#Dilindeki her cümle
Explore tagged Tumblr posts
mutereddit · 7 months ago
Text
Aralık ayında bir aylığına askere gitmiştim. Deneyimleyen de, deneyimlemeyen de herkesin ortak kanısı tabii ki askerliğin gereksizliği üzerine. Dolayısıyla herkesin dilindeki cümle de bir ay kafa dinlemeye gidiyorsun yönündeydi. Şu an ben de öyle düşünüyorum ama o deneyimin içindeyken pek de öyle değildi. Hiiiç yakınacak değilim tabii ki dostlar. Bir ay dışarıdan kısa ama içerideyken çok uzun ve geçmek bilmeyen bir süre. Her şeye rağmen çok güzel bir deneyimdi. Bir o kadar daha para versem o deneyimi tekrar yaşayamam, o yüzden bu rastgeleliğin güzelliği kaldı yalnızca belleğimde. Çektiğim hiçbir sıkıntı aklıma bile gelmiyor.
Haftaiçinin yorgunluğunu haftasonu istirahat ederek geçirirken, buz gibi soğukta bir şey yapamayacağımızdan, koğuşlarımıza çekilmiş ya uyuyorduk, ya vampir köylü oynuyorduk ya da kitap okuyorduk. Çünkü zaten yapılabilecek başka bir şey yok, telefonlarımız eski tuşlu telefon, o da zaten çekmiyor. Muazzam bir teknoloji detoksu oldu yani. Mavi ışık maruziyeti yok, düzenli uyku, düzenli yemek, tadında fiziksel hareket. Resmen fabrika ayarlarıma geri döndüm.
E tabii o bir ay bizim için orada uzun bir süre olduğundan bir sürü askerlik anısı da oldu, dışarıdan pek mümkün gözükmese de. Ama tabii konumuz bu değil.
Birkaç hafta da olsa sivil hayattaki her şeyden öylesine mahrum kaldık ki, bir haftasonu koğuşta kitap okuyorum, herkes uyuyor pür sessizlik. Dışarıdan müzik sesi geliyor. Otomatlara su yükleyen abi müzik açmış. Hepimiz kulak kabarttık, uyuyanlar uyandı, camlara döküldük. Adam da sağ olsun sesi sona yükseltti. Hepimiz huşu içinde Bergen dinledik, çıt bile çıkarmadan.
Buyrun: https://open.spotify.com/intl-tr/track/4VC8fmwVLEqppUhyTx7pJa
34 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 1 year ago
Text
Orhan Veli / Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur
Tumblr media
Sait Faik'in 1950'de yayımlanan “Mahalle Kahvesi“ kitabından yola çıkan Orhan Veli Kanık, yazarın anlatım biçimi ve seçtiği kahramanlar konusunda yöneltilen eleştirileri ele alıyor. Faik'in ileri bir dil anlayışına ulaştığını, bununla birlikte zaman zaman çok savruk yazdığını söylüyor.
Yaşı 40'ı geçti. Geçti ya 15 yıldan fazla bir zamandan beri adı Genç Hikayeci diye anılır. Bizim de hala Genç Şair diye anıldığımız gibi. Geçelim...
Neyi anlatmaya çalışacağım? Sait Faik'i mi? Buna pek lüzum yok sanıyorum. Öyle ya, adı sanı duyulmadık bir yazar değil ki. Onu, Yaprak okuyucularının hepsi tanır. Bu çabam olsa olsa, onun yeni çıkmış bir kitabından haber vermiye yarıyacak. “Eh, işte söyledin söyliyeceğini, bir de kitabın adını ver, yeter” diyeceksiniz. Bir bakıma doğru. Bu kitaptaki hikayelerin özellikleri de eski hikayelerdeki özelliklerden pek farklı değil. Ama ne yapılım ki adet olmuş, bir kitaptan bahsederken birkaç da söz söylemek gerek. Yalnız, bu iş, Sait Faik'den bahsedildiği zaman tehlikeli bir iş olabilir. Güçtür çünkü Sait hakkında konuşmak, hoşlanmıyabilir. Kendisi de bir hikayesinde yazmış ya “Hikayelerimi beğenmezler, üzülürüm, beğenirler kızarım” diye. Öyledir, gerçekten.
Bir cümlesini anlamak için uzun uzun düşündüğüm olur
Ama bırakalım biz onun hırçınlıklarını bir yana da bildiğimizi okuyalım. Gerçi Sait'i sevenler, beğenenler çoktur, bununla beraber sevmiyenler, beğenmiyenler de yok değildir. Mesela derler ki: “Çok savruk. Yazdığını okumuyor. Bir yazar, okuyucunun karışısına çıkarken, kendisine biraz çeki düzen verir. Okuyucuya biraz saygı gösterir. Mecburdur buna.” Sait Faik için söylenen sözlerin, daha doğrusu kütülemek için söylenenlerin galiba en haklısı bu. O savrukluğu Sait'de zaman zaman ben de görüyorum. Bir cümlesini anlıyabilmek için uzun uzun düşündüğüm oluyor. “Şu cümleyi şöyle kursaydı daha iyi ederdi” dediğim oluyor. Oluyor ya, bir yandan da biliyorum onun ileri bir dil anlayışına vardığını. Bir sanatkara, fesli redingotlu Babıali dilinin yakışmıyacağını anlamış bir yazar. Bir sanatkarın halkın dilinden, konuşma dilinden faydalanması gerektiğine inanmış bir yazar olduğunu biliyorum. Dili, tadı, tuzu kalmamış beylik kalıplardan kurtarmıya çalışıyor. Kelimelere değil de halk dilindeki cümle oyunlarıyla, türlü evirip çevirmelerle zenginleşmeye çalışıyor. Ama bunu her zaman beceremiyormuş, ne yapalım? Biz beceriyor muyuz sanki? O da bana kaç defa çıkışmıştır: “Böyle kelime kullanılır mu? Böyle Türkçe yazılır mı?” diye. Çoğu zaman hakkı da vardır.
Sınıfını inkar edeni sevmiyor
Bir de onun avare, başıboş bir hayat sürüşüne, kahramanlarını da hep o hayatın içinden seçişine tutuluyorlar. İyi ama ya aradığı insanı o hayatın içinde buluyorsa? Üstelik en iyi tanıdığı, en iyi anladığı insan onların arasında ise? Hem Sait Faik'i sırf bu bakımdan beğenenler de az mı? Kahramanlarından söz açtım da aklıma bir şey geldi. Bir aralık da bir yazar ona gene bu konuda, büsbütün tersine isnatlarla çatmıştı. Üniversitede edebiyat okutan, ünlü gazetelerimizden birinde de makaleler döktüren, saçı biraz uzun, aklı biraz kısa bir bayandı. Kibar bir bayandı ama! Sait Faik'in, kahramanlarını, aşağı tabaka dedikleri, ayak takımı dedikleri halkın içinden seçmesini hoş görmüyordu. Bayağı buluyordu o işi. O bayan, üşenmese de şu son kitaptaki Baba-Oğul adlı hikayeli bir okusa. Belki Sait Faik'in insanı onlar arasında aramasının sebebini bir parçacık anlar. O hikayenin konusunu okuyucularıma kısaca anlatıyım:
Bir gazete müvezzinin iki çocuğu varmış. Biri mahalle çocuğu imiş, bir türlü okumuyormuş. Öbürü kibar olmak sevdasındaymış, uslu uslu mektebine gidiyormuş, derlerine çalışıyormuş. Müveziin ümidi de o kibar çocuktaymış. Mahalle çocuğu, okuyamadığı için gazete müvezzi olmuş. Kibar çocuk okumuş, tıbbiyiyi bitirmiş, Avrupa'ya gidip gelmiş, yurda da büyük bir doktor olarak dönmüş. Dönmüş ama ne fayda? Külüstür bir gazete müvezzi olan babasını tanımamış bile. Babasına, gene, kendisi gibi gazete müvezzi olan çocuk, o okumıyan mahalle çocuğu bakmış.
Babası, öbür oğlan için “Doktor oldu ama adam olamadı” diyor, hakkı yok mu?
Sait Faik'in anlattığı kibar çocuğu da sevemiyoruz. O da sevmiyor zaten. Sevmiyor sınıfını inkar eden, ona bağlanamayan çocuğu. Bu kolay kolay küçümsenecek bir şey değil. Muhakkak ki, sınıfını inkar eden kişi, babasını inkar edenden daha kötü kişi. Az mı var böyleleri aramızda?
Sevdiği kıza bakın, hayata yaklaşımını anlayın
“Peki” diyeceksiniz, “Sait Faik o doktor çocukları sevmiyor da kimi seviyor?” Açın aynı kitabın 54'üncü sayfasını. O sayfada “Kınalıada'da Bir Ev” adlı hikaye başlıyor. O hikayede, yazar, uzaktan tanıyıp da hoşlanıverdiği bir kızdan bahsediyor. Biliyor kızın neyin nesi olduğunu ama kendi kendine şöyle tahminler yürütüyor. Diyor ki:
“Küçük, kaplamaları simsiyah kesilmiş bir ahşap evde oturduğunu sanıyorum... Evin alt katlarında kendileri oturur, üst katını yazın kiraya verirler... Arkadaşım dediğim kızın kendi başına bir odası yoktur.
Onu vapurda, ikinci mevkiin tahtaları üzerinde Rumca konuşurken dinlerim...”
Demek Sait Faik, sevdiği insanı, ihtiyar müvezzinin doktor olmuş oğluna benziyen kimseler arasından seçmiyor. Fakir fukara arasından, kara ahşap evlerde oturan, geçinebilmek için evlerinin iki odasını kiraya veren, bir saatlik vapur yolculuğunu ikinci mevkiin tahtaları üzerinde geçiren kimseler arasından seçiyor.
