maddi merkeziyetine değil manevi merkeziyeti üzerine bina etmişlerdi. Manevi değeri sarsılmadığı sürece de maddi düzene dair söylenen şeylerin değişimi hiçbirşeyi değiştirmiyordu. İnsan hep odaktaydı.
Yazma Üzerine Sohbetler'de rastladığım satırlara şaşırmadım bu yüzden. David Naimon şöyle soruyordu sonlara doğru: "(...) Bilimkurguyu edebiyat olarak kabul etmeye direnmenin nedeni, kısmen, bu tür eserlerde insan olmayanın yüceltilmesi, insanlığın zeka veya başka açılardan merkezdeki yerinden edilmesi olabilir mi?" Ursula K. Le Guin'in cevabıysa şöyleydi: "Çok haklısın, bu konuda gerçek bir direnç var. Bilime gösterilen direncin çoğunun arkasında da bu yatıyor. Çünkü bilim (sadece Kopernik değil, bilimin büyük kısmı) bizi merkezdeki yerimizden uzaklaştırıyor. Çünkü merkezde değiliz. Yeryüzünün hayal edilmeyecek ölçüde yaşlı olduğunu öğrendiğinde bir nevi tahtından indirilmiş gibi hissediyorsun. Birçok insan buna tahammül edemiyor. Bundan nefret ediyor. Kendilerini yabancılaşmış hissediyorlar.(...)" 
Bilim gerçekten insanı/dünyayı merkeziyetinden uzaklaştırıyor mu? Bunun cevabını 'Goldilocks Bölgesi' tanımlamasının izahını yaparken Michio Kaku detaylıca veriyor. Evet. Dünya, Aristo gökbiliminin dediği gibi, güneşin bile etrafında döndüğü bir merkeziyette değil. Fakat bu 'varoluş şartları açısından' çok çok özel ayarlanmış merkezlerde, koşullarda, şekillerde yaratıldığını inkâr etmeyi gerektirmez. Zira bilim de birçok açıdan insanın-dünyanın varoluşunun bir 'tam yerine denk gelme' şeklinde mümkün olduğunu-olabileceğini kabul ediyor. Yani ne insan ne de dünya 'özellikle kastedilmiş olma' merkeziyetinden uzaklaşamıyorlar. Hakkaniyetli bilim adamları bunu reddedemiyor. Michio Kaku da bu gruba dahil.
Tevafuk, Le Guin'in satırlarıyla tanışmamın neredeyse bir-iki saat arkasından, Bediüzzaman'ın 24. Söz'ünü okumaya başladım. Orada, 12. Asıl'da, bilim felsefesinin konularından da sayılan bu mevzuun irdelendiğini gördüm. Başlarken diyor ki mesela: "Nazar-ı Nübüvvet, tevhid ve iman, vahdete, âhirete, Ulûhiyete baktığı için, hakaikı ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır." Yani onlar, mevzuu zaten 'insandan uzaklaştırma' üzerine, 'kesret' üzerine çalıştıkları için, sonuçta da böyle birşey elde ediyorlar. Olan hiçbirşeyin kendileriyle ilgisi yokmuş gibi düşünüyorlar. Halbuki müslümanlar farklı bir odaklanmayla, Yaratıcının kendilerinden beklentilerini merkeze koyan bir anlayışla, âlemi temaşa ettikleri için çıkardıkları sonuçlar tastamam merkezî oluyor. Birisi depreme baktığında "Fay hatları kırılmış işte!" derken, diğeri "Allah bununla bana ne söyledi?" diye düşünüyor. Daha Nurcuca bir tabirle 'mana-i harfî' ve 'mana-i ismî' nesnede farklı merkeziyetler inşa ediyor. Bazıları şişeye bizzat bakıyor bazıları da şişede yansıyan sûretine... "Hem bir şey, iki nazarla bakıldığı vakit, iki muhtelif hakikati gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiçbir hakikat-i kat'iyesi Kur'ân'ın hakaik-ı kudsiyesine ilişemez. Fennin kısa eli onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez."
