#Cumhuriyet’in Kuruluş Savaşları
Explore tagged Tumblr posts
dipnotski · 1 year ago
Text
Hakan Özoğlu – Cumhuriyet’in Kuruluş Savaşları (2023)
1920’lerin başında Türkiye’de tek parti diktasına geçişin cesur bir anlatımı. Hakan Özoğlu orijinal belgeleri, tanıklıkları, anıları dikkatle inceleyerek Kemalist Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını eleştirel bir bakış açısıyla sunuyor. Kitap, kırılgan Kemalist rejim ile muhalefet grupları arasında 1926’da doruğuna çıkan iktidar mücadelesinin gerçek bir iktidar inşa süreciyle el ele ilerlediğini…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 2 months ago
Text
Yüz yıllık Cumhuriyet'in Gerçek Mirası Nedir? - KöZ Arşiv
Yüz yıllık Cumhuriyet’in Gerçek Mirası Nedir?
[Aşağıdaki yazı EKİB ve Köz tarafından geçen yıl hazırlanıp basılan ‘İki Farklı Ekim‘ adlı kitaptan alınmıştır (s. 45).]
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna dair yaratılan hurafelerden en büyüğü ve en yaygın kabul göreni, bu nedenle de en tehlikeli olanı Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal önderliğinde verilen anti-emperyalist bir kurtuluş savaşı sonunda kurulmasına ilişkin olanıdır. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti bir bağımsızlık savaşının değil emperyalist bir paylaşım savaşının ürünüdür. Sadece sömürgelerin, devletleşememiş ve yahut ilhak edilmiş ezilen ulusların bir kurtuluş savaşı verebileceği bilinen bir gerçektir. Ancak bu durum Türkiye örneğinde sık sık unutulur çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü ne bağımsızlığına kavuşan bir sömürgenin ne de bir ezilen ulusun öyküsüdür. Aksine Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun yegâne mirasçısıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ysa emperyalist bir paylaşım savaşına girmiş bu savaşın sonucunda mağlupların tarafında yer aldığı için parçalanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’yse bu paylaşımda Osmanlı’ya ayrılan toprak parçasını kabullenmeyen Osmanlı bürokratlarıyla Anadolu’nun Müslüman küçük burjuvazisinin İngiltere’nin desteklediği Yunan ordusuna karşı verdiği mücadele sonunda kurulmuştur. Başka bir deyişle Türkiye sömürgeciliğe karşı başkaldıran bir halk hareketinin değil emperyalist paylaşım savaşının sonucunda kendisine düşen payı kabullenemeyen bürokrasinin devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti birinci ve ikinci paylaşım savaşları sonunda Ortadoğu’da kurulmuş gerici statükoların cumhuriyetidir. Bir ulusal kurtuluş mücadelesine bağlı olarak kurulmayan Türk devletinin toprak bütünlüğü emperyalist paylaşım savaşlarının sonunda ortaya çıkmış gerici statükoların devamına bağlıdır. Bu statükoların bozulmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde durduğu zeminde bir toprak kaymasına yol açacağı kesin.
Türkiye Cumhuriyeti katliam ve talan üzerine kurulmuştur. TC’yi kuran kadroların önemli bir bölümü 1915’teki Ermeni Katliamı’nda aktif rol üstlendiler. Anadolu’yu “Türk Yurdu” yapmak isteyen ittihatçı bürokratlar 1,5 milyon Ermeni’yi topraklarından sürmüş; sürmekle kalmamış öldürmüştür de. Yaşadığımız topraklardaki Yunan emekçilerinin başına gelenler özünde Ermenilerin başına gelenlerden farksızdır. “Kurtuluş Savaşı” diye anılan savaşın sonrasında bir milyonun üstündeki Yunan emekçisi ve köylüsü Ege Bölgesi’nden Yunanistan’a sürüldü. Böylelikle yüzyılın başında Anadolu’nun nüfusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslimler sözde Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde nüfusun sadece yüzde birini oluşturmaktaydı. Yurtlarını terk eden gayrimüslümlerin malları ve toprakları ise doğmakta olan Türk burjuvazisinin servet kaynağı oldu. Erzurum’dan Adana’ya Ermenilerin toprakları aynı yörenin Türk eşrafı tarafından talan edilmiştir. Türkiye’nin en zengin ailelerinden Sabancılar’la Karamehmetler’in servetlerinin kökeninde kırıma uğratılmış Ermenilerin Çukurova’daki bereketli arazilerinin gasp edilmesinin yattığı ise pek hatırlanmaz. Benzer biçimde çoğunun kökeni Ege’deki sahip oldukları topraklara giden “saygın işadamlarımız”ın servetlerinin kökeninde Rum köylülerinin talan edilmiş birikimleri bulunur. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti devrimci bir burjuvazinin siyasi mücadelesi sonucunda doğmamış, tam aksine katliamcı ve yağmacı bir devletin talanlarından beslenip palazlanan akbaba ruhlu bir burjuvazinin oluşmasına yol açtı.
