Tumgik
#Cennet Koyu
mesut-sems · 2 years
Text
Beklemekten vazgeçecez Değiliz
Beklemenin Bir Dua Olduğu
Bekleyerek Öğrendik Biz...
66 notes · View notes
gazetelinkmedya · 1 year
Text
Mahkeme "Cennet Koyu Cengiz'in olmasa da Cengiz'indir" dedi!
Mahkeme “Cennet Koyu Cengiz’in olmasa da Cengiz’indir” dedi! Özelleştirmesi iptal edilen Cennet Koyu, Hazine gidip tapuyu üstüne almadığı için Cengiz’in oldu. Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, Cengiz İnşaat’a verilen Cennet Koyu’nun davasıyla ilgili kaleme aldığı yazısında yeni bir gelişmeyi gündeme getirdi. Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu’nun “Millete koyu verir mi derken Cengiz…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
otuzsekizinciparalel · 2 months
Text
yarın toplantı var heyecanlıyım biraz
7 notes · View notes
feudecendres · 1 year
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
275 notes · View notes
turizzm · 6 months
Text
İzmir Çeşmeye nasıl gidilir ?
Tumblr media
Çeşme havalimanı transfer wetline kalitesi ile sizlerin hizmetinde. 365 gün rüzgarlı doğasıyla su sporları sevenler için cennet gibi bir yer olan çeşme binlerce yerli ve yapancı tarafından ziyaret ediliyor. İzmir havalimanı transfer ile tur paketlerine bağlı kalmadan çeşmenin tüm güzelliklerini kaliteli ve konforlu şekilde gezebilirsiniz. Çeşme havalimanı transfer ile çeşmenin gözdesi Ala çatıyı ziyaret edebilirsiniz. Ala çatı, Çeşme'ye sadece 8 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Taş evleri , Arnavut kaldırımlı sokakları, butik oteller, apart oteller ve aile otelleri göz kamaştıran bir güzelliğe sahip. UNESCO Dünya mirası geçici listesin'de yer alan Çeşme Kalesi, tarihi ve doğal yapısı ile mutlaka uğramanız gereken noktalardan. İzmir Kalesi 1508 yılında inşa edilen ve günümüze kadar sağlam kalmış mimari yapısı ile dikkat çekiyor. Çeşme Müzesinede mutlaka uğramalısınız. İzmir transfer ile Çeşme Marinayıda mutlaka güzergahınıza mutlaka eklemelisiniz. Doğu Akdeniz'in en büyük yat limanlarından biri olan çeşme, denizde 400, karada ise 100 tekne bağlama kapasitesine sahip Çeşme Marina, zengin turizm olanakları ile aynı zamanda ilçenin en sevilen gezi alanlarından biri. Alaçatı Marinada merkeze sadece 20 dk uzaklıkta mutlaka uğramanız gereken noktalardan.
Çeşme transfer ve çeşme havalimanı transfer hizmetleri ile çeşmeyi konforlu vip araçlarımız ile ziyaret edebileceğiniz 30 yeri listeleyeceğiz. 1.Alaçatı 2.Çeşme Marina 3.Delikli Koy 4.Sakız Adası 5.Altınkum Plajı 6.Çeşme Kalesi 7.Şifne 8.Aya YorgiKoyu 9.Germiyan Koyu 10.Alaçatı Marina 11.Eşşek Adası 12.Alaçatı Yel Değirmeni 13.Çeşme Çarşısı 14.Aqua Toy City 15.Oasis Aquapark 16.Çeşme Açıkhava Tiyatrosu 17.Dalyan 18.Erythrai Antik Kenti 19.Çeşme Müzesi
Ala çatı Kemalpaşa Caddesi
Ala çatı Taş Evleri
Pazaryeri Cami
Ayıos Haralamboş Kilisesi
Çeşme Kervansarayı 25.Dalyan Yat Limanı
Ala çatı Meydanı
Tanay Tabiat Parkı
Memiş Ağa Cami
Fedon Koyu
Alaçatı Antika Pazar ve birçok doğa harikaları sizleri bekliyor.
2 notes · View notes
okumaodasi · 10 months
Text
GAUGUIN'İN SORULARI
Tumblr media
Fransız ressam ve yazar (hakkında aktarılanların çoğuna göre deli, kötü ve tanıması tehlikeli) Paul Gauguin, Darwin ile diğer Victoria dönemi bilim insanlarının neden olduğu kozmolojik bir baş dönmesinden mustaripti hep.
Gauguin 1890'larda Paris'ten, ailesinden ve işi borsa simsarlığından kaçıp tropiklerde yerli kızların resimlerini yapmaya (ve onlarla yatmaya) gitti.
Istıraplarla kıvranan ruhların birçoğu gibi, içkinin ve afyonun yardımıyla kendisinden kaçmaya büyük çaba harcamış olmasına rağmen o da bunu kolayca yapamadı.
Huzursuzluğunun derinlerinde "vahşi" dediği şeyi, ilkel adamı (ve kadını), ham haliyle insanlığı, türümüzün kolay kolay ele geçmez özünü bulma özlemi yatıyordu.
İşte bu arayış onu insan eli değmemiş bir dünyanın (onun gözünde yıkılmamış bir dünyanın) izlerinin haç ve üç renkli bayrağın altında varlığını sürdüğü Tahiti'ye ve Güney Denizi'ndeki başka adalara sürüklemişti.
1897'de buharlı bir posta gemisi Tahiti'ye demir attı, kötü haberler getiriyordu. Gauguin'in en gözde çocuğu Aline zatürreeden ansızın ölüp gitmişti.
Gauguin, aylar süren hastalıklar, yoksulluk ve intihar düşünceleriyle dolu bir ümitsizliğin ardından acısını damıtıp devasa bir tablo ortaya çıkardı. (Aslında düşünülüşü itibarıyla bir tuvalden çok bir duvar resmiydi), bu tablosunda tıpkı Victoria çağı gibi o da var oluş muammasına yeni cevaplar verilmesini istiyordu.
Tablonun üzerine başlığı koyu harflerle yazmıştı; çocuksu, yalın ama derin üç soru: D'Oû Venons Nous? Que Sommes Nous? Oû Allon Nous? (Nereden Geliyoruz? Neyiz? Nereye Gidiyoruz?)
Bu eser vahşi Tahiti'nin ağaçlıkları ya da düzensiz bir cennet bahçesi olabilecek bir manzaranın ortasında bilmecemsi figürlerin kaynaştığı bir panorama sunuyordu: İbadet edenler ya da tanrılar; kediler, kuşlar ve dinlenmekte olan bir keçi; kaldırdığı elleriyle öteleri işaret ediyormuş gibi görünen, sakin bir ifadesi olan büyük bir idol; ortada yer alan, meyve koparan bir figür; Gauguin'in bu eserindeki diğer kadınlar gibi şehvetli bir masum olmayıp Perulu bir annenin ilham ettiği, baktığı yeri delip geçen gözüyle kurumuş gitmiş bir acuzeye benzeyen bir Havva, insanlığın anası ve ressamın yazdığına göre "kaderlerini düşünmeye cüret etmiş" genç bir çifte dönmüş, hayretle bakmakta olan bir başka figür.
"Nereye gidiyoruz?" Cevapsız bir soru gibi görünebilir bu. Zaman içinde insanın nasıl bir yol izleyeceğini kim söyleyebilir ki? Ama sanırım önceki iki soruyu cevaplayarak bunu da kalın fırça darbeleriyle cevaplayabiliriz. Ne olduğumuzu, neler yaptığımızı açıkça görürsek birçok devirde, birçok kültürde ısrarla varlığını sürdüren insan davranışlarını tanıyabiliriz. Bunu bilmek de bize yapmamızın muhtemel olduğu şeyi, buradan muhtemelen nereye gideceğimizi söyleyecektir.
