#Cennet Koyu
Explore tagged Tumblr posts
gazetelinkmedya · 1 year ago
Text
Mahkeme "Cennet Koyu Cengiz'in olmasa da Cengiz'indir" dedi!
Mahkeme “Cennet Koyu Cengiz’in olmasa da Cengiz’indir” dedi! Özelleştirmesi iptal edilen Cennet Koyu, Hazine gidip tapuyu üstüne almadığı için Cengiz’in oldu. Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, Cengiz İnşaat’a verilen Cennet Koyu’nun davasıyla ilgili kaleme aldığı yazısında yeni bir gelişmeyi gündeme getirdi. Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu’nun “Millete koyu verir mi derken Cengiz…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mesut-sems · 7 months ago
Text
Aklımız ermemiş gönlümüzün işine, Nice hevâyı, devâ sanmışız...
80 notes · View notes
otuzsekizinciparalel · 3 months ago
Text
yarın toplantı var heyecanlıyım biraz
7 notes · View notes
tr-ataturk · 19 days ago
Text
Tumblr media
101. Yıl
Bir avuç Türk dünyaya meydan okudu. Sonraları, hiçbir büyük devletin aklına gelmeyecek bir kumandan, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal gibi dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kumandan ortaya çıktı. Realistti, hesap kitap yapmadan hiçbir adım atmaz, kesin zafer alamayacağı hiçbir yola girmezdi. Ona, yolun başındayken kimse inanmadı, ne çok yakın dostu bildiğimiz İsmet Paşa - Samsun'a çıkmadan önce İstanbul'da teklif etmiş ancak İsmet Paşa daha yeni evlendim, bir süre beni rahat bırak diyerek reddetmişti-, ne Fevzi Paşa - Fevzi Paşa'da o vakit ne kadar koyu milliyetçi olsa da devlete bağlı bir kumandandı, ilk vakitler Mustafa Kemal Paşa'ya karşıydı.- ona inanmıştı. Vakit geçti, zaman geçti, ona inanmayan bir kimse kalmadı. En umutsuz insanlara, umut oldu. Türk Halkı'na direnmesi için son bir güç verdi ve bu güç doğuda Ermenilerle, güneyde Fransızlar ve yine Ermenilerle, batıda ise Yunanlılarla çarpışmalarına olanak sağladı. Millet yine kendi istikbalini, kendi kaderini kendi kurtardı. Cumhuriyeti biz böyle kurduk, savaşarak, kan dökerek... Büyük fedakarlıklar yaparak. Elimizde bir kuruş para yokken yetiştirdiğimiz meyvelerle sebzelerle takaslar yaparak yeni kurduğumuz cumhuriyeti güçlendirmek adına teknolojik aletler aldık topraklarımıza. Şimdi ise böyle zorluklarla elde ettiğimiz şeyleri birer birer satıyorlar. Türk devletini t*rörle aynı masaya oturtmaya çalışıyorlar. Bu ülke şehitlerin kanı ile kuruldu, neredeyse her gün şehit veriyorken, onların kanı dahi kurumamışken böyle bir düşünce... Ruhumuzu parçalıyor. Ancak ben inanıyorum, Türk Halkı buna izin vermeyecektir. Cumhuriyetin 101. yılında böylesine zırvalıklar engellenecektir. Böyle güçlüklerle elde ettiğimiz bu cennet vatanı birkaç vatan haininin eline bırakmayacaktır. Ne mutlu Türk'üm diyene!
71 notes · View notes
feudecendres · 1 year ago
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
277 notes · View notes
turizzm · 8 months ago
Text
İzmir Çeşmeye nasıl gidilir ?
Tumblr media
Çeşme havalimanı transfer wetline kalitesi ile sizlerin hizmetinde. 365 gün rüzgarlı doğasıyla su sporları sevenler için cennet gibi bir yer olan çeşme binlerce yerli ve yapancı tarafından ziyaret ediliyor. İzmir havalimanı transfer ile tur paketlerine bağlı kalmadan çeşmenin tüm güzelliklerini kaliteli ve konforlu şekilde gezebilirsiniz. Çeşme havalimanı transfer ile çeşmenin gözdesi Ala çatıyı ziyaret edebilirsiniz. Ala çatı, Çeşme'ye sadece 8 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Taş evleri , Arnavut kaldırımlı sokakları, butik oteller, apart oteller ve aile otelleri göz kamaştıran bir güzelliğe sahip. UNESCO Dünya mirası geçici listesin'de yer alan Çeşme Kalesi, tarihi ve doğal yapısı ile mutlaka uğramanız gereken noktalardan. İzmir Kalesi 1508 yılında inşa edilen ve günümüze kadar sağlam kalmış mimari yapısı ile dikkat çekiyor. Çeşme Müzesinede mutlaka uğramalısınız. İzmir transfer ile Çeşme Marinayıda mutlaka güzergahınıza mutlaka eklemelisiniz. Doğu Akdeniz'in en büyük yat limanlarından biri olan çeşme, denizde 400, karada ise 100 tekne bağlama kapasitesine sahip Çeşme Marina, zengin turizm olanakları ile aynı zamanda ilçenin en sevilen gezi alanlarından biri. Alaçatı Marinada merkeze sadece 20 dk uzaklıkta mutlaka uğramanız gereken noktalardan.
Çeşme transfer ve çeşme havalimanı transfer hizmetleri ile çeşmeyi konforlu vip araçlarımız ile ziyaret edebileceğiniz 30 yeri listeleyeceğiz. 1.Alaçatı 2.Çeşme Marina 3.Delikli Koy 4.Sakız Adası 5.Altınkum Plajı 6.Çeşme Kalesi 7.Şifne 8.Aya YorgiKoyu 9.Germiyan Koyu 10.Alaçatı Marina 11.Eşşek Adası 12.Alaçatı Yel Değirmeni 13.Çeşme Çarşısı 14.Aqua Toy City 15.Oasis Aquapark 16.Çeşme Açıkhava Tiyatrosu 17.Dalyan 18.Erythrai Antik Kenti 19.Çeşme Müzesi
Ala çatı Kemalpaşa Caddesi
Ala çatı Taş Evleri
Pazaryeri Cami
Ayıos Haralamboş Kilisesi
Çeşme Kervansarayı 25.Dalyan Yat Limanı
Ala çatı Meydanı
Tanay Tabiat Parkı
Memiş Ağa Cami
Fedon Koyu
Alaçatı Antika Pazar ve birçok doğa harikaları sizleri bekliyor.
