#Dramatik Buluntular
Explore tagged Tumblr posts
Text
Anlam arayışı yoksa insan savunmasızdır. İntihara karşı savunmasızdır. Kırılmaya, yok sayılmaya ve ezilmeye karşı savunmasızdır. Bir çığlığı giyer üstüne anlam. Ona ulaşman için şifreler ve ipuçları bırakır varlığının değdiği yerlere. İnsanın anlam arayışı mutlulukta, ayrılıkta ve hüzünde de devam eder. Hüzün bile bir anlamın sonucudur. Istırap anlamla birleştiğinde şiirsel bir yürüyüşe dönüşür.
10 notes
·
View notes
Text
Ne doğru söylemiş Metin Akdeniz yine.
1 note
·
View note
Note
Ff
@abistengelenler @aylakmadammmm @b3rf @lefaz @nesepalamudu @kedidirokedi @kedilergazeli @gunluk @sentetiksezar @bizeneolduyasemin @velvetbride-blog @feslegeningolgesi @yasamgibiolmekgibi @hivronrojger @artvango @nafilefilinta @afili-filintalar @otomatik-portakal @yolguncesi @yantekerlek @uzaklardan @firtinalibideniz @dankett-i @aydakiyuz @kibritevi @guzyazi @penyezperev @saatleriayarlamaenstitusubaskani @portakalyokusu @iyininkotusu @hayalperestbey @selametile @sessizleyla @ruheteng @ruyalarkizi @gunesinrenkleri @vecihininsesi @mutecevvil @minastrit @kalpherzamansoldanatar @gureba @umudumkalmadi @dramatik-buluntular @protonobilissimos @cileklipalet @aynenkader @yokkikimsem @yokolus-manifestosu @limoniblog @okavunicibalikbenmisim
31 notes
·
View notes
Text
"Askeri darbenin en kötü günlerinde Diyarbakırlılar hapishaneden gelen işkence çığlıklarıyla sindirilmişken, Ankara'dan şehre müfettiş kılıklı bir adam gelmiş. Esrarengiz ziyaretçi kendisini havaalanından oteline götüren taksinin Kürt şoförüne Diyarbakır'da hayatın nasıl olduğunu sormuş. Şoför de bütün Kürtlerin yeni askeri yönetimden çok memnun olduğunu, Türk bayrağından başkasına inanmadıklarını, ayrılıkçı teröristlerin hapse atılmasından sonra şehir halkının çok mutlu olduğunu söylemiş. 'Ben avukatım,' demiş Ankara'dan gelen ziyaretçi. 'Hapiste işkence görenleri, Kürtçe konuştu diye köpeklere yedirilenleri savunmaya geldim.' Bunun üzerine şoför ilk sözlerinin tam tersi bir havaya girmiş. Hapishanede Kürtlere yapılan işkenceleri, canlı canlı lağımlara atılanları, dövüle dövüle öldürülenleri sayıp dökmüş. Ankara'dan gelen avukat dayanamayıp şoförün sözünü kesmiş. 'Ama az önce tam tersini söylüyordun,' demiş. Diyarbakırlı şoför de 'Avukat Bey, haklısınız,' demiş. 'İlk söylediğim resmi görüşümdü. İkinci söylediğim de şahsi görüşümdür.'"
-Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık
4 notes
·
View notes
Text
Dayatılan yasalar, yasaklar, baskılar, tehditler emekçileri ve yoksulları susturmak içindir. Onları kontrol altında tutmak, hizaya sokmak, kabulleniş psikolojisini olağan hale getirmektir. Büyük çoğunluk vasıfsızlar toplumuna dönüştürülüp kontrol altına alındığında, bu durum onlar adına her seçimin kazanılması için otomatiğe bağlanmış bir zafer mekanizmasıdır. Bilinç en korktukları şeydir. Bilinç, muktedirin saldığı sistematik korkuyu etkisiz hale getirir. Bilinç bulaşıcıdır. Haksızlığa ve sömürüye “hayır” diyebilmenin tek yoludur. Bilinçli insanın elindeki en büyük bilgi reddetme yeteneğidir. Reddetme yeteneği alışkanlık oluşturur ve kendilerini ıslah edici olarak görenlerin bu yeteneğe karşı yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.