Kendisinden önceki medeniyetlerin çoğunu kapsayan medeniyetimiz, istim salmış, geleceğe doğru hızla ilerleyen kocaman bir gemidir. Hiç olmadığı kadar hızlı, daha ileriye, daha yüklü bir halde ilerliyor. Her kayalığı, her tehlikeyi göremeyebiliriz, ama gemimizin pusulasını ve aldığımız yolu okuyarak gemimizin tasarımını, güvenlik sicilini, mürettebatın becerilerini anlayarak sanıyorum, ileride bizi bekleyen dar boğazlardan, buz dağlarının arasından geçmenin akıllıca bir yolunu bulabiliriz.
Bunu hiç ertelemeksizin yapmamız gerektiğine inanıyorum, çünkü arkamızda bıraktığımız çok fazla gemi enkazı var.
Güvertesinde olduğumuz gemi gelmiş geçmiş en büyük gemi değil, yalnızca geriye kalan tek gemi bu aynı zamanda. Zekâmızın gelişmesinden bu yana başardığımız her şeyin geleceği, gelecek birkaç yıl içindeki eylemlerimizin bilgeliğine dayanacak.
Bütün yaratıklar gibi insanlar da şimdiye kadar yollarını deneme yanılma yoluyla bulmuşlardır, ama başka yaratıkların tersine bizim öyle büyük bir varlığımız var ki hata etmek artık kaldıramayacağımız bir lüks.
Dünya büyük hatalarımızı affetmeyecek kadar küçüldü artık.
Ronald Wright
2 notes · View notes
izimbozada · 2 years
Photo
Tumblr media
👨‍🌾 Anı yaşamak nerede olmalı diye sorarsanız cevabım: Harikalar Diyarı Selimiye olur. 🌿 Bozburun yarımadası’nda eski bir balıkçı kasabası olan Selimiye’nin kendine özgü o karakteristik sokaklarında yürürken Karia uygarlığının izlerini nadir de olsa görebiliyorum. Efsane hikayeleri çevredeki halktan dinlerken, adeta cennetin bir parçasında olduğumu hissettiren her köşesi ile özel bir konaklama tesisi olan Alice Tatil Evi’ne konuk oluyorum. 🏡 Selimiye’nin dinginliği ile beni bütünleştiren, kulacımı atsam masmavi denizden devam edecekmişim hissiyatını yaşatan bir sonsuzluk havuzuna sahip bu tesis 20-30 m2 genişliğinde her yaş grubundan kişiye hitap eden 11 odası ile hizmet veriyor. ✨ Huzur, dinginlik, sakinlik buranın gerçekten değişmez 3 kuralı. Taş binanın modern dokunuşlarla örüldüğü ve her gün ‘’masmavi’’ bir güne uyanacağınız bu tesis, +8 yaş üzeri çocuk politikasına sahip. 🏖️ El değmemiş bir doğada yer alan @alice_tatil_evi , denize sadece 2 dakika uzaklıkta. Hala bozulmayan o samimi ‘’köy’’ havası sayesinde şahane bir atmosferde tatilinizi yapabilir, civar köylerden alınan taze ürünler ile hazırlanan muhteşem kahvaltısını deneyimleyebilirsiniz. ☕️ 17.00’da verilen çay molaları ise kitabınız yanında size eşlik edecek. 🐶 Evcil hayvan için maalesef uygun değil. ✈️ Uçakla Dalaman havalimanına inerek 133 km mesafedeki otele ulaşabiliyorsunuz. 🍽️ Yeme-İçme Önerileri: Tesise yakın olan Asarcık bağlarında bulunan şarap evinde şahane bir akşam yemeği. Sardunya ve Hidayet’in Yeri’nde Rakı&Balık, Kokteyl için: Karadut No: 12 ✏️ Civarda Gezilecek Yerler; -Bozburun kaçamağı, Kameriye Adası Manastrı Kalıntıları, Selimiye Köyü gezisi. Ayrıca Delikyol Koyu, Çiftlik koyu ve Cennet koyu yüzmek için birebir. 📌 Yapmadan dönme; *Asarcık bağlarında şarap tadımına katıl. *Selimiye koylarını tekne ile keşfet. *Turgut-Bayır-Bozburun-Söğüt köy gezisi yap. 🗝️ Oda+kahvaltı konseptinde hizmet veren tesisin gecelik fiyatı oda türüne göre 2700 ile 7000 TL arası değişmekte. Selamımızı ilettiğinizde @kucukoteller misafirlerine özel %5 indirim mevcut. 📞 +90 532 057 49 90 numaralı telefondan sahibi Ali Bey’den detaylı bilgi alabilirsiniz. 👨‍🌾 İyi Tatiller… (Selimiye, Marmaris) https://www.instagram.com/p/CqZp7aWtFzj/?igshid=NGJjMDIxMWI=
5 notes · View notes
famousangelg99 · 4 days
Text
Benim bir mapöla'm var. Düşünmeden duramadığım. Her mutsuzluğumda her mutluluğumda kocaman sarıldığım. Yazılarımdan da okuduğunuz gibi ona platonik olarak aşığım. Allah'a ve cennete kavuştuktan sonra sonsuzluğu onunla paylaşacağımı umduğum. 2 kişiyle denedim 2 kişide bulmaya çalıştım onu. Çünkü o ikisinin de tipi tam anlamıyla mapölan diyordu. İkisi de fail! İkisi de başka kadınları tercih etti benim yerime. Bu durumu çok konuşup neşemizi kaçırmak istemiyorum. Nasipten öteye köy yok.
Tabi ki mapöla'mı aramaktan vazgeçmeyeceğim. Neyse geliyorum haberee!! YENİİİ BİRİİİ VAAARRR!!!!☺️
Bu seferki benim üni zamanlarımda birbirimizden aşırı hoşlandığımız bir flörttü. Ve birbirimizi unutamadığımız aşikardı. Yarım kalan bişeyler vardı ve kimse birbirimizin yerini tutamadı. Çok hoş bir adamdı. Hala öyle fotoğraflarından gördüğüm üzere. Bikaç problem var ama kalbimde kirlenmesin o yeter. Ben onu hep yaşatırım.
Tipini tarif ediyorum size tamam mı? Saç rengi galiba en önemli olan. Ne kumral ne esmer. Koyu kumral diyebiliriz. Burnu çok hoş 😁 Gözleri iri iri. Kaşları önemli değil. Dudaklarına gelince.. bal gibiydi bal😁
İlk mapöla denememde karşılığı olmayan ama belki birgün beni sever umuduyla bir ayrıl bir barış bikaç seneyi devirdiğim hayallerim oldu. Aklı hep "O" kızdaydı. Gözlerinde açıkça görüyordum bunu. It girl diyebiliriz hani her erkeğin arzuladığı cinsten ama ben asla öyle olmayacağım. It girl'ler çok şanslıdır. Ben ise kendi şansımı kendim yaratırım. Gözlerimi kapattım. Ve dedim ki bu senin hayrına. Nolursa olsun ben kazanacağım. Çünkü beni sevsin diye atmadığım takla etmediğim dua kalmadı. Gel sene git sene ha bitti ha bitecek derken bitti gitti. Omuzlarımdan sırtımı kambur çıkartarak acıtan ağır bir yük kalktı. Tercih edilmek zordu. Sevilmemek zordu. Sürekli bakışlarla aşağılanmak zordu. Ama ben şimdiden şampiyondum. Gelsindi tertemiz karmamın bembeyaz atlı prensi.