Bu odaklanma farklılığının getirileri neler? İşte metnin devamında söylenenler: "Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı ehl-i usulü'd-din ve ulemâ-i ilm-i kelâmın makàsıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir. İşte, onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mahiyetinde ve ince ahvallerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat, hakikî hikmet olan ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü'minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkıkîn-i İslâmiyeyi, hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i Nübüvvet ile makàsıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler?"
Sonra 'dünyanın konumu' meselesi geliyor gündeme. Sekülerler için dünya şöyle birşey: "Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi, hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahlûk..." Anlamı bu kadar sığ. Bu kadar yüzey. Bu kadar teknik bir detaydan ibaret. Merkeziyetten bu denli uzaklaşmıştır dünya onlarda. İnsan önemsizleşmiştir. Ama İslam'ın yaklaşımı öyle mi: "Semere-i âlem olan insan en câmi', en bedî ve en âciz, en aziz, en zayıf, en lâtif bir mu'cize-i kudret olduğundan, beşik ve meskeni olan zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi... (...) İşte, arzın bu azamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'ân-ı Hakîm, semâvâta nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semâvâta karşı, küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor."
Ve son darbe:
"İşte, sair mesâili buna kıyas et ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri, Kur'ân'ın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için ayrı ayrı görünür."
Yani, bilim-din arasında Celal Şengörîlerin teşhis ettikleri çatışma, nokta-i nazar farklılığından ibarettir. Âlem ona hangi sorularla yaklaştığınıza göre size cevap verir. Kur'an'ın ifadesiyle, ayetler indikçe, kâfirlerin dalaleti artar, mü'minlerin de imanı. Aynı nesneye bakan bir fizikçinin alacağı ile kimyacının aldığı dahi bir değildir. Bilim adamları arasında bile, merkeziyetler açısından, 'farklı cevaplar alma' kanunu câri iken müslümanın aldığı cevapların hayattan ötelenmesi elbette kabul edilemez. Bu deprem konusunda da böyledir. Müslüman depreme imanının gereği olan sorular sorar. Kendisine Kur'an'da/sünnette öğretilmiş suallerle yaklaşır. Ve deprem, Zilzal sûresinde buyrulduğu gibi, Rabbisinin emriyle konuşur. Bu konuşmayı hayattan ötelemenin amacı insana yaratılışın tam da merkezinde olduğunu unutturmaktır. Konuşulanı anlayan konuşmanın ortasındadır. Muhataptır. Yüzeydeki hiçbir izah derinlerdeki bu mesajı yokedemez.
0 notes
dutlukdergi · 2 years
Text
İstanbul deprem erken uyarı sistemi nasıl çalışıyor?
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bir kez daha depremleri önceden tespit edebilmenin önemi gözler önüne serildi. Depreme uykuda yakalanan vatandaşlar deprem olduğunu bile anlayamadan hayatını kaybetti. Eğer o depremin sadece birkaç dakika hatta saniyeler önce bilebilseydik durum farklı olabilir miydi diye düşünmeden edemiyor insan. Şimdi de İstanbul depreminin olma olasılığı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
eciftcomtr · 2 years
Link
0 notes
yandikalbim · 2 years
Text
İçimde kırılmaya hazır onlarca fay hattı var.
165 notes · View notes
doriangray1789 · 8 months
Text
Büyük erk transferi. 1999 depremi ne merkezi devlet ne yerel belediyeler iyi kamu yönetimi sağlayabildiğini ortaya koyunca, kamu erklerini topyekun özel sektöre devretme bahanesi oldu. Arjantin ile eş zaman (tesadüf mü?) maliye krizi ekonomiyi yerle bir etti, devlet (TMSF) birçok iştiraki eski elitlerin elinden aldı, bir alt tabakaya ucuza devretti, bununla kalmadı kamu sorumluluğu olan her faaliyet alanını bu yeni kalbur üstü kitleye devretti.
