"....İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim. Ve ancak O’na yöneliyorum"
Değerli Din Kardeşim 🌹
Tabaka tabaka çevrelenmiş bir yaşamın içinden geçmekteyiz. Hangi tabakaya uğrarsak uğrayalım, orada fâniliğin rüzgârı püfür püfür esmekte ve faniliğin kokusu da buram buram tütmektedir.
Bildiğimiz rüzgârın esintisi ara ara yüz ve beden hattımızda varlığını belli ederken, tüten koku da koku algımıza ya hoş ya da nahoş gelerek kendini belli eder. Peki fanilik rüzgârı veya kokusunun kendini sık sık belli ederek bizlere dokunması bizlerde ne uyandırır? Yoksa bu fani tabâkat diyarında hakiki dokunuşların varlığını unuttuk mu? Ve hayatı, bu dokunuşları hisse kapalı mı yaşıyoruz? Hayır hayır! Tüm dokunuşların yaratıcısı ve sahibi olan Rabbimize sığınırız... Dokunmak deyince, sadece maddi dokunuş uyanmıyor bizlerde değil mi? Fanisin diyorum, ölüm var ve sen ölüme yürüyorsun diyorum. İşte bu, hakiki bir hatırlatma dokunuşudur diyorum... Şuan içinde bulunduğumuz fani tabakalar, vakti gelince içinde bulunacağımız ebedi tabakalar ile yer değiştirecek. Fani tabâkat, ebedi tabâkat için dönüp duruyorken, peki bizler tüm fâniliğimizle ebediliğe nasıl çalışıyoruz? Ve çalışma esnasında şunu söyleyerek yaşıyor muyuz?
".... İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim. Ve ancak O’na yöneliyorum"
diyebiliyor muyuz Kardeşim? Allah Azze ve Celle diyebilene doğrulukla her çalışmasını kolaylaştıracak ve gidişatını güzel bulunduracaktır. Bunu buyurmuşluğu var Rabbimizin;
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
"....Kim Allah'a tevekkül etse, O kendisine yeter...."
[Talâk Sûresi-3]
O'na hem kulluk ve itaat için, hem dünyalık için, hemde ve bilhassa ahiret için bilinç ve şuuru açık bir hâl üzere güvenip dayanana Allah yetecektir, vesselam.
İnsan əbədi ruhdur ya fani cəsəd? İnsan işıqlığa doğru hərəkət edir ya zülmətə? Həyat ölüm üzərində qələbədir ya ölümə məğlub olmaq? Düşünürəm ki, mübarək Ramazan ayı bu sualların əyani cavabıdır.
Biz bir ay boyunca fanilik, zülmət və ölümlə mübarizədə olduq və Fitr bayramı bizim qələbəmizi simvolizə edir. Allaha dua edirəm ki, bu fərdi qələbələrimiz ümumbəşəri olsun. Dünyaya yoxluq qorxusu deyil, varlıq şövqü hakim olsun. Yer üzündə günahsızların qanı axıdılmasın, zülmkarların və təcavüzkarların sonu çatsın. Həyat, mövcud olma uğrunda mübarizə deyil, dirilik bayramına çevirilsin. İnsan buna layiqdir.
Her şeyin uçup gittiği bir dünyada ebediyet aşkta ve güzellikte, iyilik ve adalette kendini gösterir. Onları gördüğünde fanilik uykusundan uyan. "Fazla yaklaşırsam yaralanırım ," deme hiç. Bir yara ki seni sevgiye uyandırıyor kıymetlidir.
Biz yanlış hedeflere koşturmaktan muzdaribiz galiba. Galiba diyorum çünkü son dönemde mutluyum diyenin sevinci fanilik kokuyor. Mutlu olmaya çalışıyoruz sürekli. Bunun için sürekli değişiklik peşindeyiz.
"Mutluluk" tasvirini yapıyor herkes. En başa dönüyoruz bir süre sonra. Mütemadiyen deniyoruz. Neden? diye sorguladığımızda şöyle birşey farkediyoruz. Her insan farklıdır ve her insanın bahtı kendine hastır. Kader nezdinde herkesin defteri ayrıdır. Kimi sayfalar benzeşebilir, kimi noktalamalar da çelişebilir.
Eskilerin Bahtiyar kelimesini sıklıkla kullandıklarını düşünmek lazım birazda..Mutluluk kelimesi yerine seçemediğimiz o kelime. Baht-yar dönüşüp bahtiyar'a evrilmesinde elbette bir hikmet vardır. Bahtını seversen zaten mutlu olursun manası çıkmaz mı? Ya da bir şekilde zihnimi o tarafa çekiyorum.