Tam dedim 2. mapöla tam bana göre. Huyu suyu herşeyi. İtiraf etmeliyim ki 1. mapöla benim ilk aşkım. Ancak aşkı öğrenmem gerekiyordu. 2. mapöla'ya ise hiç aşık olmadım. Ama etkileyici bir adamdı. Beni japon bir kıza tercih etti. Tokyo'da yaşayan bir kıza. Ben yine de denedim. Öğrenmek için denemek gerekiyordu. Yapacak bişey yoktu. 2'yi de pas geçtik geldik 3'eeeeee☺️☺️
Şimdi bu 3'le gökyüzüne deyiyorum. Her an her saniye özlüyorum. ig profiline girmeden duramıyorum. Profilinize girenler uygulaması varsa telefonunda, çok fena yakalandım. Kalbim feci bi şekilde çarpıyor. Ne olacak hiçbir fikrim yok. Bi şifre veriyim mi? Bu adam ünlü😁
İşte böyle. Mapöla'mla maceram bu şekilde. Deli misin diyceksiniz ama o mapöla buraya gelecek! Beni hiç ilgilendirmiyo artık 2 ayaklı makineler. Kalbim tatmin olsun çok daha iyi. Şimdi gözlerimi kapatıp yenisiyle 55. kez falan ilk romantik akşam yemeğimizi hayal edeceğim. Ojelerime kadar düşündüm bile. Herşey güzel olacak. Bunu hatırlamak gerek arada bir. Çünkü güzel düşüncelerimiz, güzel niyetimiz ve güzel hayallerimiz var. İyi geceler mapöla'm. Ay doğmuş gökyüzğne eksik bir parçayla. Ben de sensiz eksiğim. Beni sev. Bir daha da bırakma.
Reminder: Herşey güzel olacak.
0 notes
sagocukaan34 · 10 days
Text
Henüz Keşfedilmemiş Ender Bir Cennet - Ekincik Koyu
Ülkemizin keşfedilmemiş cennetlerinden biri olan Ekincik Koyu, birçok tarihi ve doğal güzelliği içinde barındırıyor. Ekincik Koyu, cenneti aratmayan güzelliğiyle birçok ziyaretçisini ağırlamayı bekliyor. İşte bu yazımızda ülkemizin ender cennetlerinden biri olan Ekincik Koyu’nu sizler için araştırdık. Gelin bu yazımızda Ekincik Koyu’nu daha yakından tanıyalım. Ekincik Koyu, Marmaris ile Göcek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ririnanoriri1993 · 3 months
Text
0 notes
birpaylass · 5 months
Text
Cennet Köyü Slovenya'nın Zümrüt Nehri
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/cennet-koyu-slovenyanin-zumrut-nehri.html
Cennet Köyü Slovenya'nın Zümrüt Nehri
Tumblr media
Slovenya’nın Yeşil Cenneti: Cennet Köyü’nde Doğa Yürüyüşleri
Doğanın Büyülü Güzelliği: Cennet Köyü’nde Harika Yürüyüşler
Cennet Köyü Slovenya’nın Zümrüt Nehri, Slovenya’nın şifalı ve berrak suları, yemyeşil ormanları ve etkileyici dağ manzaraları, seyahat tutkunlarını büyülemeye devam ediyor. Bu muhteşem ülkenin en göz alıcı köşelerinden biri olan Cennet Köyü, bütün güzellikleriyle doğa severleri bekliyor.
Zümrüt Nehri’nin eşsiz kıyılarına kurulmuş olan Cennet Köyü, gerçek bir doğa cenneti. Burası, nefes kesen manzaralar, şifalı orman yürüyüşleri ve kristal berraklığındaki sularıyla ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Reklam
Cennet Köyü Slovenya’nın Zümrüt Nehri
Yatırımcılar için Şirketlerin Halka Arz Stratejileri
Sosyal Medya Dili Nedir: Olumlu ve Etkili İletişim Yolları
Elektronik Çeklerle Dijital Dönüşümü Hızlandırın
Geleceğin Mesleği Yapay Zeka
Yemyeşil Doğa Yürüyüşleri
Cennet Köyü’ndeki en büyük keyif, hiç şüphesiz doğa yürüyüşleri. Bölgenin engebeli arazi yapısı, yürüyüş tutkunlarına eşsiz deneyimler sunuyor. Orman içi patikalar, dağ yamaçları ve Zümrüt Nehri kıyıları boyunca uzanan yürüyüş rotaları, doğanın tadını çıkarmak isteyenler için biçilmiş kaftan.
Nehir Kıyısı Yürüyüşü: Zümrüt Nehri’nin berrak sularının yanı başından geçen, sakin ve huzur dolu bir yürüyüş
Orman İçi Macera: Yemyeşil ormanların derinliklerine dalarak, oksijeni bol ve dinlendirici bir deneyim yaşayın
Dağ Yamaçları: Etkileyici dağ manzaralarının eşlik ettiği, heyecan verici tırmanışlar
Doğayla iç içe olmak, temiz havayı solumak ve ruhunuza huzur katmak istiyorsanız, Cennet Köyü size muhteşem fırsatlar sunuyor.
Zümrüt Nehri Kıyısında Huzur Dolu Bir Gün
Slovenya’nın muhteşem doğasının bir parçası olan Zümrüt Nehri, seyahat tutkunlarını büyülemeye devam ediyor. Bu cennet köydeki huzur dolu bir günde, nehir kıyısında yürüyüş yapmak, dinlenmek ve doğanın güzelliklerini keşfetmek mümkün.
Zümrüt Nehri, adının hakkını veren zümrüt yeşili rengiyle sizi büyüleyecek. Köy halkının sıcak ve misafirperver yaklaşımı, bu güzelliklere ayrı bir değer katıyor. Nehir kenarındaki ahşap seyir terası, manzarayı doyasıya izleyebileceğiniz muhteşem bir nokta.
Burada geçirilen her an, ruhunuza işleyecek. Huzurlu bir yürüyüş, eşsiz doğa manzaraları ve yerel lezzetler, sizi kendinizden geçirecek. Daha fazla zaman geçirmek isteyeceğiniz bu köy, size iç huzuru ve dinginliği sunacak.
Zümrüt yeşili nehir manzarası
Huzurlu ve sakin köy atmosferi
Yerel mutfak lezzetleri
Doğayla iç içe yürüyüş ve dinlenme alanları
Cennet Köyü’nde Keşfedilmemiş Maceralar
Slovenya’nın Zümrüt Nehri Kıyısındaki Cennet Köyü
Cennet Köyü, Slovenya’nın Zümrüt Nehri kıyısında yer alan muhteşem bir doğa harikası. Bu gizemli köy, geleneksel mimarisi, yeşil ormanları ve berrak suları ile seyahat severler için gerçek bir macera vaat ediyor.
Keşfedilmemiş Güzellikleri Keşfetmek
Cennet Köyü’nün pek çok keşfedilmemiş güzelliği bulunuyor. Zümrüt Nehri boyunca yapılan yürüyüşler, sakin orman yolları ve şelale keşifleri, ziyaretçilere doğa ile iç içe bir deneyim sunuyor.
Nehir kıyısındaki gizli mağaralar
Yeşil ormanların arasındaki gizli göller
Keşfedilmeyi bekleyen şelaleler
Bu eşsiz doğal güzelliklerin yanı sıra, köyün geleneksel mimarisi ve yerel kültürü de seyahat severleri büyülüyor.