Şimdi meseleyi daha bir kendimize göre kapatayım. Daha doğrusu Sait Faik için kendime göre bir hüküm vereyim. Hali bir fil hikayesi vardı, körlere filin türlü yerlerini tutturmuşlar da sonra “Anlatın bakalım, nasıl hayvanmış şu fil?” demişler. Bacağını tutan “fil bir kumaştır” demiş, dişini tutan “fil bir kemiktir” demiş. Benimki de biraz ona benzeyecek. Yazıma başlarken Sait Faik'in gençliğinden, ihtiyarlığından bahsettim. Sonra da muhabbetle anlattığı kahramanlarından birinin bir mahalle çocuğu olduğunu söyledim. Mahalle çocuğu, Sait'in hikayelerinde bir – iki tane değildir. Birçoktur. Bunu onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikayecidir ne de ihtiyar. Bence o, 40'ını aşmış bir mahalle çocuğudur.
Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor.
(Orhan Veli Kanık / 15 Şubat 1950 / Yaprak dergisi, sayı: 19)
3 notes · View notes
sonsuzsblog · 1 year ago
Text
Hayatın duvarlarında yaşadık hayallerle, pişmanlıklarla, sevgilerle, aşklarla, hazlarla; ama hayır insan sadece nefesle yaşar. Bu yaşıma kadar kaç kez düşüp kalktım bilmiyorum ama kalktım önemli olanda bu değil mi? Okudum, yazdım, çizdim elimde bir kalem bir defter aklıma gelen her şey toz duman gibi uçup gitti, sayfalarıma eklediğim en çok bendim. Düşüncelerin önüne geçemeyen benliğimiz hayallerimizi süsleyen bir zavallıdır. Yasa, yararlı olduğu için değil yasa olduğu için yürürlükte kalırmış; işte insanlarda sevdikleri ya da cesaretli oldukları için değil yaşamaya mecbur oldukları için yaşmaya devam ederler. Kimsenin kimseye ihtiyacı yoktur. İnsan en çok kendine muhtaçtır, insan en çok kendini tanımalıdır. Kim derdi insan kendinden çok başka başka şeyleri sever diye? Öyle olmuyormuş... Aklıma yetiştirdiğim her cümle, kendini bana çalıştıran sayfalar yetişti cahilliğimi tedavi etmeye. Ne sen, ne de bir başkası sende olanları, sen kendini tanımadan bulamıyorsun. Kendini öven insan boş insandır, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, söylediği her kelimeyi dilindeki sayfalarda bırakan... İnsan dilinde değil elinde bırakmalı eserlerini, uzatmalı, hissetmeli. Sen yap ama başkası bahsetsin senden, adın değil eserlerin dolaşsın elden ele, dilden dile. Aklımda uçuşan binbir kelimelerden birisi kanatlanıp birinin düşüncesine konsa ne güzel olur. Felsefe olur, tartışma olur, yeni yeni kavramlar olur ama adı da bu ya; bir eser olur. Sevmek bir sanattır, nefret etmek bir sanattır, kendini bilmek yaptığın en büyük eserdir. İşte tanıyıp tanıyabileceğim en harika ben dersin. İnsan, beni benden alan değil beni ben yapanı seçmelidir. Kelimelerim düşüncelerimle iş birliği yapıp beynimin emriyle bana kalem ve kağıtla itibata geçmemi söylüyor. Yaşanmışlıklar insanın alabileceği en büyük ders, kendinden alabileceği en iyi tecrübedir. Dünya dönüyor ama insan hissetmiyor, ben dönmüyorum, ben olduğum yerdeyim diyoruz; halbuki ömür gelip geçiyor hangimiz oturup geçen dakikaları sayıyoruz? O sayacağımız zamanda yeni şeyler yaşarız çünkü. Ölüm biraz daha yaklaşır bize. Günler, okunan kitabın çevirdiğimiz sayfaları gibidir, çevrilir çevrilir ve bir de bakmışsın kitap bitmiş. İşte budur hayat dediğimiz şey. Sayfalar bitene kadar, kelimeler, cümleler birbirini kovalar. Bir insanla konuşmak gibidir kitap okumak. Ben okurken kitabımın her sayfasıyla aşk yaşadım, her okuduğumda biraz daha aşık oldum. Beni benden mi aldı kitap, yoksa beni ben mi yaptı? Gözlerimi kapattım, aklımdan binbir kelime geçti, her düşünceme biraz daha su ekleyip içmeye devam ettim. Ben kendimi tanıdım, gelip giden insanları bir kenara bırak, sende kalan seni keşfet. Okurken kendimi bulduğum yerde yeni denemeler ekledim kendimce kendime. Amacım bir sayfada bende olanlardan çevirmekti. Bir bir saydım aklımdaki düşüncelerimi, kelime kelime yazdım bir müzik eşliğinde. Baştan başlayıp okudum daha sonra kendimi. Kim hakkımda ne derse desin, çünkü insanların yaptığı en iyi şeydir kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışmak. Kimine göre hastayım, kimine göre vefasız, kimine göre yaş olarak oldukça küçük. Dilediğinizi düşünün ama ben kendimi tanıyorum ve benim hakkımda konuşan insanlardan en büyük farkım bu. İyiki sizden küçüğüm ki kendimi daha erken tanıyıp, bir yol seçebildim kendime. Bir alıntı paylaştım iki gün önce " birileri arkanızdan konuşuyorsa onlardan öndesiniz demektir" işte bu sözü hatırladığımda kendimi tamamen eleştiriye açtım. Bir ay önce karşıma biri çıktı ve çok az kitap okuduğumu söyledi. O an içimden ah demek geçti çünkü kendimi bir kez daha keşfettim. Ben okumak için okumadım, ben kendimi öğrenmek için, okuyacağım yazarı kendimce belirlemek için okuyorum yavaş yavaş. Kitaplığımda biraz daha az kitap olur ama aklımda daha fazla düşünce olur. Şimdi daha iyi okuyorum, daha az eser veren yazar tercih ediyorum.
1 note · View note
eserozetlerim · 2 years ago
Text
Devrik Cümle Nedir, Devrik Cümle Örnekleri (100 Tane)
New Post has been published on https://eserozetleri.com/devrik-cumle-nedir-devrik-cumle-ornekleri-100-tane/
Devrik Cümle Nedir, Devrik Cümle Örnekleri (100 Tane)
Devrik Cümle Nedir, Devrik Cümle Örnekleri (100 Tane) – Türkçe dilinde ifade biçimlerinin zenginliği ve çeşitliliği sayesinde, anlamı ve vurguyu değiştirebilecek farklı cümle yapıları kullanabiliriz. Bu yazıda, “devrik cümle örnekleri” konusuna odaklanarak, 100 tane devrik cümle sunacağız. Bu sayede, devrik cümleleri anlamak ve kullanmak daha kolay hale gelecektir. Peki, devrik cümle nedir?
youtube
Devrik Cümle Nedir?
Devrik cümle, öznenin yüklemden sonra geldiği veya cümlenin normal söz dizimi düzeninin değiştirildiği bir cümle yapısıdır. Bu yapı, anlatıma farklı bir vurgu ve anlam katmak amacıyla kullanılır. Şimdi 10 tane devrik cümle örneğine geçelim.
Devrik Cümle Örnekleri
Devrik Cümle Örnekleri sayesinde konuyu daha iyi şekilde anlayabilirsiniz. Bu örnekler, her eğitim seviyesi için uygun örneklerdir.
Dün akşam sinemaya gitti Ali.
İçeri girdi hızla Ayşe.
Ormana doğru koştu hızlıca köpek.
Kitap okumayı seviyor çokça Hasan.
Ders çalıştı öğleden sonra küçük kız.
İşten döndü yorgunca annem.
Üşüdü hafifçe bahçede oynarken çocuklar.
Uyandı erken saatlerde kuşlar.
Çiçekler açtı baharın ilk gününde.
Çamaşırları astı bahçeye Nazlı teyze.
Devrik cümle örnekleri 100 tane, öğrencilere cümle yapılarını ve anlamı farklılaştırmanın önemini anlatmaya yardımcı olur. Öğrencilerin devrik cümle yapısını anlamalarına ve kullanmalarına katkı sağlayacaktır. Türkçe dilindeki zengin ifade biçimlerini keşfederken, öğrenciler daha etkili ve güçlü bir anlatım yeteneği kazanacaklardır. Peki, Devrik Cümle Nasıl Olur?
Devrik Cümle Nasıl Olur?
Devrik cümle, Türkçede normal söz diziminden saparak, öğelerin sırasının değiştirildiği bir cümle yapısıdır. Devrik cümlelerde özne, yüklemden sonra gelebilir veya cümledeki öğelerin sırası diğer şekillerde değiştirilebilir. Bu tür cümleler, anlamı ve vurguyu değiştirmek, okuyucunun veya dinleyicinin dikkatini çekmek ve daha etkileyici bir anlatım sağlamak amacıyla kullanılır.
İşte devrik cümle örnekleri:
Normal cümle: Ayşe okula gider. Devrik cümle: Okula gider Ayşe.
Normal cümle: Çocuklar parkta oynuyorlar. Devrik cümle: Oynuyorlar parkta çocuklar.
Normal cümle: Kediler süt içer. Devrik cümle: İçer süt kediler.
Bu örneklerde gördüğümüz gibi, devrik cümlelerde öğelerin sırası değişir ve bu da anlatıma farklı bir vurgu ve anlam katmaktadır.
100 Tane Devrik Cümle Örneği
100 tane devrik cümle örneği ile konuyu daha iyi pekiştirebilir ve anlayabilirsiniz. Aşağıda yer alan devrik cümle örnekleri 2 sınıf dahil olmak üzere tüm eğitim dönemleri için uygundur.
Okula gitti Mehmet.
Sınıfta oturdu öğrenciler.
Kitabını okudu sessizce kız.
Dükkanını kapattı saat 6’da esnaf.
Pasta yedi doyasıya çocuklar.
Mutfağa girdi telaşla anne.
Şarkı söyledi coşkuyla grup.
Toprağa ekti tohumları çiftçi.
Yürüdü sahilde hüzünlü genç.
Daldı denize cesurca dalgıç.
Çalıştı geç saatlere kadar öğrenci.
Uçurtma uçurdu rüzgarla beraber çocuk.
Fotoğraf çekti profesyonelce fotoğrafçı.