1999'da vatandaş devlete insan hakları mahkemesinde dava açabiliyordu. 2023 depremi oldu, suçlu aramak herkese fuzuli geldi, çünkü devlet tüm sorumluluklarını özel sektöre ve TANRI ya ( işin fıtratında var, madenlerde önlem alınmaz madenciler ölür fıtrat, imar barışı meydanlarda övüne övüne anlatılır fıtrat, ormanlar yanar fıtrat, dere havzalarına ev yapılır dereler taşar insanlar ölür fıtrat ama kimse de demekki yahu kardeşim fay hattı belli yapıda kullanacağın malzeme belli madenlerde alacağın önlemler belli bile bile neden lades deyip sonrada bunu TANRI nın üzerine atıyorsun ) devretmişti, insanlar bunun doğruluğuna inanmıştı ve ticari yasaya göre Anonim Şirket sahiplerinin adeta dokunulmazlığı var. Firma bünyesinde ise adalet çok basit: ahlaki davrandın mi değil, firma sahibine geçen seneden daha fazla kazanç sağladın mı, yani performans yönetimi.
Bu durumda, ne merkezi ne yerel seçimlerde oy vermek fayda ediyor: göz boyama. Madem ki halkın hayatını etkileyen kuruluşlar özel sektör, vatandaşlar firmalara hissedar olup genel kurul toplantılarında oy verirse ancak kendi ülkesinde egemen olabilir. Hisse sahibi değilsen, seçimlerde sözü geçmeyen basit tüketicisin, söz sahibi hissedarlar maaşına da karar verir, oturduğun eve de, yediğine içtiğin de.
İşte böyle, eskiden "komünizm alkolde erir mi" sorusunu sorardık, şimdi "kapitalizm demokrasiyi eritir mi" soruyoruz ve öyle görünüyor. Bu yeni derebeylik düzeninde (dış güçlerin sermayesi padişah, hissedarlar derebeyi, yöneticiler ağa, tüketiciler kul) "delil istersen Kuran yeter, ibret almak istersen ölüm yeter, meşgul olmak istersen ibadet yeter, zengin olmak istersen kanaat yeter, bunlar da yetmezse cehennem yeter" diyen Ramazan Hoca neden katli vacip görüldüğü daha iyi anlaşılıyor: Müslümanlar tüketimin ebedi büyümesine dayalı materyalist özel sektörün derebeylik düzenine tehdit.
Tumblr media
11 notes · View notes
bigeceyarisi · 2 years
Text
Kalbim kırık bir fay hattı
49 notes · View notes
bengizemligezegen · 10 months
Text
kalbim kırık bi' fay hattı
19 notes · View notes
tomrist · 2 years
Text
Kalbimde fay hattı ah benim hayatım..
Tumblr media
94 notes · View notes
backtoredd · 11 days
Text
Tumblr media
kalbim kırık bi fay hattı
2 notes · View notes
mezarsiz · 2 years
Text
Kalbim kırık bi fay hattı.
86 notes · View notes
Text
"Üfledikçe dağıldım
Sen rüzgarım ol ben bağımlı
İstediğim normal bi hayattı
Kalbim kırık bi fay hattı
Yorgun gökyüzü dayanamıyorum
Sözünde duramıyorsan gidiyorum..."
11 notes · View notes
kosmazsankosamazsin · 10 months
Text
Kalbim kırık bir fay hattı
8 notes · View notes
efekanyucel · 10 months
Text
Çatlıyor beynim; bir fay hattı gibi,
Uzunlamasına ve derinlemesine.
Sonra duygularımın yağmuru yağıyor, toprak doyuyor ve ben doğuyorum.
Sonra bir heyelan kopuyor, ne varsa yıkıp geçiyor.
Susuyorum.
14 notes · View notes