2 notes · View notes
okumaodasi · 1 year ago
Text
GAUGUIN'İN SORULARI
Tumblr media
Fransız ressam ve yazar (hakkında aktarılanların çoğuna göre deli, kötü ve tanıması tehlikeli) Paul Gauguin, Darwin ile diğer Victoria dönemi bilim insanlarının neden olduğu kozmolojik bir baş dönmesinden mustaripti hep.
Gauguin 1890'larda Paris'ten, ailesinden ve işi borsa simsarlığından kaçıp tropiklerde yerli kızların resimlerini yapmaya (ve onlarla yatmaya) gitti.
Istıraplarla kıvranan ruhların birçoğu gibi, içkinin ve afyonun yardımıyla kendisinden kaçmaya büyük çaba harcamış olmasına rağmen o da bunu kolayca yapamadı.
Huzursuzluğunun derinlerinde "vahşi" dediği şeyi, ilkel adamı (ve kadını), ham haliyle insanlığı, türümüzün kolay kolay ele geçmez özünü bulma özlemi yatıyordu.
İşte bu arayış onu insan eli değmemiş bir dünyanın (onun gözünde yıkılmamış bir dünyanın) izlerinin haç ve üç renkli bayrağın altında varlığını sürdüğü Tahiti'ye ve Güney Denizi'ndeki başka adalara sürüklemişti.
1897'de buharlı bir posta gemisi Tahiti'ye demir attı, kötü haberler getiriyordu. Gauguin'in en gözde çocuğu Aline zatürreeden ansızın ölüp gitmişti.
Gauguin, aylar süren hastalıklar, yoksulluk ve intihar düşünceleriyle dolu bir ümitsizliğin ardından acısını damıtıp devasa bir tablo ortaya çıkardı. (Aslında düşünülüşü itibarıyla bir tuvalden çok bir duvar resmiydi), bu tablosunda tıpkı Victoria çağı gibi o da var oluş muammasına yeni cevaplar verilmesini istiyordu.
Tablonun üzerine başlığı koyu harflerle yazmıştı; çocuksu, yalın ama derin üç soru: D'Oû Venons Nous? Que Sommes Nous? Oû Allon Nous? (Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?)
Bu eser vahşi Tahiti'nin ağaçlıkları ya da düzensiz bir cennet bahçesi olabilecek bir manzaranın ortasında bilmecemsi figürlerin kaynaştığı bir panorama sunuyordu: İbadet edenler ya da tanrılar; kediler, kuşlar ve dinlenmekte olan bir keçi; kaldırdığı elleriyle öteleri işaret ediyormuş gibi görünen, sakin bir ifadesi olan büyük bir idol; ortada yer alan, meyve koparan bir figür; Gauguin'in bu eserindeki diğer kadınlar gibi şehvetli bir masum olmayıp Perulu bir annenin ilham ettiği, baktığı yeri delip geçen gözüyle kurumuş gitmiş bir acuzeye benzeyen bir Havva, insanlığın anası ve ressamın yazdığına göre "kaderlerini düşünmeye cüret etmiş" genç bir çifte dönmüş, hayretle bakmakta olan bir başka figür.
"Nereye gidiyoruz?" Cevapsız bir soru gibi görünebilir bu. Zaman içinde insanın nasıl bir yol izleyeceğini kim söyleyebilir ki? Ama sanırım önceki iki soruyu cevaplayarak bunu da kalın fırça darbeleriyle cevaplayabiliriz. Ne olduğumuzu, neler yaptığımızı açıkça görürsek birçok devirde, birçok kültürde ısrarla varlığını sürdüren insan davranışlarını tanıyabiliriz. Bunu bilmek de bize yapmamızın muhtemel olduğu şeyi, buradan muhtemelen nereye gideceğimizi söyleyecektir.
Kendisinden önceki medeniyetlerin çoğunu kapsayan medeniyetimiz, istim salmış, geleceğe doğru hızla ilerleyen kocaman bir gemidir. Hiç olmadığı kadar hızlı, daha ileriye, daha yüklü bir halde ilerliyor. Her kayalığı, her tehlikeyi göremeyebiliriz, ama gemimizin pusulasını ve aldığımız yolu okuyarak gemimizin tasarımını, güvenlik sicilini, mürettebatın becerilerini anlayarak sanıyorum, ileride bizi bekleyen dar boğazlardan, buz dağlarının arasından geçmenin akıllıca bir yolunu bulabiliriz.
Bunu hiç ertelemeksizin yapmamız gerektiğine inanıyorum, çünkü arkamızda bıraktığımız çok fazla gemi enkazı var.
Güvertesinde olduğumuz gemi gelmiş geçmiş en büyük gemi değil, yalnızca geriye kalan tek gemi bu aynı zamanda. Zekâmızın gelişmesinden bu yana başardığımız her şeyin geleceği, gelecek birkaç yıl içindeki eylemlerimizin bilgeliğine dayanacak.
Bütün yaratıklar gibi insanlar da şimdiye kadar yollarını deneme yanılma yoluyla bulmuşlardır, ama başka yaratıkların tersine bizim öyle büyük bir varlığımız var ki hata etmek artık kaldıramayacağımız bir lüks.
Dünya büyük hatalarımızı affetmeyecek kadar küçüldü artık.