Açıldı pencereler sabahın ilk ışıklarında.
Şiir yazdı ilhamla şair.
Üşüdü dışarıda beklerken köpek.
Arabayı park etti sokakta adam.
Yemeği hazırladı özenle kadın.
Seyahate çıktı maceraperest arkadaşlar.
Söyledi gerçeği cesaretle genç.
İçeri girdi, hızla Ali.
Devrik Cümle Nedir, Devrik Cümle Örnekleri (100 Tane)
Hediye aldı, annesine Ayşe.
Dün gece sinemaya gitti, arkadaşlarıyla Mehmet.
Yeni elbise giydi, yılbaşı partisine gelen Seda.
Kitap okuyarak uyandı, her sabah Emre.
Parka koştu, enerjik köpeğiyle Hasan.
Elma yedi, öğle yemeğinde Deniz.
Aldı bir çanta, rengarenk İrem.
Şemsiyesini açtı, yağmura yakalanan Cem.
Yüzerek geçti gölü, sporcu arkadaşıyla Burcu.
Sıcak çikolata içti, kış gününde Ege.
İspanya’da tatil yaptı, geçen yaz Selin.
Kütüphaneye gitti, proje araştırması için Ali.
Bisiklete bindi, hava güzel olduğunda Ayşe.
Kayak yaptı, kış tatilinde Mehmet.
Şarkı söyledi, yıldızlı bir gecede Seda.
Müzik dinledi, sevdiği şarkıcıdan Emre.
Yürüdü ormana, doğa yürüyüşüne çıkan Hasan.
Balık tuttu, güzel bir hafta sonunda Deniz.
Kek yaptı, doğum günü için İrem.
Resim çizdi, boş zamanlarında Cem.
Satranç oynadı, babasıyla Burcu.
Sinemaya gitti, yeni filmi izlemeye giden Ege.
Yüzmeye gitti, sıcak bir yaz gününde Selin.
Çalıştı, sınavlara hazırlanan Ali.
Arabayı tamir etti, hafta sonunda Ayşe.
Üniversiteye başladı, yeni hayatına adım atan Mehmet.
Çiçek yetiştirdi, bahçesinde Seda.
Arkadaşlarıyla buluştu, kafede Emre.
Pikniğe gitti, ailesiyle Hasan.
Evde kaldı, hastalanan Deniz.
Yemek pişirdi, akşam yemeği için İrem.
Kedi besledi, sokaktan alan Cem.
Seyahate çıktı, dünya turuna Burcu.
Kamp yaptı, doğada Ege.
Fotoğraf çekti, yeni kamerasıyla Selin.
Tiyatro izledi, kültürel etkinliklere meraklı Ali.
Dans etti, düğünde Ayşe.
İşe gitti, erken kalkan Mehmet.
Kitap yazdı, hayallerini anlatan Seda.
Uyandı, kuşların sesiyle Emre.
Uçurtma uçurdu, rüzgarlı günde Hasan.
Yarım bıraktı, okuması gereken kitabını Deniz.
Yağmurda koştu, çocukluğunu hatırlayan İrem.
Eşyalarını topladı, taşınmaya hazırlanan Cem.
Arabayla gezmeye çıktı, manzaraları izleyen Burcu.
Ders çalışmadı, tatil modunda olan Ege.
Yüzme öğrendi, yaz tatilinde Selin.
Bisikletini tamir etti, kendisiyle uğraşan Ayşe.
Okula yetişmeye çalıştı, geç kalan Mehmet.
Keman çaldı, müzik dinleyen Seda.
Bahçede koştu, enerjik köpeğiyle Hasan.
Yeni yıl kutladı, sevdikleriyle birlikte Deniz.
Şoför oldu, ehliyetini alan İrem.
İşten geldi, yorgun ama mutlu Cem.
Gece gezmesi yaptı, arkadaşlarıyla Burcu.
Hediye aldı, sevgilisine Ayşe.
Sinemaya gitmeyi tercih etti, evde kalan Ege.
Doğum günü partisi düzenledi, sürpriz yapan Selin.
Konser izledi, sevdiği sanatçıyı dinleyen Ali.
Yoga yaptı, kendine zaman ayıran Ayşe.
Sevgilisiyle buluştu, romantik bir akşam geçiren İrem.
Hayatını değiştirdi, yeni bir işe başlayan Mehmet.
Şelaleye yürüdü, doğayı keşfeden Seda.
Tavşan besledi, bahçesinde yavruları olan Emre.
Yürüyüşe çıktı, sağlığına dikkat eden Hasan.
Yemek tarifi denedi, mutfağı keşfeden Deniz.
Sanat sergisine gitti, yeni eserler keşfeden İrem.
Bungee jumping yaptı, adrenalin tutkunu Burcu.
Fotoğrafçılık kursuna gitti, yeteneğini geliştiren Cem.
Yeni bir dil öğrendi, İspanyolca konuşan Ege.
Gökyüzüne baktı, yıldızların parladığı gece Selin.
Dondurma yedi, sıcak yaz gününde Ali.
Bahçe işleriyle uğraştı, yeşil alanı seven Ayşe.
Motor ehliyeti aldı, özgürlük hisseden Mehmet.
Güneşlenmek için denize girdi, yaz tatilinde Seda.
Piknikte tavla oynadı, keyifli bir gün geçiren Emre.
Tarihi mekana gezintiye çıktı, kültürel mirasını keşfeden Hasan.
Yarışmaya katıldı, yeteneğini sergileyen İrem.
Kahve içti, arkadaşlarıyla buluşan Cem.
0 notes
ro-dag · 3 years ago
Text
AKIŞ SEVİNCİ
Her arayış hakikat
sevgili
Cümle kavuşmalar yalan
Var olmak zamana karşı yarış ya da bitimsiz
bir koşu
Sürekli uzaklarla anılan o ezeli yolcunun ardından
Bildim, sevinç
çiğnediğim yolda bir yakınlık duygusu yalnızca
Veya bir yakın temas umudu ve
belki de hepsi bu
Tuz dökmekmiş yaraya, buymuş diyorlar serencam, ne
gam
Sana yürüyorum işte, durmak sensizliğin çıldırtan boşluğu
Yürüten
sensin, kudretine şükürler olsun
Kavuşmak ilminde uzay çağının
Sadece
bölünmüş bir düştür bize vuslat
Tekmil yollar izsiz ve ıssız bir çöle çıksa
bile
Hala ayrılıktayız ha, vay be, bu ne muamma diyen kim
Bengisu sensin
ve ben seni arıyorum
Her adımım bir nebze daha götürüyorsa beni buradan uzağa
Varsın her saniyesi akan zamanın
Ruhumu acılar tufanına
salsın
Bildik hiçbir mekanda yoksun, gerçek, ancak sensizlik de
yok
Kokladığım her çiçeğe sinmiş bu mest eden rayiha
Senin kokun, yaşam
soluğu yani, işte yaşama sevinci bu
Demek ki sen varsın, öyle ya, sana
yürüyorum zira
Her anı bir buluşmadır bu koşunun ve durmak tanıdık yegane
korku
Şükrediyorum sana, hala yürünmemiş yola ve ayaklarıma
Benimki cevabı
ummanda saklı bir akarsu sorusu
Yeter, bana tek bu akışın sevinci
kalsın
Senden bana yol kesen bir uçurum dehşeti değil ayrılık
Bir
mecra ve kaynak ilişkisi, yani mecnun işi çılgın bir macera
Tümüyle kaynak
aslında, kendisi olan ve kaçan kendindeki uzağa
Sonsuzluğa sessiz bir çağrı,
tetiğe işmar eden hedef
Duyduğum en zalim ilenç, sevgilinin dilindeki acı
beddua:
Menzili kısa!
Sakın durma diyorum, yürü ve kulaç at tekmil
ufuklara
Dizlerime hükmeder denli soluğum mevcutsa hala
Bütün uzaklıklar
beni bulsun
Şikâyetim yok, dur dediğim duyulmayacak asla
Dilim
damağıma yapışsın beni bekle dediğim an
Karanlığı kuşansın evren o zaman ve
bitsin bütün rüya
Ben, yolların Medinesiz hicrete hükümlü göçmen
çocuğu
Tek essin şu badısaba, engel olma, bu bir rica yalnızca
Taşısın
benden yana sendeki hayat soluğunu
Mor menevşe kokusu katran karası
saçlarının
Ciğerlerime dolsun
Belanı arıyorsun diyorlar bana, seni
böyle anlatıyorlar, anlıyorum
Yani seninle sırdaş bir baş taşıyorum gövdemin
üstünde
Bazen hepten sen oluyorum, bu kesin, tümden bela kesiliyorum
yani
Ve dinmesin bir daha asla serdeki bu fırtına diyorum
Kestiğinde
muhabbeti tin ve ten, darılıp birbirine küstüğünde
Narin bir kelebektedir
ruhum, sende kanat çırpmadadır
Cansız gövdemle düşteyim, haydi moladayım
diyeyim, seni soluyorum
Yere kapanmış bedenim birlik diliyor toprakla artık,
sevinsin fukara..
11 notes · View notes
hevalenroje · 4 years ago
Text
Kaynak @jineoloji
Ali. Haydar kaytanın
Bir. Şiiri
Duygu denize. Çekiyor insanı
Hemde. Öyle. Bir çekme ki
Gözlerin değil ama içten içe
Kinmse Farkmetsin. Bu daha iyi
İçten hem ağlamak insanı dahada rahatlatır .
