#Eden Ladin
Explore tagged Tumblr posts
Text
diannaagron Closing out our run tonight. It's been a privilege and an honor to play alongside these musical heroes of mine. I love what we've discovered night after night and I'm excited to give this show one last spin this evening. 💫
#dianna agron#jovan johnson#margot#itay morchi#eden ladin#endea owens#rick rosato#cafe carlyle#dianna agron ig#me edits
11 notes
·
View notes
Text
youtube
Song Review: Ari Joshua, John Morgan Kimock, Andy Hess and Eden Ladin - “Help on the Way”
With assistance from drummer John Morgan Kimock, bassist Andy Hess and keyboardist Eden Ladin, singer and guitarist Ari Joshua takes “Help on the Way” to the cosmos.
The foursome’s trance-space rendition of the Grateful Dead number is overkill as the musicians seem more concerned with that fusion than with the song itself. But the crux of Jerry Garcia’s melody and the thrust of Robert Hunter’s lyrics remain amid the sonic universe, so it isn’t a total loss.
And besides, Joshua is donating a percentage of the proceeds from the release to suicide-prevention efforts, so it’s actually a win.
Grade card: Ari Joshua, John Morgan Kimock, Andy Hess and Eden Ladin - “Help on the Way” - C-
8/21/23
#Youtube#ari joshua#john morgan kimock#andy hess#eden ladin#grateful dead#help on the way#jerry garcia#robert hunter
0 notes
Text
amaya - say, if i only could i'd make a deal with god
crush richard siken // are you a soldier, a poet, or a king? @/atlanticsea // the young martyr 1853 paul delaroche // what the water gave me florence + the machine // on love, loneliness, & giant dogs jenny slate // untitled ann&may // crush richard siken // rage finished chris beaven // fate's been playing the long game on us, sweetheart a.j. // clean the japanese house // a self-portrait in letters anne sexton // take me to heaven victor m. alonso // running up that hill (a deal with god) kate bush // the garden of eden ernest hemingway // joan of arc 1865 john everett millais // a nude by edward hopper lisel mueller // forgetting joy ladin // three sleeping at last // the magdalen at the foot of the cross 1866-1884 george frederic watts // @/filmnoirsbian // little weirds jenny slate
18 notes
·
View notes
Text
Gürhan Akdoğan: "Türkiye'nin yanında olmak yerine terörü destekliyorlar"
https://pazaryerigundem.com/haber/189542/gurhan-akdogan-turkiyenin-yaninda-olmak-yerine-teroru-destekliyorlar/
Gürhan Akdoğan: "Türkiye'nin yanında olmak yerine terörü destekliyorlar"
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, “Terörü yapanlar ne için yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Terör karşısında atılması gereken adımların ne olduğu açıkça biliniyor olmasına rağmen; birçok emperyalist ülke ve onların içerideki işbirlikçileri, terörle mücadele konusunda Türkiye’nin yanında olmak yerine terörü destekliyor ve besliyorlar” dedi.
BURSA (İGFA) – Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Akdoğan, Yıllardır emperyalizmin maşası olarak ülkemizi terörle uğraştıran elli bine yakın insanımızın katline ve ülkemizin milyarlarca dolar kaynağının yok edilmesine neden olan yakalandığında ve ilk sorgulamalarında yabancılar tarafından kullanıldığını itiraf eden terörist başının Gazi meclisin çatısı altında konuşturulmasını önermek akıl tutulmasının dışında siyaset kurumundaki bazılarının kişisel varlıklarını devam ettirmek üzere nerelere savrulduğunun da bir göstergesidir.” ifadelerini kullanarak açıklamasına şöyle devam etti:
Dünyanın neresinde görülmüştür ki bir devlet bir teröristle anlaşıp mecliste konuşması sağlanmıştır. Bize demokrasi dersi veren ABD ve AB’nin emperyal devletleri İşid lideri Ebubekir el -Bağdadi, El kaide lideri Usame Bin Ladin ve Boko Haram lideri Muhammed Yusuf ile görüşüp meclislerine terörü sonlandırmak üzere davet ettiler mi?
Hatırlayalım; yakın tarihimizde; 21 Ekim 2007’de Dağlıca Baskınında 12 şehit, 5 Ekim 2008’de Şemdinli Aktütün karakolu baskınında 22 şehit, 20 Temmuz 2010’da Çukurca’da 7 şehit, Hatay İskenderun şehir merkezinde askeri birliğe roket artarla saldırı düzenleyip 6 şehit verdiğimiz, Gerilere gittiğimizde bu kansız şerefsiz örgütün Suruç ta, Hakkâri’de, Şemdinli’de, Çukurca’da, Aktütün jandarma karakolunda, Dağlıca da Hatay İskenderun’da, İstanbul Veznecilerde, Ankara Kızılay meydanında, Bursa’da Ulucami’de daha nice yerlerde katliamlar yaptığını, nice yaşamları yok ettiğini unutmayalım. Bir güneşli pazar günü her şeyden ve yaşamlarını kaybedeceklerinden habersiz 3 aile, Yusuf Meydan ve 9 yaşındaki kızı Ecrin, Âdem Topkara ve eşi Elif ile Öğretmen Arzu Özsoy ve 16 yaşındaki kızı Yağmur İstiklal de gezintiye çıkmışlar, okulların tatil olduğu bugünde mütevazi yaşamlarına uygun, belki biraz alışveriş yapıp, biraz hava alıp, bir şeyler yiyip evlerine döneceklerdi. Bir anda yaşamdan koparıldılar. Daha niceleri, dün terörist başının Mecliste konuşma yapması çağrısının üzerinden daha 24 saat geçmeden Ankara’nın göbeğinde TUSAŞ eli kanlı teröristlerin hedefindeydi. Beş şehit verdik. Türkiye’deki terörün rastlantı olmadığını ve bu terörün arkasında ciddi bir projenin var olduğunu tekrar değerlendirdim. Terörü yapanlar ne için yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Terör karşısında atılması gereken adımların ne olduğu açıkça biliniyor olmasına rağmen; birçok emperyalist ülke ve onların içerideki işbirlikçileri, terörle mücadele konusunda Türkiye’nin yanında olmak yerine terörü destekliyor ve besliyorlar.
Anadolu’da binlerce yıldır birlikte yaşadığımız insanlarımız arasında kin ve nefret tohumlarını eken, birlikteliğimizi ve barışımızı bozmaya çalışan, Lozan’ı kaldırıp Sevr-i yeniden hortlatma girişimleri arzusunda olanların farkındayız. Ulus Devlet, Üniter Devlet, Laik Cumhuriyet, Atatürk Türkiye’sinin kuruluşunun temel değerleri ve yapı taşlarıdır. Demokrasimiz bu üçlü temelden aldığı güçle beslenmekte ve geliştirmektedir. Dünyada eşi benzeri olmayan insana, onun kültürüne, kimliğine, kökenine, dinine ve inancına koşulsuz saygıyı esas alan Çağdaş Türkiye modeli 103 yıl önce yeşertilmiştir ve bu üç özgün dengeden güç alarak egemenliğini sürdürmektedir.
Ancak bilinmelidir ki ulusal bütünlüğümüze zarar verecek eylem ve söylemlere başvuranlar bu amaçlarına hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Türk toplumu farklı siyasal yapıları, çeşitli kökenleri temsil etse de bu amaca hizmet eden dış güçlere ve içteki işbirlikçilere karşı yakın tarihimizde de olduğu gibi birleşerek, ülkemizin barışı ve huzuru için birlikte mücadele etmeye hazırdır.
Bir yandan, çökertilmiş eğitimle cehalet, üretim fukarası ve kriz bağımlısı ekonomi ile yoksulluk batağında milleti soluksuz, sessiz bırakma politikaları,
Bir yandan, “Darbe anayasasından kurtulma” tatlandırıcısı ile yutturulmaya çalışılan “Yeni (aslında 103 yıl eski) Anayasa” çalışmaları,
Bir yandan, demografik yapımızı tarumar eden, sayıları 10 milyonu çoktan aşmış ne idükleri belli sığınmacı kılıklı yığınlara yeni milyonlar ekleme girişimleri,
Bir yandan, devşirilmiş medyaya köpürttürülen “İsrail bize saldıracak” tehdidine dayalı “Cumhurbaşkanımız etrafında kenetlenelim” çağrıları,
Bir yandan, kimi siyasilere söyletilip bazı yetkililerce sahiplenilen ve birilerinin de ayağının tozuyla katılıverdiği “Anayasanın değiştirilemez maddelerini değiştirelim” aymazlığı,
Bir yandan da Cumhuriyetimizin 101. yılını kutladığımız günlerde “Terörist başı mecliste konuşsun” demeye kadar varan akıl tutulmaları…
Hepsi, Batı emperyalizminin 100 yıldır milim sapmadan izlediği “Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni güdümünde Orta Doğu Tipi bir Din Devleti’ne dönüştürerek bölme” ham hayaliyle günümüz Sevr’i olarak gündeme soktuğu, Üniter Ulus Devletimizi yok etme amacı haritası ile sabit BOP’a hizmet eden “gaflet ve dalâlet…” adımlarıdır.
Atatürkçü Düşünce Derneği, adını taşıdığı Büyük Atatürk’ten ve devrim şehidi kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy’dan aldığı görev talimatı ve varlık nedeni gereği demokratik ve hukuki tüm haklarını kullanarak BOP’a geçit vermemek için olanca gücüyle mücadele etmek, emperyalizmi ve işbirlikçilerini yine hüsrana uğratmak azim ve kararındadır.
Bütün antiemperyalist, yurtsever, Atatürkçü kurum ve kuruluşlarımızı, Demokratik Kitle Örgütlerimizi, Siyasi Partilerimizi ve değerli yurttaşlarımızı bu Müdafaa-i Hukuk mücadelemize katılmaya çağırıyoruz.
“Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Parolamız tektir ve değişmez, YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM!”