Ronald Wright
2 notes · View notes
izimbozada · 2 years ago
Photo
Tumblr media
👨‍🌾 Anı yaşamak nerede olmalı diye sorarsanız cevabım: Harikalar Diyarı Selimiye olur. 🌿 Bozburun yarımadası’nda eski bir balıkçı kasabası olan Selimiye’nin kendine özgü o karakteristik sokaklarında yürürken Karia uygarlığının izlerini nadir de olsa görebiliyorum. Efsane hikayeleri çevredeki halktan dinlerken, adeta cennetin bir parçasında olduğumu hissettiren her köşesi ile özel bir konaklama tesisi olan Alice Tatil Evi’ne konuk oluyorum. 🏡 Selimiye’nin dinginliği ile beni bütünleştiren, kulacımı atsam masmavi denizden devam edecekmişim hissiyatını yaşatan bir sonsuzluk havuzuna sahip bu tesis 20-30 m2 genişliğinde her yaş grubundan kişiye hitap eden 11 odası ile hizmet veriyor. ✨ Huzur, dinginlik, sakinlik buranın gerçekten değişmez 3 kuralı. Taş binanın modern dokunuşlarla örüldüğü ve her gün ‘’masmavi’’ bir güne uyanacağınız bu tesis, +8 yaş üzeri çocuk politikasına sahip. 🏖️ El değmemiş bir doğada yer alan @alice_tatil_evi , denize sadece 2 dakika uzaklıkta. Hala bozulmayan o samimi ‘’köy’’ havası sayesinde şahane bir atmosferde tatilinizi yapabilir, civar köylerden alınan taze ürünler ile hazırlanan muhteşem kahvaltısını deneyimleyebilirsiniz. ☕️ 17.00’da verilen çay molaları ise kitabınız yanında size eşlik edecek. 🐶 Evcil hayvan için maalesef uygun değil. ✈️ Uçakla Dalaman havalimanına inerek 133 km mesafedeki otele ulaşabiliyorsunuz. 🍽️ Yeme-İçme Önerileri: Tesise yakın olan Asarcık bağlarında bulunan şarap evinde şahane bir akşam yemeği. Sardunya ve Hidayet’in Yeri’nde Rakı&Balık, Kokteyl için: Karadut No: 12 ✏️ Civarda Gezilecek Yerler; -Bozburun kaçamağı, Kameriye Adası Manastrı Kalıntıları, Selimiye K��yü gezisi. Ayrıca Delikyol Koyu, Çiftlik koyu ve Cennet koyu yüzmek için birebir. 📌 Yapmadan dönme; *Asarcık bağlarında şarap tadımına katıl. *Selimiye koylarını tekne ile keşfet. *Turgut-Bayır-Bozburun-Söğüt köy gezisi yap. 🗝️ Oda+kahvaltı konseptinde hizmet veren tesisin gecelik fiyatı oda türüne göre 2700 ile 7000 TL arası değişmekte. Selamımızı ilettiğinizde @kucukoteller misafirlerine özel %5 indirim mevcut. 📞 +90 532 057 49 90 numaralı telefondan sahibi Ali Bey’den detaylı bilgi alabilirsiniz. 👨‍🌾 İyi Tatiller… (Selimiye, Marmaris) https://www.instagram.com/p/CqZp7aWtFzj/?igshid=NGJjMDIxMWI=
5 notes · View notes
adl1bbed · 7 days ago
Text
Bölüm 32: Yeni evlilerin umutsuz tatlılığı
Nangong Jingnu o gece sekiz adımlık yatağında Nangong Shunu'nun koluna sarılarak yattı. Akşam yemeğinde olan şey tekrar aklına geldiğinde kısık sesle gülmeye başladı.
Yemek hazırlamak zaman almıştı ve o saat de yemek yemek için çok geçti. Yemeğin ağır gelip rahatsız etmesini önlemek için, aşçı Qi Yan'a bir kâse erişte pişirmişti!
Qi Yan'ın kâsedeki erişteleri gördüğünde yüzünde oluşan ifadeyi hayatta unutamazdı. İkileme düşmüş, fakat yine de saray hizmetçisine teşekkür etmişti.
Bu kişi baskın elini incitmişti, öylece hareket ettirmek acı vermesine neden olurdu. Sol elini kullanması gerekiyordu, fakat daha ağzına götüremeden tüm erişteler dökülmüştü. Buna rağmen dik oturmayı sürdürüyor ve görgü kurallarından taviz vermiyordu. Nangong Jingnu Qi Yan'ın defalarca kez denemesini, fakat eriştelerden bir lokma bile yiyemeyişini izledi.
"Ekselansları... vakit geç oluyor." Lütfen gitsin.
"Sorun değil, yemeği bitirdiğini gördükten sonra giderim."
Qi Yan'ın dudaklarının kenarları seğirdi: "Belki ana yatak odanızda biraz dinlenmek istersiniz? Bir tek bu kulun yemek yemesi gerçekten uygunsuz düşüyor."
Nangong Jingnu'nun yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. Elini çenesine dayadı, ardından Qi Yan'a bakarak gözlerini kırpıştırdı, "Kabahatini bağışlıyorum."
"..." Qi Yan'ın kehribar gözlerinde pes eden bir ifade belirirken uzun bir çekmişti.
"Pfft!"
Bu gülüşü duyduğunda, Nangong Shunu merak içinde sordu, "Meimei neye gülüyor?"
"Er-jie, yarın gidip Yılbaşı Arifesinden sonra malikaneye dönmemiz için İmparator babamdan izin isteyeceğim. Sen de benimle gelirsin, değil mi?"
"Olur, ama az önce bu yüzden mi gülüyordun?"
"Shangyuan festivalinin olduğu gece halka açık sokakların hayat dolu olduğunu duydum. O zaman geldiğinde kılık değiştirip biraz dolaşmaya çıkalım. Caddelerde bir sürü komik biblo satılıyormuş, yılbaşı fenerleri de varmış! Nehir kenarında satılan süzülmeye bırakılan fenerler de varmış, bir tane satın alır ve nehre bırakırız..."
Nangong Shunu, Shangyuan festivalinde halka açık sokaklarda neler olduğuna dair hiçbir şey bilmiyordu. O daha büyüktü ve Nangong mülkünde doğmuştu. Jingnu ise sarayda doğmuş, sıradan halka ait mekânlardan özenle uzak tutulmuştu.