Her arayış hakikat sevgili
Cümle kavuşmalar yalan
Varolmak zamana karşı yarış ya da bitimsiz bir koşu
Sürekli uzaklarla anılan o ezeli yolcunun ardından
Bildim, sevinç çiğnediğim yolda bir yakınlık duygusu yalnızca
Veya bir yakın temas umudu ve belki de hepsi bu
Tuz dökmekmiş yaraya, buymuş diyorlar serencam, ne gam
Sana yürüyorum işte, durmak sensizliğin çıldırtan boşluğu
Yürüten sensin, kudretine şükürler olsun
Kavuşmak ilminde uzay çağının
Sadece bölünmüş bir düştür bize vuslat
Tekmil yollar izsiz ve ıssız bir çöle çıksa bile
Hala ayrılıktayız ha, vay be, bu ne muamma diyen kim
Bengisu sensin ve ben seni arıyorum
Her adımım bir nebze daha götürüyorsa beni burdan uzağa
Varsın her saniyesi akan zamanın
Ruhumu acılar tufanına salsın
Bildik hiçbir mekanda yoksun, gerçek, ancak sensizlik de yok
Kokladığım her çiçeğe sinmiş bu mest eden rayiha
Senin kokun, yaşam soluğu yani, işte yaşama sevinci bu
Demek ki sen varsın, öyle ya, sana yürüyorum zira
Her anı bir buluşmadır bu koşunun ve durmak tanıdık yegane korku
Şükrediyorum sana, hala yürünmemiş yola ve ayaklarıma
Benim ki cevabı ummanda saklı bir akarsu sorusu
Yeter, bana tek bu akışın sevinci kalsın
Senden bana yol kesen bir uçurum dehşeti değil ayrılık
Bir mecra ve kaynak ilişkisi, yani mecnun işi çılgın bir macera
Tümüyle kaynak aslında, kendisi olan ve kaçan kendindeki uzağa
Sonsuzluğa sessiz bir çağrı, tetiğe işmar eden hedef
Duyduğum en zalim ilenç, sevgilinin dilindeki acı beddua:
Menzili kısa!
Sakın durma diyorum, yürü ve kulaç at tekmil ufuklara
Dizlerime hükmeder denli soluğum mevcutsa hala
Bütün uzaklıklar beni bulsun
Şikayetim yok, dur dediğim duyulmayacak asla
Dilim damağıma yapışsın beni bekle dediğim an
Karanlığı kuşansın evren o zaman ve bitsin bütün rüya
Ben, yolların Medinesiz hicrete hükümlü göçmen çocuğu
Tek essin şu badısaba, engel olma, bu bir rica yalnızca
Taşısın benden yana sendeki hayat soluğunu
Mor menevşe kokusu katran karası saçlarının
Ciğerlerime dolsun
Belanı arıyorsun diyorlar bana, seni böyle anlatıyorlar, anlıyorum
Yani seninle sırdaş bir baş taşıyorum gövdemin üstünde
Bazen hepten sen oluyorum, bu kesin, tümden bela kesiliyorum yani
Ve dinmesin bir daha asla serdeki bu fırtına diyorum
Kestiğinde muhabbeti tin ve ten, darılıp birbirine küstüğünde
Narin bir kelebektedir ruhum, sende kanat çırpmadadır
Cansız gövdemle düşteyim, haydi moladayım diyeyim, seni soluyorum
Yere kapanmış bedenim birlik diliyor toprakla artık, sevinsin fukara
Bırak aslına dönüp rahat bir nefes alsın
Ali Haydar Kaytan
3 notes · View notes
silapnrbas · 5 years ago
Text
Biliyorum, kızgınsın bana..
yer yer nefretin oldum, yer yer yaran..
ağzı açık,sızmaya,sızlamaya müsait bir yara..
Gittiğim yerden yazamıyorum..
kaldığım yerden devam edemiyorum sana..
öldüğüm yerden dirilemiyorum..
anla..
geçmiyor zamanla..
Bilmiyorsun..
cevabını bulamadığım bütün soruları çöpe attım.
onları yok saydım, seni gitmedin..
bıraktığın yerden sana saydım, günleri..
ölmediğim günlere saydım, gelmediklerini..
Bunca zaman ne yaptım bilmiyorsun,kızma..
seni merak ettim biliyor musun?
Bilmiyorsun kızma..
seni özledim, içtim fotoğrafını bilmiyorsun..
seni yıktım içimde tabu diye.
seni ördüm içime duvar diye..
seni uğurladım dilimden Allaha dua diye..
ah etmedim inan..
merhamet et dedim Allahım..
Merhamet..
bilmiyorsun, bak..
Her sabah eksik, kanadı kırık bir günaydın konar pencereme.
umuduma verdiğim bir parça ekmek sensin..
Uyuyamadığım her gece sen..
her hece sen..
aklıma geliyorsun olur olmadık.
beynimden vurulmuşa dönüyorum inan.
acaba diyorum, beni düşünüyor mu hiç.
yokluğum yakasına yapışıyor mu..
diline düşüyor muyum yar diye..
ciğerinde yanıyor muyum yara diye..
diline duaya geliyor muyum bir cuma günü..
Allahla arasını açıyor mu acaba, diyorum.
ağlıyor mu diyorum, gülüyor mu.
Mutlu mu şimdi, diyorum
yalan söylüyor mu..
unuttum,aklıma bile gelmiyor diyebiliyor mu?
içiyor mu çok?
yok..
aramızdaki mesafe değil mesele.
mesele “biz”
mesele bir dizi iz..
Allahım dedim..
ne olur üşümesin eli, başka birinin ellerine..
seviyorum'lu öldürücü cümle darbeleriyle yaşatmasın birini..
Allahım dedim..
bak.. beni unutmasın yalvarırım..
yalvarırım bir çay tomurcuğu gibi düşür beni,onun aklına.
Allahım ne olur dedim..
ölmesin o, başka birine..
Onun mezar taşı benim göğsümdür bilesin..
etme..
kabul etme Allahım..
onda, yar diye, yara diye benden başkasını..
Unutturma dedim Allahım, ölürüm..
unutma Allahım dedim..
nefes diye savur beni soluğundan içine at, dedim..
Hep sana vardım geldim,en kuytulardan..
sırtımı bile dönemedim yokluğuna..
ölmedim ama, inan hiç yaşamadım da..
ve artık bilirim..
aramızdaki boşluğu dünya bile dolduramaz artık..
Beni unut tamam, ama yalvarırım..
boynuna kolye yaptığım ıslak geceleri unutma..
yastığına sinen kokum hatrına..
Bil..
Allah şahidimdir ki: ben ayın 14ü gibi saf,temiz lekesiz sevdim seni..
Ben ki seni, bir “Amin” içtenliğiyle sevdim..
kabul, yarama kabuk olmayacağını bile bile sevdim..
Şimdi, mecnunun içindeki ateş,leylanın dilindeki dua, benim..
Sen ki sevdin..
Sevdim demeden, sevemeden gittin..
Olsun canım benim..
Benim canım, olsun..
Ben ki sol'un olamadım..
varsın canın sağ olsun..♥
9 notes · View notes
yeniyeniseyler · 7 years ago
Text
Derya Uluğ - Ne Münasebet (Video Klip)
Derya Uluğ – Ne Münasebet (Video Klip)
Derya Uluğ‘un DMC Müzik etiketiyle çıkan yeni single çalışması “Ne Münasebet”in video klibi yayınlandı. Sözleri Gökhan Şahin’e, müziği Asil Gök’e, düzenlemesi Asil Gök ve Görkem Oker’e ait olan şarkının video klibini Derya Uluğ yönetti. Derya Uluğ – Ne Münasebet – Şarkı Sözleri “Saf kibirden ibaret, Dilindeki her cümle, Kaf dağından misafir, Kabul etmiyor bünye. Anlamsız cesaret bir güven var…
View On WordPress
0 notes
cerendmrts-blog · 5 years ago
Text
Biliyorum, kızgınsın bana..
yer yer nefretin oldum, yer yer yaran..
ağzı açık,sızmaya,sızlamaya müsait bir yara..
Gittiğim yerden yazamıyorum..
kaldığım yerden devam edemiyorum sana..
öldüğüm yerden dirilemiyorum..
anla..
geçmiyor zamanla..
Bilmiyorsun..
cevabını bulamadığım bütün soruları çöpe attım.
onları yok saydım, seni gitmedin..
bıraktığın yerden sana saydım, günleri..
ölmediğim günlere saydım, gelmediklerini..
Bunca zaman ne yaptım bilmiyorsun,kızma..
seni merak ettim biliyor musun?
Bilmiyorsun kızma..
seni özledim, içtim fotoğrafını bilmiyorsun..
seni yıktım içimde tabu diye.
seni ördüm içime duvar diye..
seni uğurladım dilimden Allaha dua diye..
ah etmedim inan..
merhamet et dedim Allahım..
Merhamet..
bilmiyorsun, bak..
Her sabah eksik, kanadı kırık bir günaydın konar pencereme.
umuduma verdiğim bir parça ekmek sensin..
Uyuyamadığım her gece sen..
her hece sen..
aklıma geliyorsun olur olmadık.
beynimden vurulmuşa dönüyorum inan.
acaba diyorum, beni düşünüyor mu hiç.
yokluğum yakasına yapışıyor mu..
diline düşüyor muyum yar diye..
ciğerinde yanıyor muyum yara diye..
diline duaya geliyor muyum bir cuma günü..
Allahla arasını açıyor mu acaba, diyorum.
ağlıyor mu diyorum, gülüyor mu.
Mutlu mu şimdi, diyorum
yalan söylüyor mu..
unuttum,aklıma bile gelmiyor diyebiliyor mu?
içiyor mu çok?
yok..
aramızdaki mesafe değil mesele.
mesele “biz”
mesele bir dizi iz..
Allahım dedim..
ne olur üşümesin eli, başka birinin ellerine..
seviyorum'lu öldürücü cümle darbeleriyle yaşatmasın birini..
Allahım dedim..
bak.. beni unutmasın yalvarırım..
yalvarırım bir çay tomurcuğu gibi düşür beni,onun aklına.
Allahım ne olur dedim..
ölmesin o, başka birine..
Onun mezar taşı benim göğsümdür bilesin..
etme..
kabul etme Allahım..
onda, yar diye, yara diye benden başkasını..
Unutturma dedim Allahım, ölürüm..
unutma Allahım dedim..
nefes diye savur beni soluğundan içine at, dedim..
Hep sana vardım geldim,en kuytulardan..
sırtımı bile dönemedim yokluğuna..
ölmedim ama, inan hiç yaşamadım da..
ve artık bilirim..
aramızdaki boşluğu dünya bile dolduramaz artık..