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
1 note
·
View note
Text
AKPINAR MAHALLESİ YENİ YAŞAM ALANI İLERLİYOR
Yepyeni yaşam alanlarıyla şehir kimliğine değer kazandıran Elazığ Belediyesi tarafından şehir merkezine kazandırılacak Akpınar Mahallesi Yaşam Alanı'nda çalışmalar ilerliyor. Akpınar, Sarayatik ve Çarşı Mahalleleri başta olmak üzere çevre mahallelerinin yararlanacağı yeni yaşam alanı, Akpınar Mahallesi’nde 8 bin 500 metrekare alan üzerinde hayata geçiriliyor. SOSYAL DONATI ÇALIŞMALARI BÜYÜK ÖLÇÜDE TAMAMLANDI Mini amfitiyatro, bisiklet yolu, tartan yürüyüş yolu, çocuk oyun alanları, fitnes gurupları, kaskatlı süs havuzu ile şekillenen yeni yaşam alanında; cafe ve mescit inşa çalışmaları da yüzde 70 oranında tamamlandı. Oturma alanlarıyla bütünleştirilecek yeni yaşam alanı; akçaağaç, çınar, göknar, ladin, sığla, süs elması ve çam türlerindeki ağaç dikimiyle yeşilin tonlarıyla bezendi. Alandaki yeşil doku çalışmaları ise çim ekim çalışmalarıyla tamamlanacak. ALAN, CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'IN TALİMATIYLA ELAZIĞ BELEDİYESİ'NE TAHSİS EDİLMİŞTİ Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları, 2019 yılında Elazığ’da hayata geçirecekleri projelerle ilgili Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yaptığı sunumda, Akpınar Mahallesi’nde mülkiyeti Karayolları Genel Müdürlüğü’ne ait olan ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından satışa çıkarılan arsanın Elazığ Belediyesi’ne tahsisini talep etmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan da arsanın Elazığ Belediyesi’ne tahsisi konusunda ilgili Bakanlara gerekli talimatları vermişti. Resmi prosedürün tamamlanmasının ardından Elazığ Belediyesi’ne tahsis edilen 8.500 metrekare alan yepyeni bir yaşam alanı olarak şekillenmeye başladı. BAŞKAN ŞERİFOĞULLARI, “ŞEHRİN MERKEZİNE YENİ BİR YEŞİL ALANI KAZANDIRMIŞ OLACAĞIZ” Nefes alan bir şehir hedefi doğrultusunda şehri yeni kazanımlarla buluşturduklarını ifade eden Başkan Şerifoğulları, “Şehrimizde kişi başına düşen yeşil alan miktarını daha da yukarıya çekmek için çalışıyoruz. Bu kapsamda şehrimizin dört bir yanına kazandırdığımız yaşam alanlarına bir yenisini daha ekliyoruz. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla Belediyemize devri sağlanan 8.500 metrekarelik alanı, yeşil dokusu ve sosyal donatılarıyla şehre nefes aldıran, çocuklarımızın, gençlerimizin, ailelerimizin keyifli vakit geçirecekleri yeni bir yaşam alanı olarak hizmete sunacağız. Vatandaşlarımızın buluşma noktası olacak yeni yaşam alanındaki çalışmalarımızı inşallah en kısa sürede tamamlayarak, hizmete sunacağız.” dedi. Read the full article
0 notes
Text
Çam Ağacı Fiyatları
Çam Ağacı Fiyatı merak eden kullanıcılar, Çam Ağacı Fiyatları veya Çam Ağacı Fiyat araştırması yapmaktadır. Bu araştırmanız doğrultusunda Fiyat Araştırması sitemize ulaştıysanız doğru adrestesiniz. Sizler için Güncel Çam Ağacı Fiyatı, Zamlı Çam Ağacı Fiyatı gibi araştırmalarımızı sağlayıp ilgili kurumlardan güncel bilgileri alarak bu yazımızda toparladık. Güncel ve detaylı Çam Ağacı Fiyatı araştırması için yazımızın devamını takip edebilirsiniz. Çam Ağacı Fiyatı Neye Göre Değişmektedir? Çam Ağacı Fiyat bilgisi, güncel ekonomi durumu, zamlar ve mağazaya göre farklılık göstermektedir. 2023 Güncel Çam Ağacı Fiyatı yazımızın devamında yer almaktadır. Yazımızı takip ederek Çam Ağacı Fiyatı bilgisine ulaşabilirsiniz.
Çam Ağacı Fiyatları
Ülkemizde fiyatı en çok araştırılan Çam Ağacı Fiyatı da son zamlardan etkilendi. Güncel ve zamlı Çam Ağacı Fiyatı 2023 Yılında ne kadar olacak? Bu Yazımızda güncek Çam Ağacı Fiyatı yer almaktadır.
çam fidanı fiyatları Peki, bu zam durumu Çam Ağacı fiyatına nasıl yansıdı? Güncel Çam Ağacı Fiyatı ne kadar? Zamlı Çam Ağacı fiyatı gibi sorularınızın hepsini bu yazımızda cevaplamaya çalıştık. Çam AğacıFiyatlarıBiorganix Mavi Ladin Çam Fidanı 35-45 cm Fiyatı185,00 TLTaşkar Peyzaj Sedir Selvi Çam Fidanı ( Tüplü ) 100-150 cm Fiyatı93,00 TLÖncü Limoni Çam-Limon Çamı 140-170cm Fiyatı300,00 TLWinterfest Yılbaşı Çam Ağacı 210 Cm 750 Dal Demir Ayak Fiyatı1.100 TLWalke Waldern Luxury Series 210 cm Yılbaşı Çam Ağacı Fiyatı1.099 TLWalke Waldern Luxury Series 180 cm Yılbaşı Çam Ağacı Fiyatı899,00 TLÇam Ağacı Fiyatları Paylaştığımız Çam Ağacı Fiyat listesinde eksik veya hatalı bir durum söz konusu ise bizlere iletişim sayfamızdan veya bu yazımızın yorumlar kısmından bildire bilir, değişmesini veya güncellenmesini sağlayabilirsiniz. Çam Ağacı Fiyatları Hakkında Detaylı olarak paylaştığımız fiyat listemizde, sizlere doğru ve en uygun fiyatları sunmaktayız. Çam Ağacı Fiyat Bilgisi güncel olarak kurumlardan, Çağrı Merkezlerinden veya ilgili mağazalarından öğrenilmektedir. Paylaştığımız Fiyat Listeleri haftalık veya aylık olarak yenilenerek Güncel Fiyat Listesi olarak belirlenmektedir. Daha erken güncellenmesini istediğiniz fiyatları yorum kısmından bizlere iletebilirsiniz. Ayrıca eklenmesini istediğiniz Fiyat listelerini de bizlere ulaştırabilirsiniz.
çam ağacı fiyatı Çam Ağacı Fiyatı listesini sizler için hazırladık ve paylaştık. Sitemizi takip ederek güncel ve detaylı fiyat listelerinden haberdar olabilirsiniz. Takdir edersiniz ki Ekonomideki olumsuz şartlar doğrultusunda Çam Ağacı Fiyatı gibi ihtiyaç olan hizmet veya ürün fiyatları artarak tüketicilerin satın almadan önce fiyat karşılaştırması yapmasını gerektiriyor. Fiyat karşılaştırması ve araştırması neticesinde tüketiciler Çam Ağacı Fiyatı gibi ihtiyaçlarda veya hizmetlerde uygun fiyatları tercih etmektedir. Uygun Çam Ağacı fiyatı? Güncel Çam Ağacı fiyatı ve ucuz Çam Ağacı Fiyat bilgisi gibi konularda araştırma yaparak uygun fiyatı sitemizden öğrenebilir ve bilgi sahibi olabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=BCgDT0M81Yo&ab_channel=EKP Çam Ağacı Hakkında Sık Sorulan Sorular? - Çam Ağacı Fiyat Bilgisi Güncel midir? Evet, Paylaştığımız Çam Ağacı fiyat bilgisi günceldir ve haftalık olarak güncellenmektedir. - Çam Ağacı Fiyat bilgisi Nasıl Temin Edilmektedir? Paylaştığımız Çam Ağacı hakkındaki fiyat bilgisi ilgili kurumlar, resmi web sitesi, mağazalar ve çağrı merkezlerinden temin edilmektedir. Read the full article
0 notes
Text
HANGING OUT AT SMALL’S LIVE, #28: PIANO TRIOS AT MEZZROW’S, 31 DECEMBER 2022-2 JANUARY 2023
JONNY KING with Dezron Douglas and Alan Mednard, 16 DECEMBER 2022
ADAM BIRNBAUM with David Wong and Joe Farnsworth, 15 DECEMBER 2022
EDEN LADIN with Or Bareket and JK Kim, 24 DECEMBER 2022
These sets have been a welcome contribution to the last weekend of winter break and an equally fine looking forward/looking back as I embark on a new jazz year. Looking back to favorite musicians like Dezron Douglas who, like Nicole Glover, has not been as present, him in part because of an electric gig in the Trey Anastasio Band which in just a few weeks puts him in front of more musicians than a year of jazz club gigs. David Wong hasn’t gone away, but I’m always pleasantly reminded how rich and compelling his bass playing is. Joe Farnsworth is not simply reliable, but reliably tasty.
Alan Mednard, especially, but JK Kim too will grow, one hopes, into playing drums with trios at Mezzrow’s. Mednard had a powerful JONNY KING as his leader and Douglas is equally big, but he was a notch too high. King opened with Africa and so replicated not just McCoy Tyner but the big ensemble of Africa/Brass. His Let’s Cool One was also big and busy but lighter. His original was lighter still but still had lots of notes, though he took the ballad solo. But that was a high energy gig.
ADAM BIRNBAUM evidently took the gig on short notice, but who wouldn’t want to play with that rhythm section. Maybe they would have gravitated to familiar tunes anyway, but there was a Thad Jones, Tea for Two, Monk’s Pannonica, and Charlie Parker’s intricate blues Cheryl. The high point though was Twilight Time by his teacher Kenny Barron. It was a moody bossa for Farnsworth to dig into. But great tunes with Birnbaum, last heard doing arrangements of Bach Preludes very nicely, showed again that he does jazz very well. He’s on a more occasional Small’s/Mezzrow’s cycle, but I try to keep my eye out for him.
EDEN LADIN caught my ear at last week’s Itamar Borochov gig, so hearing him in a trio setting helped. He was modal that night for tenor Ben Solomon but would have eagerly dug deeper with Borochov into the Moorish/Mid-Eastern elements had Beirut Blues streamed smoothly. There weren’t those elements in this gig, though I got to hear Or Bareket who was on the Ari Hoenig/Nitai Herskovits recording. He was rich and rewarding. JK Kim was interesting with lots of rhythmic toys to make things not just complicated but often interesting. Ladin opened with a Jarrettish vamp Loop which also served as an outro to the final I’m Old Fashioned which was typically edgy. If Loop served to show that the trio could go in all directions while being unified, Michel Pettruciani’s 13th and Bobby Hutcherson’s Herzog kept the edge while being brighter and more familiar. Mel Torme’s Chestnuts Roasting was obligatory for being on Erev Xmas, but he and the majority of the band is Jewish. At least it’s a jazz tune.
Fine stuff with Birnbaum my favorite. But I am into the New Year with this music.