Slovenya’nın Saklı Güzelliği: Cennet Köyü’nde Keşif Zamanı
Zümrüt Nehri’nin Kıyısındaki Kırsal Cennet
Slovenya, Avrupa’nın en güzel gizli köşelerinden biri olan Cennet Köyü‘nü barındırıyor. Bu küçük, izole yerleşim, Zümrüt Nehri‘nin yeşil sularının kıyısında yer alıyor ve ziyaretçilerini doğanın ve sakinliğin büyüleyici bir uyumuna davet ediyor.
Keşfedilmeyi Bekleyen Bir Doğa Harikası
Cennet Köyü, adeta bir masal diyarını andırıyor. Küçük, ahşap evleri, çiçeklerle bezenmiş sokaklarıyla, sakinliğini ve güzelliğini koruyan benzersiz bir yer. Burada, zamanın durduğu ve insanların doğayla iç içe yaşadığı hissine kapılıyorsunuz.
Doğayla Bütünleşen Yaşam
Köydeki evler, geleneksel Sloven mimarisinin özelliklerini yansıtıyor.
Sakinler, tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyor.
Nehir kıyısındaki yeşil alanlar, piknik ve yürüyüş yapmak için mükemmel noktalar.
Bu cennet köy, Slovenya’nın henüz keşfedilmemiş doğal güzelliklerinden biri. Burayı ziyaret etmek, hem ruhunuza hem de gözlerinize keyifli anlar yaşatacak.
Cennet Köyü’nde Fotoğraf Cenneti: Zümrüt Nehri’nin Muhteşem Manzaraları
Doğanın Saklı Cenneti: Cennet Köyü’nün Zümrüt Nehri
Slovenya, doğal güzellikleriyle seyahat severlerin gönlünü fethetmeye devam ediyor. Bu muhteşem ülkenin en etkileyici köşelerinden biri ise Cennet Köyü ve onun göz kamaştıran Zümrüt Nehri. Seyahat ve turizm tutkunlarını büyüleyen bu eşsiz yer, görenleri fotoğraf cenneti olarak adlandırmakta.
Zümrüt Nehri’nin Büyüleyici Manzaraları
Cennet Köyü’nün incisi Zümrüt Nehri, adını doğal güzelliğinden alıyor. Berrak suları ve etkileyici renkleriyle büyüleyen bu nehir, güneş ışığının da etkisiyle muhteşem bir görünüm sergiliyor. Kıvrımlı kıyıları, yeşil ormanları ve panoramik manzaraları ile ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Fotoğrafçıların Gözdesi: Cennet Köyü
Zümrüt Nehri’nin eşsiz renkleri, fotoğrafçılar için bulunmaz bir hazine.
Köy evlerinin geleneksel mimarisi, renkli çiçek bahçeleri ve ahşap köprüleri, muhteşem karelere ev sahipliği yapıyor.
Yeşil ormanlar, kayalık kıyılar ve sayısız şelaleler, doğa tutkunlarını büyülüyor.
Slovenya’nın büyüleyici Cennet Köyü ve onun göz kamaştıran Zümrüt Nehri, seyahat ve turizm severlerin mutlaka keşfetmesi gereken bir cennet köşesi.
0 notes
benazirrblok · 7 months
Text
Müslüman bir ailem var, beni de müslüman yetiştirdiler. Din dersi en sevdiğim derslerdendi. Konuşan karıncalar, yılana dönüşen asa falan..
Her Ramazan oruç tutar, arada namaz kılar, sık sık dua ederdim. Çünkü henüz Kuran’ı okuyup kafamı karıştırmamıştım.
Bi aralar bilime merak sardım (Bir müslüman için en tehlikeli şey). Kendi kendime şunu sordum:
Evren ne kadar büyük? Evrenin ne kadar büyük olduğu bir türlü aklıma yatmadı. Çünkü kafamda dünya, herşeyin merkezindeydi ve herşey insan için yaratılmıştı.
Gökyüzünde gördüğümüz tüm yıldızların Samanyolu’nun sadece minicik bir bölümü olduğunu anladığımda çok şaşırmıştım.
(Bkz. Evrende Yolculuk Filmi)
Uzay görüntülerinde uçsuz bucaksız galaksi cümbüşünü gördüm. Dünya sınav yeriyse yüz milyarlarca galaksiye ne gerek vardı?
Kafam o kadar karışmıştı ki mutlaka bir sonuca varmalıydım. Gezegenlerin atmosferlerinden tutun da, kara deliklere kadar araştırdım. (Bkz. Kozmos Belgeseli) Evrende o kadar fazla aktivite var ki.. Pulsar yıldızları, nebulalar, süpernovalar, göktaşları,
galaksi çarpışmaları, karanlık madde, vs.. Bütün hepsini araştırmak çok zevkliydi. Kendi kendime birşeyler öğreniyordum. Bilime duyduğum ilgi artıyordu. Artık dünyamızı inceliyecektim.
Dünya nasıl oluştu diye merak ettim. Bunu öğrenirken geçmişten günümüze geçen
süreçte karşıma EVRİM çıktı. (Bkz. Dünyanın Oluşumu Filmi)
Haydaa ben evrime inanmıyordum ki..
Tamam inan-mı-yordum ama neden inan-ma-dığımı da bilmiyordum. Sadece toplumsal refleksti belki. Müslüman evrime inanmaz diye işlenmişti kafama. Evrim konusunu anlamaya çalışırken o kadar önyargılıydım ki.. Charles Darwin’in hayatını okumaya karar verdim. Bu iblise hayatta güven olmaz diye 🙂 Darwin’in hayatını ve bize neyi anlatmaya çalıştığını gördüğümde çok duygulanmıştım. Yaşamın ne olduğunu anladım. Şimdi gerçeği mi merak etmeliydim, yoksa kendimi mi kandırmalıydım? İşte bu benim dönüm noktam oldu. Ben gerçeği seçtim. Koyu Hıristiyan bir aileden gelen ve eşi Emma ile sonsuza kadar cennette yaşamayı hayal eden Darwin bile bulduğu gerçeğin peşinden gitmişti. Benim dinimle bir sorunum yoktu. İnançlıydım ve ibadet de ediyordum. Fakat gerçekler ve masallar arasındaki çizgiyi görmüştüm artık. Evrim karşıtı yazılmış bilimsel makale yok. Evrim yerçekimi gibi, dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi bir gerçek. Tüm kanıtlar ortada. Bunu öğrenmek hiç hoşuma gitmemişti. Hemen Kuran’a sarıldım. Allah’ım nolur bu gerçek olmasın diye bir umutla Kuran okumaya başladım. İlk kez Kuran’ı Türkçe okuyordum. Yıllarca arapça okuduğum ve kayıtsız şartsız inandığım dinimin temel kaynağını daha ilk kez açıp anlamıyla okuyordum.
Ne garip değil mi?
Kuran da okuyorum ama tam 2 yıldır durmadan kitaplar, belgeseller, makaleler, vs. kafa zehir gibi bilim dolu.
Temeli sağlamlaştırmışım. Kuran’ı okurken fark ettim ki bu kitap bilimin günümüzde bildiği şeyleri bilmiyor ve hatta yanlış yorumluyor. Dünyayı düz sanıyor mesela.
Spermin testislerden değil, kaburgadan geldiğini anlatıyor. Önce dünya sonra evren yaratıldı diyor. Gökyüzünü Allah tutmasa düşer diyor.
Sürekli batıya yürürsen dünyanın sonuna ulaşırsın, orda güneş kara bir balçığa batar diyor. Allah’ım aklıma muhafaza ol, bunu sen mi yazdın?
Dedim defalarca.