Türkiye Cumhuriyeti inkar ve imha üzerine kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde Kürtlerin inkarı vardır. Kürdistan’ın en büyük parçasını yutan Türkiye Cumhuriyeti yaşadığımız topraklarda Kürtlerin devletleşmesine fırsat vermemek için Kürtler diye ayrı bir ulusun var olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiş, tüm Kürtlerin zorla Türk olduğunu ileri süren inkarcı tutumu benimsemiştir. İnkarı kabul etmeyip ayaklanan Kürtler hep Türkiye Cumhuriyeti’nin imha saldırılarına maruz kalmıştır. İnkarın ve imhanın boyutlarını hatırlamak için Cumhuriyet’in kuruluşundan 1938’e kadar geçen dönemde toplam on dokuz ayaklanma yaşandığını bunların on sekiz tanesinin Kürdistan’da gerçekleştiğini söylemek yeterli olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti işçi ve emekçilerin tepesine binerek kurulmuştur. Cumhuriyet’in kurucularının işçi düşmanı karakteri daha Cumhuriyet kurulmadan kendini belli etmiştir. 17 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat kongresinde çağrılan delegelerin arasında tek bir işçinin bile bulunmaması, işçiler adına patronların konuşması Cumhuriyet’in sınıfsal bileşiminin ne olduğu hakkında ilk ipuçlarını verir. 1925’te Şeyh Sait Ayaklanması bahane edilerek ilan edilen Takriri Sükun kanunlarıyla birlikte her türden sendikal örgütlenme yasaklandı işçilerin bağımsız sendikalar kurması yolundaki tüm kapılar kapatıldı. 1936 yılında faşist İtalya’dan ithal edilen İş Kanunu ise Cumhuriyet’in sınıfsal niteliğinin ne olduğuna ilişkin her türlü şüpheyi ortadan kaldırıp Cumhuriyet rejiminin işçi düşmanı karakterini gözler önüne serdi.
Türkiye Cumhuriyeti bir siyasi cinayetler cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan önce Mustafa Kemal’in siyasi cinayetleriyle ortadan kaldırılan komünistlerin kanıyla lekelenmiştir. Mustafa Suphi ve yoldaşları yaşadığımız topraklardaki modern anlamdaki ilk siyasi partinin kurucuları oldukları gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının işlediği siyasi cinayetlerin ilk kurbanları oldu. O günden bugüne TC’nin işlediği siyasi cinayetlerle ortadan kaldırdığı devrimcilerin sayısını kimse bilmez.
İşte 100 yıllık Cumhuriyet’in asıl mirası bunlardan ibarettir.
Türkiye Cumhuriyeti işçilerin, emekçilerin ve ezilen ulusların esareti üzerinde yükseldi. Bu cumhuriyeti temellerinden yıkarak tarih sahnesinden silip, bu topraklarda yepyeni bir işçi-emekçi cumhuriyeti kurma görevi de yine onlara düşüyor.
0 notes
yenikulvar · 8 years ago
Text
CHP’den “TKP”ye Çürüme Her Yerde
Cumhuriyet yıkıldı ve artık yıkıntılarla derme çatma bir gecekondudur elde kalan.   Cumhuriyet’in yıkılması AKP’nin yerine yenisini kurabileceği anlamına gelmiyor. Üstelik bunun, AKP herkesi ikna etmiş olsa bile kurulamayacağını (https://turabiyerli.blogspot.com.tr/2013/10/ikinci-cumhuriyeti-kurmak-icin-rza.html) söyledik. Biliyoruz ki nesnelliği olan bir kurucu söylem olmadan yeni bir kuruluş olanaklı değildir. Nesnelliği olan bir kurucu söylem ise nesnelliğin doğru okunmasıyla geliştirilebilir.
Tumblr media
Bugün, tarihi sınıf savaşları tarihi olarak algılayanlar için iki yol bulunuyor. Birincisi, kapitalizmin alanının demokratik hakların savunusuyla daraltılabileceği düşüncesine dayalı demokrasiyi genişletme yoludur. İkincisi ise, kapitalist sistemin işleyişine, tıkanma noktalarına ve kendini yaşatmak için ihtiyaç duyduğu çözümlere odaklanılması gerektiği düşüncesine dayalı ve bu noktalardan sistem karşıtı tutumlarla kapitalizmi yıkma yoludur. Birinci yol en gelişkin haliyle radikal demokrasi ile ifade edilebilir. İkinci yol esasen radikal cumhuriyettir. Burada kritik kavramlar demokrasi ve cumhuriyet iken aslında tartışılan sosyalizm ile liberalizmdir.
Tumblr media
Debray, sosyalizm ve liberalizm sonuna kadar götürülmüş cumhuriyet ve demokrasidir derken haklıdır. Dün olduğu gibi bugün de kendini sosyalist olarak tanımlayanlarda toplumsal eşitsizlikler teması “insan hakları” sloganının arkasına geçmektedir. Toplumsal özgürlük olmadan bireysel özgürlüğün olamayacağı, toplumsal özgürlüğün ise toplumsal eşitsizlik ortadan kalkmadan sağlanamayacağı unutulunca sosyalistler, liberalizmin bir versiyonu olan radikal demokrasiye kayarlar ve bu noktadan sonra kendini sosyalist  olarak gören birinin ABD ile aynı cephede savaşırken ölmesi şaşırtıcı olmaz.
Tumblr media
Eşitsizlikler üzerine kurulu ve bunu yeniden üretmek zorunda olan küresel sermaye sistemi, merkez lehine çevre ulus-devletleri eriterek ömrünü uzatmak istiyor. İki büyük emperyalist paylaşım savaşına rağmen sosyalist sistem nedeniyle tamamlayamadığı sürecini ilerletmek için tüm olanaklarını kullanıyor. Sermayeye yeni alanlar açılması ve merkezileşme, özelleştirmeler, ulus-devletlerin parçalanması ve eritilmesi ile sağlanıyor. Her yerde, birey-devlet karşıtlığı üzerinden bireyin özgürlüğünün artması için devletin küçültülmesi gerekliliği ile özelleştirmeleri nasıl yutturdularsa, çevre ulus-devletlerde etnik ve dinsel farklılıklar, özgürlükler adı altında parlatılarak işçi sınıfını, sınıf kimliğinin oluşumunu engelleyerek etnik ve dinsel kimliklere hapsedip parçalamaktadırlar. 