-Metin Akdeniz, Dramatik Buluntular
17 notes
·
View notes
Text
(Metin Akdeniz. 20 Ocak 1970 tarihinde Tatvan’da doğdum. 1974 yılında Manisa’nın Alaşehir İlçesine yerleştim. Alaşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde kamu emekçisi olarak çalışmaktayım. İktisat Fakültesi mezunuyum. Daha önce yayınlanmış "Kayıp Kelimeler Krallığı", "Jan", "Küçük Düşler Kumbarası", "Yasaklı Semtin Sesleri" adında 4 şiir kitabım, Soyut Refleks” ve "Dramatik Buluntular" adında iki romanım ve "Polen Bulutları" adlı bir öykü kitabım bulunmaktadır. Son olarak bu hafta "Bükülen Kıyıların Çağrısı" adındaki romanım çıktı. )
***
(Çünkü “yüreğiyle konuşma” yirmi birinci yüzyılın bir geleneği değildir.)
***
“Yüzünden papatya tarlasına geçiliyordu…”
Işıltılı Kız (Rüya) bunu hissettirmişti bana Göçmen Kuşlar Kasabası’nda onu ilk gördüğümde. Çok güzel âşık olmuştum. Çok güzel yenilmiştim ona. Parçalanış tadında… Adım Vefa, o kadar güzel yenilmiştim ki ne çok şey kazanmıştım o yenilgiden. Sonra başka uçurumlarla tanıştım. Daha büyük uçurumlarla. Onlar da sevdiler beni. Çok sevdiler. Uçurumlar beni hep sevmiştir. İnmediler hiç sırtımdan. Şiir üstüne şiir. Hüzün üstüne hüzün. Ve yüksek karlı dağların arasından geçen sıcak bir tren yolculuğu tadındaydı o muhteşem duygular.
Ah, göğsüm, göğsüm dedim Göğsüm sürekli bombalanıp duran anılar ülkesi. Kalbim, mazi toplama kampı.
Ortalıkta hiç gözükmeyen Zaman aniden beyaz saçlı bulutlarla gelip herkesin ismini yazdı hatırlayış tabelasına. Herkes gömüldüğü yerden başını kaldırıp tabelaya baktı. Bütün canlılar ona boyun büktü. Yakılma hakkımı kullanma yaşıma geldiğimde Göçmen Kuşlar Kasabası’ndan ayrıldım. Kendimi anlayabilmek için felsefe öğretmeni oldum. Ama daha da karışık ve kördüğüm oldum. Adım Vefa.
Yazarın (Metin Akdeniz) bir önceki romanı olan “Dramatik Buluntular”da yer almak istiyordum. Almamıştı beni o sözcükler ovasına, bu yüzden kırgındım ona. O romandaki esas oğlan Taylan ile yakın arkadaş hatta yoldaştık. Benim kırıldığımı anlamıştı Sayın Akdeniz. Ama söz vermişti, yeni kitabının en hüzünlü çocuğu ben olacaktım. Ben bütün hüzünlü çocukların toplamıyım. Sözünü tuttu, minnettarım ona. İki yıl boyunca sözcükler ve hisler evreninde parçalanışını ve dağınık parçalardan anlamlı bir bütüne dönüşünü izledim onun. Masasının üzerinde, karalama kâğıtlarının arasında, kaleminin mürekkebinde biriktirdiği kederleri düşünceye dönüştürüşünü izledim.
En sonunda bitirmiştik kitabı. Sıra kitabın ismine gelmişti. Çok zorlandık isim bulmakta, yazma süreci bittikten ve son sayfaya son kelimeyi yazdıktan aylar sonra, geldi, sessizce yanımıza oturdu: “Bükülen Kıyıların Çağrısı.
“Bükülen Kıyıların Çağrısı” sevgili yazarım Metin Akdeniz’in bir şiirinin ismiydi. Çok sevmiştim o şiiri. Kitap boyunca zihnimde çakan çağrılarla yürüyüşlere çıktım. Her yürüyüşün sonunda anıtlaşan tutkular ve romantik yıkıntılarla karşılaştım. Çağrılar, elimden tutup düşler evrenine götürdü beni. Romanda gerçek ismimin kullanılmasını söyledim; Vefa. Peki ya diğerlerininki? Onların da öyle, gerçek: Nisan, Lavinya, Rüya, Eylül, Sinan, Aysel, Mümtaz, Nazlı… Hepsi de şiirsel isimler, öyle ki bir romanda bir araya gelmeleri tılsımlı tesadüfler yumağıdır. Sayfalar boyunca uçuşan o şeyler kol kola girmiş düşlerle gerçekliğin şöleniydi… Bazı şehirleri gizledik. O şehirler kurşuna dizilmiş öykülerle doluydu. İncitmedik onları. Onlara Ö. Şehri ve Büyükşehir gibi isimler verdik.