Beni unut tamam, ama yalvarırım..
boynuna kolye yaptığım ıslak geceleri unutma..
yastığına sinen kokum hatrına..
Bil..
Allah şahidimdir ki: ben ayın 14ü gibi saf,temiz lekesiz sevdim seni..
Ben ki seni, bir “Amin” içtenliğiyle sevdim..
kabul, yarama kabuk olmayacağını bile bile sevdim..
Şimdi, mecnunun içindeki ateş,leylanın dilindeki dua, benim..
Sen ki sevdin..
Sevdim demeden, sevemeden gittin..
Olsun canım benim..
Benim canım, olsun..
Ben ki sol'un olamadım..
varsın canın sağ olsun..
1 note · View note
doriangray1789 · 2 years ago
Text
Hayatın duvarlarında yaşadık hayallerle, pişmanlıklarla, sevgilerle, aşklarla, hazlarla; ama hayır insan sadece nefesle yaşar. Bu yaşıma kadar kaç kez düşüp kalktım bilmiyorum ama kalktım önemli olanda bu değil mi? Okudum, yazdım, çizdim elimde bir kalem bir defter aklıma gelen her şey toz duman gibi uçup gitti, sayfalarıma eklediğim en çok bendim. Düşüncelerin önüne geçemeyen benliğimiz hayallerimizi süsleyen bir zavallıdır. Yasa, yararlı olduğu için değil yasa olduğu için yürürlükte kalırmış; işte insanlarda sevdikleri ya da cesaretli oldukları için değil yaşamaya mecbur oldukları için yaşmaya devam ederler. Kimsenin kimseye ihtiyacı yoktur. İnsan en çok kendine muhtaçtır, insan en çok kendini tanımalıdır. Kim derdi insan kendinden çok başka başka şeyleri sever diye? Öyle olmuyormuş... Aklıma yetiştirdiğim her cümle, kendini bana çalıştıran sayfalar yetişti cahilliğimi tedavi etmeye. Ne sen, ne de bir başkası sende olanları, sen kendini tanımadan bulamıyorsun. Kendini öven insan boş insandır, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, söylediği her kelimeyi dilindeki sayfalarda bırakan... İnsan dilinde değil elinde bırakmalı eserlerini, uzatmalı, hissetmeli. Sen yap ama başkası bahsetsin senden, adın değil eserlerin dolaşsın elden ele, dilden dile. Aklımda uçuşan binbir kelimelerden birisi kanatlanıp birinin düşüncesine konsa ne güzel olur. Felsefe olur, tartışma olur, yeni yeni kavramlar olur ama adı da bu ya; bir eser olur. Sevmek bir sanattır, nefret etmek bir sanattır, kendini bilmek yaptığın en büyük eserdir. İşte tanıyıp tanıyabileceğim en harika ben dersin. İnsan, beni benden alan değil beni ben yapanı seçmelidir. Kelimelerim düşüncelerimle iş birliği yapıp beynimin emriyle bana kalem ve kağıtla itibata geçmemi söylüyor. Yaşanmışlıklar insanın alabileceği en büyük ders, kendinden alabileceği en iyi tecrübedir. Dünya dönüyor ama insan hissetmiyor, ben dönmüyorum, ben olduğum yerdeyim diyoruz; halbuki ömür gelip geçiyor hangimiz oturup geçen dakikaları sayıyoruz? O sayacağımız zamanda yeni şeyler yaşarız çünkü. Ölüm biraz daha yaklaşır bize. Günler, okunan kitabın çevirdiğimiz sayfaları gibidir, çevrilir çevrilir ve bir de bakmışsın kitap bitmiş. İşte budur hayat dediğimiz şey. Sayfalar bitene kadar, kelimeler, cümleler birbirini kovalar. Bir insanla konuşmak gibidir kitap okumak. Ben okurken kitabımın her sayfasıyla aşk yaşadım, her okuduğumda biraz daha aşık oldum. Beni benden mi aldı kitap, yoksa beni ben mi yaptı? Gözlerimi kapattım, aklımdan binbir kelime geçti, her düşünceme biraz daha su ekleyip içmeye devam ettim. Ben kendimi tanıdım, gelip giden insanları bir kenara bırak, sende kalan seni keşfet. Okurken kendimi bulduğum yerde yeni denemeler ekledim kendimce kendime. Amacım bir sayfada bende olanlardan çevirmekti. Bir bir saydım aklımdaki düşüncelerimi, kelime kelime yazdım bir müzik eşliğinde. Baştan başlayıp okudum daha sonra kendimi. Kim hakkımda ne derse desin, çünkü insanların yaptığı en iyi şeydir kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışmak. Kimine göre hastayım, kimine göre vefasız, kimine göre yaş olarak oldukça küçük. Dilediğinizi düşünün ama ben kendimi tanıyorum ve benim hakkımda konuşan insanlardan en büyük farkım bu. İyiki sizden küçüğüm ki kendimi daha erken tanıyıp, bir yol seçebildim kendime. Bir alıntı paylaştım iki gün önce " birileri arkanızdan konuşuyorsa onlardan öndesiniz demektir" işte bu sözü hatırladığımda kendimi tamamen eleştiriye açtım. Bir ay önce karşıma biri çıktı ve çok az kitap okuduğumu söyledi. O an içimden ah demek geçti çünkü kendimi bir kez daha keşfettim. Ben okumak için okumadım, ben kendimi öğrenmek için, okuyacağım yazarı kendimce belirlemek için okuyorum yavaş yavaş. Kitaplığımda biraz daha az kitap olur ama aklımda daha fazla düşünce olur. Şimdi daha iyi okuyorum, daha az eser veren yazar tercih ediyorum.
1 note · View note
kelimeoyunu · 3 years ago
Text
Palindromlar hakkında
Tersten okunduğunda değişmeyen kelime veya cümlelere palindrom diyoruz. Örnek: “Kıza yazık”. Bu cümleyi ister soldan sağa ister sağdan sola okuyun, sonuçta kıza yazık oluyor. Palindromlar sadece dille sınırlı değiller tabii. Palindrom özelliği gösteren sonsuz sayıda tarih ve sayı (Örneğin, 20/02/2002, 22/02/2022, 12321, 7997 vb.) bulunduğu gibi, bazı DNA dizilimleri, Alban Berg’in Lulu operasının prelüdü gibi kimi müzik parçaları da palindromik niteliktedir. Fakat bu blogun teması kelime oyunları olduğundan, burada yalnızca yazı dilindeki palindromlarla ilgileneceğim.
Palindrom sözcüğü, 17. yüzyıl başlarında İngiliz yazar Ben Johnson tarafından (bazı kaynaklara göre Henry Peacham tarafından), Grekçe palin (yine) ve dromos (yön) sözcükleri bir araya getirilerek türetilmiş. Ben Johnson, Kanadalı, rekortmen bir atlet olmadığı gibi, bilinen ilk palindromun kaşifi veya mucidi de değildi. Ne ki simetrinin bu garip cilvesini adlandırmak ve edebiyat terimleri arasına katmak Johnson'a kısmet oldu.
Palindromların tarihi, bilebildiğimiz kadarıyla, M.S. 79 yılına uzanıyor. O yıl takvimler 24 Ağustos'u gösterirken Vezüv Yanardağı patlamış ve Pompeii kentiyle birlikte Herculaneum kasabasını da küller altında bırakmış. İşte en eski palindrom gözüyle bakılan Sator Karesi orada, o küllerin arasında bulunmuş. Çeşitli Sator Kareleri İngiltere’den Suriye’ye kadar, tüm Roma topraklarına dağılmışsa da fotoğrafını aşağıda gördüğünüz örnek, bu karelerin en eskisi ve en ünlüsü olma özelliğini taşıyor.
Tumblr media
(Sator Karesi, Kaynak: M Disdero, CC BY-SA 3.0, Wikimedia Commons)
Sator Karesi'nde hem yatay hem düşey eksende, her iki yönden aynı cümle okunur: SATOR AREPO TENET OPERA ROTAS. Anlamı muğlaksa da gramere uygun olan bu cümle “Çiftçi Arepo pullukla çalışır” diye çevriliyor. Diğer bir ünlü Latin palindromu ise IN GIRUM IMUS NOCTE ET CONSUMIMUR IGNI (“Geceleri dolaşmaya çıkarız ve ateş tarafından yutuluruz”) cümlesidir. Orta Çağ'dan kalma bu palindromun, aynı zamanda, cevabı pervaneler veya yıldızlar olan bir bilmece olduğu sanılıyor. Bizans’ta da güzel bir palindrom varmış: ΝΙΨΟΝ ΑΝΟΜΗΜΑΤΑ ΜΗ ΜΟΝΑΝ ΟΨΙΝ - Nipson anomemata me monan opsin : “Sadece yüzünüzü değil, günahlarınızı da yıkayın!” (Okunuşunu verince palindrom özelliğine uymuyor gibi, ama “ps” sesinin Grek alfabesinde tek harfle - Ψ - karşılandığına dikkat edelim). Bu dini öğüde, yazılı olarak, Paris ve Londra’daki kimi kiliselerin yanı sıra, İstanbul’da, Aya Sofya’nın vaftiz kurnasında da rastlamak mümkün.
Her dilde, her türlü alfabe ile yazılmış palindromlar mevcuttur. İnsanların oyunu sevdikleri, giderek birer homo ludens (oynayan insan) oldukları düşünülecek olursa palindromların popülerliğini anlamak zor değil. Buna karşın, anlaşılan o ki bizde bilmecelere ve kelime oyunlarına meraklı bir avuç insan dışında, palindromlarla ciddi olarak ilgilenen olmamış. Genel olarak, sınırlama altında yazma konusunda da durum farklı değil. “Anastas Mum Satsana: Anagramlar, Palindromlar ile Başka Dil ve Sözcük Oyunları Üstüne Denemeler” (Üstün Alsaç, Yapı Kredi Yayınları, Doğan Kardeş Kitaplığı 40, İstanbul, 1992, 172 sayfa), Türkçede palindromlar hakkında yazılmış başlıca kitap. Mesleği mimarlık olan, akademisyen Üstün Bey (d. 1942), adı geçen kitapta arkadaşı Orhan Tarkan’la birlikte ürettikleri palindromlara yer vermiş.