Ve bu dedikleri de kesinlikle Nangong Shunu'nun bu kadar özlemini çektiği özgürlüğün o halka açık sokaklarda olduğunu gördüğü için söylenmişti.
"Güzel fikir, ama ben gündüzleri hep kılık değiştirerek çıkarım... Yanımıza birkaç koruma da almalı mıyız?"
"Öyle eğlencesi kalmaz! Qi Yan'ı yanımızda götürürüz, sadece üçümüz!"
"Tamam o zaman."
Nangong Shunu battaniyeyi kız kardeşinin üzerine çekti, "Saat geç oldu, uyku vakti."
Yılbaşı Arifesi göz açıp kapayıncaya kadar geldi. Gün doğmadan önce, Qi Yan saray hizmetçilerinin yardımıyla üçüncü seviye olan Fumaların resmi kıyafetlerini giydi.
Wei Krallığı'nda, Fumalar için toplamda üç seviye vardı. Resmi kıyafetlerinin renkleri, sahip oldukları araziler, gelirleri, kullandıkları ulaşım araçları ve hatta bir saray ziyafetinde önüne koyulan yiyecekler bile farklıydı.
Beşinci seviye Fumalar yeşil renk bir resmi kıyafet giyerdi ve tımarlarında üç yüz toprak hakları vardı. Dördüncü seviye Fumalar mavi renk bir resmi kıyafet giyerdi, tımarlarında beş yüz toprak hakkı vardı; üçüncü seviye Fumalar ise koyu kızıl renkli resmi kıyafetler giyer ve tımarlarında sekiz yüz toprak hakkı olurdu.
Qi Yan'ın resmi kıyafeti son derece ayrıntılıydı, giymesi de zahmetliydi. Dört tane saray hizmetçisinin yardımına rağmen giymeyi bitirmesi otuz koca dakika sürmüştü.
Koyu kızıl brokara dikilmiş gümüş şeritler, güneş ışığının altında ona ışıltılı bir görünüm katmıştı. İki sıra zarif kızıl taç yapraklı cennet kuşu çiçeği*, kavuşturulmuş yakasına işlenmişti. Geniş kol yenleri dizlerine dökülüyordu ve yenlerin sonuna kıvrımlı bulut desenleri işlenmişti. *crane flower
Geniş, yeşimden bir kemer belini çevrelerken üzerinden dört adet aksesuar sarkıyordu: beyaz yeşimden bir yüzük, bir parça jadeit*, beş renkli bir lavanta kesesi ve ufak fakat kibar görünümlü ağzında duman kümesi bulunan sıçrayan bir balık tasvir edilmiş bir balık nazarlığı.
Ç/N: Çok çeşitli renklerde bulunur, ancak çoğunlukla yeşil veya beyaz tonlarındadır.
Giysiler, onların da kenarlarına gümüş şeritler dikilmiş olan yüksek tabanlı botlar ile tamamlanıyordu.
Saray hizmetçileri her detayı titizlikle ayarlayana kadar Qi Yan kollarını iki yana açıp dik durarak bekledi, "Lord Fuma, hazırsınız."
"Teşekkür ederim jiejie." Saray hizmetçisinin gözleri parlarken saygıyla eğilip başını aşağıda tuttu, "Ana salonda biraz bekleyin. İzninizle."
Qi Yan büyük salona geldi. Otuz dakika sonra, peşlerinde saray hizmetçileri ile iki Prenses salona giriş yaptı.
Nangong Jingnu o gün canlı kırmızı renk bir saray elbisesi giymişti. Elbisenin kuyruğu son derece uzundu; yerde sürüklenmemesi için dört hizmetçinin kenarlarından tutmasını gerektiriyordu.
Nangong Shunu bir cariyeden doğmuştu, bu yüzden morla pembe arası renkte bir saray elbisesi giymişti. Kuyruğunun boyu ve üzerine işlenmiş desenler Nangong Jingnu'nunki ile kıyaslandığında oldukça sade kalıyordu.
Nangong Jingnu'nun gözleri ardına kadar açıldı: bu resmi kıyafet Qi Yan'ın tüm güzel yanlarını ortaya çıkarmıştı.
Qi Yan bakışlarını çevirdi. İleriye bir adım attı, cübbesinin eteklerini toplayıp yere diz çöktü, "Qi Yan Ekselansları Prensesi selamlıyor. Sağlık ve talih ile kutsanın, her dileğiniz gerçek olsun."
"Sen..."
Nangong Shunu kenara doğru bir adım atarak açıkladı, "Fumanın Yılbaşı Arifesi selamlaması anlamında Prensesin önünde saygıyla eğilmesi bir gelenektir."
"Saygıya gerek yok, kalk."
"Teşekkürler Ekselansları."
Nangong Jingnu da Qi Yan'ı selamladı, "Fuma için sağlık, talih ve başarı diliyorum."
"Ekselanslarına teşekkürler."
Üçü büyük salondan ayrıldı. Bir saray hizmetçisi aceleyle onlara doğru geldi, ardından yere diz çöktü, "Bu hizmetçi iki Ekselans'ı ve Lord Fuma'yı selamlıyor. Zhuohua Fuma'sı sarayın dışında bekliyor, siz Ekselanslarını selamlamak dileğinde."
Zhuohua, Nangong Shunu'nun unvanıydı, gelense Lu Zhongxing'di.
Nangong Jingnu soğukça homurdandı ve yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi.
Nangong Shunu ellerini karnının üzerinde birleştirip çenesini kaldırdı, "Gelmesini söyle."
"Anlaşıldı."
Saray hizmetçisi ardında bir toz bulutu bırakarak dışarı koştu. Çok geçmeden, kızıl saray elbisesi giyinmiş olan Lu Zhongxing Weiyang Sarayı'na girdi.
Nangong Jingnu az kalsın sesli bir kahkaha atıyordu: kızıl en seçici renkti, bu renk giysiler herkese uymazdı.