Türkiye’de cumhuriyet bu iki kaldıraç kullanılarak yıkılmıştır. Sonuna kadar götürülmeyen bir cumhuriyetin mevcut sorunları tamamen çözmesi elbette beklenemezdi. Ancak, cumhuriyetin çözümün önünü açabileceği ve yıkılması ile çözümden tamamen uzaklaşılacağı açıktır.
Öte yandan kim hangi amaçla bu iki eksende siyaset yaparsa yapsın eşitsizlikleri üreten sermaye sisteminin safındadır ve işçi sınıfının karşısında yer almaktadır. Bu yüzden, Türkiye’de ya da Suriye’de ulus-devlet karşısında istediği kadar “özgürlük” mücadelesi verdiğini iddia etsin PYD’nin ABD ile ittifakı kaçınılmazdır. Buna şaşıranlar ve “ABD ile ortak anti emperyalist mücadele verilir mi?” diye soranları tehdit edenler kendi objektif rolleriyle yüzleşemeyecek olanlardır.
Bu onların sorunu. Ancak bu ülkede bir başka sorun daha tüm yakıcılığı ile karşımızda duruyor. Cumhuriyet sadece yıkılmakla kalmıyor. Yıkıntılar arasında kalan herkesi çürütüyor. Bugün referandum sonrası CHP’de yaşananlar bu çürümenin göstergelerinden başka bir şey değildir. Cumhuriyet yıkılırken onun kurucu partisinin çürümemesi mümkün müdür? Sadece CHP mi? Sol yapıların büyük çoğunluğunun siyaseti PKK tarafından belirlenir olmuş ve radikal demokrasi eksenine çoktan kaymışken belki de son kale “TKP”nin çürüme belirtileri göstermesi artık tüm eski yapıların giden cumhuriyet ile birlikte kaybolacağının işaretidir*.
Cumhuriyet’in yıkılması çürüme olmasaydı o kadar önemli olmayabilirdi. Yıkılanı yeniden kurabilirsiniz, ancak çürüyeni değil. Bugün çürüme çok büyük bir tehdittir ve yaşamın her alanında tüm değerleri tüm yapıları çürüterek yeninin kurulmasını neredeyse imkansız hale getirmektedir. Üstelik çürüme bulaşıcıdır ve temas ettiği her yeri çürütmektedir. Bu yapıların içinde kalanların da çürümesi kaçınılmazdır. Çıkış ancak çürüyen bu yapılardan kopmayla gerçekleştirilebilir. Radikal bir cumhuriyet için, sonuna kadar ilerletilecek bir cumhuriyet için yola çıkma zamanı çoktan geldi ve geçmek üzeredir. Nesnellik bunu dayatmaktadır ve sermaye sisteminin karşısında tek gerçekçi çözüm budur. Ötesinin barbarlık olduğu zaten biliniyor.
Tumblr media
*Çürümenin son zamanlardaki bir örneğini vermekle yetinelim. “TKP”nin 1 Mayıs öncesi DİSK ziyareti ve liberallerle birlikte olacağını açıklaması alanda korsan parti liderinin TKP Genel Başkanı olarak anons edilmesi ile karşılık bulmuş ve anlamlı bir karşılık verilememiştir. Bu bile siyasetin silikleşmesinin, anlamsızlaşmasının ve çürümenin bir göstergesidir.
1 note · View note
kitapindiroku · 7 years ago
Text
İmparatorluğun Son Nefesi & Osmanlı'nın Yaşayan Mirası Cumhuriyet Kitabı pdf indir pdf indir
İmparatorluğun Son Nefesi & Osmanlı’nın Yaşayan Mirası Cumhuriyet İmparatorluğun Son Günlerinden Cumhuriyetin Kuruluş Öyküsüne…
“En utanılacak yönümüz; tarih yaptığımız halde tarih öğrenmemek; tarih yazmamak konusundaki ısrarımız!” İlber Ortaylı
BALKAN SAVAŞLARI “Balkan Savaşları, bizim tarihçiliğimizde imparatorluğun yıkılış süreci olarak adlandırılır. Aslında bu vaka, bir imparatorluğun yıkılışı olmaktan ötedir. Biz bu savaşlar sonunda Rumeli’deki anavatanı kaybettik.”
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI “Birinci Dünya Savaşı Türk halkı için en acı hatıralarla doludur. Cephede şehitlerin yanı sıra cephe gerisinde yokluktan, hastalıktan ölümler ve sıkıntılı bir hayat söz konusudur. Ama galiba Türk toplumu modern anlamda bir millet olma aşamasına burada dönmektedir. Bu onu birçok başka uluslardan farklı kılan yanıdır. Direnci artırmış ve kimliği oturmuştur.”
LOZAN-Zafer mi Hezimet mi? “Cumhuriyet tarihinin üzerinde en çok tartışılan olaylarından biri Lozan Antlaşması’dır. Bu konuda Lozan’ı bir hezimet olarak görenler de bir zafer olarak niteleyenler de var. Lozan mantıki ve gayet onurlu bir uzlaşmadır. Kalıcı ve düzeni sağlayıcı bir anlaşma olarak görülmelidir.”
CUMHURİYET “Cumhuriyet, devamlılıktır. Osmanlı, Türklerin imparatorluğuydu, bu da Türklerin cumhuriyetidir.”
SULTAN ABDÜLHAMİD “Bir tarihçinin deyişiyle; Dünya tarihinin en hadiseli otuz küsur yılı, onu yormuştu.”