Bilemedim.
Dünyada olan biten herşeyde bilgi eksikliğimiz var. Yeryüzündeki tüm zihinlerdeki birikimler kağıda dökülse dahi bu böyledir. Alemlerin 5N1K'sı bize belirtilmezse akıl dahil yürütemeyiz. Saniyede 80 kez kanat çırpan Sinek Kuşu'nu izlemek, bahtiyar etmekten çok mutluluk arayışına dönüştürülmemeli.
Burada keder yok. Kederini insan getiriyor arkadaşım. (Tıpkı cehenneme odununu kendisi götüreceği gibi.) İnan olsun. Doğarken. O olmasa keder de varolmazdı. Gözün eksikliğiyle çirkinlik belirginleşti. Bizden evvel eksik gözler de yoktu. Bütünü görmeyi ilk biz ihmal ettik. Hatta İblis de bize bakarken kör oldu. Varlığa katılmış eksikliğiz biz. Sınırlarımızdan dolayı köreliyoruz. Bizden bakanı da köreltiyoruz. Seçemeyen gözlerimize vahiy lütfediliyor. Kabullenildikçe duvarlar duvarlardan korunuluyor. Varlık bizsiz eksikti üstelik. Ayın tutulması için bize ihtiyacı vardı. Mevsimleri dört sayacak idrak bizdeydi. Güneşin bir kandil olduğunu ancak biz farkederdik. Bizsiz herşey anahtarsız kilit. Tamamlanmamız için imtihan ediliyoruz. Tılsım bizimle açılacak. Belli. Veyahut ilk açılacak tılsım biziz. Biz tamamlanınca âlem de tamamlanacak. Gökler hep cennet olacak. Yerler hep çiçek kesilecek. Fanilik bekayla ödüllendirilecek. Melekler alkış tutacak. Sonlular sonsuzlaşacak. Tamamlanmazsak sonsuza dek cehennemde eksiğiz.
Hariç tutarsan bizi dünyanın neşesi yerinde. Nereden mi biliyorum? Çiçeklerinden. Yeryüzü de çiçek çiçek gülümsüyor arkadaşım. Farkedilmek istiyor. Muhabbetin tezahürü tebessümdür. Kim sevilmek istese tebessüm eder. Kim görülmek istese süslenir. Tebessüm daima öncesinden güzelidir. Öncesinden güzel ne görsek tebessüm bilmeliyiz. Etrafımızda tebessüm edenleri görmüyor musun? Bu kadar hüsün amaçsız olabilir mi? Toprak neden bu kadar takıştırıyor? Ki görünmemek güzelliği hikmetsiz kılar. Evet. Görünmeyecekse daha güzelin anlamı yoktur. Yoksa Hüda çiçeksiz de bitkileri çoğaltabilirdi. Meyvesiz de ağaçlar varolabilirdi. Kuru kozalağı çam ağacına yetmiyor mu? Şeftalinin güzelliğine ne mecburiyeti var?
Hem nice çiçeksiz şey var da yayılmakta zorlanmıyorlar. Arzın herbir köşesini dolduruyorlar. Bunlar böyleyken onlar neden öyle? Galiba yüzleşmemiz gereken asıl soru şu arkadaşım: Varolan güzel olmaya mecbur mu? Varolmak güzel olmayı zaruri kılar mı? Güzel olmayanlar varolamıyorlar mı? Bir de üstüne çiçek kadar cennet olmaya ne gerek var? Sahi ya. Çiçek minyatür cennettir. Bahçen cennetin bir misal-i musağğarıdır. Bunu yaratanın ötekini de yaratacağından şüphe edilmez. Madem toprağı gül yapabilecek kudreti/sanatı vardır. Madem kışı bahar kılabilecek hikmetin sahibidir. Bu evreni de cennete çevirebilir. Belki biraz da bu yüzden mürşidim der: "(İnsan) Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de; hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever." Çünkü sevmek bir kanundur. Kütleçekimi gibi. Çakıl taşını çeken göktaşını da çeker. Sevmeyi bilen güzelliği bilir. Ve güzellik de sevilmekten haberdardır sanki. Yârini beklemektedir.