Alsaç’a göre, çıkış tarihini ve kaynağını tam bilemesek de (?) Türkçede kurulmuş en eski palindrom “Anastas, mum satsana” imiş (“Anastas” bir Rum ismidir bu arada). Bu cümlenin “Anastas, kabak satsana”, “Anastas, keten etek satsana”, “Anastas, rulo iyi olur, satsana” vs. türevlerine de rastladım; ama orijinali herhalde “mum”lu olanı.
Palindromlar, daha büyük bir küme oluşturan sınırlama altında yazma (İng. constrained writing) konusunun alt başlıklarından biri sadece. Sınırlama (ya da kısıt) altında yazmanın akrostiş, anagram, pangram, lipogram vb. birçok başka biçimi de var; ama bu, ayrı bir yazıyı hak eden, hayli geniş bir konu.
0 notes
vesselam · 7 years ago
Video
youtube
Saf kibirden ibaret  Dilindeki her cümle  Kaf dağından misafir  Kabul etmiyor bünye  Anlamsız cesaret bir güven var yüzünde  İstemeyen misafir kabul etmiyor bünye  Göz pınarlarında yalancı rutubet  Barışmaya gelmişmiş ne münasebet  Ateşkes istiyormuş ayrı kalmaya doymuş  Bir özür bekliyormuş ne münasebet.. 
Derya Uluğ - Ne Münasebet
19 notes · View notes
zerzebil · 8 years ago
Text
Zerzebil ......
.............. Bin yıl öncesi bundan yaşanmış bir hikayedir sana anlatacağım..duymayı bilenin ancak duyacağı anlamlar çizgisini bilenin üzerinde yürüyebileceği kıldan ince kılıçtan keskin bir mana sırrıdır;kelam I kadimden taşan bu hikaye yine okuyanın dilinde konuşur.. konuştukça tılsımı büyür.. bazen kişi hikayatı bilir bazen hikayat kişiye nüfuz eder.. bilki bu uca dünyada bir tek kirpik yarası ok yarasından derindir....değdiğince deler geçer insanı ..eski zamanların kalkanına sığınmış güneş başını kaldırdığı an ;hint elinin unutulmuş köşesinde Bilinmezler dağının eteğinde kuşlar hükümdarlığında parıldar yeni neşenin ufku… Kuşlar aleminin hükümdarı abusutharın krallığında sayısı bilinmez cinsi cibilliyette kuşlar bulunurdu.. kiminin rengi al ,kiminin rengi mor kiminin göğ yeşili ..herbiri birbirinden ayrı bir dil konuşur,herbiri koca hayatın başka bir dalında tuner.. cümle kuşların arasında bir bozuşma vaki olmaz ..buncası birbiri ile sevişir ,yarışır vakti bu hali rehavetle temaşa eylerler..ötüşür dururlardı.. bunların hükümdarı abusuthar herbir cinsin dilini bilir ,fikrini zikrini bilir;mührünü kendi bastığı birer mektup gibi onları okur,anlardı.. abusuthar bundan başka insanın dilince muhabbet de eyeleyebilirdi.bir husumet olsa kuşlar arasında yargılayan o sorgulayan o idare eden çekip çeviren o!... Bir vakit abusutharın mecalisine bir dava için tüm bülbüller toplanır gelirler ..bülbüllerin sözcüsü tüm mahareti ile dilinin ,abusutharın huzuruna çıkar kezakez bağlılık ,sadakat,merhamet dileyip gurur köşkünün temellerini bayındır hale getirdiğinde şikayeti için çözer dilindeki kavga tohumunun bağlarını ve der ki: Ey huzurunda bulunmaktan canımı canına feda eylemeye razı olduğum abusuthar.ey cemali göğün kristali ..ey mahareti ifade edilemeyen.. ey en güzel kamerden daha güzel şavkı olan suretin.. ey yeri göğü nura boğan hikmetin sahibi...affınıza sığınarak makamınızdan ;özür hediyelerimi sunarak zat-I alinize .. Abusuthar sıkıntılı biraz öfkeli sonu gelmeyecek lafların ardındaki gerçeği bulabilmek için atıldı .söyle bre Bethundar.. bülbüllerin sözcüsü anlat;idrak edelim… Bethundar yedi renkli kanatlarını indirip ,başını eğerek başladı meselenin meselini anlatmaya.. Kuşların hükümdarı abusuthar.. efendimiz ihsan ve nimetlerinizle bir hayli göğündük ve de gerisi övündük ,övünmekteyiz.. lakin aramızda bir garip kulunuz vardır ki yaradılışta ve güzellikte bir bülbülü andırmaktadır. Vaka çoğumuzdan güzelce irice parlak gümüşi renkli tüylere sahiptir.gün ışıltısından rengini bülbüler avazından dengini kıskanır ..işte bu kulunuz bizden daim uzakta ayın ilk dördün vaktinde sumayatranın ötesine geçip adamın meskun olduğu darayama nehri civarındaki bir nesli lanetullahın yanına gitmekte ,kokusuna sinmekte onlara öykünüp daldan dala kuru yapraklarla aşina olmakta sonra günlerce konuşmayıp bizleri yadırgamaktadır. Alemimizin her nevası arasında bu konuşulmakta bir kaynar kazandır ki dilden dile ateşi yakılan tüm bülbüller alemi fesada garkolup huzur ve teskinden uzak bu nifak alameti ile başa çıkamamaktadır.. Abusuthar merakla eğilir.. bethundar der.. bu hangi kulumdur benim… Kuşlar arasında sumayatranın ötesine geçebilen yok.. hadi varmaya kabil oldu,geri dönen olduğunu gören yok.. kimdir bu lanetliler arasına girip dolaşan onlara karışan ,kokusuna sinen ..tez bulunsun ve derhal huzura getirilsin.. Bu bülbüler aleminde garip zavallı kuşu bulup abusutharın huzuruna getirirler ..tahtıserabuş’un huzuru çığlıklara boğulur.. bülbüller sitem oklarıyla binbir cefa ederler bu canı başka teni başka garip kuşa.. birazdan abusuthar gelir Kafdağı'ndan.. sumayatra sessizliğe gömülür.. tahtıserabuş sükut perdesine gizlenir.. abusuthar gurur ve haşmetle indirir pençelerini tahtına ,tek bir işareti ile dağılır cümlesi bülbüllerin kanatlarını çırparak.. abusuthar bu sessizliğin gömütündeki kuşa bakar uzun uzun süzer.. bethundar’ın dediği kadar güzel övdüğü kadar zahmetine değmiş yaradanın ..gümüş tüylerinden günışığı utanmakta sırça pençelerinde hareketsiz bir bir imarı aşk bir manayı hakikat ilmi ledün harikası.. hayranlığına engel olamaz.. üzerindeki büyüden silkinip ancak konuşur ve der ki bulbul lugatıyla.. Meramını anlat.. Bu garip kuşun incinmiş ruhu elvermez ki başını kaldırıp baksın ulu hükümdar abusuthara ;olduğunca anlatır.. Yaradan gümüş kanatlara bezeyip gövde atlasımı ,utandırıp boyun eğdirir de ,her gören sevinciyle matemimin bahşişler dağıtır.. methiyeler dizer ..amma Abusuthar düşüncelere dalar..irdelemeye çalışır hikayenin gerisini ,bir türlü çıkaramaz ,amma der.. Amma bu gümüş tüyler ,paslı zindanların ardında mahpus bir garibi gizler içinde..görünüşe bakıp aldanmayın sultanlar sultanı… Bu bülbüller cihanda dilden dile söylenegelmiş bir şöhretin sahipleridir lakin benim muhabbet kutumu dolduramadı lugatlarındaki tek bir söz.. Öyleyse dedi abusuthar.. Ben de diyecekti ki.. abusuthar kesti sözünü hiddetle ve şiddetle.. Sende güzelliğinin büyüsüne kapılmış bir lokma aklınla gurur zindanına hapsedip kendini fikirsiz işler yaptın misk ü anber tarlası iken yerin bostanlıklara viranelere tünedin.. böylesi belki daha iyi dedi kuş.. ağır ağır kaldırıp başını ..belki oralarda bulacak başka başka nimetler vardır.. belki misk ü anberi dilde aramak lazım.. -buldun mu bari dedi abusuthar merakla… Bir kısa an bakıştılar..sus dedi abusuthar ;buldum diyor gözlerin .. buldum diyor.. -sultanım dedi kuş.. ben kendi gül bahçemi kendim buldum.. bu öyle bir bahçe ki dikeninde harında bin cefa var ama bahçede de dostlar ..muhabbet buna değmez mi? Her bir kör diken battıkça acımaz sancımaz canım,muhabbet balı ve dostluk merhemi sarar tüm benliğimi… Abusuthar sordu sonra, dedi ki; Peki bunca eziyete ne gerek benim misk bahçemde hiç diken yok… sevgili ile vuslad var.. her demde her anda..ama dedi kuş sözünü bölüp de hiddetini abusuthar‘ın üzerine çekerek.. ama dil yarası en yağlı kara diken yarasından daha ümitsizdir.. abusuthar’ın alevlenen öfkesi dindi.yumuşadı.. ve ben ki yargılayanım ben ki sorgulayanım.. ben ki idare edenim sen kendini hem yargılamış hem sorgulamışsın görünen ve öyle de idare etmektesin.. var git gayrı bundan böyle orada yaşa.. mahzun kuşun rengine renk gelir.. yüzü parlar.. tahtıserabuş nurlanır.. önünde eğilir ,övgü dolu bir dolu söz söyler abusuthar’a.. Abusuthar övgü dolu bu sözleri dinler ,latif bu sözlerin sahibini azad eder.. ve sorar..bu her yaraya merhem olan dostların kimdir? Kuş atılır söz deryasına hemen kapar lafı ve der ki..onların namı serçedir sultanım.. Aşkolsun o serçelere der abusuthar lanet dehrinde bir bağışlayıcılık güneşi doğdu üzerlerine gayrı senin de adın serçebül olsun.. adını sür,soyunu kur.. mahkeme biter ..can tenden azad olur.. can kanatlanır uçar gider…tarihin tepsisinde serçebül dilden dile anlatılır.. her anlatışta durulur.. her durulduğunda yeniden bulanır hikayat..söz salar kendini.. serçebül,zerzebil olur oğul.. zerzebil kendi vatanına hasret demektir. Kendi canına yabancı.. hep sever ama kavuşamaz.. çünkü dediği gibi kuşun.. dil yarası cana diken yarasından yeğdir.....