ENVER PAŞA “Başkumandan vekili cesur planların sahibiydi. Bu planların hepsinin aynı derecede akil ve bilgili bir şekilde hazırlandığını söylemek mümkün değildir.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK “Atatürk’ün başarısındaki en önemli faktör; vazgeçmek bilmeyen iradesidir, bu noktada Rumeli inadı vardır Gazi Paşa’da. “Olmalı” dediği an, olabilir yok. Bu liderlik yapmaya hevesli herkese lazım bir prensib…”
Balkan Harbi’nden Birinci Dünya Savaşı’na, İstiklal Mücadelesi’nden Lozan Görüşmeleri’ne, Halifelik tartışmalarından Cumhuriyet’in kurulmasına, Sultan Abdülhamid’den Mustafa Kemal Atatürk’e, Enver Paşa’dan Halide Edip’e gündemden düşmeyen konular ve tartışılan tarihi kişiliklere dair İlber Ortaylı’nın görüşlerini merak edenlerin kaçırmaması gereken bir kitap; İMPARATORLUĞUN SON NEFESİ…
İmparatorluğun Son Nefesi & Osmanlı'nın Yaşayan Mirası Cumhuriyet Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
genelbilgecom · 8 years ago
Text
New Post has been published on Genelbilge.com | nedir, tanımı, anlamı, nasıl yapılır, rüya, tabiri, kimdir, biyografi
New Post has been published on http://www.genelbilge.com/efes-antik-kenti.html/
Efes Antik Kenti
Tarihi ve otantik farklı mimarisi ile İzmir ilinin Selçuk ilçesinde bulunan Efes Antik Kenti Roma devrinde Antik Yunan kenti idi. Efes Antik Kentin tarihi Cilalı Taş Devri Milattan Önce 6000 yıllarına kadar dayanmaktadır. UNESCO tarafından 1994 yılında Dünya Mirası Geçici Listesi’ne katılmış olan Efes Antik Kenti 2015 yılında tamamen Dünya Mirası olarak kabul edildi.
İzmir ilinin en fazla ziyaretçi akını olan tarihi eserlerinden birisi olan Efes Antik Kenti’ne yıl içinde bir çok yerli ve yabancı turist akını bulunmaktadır. Roma döneminde ve Helenistik dönemde pek çok önemi olan bu yapının etrafında bir çok yıkık tarihi antik kent de bulunmaktadır.
Yakın Tarih Efes Antik Kenti’nin şimdiye kadar ki erken tarihi Kalkolitik Çağa tarihlenen yerleşim yeri Çukuriçihöyük’te tespit edilmiştir (7.binin sonu). Erken Bronz çağı sonlarına doğru (3.bin) kolay savunulabilir serbest duruşlu tepeciği ve yan taraflarında kayalıklı eğimleri olan Ayasuluk, işgal edildi. Bu dönemlerde yerleşim, doğrudan sahil üzerinde yer almaktaydı. Çünkü antik dönemden beri Kaystros Nehrinin (Küçük Menderes) taşması ile sel basan ova yerine dağ zincirinin eteklerinden güneye, doğuya ve kuzeye kadar uzanan derin bir körfez bulunmaktaydı. Ayasuluk sekizinci yüzyıla kadar, Efes çevresinde bilinen tek yerleşim olarak kaldı. Bronz çağı sonlarına doğru (2. bin-12. yüzyıllar) Artemision Bölgesi’nin güneybatı etekleri de kullanılmış ve burada Demir Çağı’nın başlarında (11.yüzyılın 2. Yarısında) bir Kutsal alan vardı. Ayasuluk Tepesinde kurulu olan Bronz Çağı yerleşimi Apasa, Luvi Krallığı’nın başkenti idi. Luvi Krallığı 16.-13. yüzyıllarda Batı Anadolu’nun en önemli gücünü temsil ediyordu. Daha sonra Hitit İmparatorluğu’nun Arzava üzerine seferi ve Arzavayı yenmesi üzerine onu kendine vasal bir devlet konumuna getirmiştir..
Yunan Ana Karasından Gelen Yerleşimciler 11 inci yüzyıl süreci sırasında, maddi kültür noktasında nüfus yapısındaki değişime doğru derinlemesine değişim Yunan ana karasından gelen yerleşimciler, İyonya kolonizasyonu olarak adlandırılan süreçte küçük Asya’nın (Anadolu’nun) batı sahillerini fethettiler. Kuruluş Miti, Efesi yerli Karyalılardan, Lelegler ve Lidyalılardan zorla alan, efsanevi Atina kralının oğlu olan, Androklos’u işaret eder. Şehir merkezi Ayasuluk’ta kalmıştır. 8.yüzyılın ortalarından sonra Panayır Dağında ve çevresinde yerleşim alanları kurulmuştur, bunlardan bir tanesi Panayır Dağının kuzey doğu alanında ve buna ek olan bir diğeri de Ticaret Agorası’nda olmak üzere kısmen yüzeye çıkarılmıştırBağımsız bir eyalet olan Efes Lydia Kralı Kroissos tarafından defalarca kuşatıldı ve MÖ. 560 yılında fethedildi. Kent 546 yılı ve sonrasında Persler Efes’i ve Lydia Krallığını ele geçirdiler.
Efes milattan önce 1000’li yıllarda göçmenlere ev sahipliği yapmaktaydı. Çünkü o dönem bir liman kentiydi. Deniz yoluyla bugünkü İzmir sınırına gelen göçmenler, ilk olarak Efes’e ulaşıyordu. Ticari hayatın gelişmesinden dolayı göçmenlerin büyük bir kısmı Efes’te kalıyor ve orada geçimlerini sağlıyorlardı. Günümüze kadar gelen Efes kalıntılarının büyük bir kısmı, General Lisimahos döneminden kalmadır. General Lisimahos, Büyük İskender’in emri altında çalışan bir ordu komutanıydı.