1 note
·
View note
Text
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
METRO DENEYİ… (FARKINDALIKSIZ YAŞAM DENEYİ)
Ülkenin en büyük müzisyenlerinden biri DC’nin yoğun saatlerinin sisini dağıtabilir mi? Hadi bulalım. Metro'dan l'enfant plaza istasyonuna geldi ve kendini bir çöp sepetinin yanında bir duvara karşı konumlandırdı. Çoğu açıdan sıradan değildi: kot pantolonlu, uzun kollu bir tişört ve Washington Nationals beyzbol şapkası giyen genç beyaz bir adam. Keman kutusundan kemanını çıkardı. Açık keman kutusunu ayağının dibine yerleştirerek, kurnazca birkaç dolar ve cep bozukluğunu başlangıç parası olarak attı, yaya trafiğine bakacak şekilde döndürdü ve çalmaya başladı. 12 Ocak Cuma sabahın yoğun olduğu saatin ortasında saat 07:51 idi. Sonraki 43 dakika içinde kemancı altı klasik eser seslendirirken, 1.097 kişi geçti. Neredeyse hepsi işe gidiyordu, bu da neredeyse hepsi için resmi bir iş anlamına geliyordu, çoğunlukla belirsiz, garip bir şekilde değişebilen unvanlara sahip orta düzey bürokratlardı: politika analisti, proje yöneticisi, bütçe görevlisi, uzman, kolaylaştırıcı, danışman. Her yoldan geçen kişinin, ara sıra sokak göstericisinin şehir manzarasının bir parçası olduğu herhangi bir kentsel alandaki taşıtlara tanıdık gelen hızlı bir seçimi vardı: Durup dinliyor musunuz? Suçluluk ve kızgınlıkla karışık telaş içinde misin, sevginizin farkındasınız ancak zamanınızı ayırmak ve cüzdanınızdan bir miktar para vermek sizde rahatsızlık mı yaratıyor? Kibar olmak için bir dolar mı atarsın? Gerçekten kötüyse kararınız değişir mi? Ya gerçekten iyiyse? Güzelliğe vaktin var mı? Yapmamalı mısın? Şu anın ahlaki matematiği nedir? Ocak ayının o Cuma günü, bu özel sorular alışılmadık şekilde halka açık bir şekilde yanıtlanacaktı. Kimse bilmiyordu, ancak yürüyen merdivenlerin tepesindeki kapalı bir atari salonunda, Metro'nun dışındaki çıplak bir duvara yaslanan kemancı, dünyanın en iyi klasik müzisyenlerinden biriydi ve şimdiye kadar yapılmış en değerli kemanla (3,5 milyon dolar) şu ana kadar yazılmış en zarif müziklerden bazılarını çalıyordu. Bu Performans (gösteri) “The Washington Post” tarafından bağlam, algı ve öncelikler açısından bir deney olarak düzenlendi -aynı zamanda halkın beğenisine ilişkin göze çarpmayan bir değerlendirmeydi: Uygunsuz bir zamanda sıradan bir ortamda güzellik aşılır mı? Müzisyen, yalnızca ilgi çekebilecek popüler melodileri çalmakla kalmadı. Çaldığı eserler katedrallerin ve konser salonlarının ihtişamına yakışan müzik başyapıtlarıydı. Akustik şaşırtıcı derecede iyiydi. Atari salonu, Metro yürüyen merdiveni ve dış mekan arasında bir bölgede olmasına rağmen, bir şekilde kemanın sesi çok iyiydi ve yankılandı. Keman, insan sesine çok benzediği söylenen bir enstrümandır ve bu müzisyenin ustaca ellerinde ağladı, güldü ve şarkı söyledi - kendinden geçmiş, kederli, ithal edici, hayranlık uyandıran, çapkın, kınayan, şakacı, romantizm, neşeli, zafer , görkemli. Peki ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sıkı durun, size bazı uzmanlardan yardım getiriyoruz. Ulusal Senfoni Orkestrası'nın müzik direktörü Leonard Slatkin'e de aynı soru soruldu. Dünyanın en büyük kemancılarından biri, 1000 küsur kişiden oluşan yoğun bir saatlik seyirci kitlesinin önünde kimliğini açıklamadan performans sergilediyse, varsayımsal olarak ne olacağını düşünüyordu? "Farz edelim," dedi Slatkin, "tanınmadı ve sadece bir sokak müzisyeni olarak kabul edildi. . . Yine de, eğer gerçekten iyiyse, fark edilmeyeceğini düşünmüyorum. Avrupa'da daha geniş bir izleyici kitlesi edinirdi. . . ama, tamam, 1000 kişiden, bence kalitenin ne olduğunu anlayacak 35 veya 40 kişi olabilir. Belki 75 ila 100 kişi durur ve biraz dinlenerek zaman geçirir. " Yani bir kalabalık mı toplanır? "Oh evet." Ve ne kadar kazanacak? "Yaklaşık 150 $." Teşekkürler Maestro. Olduğu gibi, bu varsayımsal değil. Gerçekten oldu. “Doğru Bildim mi?” Bir dakika içinde anlatacağız. "Müzisyen kimdi?" Joshua Bell. "HAYIR!!!" 39 yaşında bir dahi çocuk olan Joshua Bell, uluslararası üne sahip bir virtüöz olarak geldi. Metro istasyonunda performans sergilemeden üç gün önce Bell, Boston'un görkemli Senfoni Salonu'ndaki evi doldurmuştu, burada sadece oldukça iyi koltuklar 100 dolara satılıyordu. İki hafta sonra, Kuzey Bethesda'daki Strathmore'daki Müzik Merkezi'nde, sanatına o kadar saygılı, ayakta duran bir seyirciye çalıyordu ki, öksürüklerini müzik arasındaki boşluğa kadar bastırırlardı. Ancak Ocak ayının o Cuma günü Joshua Bell, işe giderken meşgul insanların dikkatini çekmek için yarışan bir başka dilenciydi. Bell bu fikri ilk kez Noel'den kısa bir süre önce, Capitol Hill'deki bir sandviç dükkanında kahve içerken ortaya attı. Bell Kongre Kütüphanesi'nde konser vermek ve Avusturya doğumlu büyük virtüöz ve besteci Fritz Kreisler'e ait olan 18. yüzyıldan kalma bir kemanı görmek için şehirdeydi. Küratörler Bell'i çalmaya davet etti; Keman hala iyi bir sese sahipti. Bell kahvesini yudumlarken, İşte benim düşündüğüm şey, dedi. “Kreisler'in müziğini çalacağım bir tur yapabileceğimi düşünüyorum. . . " O gülümsedi. ". . . Kreisler'in kemanıyla. " Bu şık bir fikirdi ve Bell’in genel özelliği konserlerinde işler kötü gittiğinde bile özür dilemeyi show şeklinde yapabilmesiydi. Yurtiçi ve yurtdışındaki en iyi orkestralarla solo yaptı, ancak aynı zamanda “Susam Sokağı” nda da yer aldı, gece televizyonda sohbet etti ve uzun metrajlı filmlerde sahne aldı. Bell, 1998 yapımı "The Red Violin" filminin müziğini çalıyordu. Bell'e sokak kıyafetleri giymeye ve yoğun saatlerde performans göstermeye istekli olup olmayacağı sorulduğunda şöyle dedi: "Ah, dublör mü?" İyi evet. Bir dublör. Düşünür müydü? . . yakışıksız? Bell fincanını boşalttı. "Eğlenceli gibi görünüyor," dedi. Bu gizli performans için Bell'in katılmak için yalnızca bir koşulu vardı. Olay ona, tutarsız bir bağlamda, sıradan insanların dehayı tanıyıp tanımayacağının bir testi olarak tanımlanmıştı. Bell her zaman aynı enstrümanla konser verirdi ve bu konser için başka bir enstrüman kullanmayı reddetti. (Gibson ex Huberman olarak adlandırılan bu model, 1713 yılında Antonio Stradivari tarafından İtalyan ustanın "altın dönemi" sırasında, kariyerinin sonuna doğru, en güzel ladin, akçaağaç ve söğüte erişimi olduğu ve tekniği geliştirildiği zaman el işçiliği ile mükemmel yapılmıştı.)
Yürüyen merdivenlerin tepesinde bir ayakkabı parlatma standı ve gazeteler, piyango biletleri ve Mammazons, Girls of Barely Legal gibi başlıklara sahip bir duvar dolusu dergi satan yoğun bir büfe var. Bu büfenin en fazla müşterisi Daily 6 loto, Powerball kuyruğunda yer alanlar ve bir de "uğurlu" olduğunu iddia eden rastgele sayı kombinasyonları broşürleri satan piyango bileti dağıtıcısı. Hızlı satıyorlar. Kazanıp kazanmadığınızı görmek için çekiliş sonrası loto biletinizde kaydırabileceğiniz bir hızlı kontrol makinesi de var. Altında, hüzünlü bir buruşuk fiş yığını var. 12 Ocak Cuma günü, piyango kuyruğunda şans arayan insanlar, şanslı bir mola vereceklerdi -dünyanın en ünlü müzisyenlerinden birinin konseri için ücretsiz bir bilet. Bach'ın "Chaconne" u en zor keman parçalarından biri olarak kabul edilir. Herkes dener ama başarılı olamaz, Yorucu derecede uzun -14 dakika- ve tamamen, göz korkutucu derecede karmaşık bir ses mimarisi oluşturmak için düzinelerce varyasyonda tekrarlanan tek, kısa ve öz bir müzikal ilerlemeden oluşuyor. Avrupa Aydınlanmasının arifesinde 1720 civarında bestelenen eserin, insanlığın olasılığının genişliğinin bir kutlaması olduğu söyleniyor. Bell'in başladığı parça bu. Bu performansı sergilerken söz verdiği kaliteden bunu kast etmişti: Akrobatik bir coşkuyla çaldı, vücudu müziğe yaslanmış ve yüksek notalarda parmak uçlarında kavisli. Ses neredeyse senfonikti, yaya trafiği önünden geçerken metronun her yerine taşıyordu. Bir şey olmadan önce üç dakika geçti . Nihayet bir tür hareket olduğunda, altmış üç kişi çoktan geçmişti. Orta yaştaki bir adam, bir anlığına yürüyüşünü değiştirdi ve müzik çalan bir adam olduğunu fark etmek için başını çevirdi. sonra adam yürümeye devam etti, ama bu da bir şeydi. Yarım dakika sonra Bell ilk bağışını aldı. Bir kadın bir dolar attı ve kaçtı. Gösterinin altı dakika öncesine kadar biri duvara yaslanıp dinledi. İşler hiç bu kadar iyi olmamıştı. Joshua Bell'in çalmaya başladığının 45. dakikasında, yedi kişi en azından bir dakikalığına takılmak ve gösteriye katılmak için yaptıklarını bıraktı. Çoğu bozukluk toplam 32 $ toplandı, bu çoğu yalnızca bir metre ötede, çok azı bakmak için dönen 1.070 kişidendi. “Hayır, Bay Slatkin, bir an bile kalabalık olmadı.” Hepsi gizli bir kamera tarafından videoya kaydedildi. Yapılan kaydı hızlandırdığınızda o uçuk kaçık Birinci Dünya Savaşı dönemi sessiz haber filmlerinden biri haline geliveriyor. İnsanlar komik küçük sıçrayışlarla ve ellerinde kahve bardaklarıyla, kulaklarında cep telefonlarıyla, göğüslerindeki kimlik etiketleriyle, kayıtsızlığa, eylemsizliğe ve modernliğin pis, gri telaşına karşı korkunç bir ürkütücü dansa koşuyorlar . Bu hızlandırılmış görüntüde bile kemancının hareketleri akıcı ve zarif kalıyor; dinleyicilerinden o kadar ayrı görünüyor ki -görülmemiş, duyulmamış, başka dünyaya ait- kendinizi gerçekten orada olmadığını düşünürken buluyorsunuz. Hayalet. Ancak o zaman onu görürsünüz: Gerçek olan odur. Hayaletler onlar. BÜYÜK BİR MÜZİSYEN BÜYÜK MÜZİK ÇALIŞIYOR ANCAK kimse duymuyor. . . Bu, ormandaki ağaç hakkındaki “koan”dan (koan: mantıkla açıklanamayan ve anlaşılamayan, sadece sezgilerle açıklanabilen öykü) daha eski, eski bir epistemolojik tartışmadır. Platon ve ardından iki bin yıl boyunca filozoflar buna ağırlık verdi: Güzellik nedir? Ölçülebilir bir gerçek mi (Gottfried Leibniz), yoksa sadece bir fikir mi (David Hume) veya gözlemcinin anlık zihin durumuyla (Immanuel Kant) renklendirilen her birinden biraz mı? Kant'la gideceğiz, çünkü açıkça haklı, çünkü bizi doğrudan, orada bir otel restoranında oturup, metroda az önce ne olduğunu anlamaya çalışan Joshua Bell'e götürüyor. "Başlangıçta," diyor Bell, "Sadece müziğe odaklanıyordum. Etrafımda olanları gerçekten izlemiyordum. . . " Keman çalmak zihinsel ve fiziksel olarak her şeyi tüketiyor gibi görünüyor, ancak Bell onun için mekaniklerinin kısmen ikinci bir doğa olduğunu, alıştırma ve kas hafızasıyla pekiştirildiğini söylüyor: Bu bir hokkabaz gibi, diyor, bu topları oyunda kim tutabilir? bir kalabalıkla etkileşim. Bell, çalarken çoğunlukla düşündüğü şeyin duyguları bir anlatı olarak yakalamak olduğunu söylüyor: "Bir keman parçası çalarken, bir hikaye anlatıcısısın ve bir hikaye anlatıyorsun." “İnsanların gerçekten öyle olması garip bir duyguydu. . . " Kelime kolay gelmiyor. ". . . beni görmezden geliyor. " Bell Kendine gülüyor. “Bir müzik salonunda, biri öksürürse veya birinin cep telefonu çalarsa üzülürüm. Ama burada beklentilerim hızla azaldı. Herhangi bir kabulü, küçük bir bakışta bile takdir etmeye başladım. Biri bozuk para yerine bir dolar attığında tuhaf bir şekilde minnettar oldum. " Bu ifadeler; yetenekleri bir dakikada 1000 dolara hükmedebilen bir adamdan. Başlamadan önce Bell ne bekleyeceğini bilmiyordu. Bildiği şey, bir nedenden dolayı gergin olduğuydu. "Tam olarak sahne korkusu değildi, ama kelebekler vardı" diyor. Biraz stresliydim. Bell, kelimenin tam anlamıyla Avrupa'nın taç giyme töreninden önce çaldı o halde Washington Metrosu'ndaki endişe neden? "Bilet sahipleri için çaldığınızda" diye açıklıyor Bell, "zaten onaylandınız. Kabul edilmem gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. Ben zaten kabul edildim. Burada şu düşünce vardı: Ya benden hoşlanmazlarsa? Ya varlığıma kızarlarsa. . . " Kısaca, çerçevesiz bir sanattı.