Zâhirin doğruluğu güzelliktir. Bâtının güzelliği doğruluktur. Cemîl-i Mutlak şu dünyada ilk güzelliği muhatap kılmıştır bize. Güzele baktığımızda ölümü unuturuz. Mü'min-kâfir hepimiz hemfikir bir şekilde meftunu oluruz. Her neyi sevsek ona bir tahayyül beka sûreti veririz hatta. Sonsuzlaştırdığımızı severiz. Sevdiğimizi sonsuzlaştırırız. Doğruysa faniliğimizi hatırlatır. Doğru olan güzelliğin asıl sahibine işaret eder çünkü. Diğer parmağıyla da aslolmadığımızı imâ eder. Doğruya dair anlaşmazlıklarımız bitmez bir türlü. Neye güzel dediğimizse o kadar tartışılmaz. Bir çiçek herkes için güzeldir mesela. Bir bebek herkes için neşedir. Ama anlamı herkese bir değildir. Celle Celaluhu güzellikle tanıştırır önce. Güzel herkesi çağırır kendine. Mü'min-kâfir güzel hakkında tartışmaz. Sınav böyle başlar. Bitmesiyle başka şekildir. Onun umumî daveti içinde doğruyu aramaktır hüner. Doğru hatta bazen güzelden vazgeçmeyi de gerektirir.
Biz de bir kâfir gibi güzeli sevmekle başlıyoruz işe. Çiçeği seviyoruz işte. Fakat onu doğrunun kapısı kılmakla da terketmeye başlıyoruz. Çiçek kendisi için olmamakla terkediliyor. Mazruftan zarfa dönüşüyor. Güzelden geçmek zor imtihan. Burada sınanıyoruz. Bu güzelliğin amacında mesaj görüyoruz. Hayretimiz hevamıza galip geliyor. Oyalanmıyoruz. Aşıyoruz. Okuyoruz. Bu kadar güzel olmaya mecbur olmayan herşeyin güzelliğinde mesaj var. Arkasına yöneliyoruz. Her tasarımın arkasında bir matematik yok mu? Her matematiğin arkasında bir ilim görünmez mi? Üstelik her çiçeğin matematiği diğerinden başka. Lalelik başka, güllük başka, şebboyluk başka. Bir irade ile muhtemel matematikler içinde bir seçim gerekmez mi? Onları varlığa çıkarmaya kudret lazım değil mi? Bu ilme, iradeye, kudrete bir sahip bulmak gerek doğrusu.
Allah'ı bulduktan sonra da iş bitmiyor. Çiçek kadar güzel birşey, onu yaratabilecek kadar güzel bir Allah, sanatını hiçlik çamuruna atmaya kıyar mı? Onca hikmetten sonra böyle hikmetsizlik işler mi? Hakîm olan emeğini abes eder mi? Ahiret gözkırpmaya başladı şimdi arkadaşım. Bitmedi. Yürüyelim. Güzellik görünmekle tamam olur. Halbuki gözümüzün yetmediği ne güzellikler var şu çiçekte. Onları görmek için de başka gözler gerekmez mi? İşte melek kardeşlere de iman ediverdik. Bitti mi? Hayır. Var. Bizimle bu kadar çiçek çiçek mektuplaşan Allahımız peygamberle de haberleşmez mi? Şu zor okunanların 'elif-ba'sını bir muallim vesilesiyle öğretmez mi? Öğretmezse şunca mektubu okunmamış kalmakla ziyan olmaz mı? Peygamberlere ve kitaplara iman de geldi dünyamıza işte. Durmayalım. Cennete bir kapı bulduk. Koşalım. 'İlim' dedik. Çiçekte ne güzellikler takdir edilmiş anladık. Kâfir-mü'min hepimiz güzelliğine hakverdik. Peki, çiçeği yaratan, 'çiçeğin nasıl birşey olacağını önceden bilmeden' onu yaratabilir mi? Takdirsiz, ölçüsüz, tayinsiz, bilmeksiz çiçeklik mümkün mü? İşte kadere imana da "Hoşgeldin!" demelisin artık arkadaşım.
Daldan dala atlayan şu yazı için beni hoşgör. Avuçlarım küçük. Doğruya yer vermeye çalıştıkça güzellikten kaybediyorum. Halbuki güzelin tebliği daha umumîdir. Güzel doğrudan önce gelir. Güzelin doğruluğunda herkes hemfikir. Fakat doğrunun güzelliğinde hemfikir değiliz. Bu yazı güzel olsaydı daha çok sevilecekti. Fakat doğru olanı da Allah daha çok seviyor. Allahım, senin sevgini, nâsın sevgisine tercih ediyorum. Sen de hakkımda rahmetini azabına tercih et. Affet. Âmin. Ve'l-hamdülillahi Rabbi'l-âlemîn.
... bense yıllarca sahaf Mendel'i unutmuştum; üstelik de kitapların kendi soluğumuzun ötesinde, insanları kendimize bağlamak ve tüm yaşamların en acımasız düşmanı olan fanilik ve unutulmuşluk karşısında kendimizi müdafaa etmek için yaratıldığını bilen ben unutmuştum onu.