Helenizm Süresince Şehir Gelişimindeki Temel Kırılma Pers yönetimi büyük İskender’e kadar sürdü (MÖ 334) İskender’in haleflerinden biri olan Lysimachos, bir sonraki şehir gelişimini M.Ö. 3. Yüzyılda kırılma noktasına getirdi, kendisi Panayır dağı ve Bülbül dağı arasındaki vadideki yerleşim yerlerini yeniden düzenledi. Helenistik Dönemi’nde (M.Ö. 336-30) , Efes kenti görünümü temel bir değişim geçirdi. Diadoch savaşları sırasında ve Büyük İskender’in ölümünden sonra, şehir Lysimachos Krallığı ile MÖ 300 yıllarında birleştirildi (355-281). Yarım adada ve Anadolu’da, şehrin ilk kuruluşundan sonra (Lysimachia), Efes’te, Lysimachos’un karısı Arsinoe II’nin ismi verilerek Arsinoea olarak adlandırılan yeni bir şehir kuruldu.
Arsinoea sakinleri Teos, Lebedos ve Kolophon gibi komşu topluluklardan asker topladılar. MÖ 294 yılları civarında, 9 km uzunluğunda ve Bülbül dağının kuzey yamaçları ile panayır dağının bazı kısımları da dahil olmak üzere bütün şehri içine alan bir sur duvarına başlandı. Sadece üçte birinin gelişmeye uygun olduğu şehir surlarının 2.5 km² lik geniş alanı liman kısmı aşağı şehir ve yükseltilmiş platoda yukarı şehir olarak ikiye ayrıldı.
Eski alay yolu gidiş hattını takip eden Kuretler Caddesi, şehrin her iki alanını birbirine bağladı. Helenistik Efes, ortogonal caddeleri ile Hippodamik planlı yeni bir yerleşim yeri olmuştur. Ticaret Agorası, tiyatrosu ve stadyumu ile birlikte aşağı şehirde Ticari ve kültürel bir merkez oluşmuştur. Bu arada yukarı şehir de Devlet Agorası (Meydan), Prytaneionve Buleuterionu ile politik bir merkez halini almıştır. Kentin her iki yamacında ve özellikle yukarı şehrin güneyindeki ve yukarı agoranın doğusundaki uygun platoda bu yerleşim alanları gelişmiştir. MÖ 3. yüzyılda kurulan alanlarla ilgili çok az bilgi mevcuttur ancak Lysimachos’un ölümünden sonra, MÖ 281’ yılında n azından yerleşimlerin bazıları tekrar buradan ayrılmışlardır.
MÖ 2. Yüzyıldan sonra, Yamaç ev Bölgesinde işlikler ve basit binalar kuruldu, yeniden inşa çabalarını gösteren kanıtlar aynı zamanda yukarı şehirde de yükselme faaliyetlerinin de sürdüğünü ve yukarı şehirde geniş bir yerleşim alanı kurulduğunu da gösterir. Yerel olarak üretilen mallar ve bunların Akdeniz bölgesinde dağıtımı, Roma döneminde Asya’nın Metropolisi olan (Asya’nın başkenti) Efes’in M.Ö. 1. ve 2. yüzyıllarda artan önemini ve ekonomik gücünü göstermektedir.
Efes’in dikkat çeken en önemli özelliklerinden biri, bütün cadde ve sokakların birbirini dik açıyla kesmesidir. Bu mimarinin kurucusu Hippodamos’tur ve bu mimariye “Izgara Planı” adı verilmektedir. Kendi döneminde dünyanın en gelişmiş kentlerinden biri olan Efes, o günkü koşullara göre yüksek teknoloji ve ustaca beceri gerektiren mermer yapıtlar ile inşa edilmiş ve süslenmiştir. Bir dönem, Asya Eyaletine de başkentlik yapmıştır. O zamanki nüfusu tahminen iki yüz bin civarındadır. O zamanın şartlarına göre inanılmaz kalabalık bir nüfustur.
Ancak bir süre sonra Efes büyük bir talihsizlik yaşamıştır. Şehrin zenginleşmesinde en büyük pay sahibi olan Efes Limanı dolmaya başlayarak, liman özelliğini kaybetmiştir. Ve bu durum, ticareti geriletmiştir. Bu krizi önlemek isteyen dönemin imparatoru Hadrian, dolan limanı birkaç kez yeniden boşalttırmıştır. Ancak kötü gidişata engel olamamıştır. Efes böylece hem limanını kaybetmiş hem de denizden uzak bir kent haline gelmiştir. Daha sonra milattan önce 1330 yılında, Efes Türklerin eline geçmiştir.
Efes’in benzersiz özelliklerine diğer bir örnek liman çevresidir. Üç kapı, kentten altıgen biçimli dalgakıranla ve birbirine bitişik iskele, gemi barınakları ve ambarlar ile temsili sütunlu caddeyle çevrelenmiş liman havzasına açılır. Daha MS 2. yüzyılda havza geniş bir kanalla denize bağlanmış ve bu tünel 3. yüzyılda daraltılmıştır. Kanalın her iki yanı da MS 3. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar değişen tarihlere sahip mezar yapılarıyla kuşatılmıştır. Efes’in hemen yakınındaki çevrede kanal ve Küçük Menderes (Kaystros) Nehri boyunca ilave liman havzaları için farklı yerler mevcuttur. Bu yapılar dış limanlar olarak hizmet görmüştür. Yapay bir liman havzası, kanal, birkaç farklı ilave dış liman ve bitişiğinde bir nekropolün bir arada olması antik dünyada eşi benzeri olmayan bir şeydir.
Görünürdeki mimari kalıntıların çoğu tarihi bağlamları, sanatsal işçiliği, kentsel yararlılıkları kadar bilimsel kaynak olarak önemli olası nedeniyle de benzersizdir. Münferit anıtların özgün değerlerinin yanı sıra bu yapı toplulukları bir araya gelerek bir Roma kent planı ve Türkiye ya da Akdeniz’in herhangi bir yerinde bulunamayan bir korunma durumuna sahip bağımsız iç bölgesiyle Efes, daha eşsiz bir tarihi anıt oluşturur. Bu nedenle, Doğu Akdeniz’deki çok iyi koruna gelmiş Roma binalarının en geniş koleksiyonuna sahip Efes arkeolojik yerleşmesinin haklı olarak tüm varlıklarıyla anıtsal bir kent olduğu iddia edilebilir.