Qi Yan'ın bedeni zarif ve inceydi. Ölçülü bir boyu, nazik yüz hatları vardı; bu kızıl giysilere çok uygundu.
Lu kardeşler de başkentte tanınan seçkin genç efendilerdi. Fakat Lu Zhongxing bu kızıl kıyafeti giydiğinde, Qi Yan'ın aksine, bu onu tıknaz göstermişti. Ten rengiyle de uyumlu değildi. Boyu bile bir miktar kısalmış gibi görünüyordu.
Lu Zhongxing, öz güvenle ve uzun adımlarla üçüne doğru ilerlerken bu durumdan tamamıyla habersizdi. Nangong Jingnu ve Qi Yan biraz geri çekildi, ardından Lu Zhongxing cübbesini topladı ve yere diz çöktü. Net ve gür bir sesle, "Bu kul Ekselansları Zhuohua'ya talih ve dileklerinin gerçekleşmesini diliyor," dedi.
Nangong Shunu başından sonuna kadar gözünü kırpmamıştı, "Fuma saygıdan muaftır, kalabilirsin."
"Teşekkürler Ekselansları."
Nangong Shunu da onu selamladı, sakinlik içerisinde, "Senin için de aynısını diliyorum," dedi.
Dördü birlikle Weiyang Sarayından ayrıldı. Saray kapılarının dışına iki araç park edilmişti. Qi Yan yardımcı basamağın yanında durdu, ardından kolunu kaldırdı, "Ekselansları, lütfen."
Nangong Jingnu yerine oturduğunda, Qi Yan da araca çıktı ve onun yanına oturdu.
"Tahtırevanı kaldırın!" Hadım işaret verdi. İki araç aynı anda kaldırıldı, ardından Ganquan Sarayına doğru yola koyuldular.
Qi Yan yanındaki kişinin eğilip büküldüğünü sezdi. Sessizce sordu: "Ekselansları, yorgun musunuz?"
Nangong Jingnu uzun bir iç çekti, kısık bir sesle cevapladı: "Bu saray elbisesini giymek en zor kısımdı. O kadar ağır ki nefes almakta zorlanıyorum, ama bunu her yıl bir kez giymem gerekiyor."
"Lütfen dişinizi sıkın. Gün çabucak geçecek."
Nangong Jingnu başını çevirip katı bir şekilde dimdik oturan Qi Yan'a baktı: "Sen yorgun değil misin?"
Qi Yan bir an sessiz kaldı. Oturakta Nangong Jingnu'ya doğru kaydı, ardından yalnızca ikisinin duyabileceği bir sesle, "Bu kul da yoruldu," diye karşılık verdi.
İkisi bakıştılar. Birbirlerinin gözlerinde aynı ifadenin gizli olduğunu gördüklerinde, gülümsemeye başladılar.
Kalpleri arasındaki mesafe bir miktar daha kapanmıştı. Birlikte büyüklere 'baş kaldıran' çocuklar gibi, ortak bir şeye düşmanlık besliyorlardı.
Nangong Shunu araçta bakışları dümdüz ileri dikilmiş bir şekilde dik ve düzgün bir şekilde oturuyordu. Lu Zhongxing ara sıra onunla konuşmaya çalışsa da, yalnızca başıyla onaylıyor ya da başını iki yana sallıyordu.
Onların bindiği araç diğerinin arkasından geliyordu. Nangong Shunu kız kardeşinin ve eniştesinin yeni evlilerin umutsuz tatlılığını taşıyan tanıdık etkileşimlerini açık bir şekilde görebiliyordu.
Buna çok sevinse de, kalbinde soluk bir hayal kırıklığı hissetti. Nangong Shunu'nun dışı pamuk, içi çeliktendi. Bir Cariyenin kızı olsa da, kraliyet ailesinin taşıması gereken asillikten yoksun değildi.
Lu Zhongxing düğün gecesinde ona karşı öyle bir tutum sergilemiş ve gelinin karşılanmasında yaşadığı aşağılanmaya sebebiyet vermişti. Kalbinin kapıları, yanındaki insana bir daha asla açılmayacaktı...
Eğer Lu Zhongxing bir gün bedenini elde etmeyi başarırsa bile, kalbinde yer edinmeyi unutabilirdi.
Öndeki araçta bulunan iki insan bu durumdan tamamen habersizdi. Aralarında ne tür nükteli muhabbetler geçtiğini kimse bilmiyordu, fakat Nangong Jingnu başında asılı aksesuarlar gevrek sesler çıkararak birbirine girene dek kahkahalar atmıştı, Qi Yan'ın başı ise hafifçe eğikti. Omuzları sarsılırken ellerini dizlerine bastırıyordu.
"Ekselansları, er-jie'nin onun Fumasından bu şekilde bahsettiğinizi duyarsa kızacağından korkmuyor musunuz?"
"Er-jie asla kızmaz. Ayrıca, doğruları söylüyorum. O resmi kıyafetin içinde büyük siyah bir ayı gibi görünüyor!"
"Ekselansları, biraz daha sessiz olun."
"Er-jie'ye söyleyemezsin!"
"Daha az önce tamamen korkusuz değil miydiniz?"
"Her neyse, söyleme işte!"
"Peki."
Nangong Shunu'nun cevapları ve ifadelerinin soğuk olduğunu gördüğünde, Lu Zhongxing garip hissederek çenesini kapadı.
Nangong Jingnu ile Qi Yan oraya varana kadar sohbet edip gülüşmüştü. Ganquan Sarayının parlak sarı çatısı belli belirsiz göründüğünde, sonunda sustular.
İki araç da kraliyet basamaklarını altında durdu. İlk Qi Yan indi. Yine yardımcı basamağın yanında durdu, ardından elini kaldırdı: "Ekselansları."
Nangong Jingnu narin elini Qi Yan'ın avucuna koydu, yavaşça araçtan indi.
Araçlar geri götürülmüştü. Dört saray hizmetçisi doğru zamanda Nangong Jingnu'nun arkasına gelerek elbisesinin kuyruğunu tuttu.