Kuran’ı okudukça şaşkına döndüm. “Bu ne ya? Buna annem de inanıyor, başbakan da, öğretmenim de, arkadaşlarım da. Ama bu kitap yanlış.. İlkel ve çelişki dolu. Nasıl olur?
Hani evrenseldi?
En son hatırladığım Ahzab 53 ayetini okumuştum.Okuduktan sonra da sokakta “Muhammed bizi kandırmış” diye bağırmak istedim.
Gerçi Kuran’da çok daha utandıran ayetler de var. Mesela Muhammed’in hanımlarıyla hangi sırayla yatacağını belirten Ahzab 51 gibi..
Ben haksızlığı hiç gelemem. Kandırıldığımı anladığım an dünyam karardı. Cennete gitme (hurilerle zevku sefa vs) hayalleri kurarken dinin sadece bir siyaset malzemesi olduğunu çözdüm.
Birkaç ay kendimi dış dünyadan izole edip yaşadım. Çünkü öğrendiklerimi kimselere anlatamazdım.
En başta da aileme.
Kafamda hep şu soru vardı:
“Neden Muhammed, neden bunu yaptın?”
Senin dinine 1.6 milyar insan inanıyor ama sen hepimizi kandırmışsın; Neden?
Bu noktadan sonra idolüm, yol göstericim Turan Dursun oldu. Kendisi ilahiyat mezunu, müftülük yapmış bir İslam araştırmacısı.
Kureyş Arapçasını en iyi bilen biriydi. Yazdığı “Din Bu” kitapları yüzünden, Müslümanlar tarafından katledildi.
Her neyse Kuran’ı anlamak için ayetlerin hangi kronolojide ve ne sebeple yazıldığını anlamalıydım. Ben de böyle yaptım. Her ayetin sebebini araştırdım.
Uzun uzun ayetleri yazmayacağım ama özetle Mekke’deyken barışçıl, Medine’deyken saldırgan bir psikoloji izlemiş, çok sevgili Peygamberimiz..
Gençliğinde fakir ve aşksız büyümüş. İki kez kız isteyip reddedilmiş. Kureyşliler altın, kumaş, cariye,
herşeye sahipken o bekar ve fakir..
Hırs yapmış, bilenmiş. Önce tüccar ve varlıklı ama yaşı geçmiş bir kadınla (Hatice ile) evlenmiş. Parayı bulunca da tıkır tıkır planını uygulamış.
Dinlerin tarihini inceledim.
Tanrı’nın ve Şeytan’ın tarihte nasıl ortaya atıldığını venasıl değiştiğini inceledim.
Herşey ortadaydı..
Yahudi krallarının Tevrat’da uydurduğu dini hükümler İncil’e ve Kuran’a kopyalanmış.
O krallara da Muhammed “peygamber” diye atıfta bulunmuş.
Muhammed şahsi çıkarları için ortaya attığı dini ilk başta Mekke ve civarı için
düşünmüş. (Bkz. En’am:92. ayet)
Medinelilerin Mekkelilere olan husumetini kullanarak da gücüne güç katıp ilerleyen yıllarda “evrensel” bir kitap (Kur’an-ı Kerim) iddiasını ortaya atmış.
Dinlerin yalan olduğunu anladığım an kendimi dev bir açık hava tımarhanesinde
hissetmiştim. Herkes kandırılmış ama uyaramıyorsun!
İnsanların yakasına yapışıp aptal olmayın, nolur okuyun diyesim vardı ama “kardeşim bizi çok fena kandırmışlar” diye anlatsan dahi dayak yersin.
Çocuk gelinler, kafası kesilen kâfirler, idam edilen eşcinseller,
kuma getirilenler, cariye olarak alınıp satılanlar hep bu yalanın sonucu..
Göstermelik namaz kılanlar, dinle insanların parasını çalanlar, Allah Muhammed diye diye oyları kapanlar hep bu bozuk düzenin sonucu..
En kötüsü de çocuk yaşta kız çocuklarının sırf Muhammed’in
sünneti diye evlendirilmesi ve bunun meşrula��tırılması..
Bütün bunları görüp de isyan etmemek mümkün mü? Sessiz kalıp “bana ne başlarının çaresine baksınlar” demek mümkün mü?
Müslümanken mümkündü.
Çünkü Allah var, ahirette cezalarını çekerler derdim. Zaten Kuran’dan
habersizdim. Onlar gerçek müslüman değil derdim.
Dini sorguladıktan sonra ise durum değişti. Eğer Allah yoksa bu insanlar asla cezasını çekmeyecek. Tüm yaptıkları yanlarına kâr kalacaktı. O halde bir şey yapmalı dedim.
Hani kolunu kaybetmiş birine bir müslüman bakıp haline şükredip geçer ya.. Ama dinsiz biri şükredemez. Protez kol yapması gerekir.
Nasıl ki Müslüman her işlediği suçta “Şeytana uydum tövbe ettim” diyip sıyrılır ya.. Dinsiz biri diyemez, ölene kadar vicdanına hesap verir.
Dinden çıkmış olmak bu yüzden zor.
Çünkü hayali arkadaşlarınız yoktur.
Artık vicdanınızla başbaşasınızdır.
Haksızlığa çözüm bulmaya zorlanırsınız.
Ben her gün insanların güneş tanrısına tapınma ibadetleri yapıp, Mısırlı ay tanrısı Al-ilah’a taptığı Türkiye’de yaşıyorum.
Ben ibranice adı “Gehinnom” olan Kudüs’teki ölülerin yakıldığı vadiye öldükten sonra gideceğini düşünen insanlarla yaşıyorum.
(Bkz. Gehinnom cehennem vadisinin adıdır)
Ben Mısır tanrısı “Amon”a tapanların yakarışından kopya edilen, her duaya “âmin” diyen insanlarla yaşıyorum.Ben orjinali ibranice olan “şalom aleküm” kelimesini tanrının selamı sanıp “Selamın Aleyküm” diyen insanlarla yaşıyorum..
Ben 5 vakit ezanla, Ramazan gecesi davulla, ekranlarda dinî masallarla, ödediğim vergiler diyanete harcanarak yaşıyorum.
Bütün bu haksızlığa vicdanım razı gelmediği için İslam’ın ve insanlığa zarar veren tüm inanışların karşısındayım. #turandursun
1 note · View note
gokyuzununperdeleri · 11 months
Text
“Bir çocuk sevdim uzaklarda.”