1 note · View note
yenicagkibris · 5 years ago
Text
Kıbrıs Doğu Fırat bilmecesinden nameler – Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-KzQ “ilgisizlik, bilgisizlik ve yalanlarla” örülü kurgulanan denklemle bu yazımın konusu haline getirdim. Uçuşan ilgili kurallar ve insanların politik tutsaklaşma cenderesinde nasıl algılarla uçuştuklarını ufak ama önemli ters bulgularla aktarmaya çalışacam. Konunun seçilme nedeni, onca yanlış denilen olguların, politikleşip kültürleştiği zaman, nasıl normal davranışa sokulduğunun da örneklemine tanık olacaksınız.*** Konuya sabahleyin Türkiyenin başta Yeni Şafak gazetesi haberiyle başlayalım: K. Kıbrısta önemli “tarihci akademisyen” simgeli Ata Atun efendi, öylesine bir laflar sıraladı ki demeğin gitsin. Artık Maraş veya Karpaz değil, ingilterenin üstelri de “vakıf malı oluşunu” ilan ediverdi. Doğrusu benim önemli tehlike diye işaratlediğim boyuta yavaş yavaş geliniyor. Eski fetihcilik ve ortaçağ anlayışı Tüm atatürkcü gerçeklere ve uluslararasaı gelişmelere rağmen, son dönemde Türkiyede rejim değişim adımlarıyla KIbrısı da kucakladı. Nede olsa, “et ve tırnak, veya orada ne varsa burada da oalcak” düşüncesi artık oluşturulan girişteki koşullar sonucu gayet güzel kurgularla idolojikleşti. Boşuna Maraş konusu yayılırken, bunun güncel değil eski Yeni Osmanlı siyasal ayağın hamlesi olduğunu uyarmadıydım! Şimdi, adına Profesörlüğü de katarak, dilediğini resmi görüşle bağdaştırıp atan Ata Atun gibiler Fikret Başkayanın geçenmlerde yazdığı Yeni Yaşamdaki uzmanlık tanımlamasına “şap” diye uydu. Düşündürücü olan, onca tarihsel dönüşüm, takasta dahi vakıf malı verenler, sıkılmadan vakıf mülklerinin dokunulmaz olup asırların dondurucusu olarak söylemeleri ve neyazık sırf idolojik ve fetihcilik nedeniyle buna inanan önemli kitlelerin olmasıdır.! Yarın Kıbrısta kazara bir ufak uygulama da olunca, Osmanlının fetihci tüm toprakları talep etme hukukuyla da saldırganlık epey artacaktır. Kimse, ayni anlayışın Hristiyan kiliselerinin mallarının Anadoludaki durumunun da olacağını düşünmek dahi tehlikeli olacağını aklına getirmiyor!**** Başka bir rezaleti daha yazacam: Özellikle  ünüversite Hukuk hocam Ercan Eyuboğlunun başına gelen de ibretlik. Üstelik, Ercan hoca 12 Eylül darbesinde Hacetepe ünüversitesinde ilk göz altına alınan akademisyenlerdendi. İşte bu görüşleriyle de duruşuyla birlikte bilinen bu akademisyen, geçenlerde yandaş ünüversite baskısıyla yayınlanan ve Anayasanın barış akademisyenleriyle alakalı kararındaki tepki veren “yandaş listesinde” Ercan hocaynın da adı bulunduğunu bana eski bir dost yazdı. Ben de hemen ona: “Olamaz” yanıtını çaktım. Nitekim, Aydın ünüversitesinde akademisyen olan Ercan Eyupoğlunun açıklaması da aynen böyle oldu. Daha sonra ortaya çıkan, Anayasa kararına karşı çıkan hocaların listesi karşı çıkma anlayış rezaleti yanında, başka rezaletle de oldukça düşündürücü koşulu da serdi. Ercan Hoca gibi birçok öğretim üyesi imza vermedikleri halde onların adı konulurken, bazı hocaların da adı iki defa konuldu. Üstelik, ünüversite rektörlerin talimatı ve onlara belgeyi gönderip yanıtları almadan isimleri de konuldu. Ercan Hocanın tepkisi de tam da düşündüğüm şekilde sert oldu. Üstelik, buna inananları da bir güzel tertipleyen cümle kulandı: “Yuh” çekmesi dahi yeterli. Çünkü, bunu da hatırlatayım: Betretin Cömerten sonra Hacettepe ünüversitede öldürtülecek ilerici akademisyenlerden birisi de Ercan Eyupoğlu olacaktı. Böylesi kirli, yalan ve idolojik kulanım günlerden geçiyoruz. Tek teselim; benim bildiğim ve yaklaşık 39 yıldır görüşmediğim Ercan hoca konusunda yanılmamamdır.***** Madem tarihle günümüz karşımlı ve Kıbrıs penceresinden yaklaşıyoruz, şu yakın tarihi gün olayına da ışık tutalım. Biliyorsunuz 1  Ağustos K. Kıbrısta resmi tatil. Ayrıca, Direniş toplumsal bayram olarak da simgeleştirildi. Oysa, ufak bir araştırma yapanlar örneğin 1  Ağustos 1958 yılında kuruluşu kulanılan TMT, aslında bunun ilgili tarihte kurulmadığı bilgisine ulaşacaktır. Üstelik, bunu özellikle eskiyi anımsayan, araştıran ve yaşayanlar da net olarak ifade ediyorlar. Fakat, resmi tarihe böyle konuldu. Üstelik, net olarak bu tarihin olmadığını teşkilatın Denktaşı ve Nalbatoğlu veya Arif hoca dahi söyledi. Fakat, değişmedi. Sadece, Özal harp dayresinin Kıbrıs çalışanı olanlar yazdıkları kitaplarda bu tarihi belirtiler. Elbet, K. Kıbrıs resmi tarihi de onca gerçekliğe karşın 1  Ağustosu resmi bayram ve tarihi gün oalrak koydu. Bunun asıl anlamı şu: Herkes daha doğrusu araştıranlar TMT kuruluşunun 57 yılında ve Kasım ayında olduğunu bulur. Fakat, değişen nifus ile geçmişle bilgisiz olma gerçeği, resmi idolojik damıtmayla bu tarih 1  Ağustosa dek uzatıldı. Çünkü, yine araştıranlar şunu yakalar: özellikle 58 yılına girilirken, Kıbrısta Rum ve Türk teşkilatları iç temizliğe de başladılar. Muhalifler ve sosyalistler vuruldu. Rum rumu ve Türk türkü tertipledi. Özellikle TMT Kemalistleri “Fazıl Önder gibi gazeteci” sendikacı solcuları “1  Mayıs sonrası katledilen veya kovdurtulan sendikacılar” örnekleri gibi önemli siyasal temizlikler yaptılar. 1  Ağustos 58 tarihi, TMT kuruluşu değil de Özel Harp dayresi eksenli kesimlerin teşkilatı ele geçirme tarihi olarak kulanıyorlar. Nitekim, Denktaş Buruşkan kliği de teşkilat hakimiyetini kurdular. Ayni şekilde Eyokada da bulunan bazı solcu kişileri, ingiltereye ihbar ederek katledildikleri veya Akelcilarin vurulduğu süreç te yaşandı. Sonuçta, bölgeye gelen ABD bir anlamda CİA ingiltereden de yapısal devir süreci olarak bu dönemde konuşturulmayan önemli dönüşümdür. İngiltere teşvikli kurulan yapılar 58 yılında iç temizlik ve solu tasfiye yanında ABD hegemonyasına girme dönüşümü de yaşandı. Nitekim, Özel Harp dayresi çalışanı olup Kıbrısta TMT yapısında rol alan İsmail Kansunun kitabını araştırarak ve sorgulayarak okursanız, birçok konuyla alakalı bilgiye de ulaşırsınız. Hele de teşkilatı Türkiyenin kurma tesbiti aslında Özel Harrp gerçeği ile ele geçilmenin de itirafı gibidir. Tüm bu gerçeklikler ise bir gerçeği değiştirmiyor: 1  ğustos tarihi TMT kuruluş yıl dönümü olarak yanlış olsa da resmi tarihe kazdırtıldı! Tıpkı ayni şekilde Mağusa fethi gibi! Bilmem, asırlar öncesi bir toprağı fet ederek ve bunu günümüzde hem de direniş günü olarak kutlayan kaç ülke var? Bu sorgu dahi Mağusanın da ele geçirme fetihciliğin asırlar sonra kutlanma günü olarak konulmasının da nedenini yine idolojik yönle açıklamak gerekir. Ama, bunu kabulenecek ve bundan kahramanlık masalı yaratacak, tarih kurgulayacak hem de “tarihciler” oldukça, böylesi saçmalıklar veya yanlışlar, resmi tabu olarak yerleşip sorgulanmaz. Bunun da adı bağımsız ve egemenlik değil Kıbrıstaki Osmanlılaşma veya güncel Türkiyeleşme yeni sömürge idolojik olgularından birkaçı olarak yaşatılacaktır. Yarın, resmi tarih gerçeklerle sorgulanınca ise banbaşka sözler de edilecektir.