Yazarıma “arka kapak yazısını ben seçebilir miyim?” dedim. Sağ olsun yine kırmadı beni. Kimseyi kırmazdı Sayın Akdeniz. Arka kapağa şunu yazdık:
“Doğa, hiç beklemediğimiz anlarda ya da sıra dışı olaylarda, içimizdeki notaları eksik olan senfoniye eşlik eder ve bütün orkestrasıyla katılır. İşte o an insanlar dünya sözcüklerinin tehlikeli ve çok anlamlı sınırlarını terk edip birbirleriyle yürekleriyle konuşmaya başlarlar. İnsanların çok sık yaptığı bir şey değildir bu. Çünkü ‘yüreğiyle konuşma’ yirmi birinci yüzyılın bir geleneği değildir.”
Ben Vefa, sevgili yazarımın yarattığı bir roman karakteri yani kurgudan ibaret değilim, tamamen gerçeğim. Benim ve diğerlerinin bütün hikâyesi gerçek. Yazarım kendini de dâhil etti kitaba, benimle günlerce söyleşti, dertleşti, yaşadığım şehirlere gidip oralarda dolaştı, rüzgârlarla ve bulutlarla konuştu, sokaklardan imge topladı, zaten başka türlü olmazdı ki karakterler her ne kadar gerçek olsa da bütün anlatı ve sözcükler ormanı onundur. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır içimdeki sonsuz çölü sözcüklere dönüştürdüğü için.
Şimdilik Hoşça kalın, belki bir gün başka bir romanda yeniden buluşuruz. Kim bilir!
(https://www.edebiyatdefteri.com/226241-b-k-lenckiyilarinc-a-risic-tanitim/)
11 notes
·
View notes
Text
"hiç hiçe geçmiş iki yoldaş fırtına"
sen de göreceksin diyordu leke oyunları yönetmeni sen de göreceksin; dünya kurtarılacak bir yer değil ve bütün olan biten yo’kuşlara gönülsüz dikilmiş ağaçların dalgınlığıdır
tam iyileşmeye başlıyorum (bu sık sık oluyor) başlamak kelimesinin ellerini kelepçeleyip götürüyorlar kimin götürdüğünü göremedim sözlerinde maske vardı ağzımı kapalı tutmam ve bunu unutmam için düş kurmadan yaşanılamayan bir kenti koyuyorlar önüme oysa ben çocukların ölümle taşak geçtiği yerleri bilirim umut umutsuzluğa kapılıp yarıştan çekildiğini söylüyor işte o an soluğumu ayarlayamıyorum önce bir sis dalgası veriliyor ardından veda duygusu yaratılıyor sise kızmıyorum, sis bazı havaların geçim kaynağıdır ama veda duygusunun yaratılması hiç insani değil
mutluluğa fazla ilgi duymuyorum; mutluluğa güvenilmez dönektir ve bir dediği öbür dediğini tutmaz tamam bi keresinde kazara mutlu olmuştum birkaç kuş acıyıp kalbimi yerden kaldırmıştı sen o kuşlarla arkadaş olup adresimi istemiştin onlardan beni bulduğunda sarışın ve kıvırcık bir parka beklemek kelimesini inandırmaya çalışıyordum yani tam inandırıyordum; aradan beş yıl geçti sonra bir gün elimde olmadan bir şiir yazdım adını “pencerelerin yalvarışı” koymuştum biliyor musun o pencerelerde hiç ev yoktu uzanıvermiştik öylece soğuk taşların mevsimine ayaklarımız dünyanın dışında kalmıştı üşümeyelim diye sigara paketini boşaltıp içinde uyumuştuk hiç hiçe geçmiş iki yoldaş fırtına gibi
bi keresinde parasız ve hayalsiz kalmıştım aşktan artakalan zamanlarımda biriktirdiğim hüznü satılığa çıkardım; öyle çok müşteri vardı ki bekleyen kazandığım boşluklarla eve ellerim dolu geldim o gün sen sevilenler ülkesinde bulmaca çözüyordun soru olmaktan kurtulamayan o kronik soruya takılmıştın yenilginin başkenti neresidir; karanflya demiştim bulutperestlikten içeri almışlardı yüzümün yarısını yarısını da avuçların sahiplenmişti bir iskemle atıp saatlerce baktım konuşmadan nasıl da yakışıyordunuz birbirinize; iyileşme olasılığı ve sen nasıl da öyle dişi toprağın kırık patikasında. konuşursam sözlerin bitebileceğini sanarak sadece baktım bilmiyor musun dedi peşimi bırakmayan dramatik buluntular ustası konuşmaktan değil çok bakmaktan biter sözler her bakışa bir söz eşlik eder çünkü ve bakmak kelimesini kelepçeleyip götürmek için geldiler bu kez izin vermedim (bu sık sık oluyor)