Dördü basamaklardan çıktı. Nangong Rang'ın kişisel hadımı Sijiu çoktan girişin önünde bekliyordu. Onları gördüğünde saygıyla yere diz çöktü: "Bu yaşlı kul iki Ekselans'ı ve Lord Fumaları selamlıyor."
"Baş Danışman, kalk lütfen."
"Teşekkürler, Ekselansları Zhenzhen."
Sijiu yüksek sesle duyururken elindeki at kılından kırbacı şaklattı, "Ekselansları Zhenzhen, Ekselansları Zhuohua ve iki Fuma geldiler."
Sesi yayıldığı gibi, sekiz hadım üç insan boyu uzunluğundaki salon kapılarını açtı, ardından girişin iki yanına diz çöktüler: "İki Ekselans ve Lordlar."
Nangong Jingnu başını salladı. Nangong Shunu'ya davet eden bir işaret gönderdi: "Er-jie, önden gidebilirsin."
"Teşekkür ederim meimei." Nangong Shunu 'kültürlü ve soylu hareket' ile büyük salona giriş yaptı. Üç Prens çoktan salona varmıştı, ikisi Qi Yan'ın önceden gördüğü kişilerdi.
İkinci Prens Nangong Wei ve Dördüncü Prens Nangong Zhen.
Qi Yan kısık sesle, "Ekselansları," diyerek seslendi.
Nangong Jingnu açıklanmasına gerek duymadı. Üç Prens'e doğru ilerledi, ardından onları selamladı: "İkinci ağabeyim, üçüncü ağabeyim, wu-ge~" (五 wu - beş)
Qi Yan elleri önünde birleştirilmiş bir şekilde yere kadar eğildi: "Qi Yan üç kraliyet ağabeyimi selamlıyor."
Birkaçı birlikte ona hoş sözler söyledi. Lu Zhongxing İkinci Prens ve Dördüncü Prens ile daha yakındı, bu yüzden sohbet etmeye koyuldular; Qi Yan ise gizlice Beşinci Prensi gözlemliyordu.
Nangong Jingnu şöyle demişti: bir sürü kardeşinin arasında, yalnız Beşinci Prens Nangong Da iki kız kardeşe yakın davranıyordu. Fakat, kötürüm doğduğundan ötürü münzevi bir hayat sürüyordu; bu ilk kez birbirlerini görüşleriydi.
Nangong Da da Qi Yan'ı süzüyordu. Uzun boylu değildi ve teni hafif bronzlaşmıştı, fakat tıpkı Nangong Jingnu'nunkiler gibi bir çift zeki bakan göz taşıyordu.
Lakin Nangong Da yaşça daha büyük olduğundan, gözleri Nangong Jingnu'nunkiler gibi enerjik ve hayat dolu bakmıyordu. Onun yerine, sıcak ve arkadaş canlısı bir hava taşıyorlardı.
0 notes
tripuck · 1 month ago
Link
0 notes
sansadavetcom · 1 month ago
Text
Yakut Taşı: Tarihi ve Efsaneleri
Yakut, dünyanın en değerli taşlarından biri olarak kabul edilen bir taş olup, tarih boyunca büyük bir öneme sahip olmuştur. Yakut taşının kökeni oldukça eski zamanlara dayanır. Hindistan, Myanmar (Burma), Sri Lanka ve Tayland gibi ülkelerde zengin yataklara sahip olan Yakut, özellikle Kral Sarayları ve kraliyet mücevherlerinde sıkça kullanılmıştır. Eski çağlarda Yakut, savaşlarda liderlerin göğüslerini süsler ve zafer getireceğine inanılırdı. Ayrıca bu taşın, sahiplerine cesaret, güç ve kararlılık getirdiği düşünülüyordu. Orta Çağ’da ise Avrupa'da Yakut taşının, özellikle hastalıklara karşı koruyucu bir güce sahip olduğuna inanılırdı. Bugün bile Yakut, çeşitli kültürlerde şans, koruma ve güç simgesi olarak kabul edilir.
Efsanelere göre, Yakut taşı bir kişinin ruh haline göre renk değiştirir. Öfke veya heyecan anında daha koyu bir kırmızıya dönerken, sakin bir ruh haliyle daha açık bir renge dön��şebilir. Bu nedenle, taşın ruhsal enerjileri dengeleyebildiği ve kişisel koruma sağladığı söylenir. Eski medeniyetler arasında Yakut, cennet ateşinin bir parçası olarak görülmüş, ruhsal arınma ve içsel güçle ilişkilendirilmiştir.
0 notes
sehrikesfet · 2 months ago
Text
0 notes
famousangelg99 · 2 months ago
Text
Benim bir mapöla'm var. Düşünmeden duramadığım. Her mutsuzluğumda her mutluluğumda kocaman sarıldığım. Yazılarımdan da okuduğunuz gibi ona platonik olarak aşığım. Allah'a ve cennete kavuştuktan sonra sonsuzluğu onunla paylaşacağımı umduğum. 2 kişiyle denedim 2 kişide bulmaya çalıştım onu. Çünkü o ikisinin de tipi tam anlamıyla mapölan diyordu. İkisi de fail! İkisi de başka kadınları tercih etti benim yerime. Bu durumu çok konuşup neşemizi kaçırmak istemiyorum. Nasipten öteye köy yok.
Tabi ki mapöla'mı aramaktan vazgeçmeyeceğim. Neyse geliyorum haberee!! YENİİİ BİRİİİ VAAARRR!!!!☺️
Bu seferki benim üni zamanlarımda birbirimizden aşırı hoşlandığımız bir flörttü. Ve birbirimizi unutamadığımız aşikardı. Yarım kalan bişeyler vardı ve kimse birbirimizin yerini tutamadı. Çok hoş bir adamdı. Hala öyle fotoğraflarından gördüğüm üzere. Bikaç problem var ama kalbimde kirlenmesin o yeter. Ben onu hep yaşatırım.