Cumhuriyetten İmparatorluk Dönemine Bergama Kralı Attalos III M.Ö. 133’te öldüğünde, kendi isteği ile krallığını Romalılara miras bırakmıştır. Efes şehri Roma Asyası’nın bir parçası halini almasından dolayı civitas libera (serbest vatandaşlık) vergiden muaf olarak yaşadı. Nüfusun Roma Hakimiyeti altına girmeyi oybirliği ile kabul etmemesi Pontik Kralı Mithridates VI’nın şehri fethetme girişimini desteklemiştir. Bu şehirde yaşayan tüm İtalyanlar ölüme mahkum edilmişlerdir ve M.Ö. 88 de sadece Efes’te bir gecede 80.000 kişi vahşice katledilmiştir. İsyan General Cornelius Sulla tarafından bastırılmıştır ve şehrin özgürlüğü elinden alınarak yeniden vergi verme zorunluluğunda bırakılmıştır. M.Ö. 33’ te Marc Antony ve karısı, Mısır kraliçesi Kleopatra, kış aylarını Efes’te geçirmişlerdir ve daha sonra İmparator Augustus olarak başa geçecek olan Octavian’a karşı bir savaş organize etmişlerdir. Octavian’ın Aktiumdaki zaferi sadece Cumhuriyet’in sonu anlamına gelmemekte aynı zamanda Asya ilinin yeniden yapılanması anlamına da gelmekteydi.
Altın Yüzyıllar Efes Roma il yönetiminin sürekli merkezi ve başkenti (Asya Başkenti) haline gelmişti. Denizden kolay ulaşım şehri Anadolu’nun ekonomik bir merkezi haline getirdi. Liman çok çeşitli mallar için yeniden yükleme noktası olarak hizmet etmiştir. Artemision zirai ürünlerine ait arazi ekildi ve bunların ticareti yapıldı, buna ek olarak, tapınak hem güvenilir bir banka hem de bir hac merkezi olarak işlem yaptı. Şehrin Roma karakteri politik yapıların inşası ile güçlendirildi.
M.S. 52 ve 55 arasında havari Paul Efes’te vaaz verdiği zaman, sadece aktif putperest mezhebi ile değil aynı zamanda buradaki Yahudi topluluğu ile de karşı karşıya geldi. Gümüşçü Demetrios’un önderliğindeki isyanın sonucunda, Paul misyon faaliyetlerini Korinth’de yeniden başlatmak üzere şehri terk etti. Efes kendi zirvesine M.S. 2.yüzyılda ulaştı ve bu şöhretli alan için sayısız eserler bıraktı. Bu eserler zengin vatandaşların halkın refahı ve kendilerinin hatırlanması için verdikleri özel hibelerle yapıldı.
M.S. 3. yüzyıldaki kriz M.S. 230’dan sonra M.S. 270’lerdeki felaket getiren sarsıntının sonucunda oluşan bir seri depremler ve de Gotik’lerin (Barbarların) hücumları şehirde açık ekonomik bir gerilemeye neden oldu. Artemisyon yağmalandı ve tapınağın kendisi yakıldı. Bu yıkımın açık izleri hala şehirde görülmektedir, bunların yeniden inşası da onlarca yıl sürdü. Efes parlak dönemini tekrardan, sadece M.S. 5. yüzyılda elde edebildi.
Genç Antik Çağın Sonunda Efes Efes, şehirsel yönetim koltuğundaki pozisyonunu (Asya Valiliği olarak) elinde tutmayı başardı ve böylece Roma İmparatoru Diocletian tarafından yapılan yeni düzenlemeden sonra bile hem politik hem de ekonomik bir merkez olarak kalabildi. Ancak, 4. yüzyılın ortalarında oluşan sayısız depremler, felaketler şehrin yavaş yavaş yükseldiği düzeyden ekonomik bir düşüşe maruz kalmasına neden oldu. İmparatorluk, hibelerinin yardımıyla ve vergiden muafiyetlerle bu hasar başarılı bir şekilde atlatıldı ve önceki zenginliğe aşama aşama geri dönüldü. Bu durumu sayısız kamuya ait ve özel binanın restorasyonu ve yeniden inşası göstermektedir. Bunlara ek olarak, Theodosius I (en önemli olarak 391’de devletin resmi dini olarak Hıristiyanlığın kabulünü beyan etmesi)in verdiği dini fermanları takiben şehrin manzarasını muhteşem bir şekilde değiştiren pek çok muhteşem kilise inşa edildi.