Bir koca adam. Kocaman elleri, kocaman ayakları. Kafanı kaldırıp bakarsın yüzüne. Öyle kocaman. Saçlarına aklar düşmüş yavaş yavaş. Bir sürü olmuş sonra. Büyümüş. Aslında daha çocukken büyümüş. Anlamamış ama nasıl büyüdüğünü. Küçücük bir yaşta, birdenbire. Bir bakmış, çocukluğu silinmiş. Koca adam oluvermiş. Kendi büyümüş de, yaşanmamış çocukluğu, gençliği kalmış ellerinde. Ölü. Yasını tutmuş çocukluğunun, çıkamamış o yasın içinden. Hep bir kaçış yolu aramış. Buldum sanmış, bulamamış. Her defasında başa sarmış koca adam. Ama anlamamış aslında bir sürü yol yürüdüğünü. Yerinde saydığını sanmış. Geri dönüp baktığında, kaçırdığı yıllara üzülmüş. Kaçırdığı yıllara üzülürken, önüne bakmayı becerememiş. Bir baksa aslında, görebilirmiş önünde uzanan sonsuz güzellikte, dağların arasında ki o çiçekli, kelebeklerle dolu bahçeleri. Hep kaygılı bakmış geleceğe, geçmişe. Aradığı huzuru bulamamış günün sonunda. Aslında aramamalıymış o huzuru. Bilememiş bunu. Baksa aslında içine, görecekmiş o sonsuz huzuru. Bakamamış. Kaosun içinde büyüyen çocuklar, sakin, huzurlu hayata alışamazlarmış. Bu yüzdenmiş aslında o panik. Ellerinin titremesi, soğuk soğuk terlemeler, her an duracakmış da nefesi tamamen kesilecekmiş gibi hissettiren o korkunç kalp sıkışmaları. Yeni öğrenmişsin sen de. Kaosun içinde büyüyen bir çocuk olarak, yeni sarılmışsın daha çocukluğuna. O çocuğa sarılabilmeyi yeni öğrenmişsin daha. Güneşli bir günün sabahında, sarılmak istemişsin o koca adama da. Bakışları hüzünlü, gülüşü güneşli bir koca adam. Sarılmışsın sonra. Diken diken sakalları, sen dokununca yumuşacık oluvermiş. Bıyığının, sana göre solunda, tek bir tel beyaz varmış. O tek tel beyazından öpmüşsün onu. O hüzünlü bakışları alev almış, bir bakmışsın, kucağında küçücük bir bebek olmuş o koca adam. O hüzünlü bakışlarından, ağlamasa bile her an ağlayacakmış gibi duran o güzelim bakışlarından öpmüşsün sonra. Kocaman, dipsiz, karanlık bir kuyuya düşüyormuş da, sana, “tutundum sana, bırakma beni” der gibi bakarmış. Her an düşecekmiş gibi, her an nefesi kesilecekmiş gibi bakarmış. Tutunur gibi dokunurmuş hep vücuduna. Tutunur gibi tutmuş hep ellerinden. Sen de tutunmuşsun ona. O küçücük çocuğu kollarının arasına sarmışın hep, koynunda uyutmuşsun, saçlarını okşamışsın, alnından fışkıran buz gibi soğuk, tuzlu sulardan öpmüşsün onu. Gözyaşlarından öpmüşsün. Koyu halkalar oluşmuş yorgun göz altlarından öpmüşsün. İç sıkıntılarının bir yolunu bulup çıkmak için yarattığı, sanki yaşayamadığı ergenliğini yüzüne vurmak ister gibi, durmadan uç veren sivilcelerinden öpmüşsün. Saç diplerinden, kulaklarından, uçurum kokan boynundan, ensesinden öpmüşsün. İçine çekmişsin, ter kokusunu, son nefesinmiş gibi. Parmaklarından öpmüşsün tek tek, o güzelim parmaklarından. Avuç içlerinden, bileklerinden öpmüşsün. Sırtından, “Serengiti düzlükleri gibi sırtından” öpmüşsün. Sırtında ki, erken ve çabucak büyümenin bıraktığı çatlak izlerini de öpmüşsün tek tek. Sevmişsin onları. Ruhu bedeninden çabucak ayrılmak istemiş de, bir yolunu bulamamış çıkmanın, bunlar da o çırpınışların izleriymiş gibi gelmiş sana. Gülümsemişsin. Okşamışsın. Öpmüşsün tekrar tekrar. Kasıklarından öpmüşsün sonra. Gözlerine ilk baktığın an da seni tanrıya ve karmaya inandıran adam, kasıklarında ki o tuzlu tat ve cennet gibi kokusuyla geçmişte ve gelecekte, zamanın ötesinde, zamanın öncesinde ve zamanın sona ermesinden sonra da bütün hayatlarda, yüzyıllardır birlikte olduğunuzun bilgisini, yeniden hatırlatmış ruhuna. Bilinçaltında yüzyıllardır saklanan bu bilgiyi su yüzüne çıkarmış sanki. Bilmişsin, o olduğunu. Hatırlamış ruhun, onun ruhunu. Tanımış. Zamanın ötesinde birbirinize verdiğiniz sözü tutmuşsunuz. Bulmuşsunuz birbirinizi. O kocaman bebeği, yüzyıllardır koynunda uyutmuşsun. Akşamüstü yürüyüşlerinde yanında dağ gibi duran, karşıdan geleni korkutan, yanında yürürken sonsuz bir güven duygusu hissettiğin o adamın, başını koynuna alınca, çocuk oluşuna her defasında yeniden aşık olmuşsun. Karanlıktan korkan iki küçük çocuk, geceleri birbirinize sarılıp uyumuşsunuz. Kollarınız, bacaklarınız, iç içe geçmiş bedenleriniz, öyle sıkı
sarılmış ki birbirine, “resmi sarılma” adını vermişsiniz bu sarılma biçimine. Her gece dudak dudağa uyumuşsunuz, sanki yüzyıllardır böyle uyuyormuşsunuz gibi. Öylece, kendiliğinden, huzurla. Karanlıktan korkmamışsınız geceleri, sarılırken. Ağzının içinde, dudaklarında ballı bir tat varmış hep, öperken seni bağımlı yapan. O balın içinde uyuşturucu varmış gibi seni sakinleştiren, huzur veren, her defasında yeniden aşık eden. O hayat denen uzun yolda, “kim düşerse diğerini kaldıracak bundan sonra” diye söz vermişsiniz birbirinize. Birlikte ağlamışsınız bol bol, ama birlikte gülecek çok neden bulmuşsunuz hayata. Kahkahalarınız çınlamış hep o evin içinde. Birlikte dans ederken, kaçırdığınız çocukluğunuza gülmüşsünüz. Sarhoş olup ağlamış, sonra yine kahkahalarla dans etmişsiniz. 4 eliniz, 4 ayağınız varmış artık. Hayatın bütün yollarında, bütün güzelliklerinde ya da çirkinliklerinde, hep el ele yürüyecekmişsiniz. Ve o kocaman hayat yolunda kendisi olması için desteklemişsin hep onu. Yapamayacağı hiçbir şey olmadığını göstermek istemişsin. Güneş gibi gülen o koca adamın, çocuk gibi bakan o hüzünlü gözlerinde bulmuşsun hayatın anlamını. Sildim sanmışsın da, silememişsin o gözlerden o hüznü. Çünkü onu silmeyi kendisi istemeliymiş aslında. Sen yapamazmışsın. Bilememişsin. Göstermek istemişsin hayatın güzelliklerini, ışığını, umudunu. O güzelim gün batımınlarında göstermek istemişsin hayatın çiçekli bahçelerini. Sen görmüşsün ya, o da görecek sanmışsın. Görmek istemiş ama yapamamış. Görmesi için önce bakması gerekiyormuş çünkü. Bakmaktan korkmuş. İçinde korkuyla titreyen, onu soğuk soğuk terleten geçmişin izleri bırakmamış yakasını. Bunu ne kadar kolay yapabileceğini anlatmak istemişsin, duymak istememiş. Tıpkı bakmak istemediği gibi. O soğuk ter damlalarından öpmüşsün son kez. Ağzındaki ballı, o seni uyuşturan sıvıdan son kez içmişsin. Sarılmışsın yine, hayata son sarılışınmış gibi. Güneş gibi bakan o hüzünlü çocuk gözlerine son kez bakmışsın. Son kez uyutmuşsun koynunda. Son kez dokunmuşsun sonra, her dokunduğunda titrediğin o tenine. Sana bıraktığı nefes darlığı ve kalp çarpıntılarıyla yoluna devam edecekmişsin şimdi. Hala hayattan umudun varmış gibi, hayal kırıklıklarını ve yaşanması mümkünken yaşayamadığınız o mutlulukları koyacaksın bavullarına. Rüyalarında sarılacaksın o koca adamın içindeki çocuğa artık. Hayallerinde konuşacaksın, dertleşeceksin onunla. Sonra söz vereceksin kendine. “Mutsuz ölmeyeceğim.”