Tipini tarif ediyorum size tamam mı? Saç rengi galiba en önemli olan. Ne kumral ne esmer. Koyu kumral diyebiliriz. Burnu çok hoş 😁 Gözleri iri iri. Kaşları önemli değil. Dudaklarına gelince.. bal gibiydi bal😁
İlk mapöla denememde karşılığı olmayan ama belki birgün beni sever umuduyla bir ayrıl bir barış bikaç seneyi devirdiğim hayallerim oldu. Aklı hep "O" kızdaydı. Gözlerinde açıkça görüyordum bunu. It girl diyebiliriz hani her erkeğin arzuladığı cinsten ama ben asla öyle olmayacağım. It girl'ler çok şanslıdır. Ben ise kendi şansımı kendim yaratırım. Gözlerimi kapattım. Ve dedim ki bu senin hayrına. Nolursa olsun ben kazanacağım. Çünkü beni sevsin diye atmadığım takla etmediğim dua kalmadı. Gel sene git sene ha bitti ha bitecek derken bitti gitti. Omuzlarımdan sırtımı kambur çıkartarak acıtan ağır bir yük kalktı. Tercih edilmek zordu. Sevilmemek zordu. Sürekli bakışlarla aşağılanmak zordu. Ama ben şimdiden şampiyondum. Gelsindi tertemiz karmamın bembeyaz atlı prensi.
Tam dedim 2. mapöla tam bana göre. Huyu suyu herşeyi. İtiraf etmeliyim ki 1. mapöla benim ilk aşkım. Ancak aşkı öğrenmem gerekiyordu. 2. mapöla'ya ise hiç aşık olmadım. Ama etkileyici bir adamdı. Beni japon bir kıza tercih etti. Tokyo'da yaşayan bir kıza. Ben yine de denedim. Öğrenmek için denemek gerekiyordu. Yapacak bişey yoktu. 2'yi de pas geçtik geldik 3'eeeeee☺️☺️
Şimdi bu 3'le gökyüzüne deyiyorum. Her an her saniye özlüyorum. ig profiline girmeden duramıyorum. Profilinize girenler uygulaması varsa telefonunda, çok fena yakalandım. Kalbim feci bi şekilde çarpıyor. Ne olacak hiçbir fikrim yok. Bi şifre veriyim mi? Bu adam ünlü😁
İşte böyle. Mapöla'mla maceram bu şekilde. Deli misin diyceksiniz ama o mapöla buraya gelecek! Beni hiç ilgilendirmiyo artık 2 ayaklı makineler. Kalbim tatmin olsun çok daha iyi. Şimdi gözlerimi kapatıp yenisiyle 55. kez falan ilk romantik akşam yemeğimizi hayal edeceğim. Ojelerime kadar düşündüm bile. Herşey güzel olacak. Bunu hatırlamak gerek arada bir. Çünkü güzel düşüncelerimiz, güzel niyetimiz ve güzel hayallerimiz var. İyi geceler mapöla'm. Ay doğmuş gökyüzğne eksik bir parçayla. Ben de sensiz eksiğim. Beni sev. Bir daha da bırakma.
Reminder: Herşey güzel olacak.
0 notes
sagocukaan34 · 2 months ago
Text
Henüz Keşfedilmemiş Ender Bir Cennet - Ekincik Koyu
Ülkemizin keşfedilmemiş cennetlerinden biri olan Ekincik Koyu, birçok tarihi ve doğal güzelliği içinde barındırıyor. Ekincik Koyu, cenneti aratmayan güzelliğiyle birçok ziyaretçisini ağırlamayı bekliyor. İşte bu yazımızda ülkemizin ender cennetlerinden biri olan Ekincik Koyu’nu sizler için araştırdık. Gelin bu yazımızda Ekincik Koyu’nu daha yakından tanıyalım. Ekincik Koyu, Marmaris ile Göcek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ririnanoriri1993 · 5 months ago
Text
0 notes
birpaylass · 6 months ago
Text
Cennet Köyü Slovenya'nın Zümrüt Nehri
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/cennet-koyu-slovenyanin-zumrut-nehri.html
Cennet Köyü Slovenya'nın Zümrüt Nehri
Tumblr media
Slovenya’nın Yeşil Cenneti: Cennet Köyü’nde Doğa Yürüyüşleri
Doğanın Büyülü Güzelliği: Cennet Köyü’nde Harika Yürüyüşler
Cennet Köyü Slovenya’nın Zümrüt Nehri, Slovenya’nın şifalı ve berrak suları, yemyeşil ormanları ve etkileyici dağ manzaraları, seyahat tutkunlarını büyülemeye devam ediyor. Bu muhteşem ülkenin en göz alıcı köşelerinden biri olan Cennet Köyü, bütün güzellikleriyle doğa severleri bekliyor.
Zümrüt Nehri’nin eşsiz kıyılarına kurulmuş olan Cennet Köyü, gerçek bir doğa cenneti. Burası, nefes kesen manzaralar, şifalı orman yürüyüşleri ve kristal berraklığındaki sularıyla ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Reklam
Cennet Köyü Slovenya’nın Zümrüt Nehri
Yatırımcılar için Şirketlerin Halka Arz Stratejileri
Sosyal Medya Dili Nedir: Olumlu ve Etkili İletişim Yolları
Elektronik Çeklerle Dijital Dönüşümü Hızlandırın
Geleceğin Mesleği Yapay Zeka
Yemyeşil Doğa Yürüyüşleri
Cennet Köyü’ndeki en büyük keyif, hiç şüphesiz doğa yürüyüşleri. Bölgenin engebeli arazi yapısı, yürüyüş tutkunlarına eşsiz deneyimler sunuyor. Orman içi patikalar, dağ yamaçları ve Zümrüt Nehri kıyıları boyunca uzanan yürüyüş rotaları, doğanın tadını çıkarmak isteyenler için biçilmiş kaftan.