Bizans Döneminde Efes En geç 5. yüzyıldan beri, Aziz John Bazilikasının (Nispeten büyük boyutlarda inşa edilmiş, bazı özel ayin yetkilerine sahip kilise) Hagios Theologios Tepesinin (Bugünkü Ayasoluk/Selçuk) 2,5 km uzağına inşa edilmesinden bu yana şehrin önemi artmış ve şehir, Bizans döneminin önemli hac merkezlerinden bir tanesi olarak gelişmiştir. 7. yüzyıl sırasında, Bazilika, Meryem Kilisesi’nin litürjik (ayinle ilgili) fonksiyonunu nihai olarak üstlendi ve Efes başpiskoposunun ana kilisesi haline dönüştü. 6./7. yüzyıllardaki Efes şehri kalıntıları; Bizans çevresindeki muazzam şehir duvarlarının inşası ile şehrin daha yeni olarak oluşturulan yönetim bölümüne, yani Thrakesion koltuğuna (Bizans mahallesi ) yükselmesini işaret eder ki bu da Asya’nın önceki başkentinin ilk zamanlardaki üstünlüğünü tamamen kaybetmediğini göstermektedir. Şehir içinde lejyonun görevlendirilmesi, Arap dünyasının artan genişleme çabalarına karşı bir gereklilikti; Aslında yaklaşık 654/655 te Efes, Suriye valisi, Muaviye tarafından saldırıya uğradı ve 715/716 da Arap Amirali Mazlama’nın başarısız Konstantinopolis (İstanbul) macerası dönüşünde yeniden saldırıya uğradı. 9. yüzyılın ilk yarısında Efes askeri yönetim biriminin, Tharakesion, en geniş takviye şehri olarak hala eski kaynaklarda tanımlandığı gibidir. M.S. 890 da Sisam adası üzerinde sahip olduğu politik ve askeri üstünlüğü kaybetti ve bundan kısa bir süre sonra da , Smyrna/İzmir üzerindeki üstünlüğünü kaybetti. Bu özet olarak çizilen gelişmeler burada yerleşimin sonsuza dek terk edildiği anlamına gelmez. Aslında, en son yapılan arkeolojik kazılarda ele geçirilen kanıtlar, Efes’in 13./14. yüzyıla kadar – sadece homojen şehirsel bir varlık olarak değil aynı zamanda daha dağınık yerleşim grupları halinde – yerleşim alanı olarak kaldığını göstermektedir.
Selçuklu Dönemi Tüm bölge ilk kez 1304’te Bizans imparatorluğundan ayrılmıştır. Hatırı sayılır bir Selçuklu sülalesi olan yeni kanun koyucu, Aydınoğlu Beyliğinin yerine 15.yüzyılın ilk yarısında Osmanlı sülalesi geçmiştir.
Efes’in günümüze kadar gelmiş kalıntıları, 8-9 kilometrelik bir bölgede hala varlığını sürdürmektedir. Her yıl dünyanın çeşitli bölgelerinden yaklaşık bir buçuk milyon turist, Efes’i ziyaret etmektedir.
Büyük Tiyatro’nun devasa yapısı Panayırdağ yamacı üzerindeki yerleşmenin batısına bakar. Kentsel odak noktası ve meclis yeri olması gibi işlevleri yüzünden kent altyapısı için çok önemliydi. Yaklaşık 25.000 kişilik tiyatro, İmparatorluk Döneminde tamamlanmıştır. Tiyatroda sadece kültürel aktiviteler sahne almazdı. Aynı zamanda gladyatör oyunları ve en azından ekklesia (Halk Meclisi) için Efes halkının buluşma yeriydi. Bu işleviyle, Aziz Paul misyonuna karşı gümüşçülerin ayaklanışını anlatan Yeni Ahit’te de bahsedilmiştir. Bugünkü görünümünü, büyük oranda Geç Roma Döneminde Bizans sur duvarıyla birleştirildiği onarımlara bağlıdır.
Büyük Efes Stadyumu kentin kuzeyinde, Panayırdağ’ın kuzeybatı yanı çıkıntısının dibinde yer alır ve 3 hektarlık bir alanı kaplar. Stadyumun anıtsal olarak büyümesi olasılıkla Nero zamanında yaşanmıştır. Vedius Gymnasiumu, stadyumun kuzeyinde yer alır. Birçok Efes gymnasiumu gibi, bu da simetrik olarak düzenlenmiş, doğu-batı boylamı ekseninde uzanan hamam ve palaestra (gymnasiumlarda güreş ve beden eğitimi yapılan bölüm) ile birlikte hamam-gymnasium kompleksi şeklindedir.
Diğer bir önemli öğe ise Roma Nekropolü’dür. Bülbüldağ’ın kuzeybatı yamacı ve Efes limanının kuzeyi ve güneyinde yerleşir. Öteki nekropoller Panayırdağ’ın kuzeyi ve doğusu, Bülbüldağ’ın kuzeydoğu yamacı ve Efes’in yukarı kasabasının dışında yer alır. Hellenistik Dönemde kurulmuş fakat Augustus döneminde tamamen tekrar inşa edilmiş yukarı kasabaya Yukarı Agora hâkimdir. Oldukça büyük meydan merkezinde, sütunlarla çevrili, olasılıkla Dea Roma ve Julio-Claudian imparatorlarından birine adanmış küçük bir tapınak inşa edilmiştir. Batı bitimde Domitianus için İmparator kültü tapınağı yer alırken, kuzey taraf, Bouleuterion ve Hestiaia ile birlikte Prytaneion gibi bir dizi kamusal yapıyla doludur. Güney bitim ise alay yolu ve sadece temsili bir çeşmenin kazıldığı, diğerlerininse jeolojik çalışmalardan bilindiği başka kamusal yapılar içerir. Doğuya doğru yukarı kasabanın tüm arazisi Geç Hellenistik Dönemden Erken Bizans Dönemine kadar tarihlenen yaşama alanlarıyla kaplıdır.
Efes kentine su, çeşitli su kemerleriyle taşınır. Bu hayli gelişmiş Roma inşa ve mühendislik tekniklerinin tanıkları hala Efes mahallelerinde görülebilmektedir.