13 notes
·
View notes
Text
Hayatımın belirli bir evresinden sonra tamamen değişen duygu dünyam, insani ve evrensel değerlerim; programlanmış kalabalıktan ayrılmamı da beraberinde getirdi. Onlardan ayrıldığım gün, eleştiri ve itiraz hakkım kırmızı bir noktaya çekildi. Kırmızı onlar için sakıncadır. “Yaptıklarınız korkunç, bunu onaylamıyorum, o yüzden devrimci düşüncelerim bir gün sizin bu korkunç ve insana değer vermeyen ölümcül sisteminizi kökünden değiştirip, sizi tarihin çöplüğüne atmak üzere yükseliyor” ana fikridir kırmızı. Ve bu renk olmanın çok ötesinde başka bir anlam taşıyan renk, varoluşumun başköşesine yerleşti. Şatafatlarının, gösterişli yaşamlarının, burjuvazinin ve halka tepeden bakma zevklerinin güvenliği için beni ve benim gibi düşünenleri yok etme çabaları tam da bu yüzdendir. Dillerinden düşürmedikleri “Yaratılanı sevmek yaratandan dolayı” sözünün içi bomboştur dağarcıklarında. İçini boşattıkları bu söz onların en büyük aldatma metodudur. Dini değerleri bile onlardan olmayanı yok etmek, o da olmazsa süründürmek, zulmetmek üzere kurgulanmıştır. Aralarında hümanizm maskesi takarak dolaşanların bile zerre kadar tahammülü yoktur kırmızıya. Ezilenler olarak; bütün haklı ve insani yakarışlarımız onların sağırlığına çarpar.
#Dramatik Buluntular#Masumiyete Dönüş#Metin Akdeniz
5 notes
·
View notes
Text
Düşünüyorum; şu acımasız evrende insan denen vahşinin yok ediciliği karşısında neler yapabileceğimi düşünüyorum. Boyları gitikçe kısalan merhamet ve masumiyet sözcüklerini nasıl kurtarabileceğimi düşünüyorum. Ardından pencereme şimşek taşıyan bir kuşun uçuşunu izliyorum; gözbebeğimi riske atmak pahasına.
14 notes
·
View notes
Text
Hemen yanı başlarında, hayatın sanal balkonunda, birbirini görmeyen, dokunmayan insanların, hayali bir zemin üzerinde durmadan yazıştığı, işaretler yolladığı hissizlik çölü var. Sanki hiç yoksulluk, işsizlik, sevgisizlik, aşksızlık, tükenmişlik, acı ve zulüm yokmuşçasına birbirine gizemsiz uğultular bırakan, her kötülüğü kanıksamış o devasa hissizlik çölü. Oyunlar, sevimlilikler, maskeler ve bütün anlatının kelimelerden ibaret kaldığı...
12 notes
·
View notes
Text
Sonra diğerlerini görüyorum; saygıdeğer yığına üst perdeden eşlik edenleri, hileli zarlarla galip gelenleri, ağzını tanrının musluğuna dayamış sahteciler çağının sözcülerini, yüreği çirkinlik çölüne dönmüşleri… Kutsal denen kavramı kılıç gibi kullanarak insanlığı tüketiyorlar ve asırlarca parlatıp durdukları vatanı satıyorlar, sonra da satılacak bir vatan verdiği için tanrıya teşekkür ediyorlar.
10 notes
·
View notes
Text
Zalime yumruğunu doğrultup, senin yasalarını reddediyorum diyebilmek insanlığın en onurlu duruşudur. Savaşa karşı barışı savunmak… Bunun suç olarak kabul edildiği bir yerde, evet, barışı savunuyorum. Kirli savaşlar, katliamlar, yoksulluk, faşizm ve ruhu ezilmekten pestile dönmüş, uyuşturulmuş bir toplumda direnişi ve mücadeleyi savunmak, çocuklar ölmesin diyenlerin yanında olmak…Bunun tek ödülü erdemdir.
14 notes
·
View notes
Text
İnsan ne zaman yaşadığı dünyanın iğrenç bir bataklık olduğunu hissederse arınmak için masumiyet denen şeyin peşine takılır. Onu bulana kadar her engeli aşmak için inanılmaz bir gayret sarf eder.