Nehir Kıyısı Yürüyüşü: Zümrüt Nehri’nin berrak sularının yanı başından geçen, sakin ve huzur dolu bir yürüyüş
Orman İçi Macera: Yemyeşil ormanların derinliklerine dalarak, oksijeni bol ve dinlendirici bir deneyim yaşayın
Dağ Yamaçları: Etkileyici dağ manzaralarının eşlik ettiği, heyecan verici tırmanışlar
Doğayla iç içe olmak, temiz havayı solumak ve ruhunuza huzur katmak istiyorsanız, Cennet Köyü size muhteşem fırsatlar sunuyor.
Zümrüt Nehri Kıyısında Huzur Dolu Bir Gün
Slovenya’nın muhteşem doğasının bir parçası olan Zümrüt Nehri, seyahat tutkunlarını büyülemeye devam ediyor. Bu cennet köydeki huzur dolu bir günde, nehir kıyısında yürüyüş yapmak, dinlenmek ve doğanın güzelliklerini keşfetmek mümkün.
Zümrüt Nehri, adının hakkını veren zümrüt yeşili rengiyle sizi büyüleyecek. Köy halkının sıcak ve misafirperver yaklaşımı, bu güzelliklere ayrı bir değer katıyor. Nehir kenarındaki ahşap seyir terası, manzarayı doyasıya izleyebileceğiniz muhteşem bir nokta.
Burada geçirilen her an, ruhunuza işleyecek. Huzurlu bir yürüyüş, eşsiz doğa manzaraları ve yerel lezzetler, sizi kendinizden geçirecek. Daha fazla zaman geçirmek isteyeceğiniz bu köy, size iç huzuru ve dinginliği sunacak.
Zümrüt yeşili nehir manzarası
Huzurlu ve sakin köy atmosferi
Yerel mutfak lezzetleri
Doğayla iç içe yürüyüş ve dinlenme alanları
Cennet Köyü’nde Keşfedilmemiş Maceralar
Slovenya’nın Zümrüt Nehri Kıyısındaki Cennet Köyü
Cennet Köyü, Slovenya’nın Zümrüt Nehri kıyısında yer alan muhteşem bir doğa harikası. Bu gizemli köy, geleneksel mimarisi, yeşil ormanları ve berrak suları ile seyahat severler için gerçek bir macera vaat ediyor.
Keşfedilmemiş Güzellikleri Keşfetmek
Cennet Köyü’nün pek çok keşfedilmemiş güzelliği bulunuyor. Zümrüt Nehri boyunca yapılan yürüyüşler, sakin orman yolları ve şelale keşifleri, ziyaretçilere doğa ile iç içe bir deneyim sunuyor.
Nehir kıyısındaki gizli mağaralar
Yeşil ormanların arasındaki gizli göller
Keşfedilmeyi bekleyen şelaleler
Bu eşsiz doğal güzelliklerin yanı sıra, köyün geleneksel mimarisi ve yerel kültürü de seyahat severleri büyülüyor.
Slovenya’nın Saklı Güzelliği: Cennet Köyü’nde Keşif Zamanı
Zümrüt Nehri’nin Kıyısındaki Kırsal Cennet
Slovenya, Avrupa’nın en güzel gizli köşelerinden biri olan Cennet Köyü‘nü barındırıyor. Bu küçük, izole yerleşim, Zümrüt Nehri‘nin yeşil sularının kıyısında yer alıyor ve ziyaretçilerini doğanın ve sakinliğin büyüleyici bir uyumuna davet ediyor.
Keşfedilmeyi Bekleyen Bir Doğa Harikası
Cennet Köyü, adeta bir masal diyarını andırıyor. Küçük, ahşap evleri, çiçeklerle bezenmiş sokaklarıyla, sakinliğini ve güzelliğini koruyan benzersiz bir yer. Burada, zamanın durduğu ve insanların doğayla iç içe yaşadığı hissine kapılıyorsunuz.
Doğayla Bütünleşen Yaşam
Köydeki evler, geleneksel Sloven mimarisinin özelliklerini yansıtıyor.
Sakinler, tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyor.
Nehir kıyısındaki yeşil alanlar, piknik ve yürüyüş yapmak için mükemmel noktalar.
Bu cennet köy, Slovenya’nın henüz keşfedilmemiş doğal güzelliklerinden biri. Burayı ziyaret etmek, hem ruhunuza hem de gözlerinize keyifli anlar yaşatacak.
Cennet Köyü’nde Fotoğraf Cenneti: Zümrüt Nehri’nin Muhteşem Manzaraları
Doğanın Saklı Cenneti: Cennet Köyü’nün Zümrüt Nehri
Slovenya, doğal güzellikleriyle seyahat severlerin gönlünü fethetmeye devam ediyor. Bu muhteşem ülkenin en etkileyici köşelerinden biri ise Cennet Köyü ve onun göz kamaştıran Zümrüt Nehri. Seyahat ve turizm tutkunlarını büyüleyen bu eşsiz yer, görenleri fotoğraf cenneti olarak adlandırmakta.
Zümrüt Nehri’nin Büyüleyici Manzaraları
Cennet Köyü’nün incisi Zümrüt Nehri, adını doğal güzelliğinden alıyor. Berrak suları ve etkileyici renkleriyle büyüleyen bu nehir, güneş ışığının da etkisiyle muhteşem bir görünüm sergiliyor. Kıvrımlı kıyıları, yeşil ormanları ve panoramik manzaraları ile ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Fotoğrafçıların Gözdesi: Cennet Köyü
Zümrüt Nehri’nin eşsiz renkleri, fotoğrafçılar için bulunmaz bir hazine.
Köy evlerinin geleneksel mimarisi, renkli çiçek bahçeleri ve ahşap köprüleri, muhteşem karelere ev sahipliği yapıyor.
Yeşil ormanlar, kayalık kıyılar ve sayısız şelaleler, doğa tutkunlarını büyülüyor.
Slovenya’nın büyüleyici Cennet Köyü ve onun göz kamaştıran Zümrüt Nehri, seyahat ve turizm severlerin mutlaka keşfetmesi gereken bir cennet köşesi.
0 notes