Ulusal Galeri'de kıdemli bir küratör olan Mark Leithauser, o Metro istasyonunda ne olduğuna dair bir fikri olduğunu düşünüyor. 5 milyon dolarlık bir tablo olan bir Ellsworth Kelly (Amerika'da Minimalizm akımının öncülerinden) şaheserlerimizden birini aldığımı ve çerçevesinden çıkardığımı, insanların Ulusal Galeri'ye gitmek için yürüdükleri 52 basamaktan aşağıya yürüdüğümü, dev sütunların yanından geçtiğimi, bir restoran götürdüğümü varsayalım. Kelly'yi 150 dolarlık bir fiyat etiketiyle duvara asıyorum. Kimse fark etmeyecek. Bir sanat küratörü yukarı bakıp şöyle diyebilir: 'Hey, bu biraz Ellsworth Kelly'ye benziyor. Lütfen tuzu uzatın. '" Leithauser'in görüşüne göre, Metro'dan geçenleri tek yönlü değerlendirmeyle etiketlemeye çok hazır olmamamız gerekiyor. Bağlam önemlidir. Kant da aynı şeyi söylüyordu; Estetik Yargının Eleştirisi adlı eserinde Kant, kişinin güzelliği takdir etme yeteneğinin ahlaki yargılarda bulunma yeteneği ile ilgili olduğunu savundu. Ancak bir uyarı vardı. Amerika'nın en önde gelen Kantçı bilim adamlarından biri olan Pennsylvania Üniversitesi'nden Paul Guyer, 18. yüzyıl Alman filozofunun güzelliği doğru bir şekilde takdir etmek için izleme koşullarının optimal olması gerektiğini hissettiğini söylüyor. "Optimal" demek "işe gitmek, patrona, raporuna odaklanmak anlamına gelmez, belki ayakkabıların tam uymuyordur" diyor Guyer. Öyleyse, Kant Metro'da Joshua Bell'in yoldan geçen bin kişiyi etkilemesini izliyor olsaydı? "Onlar hakkında bir çıkarım yapardı," dedi Guyer, "kesinlikle hiçbir şey." Ve işte bu. Olmaması dışında. Ne olduğunu gerçekten anlamak için, Bell'in yayının tellere ilk dokunduğu andan itibaren bu videoyu geri sarmanız ve baştan oynatmanız gerekir. Beyaz adam, haki, deri ceket, evrak çantası. 30'ların başı. John David Mortensen, Reston'dan günlük otobüs-metro yolculuğunun son ayağında. Yürüyen merdivene doğru ilerliyor. Yani, bu gün Bell'i geçen herkes gibi, Mortensen müzisyene ilk kez bakmadan önce iyi bir müzik dinliyor. Çoğu gibi o da kulağa oldukça iyi geldiğini belirtiyor. Ama çok azı gibi, zirveye çıktığında, Bell kaçınılması gereken bir baş belasıymış gibi hızla geçmiyor. Mortensen, altı dakika hedefinde duracak ilk kişi. Yapacak başka bir şeyi olmadığı için değil. Enerji Bakanlığı'nda uluslararası bir programın proje yöneticisi; Mortensen bu gün, işinin en heyecan verici kısmı değil, aylık bir bütçe alıştırmasına katılmak zorunda: "Geçen ayın harcamalarını gözden geçiriyorsunuz" diyor, "X dolarınız varsa gelecek ay için tahmini harcama, burada gidecek mi, bu tür şeyler. " Videoda, Mortensen'in yürüyen merdivenden indiğini ve etrafına baktığını görebilirsiniz. Kemancıyı bulur, durur, uzaklaşır ama sonra geri çekilir. Cep telefonundan saati kontrol ediyor -işe 3 dakika erken geliyor- sonra dinlemek için duvara yaslanıyor. Mortensen klasik müziği hiç bilmiyor; klasik rock, geldiği kadar yakın. Ama duyduğu şeyle ilgili gerçekten sevdiği bir şey var. Olduğu gibi, Bell "Chaconne" un ikinci bölümüne geçtiği anda geldi. ("Nokta bu," diyor Bell, "daha karanlık, küçük bir anahtardan büyük bir anahtara geçtiği yerde. Dinsel, yüce bir duygu var.") Kemancının yayı dans etmeye başlar; müzik iyimser, eğlenceli, teatral, büyük hale gelir. Mortensen büyük ya da küçük anahtarları bilmiyor: "Her neyse," diyor, "beni huzur içinde hissettirdi." Mortensen hayatında ilk kez bir sokak müzisyenini dinlemeyi tercih ediyor. 94 kişi daha hızlı bir şekilde geçerken kendisine ayrılan üç dakikası kalır. Enerji Bakanlığı için acil durum bütçelerini planlamaya yardım etmek için ayrıldığında, bir ilki daha var. Hayatında ilk kez, ne olduğunu tam olarak bilmeden, bunun özel olduğunu hisseden John David Mortensen bir sokak müzisyenine para veriyor. "Garip zamanlar" onları çağırıyor. Her parça bittikten hemen sonra olan şey: hiçbir şey. Müzik durur. Çaldığını fark etmeyen aynı kişiler, bitirdiğini fark etmezler. Alkış yok, onay yok. “Chaconne” dan sonra, 1825'te çıkış yaptığında bazı müzik eleştirmenlerini şaşırtan şey, Franz Schubert'in “Ave Maria” sıdır: Schubert, bestelerinde nadiren dini hisler sergilerken, “Ave Maria”, Meryem Ana'ya nefes kesici bir hayranlığın eseridir. " Bu müzikal dua, tarihin en tanıdık ve kalıcı dini parçalarından biri oldu. Birkaç dakika içinde, açıklayıcı bir şey olur. Bir kadın ve okul öncesi çocuğu yürüyen merdivenden çıkar. Kadın hızlı yürüyor, dolayısıyla elinden tuttuğu çocuk da öyle. Federal bir kurumun BT direktörü Sheron Parker, "Zaman sıkıntısı yaşadım" diyor. "8:30 eğitim dersim vardı ve önce Evvie'yi öğretmenine götürmem, sonra işe geri dönmem, sonra da bodrumdaki eğitim tesisine gitmem gerekiyordu." Evvie onun oğlu Evan. Evan 3 yaşında. Evan'ı videoda net bir şekilde görebilirsiniz. O, kapıya doğru itilirken Joshua Bell'e bakmak için etrafta dönüp duran sevimli siyah çocuk. Parker, “Bir müzisyen vardı ve oğlumun ilgisini çekti” diyor. Kenara çekip dinlemek istedi ama telaşlıydım. " Yani Parker yapması gerekeni yapıyor. Vücudunu Evan ve Bell'in arasında ustaca hareket ettirerek oğlunun görüş alanını keser. Atari salonundan çıktıklarında Evan hala bakmak için uzanırken görülebilir. Evan çok akıllı! Bell'i izlemek için kalan insanları ya da para verenleri geçmişe aldırış etmeden aceleyle gelen büyük çoğunluktan ayıracak etnik ya da demografik bir model yoktu. Ne zaman bir çocuk yanından geçse, durup izlemeye çalıştı. Ve her seferinde bir ebeveyn çocuğu uzaklaştırdı. O gün kemancının dikkat etmeyeceği çok mükemmel bir kişi varsa, o kişi George Tindley'di. Tindley işe gitmek için acele etmiyordu. Öyleydi de işin. Metro çıkışındaki alışveriş merkezindeki ilk mağaza Au Bon Pain’de çalışan Tindley, 40'lı yaşlarında, beyaz bir üniforma içinde masaları dolaşıyor, tuz ve biber paketlerini yeniden dolduruyor, çöpü çıkarıyordu. Tindley, Au Bon Pain mülkünün en ucuna yürüdü, sonra cam kapıların diğer tarafındaki kemancıyı seyrederek, olabildiğince koridora doğru eğildi. Yaya trafiği sabitti, bu nedenle kapılar genellikle açıktı. Ses oldukça iyi geldi. Tindley, "Bir saniyede bu adamın iyi olduğunu ve açıkça bir profesyonel olduğunu söyleyebilirdiniz" diyor. Gitar çalıyor, tellerin sesini seviyor ve müzisyen ayırmıyor. “Çoğu insan müzik çalıyor; hissetmiyorlar” diyor Tindley. Atari salonunun karşısında, yüz fit ötede, bazen beş ya da altı kişi uzunluğunda piyango sırası vardı. Bell'i Tindley'den çok daha iyi görüyorlardı, eğer geri dönselerdi. Ama kimse yapmadı. 43 dakika boyunca değil. O makineye doğru ilerledi ve sayılar üretti ve Gözleri ödülde. J.T. Tillman o sıradaydı. İskan ve Kentsel Gelişim Bakanlığı için bir bilgisayar uzmanı, o gün oynadığı her bir sayıyı hatırlıyor -10 tanesi, her biri 2 dolar olmak üzere toplam 20 dolar- ama yine de kemancının ne çaldığını hatırlamıyor. "Hiçbir şey düşünmedim," diyor Tillman. Bell için "sadece birkaç dolar kazanmaya çalışan bir adam." diyen Tillman “kemancıya bir ya da iki tane verirdim ama bütün paramı loto için harcadım” Dünyanın en iyi müzisyenlerinden birine sert davrandığı söylendiğinde gülüyor. "Bir daha burada çalacak mı?" Evet, ama onu duymak için çok para ödemeniz gerekecek. "Lanet olsun." Tillman da piyangoyu kazanmadı. Bell, Manuel Ponce'nin duygusal “Estrellita” sını, ardından Jules Massenet'in bir parçasını çalar ve ardından neşeli, eğlenceli, lirik bir dans olan Bach “Gavotte” başlar. Haftalar sonra videoyu izleyen Bell, kendisini yalnızca tek bir şeye şaşırmış halde bulur. Sabah iş gününün telaşında neden kalabalık çekmediğini anlıyor. Ama: “Görünmezmişim gibi, hiç dikkat etmeyen insanların sayısına şaşırıyorum. Çünkü ne var biliyor musun? Çok gürültü yapıyorum! " Orada bir adam olduğu gerçeğini takdir etmek için müziği bilmenize gerek yoktur ama buna rağmen keman çalarken zaman zaman Bell'in eğilmesi o kadar karmaşıktır ki, uyum içinde çalan iki enstrüman duyuyorsunuz. Bu yüzden, önünden, hızlı hızlı geçenler için dikkate değer bir fenomendir. Bell para vermek istemedikleri için müzisyeni görmezlikten gelip gelmediklerini merak ediyor. Sonuçta insanların kendini suçlu hissetmesi gerekmez, bir soygunun suç ortağı değiller. Doğru olabilir ama kimse bu açıklamayı yapmadı. İnsanlar meşgul olduklarını, akıllarında başka şeyler olduğunu söylediler. Cep telefonunu kullananlardan bazıları, o yüksek sesle rekabet etmek için Bell'in yanından geçerken daha yüksek sesle konuştular. Calvin Myint Genel Hizmetler İdaresi için çalışıyor. Yürüyen merdivenin tepesine çıktı, sağa döndü ve caddeye açılan bir kapıdan çıktı. Birkaç saat sonra, görünürde bir müzisyen olduğunu hatırlamıyordu. Bana göre neredeydi? Yaklaşık dört fit uzakta. Myint'in duymamasında yanlış bir şey yok. Kulağında kulakiçi kulaklıklar vardı, IPod'unu dinliyordu. Jackie Hessian, "evet, kemancıyı gördüm," diyor, "ama beni etkilemedi." Bell’i izleyerek bunu söyleyemezsin ama Hessian söyledi, Müziği hiç fark etmediği ortaya çıktı. Gerçekten o kadar fazla duymadım, dedi. "Orada ne yaptığını anlamaya çalışıyordum, bu onun için nasıl i��e yarıyor, çok para kazanabilir mi, davaya biraz para ile başlamak daha mı