30 notes
·
View notes
Text
“Leyla Teyze, siz bu sene kesmediniz mi?” dedi bahçe duvarına yanaşan Aygül Abla. “Hayır, kesmedik Aygül!” dedi annem yarı üzgün bir tavırla. Gözlerini kaçırdı annem konuyu kapatmak istercesine. Aygül Abla ve diğer kurban kesenler bunu bir üstünlük mertebesi olarak görür, bir hayvanı boğazlamakla cennetin kapısını aralamış olmanın mutluluğunu yaşarlardı. Kurban bayramlarında annem ve babamla hep aynı tartışmayı yaşardık. Geçen kurban bayramında kesmişlerdi bizimkiler ve ben ibadet uğruna kesilen hayvanın etini yemeyi her defasında reddediyordum. Annem ve babam benim bu tavrımı bir türlü anlamak istemiyorlardı. Bu bayram için onları kurban kesmemeye ikna etmiştim. Bir iyilik veya bir hayır yapmak istiyorlarsa bunu yapmanın çeşitli yollarının olduğunu saatlerce anlatmıştım. Bu yıl üniversite okuyacak olan yoksul bir kız çocuğunun ihtiyaçlarını karşıladılar ve bu iyiliği onlardan başka kimse bilmiyordu. Aygül Ablanın, annemlerin kurban kesmediğini bildiği halde bu konuda ısrar etmesi sırf üstünlük taslamak içindi. Dini görevlerinden birini yerine getirmenin verdiği gösterişle “Leyla Teyze, siz kurban kesmediniz mi?” diyerek diretmesi karşısında, annemin üzgün tavrı ve başını önüne eğerek cevap vermesi ise çok dokunmuştu bana.
Aygül Abla gittikten sonra anneme şunu söyledim:
“Elini kalbine götür anneciğim, orada dünyanın en büyük kutsallığı vardır, o kutsallığın adı vicdandır. Orası sızlamıyorsa, rahat ol, kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilsin.”
Gülümsedi annem ve “rahatım oğlum,” dedi. Annemden bunu duyduğuma sevinmiştim. Boğazlanan bir canlının korkularını ibadet sayarak, Tanrı’ya karşı büyük bir görevin yerine getirildiği düşüncesinin ne denli yanlış olduğunu anlatmak, çok zordur bu coğrafyada. Çünkü vicdanlarının paramparça olduğunun farkında değil bu insanlar. Bozuk vicdanların onarılması ise büyük ve sabırlı bilgelikler gerektirir.
11 notes
·
View notes
Photo
Evden çıktığımda saat dokuz on beşti. İnsanlar akmaya başlamıştı. Sözsüz ve melodisiz insanlar seli. İşçiler, mösyö burjuvazi için dur durak bilmeden çalışan işçiler seli. En kötü koşullarla da olsa yaşamaya çalışmayı bir lütuf olarak gören, şükreden, bankalara, kredi kartlarına mahkûm, taksitlere boğulmuş, günü kurtarmak için çırpınan, savunmasız insanlar seli. Arabalar, kaldırımlar, marketler, süpermarketler ve yükseldikçe çirkinleşen binalar, sele eşlik eden vagonlar gibi duruyor. Hemen köşedeki çöp konteynerinde kahvaltı arayan birkaç kedinin kavgası ve çöpten hurda toplayan şikâyetsiz bir kadın. Kadın gözden uzaklaşan çocuğuna “kız ben sana yanımdan ayrılma demedim mi, öküz!” diye bağırıyor. Anne, kız çocuğuna öküz diye bağırıyor.
12 notes
·
View notes
Photo
Şubat 2021′de çıkacak kitabımız için “aday kapak” resmi. Bence fena değil. Ne dersiniz?
“Her şeyi yazıyordu Taylan. Yazarak uzaklaşmaya çalışıyordu dünya ağrısından. Peki, yazınca acı azalıyor mu? Azalmıyor, acı anıtlaşıyor. Acının anıtlaşması bir gülümsemeyi de, bir dayanma gücünü de getiriyordu beraberinde. Kendisini taşıyıcı olarak görüyordu. Sırası geldiğinde o ağrıyı bir başkasına devredecekti. Çünkü yeryüzünde bu görevi üstlenen veya bu görev için seçilmiş taşıyıcılar vardır. Birilerinin taşıması gerekiyordu bu ağrıyı. Onun görev süresi dolmuştu neredeyse. Omuzlarından bir melek düşmüştü avuçlarına. Yakalamıştı onu. Ama o melek uçup gitti yeniden ve giderken “seni bekleyeceğim papatya suyuyla yıkanmış mektuplar vadisinde, geç kalma!” demişti.”
14 notes
·
View notes