******* Kıbrıstan Doğu Fırata, Suriyenin önemli dünyyasalaşan tartışma alanına rotayı çevirelim. Duvar Gazetesinde Hafta sonu 4  yazıyla Fehim Taştekin oradaki izleminmlerini ve yaşadıkalrını özetledi. Ayni anda, özellikle Türkiye anakım medya kadar öteki Kemalist ekranlarda Suriyelilerle Suriyenin Doğu Fıratın fetedilme işdahlarını seslendiriyorlardı. Doğu Fıratın Teröristlerle dolu olduğunu, Türkiye için çok önemli güvenlik sorunu yaratığı lafları en üst telden çalınıyordu. Oysa Fehim yaptığı ziyaretlerle orada olanları hem de değişik çevrelerin diliyle anlatıyordu. Üstelik, Doğu Fırata geçmek dönemindeki olanları da ders gibi yazdı. Öyle yazdı ki kiminin “Türk” dediği Çerkezlerin kendi dilindeki yaptıkları kursları dahi anlatı. Apluka ve işkal tehtitlerindeki Doğu Fıratın yaşantısında nasıl uğraşların olduğunu aktarıyordu. Ama, özellikle Türkiye devleti Amerikayla görüşmeler yapıp Doğu Fırata girme politik arayışın peşindeydi. Kafafda Kürt antiliği ve Suriyeden toprak alma işdahı gözleri iyice kapatmaya yetiyordu. Taştekin, kurulan yerel yönetimlerin çalışma şekli, özellikle kadın konusundaki çalışmaları, Aşiretlerle olan ilişkilerin, bir yanda resmi Suriye devletiyle gelecek hesabı öte yanda Türkiyenin her an müdahale tehtitleri adeta sıkışan Doğu Fıratın çilesini de haykırıyordu. Öylesine haykırıyordu ki bazı parçaların dahi gelmesine, teknolojik gelişme araçların alınmasına başta Barzani yönetimi engel koyuyor. Tıpkı Taştekinin ırak kürdistanından Doğu Fırata geçerken birbkaçkez başına gelenler gibi. Oysa, Kobanide Kürtler IŞİD karşı direndiler. Topraklarını vermediler. Rohova kantonları böylesine savaşla kuruldu. Mücadele ederek IŞİD yenilgielrini sağlayan Suriyeli yerel güçler olarak tarihe geçtiler. Fakat, ismi Kürt olması nedeniyle başta Türkiye hep karşı çıktı. Kantonların birleşmesine engenl olmak için Suriyeye Rusya ve ABD izniyle girip Elşebap gibi yerleri ele geçirdi. Sonra Rus onayı ile Afrin kantonunu ikşkal edip oradaki önemli sayıda Kürtün de içlere kaçmasına neden oldular. Şimdi, Doğu Fırata girmek için Türkiye ısrarlı. Peki gerçekten Doğu Fırat Türkiye için tehtit mi? Sanırım, Fehimin yazılarını okurken buna kolayca yanıt verme şansınız var. Aslında, K. Kıbrıs eğer denilen şekliyle ayakta durmak isterse, Doğu Fırat yaşanılanlardan da hem olumlu hem de olumsuz dersler alma şansı var. Özellikle Doğu Fıratdaki koperatifcilik başarısızlıkları burada yaşanmazdı. Tabi deneğimlerini kulanırlarsa. Doğu Fırat yönetimsel bazı önemli adımalr atarken, iktisadi boyutda ayni başarı yazılmadı. Deneğimsiz ve olanaksızlıklar bu sonucu oluşturdu. Fakat, Fehimin anlatıkları ile TC medyanın onca ayrışmaya karşın Doğu Fıratda ayni sesle işdahlanma ikileminde, çıkarılacak önemli dersler de vardır. Tabi işimize gelen veya güç zehirlenmesine uğramadıysak. Türkiyede tuhaf Kürt veya Suriye ikilemi yaşanıyor. K. Kıbrıs ise kaçakcı rantcıların Güneye göndererek ayni konumdan zenginleşen elitsel kesimin çıkarıyla yaşanıyor. Hem Suriyelilerden şikayetci, hem de yeni göçler için de Doğu Fırat işkali veya idlipteki Cihatcıların kalıcılaşma politikaları çıkmazında debeleniliyor. Acı olan, buna değişik bakış olsa da kitlesel kolay karşılık bulma durumudur.**** Kıbrıslılara önemli bir uyarıyla yazımı tamamlayım. Herkes Akdeniz gazından pay bekler, bunu çıkaracak olanların kendilerine paylaştıracağı rüyasında bulunurken, Mersindeki Akkuyu Nükler Santralinden pek iyi haberler gelmiyor. Baştan, deprem fay hat nedeniyle tehlike içerirken, Zemindeki çatlaklıklar denilirken, Deniz suyu sızma bilgileri sızarken, alınacak elektriğin en pahalı tarife gerçeği parıldarken, K. Kıbrısı hiç ırgalamıyor! Üstelik, bu santralın enerjisinden Buranın da düşündürüldüğü, pahalı alım gerçeği dahi birilerinin takıntı dilindeki “Türkiyeden elektrik gelme” müjdesini de silemiyor! İlgilendirmez, bildin de ne oldu sorgusu ile çıkar adına yalanı kolayca kabulenme kültürü, bizi bu yazının bilmecesinde kulanım dolgusuna getirdi.
0 notes
mp3albumindir-blog · 7 years ago
Text
Derya Uluğ - Ne Münasebet (2018) Full Albüm İndir Sözleri
Derya Uluğ – Ne Münasebet (2018) Full Albüm İndir Sözleri
Derya Uluğ – Ne Münasebet (2018) Full Albüm İndir Sözleri
Derya Uluğ – Ne Münasebet (2018) Single Albüm İndir
01. Ne Münasebet Söz: Gökhan Şahin Müzik: Asil Gök Düzenleme: Asil Gök, Görkem Oker
Sözleri:
Saf kibirden ibaret, Dilindeki her cümle Kaf dağından misafir, Kabul etmiyor bünye Anlamsız cesaret bir güven var yüzünde İstemeyen misafir kabul etmiyor bünye
Göz pınarlarında yalancı rutubet Bar…
View On WordPress
0 notes
cncizmirescort-blog · 8 years ago
Text
Buca Escort Bayan İyimidir
Buca Escort Bayan İyimidir
Ağaçların perdeleri görme biçimlerini etkiliyordu.Eskort Buca Düşük hendek çizgisini görebiliyordu, ancak kısa bir mesafe vardı. Birkaç boşta İzmir bayraklar kir tepelerinde tünemişti. Arkalarının arkasında karanlık ceset sıraları vardı ve birkaç kafası merakla üste yapışıyordu.Kütüklerin gürültüsü her zaman ön ve soldaki ormanda geliyordu ve sağdaki din dehşet verici oranlara ulaşmıştı. Silahlar nefes almak için bir an duraksamadan kükreyiyordu. Topun her yerden geldiğini ve muazzam bir kavga İzmir Escort çıkardığı anlaşılıyordu. Cümle duyulması olanaksız hale geldi.Gençler bir şaka başlatmak istediler gazetelerden bir alıntı.Rappahannock’taki herkes sessizdemeyi arzuladı, ancak silahlar öfkelerini üzerine bile bir yoruma bile izin vermedi.Eskort Buca Cümleyi hiçbir Eskort Buca yapar zaman başarıyla sonuçlandırmadı. Ancak sonunda silahlar durdu ve tüfek çukurlarındaki erkekler arasında söylentiler tekrar kuşlar gibi uçtu ancak artık karanlık kanatlarını dacan yere yakınlaştıran ve umut veren her kanadın üstünde yükselmeyi reddeden en fazla siyah yaratıklardı .İzmir Adamların yüzleri, öfkelerin yorumlanmasından dobraca büyüdü. Yeri ve sorumluluğu yüksek olan yerlerde tereddüt ve belirsizlik hikayeleri kulaklarıma geldi.
Eskort Buca yapar
Felaket öyküleri birçok provayla zihinlerine dâhil edildi.Eskort Buca Sağdaki tüfek dansı, serbest bırakılan bir ses jeni gibi büyüyor, ordunun durumunu ifade ediyor ve vurguluyordu.Adamlar küçümsendi ve mırıldandı başladı. Cümleyi ifade eden jestler yaptı:Ah, daha ne yapabiliriz?Ve iddia edilen habere göre şaşkın oldukları ve yenilgiyi tam olarak anlayamadıkları her zaman görülebilirdi.Gri kurşunların güneş ışınları tarafından tamamen silinmeden önce, alay ormanda dikkatle yürümekte olan yayılmış bir sütunda yürüyordu. Düşmanın bozulmuş, acele eden çizgileri bazen grovlar ve İzmir küçük tarlalar aracılığıyla görülebiliyordu.İzmir Escort Bağırıyorlar, tizlerlerdi ve heyecanlıydı.Bu görüşte gençler pek çok kişisel meseleyi unuttular ve çok kızdılar. Yüksek cümlelerde patladı.B’jiminey, biz bir sürülunkheads tarafından generaled konum.Eskort Buca Bir adam birden gözlemledi,dedi.Yakınlarda uyandırdığı arkadaşı hâlâ çok uykuludu. Zihni hareketin anlamını Eskort Buca yapar bulana kadar arkasına baktı. Sonra iç geçirdi.Ah, şey, yalınmıyordum,dedi Maalesef.Gençlerin, diğerleri için özgürce kınamasının yakışıklı olmayacağı düşüncesi vardı. Kendini kısıtlamak için İzmir girişimde bulundu ancak dilindeki kelimeler çok acıdı. Halen kuvvetler komutanı uzun ve karmaşık bir şekilde feshetmeye başladı.Mebbe, tüm hatası yok, hep birlikte değil, Bildiği en iyi şeydiŞansımız sık sık yaladıdedi arkadaşı yorgun bir sesle.İzmir Escort Omuzlanmış omzuyla birlikte yürüdü ve gözleri İzmir konserve ve tekmelenen bir adam gibi kaydırıyordu.Şeytan gibi savaşmıyor muyuz, bu adamların yapabileceği her şeyi yapmıyor muyuz?Gençleri yüksek sesle talep etti.Dudaklarından geldiğinde bu duyguya gizlice Eskort Buca dumfoundlandı.
http://cncizmir.com/buca-escort-bayan-iyimidir/
0 notes