iyi, yoksa boş olsun diye insanlar hissediyor senin için üzgünüm? Finansal olarak analiz ediyordum. " Ne iş yapıyorsun Jackie? “Birleşik Devletler Posta Hizmetleri ile çalışma ilişkileri alanında bir avukatım. Az önce ulusal bir sözleşmeyi müzakere ettim. " Bell çaldığında metro koltuklarında sadece bir kişi oturuyordu. Terence Holmes, Ulaştırma Departmanında bir danışmandır ve müziği severdi, ama aklı bir ayakkabı boyası hakkındaydı: "Babam, ayakkabılarınız temizlenip parlatılmadan asla takım elbise giymememi söyledi." Holmes sık sık takım elbise giyer, bu yüzden o ayakkabı boyacısına sık sık gider. Ayakkabı boyacısı kadın bir şeye üzüldü ve müzik onu daha da üzdü. Holmes, müziğin çok gürültülü olduğundan şikayet etti ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Edna Souza Brezilya'dan. Altı yıldır L'Enfant Plaza'da ayakkabı parlatıyor ve orada çok sayıda sokak müzisyeni var; Çaldıklarında müşterilerini duyamıyor, bu işi için kötü ve müzisyenlerle tartışıyor. Souza, bazen bir müzisyenin Metro tarafında, bazen alışveriş merkezi tarafında durduğunu söylüyor. Her iki durumda da yüksek ses onu rahatsız ediyor. Hızlı aramasında hem alışveriş merkezi polisleri hem de Metro polisleri için telefon numaraları var. Bu nedenle müzisyenler nadiren uzun ömürlü oluyor. Souza, onun da çok gürültülü olduğunu söylüyor. Sonra paçavrasına bakıyor, burnunu çekiyor. Bu lanet olası müzisyenler hakkında olumlu bir şey söylemekten nefret ediyordu ama: “O adam oldukça iyiydi. Polisi ilk kez aramadım. " Souza, ünlü bir müzisyen olduğunu öğrenince şaşırdı, ancak insanların kör bir şekilde acele etmesine şaşırmadı. Bunun tahmin edilebilir olduğunu söyledi. “Brezilya'da böyle bir şey olsaydı, herkes görmek için etrafta dururdu. Burada değil." Souza, yürüyen merdivenin tepesine yakın bir noktaya acı bir şekilde başını salladı: “Birkaç yıl önce orada evsiz bir adam öldü. Orada uzandı ve öldü. Polis geldi, bir ambulans geldi ve kimse görmek için durmadı ya da bakmak için yavaşlamadı. “İnsanlar yürüyen merdivenden çıktılar, dümdüz karşıya bakıyorlar. Kendi işine bak, ileriye bak. Herkes stresli. Ne demek istediğimi anlıyor musun? " Diyelim ki Kant haklı. 12 Ocak'ta ne olduğuna bakamayacağımızı ve insanların gelişmişliği veya güzelliği takdir etme yetenekleri hakkında herhangi bir yargıya varamayacağımızı kabul edelim. Peki ya yaşamı takdir etme yetenekleri? Meşguldü. Amerikalılar, en az 1831'den beri, Alexis de Tocqueville adlı genç bir Fransız sosyolog Amerika'yı ziyaret ettiğinde ve kendisini diğer her şeyi dışlayarak, insanların ne kadar sürüklendiklerinden etkilenmiş, şaşkın ve biraz dehşete düşmüş halde bulduğunda “halk olarak meşguller, sıkı çalışma ve servet birikimiyle” diye düşünmüştür. Pek bir şey değişmedi. Modern hayatın çılgın hızıyla ilgili sözsüz, karanlık bir şekilde parlak, avangart 1982 yapımı “Koyaanisqatsi” nin DVD'sini açın. Yönetmen Godfrey Reggio, Philip Glass'ın minimalist müziğiyle desteklenen, Amerikalıların günlük işlerini yürüttüğü film kliplerini çekiyor, ancak bunları montaj hattı makinelerinde, hiçbir yere kilitlenmeden yürüyen robotlara benzeyene kadar hızlandırıyor. Şimdi, hızlı ileri sararak L'Enfant Plaza'daki videoya bakın. Philip Glass film müziği buna mükemmel bir şekilde uyuyor. "Koyaanisqatsi" "Dengesiz hayat" anlamına gelir. İngiliz yazar John Lane , 2003 tarihli Timeless Beauty: In the Arts and Everyday Life adlı kitabında modern dünyadaki güzelliğe duyulan takdirin kaybını yazıyor. John Lane, “L'Enfant Plaza'daki deney (Jashua Bell’in Metro Deneyi) bunun; insanların güzelliği anlama kapasitesine sahip olmadığı için değil, onlar için alakasız olduğunun belirtisi olabilir ve bu, yanlış önceliklere sahip olmakla ilgilidir” dedi. Bir an yavaşlamak ve dünyadaki en iyi müzisyenlerden birinin, şimdiye kadar yazılmış en iyi eserlerden bazılarını çaldığında dinlemek için hayatımızdan zaman ayıramazsak; modern yaşamın dalgalanması bizi alt eder, sağır ve böyle bir şeye kör oluruz. O zaman kimbilir başka neleri kaçırıyoruz? Günün kültür kahramanı, kel kafalı ufacık bir adam olan John Picarello'nun mütevazı tanımıyla “L'enfant plaza'da gerçek geç geldi.” Picarello, Bell'in "Chaconne" un tekrarı olan son parçasına başladıktan hemen sonra yürüyen merdivenin tepesine çıktı. Deneyin kaydedildiğivideo da Picarello'nun durduğunu, müziğin kaynağını bulduğunu ve ardından atari salonunun diğer ucuna çekildiğini görüyorsunuz. O piyango sırasının karşısında, ayakkabı parlatma standının ötesinde bir pozisyon aldı ve sonraki dokuz dakika boyunca kıpırdamadı. Bu makale için röportaj yapılan tüm yoldan geçenler gibi, Picarello da binayı terk ettikten sonra bir muhabir tarafından durduruldu ve telefon numarası istendi. Herkes gibi, ona sadece bunun işe gidip gelmeyle ilgili bir makale olacağı söylendi. Herkes gibi günün ilerleyen saatlerinde arandığında, ilk olarak işe giderken başına olağandışı bir şey olup olmadığı soruldu. Temasa geçen 40'tan fazla kişiden Picarello, kemancıyı hemen anımsayan tek kişiydi. "L'Enfant Plaza'da çalan bir müzisyen vardı." Orada daha önce müzisyen görmedin mi? "Bunun gibi değil." Ne demek istiyorsun? Bu mükemmel bir kemancıydı. Bu çapta birini hiç duymadım. Teknik olarak ustaydı ve çok iyi ifadelere sahipti. O da büyük, gür bir sesi olan iyi bir keman çaldı. Onu duymak için biraz uzaklaştım. Onun alanına müdahale etmek istemedim. " Gerçekten mi? "Gerçekten mi. O tür bir deneyimdi. Bu bir zevkti, sadece güne başlamak için harika ve inanılmaz bir yol. " Picarello klasik müziği bilir. Joshua Bell hayranı ama onu tanımadı; bir fotoğrafını görmemişti ve ayrıca Picarello çoğu zaman oldukça uzaktaydı. Ama bunun, performans sergileyen sıradan bir adam olmadığını biliyordu. Videoda, Picarello'nun etrafına arada bir şaşkınlıkla baktığını görebilirsiniz. Picarello New York'ta büyürken, bir konser müzisyeni olmak için ciddi bir şekilde keman eğitimi aldı. Ama ödeyecek kadar iyi olamayacağına karar verdiğinde 18 yaşında vazgeçti. Hayat bunu sana bazen yapar. Bazen ihtiyatlı davranmak zorundasın. Bu yüzden başka bir iş koluna girdi. ABD Posta Servisi'nde süpervizör. Artık keman çalmıyor. Picarello ayrıldığında, "Alçakgönüllülükle 5 $ verdim" diyor. Alçakgönüllüydü: Bunu videoda gerçekten görebilirsiniz. Picarello, Bell'e zar zor bakarak yukarı çıktı ve parayı fırlattı. Sonra utanmış gibi, bir zamanlar olmak istediği adamdan hızla uzaklaşır. Bell, günün en iyi işini, ikinci “chaconne” da son birkaç dakikada yaptığını düşünüyor. Ve bu aynı zamanda ilk kez aynı anda birden fazla kişi dinliyordu. Picarello arkada dururken, Janice Olu geldi ve Bell'den birkaç adım ötede bir pozisyon aldı. Bir kamu güvenlik görevlisi olan Olu, çocukken de keman çalmıştı. Duyduğu parçanın adını bilmiyordu ama çalan adamın bir yeteneği olduğunu biliyordu. Olu bir kahve molasındaydı ve cüret ettiği sürece orada kaldı. Gitmek için döndüğünde yanındaki yabancıya fısıldadı, " Gerçekten ayrılmak istemiyorum." Yanında duran yabancı The Washington Post için çalışıyordu. Bu etkinliğe hazırlanırken, The Post Magazine editörleri olası sonuçlarla nasıl başa çıkılacağını tartıştılar. En yaygın olarak kabul edilen varsayım, kalabalık kontrolüyle ilgili bir sorun olabileceğiydi: Washington kadar karmaşık bir demografide, düşünce, birkaç kişi kesinlikle Bell'i tanırdı. Gergin "ne olur" senaryoları çoktu. İnsanlar toplandıkça, ya diğerleri sadece çekimin ne olduğunu görmek için durursa? Söz kalabalığa yayılırdı. Olası senaryolarda; Kameralar yanıp sönüyordu, Olay yerine daha fazla insan akın ediyordu, yoğun saatlerde yaya trafiği birikiyordu. öfke patlaması vardı, Ulusal Muhafız söz konusu olabilirdi, göz yaşartıcı gaz, plastik mermi vb. Oysa Gerçekte tam olarak bir kişi, Ticaret Departmanında demograf olan Stacy Furukawa, Bell'i tanıdı ve performansın sonuna kadar kalmadı. Klasik müzik hakkında pek bir şey bilmiyordu ama üç hafta önce Bell'in Kongre Kütüphanesi'ndeki bedava konserinde dinleyiciler arasındaydı. Ve işte buradaydı, uluslararası virtüöz, çalıp duruyor, para için yalvarıyordu. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikri yoktu, ama her ne idiyse, kaçırmak niyetinde değildi. Furukawa, Bell'den 10 metre uzakta, ön sıra, ortada konumlandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gülümseme ve Furukawa, sonuna kadar o noktada dikildi. Furukawa, "Washington'da gördüğüm en şaşırtıcı şeydi" diyor. “Joshua Bell, yoğun saatlerde orada duruyordu ve insanlar durmuyordu, hatta bakmıyordu ve bazıları ona Çeyreklik atıyordu! Bunu kimseye yapmam. Ben düşününüyorum, “Amigo, bunun olabileceği nasıl bir şehirde yaşıyorum? " Bittiğinde, Furukawa kendini Bell ile tanıştırdı ve yirmilik attı. 43 dakikalık performansta son durum 32.17 $ idi. Evet, bazıları kuruş verdi. Bell gülerek, "Aslında," dedi, "düşünürsek o kadar da kötü değil. Saatte 40 dolar. Bunu yaparak iyi bir hayat kazanabilirim ve bir temsilciye ödeme yapmak zorunda kalmazdım. " Bu günlerde L'Enfant Plaza'da loto bileti satışları hızla devam ediyor. Müzisyenler hala zaman zaman ortaya çıkıyorlar.