Kentin doğusunda, 1,5 km’lik bir uzaklıkta, Efes’in ana kült merkezi ve Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Artemis Tapınağı (Artemision) yer alır. Arkeolojik araştırmalar yerleşmede MÖ 8. yüzyıldan Geç Antik döneme kadar üst üste bir dizi tapınak ve mabedin varlığını göstermiştir. Tapınağın iki ana yapı evresinden bahsetmek gerekir. MÖ 560 yılı civarında, ilk inşa çalışmaları büyük mermer dipteros (Arkaik Artemis Tapınağı, Yunan mimarisinin dönüm noktası) üzerinde başlamıştır. MÖ 356 yılında Arkaik tapınağın yıkılmasından sonra yüksek bir platform üzerinde 118 sütunlu yeni bir tapınak yükselmiş, MÖ 4. yüzyılda anıtsal sunak eklenmiştir. Artemis Tapınağı MS 3. yüzyılda deprem felaketi ve Got kavimlerinin saldırılarıyla yok olmuştur. Kısmen tekrar inşa edilmiş, parçalanmadan önce MS 4. yüzyılın sonlarına kadar kullanılmıştır. Devasa mermer bloklar yakınında yer alan Aziz John bazilikasını ayağa kaldırmak için kullanılmıştır.
Tapınağın yaklaşık 180 metre batısında Artemision’un temenosu (tapınağı çevreleyen kutsal alan) içindeki bir yapı Artemis Tapınağı çevresindeki kutsal alanın bir parçası olarak görülebilir. Son kazı çalışmaları, yapının açıkça tanrıçayı onurlandıran festivallerin (Artemisia) yapıldığı bir Odeion olduğunu göstermiştir. Bu anıtın inşası MS 1. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenebilir. Erken dönem kazılarından olduğu kadar yazılı kaynaklardan da temenosun çeşitli kamusal ve özel yapılarla kaplanmış olduğu bilinmektedir. Bugün bu yapılar metrelerce toprakla doludur.
Efes Piskopos Kilisesi, Meryem Kilisesi ve Ayasuluk üzerindeki Vaftizhane ve Hazinesi ile anıtsal bir bazilika olan Aziz John Bazilikası Efes’te iyi bilinen Bizans yapı kompleksleridir. Bu kompleksin ana binası, MS 6. yüzyılda İmparator Justinianus zamanında inşa edilmiştir. Ancak inşa çalışmaları 10.-12. yüzyıl Orta Bizans Dönemine dek sürmüştür. Meryem kilisesi İmparator Hadrianus’un imparator kültü tapınağının güney ucundaki salona inşa edilmiştir. Bu yapıda MS 431 yılı Konsülü gerçekleşmiştir. Piskopos kilisesi geç 4. Yüzyıldan Geç Bizans Dönemine (14. yüzyıl) kadar çeşitli yapı evreleri geçirmiştir. En azından 6. yüzyıl ve sonrasında bazilika Efes piskoposluğu olarak hizmet vermiştir. Orta Çağ boyunca, kilise mezarlığı olarak kullanılmıştır. Efes’te çok sayıda kilise ve şapel vardır. Akdeniz dünyasındaki en önemli Hıristiyan haç merkezlerinden biri olmuştur.
Bülbüldağ’ın kuzey yamacındaki Aziz John Mağarası’nda en olağanüstü duvar resimlerinden biri yer alır. Mağarada, biri diğerinin üzerinde dört boyalı yüzey fark edilebilir. Mağaraya adını veren sahne batı duvarda yer alır ve yanlarında belirgin bir şekilde Grekçe yazıtlarla Aziz Paul ve Aziz Thekla yerel efsanesini anlatır.
Bir diğer ilgi çekici Hıristiyan anıtı Panayırdağ’ın batı yamacında yer alan Yedi Uyurlar mağarasıdır. Kuruluşu, doğal ana kaya üzerine Hıristiyan mezar kompleksi inşa edildiği MS 3. yüzyıla değin uzanır. Bu mezarların üzerine erken 5. yüzyılda, İmparator II. Theodosius döneminde biri anıtsal diğeri hizmet amaçlı iki kilise yapılmıştır. Bu mezarların, Yedi Uyurlar’a ait olduğu düşünülmüş ve imparatorluk evinin emriyle bir Hıristiyan kültü yerleştirilmiştir. Yedi Uyurlar, yeniden dirilme için bir model olarak hizmet etmiş ve kült kurumu Theodosius’un dini politikasında bir dönüm noktası olarak algılanmalıdır. Mezarlık ve kiliseler kısa sürede önemli bir haç merkezi haline gelmiş ve bu rolünü Orta Çağda da devam ettirmiştir. Anıtın popülerliği ve şöhreti Orta Çağ boyunca Haçlıların yazıtlarında da dile getirilmiştir.
Başka bir önemli alan, Ayasuluk Tepesi’nin etrafı ve batısındaki bölgedir. Bu yerleşme özellikle Orta Çağ’da 14. ve 15. yüzyıllar için esas kaynak olmuş, Aydınoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki geçiş dönemi olarak kabul görür.
Ortaçağ yerleşmesi tahkimat için gerekli güvenliğin de sağlandığı Ayasuluk Tepesi’ne konuşlanmıştır. Efes/Ayasuluk’un genişlemesinin olasılıkla ilk kez 14. yüzyılda yaşandığı tahmin edilmektedir. Yerleşme merkezinin akropolis tepesinde yer almaya devam ettiği, sivil alanların ise batıdaki düzlükte – ki burası eski Efes Artemis kutsal tapınağın üstü- konuşlanmış olduğu varsayılmaktadır. Bu yerleşmeden geriye sadece taş anıtlar korunmuştur. Dayanıksız ahşap malzemeden yapılan konut yapıları günümüze kadar ulaşamamıştır.
Aydınoğullarının inşa planı, orijinalinde olasılıkla kent mahallesi sakinleri için ayrılan cami, mescit, hamam gibi yapıları içerir. Hiç şüphesiz en önemli yapı bazilika formunda kutsal bir yapı olan İsa Bey Camii’dir. Bu dönem boyunca antik ve Bizans gelenekleriyle yenilikçi Türk ögelerin bir araya getirildiği yeni bir mimari düzen geliştirilmiştir.
0 notes