Ve Robert Frost’un o şiirini kazıyacaksın tenine:
“Sarı bir ormanda ikiye ayrıldı yolum,
ikisinden birden gidemediğim ve yoldaki
tek yolcu olduğum için üzgün, uzun uzun
baktım görene kadar birinci yolun
otlar çalılar arasında kıvrıldığı yeri; 
sonra öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da,
ve belki çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden
gidilmeye daha çok hakkı vardı; oysa
ordan gelip geçenler iki yolu da
eş ölçüde aşındırmıştı hemen hemen,
ve o sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibi
hiçbir adımın karartmadığı yapraklar içinde,
ah, başka bir güne sakladım yolların ilkini! 
ama bilerek her yolun yeni bir yol getirdiğini,
merak ettim geri gelecek miyim diye.
iç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice yaşlar nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.”
Sonra, Sezen Aksu’nun o güzelim şarkısı çalacak hep beyninde. “Bir çocuk sevdim uzaklarda, biraz çocuk, biraz adam, biraz hiçti…”
1 note · View note
adrasan-tekne-turu · 1 year
Text
Adrasan'ın Eşsiz Güzelliklerine Yolculuk Başlıyor!
Adrasan, Türkiye'nin en güzel tatil bölgelerinden biridir. Bu makalede, Adrasan'ın eşsiz doğal güzelliklerine bir yolculuk yapacağız. Adrasan'ın benzersiz manzaraları ve sakin atmosferi, tatilcilerin gönlünü fethetmektedir.
Adrasan'ın en popüler plajı olan Adrasan Plajı, berrak suyu ve muhteşem manzarasıyla ziyaretçilerini büyülemektedir. Bu plajda güneşin tadını çıkarabilir, denizin serin sularında yüzerek rahatlayabilirsiniz. Adrasan Plajı, tatilciler arasında çok tercih edilen bir destinasyondur.
Adrasan aynı zamanda birbirinden güzel koylarıyla da ünlüdür. Bu koylar, doğal güzellikleri ve sakin atmosferiyle tatilcilerin favorisi haline gelmiştir. Suluada Koyu, turkuaz renkli denizi ve korunaklı konumuyla huzurlu bir plaj deneyimi sunar. Akseki Koyu ise çam ağaçlarıyla çevrili beyaz kumlu plajıyla ziyaretçilerine doğayla iç içe bir atmosfer sunar. Ceneviz Koyu ise tarihi kalıntıları ve sakinliğiyle farklı bir deneyim sunar. Sazak Koyu ise doğal güzellikleri ve sessizliğiyle ziyaretçilerini büyüler. Burada yürüyüş yapabilir ve huzurlu bir gün geçirebilirsiniz.
Adrasan ayrıca yürüyüş severler için birçok güzel rota sunmaktadır. Adrasan Burnu Yürüyüş Rotası, muhteşem deniz manzarası eşliğinde yapılan keyifli bir yürüyüş deneyimi sunar. Çavuşköy Yürüyüş Rotası ise orman içinde yapılan bir yürüyüşle doğanın güzelliklerini keşfetmek isteyenler için idealdir. Adrasan'ın doğal güzellikleriyle dolu bu rotalar, doğayla iç içe olmak isteyenler için harika bir seçenektir.
Adrasan Plajı
Adrasan'ın en popüler plajı olan Adrasan Plajı, berrak suyu ve muhteşem manzarasıyla ziyaretçilerini büyülüyor. Bu plaj, doğal güzellikleri ve sakin atmosferiyle tatilcilerin favorisi haline gelmiştir.
Adrasan Plajı, masmavi deniziyle yüzme severler için ideal bir seçenektir. Suyun berraklığı, plajın çekiciliğini artırırken, serinlemek ve güneşlenmek için mükemmel bir ortam sunar. Plajın geniş kumsalı, güneşlenmek ve plaj aktiviteleri yapmak isteyenler için idealdir.
Adrasan Plajı'nın muhteşem manzarası da ziyaretçileri büyüler. Plajın hemen yanında yükselen dağlar ve yeşillikler, doğa ile iç içe bir deneyim sunar. Gün batımında plajda bulunmak, unutulmaz bir manzara eşliğinde romantik anlar yaşamanızı sağlar.
Adrasan Plajı aynı zamanda çeşitli plaj aktiviteleri için de ideal bir mekandır. Plajda güneş şemsiyeleri ve şezlonglar bulunurken, denizde su sporları yapabilir veya tekne turlarına katılabilirsiniz. Plajın yakınında bulunan restoran ve kafelerde ise lezzetli yemeklerin tadını çıkarabilirsiniz.
Adrasan Plajı, Adrasan'ın en popüler ve gözde noktası olmasıyla birlikte, doğal güzellikleri ve huzurlu atmosferiyle ziyaretçilerini büyülemeye devam ediyor.
Adrasan Koyları
Adrasan, birbirinden güzel koylarıyla ünlüdür. Bu koylar, doğal güzellikleri ve sakin atmosferiyle tatilcilerin favorisi haline gelmiştir. Adrasan'ın koyları, kristal berraklığındaki denizleri ve muhteşem plajlarıyla adeta birer cennet köşesidir. Doğal koruma alanlarıyla çevrili olan bu koylar, ziyaretçilere huzur dolu bir tatil deneyimi sunar.
Adrasan'ın koylarında denizin keyfini çıkarırken, çevredeki yeşilliklerin ve dağ manzarasının tadını da çıkarabilirsiniz. Koylardaki plajlar, beyaz kumları ve turkuaz renkli sularıyla göz kamaştırır. Aynı zamanda, koyların sakin atmosferi sayesinde stresli günlük yaşamdan uzaklaşabilir ve huzurlu bir tatil geçirebilirsiniz.
Adrasan'ın koyları arasında en ünlü olanları Suluada Koyu, Akseki Koyu, Ceneviz Koyu ve Sazak Koyu'dur. Her biri kendine özgü güzellikleriyle ziyaretçilerini büyüler. Bu koylarda yürüyüş yapabilir, denize girebilir ve doğanın tadını çıkarabilirsiniz. Adrasan'ın koyları, doğa severler ve tatilciler için vazgeçilmez bir destinasyondur.
Suluada Koyu
Suluada Koyu, Adrasan'ın en gözde koylarından biridir. Bu koy, turkuaz renkli sakin denizi ve korunaklı konumuyla ziyaretçilerine huzurlu bir plaj deneyimi sunar. Suluada Koyu'na ulaşmak için bir Adrsan tekne turu yapabilir veya yürüyerek ulaşabilirsiniz. Koyun berrak sularında yüzerek serinleyebilir, güneşlenerek dinlenebilir veya sahilde piknik yapabilirsiniz. Ayrıca koyun çevresindeki doğal güzelliklerin tadını çıkarmak için yürüyüş yapabilirsiniz. Suluada Koyu, Adrasan'ın eşsiz güzelliklerinden biridir ve tatilciler için unutulmaz bir deneyim sunar.
Akseki Koyu
Akseki Koyu, çam ağaçlarıyla çevrili beyaz kumlu plajıyla ziyaretçilerine doğayla iç içe bir atmosfer sunar. Bu muhteşem koy, Adrasan'ın en güzel doğal güzelliklerinden biridir. Koyun etrafını saran çam ağaçları, ziyaretçilere gölgeli bir ortam sağlar ve plajın beyaz kumu, berrak turkuaz renkli denizle buluşur.