Alıntıdır: Gene Weingarten https://www.washingtonpost.com/lifestyle/magazine/pearls-before-breakfast-can-one-of-the-nations-great-musicians-cut-through-the-fog-of-a-dc-rush-hour-lets-find-out/2014/09/23/8a6d46da-4331-11e4-b47c-f5889e061e5f_story.html
Deneyin 2.36 dakikalık kaydı: https://www.youtube.com/watch?time_continue=3&v=hnOPu0_YWhw&feature=emb_logo Deneyin tüm (43.27 dakika) kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=aumDbzvv90I
2 notes
·
View notes
Note
Abi vahhabi ve selefi nedir
Bir hoca şöyle demişti; Vehhabi Selefi'lik, İngiliz'in istediği İslam. Bunu sen istedin anonim sordun sonuna kadar oku inşeAllah...
....
Vehhabilik, bozuk ve sapık bir fırkadır. On sekizinci yüzyıl ortalarında, Arabistan yarımadasında, Necd bölgesinde ortaya çıkmış, Muhammed bin Abdülvehhab tarafından kurulmuştur. Bu şahıs, İbni Teymiyyeye sahip çıkmış, onun bozuk fikir ve görüşlerinin yayılmasında, baş rol oynamıştır. Bu fırkaya baglı olanlara, Vehhabiler adı verilir. Vehhabilerin Ehl-i Sünnete Karşı Oldugu Belli Başlı Yerler:
1- Sözlerine inandırabilmek icin, Selef-i Salihinin yani Salih olan selefin (Ashab-ı Kiram ve Tabiinin) yolunda olduklarını söyleyerek, kendilerine “Selefiler ve Ehl-i Sünnet” adını verirler.
2- Itikatta Selefi, amelde Hanbeli olduklarını savunurlar.
3- Dört şeri delilden, icma ve kıyası kabul etmezler.
4- Dört hak mezhebi tanımazlar. Bunlardan birine bağlanmayı reddederler.
5- Peygamberimizin, hırka ve mübarek sakalının ziyaret edilmesini şirk sayarlar.
6- Müteşabih Ayet-i Kerime ve Hadis-i Serifleri zahiri (görünen) manasıyla yorumlarlar. Bu yüzden, yüce Allahı yarattıklarına benzetir ve bir cisim olarak görürler.
7- Yüce Allahın cisim oldugunu söyler, gökte olduguna arşın üzerinde oturduguna inanırlar.
8- Namazı kılmayan bir Müslümanın Dinden çıktıgını, kafir oldugunu söylerler.
9- Peygamberler ve Salihler vesile edilmez, (kişi dua ederken Peygamberler ve salihler hürmetine diyemez) derler.
10- Tasavvuf ve tarikatın bidat ve sapıklık oldugu inancını yayarlar.
11- Kendilerinin dogru yolda, gerçek Ehl-i Sünnet olan Maturidilerle Eşarilerin ise sapıklık içinde ve batıl yolda olduklarını iddia ederler.
Bir başka açıdan… Kendilerine selefi derler. Ancak mantık olarak selefi olmaları mümkün değildir. Zira Selefi sahabeye ve sahabeyi gören nesle denir. Dolayısıyla zamanımızda selefi olmak mümkün değildir.
Kendilerine referans aldıkları kişilerden biri İbni Teymiye dir. Vehhabilği Suudi Arabistan’da Osmanlı’ya isyan edip İngilizlerin menfaatine çalışan ibni Abdülvehhab adında sapkın bir kişi kurmuştur. kendilerinin hanbeli mezhebine bağlı olduğunu idda ederler ancak 200 den fazla sapkın inanışları vardır.
Vehhabilerin 3 temel inancı; 1-”Amel imandan parçadır, namaz kılmayan kafir olur” derler. 2-”Peygamberlerin ve velilerin ruhlarından yardım istemek küfürdür, bir peygamberin ya da velinin kabrini ziyaret edip onun vesilesiyle Allah’tan istemek şirktir,insani kafir yapar” derler 3-Türbe yapmayı, türbede dua etmeyi, ölüler için sadaka vermeyi şirk sayarlar. Bu şekilde inananları öldürmeyi, malarını yağmalamayı mübah sayarlar.(Bakınız; El Kaide ve Üsama b. Ladin…)
Diğer yanlış inançlarından.. — Bir mezhebe uymayı kabul etmezler —Türbeleri puthaneyle bir tutarlar —Şefaate inanmazlar —Keramete inanmazlar —Tasavvufu inkar ederler —Allah için adak kesip etlerini dağıtıp sevabını peygamber ve velilere, geçmişlere bağışlamak şirktir derler —Ölüler söylenenleri duymaz derler. —Mescidi Nebeviyi ve Peygamberimizin kabrini ziyaretetmek için uzak yoldan gitmek yasaktır derler. —Kaside ve Naatları sevmezler İB—Allah arşın üzerinde oturur derler. —Sebeplere yapışmaya ve vesileye şirk derler. —VAHHABİ OLMAYANI KAFİR SAYARLAR.
Tasavvuf Düşmanlıkları
“İSLAM’da tasavvuf yoktur, tasavvuf şirk, küfür ve dalâlettir” gibi sözler Ehl-i Sünnet ve Cemaat ulemasına ait değil; Vehhabîlere aittir. Binaenaleyh bu gibi aşırı görüşler biz Sünnî Müslümanları bağlamaz ve bunlara asla itibar etmeyiz. Gerçek İslâm tasavvufunun Hind’ten, Kadim Yunan’dan, şuradan buradan geldiğini iddia edenler de yalan söylüyor.
Tasavvuf İslâm’ın ahl��k, zühd, bâtın boyutudur. Gerçek tasavvuf yüzde yüz Kitab’a, Sünnete, Şeriata uygundur.
İmamı Gazalî hazretlerinin, el-Munkizu min ed-dalâl kitabında buyurduğu gibi İslâm’ı en iyi anlayanlar, en iyi yaşayanlar, en takvalı ve kâmil Müslümanlar sûfîlerdir.
Evliyaurrahman’ın çoğu sûfîler içinden çıkmıştır. Gerçek sûfîler her asırda yeryüzünde Allah’ın şâhidleri olmuşlardır.
Gerçek sûfîler Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimizin vekilleri, varisleri, halifeleri olmuşlar ve onun sünnetini yaşamış ve yaşatmışlardır.
Gerçek sûfîler kuru lâfla değil, hâl ile İslâm’ı tebliğ etmişler ve nice insanın hidâyetine vesile olmuşlardır.
Gerçek sûfîlere bakan onlarda İslâm’ı görür.
Gerçek sûfîler insanın en büyük düşmanı olan nefs-i emmâre ile büyük cihad yapmışlardır.
Gerçek sûfîler yalancı, aldatıcı, azdırıcı dünya tuzaklarına düşmemişler ve Müslümanları da bundan korumak için çalışmışlardır.
Gerçek sûfîler emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmışlardır.
Gerçek sûfîler İslâm’ın baş emri olan beş vakit namazı dosdoğru kılmışlardır.
Gerçek sûfîler Kur’ân’ın ve Sünnet’in askerleri olmuşlardır.
İhlâs, sıdk, vefa, seha, mürüvvet, fütüvvet gerçek sûfîlerin hasletleridir.
Tasavvuf düşmanları bazı meczubîn’in şatahatını ön plana çıkararak saldırıyor. Şathiyat örnek olmaz. Tasavvuf şathiyat değildir.
Cihan tarihinin gördüğü en büyük ve doğru devlet olan (Kuruluş ve yükseliş devrini kasd ediyorum) Osmanlı’ya bakalım. Sultan Osman Gazi Han’dan, Son Padişah Vahidüddin Han’a kadar bütün Selâtin-i Osmaniye (nevverallahu merakidehum) tasavvuf ve tarikat mensubu idiler, bir veya birkaç şeyhe intisabları vardı. Tasavvuf ve tarikat olmasaydı Devlet-i Aliyye 600 sene değil, 60 sene pâyidar olamazdı.
Osmanlı sultanları dünya sultanı olarak mâneviyat sultanlarına tâbi olmuşlardır. Onların büyüklükleri ve sultanlıkları buradadır.
Selâtin-i Osmaniye’nin çoğu büyük velidir. Bu velayete tasavvuf ve tarikat sayesinde nâil olmuşlardır.
Osmanlı devleti sadece ordularıyla değil şeyhleri ve dervişleriyle de fütuhat yapmıştır.
Gazi Sultan MehmedHan-ı Sâni efendimiz henüz 21 yaşında iken İstanbul’u, biiznillahi teala, şeyhi ve mürşidi Akşemseddin hazretlerinin dua ve himmeti ile almıştır.
Asıl bid’at, Vehhabîlerin ve diğer bazı ehl-i bid’atin tasavvufu ve tarikati inkar etmeleri, bid’at saymaları, sûfileri müşrik ve kâfir ilan etmeleridir.
Tasavvufu kaldırın, Osmanlı’dan ne kalır?
Vehhâbîlik hareketi Osmanlı İslâm devletine ve Hilafet-i İslâmiyeye karşı tuğyan ve isyandır.
Vehhâbîlerin Osmanlılar gibi fütuhatı var mıdır?