İki üç gündür bi çiğlik var üzerimde. Fazlaca fanilik. Dünyaya kök salmış gibi yüzeysellik. Aynaya baktığımda sevimsiz buluyorum kendimi ama üstümden bu hali atamıyorum da. İnsanlar tarafından da fark edildiğini düşünüyorum, daha az seviliyorum iki üç gündür. Böyle günlerde kaybediyorum.
🌸Bazı çalışmalarda dindarlık ve ölüm kaygısı arasında negatif bir ilişki ,bazı çalışmalarda pozitif bir ilişki elde edilirken bazılarında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
🌸Bu tutarsız sonuçların çıkmasının nedeni , ölçümlerde geçersiz ve farklı ölçekler kullanılmasına ve dindarlık ile spirütüellik arasında ayrım yapılmamış olmasına bağlanmıştır.
🌸Bu nedenle ölüm ve dindarlık arasındakı ilişkiyi araştıran çalışmaların ölçülecek olan bu durumu dakik bir şekilde tanımlayıp ölçmeleri gerekir.
İslam'a göre söylemek gerekirse
içsel dindarlık düzeyi yüksek olanlarda ölüm kaygısı daha düşüktür.Dışsal dindarlığı yüksek olanlarda ölüm kaygısı daha yüksektir.
🌸🌸🌸🌸
Dindarlık ve Cinsiyet
Kadınların erkeklerden daha fazla dindar olduğu bilimsel çalışmalarda tespit edilmiştir.
Bunun olası sebeplerinden bir kaçı şunlardır:
1.Kadın ve erkek arasındaki kişilik farklılıkları.
Buna göre ,kadınlar kısmen dindar olmaya daha çok ihtiyaç duyar.
2.Kadın ve erkeğin toplumsallaştırma tarzlarının farklı olması.
Kadınlar bakım verici ,eğitici, geliştirici meslekleri yapacak şekilde erkekler ise bağımsız olacak şekilde toplumsallaştırılmıştır.Bu da erkeklerin risk alma eğilimlerini arttırmıştır.
Araştırmalar bize risk almaktan hoşlanma ile dindar olma arasında negatif bir ilişki olduğunu gösteriyor.
3.Kadınlarda suçluluk duygularından kurtulma isteği erkeklerinkinden fazladır.
4.Kadınların iş gücünde olmamaları dine ayıracak daha fazla zamanları olmasını sağlamıştır.
Bireyin kişisel olarak köklü bir şekilde dindar olmasıdır. Birey Din'i başlı başına önemli bir amaç olarak kabul eder.
b)Dışsal güdülenme
Birey ;ego koruma,sosyal statü,korunma gibi amaçlarına hizmet etmek için dine yönelmektedir.Birey , Din'i kendi menfaati için araç olarak görür.
c)Sorgulayıcı güdülenme
Kişi karmaşık varoluşsal sorularla dürüstçe yüzleşir.
3🌸Dinî inançlar
Dinî inançlar dinî yaşantıların bilişsel boyutunu temsil eder.Bilişsel boyut kişisel fanilik hakkındaki düşünceler,onaylanan değerler ve Tanrı'ya yüklenen belirli özelliklerle ilgilidir.
Çocukluğumda zamanın hızını küçümserken yetişkinliğimde onun kurbanı olacağımı hiç ummadan yaşadım. Birileri hep ‘‘büyüyünce’’ diye başlayan cümleler ezberletti ve sanki -birazda bu yüzden- hep yarım hissettim kendimi. Büyümek mecburiyetine kapıldım. Büyümeli, küçüklüğün sınırlayıcı evresini bir an önce geride bırakmalı ve tamamlamalıydım benliğim. Yap bozun tüm parçalarını birleştirmeli ve resmi görmeliydim. Şimdi düşünüyorum da zamanın kum saati üzerime dökülüyorken kendimi gömmek için verdiğim bu debeleniş ne büyük bir sanrıymış. Lakin kızamıyorum kendime. Nihayetinde bu yanılgı insanlığım kadim sorunudur.
Anlıyorum: Meğer hayatın kumsalına resimler çiziyormuşuz ve zamanda sadece bir dalgaymış. Önce yazıları okunmayacak hale getiriyor, sonrasında bir dalga daha ve tüm o çaba öylece ellerimizden kayıp gidiyor. Sadece izliyor, bu kaçınılmaz hakikate ürpererek bakıyoruz.. Ve bir dalga daha...artık yokuz. Ancak ruhuna dokunduklarımızın zihninde bir kaç anı olarak yaşıyoruz. Fakat onlara da çarpacak dalgalar, onların da örtülecek üzeri...