Akseki Koyu'nda doğayla iç içe bir deneyim yaşayabilirsiniz. Burada güneşlenirken çam ağaçlarının serinletici gölgesinden faydalanabilir veya denizin tadını çıkarırken kuş sesleri eşliğinde huzur bulabilirsiniz. Ayrıca, koyun sakinliği ve doğal güzellikleri, yürüyüş yapmak isteyenler için de mükemmel bir seçenektir.
Ceneviz Koyu
Ceneviz Koyu, Adrasan'ın en özel koylarından biridir. Bu koy, ziyaretçilerine tarihi kalıntıları ve sakinliğiyle farklı bir deneyim sunar. Koyun adını, burada bulunan ve Cenevizlilere ait olduğu düşünülen tarihi yapıdan alır. Bu yapı, koyun atmosferine mistik bir hava katar.
Ceneviz Koyu'nun sakinliği, tatilcilerin stresinden uzaklaşmasını sağlar. Burada denizin ve doğanın tadını çıkarabilir, huzurlu bir gün geçirebilirsiniz. Ayrıca, koyun berrak sularında yüzme imkanı da bulunur. Koyun çevresindeki doğal güzellikler, ziyaretçilerin gözlerini kamaştırır.
Ceneviz Koyu, Adrasan'ın benzersiz güzelliklerini keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir noktadır. Tarihi kalıntıları ve sakinliğiyle ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunar.
Sazak Koyu
Sazak Koyu, Adrasan'ın benzersiz doğal güzelliklerinden biridir. Bu koy, doğal güzellikleri ve sessizliğiyle ziyaretçilerini büyüler. Burada yürüyüş yapabilir ve huzurlu bir gün geçirebilirsiniz.
Sazak Koyu, etkileyici manzarasıyla göz kamaştırır. Turkuaz renkli denizi ve sakin atmosferiyle kendinizi adeta cennette hissedeceksiniz. Koyun etrafı yeşil ormanlarla çevrili olduğu için doğa severler için de mükemmel bir seçenektir.
Burada yürüyüş yapmak isterseniz, kıyı boyunca uzanan yürüyüş yollarında keyifli bir gezinti yapabilirsiniz. Doğanın içinde yürümek ve temiz havanın tadını çıkarmak için Sazak Koyu harika bir seçenektir.
Sazak Koyu'nda huzurlu bir gün geçirmek isterseniz, plajda güneşlenebilir, denize girebilir veya sahil boyunca uzanan şezlonglarda dinlenebilirsiniz. Sessizliğin ve sakinliğin tadını çıkararak stres atabilir ve kendinizi yenilenmiş hissedebilirsiniz.
Sazak Koyu, Adrasan'ın eşsiz güzelliklerini keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir yerdir. Doğanın kucağında huzurlu bir gün geçirmek isteyen herkesi bekliyor.
Adrasan Yürüyüş Rotaları
Adrasan, yürüyüş severler için birçok güzel rota sunar. Bu rotalar, doğanın tadını çıkarmak isteyenler için idealdir.
Adrasan'ın yemyeşil doğası ve etkileyici manzaralarıyla dolu yürüyüş rotaları, doğaseverler için adeta bir cennet gibidir. Bu rotalar, hem fiziksel aktivite yapmak hem de doğanın güzelliklerini keşfetmek isteyenler için mükemmel bir seçenektir.
Bu rotalardan biri olan "Adrasan Burnu Yürüyüş Rotası", muhteşem deniz manzarası eşliğinde yapılan keyifli bir yürüyüş deneyimi sunar. Yürüyüş boyunca nefes kesici manzaralar eşliğinde yürüyerek, Adrasan'ın eşsiz güzelliklerini keşfedebilirsiniz.
Diğer bir seçenek olan "Çavuşköy Yürüyüş Rotası", orman içinde yapılan bir yürüyüşle doğanın güzelliklerini keşfetmek isteyenler için idealdir. Bu rotada, kuş sesleri eşliğinde yürüyerek, çam ağaçlarıyla çevrili yollarda huzurlu bir yürüyüş yapabilirsiniz.
Adrasan'ın yürüyüş rotaları, doğa ile iç içe olmak isteyenler için harika bir seçenektir. Bu rotalar sayesinde hem bedeninizi hareket ettirebilir hem de doğanın sakinliğini ve güzelliğini keşfedebilirsiniz.
Adrasan Burnu Yürüyüş Rotası
Adrasan Burnu Yürüyüş Rotası, Adrasan'ın en popüler yürüyüş rotalarından biridir. Bu rotada, muhteşem deniz manzarası eşliğinde keyifli bir yürüyüş deneyimi yaşayabilirsiniz. Yürüyüşe başladığınızda, berrak ve turkuaz renkteki deniz size eşlik ederken, etrafınızdaki doğal güzellikler sizi büyüler.
Bu rotada yürüyüş yaparken, kendinizi adeta bir doğa resminin içinde hissedersiniz. Yemyeşil ağaçlar, çiçekler ve kuş sesleri size eşlik ederken, denizin dalgaları kıyıya vurur. Adrasan Burnu Yürüyüş Rotası, hem doğa severler hem de fotoğraf tutkunları için ideal bir seçenektir.
Yürüyüş rotası boyunca dinlenmek veya manzaranın tadını çıkarmak isterseniz, rotada bulunan banklarda mola verebilirsiniz. Ayrıca, yanınıza bir piknik sepeti alarak rotanın belirli noktalarında piknik yapabilirsiniz. Bu sayede, hem doğayla iç içe olur hem de muhteşem deniz manzarasının keyfini çıkarırsınız.
Çavuşköy Yürüyüş Rotası
Çavuşköy Yürüyüş Rotası, doğa severler için mükemmel bir seçenektir. Bu rotada ormanın içinde yapacağınız keyifli bir yürüyüşle doğanın güzelliklerini keşfedebilirsiniz. Yemyeşil ağaçlar, şırıl şırıl akan dere ve kuş sesleri eşliğinde huzurlu bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Yürüyüş rotası boyunca çeşitli bitki ve hayvan türlerini keşfedebilir, doğanın sunduğu eşsiz manzaraların tadını çıkarabilirsiniz.
Çavuşköy Yürüyüş Rotası, doğa ile iç içe olmak isteyenler için ideal bir seçenektir. Yürüyüş rotası boyunca dinlenme alanları ve piknik alanları bulunmaktadır, böylece doğanın tadını çıkarırken keyifli bir mola verebilirsiniz. Ayrıca, rotanın sonunda sizi muhteşem bir manzara bekliyor. Burada, ormanın tepesinden göz kamaştırıcı bir deniz manzarasıyla karşılaşabilirsiniz. Bu rotayı tercih ederek hem doğayla iç içe olabilir hem de unutulmaz bir deneyim yaşayabilirsiniz.
1 note · View note
almanyalilar · 1 year
Text
0 notes
085361 · 1 year
Text
Tumblr media
Sadece Türkiye’nin değil , dünyanın en güzel koyları Göcek’te. Sessiz, ıssız, sadece siz ve denizin olduğu yerleri görmek için ihtiyacınız olan şey “Mavi Tur”. Göcek Koyları’nın tadını çıkarmak için günübirlik tekne turlarına da katılabilirsiniz.
Göcek’in en meşhur koyları ve adaları
1. Sarsala Koyu
2.Yassıca Adaları
3.Kille Koyu
4.Kleopatra Koyu (Hamam Koyu)
5.Sıralıbük Koyu
6.Tersane Adası
7.Bedri Rahmi Koyu
8.Akvaryum Koyu
9.Cennet Koyu
10-Günlüklü Koyu
📷: @kus.bakisi
0 notes