Vehhâbîler, baştan beri İngiliz ve düvel-i muazzama-i Salîbiyye tarafından desteklenmiştir ve el’an desteklenmektedir.
Bugün ABD ayakta duruyorsa Vehhâbîlerin ABD bankalarında sakladıkları bir trilyon dolarla durmaktadır.
Tarih boyunca Fahr-i Kâinat Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize en büyük saygıyı Osmanlı sultanları, Osmanlı devlet ricali, Osmanlı Müslümanları göstermiştir.
Resûlullah’ın kubbesini yıkacağız, nâşını kabrinden alıp başka yere gömeceğiz, toprağını da düzleyeceğiz diyen Vehhâbîlerde Peygamber-i zîşan efendimize hürmet var mıdır?
Tarih boyunca Hulefa-i Râşidin (radiyallahu aleyhim ecmain) devrinden sonra Tevhid bayrağını en fazla yüceltmiş, en fazla fütuhat ve i’lâ-i kelimetullah yapmış devlet ve topluluk Osmanlı’dır.
Osmanlı atalarımız Din-i Mübin-i İslâm, Kur’ân, Sünnet ve Şeriat-ı garra-i Ahmediyye yolunda milyonlarca şehid vermiştir.
Bunca mü’mine, şehid, gaziye, fâtihe, din hizmetkârına, ulemaya, meşayihe, mürşitlere, evliyaullaha; müşrik, kâfir ve sapık diyenler ne kadar hayâsız ve insafsız kişilerdir.
Selefiye ismi…
Selefiyye ismi, bu asırda Vehhabilik akımının örtündüğü bir isim olmuştur. Halbuki Selef-i salihin, ashabı kiramın devamı olan tabiin ve peşlerinden gelenlerdir. Dört mezheb imamı da selefi salihdirler. Bu zaman selefiyyesinin en bariz hususiyyetleri tasavvufu inkar, kabir ziyaretini men etmek, şefaati yok etmek, Allah dostlarına ve keramete asla değer vermemek, istediği mezhebten alıp uygulamayı kendinin yapabilmesi, Allahın Arş’a oturduğu itikadı, Arş’ın kadim olduğu iddiası, tevhid inancı diyerek herkesi tekfir gibi pek çok marazları vardır.
Bu fikirlerin reddiyesi için yazılan eserler pek çoktur. Biz ana hatlarıyla kısa ve aklınızda kalacak cevaplar verelim:
1-Tasavvuf yani tarikat, Resulullah s.a.v den itibaren Ebu Bekir Sıddık r.aın kalbine akıtılan manevi kuvvetti. “İkinin ikincisi idi. O vakiite ikisi mağarada idiler. Arkadaşına diyordu: Üzülme, ALlah bizimle beraberdir. Allah sekinesini -kuvve-i maneviyyesini- indirdi…”
Tevbe suresindeki bu ayetin ifadesiyle kalbine akıtılan manevi kuvvetle Ebu Bekir Sıddık’tan r.a. her türlü korku ve endişe gitmiş yok olmuştur. İşte bu manevi akımın kalbe inmesiyle iman en zirveye ulaşır. Şimdi kişi bana böyle bir meneviyat lazım değil diyebilir mi? Bu halin devamı için Allah dostlarının yaptığı düzenlemeye tarika ismi verildi, yeni bir şey icat edilmedi.
2-Kabir ziyareti: Efendimiz s.a.v. “Bundan evvel size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret ediniz…” buyurmakla bu izni vermiştir. Cahillerin aşırı davranışları yüzünden bizim usulüne göre ziyaret edip ölüler için Kur’an okumamızın ne sakıncası var? Üstelik “Ölülerinize yasini okuyun” diye emir de var.
3-Şefaat: Resulullah s.a.v. buyurdu: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” Bu hadisi şerif, Ravzayı Mutahhara önünde ecdadımız tarafından yazılmış levha olarak işlenmiştir. İnkarcılar kafalarını kadırsınlar da oraya baksınlar.
4 – Kerametler haktır ve meydana gelmiştir. Bütün savaşlarda islam askerlerinin kendileri de eskiden ölmüş şehitler veya veliller de savaşlarda harikulade başarılar sergilemiştir. Ayrıca ashabı kiram ve peşlerinden gelen salih kimselerden pek çok keramet nakledilmiştir. İnkar eden bereketinden mahrum olur. Zaten ehli sünnet olmayanlar veli olamadığı gibi keramet ehli de olamazlar, zira velilik ve keramet Efendimiz s.a.v. den akıp gelen hallerdir. Vehhabi kafalılar, zaten peygamber öldü işi bitti diyerek alakayı kesmişler.
5- mezhebleri birleştirmek: Kişi kendine göre uygun gördüğü bir fetvayı dilediği mezhebten alıp uygularsa ortaya yeni bir mezheb çıkar. Böylece işin sonu felakete gider. Fetva ve içtihad ehli olmayanlar taklit ehli olan cahillerdir. Bunların yapacağı iş, kabullendiği bir müçtehidi taklit etmektir. mesela: Hanefiye göre abdest alıp namaza başlasa, namazda iken elinden kan aksa, hemen şafiiye göre niyet ettim diyerek namaza devam etse bu caiz olmaz. Zira başlangıçta olan mezhebi itibar edilir. He işte durum böyledir. Bu kargaşalığı önlemek için alimler asırlarca mezheb fetvalarını beyan etiler.
Onlardan petro-dolarlar alıp mü’min, muvahhid, muhlis ecdadını sövenlere yazıklar olsun.
Bunlardan herkesi haberdar ederek EHL-İ SÜNNET VEL CAMAAT inancına sahip çıkalım…
Rabbim Hz.Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin yolundan ayırmasın…AMİN !
Kaynak: Ehli Sünnet - Ehli Tasavvuf
27 notes
·
View notes
Text
Eğitim ve Varoluş
1980’lerin sonunda CIA (Merkez Haberalma Teşkilatı) Ortadoğu’da petrol durumunu kontrol edebilmek adına Standart Oil’in (Dünyanın en zengin ailelerinden Rockefeller’ların kurduğu dünyanın en büyük tekel petrol şirketi.) çıkarlarını korumak için Sovyetlere karşı hareket edecek bir baskı grubu kuruyor. Bu baskı grubunu, tabii ki kendi ordusunu Ortadoğu’ya göndererek kuramaz, savaş çıkar. Peki ne yapıyor, ortamdaki işsiz gençleri kutsal bir amaç uğrunda toplayabilecek ve bölgeyi iyi bilen küçük bir ekip gönderiyor. Bu ekip, ihtiyaçlarını karşıladıkları Müslüman gençleri kısa zamanda örgütlüyor ve zaten biat kültürü içinde yetiştirilmiş, soru sormadan emri uygulayan bu gençleri asker gibi eğitmeye başlıyorlar. İşte El Kaide böyle kuruluyor Amerika tarafından. Amaçları da güya tüm dünyaya egemen bir Sünni Müslüman imparatorluk kurmak.
CIA’nın en yetkili ajanlarından Tim Osman yani Usame Bin Ladin. Usame adım adım CIA’nın verdiği talimatları yerine getirip kendisine gönderilen dolarlarla ciddi bir örgütlenme oluşturmayı başarıyor. İlk işi Sovyetlerin Afganistan’a girmesini engellemek oluyor. Sonra aktif bir şekilde kendini Allah’ın savaşçısı gibi göstererek, Ortadoğu’da sisteme başkaldıran kuruluşları, kişileri ortadan kaldırmaya başlıyorlar.
Bugün düzeni korumakla görevli olanlar artık taktik geliştirdiler. El Kaide gibi desteklenmiş ama bu sefer işi terörle değil de hukukla halletmesi gereken bir sürü yapı yarattılar. Terörün modası geçti artık. Demokrasiyi hukukla ele geçirme operasyonu hem daha kansız hem de daha ekonomik. Bunun için tüm Ortadoğu’da 22 ülkede, aynı konseptte hatta aynı adla partiler kuruldu ve buna İslam Kardeşliği adı verildi ki El Kaide’nin korumasında bir yapıya dönüşebilsin. Tüm bu partileri biat kültürüyle şekillenmiş bir kitlenin üstüne oturttular. Soru sormayan, itaat eden bir halktan daha iyi köleler olabilir mi?
Eğitmediğimiz, hor gördüğümüz, yardım etmediğimiz herkesi bir gün karşımızda göreceğiz… Üstelik ellerinde silahlarla. İçindeki adalet savaşçısını daha bebekken öldüren bir kesim, adaletli bir yaşam için savaşmaya hazır bir kesimi resmen yağmalıyordu. İnsanlığı korkutarak kontrol eden, korkuyla beslenen bu sistem başı sıkıştığı her an, korku salan bir düşman yaratıyordu. Bu düşman bazen bir terör örgütü, bazen açlıktan ölen insanlık, bazen bir ülkenin ürettiği nükleer silahlar, bazen bir salgın hastalıktı ama her zaman vergilerimizden kesilen paraların gittiği yerdi korkularımızın kaynağı.
Eğitimin amacı artık insan yetiştirmek değil, düzene insan yetiştirmek olmuştu. Bu düzenin içinde çalışacak, görev alacak kişileri düzene en iyi hizmet edebilecekleri şekilde biçimlendirmekti. Eğitim insanlık adına yapılan bir şey değildi. 1900’lerde sanayi devrimiyle oluşan işlerde çalışmaları için toplumu sınıflandırmaktı. Sanayi devrimi öncesini düşündü, o zamanlar da usta-çırak ilişkisiyle yapılanmış, yemeğini topraktan çıkaran, yeteneklerine göre sınıflandırılan bir organizmaydı insan. İnsanı kalıplara sokmak değil, içindekini mükemmelleştirmekti aslolan. Potansiyellerine adanmak için var olmuştu insan.
Azra Kohen, Çi
16 notes
·
View notes
Text
JazzX5#195. Omer Avital Qantar: Just Like the River Flows (New York Paradox) [Minipodcast] #YoMeQuedoEnCasa / #IStayAtHome
Por Pachi Tapiz.
“Just Like the River Flows” Omer Avital Qantar: New York Paradox (Jazz & People – Zamzama Records) Qantar: Omer Avital, Asaf Yuria, Eden Ladin, Ofri Nehemya
© Pachi Tapiz, 2020
JazzX5 es un minipodcast de HDO de la Factoría Tomajazz presentado, editado y producido por Pachi Tapiz. JazzX5 comenzó su andadura el 24 de junio de 2019. Todas las entregas de JazzX5 están disponibles en
View On WordPress
0 notes
Text
Neden bazıları 'bir adamın teröristi, diğerinin özgürlük savaşçısı' olduğunu iddia ediyor?
Aslında bu konu bizim terörden ne anladığımızla alakalı. Bunu devletin kurum ve kuruluşlarına zarar veren şeyler olarak da tanımlayabiliriz. Ama aynı zamanda otoriter veya despotik rejimler de bir şekilde terörist oluyor. Sonuçta, bir kişiye terörist olan bir kişi, bir başkası için özgürlük savaşçısı olabilir. Terör aslında çok tartışmalı bir konu. Her türlü zalim eylemi tanımlamak için terörist kelimesini kullanabilir miyiz? Dikkat edersek terör bağlantılı olayların başlangıcı veya sonu her zaman zarar verir. Dünya yavaş yavaş insanları bu hale getiriyor ve güvensiz bir ortamın doğal sonucu kaos ve savaş. Bu durumda bir Latin atasözünün dediği gibi, “homo homini lupus (insan başka bir adamın kurdudur)”. [1]Yani bir bakıma hepimiz teröristiz ama kulağa daha hoş geldiği için kendimize özgürlük savaşçısı diyoruz. Bazı düşünürler terörizmi açıklamaya çalışmışlardır. Örneğin Walter Laquer'e göre Terörizm, siyasi bir amaca ulaşmak için masum insanları hedef alan yasadışı güç kullanımıdır. [2]Ya da kısaca Paul Wilkinson, teröristlerin amaçlarına ulaşmak için daha büyük bir grubu korkutarak terör atmosferi yaratmak için daha büyük bir grubu öldürmek, yaralamak veya korkutmak gibi araçların sistematik olarak kullanılmasıdır. [3]Bu tanımlar farklı coğrafyalarda, sosyal ve dini topluluklarda yaşayan insanlara yansıtılamaz. Her ulus ve kültür, bir eylemin terör niteliği taşıyıp taşımadığını yorumlar. Bu coğrafi faktörler veya sosyo-kültürel etkiler ve hırslar yerleştirilebilir. Daha önce de belirttiğim gibi, bir kişiye terörist olan bir kişi, diğerine göre özgürlük savaşçısı olabilir. Burada bir madeni para örneğini vermek doğru olacaktır. Paraya baktığımızda sadece baktığımız tarafı görüyoruz. Terör bir madeni paradır ve nereye baksak onu görürüz. Terör, dünyanın uzun süredir mücadele ettiği ideolojik bir kavramdır. Kendi fikrinize, vatanınıza tehdit olarak değerlendirdiğiniz her türlü davranış terör örgütü olarak görülebilir.
Terörün uzun bir tarihi var, modern terörizm I. Dünya Savaşı'na kadar uzanıyor. Bugüne kadar terör adı verilen birçok faaliyet oldu ve baktığınızda hepsinin ortak noktası kanlı ve dehşet verici faaliyetler olmasıydı. Örneğin ABD'de El Kaide bağlantılı Usame Bin Ladin ve çevresindekilerin 11 Eylül saldırısından sonra terör durdurulamaz bir şekilde büyüdü ve güçlendi. Bu durum menkul kıymetleştirme endişelerini de beraberinde getirdi [4].
Bu konuyu "biri terörist, diğerinin özgürlük savaşçısı" tabiri üzerinden ele alırsak, Afganistan'ın lideri Usame bin Ladin'in başını çektiği bu olay Afganistan tarafından nasıl karşılandı? Tahmin edebileceğimiz gibi, Afgan tarafı için bu, Arap özgürlüğüne doğru bir başarı ve güçlü bir adımdı.
Bu terör olayı, Afganistan'a yönelik bir Amerikan yaptırımı nedeniyle mi gerçekleşti, yoksa Usame Bin Ladin gerçekten sadece insanları öldürmek istediği için mi? Karşılıklı empati açısından dünyada hiçbir ülke ya da lider yeterince masum değildir ve barış istememektedir. Bu sadece ülkeler arasında düşünülmemeli, kendi çıkarları için dost veya düşman olabilirler. Terör neden onu kendi çıkarlarınız doğrultusunda kullanmak için bir araç ya da felsefe olmasın? 12. yüzyılda Alamut'ta bulunan Hassan Sabbah'ın beyin yıkama veya hipnoz yetenekleri bugün çoğu organizasyonda ve liderde mevcuttur. Özellikle günümüzde medyanın kullanımı ve yansımaları doğru ile yanlışı birbirine karıştırmamıza neden olmaktadır. İnsanları önce hasta eden, sonra şifa vaadiyle ilaçlar üreten ve bu ilaçları kullanmaya mahkum eden bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Bunlar benim için Millenium Assassins. Unutulmamalıdır ki tüm terör grupları belirli bir amaç için oluşturulmuştur. Pek çok terör eylemi benzer şiddet biçimlerini kullanırken, hepsi özünde aynı değildir.
Teröre başka bir açıdan baktığımızda terör olarak algıladığımız olayların arkasında derin inançlar olabilir. Öldürmek ve savaşmak insanlığın başlangıcından beri var olmuş ve tüm kutsal kitaplarda anlatılmıştır. Buna göre kavga eden ve silah tutan herkese terörist demek doğru olmaz. O zaman kendimiz de terörist olarak algılanabiliriz. Devletin yasal faaliyetlerine ve bir terör örgütünün suç faaliyetlerine ne kadar yakından bakarsanız, farkı görmek o kadar zor olacaktır. Viet-Kong (Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) faaliyetleri ile Amerika'nın faaliyetleri arasındaki fark nedir? Peki normal bomba atan bir uçağın pilotu ile Ortadoğu ülkelerine normal bir intihar bombacısı arasındaki fark nedir? Baktığınızda ikisi de masum insanları öldürüyor. Belki de insanları teröre yönlendiren devletlerin ta kendileridir. Terörizm sadece silahlar ve bombalarla ilgili değildir, birçok farklı türü vardır. Örneğin Türkiye'nin bir anda hilafet ve saltanatla yönetilen bir devletten laik ve demokratik bir devlete dönüşmesinin ardından Atatürk'e yönelik saldırılar, ayaklanmalar ve iftiralar kendi ülkesinin terör saldırısı olarak adlandırılabilir. Aslında önemli olan soru şu ki, terörist dediğimiz bu örgütler nasıl silahlanıyor?
Bu tür yasadışı örgütler Kalaşnikof ve RPG-7 gibi ağır silahları nasıl temin edebilir? Ve küreselleşmenin etkisiyle terör örgütlerinin sosyal medyayı rahat kullanmasını nasıl açıklayabiliriz? Bence bilmemiz gereken şu, şutöre değil, başrolün markasına bakın. Terör örgütleri eskiden dar ve bölgesel faaliyetlerini sürdürürken, günümüz dünyasında artık çok karmaşık uluslararası faaliyetler yürütmeye başlamışlardır ve aynı zamanda uyum sağlayabilmektedirler hemde çok kolayca. Günümüzde internet ve sosyal medya aracılığıyla her şeye kolayca ulaşabiliyoruz. Örneğin, 9/11 olayını canlı olarak izleyebilir ve artık bir terör örgütüyle kolayca iletişime geçebilir ve onlara katılabilirsiniz. Peki, bu örgütlerin medya ile çıkar ilişkisi nedir?
Terör örgütleri medya aracılığıyla taleplerini iletme, kendilerini ifade etme ve farkındalık yaratma fırsatı yakalarken; öte yandan medya haber alma fırsatını değerlendiriyor. (KARTAL, 2014)
Sonuç olarak, Terörizm büyümeye, yayılmaya ve ulaşılması bu kadar kolay hale gelmeye devam ettikçe, birçok ülke sınırları içinde tehlikeye girecek. “Biri terörist, diğeri özgürlük savaşçısı” meselesini tekrar ele alırsak, kimin terörist kimin özgürlük savaşçısı olduğunu asla bilemeyiz. Burada madeni para örneğime dönüyoruz. Teröre baktığınızda böyle oluyor. Bazıları bir olayı terör eylemi olarak algılayabilir, bazıları ise aynı olayı intikam olarak algılayabilir ve yapılması doğru olduğunu düşünebilir. Terör olsun ya da olmasın, sonu ölümle, vahşetle, korkuyla biten her şeye bir son verilmelidir. Terörün önlenmesi barış, medeniyet ve iyi eğitimle daha iyi sonuç verir. Unutulmamalıdır ki günümüz dünyasında terörü önlemeye çalışmamızın yolu silahlardan ve ölümden geçmektedir.
[1]Latince'de "insan diğer erkeklerin kurdudur" olarak tercüme edilen bir deyim. Özdeyiş, Thomas Hobbes'un 1651'de yayınlanan "De cive" adlı ithafında yer alır. Thomas Hobbes, Howard Warrender Clarendon Press, 1983.
[2] Terörizmin Yorumları: Gerçek, Kurgu ve Siyaset Bilimi . Walter Laqueur'un fotoğrafı. Çağdaş Tarih Dergisi Vol. 12, No. 1 (Ocak, 1977), sayfa 1-42. Yayınlayan: Sage Publications, Inc
https://www.jstor.org/stable/260235
[3] Siyasi Terör. Paul Wilkinson tarafından. (New York: Halstead Press, 1975. S. 160)
https://www.cambridge.org/core/journals/american-politik-bilim-review/article/abs/politik-terörizm-by-paul-wilkinson-new-york-halstead-press-1975-pp-160- 1195/AD50F2A369E83FD2F8797CE5DC1B93CF
[4] 11 Eylül'ün Siyaset ve Savaş Üzerindeki Etkisi: Her Şeyi Değiştiren Gün? Cilt 1 , Matthew J. Morgan , Palgrave Macmillan, 2009 Sayfa: 131-137 ( http://libgen.li/ads.php?md5=194bd0287c0807a0dc0ba2de1c0284a9 )
1 note
·
View note
Text
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Sosyal belediyecilik anlayışıyla çalışmalarına devam eden Saray Belediyesi, Tekirdağ Önder Çiftçi Kadın Kolları Yardımlaşma Derneği üyelerinden Nurten Durmazoğlu’nun katkılarıyla Ladin Sokak’ta Etüt ve Ödev Evi’ni öğrencilerin hizmetine açtı. Etüt ve Ödev Evi’nde ders başı yapan öğrencilere ilk dersi, Saray Belediye Başkanı Özgen Erkiş verdi. ETÜT VE ÖDEV EVİ TÖRENLE AÇILDI Tekirdağ Önder…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Sosyal belediyecilik anlayışıyla çalışmalarına devam eden Saray Belediyesi, Tekirdağ Önder Çiftçi Kadın Kolları Yardımlaşma Derneği üyelerinden Nurten Durmazoğlu’nun katkılarıyla Ladin Sokak’ta Etüt ve Ödev Evi’ni öğrencilerin hizmetine açtı. Etüt ve Ödev Evi’nde ders başı yapan öğrencilere ilk dersi, Saray Belediye Başkanı Özgen Erkiş verdi. ETÜT VE ÖDEV EVİ TÖRENLE AÇILDI Tekirdağ Önder…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Sosyal belediyecilik anlayışıyla çalışmalarına devam eden Saray Belediyesi, Tekirdağ Önder Çiftçi Kadın Kolları Yardımlaşma Derneği üyelerinden Nurten Durmazoğlu’nun katkılarıyla Ladin Sokak’ta Etüt ve Ödev Evi’ni öğrencilerin hizmetine açtı. Etüt ve Ödev Evi’nde ders başı yapan öğrencilere ilk dersi, Saray Belediye Başkanı Özgen Erkiş verdi. ETÜT VE ÖDEV EVİ TÖRENLE AÇILDI Tekirdağ Önder…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Başkan Erkiş Etüt ve Ödev Evi’nde ilk dersi verdi
Sosyal belediyecilik anlayışıyla çalışmalarına devam eden Saray Belediyesi, Tekirdağ Önder Çiftçi Kadın Kolları Yardımlaşma Derneği üyelerinden Nurten Durmazoğlu’nun katkılarıyla Ladin Sokak’ta Etüt ve Ödev Evi’ni öğrencilerin hizmetine açtı. Etüt ve Ödev Evi’nde ders başı yapan öğrencilere ilk dersi, Saray Belediye Başkanı Özgen Erkiş verdi. ETÜT VE ÖDEV EVİ TÖRENLE AÇILDI Tekirdağ Önder…
View On WordPress
0 notes